20 Aralık 2014 Cumartesi

414.İKİ SÜNNET KAVRAMININ BİRBİRİNE KARIŞTIRILMASI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Bulunduğunuz ortamda birileri  bir hadisi eleştiriyorsa ona vereceğiniz kısa bir ilmi cevabınız olsun isterseniz- bu yazıyı okumalısınız:

Sünnet ile ilgilenen herkes ilimlerde taksimat yaparken; Kur’ân-Sünnet diye kısımlara ayırırlar veya Sünneti kısımlara ayırırlar; Kavlî Sünnet, Fi’lî Sünnet, Takrîrî Sünnet diye ya da Sünnet-i Hüdâ, Sünnet-i Zevâid diye, yine yükümlülükleri taksim ederler; Farz, vâcib, sünnet, müstehâb, mübah, mekrûh, haram diye… Ama bir çok kişi bu ayrımların arka planını, nasıl ve neye dayanarak gerçekleştiğini bilmez/kurcalamaz.

 Bilinen bu taksimleri ayrıntıya girmeden ne anlam ifade ettiklerine de kısaca anlatarak;böylece fıkıh-tefsir-hadis ilimlerinin nasıl birbirleriyle iç içe çalıştığını, ortaya çıkan şeylerin dinde ne ifade ettikleri daha kolayca anlaşılabilsin diye biraz bu konuya değinelim.

Biliyorsunuz ki Kur’an ve Sünnet veya bir başka açıdan Ayetler ve hadisler bir müslümanın nasıl yaşaması gerektiğini ortaya koyan temel kaynaklardır. Bu sebeble diğer tüm İslami ilimler bu ilimlerden doğmuş, merkezlerine bu ikisini koymuşlar ve bu ikisinin daha iyi anlaşılması için var olagelmişlerdir. Yani diğer ilimler o ikisi için vardır. Tefsir, fıkıh, hadis ve akaid ilimleri (Temel İslamî İlimler) de böyledir.

Bir müslümanın nasıl yaşaması gerektiğini;
 Tefsir ilmi, Kur’an metninden hareketle ve diğer (hadis, fıkıh, akaid, siyer/tarih, lugat, dil vb.) ilimlerin yardımıyla söylemeye çalışır.
 Hadis ilmi, hadis metinlerinden hareketle ve diğer (Kur’an, fıkıh, akaid, siyer/tarih, lugat, dil vb.) ilimlerin yardımıyla söylemeye çalışır.
 Fıkıh ilmi, ayet ve hadis metinlerinden hareketle ve diğer (Kur’an, hadis, akaid, siyer/tarih, lugat, dil vb.) ilimlerin yardımıyla söylemeye çalışır.

 Bu liste böylece uzar gider. Hiçbir ilim bağımsız ve tek başına var olamaz/olmamıştır. 

Yukarda zikredilen birkaç taksimattan (bu gün için) çok fazla önemli olduğundan ikisi üzerinde duralım: Eskilerin teklif (veya ef’âlu mükellefîn) dediği yükümlülüklerin taksimi ve Sünnet-i Hüdâ, Sünnet-i Zevâid taksimi.

SÜNNET-İ HÜDÂ ve SÜNNET-İ ZEVÂİD
Sünnet-i Hüdâ; Hz. Peygamber’in din gereği yaptıkları ve Sünnet-i Zevâid; (alışkanlık, yeme-içme ve zevkleri gibi) din gereği olmadan yaptıklarıdır.

Zevâid denilen ikinci kısım tüm İslam alimlerinin ittifakıyla hüküm koyucu değildir ve bağlayıcılığı yoktur. Zaten Hz. Peygamber’in de bu hususta hiçbir emri yoktur. Peki, müslümanlar bunu neden yaparlar diye sorulursa; müslümanlar imanları gereği ve Allah emrettiği için Peygamberlerini kendi canlarından daha çok severler. İşte bu sevgi onları aynılaşmaya veya benzemeye götürmektedir. Allah-u Teala ona tabi olmayı ve itaati emrettiğine göre bu emri yerine getirmek sorumluluktur fakat bunun yanı sıra ona benzemeyi de tabi olma kapsamında değerlendirmenin mümkün olduğunda alimlerin ittifakı vardır. Yani Hz. Peygamber’e tabi olma gayesiyle ona benzemeye çalışmanın sevap olduğunda tüm İslam uleması müttefiktir.

Sünnet-i Zevâid’in durumu böyledir. Sünnet-i Hüdâ’ya (Hz. Peygamber’in din gereği yaptıklarına) gelince önce yükümlülükleri açıklayalım:

NASS 
Nass kısaca hüküm bildiren sözler/metinler demektir
(Nass, insanlar anlamına gelen Nâs değil).

Bunlar da ancak ayet veya hadistir. Görüldüğü gibi burada önümüze gelen metinler Kur’an veya Sünnettir. İşte Sünnet-i Hüdâ buraya dahildir. Kısacası Sünnet-i Hüdâ nasstır. 

Tefsir, Hadis ve Fıkıh gibi faaliyetler sonucu eldeki nassa bakıldığında Nasslar ancak şu dört halden birinde bulunur:

subûtu ve delâleti kat’î;

 subûtu kat’î, delâleti zannî;
 subûtu zannî, delâleti kat’î;
 subûtu ve delâleti zannî. Bunu açalım.

a) Ya varlığı (subût) ayetler gibi kesindir(kat’î) ve ne anlam ifade ettiği/neyi kastettiği(delâlet) nettir (kat’î).

b) Ya varlığı (subût) ayetler gibi kesindir(kat’î) fakat ne anlam ifade ettiği/neyi kastettiği(delâlet) net değildir (zannî).

c) Ya varlığı (subût) ayetler gibi değil (zannî) fakat ne anlam ifade ettiği/neyi kastettiği(delâlet) nettir (kat’î).

d) Ya varlığı (subût) ayetler gibi değil (zannî) ve ne anlam ifade ettiği/neyi kastettiği(delâlet) net değildir (zannî).


NOT: Burada subût; nassın bize ulaşmasının kesinlik durumu, delâlet ise; bize ulaşan nassın neyi ifade ettiğinin/kastettiğinin açık/net olma durumudur.

Ayrıca buradaki kat’î (kesin) kelimesi anlaşılsa da, zannî kelimesine takılıp halk dilindeki zan da bulunmak gibi bir kelimeyle karıştırma yanılgısına düşülmesin, çünkü buradaki kat’îlik gibi, zannîlik de ilmi bir ifadedir. 

İlmî anlamda bir nassın, şüphe ifade etme ihtimali milyonda bir gibi ihmal edilecek durumda olsa dahi o zannî delildir. Başka bir deyişle konuya ilişkin karşı ihtimallerin (milyonla da olsa) tamamını ortadan kaldıramıyorsa o zannî delildir. Bu kategorik ve hiyerarşik bir ayrım içindir. Yoksa onu delillikten çıkaracak bir eleme değildir.

Demek ki önümüze gelen ayet veya hadis’in hem bize geliş şekli hem de ne ifade ettiği ondan çıkacak hüküm için doğrudan etkilidir. O halde şimdi yükümlülüğe dair çok bilinen hükümlere bakalım (ef’âlu mükellefîn)


a) Farz-Haram: (subûtu ve delâleti kat’î nass). Bir nass (ayet-hadis fark etmez), bize ayetler gibi ulaşmış, hüküm için elverişli olup aynı zamanda metninde müteşabihlik, kapalılık veya neye delalet ettiğine dair bir belirsizlik yoksa o nasstan çıkan hüküm ya farz (yapın) veya haram (yapmayın) emridir. Bu durumda sünnet de tıpkı ayet gibi farz ve haram koyma konumunda nasstır. (5 vakit namaz, içki yasağı ve haksız cana kıyma yasağı gibi) Bu emirlerin terki hukuk ve ahiret bakımından ceza gerektirir. İnkârı dinden çıkarır. 

b) Vâcib- Mekrûh: (subûtu kat’î, delâleti zannî) ve (subûtu zannî, delâleti kat’î). Bir nassın (ayet-hadis fark etmez), bize gelişi ayetler gibi ulaşmış, fakat metninde müteşabihlik, kapalılık veya neye delalet ettiğine dair bir belirsizlik varsa ya da nassın (ayet-hadis fark etmez), bize gelişi ayetler gibi ulaşmamış, fakat hüküm için elverişli olup aynı zamanda metninde müteşabihlik, kapalılık veya neye delalet ettiğine dair bir belirsizlik yoksa o nasstan çıkan hüküm vacib (yapın-yapmayın) , müstehâb (yapılması güzel) ve mekrûh (yapılması çirkin) uyarısıdır.

Vâcib’in, subût kat’î, delâleti ise daha güçlü zannî delildir. Subût veya delâletten birinin zannî olması sebebiyle farz-haram gibi güçlü değildir. Yani ayet veya hadisteki kastedilen emrin anlaşılmasına karşın bu hususta kesin farz-haram demeye yeterli kanaat oluşmamıştır. Bu durumda da sünnet tıpkı ayet gibi vacib-mekrûh koyma konumunda nasstır. (Kurban kesme ve Bayram Namazı gibi, İsraf) Yapılması veya yapılmaması hususunda gerektiği gibi davrananlar sevab kazanır fakat davranmayanlara ceza/kınama veya günah olmaz.

c) Müstehâb: (subûtu zannî, delâleti kat’î). 
Bir nassın (ayet-hadis fark etmez), bize gelişi ayetler gibi ulaşmamış, fakat hüküm için elverişli olup aynı zamanda metninde müteşabihlik, kapalılık veya neye delalet ettiğine dair bir belirsizlik yoksa o nasstan çıkan hüküm Müstehâb (yapılması güzel tavsiyesi) olur. (Dinin emretmeksizin tavsiye ettiği tüm güzel şeyler müstehabtır. )

Sünnet çoğu kez milletin kafasını karıştırmaktadır. Milletin genelde sünnet diye bildiği, nasslardan (Kur’an-Sünnet) biri olan sünnet değil mendûb veya bir başka ismiyle müstehabtır.

d) Mübâh: Bir konu ya da bir fiile dair nass yoksa onun hükmü mübâhdır. Yani hüküm olmama haline mübâhlık (serbestlik) denir.

SONUÇ: O halde insanlar, Sünnet-i Hüdâ yani Hz. Peygamber’in din gereği (ki bunlar tıpkı ayetlerde olduğu gibi farz-haram, vâcib ve müstehâb-mekrûh olabilir) yaptıklarıyla müstehâb’ı karıştırmamalı. Sünnet-i Hüdâ, müstehâb olabilmenin yanı sıra farz-haram ya da vâcib-mekrûh olabilir.

Bu bilgiler doğrultusunda hadislerin Kur’an’a arzedilerek eleştirilmesine değinirsek, peşinen söyleyelim hem sahih hem de Kur’an ile uyuşmayan bir hadis yoktur.

Hadis tenkit edilirken; ravilerinin güvenilir, senedinin kopuksuz (atlamasız), şaz olmayan (ravinin kendisinden daha sağlam bir ravi veya rivayete aykırı rivayette bulunmaması) ve gizli bir illet (ilk bakışta görülmeyen bir hata/kusur) taşımaması gibi özellikler aranır. Bu sebeble rivayetin değil Kur’an’a bir başka sahih hadise aykırı bile olması mümkün değildir.

Şayet ilmi bir araştırma yapmadan- bir hadis; bir ayet veya hadise aykırı görülüyorsa, burda araştırıcının kusuru vardır. Mesela kişi, hadisin diğer rivayetlerini de incelese tamamını görecekken muhtasar bir rivayete bakıyordur. Hadisin söyleniş sebebi ve ortamını bilmediğinden yanlış bir şekilde farklı kategoride değerlendiriyordur. Halbuki hadis, Kur’an’ın bir hükmünde istisna yapıyor, ilavede bulunuyor ya da açıklıyor olabilir. Bunun gibi bir çok neden olabilir ki hepsinin örnekleri vardır.

Şayet ilmi bir araştırma yaparak aykırı görülüyorsa; hadis gizli bir illet sebebiyle sahih olmayabilir
(ki bunu da araştırma yapan kişi görmelidir.)

Hadis şayet sahih değilse zaten subutu kat’î olmamış olur. Hadis eğer uydurma ise zaten subut yok demektir. Delalete gelince delalet için önce subut şart, fakat anlam ifade etmesi için hadisin sahih olması gerekmez. Kısacası subut varsa ve hükme elverişli ise delaleti de vardır.

Yukarıda da değinildiği gibi hadislerin sahih olup-olmamasına sadece sened bakımından bakılmaz. Senedine bakıldıktan sonra metne de bakılır çünkü şayet varsa hadisin illetini de metinde bulacağız.

Ayrıca unutmamalı ki her ayet nasıl hüküm için elverişli olmayabileceği gibi hadisler de elverişli olmayabilir.
Kur’an’la ters düşen bir rivayet yok demiştik diyelim ki her bakımından araştırıp sahih denilen hadisin aykırı olduğunu buldunuz. O zaman o hadisin metninin illetini buldunuz demektir. Yani hadis zaten sahih değildir. Hadis uydurma ise subutu da olmayacağından, zanni delaleti bile olamaz.

M.Göktaş

KAYNAKLAR:
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, VIII (ilk ciltte)
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, X
Mehmet Zihni, Nimet-i İslâm,
Gazzâlî, el-Mustasfâ (İslam Hukuk Metodolojisi), II
Abdulkerim Zeydan, Fıkıh Usulü,
Fahrettin Atar, Fıkıh Usulü,
Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları,
Eserlerin bir kısmı Türkçe, bir kısmı da tercümedir.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: