“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim
İmam Rabbanî k.s. Hazretleri ebedi kurtuluş için dünyadayken üç şeyin elde edilmesi şart diyor. Bunlar ilim, amel ve ihlâs.
İlimden kasıt, kişinin kendisine lazım olacak kadar dinini öğrenmesidir. Bu, her mükellef (büluğ çağına ermiş, aklı başında) müslüman üzerine farzdır. Çünkü bilgisiz itaat olmaz.
Öncelikle müslüman, iman esaslarını (Akaid) Ehl-i Sünnet alimlerin bildirdiği gibi öğrenip, varsa inanç hususundaki şüphelerini gidermelidir. İmam Gazalî k.s. Hazretleri, bir insanın kalbine doğacak şüpheleri giderecek kadar ilim öğrenmesinin de farz olduğunu söyler.
Öyledir. Çünkü inanç noktasında bozuk görüş ve şüphe taşıyan kişi tehlikede demektir. O nedenle Ehl-i Sünnet alimlerin inanç esaslarıyla ilgili eserlerini okuyup, ârif zatların sohbetlerinden istifade etmelidir. Ki böylece yanlış bilgilerden ve şüphelerden kurtulmak mümkün olsun.
Kur’an-ı Kerim’de: “Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun.” (Nahl, 43) buyurulur.
İman esasları meselesini hallettikten sonra dini nasıl yaşayacağımız meselesi, yani Fıkıh gelir. Bu ilim, İslâm dininin ibadet, insanlar arası her türlü iş ve işlemler (muamelât) ve ceza hukukuna ait hükümlerini kapsar. Neyin helal neyin haram olduğunu fıkıh sayesinde öğrenir, alışveriş ve ticarette, evlenmede boşanmada islâmî ölçüleri onun sayesinde biliriz. Her müslümanın bu ilimden kendisine lazım olacak kadarını öğrenmesi farzdır.
İlim, gereği gibi elde edilmediği taktirde uhrevi kurtuluşun teminatlarından biri eksik demektir. Bu yüzden Allah Rasulü s.a.v., ilimden bir mesele öğrenmeyi, bütün varlığı ile dünyadan hayırlı görmüştür.
Diyelim ilmi elde ettik. Yani akaidimizi düzelttik, lüzumu kadar fıkıh bilgisi öğrendik. Tasavvufî bilgi de edindik. Yeterli mi? Elbette değil! Çünkü sırada “amel” var. Yani öğrendiklerimizi hayata geçirmek, uygulamak.
İlmin lazım olacağı yer işte tam burasıdır. Çünkü ahirette tek geçerli akçe iyi işlerdir (salih amel). Kul öbür alemde onunla üstünlük bulur. Nitekim Hz. Ömer r.a. demiştir ki: “Dünyanın izzeti mal ile, ahiretin izzeti de salih ameller iledir.”
Ayrıca Kur’an-ı Kerim, Rabbine kavuşmayı uman kimsenin salih amel işlemesini ve ibadetlerinde hiç kimseyi Rabbine ortak koşmamasını öğütlemekte (Kehf, 110); O’na, mümin olarak salih ameller işlemiş olduğu halde ulaşanlara en yüksek dereceler ile içinde temelli kalacakları, Adn cennetlerini müjdelemektedir. (Tâhâ, 75-76)
Şu halde asıl olan bilmek değil, bildiğini uygulamaktır. Bu, işin en mühim kısmıdır. Öğrenilen bilgiyi taviz vermeksizin yapmaya, yapılanı da devam ettirmeye çalışmak önemli bir iştir. Kişi bildiğiyle amel ettiği sürece Allah Tealâ ona bilmediklerini öğretir. Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki:
“Bildiği ile amel eden kimseye Yüce Allah bilmediğini öğretir ve amelinde onu muvaffak kılar da cenneti hak eder. Buna karşılık bildiği ile amel etmeyen kimse hem bildiğinde şaşar hem de amelinde muvaffak olmaz ve böylece cehennemi hak etmiş olur.”
Yalnız Allah rızası için yapmak
Ebedi kurtuluşumuzu temin edecek olan üç altın kuralın en önemli ayağı ise ihlâstır.
İhlâs, ibadet ve davranışları gösteriş (riya) ve her türlü ikiyüzlülükten (nifak) uzak olarak sadece Allah için yapmaktır.
Allah’a ortak koşmanın (şirk) büyük ve küçük diye iki kısma ayrıldığına dikkat çeken alimlerimiz, riya ile nifakı küçük şirk alt başlığı altında zikreder.
Ameline riya ve nifak karıştıran kimse için bir hadis-i kudsîde şöyle buyruluyor:
“Ben, ortağı olmaktan uzak olanların en uzağıyım. Kim benim için amel eder ve başkasını da bu amele katarsa/ortak ederse hissemi o ortağıma devrederim.”
Ayrıca Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in buyurduğu üzere, “Amelinde şirk edene, ‘Kim için amel ettinse mükafatını ondan al!’ denir.”
Bunlar gösteriyor ki ameli amel yapan ondaki ihlâstır. İhlâs niyette bulunur. Niyetin yeri ise kalptir. Kulun ameli niyetinin içtenlik ve samimiyeti nisbetinde değer kazanır. Aynı namazı yan yana kılmakta olan iki kişiden birini diğerine üstün kılan, niyetlerindeki samimiyettir. Sevgili Peygamberimizin “Ameller niyetlere göredir.” sözü buna işaret eder.
Niyetin kendisi de bir tür amel sayılır. O ancak Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğu gözetildiğinde ihlâsa kapı açar. İhlâsla yapılan az bir amel, ihlâsı tam olmayan amelden kat kat üstündür. İhlâs kıymetsiz görünen bir ameli dahi çok kıymetli hale getirir.
İhlâsı elde etmek, riyadan korunabilmek zor diyerek ibadet ve amelleri terk etmek doğru değildir. Bu şeytanın bir oyunudur. İmam Gazalî k.s. böyle birini, efendisi tarafından temizlesin diye verilen buğdayı “Nasıl olsa tertemiz yapamayacağım, iyisi mi bu iş kalsın.” diye düşünen hizmetçinin haline benzetmiştir. Oysa bir şeyin tamamı elde edilemiyor diye hepsi terk edilmez.
İhlâs nasıl elde edilir?
İmam Rabbanî k.s. Hazretleri buyuruyor ki: “İlim ve amele nisbetle ruh mesabesinde olan ihlâsı elde etmenin yolu, tasavvufu öğrenmekten geçiyor. Çünkü bu yolun amacı nefsin kötü huylarını iyiye çevirmektir. Nitekim İmam Gazalî k.s. Hazretleri de tasavvufu, nefse karşı mücadeleyi öne almak, kötü huyları atmak, diğer her şeyle kalbî ilişkiyi keserek olanca gayretle Allah’a yönelmek olarak tanımlar.
Dinimiz İslam
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder