Bismillahirrahmanirrahim
Sünnet etrafındaki ihtilâf, Sünnetle istidlal üzerinde değildir. Çünkü Sünnetle istidlal, müslümanlarca kabul edilen bir gerçektir. Ancak, Basra´da birkaç kişi Sünnetle istidlali kabul etmemiş ve sadece Kitabla istidlal edilebileceğini ileri sürmüş iseler de, onlar, İslâm tarihi içinde erimiş gitmişlerdir. Hattâ İmam Şafiî "el-Umm" adlı kitabında zikretmeseydi, bugün onların mevcudiyetinden dahi kimsenin haberi olmayacaktı. Sünnetle delil getirmeyi inkâr eden kimsenin müslümanlığından şüphe edilir. Çünkü Sünnet, Peygamber (S.A.)´in tebliği olup Kur´an-ı Kerim´i tefsir eder. Kur´an-ı Kerim´e girmeyi sağlayan nurlu kapı, Sünnet kapısıdır. Kim Sünneti Kur´an´ dan ayırıyorsa o, Kur´an-ı Peygamber´den ayırıyor demektir. Sünnet üzerindeki ihtilâfın gerçek yönü, isnadın şart olup olmaması meselesidir. İlk İmamlarla sonraki İmamlar arasındaki mürsel hadisi kabul edip etmeme hususunda görüş farkı olduğunu daha önce söylemiştik. Sünnetle istidlal hususundaki ihtilâf rivayet edilen bazı hadisleri bir kısım İmamların bilip diğer bir kısmının bunlara vâkıf olmamalarındandır. Dolayısiyle bu hadislere vâkıf olmayanlar re´yleri ile, vâkıf olanlar ise bu hadislere göre fetva vermişlerdir.
Hadis hususundaki ihtilâfın diğer bir yönü de, zahiri itibariyle Sünnetin, Kur´an-ı Kerim´in umumî mânâsına veya kıyas kaidelerine aykırı düşmesidir. Bazı İmamlar Medinelilerin amelini, rivayet edilen bazı hadislere tercih etmişlerdir. Bu hususu ileride ele alacağız. Bütün bu ihtilâfların ötesinde hadislerin mânâları üzerinde Şiilerle Ehl-i Sünnet arasında görülen ihtilâflar da önemlidir.
İmamiyye mezhebine bağlı olan şiîler, sadece İmamlarının sözlerini sünnet olarak kabul etmekte ve hadislerin ancak kendi İmamları vasıtasıyla rivayet edilebileceğini, sünnîlerin rivayet ettiği hadislerin belirli şartları haiz olduğu takdirde kabul edilebileceğini ileri sürmektedirler.
Bu şiîlerin birkaç tane hadis mecmuaları vardır. Bunları Ali b. Ebî Talib yoluyla Hz. Peygambere nisbet ederler. Onlara göre Hz. Ali´nin ra fıkhı, fetva ve hükümleri, O´nun hayatına nisbetle Sünnet içerisinde az bir miktar teşkil etmektedir. Halbuki Hz. Ali ra , Peygamber´in sas vefatından kendi vefatına kadar fetva vermek ve dînî konuları incelemekle meşgul olmuştur. Ayrıca O, İlim şehrinin kapısıdır. Üstelik O, beş yıl halifelik makamını işgal etmiş ve bu arada çok çeşitli hâdiseler meydana gelmiştir. Bu itibarla O´nun Peygamber (S.A.)´den sonraki bütün hayatı fıkıh, din ilmi ile uğraşmakla geçmiştir. Peygamber (S.A.)´e en yakın olan insan O idi. O, çocukluğundan itibaren hayatı boyunca Peygamber (S.A.)´den ayrılmamıştır. O halde Hz. Ali ra vâsıtasiyle Peygamber (S.A.)´den rivayet edilenler, O´nun fetva ve hükümleri, hadis kitablarında zikredilen miktardan kat kat fazla olmak lâzım gelir.
Elbette Emevî idaresinin, Hz. Ali´den ra rivayet edilen pekçok şeyin gizli kalmasında büyük etkisi olmuştur. Çünkü cami minberlerinden Hz. Ali´ye ra lanet ettirenlerin, Hz. Ali´nin ilminden bahsedip O´nun fetva ve sözlerini ve bilhassa hükümet teşkilâtıyla ilgili görüşlerini nakletmek hususunda İlim adamlarına serbestlik tanımaları makûl değildir. Hz. Ali´nin ra yaşamış olduğu Irak´a hükmeden valiler çok şiddetli ve sert kimseler olup îslâm toplulukları arasında Hz. Ali´nin ra fikirlerinin yayılmasına müsaade etmemişlerdir. Onlar, Hz. Ali ra hakkında öyle şüpheler yaratmışlardır ki, Hz. Ali´nin ra künyesi olan «Ebu Türab» (Toprak babası) sözünü dahi onu küçük düşürmek için istismar etmişlerdir. Oysa Hz. Ali ra bu künye ile şeref duyardı. Çünkü bu künyeyi O´na bizzat Hz. Peygamber sas, bir sevgi nişanesi olarak vermişti.
Acaba bu şartlar altında Hz. Ali´nin ra rivayet ettiği hadislerle, O´nun fetva ve sözlerinin ekserisi yok olmuş, tarihin dalgaları arasında kaybolup gitmiş ve bunlara vâkıf olan hiçbir kimse kalmamış mıdır?
Şiîler´den Zeydiyye ve îmamiyye mezheblerine göre Hz. Ali ra, kendisinden sonra temiz neslinden gelen İmamları, yani oğulları Hasan, Hüseyin ve Muhammed b. Hanefiyye´yi r.anhm bırakmış ve ilmini de bunlara emanet etmiştir. Abdullah b. Abbas dahi Peygamber´den sonra en çok Hz. Ali´nin sözlerinden faydalandığını söylemiştir.
Şiilere göre Hz. Ali´nin ra evlâdları, babalarının fikir mirasını korumak vazifesini üzerlerine almışlardır. Onlar, bu büyük İmamın ilmini zayi olmaktan kurtarmışlardır. Hz. Ali´nin ra evlâdlarından öncekiler, sonrakilere O´nun ilmini rivayet etmek suretiyle aktarmışlar ve Hz. Ali Hanedanı onun ilminin merkezi olmuş ve onlar hem Hz. Ali´nin ra Peygamber´den sas rivayet ettiği şeylerin tamamını, hem de O´nun kendi görüş ve fetvalarının hepsini rivayet etmişlerdir. Eğer, sadece Hz. Ali´ye istinad edilirken ifrata düşmek mümkün değil midir diye sorulacak olursa onlar buna şöyle cevap verirler:
Dinî bakımdan kuvvetli olmayan bazı şiiler bu hususta ifrata düşebilirler. Fakat bizzat Ali (R.A.) hanedanına mensup olan ve İmam Cafer-i Sadık´a uyan kimseler, böyle bir ifrata düşmekten uzaktırlar. İnsanlara rehber olan bu İmamlar din ilminde, züht ve takvada ve îslâm mirasını korumak hususunda her türlü şaibeden beridirler.
Bu itibarla, onlara göre, Ehl-i Beyt´in elinde, Hz. Ali evlâdlarının nesilden nesile birbirine devrettiği bir Hadis mecmuası bulunması garip değildir. Ehl-i Beyt mensuplarının hepsi Medine´de ikamet ettikleri zaman bu Hadis mecmuasını bazen gizliyorlar, bazen de ortaya çıkarıyorlardı. bu şiîlerin inancına göre Ehl-i Beyt´in sahip olduğu İlim, Hz. Ali´nin ra ilmi olup; O, bunu onlara miras olarak bırakmıştır.
M.Ebu Zehra
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder