26 Mayıs 2014 Pazartesi

336.İSLÂMDA FIKHİ MEZHEPLER TARİHİ:7-Kur'an Etrafındaki İhtilâflar

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Önemli bilgiler aktarmaya devam ediyorum:

Mezhebler Arasındaki İhtilâf Ve Sebepleri
İslâm hukuk ekolleri, önce büyük şehirlerde kurulurken arala­rındaki ihtilâflar da kendisini iyice hissettirmeye başlamıştır. Irak­ta kendine göre metodu olan bir ekol, Hicaz´da ve Şam´da da ona paralel olarak başka ekoller teşekkül etmiştir. Şiiler de ayrı bir ekol meydana getirmişlerdir. Daha sonra her ekolü temsil eden bir şah­siyet ve onun etrafında bir talebe grubu doğmuştur. Ekolleri tem­sil eden bu şahsiyetler; rivayet, fıkhı dirayet, rivayet edilen şeyleri ortaya koyma ve bunlara göre fıkhın temellerini kurma, yeni olay­ları inceleyip onların hükümlerini açıklama hususlarında talebele­rine önderlik etmişlerdir. Kûfe´de kıyas üstadı Ebu Hanife, Medi­ne´de İmam Malik, Şam´da İmam Evzai, Mısır´da Leys b. Sa´d bu­lunmaktadır. Bundan sonra ikinci tabakayı teşkil eden İmam Şa­fii, Ahmed b. Hanbel ve Dâvûd ez-Zâhiri gibi şahsiyetler dikkati çekmektedir. Bunlardan sonra devam etmekte olan içtihadın yerini yavaş yavaş mezhep taraftarlığı almıştır. Dolayısiyle mutlak ictihad´da bulunan kalmamış; aksine, ictihad, mezheblerin sınırları içi­ne girmiştir. Bu merhaleden sonra müctehidlerin, mezhep İmamı­nın fikirlerine ve mezhebin prensiplerine sarılmak zorunda kaldı­ğını görüyoruz. Bununla beraber mezhepçe hakkında açık bir hü­küm (nass) bulunmayan hususlarda ictihadların yapıldığı görülmektedir. Gitgide mezhep İmamlarının görüşlerinin dışına çıkamıyan müctehidler, yeni hiç bir ictihad yapamamışlar ve İslâm Hukuku´ndaki ilmî faaliyetler, ne yazık ki, eskiye nisbetle büsbütün du­raklamıştır.

Fer´î fıkıh meselelerindeki ihtilâf, dinin kesin hükümlerinden ayrılmadıkça pek önemli bir şey teşkil etmez. Daha doğrusu, ihti­lâfın esası hakikati araştırmak olunca, insanlar için daha iyiyi ve doğruyu bulmak hususunda geniş bir kapı açılmış ve doğruyu ter­cih için akla salâhiyyet verilmiş olur. Çünkü hakikat nuru, fikirlerin çarpışması ve nokta-i nazarların bilinmesi ile açıkça parlayabilir.

Müctehid İmamların hepsi de, insanlar arasındaki ihtilâf sebep­lerini öğrenmek hususunda büyük gayretler sarf ediyorlardı. Ebu Hanife; «insanların en bilgini, onların ihtilâf sebeplerini en iyi bi­lendir» diyordu. Çünkü tartışma konusu olan bir meselede bilgin­lerin görüşlerini kavramak, araştırıcı için hakikati ortaya çıkar­mak demektir. Delillerin kuvvetli ve zayıflarını bilmek ve mese­leyi her yönüyle incelemek, araştırıcıyı hüküm verme, doğru ve yanlışı ayırdetme hususunda daha yetkili kılar.

İhtilâfın Mihveri
İslâm´ın kesin emirlerinde ve icma´ ile kabul edilen fıkıh konu­larında ihtilâf yoktur. Ancak bunların dışındaki fer´î meseleler (furû´)´de mezhebler arası farklılıklar mevcuttur. Dînin kesin hükümleri; beş vakit namaz, namaz kılarken Ka´beye dönmek gibi namazın farz ve rükünleri, oruç, zekât ve hacc, zekât olarak veri­len malların miktarları ve nihayet nikâhlanması haram veya helâl olanlar hakkındaki hükümler ve mirastaki hisse miktarları gibi Kur´an-ı Kerimle beyan edilen ve ihtilâf konusu olmayan meseleler­dir. Bunlar gibi hakkında icmâ´ hâsıl olan dinin hükümlerinden biri­ni inkâr eden kimse, İslâmiyetin dışına çıkmış olur.

Bunların dışında ihtilâf konusu olan şeyler ne olabilir ve ihti­lâf sebebi nedir? ihtilâf, akılla halledile­bilecek ve hakkında kat´î nass bulunmayan cüz´i meseleler çok çe­şitli olup bunlar hakkında değişik açılardan delil getirilebilir. Bu gibi konularda ictihad yapmak, müctehidi hatâya sürüklese bile se­vaptır. Çünkü Peygamber (S.A.) şöyle buyurmuştur: «Müctehid, içtihadında isabet ederse ona iki ecir, yanılırsa bir ecir vardır.» Pey­gamber (S.A), bu sözüyle müctehidin yanılabileceğini, bütün cehdini ve kudretini harcadıktan sonra yanılmışsa ayıplanmamasını bize öğretmektedir. Peygamber (S.A.), kendisi de ictihad yapardı. Fakat içtihadında yanılacak olursa O´na Allah doğruyu gösterirdi. Çünkü O´nun sözü şeriat olduğu için, hatâ üzerinde kalması imkânsızdır. 

Kitab (Kur an) Etrafındaki İhtilâflar

Asıl delil getirme (istidlal) işi Kitab´la olur ve bunda hiçbir kim­senin şüphesi yoktur. Çünkü Kitab (Kur´an), îslâm Şerîati´nin te­meli, Peygamber (S.A.)´in en büyük mucizesi ve Allah´ın kıyamete kadar baki olacak kanunudur. Onun içine aldığı hükümlerin İs­lâm Dini´nin esası olduğunda hiçbir ihtilâf yoktur. Kitab etra­fındaki ihtilâflar, sadece onun bazı kelimelerinin delâlet ettiği an­lamlar üzerinde meydana gelmiştir. Çünkü Kur an´ın bazı ifade ve kelimeleri çok vecizdir. Bu ifade ve kelimelerin anlamları ictihadlara yol açmaktadır. Meselâ, «Boşanmış kadınlar üç ayhali (kurû´l iddet beklerler»[
Bakara Sûresi, 228.] âyetindeki (kuru´) kelimesini birçok fakihler hayız (ayhali) ile tefsir etmişler, Şafii de iki ayhali arasındaki temizlik müddeti olarak yorumlamıştır. Aslında bu kelime lügat bakımından her iki anlama da gelmektedir. Peygamber (S.A.)´den de bu hususta bütün fakihlerin kabul edeceği bir tefsir rivayet edilmemiştir. Gerçi Peygamber (S.A.)´den, «Kuru´ günlerinde namazı terket» ve «Cariyenin iddeti iki hayızdır» şeklinde hadisler rivayet edilmiş ise de, İmam Şafiî bunları sahih olarak kabul etmemiştir. İşte Kur´an-ı Kerim´in kelimelerini tefsir hususunda buna benzer ihtilâflar mevcuttur.

Bazı ihtilâflar da ibare (ifade) lerin delâlet ettiği hükümler üzerinde meydana gelmiştir. Bu hükümleri belirten sünnet bulun­duğu halde anlaşmazlık ortadan kaldırılamamıştır. Meselâ, «Sün­net, Kur´an´ın umumî hükmünü tahsis edebilir mi » İşte burada fukahâ ihtilâfa düşmüş olup Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve birçokları, Kur´an-ı Kerim´i Sünnet açıklar; çünkü Sünnet, Kur´an´a dayanmakta ve onun mücmel hükümlerini genişleterek açıklamaktadır, de­mişlerdir. Nitekim Kur´an-ı Kerim´de de : «Biz sana da Kur´an´ı indirdik. Tâ ki insanlara, kendilerine indirileni açıkça anlatasın.»[
Nahl Sûresi, 44.] buyurulmaktadır. Kur´an´ın umumî olan her kelimesini, görünüşte ona muhalif gibi gözüken bir sünnet anlam bakımından hususileştirmiş (tahsis etmiş) tir.

Ebu Hanife ve bir kısım fakihlere göre Kur´an´ın umumi hü­kümleri olduğu gibi kalır. Eğer bir sünnet, cüz´i olarak bu hüküm­lere aykırı düşerse ve bu sünnet mütevâtir veya meşhur ise, o, Kur´an hükmünü tahsis eder (hususileştirir). Eğer bu sünnet mütevâtir de­ğilse, Kur´an´ın umumî hükmü olduğu gibi kalır. Çünkü bu Kur´an hükmü, kat´î olarak mütevâtirdir... Onu âhad hadislerle tahsis et­mek doğru olmaz. Kur´an´a muhalif olan böyle âhad hadisler Peygambere nispetinde sahih addedilemez. Fakihler bu hususta iki kıs­ma ayrılmaktadırlar:

1 Kur´an´ın zahiri hükümlerini Sünnet ile tahsis edenler:
Bunlara göre Sünnet, Kur´an-ı Kerim´i tefsir etmek, onun mânâ ve maksatlarını açıklamak bakımından Kur´an´a hâkimdir. Kur´an´ın anlaşılması ve hükümlerinin kavranması için Sünnet bir anahtar va­zifesi görür, dolayısiyle Kur an´ı anlamak isteyen müctehid, Sünnet­ten müstağni kalamaz.

2 Kur´an´ın zahirine muhalif olan âhad hadislerin sahih ol­madığını ileri sürenler:

Onlara göre Kur´an, Sünnetin sahih oluşu­nu veya reddedilmesini gösterme bakımından Sünnete hâkimdir.

İşte cüz´i meseleler hakkında Kur´an-ı Kerim´le istidlal hususun­da fakihler böyle ihtilâfa düşmektedirler. İşi biraz daha geniş ola­rak ele alırsak, Şiîler´den İmamiyye Fırkası´nın, Kur´an-ı Kerim´i an­lamada müctehidlerin re´ylerinin derecesi üzerinde Sünnîler´le ihti­lâfa düştüklerini görürüz. 


Ehl-i Sünnete göre Kur´an-ı Kerim Sün­netle tefsir edilir. Sünnet bulunmazsa, edebiyatıyla Arap dilini, Şe­riat ve onun genel amaçlarını iyice bilen kimseler, Kur´an-ı Kerim´in tefsirinde ictihad yapabilir.

 îmamiyye fırkasına göre, Oniki İmam, Kur´an-ı Kerim´in anahtarlarını teşkil ederler. İnsanlar, Kur´an-ı Ke­rim´in mânâ kapılarından ancak bu anahtarlar vasıtasiyle girebilir­ler. El-Kâfi, Cafer-i Sadık´tan şöyle rivayet etmektedir: «İki kişi ara­sında tartışma konusu olan her şeyin aslı Allah´ın Kitabında mev­cuttur, ancak insanların akılları ona ulaşamamaktadır»(Müsnedfil-İmam Cafer, c. I, s. 15; )

İmamiyye fırkasına göre insanların akılları, Kitaptaki her hük­mün aslını kavrayamaz ve onu ancak Oniki İmamın aklı kavrar; insanlara öğretir. Dolayısıyla onlar, Kur´an´ın anahtarları olup on­ların İlimleri Allah tarafından verildiği için her dedikleri bir ilham mahsûlüdür. Hattâ onlar hatâdan masum olup Cebrail dahi onla­rın üstünde değildir.


M.Ebu Zehra


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: