Bismillahirrahmanirrahim
Şimdiye kadar anlattıklarımız Ehl-i Sünnet fıkhına dair idi. İslâm tarihinde buna Ehli-i Sünnet ve´l-Cemaat fıkhı adı verilir. Diğer birçok fırkaların da kendilerine göre fıkıhları, fıkıh kitapları, fetva ve hükümleri vardır. Bu fırkalardan kısaca bahsetmek mecburiyetindeyiz. Burada, yalnız fıkhı olan fırkalardan değil, esası ister akideye, isterse hilâfet meselesine dayansın, kısaca bütün fırkalardan bahsedeceğiz. Çünkü bunların hepsi birbiri ile alâkalıdır. Yani bunlar, ağacın kökü ve dalı gibi birbirine bağlıdır.
Bu fırkaları iki kısma ayırabiliriz :
1 Siyasi fırkalar,
2 İtikadî fırkalar.
Gerçi siyasî fırkalarla itikadı fırkalar arasında bir ilgi vardır. Çünkü siyasî olarak ortaya çıkan her fırkanın kendine göre bir de akidesi ve itikadi görüşü vardır.
Siyasî Fırkalar
Siyasî fırkalar şu üç başlık altında gösterilebilir:.
1 Şiîler,
2 Haricîler,
3 Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat.
İslâm´ın siyasî görüşlerinde asıl olan Ehl-i Sünnet ve´l-Cemaat mezhepleridir. Bunların dışındaki bütün mezhepler,. îslâm âleminde hiçbir zaman çoğunluğu teşkil etmemiştir.
Şiîler: Bunlar en eski İslâm fırkası sayılır. Çünkü onlar, Hz. Osman zamanında ortaya çıkmış olup Hz. Ali devrinde kuvvetlenmişlerdir. Hattâ Şiîler, Peygamber (S.A.) vefat eder etmez bir fırka olarak ortaya çıktıklarını iddia etmektedirler. Bu iddiaya göre sahabîlerden bazıları Hz. Ali´nin ra propagandasını yapıyor ve halifeliğin Hz. Ebu Bekr´in ra değil, Hz. Ali´nin ra hakkı olduğunu ileri sürüyorlardı. Hakikat odur ki şiîlik, Hz. Osman zamanında bir realite olarak ortaya çıkmış ve İslâm devletlerinin teşekkül ve seyrinde büyük etkilerde bulunmuştur.
Genel olarak Şiîler, Hz. Ali´nin ra halifeliğe diğer müslümanlardan daha lâyık oluşuna ve onun Peygamber tarafından halife olarak tâyin edilişine kani idiler. Ayrıca onlar, İmametin, ümmetin görüşüne terkedîlebilecek âmme menfaatlarından sayılamayacağına; aksine, İmametin, dînin en esaslı prensiplerinden biri olduğuna, Peygamber´in sa bu konuyu ihmal ve ümmete havale etmesinin asla caiz olmadığına; bilâkis, Peygamber´in sa bir İmam tâyin etmek mecburiyetinde olduğuna inanırlar.
Şîa adını taşıyan çeşitli fırkalar vardır. Bunların bazıları Hz. Ali´yi ra takdis ederek İslâmiyetten dışarı çıkmışlardır. Bu türlü sapık şiî fırkalara, yahudi dönmesi Abdullah İbni Sebe taraftarı olan ve Hz. Ali´yi ra tanrılaştıran «Sebeiyye» fırkası ile Ali (R.A.)´yi Peygamber sayan «Gurabiyye» fırkasını misal olarak gösterebiliriz. Gurabîlere göre, Cebrail, vahyi getirirken şaşırmış, onu Hz. Ali´ye ra getireceği yerde, Muhammed (S.A.)´e getirmiştir. Bunlara göre, Hz. Muhammed sas ile Hz. Ali ra aynı tipte olan iki karga gibi birbirine benzediklerinden dolayı Cebrail as şaşırmıştır. Dolayısiyle bu fırkaya «Kargacılar» anlamında «Gurabiyye» adı verilmiştir.
Bu iki fırka, Hz. Ali ra zamanında ortaya çıkmış olup Hz. Ali ra bunların kâfir olduklarını söylemiştir. Çünkü birincisi Allah´a cc şirk koşmuş, ikincisi ise Peygamberlik makamına dil uzatmıştır.
Bu iki fırkadan başka Ehl-i Beyt taraftarı olduklarını söyleyen ve sapıklıkta küfre kadar giden fırkalar da vardır. Bunların doğuşu, Hz. Hüseyin´in ra Kerbelâ´da şehid edilmesinden sonra ve hicrî birinci asrın sonları ile ikinci asrın başlarına rastlamaktadır. Bunların en dikkati çekenleri şu fırkalardır:
1 Beyaniyye: Bu fırka,mensupları, Temim kabilesinden Beyan Ibni Sem´an denilen bir adama tabidirler. Bu adam, Hz. Ali´nin ra Fatıma (R.A.)´dan sonraki hanımından doğan oğlu Muhammed b. Hanifiyye´nin ölümünden sonra kendisinin İmam olduğunu iddia etmiştir. O, daha ileri giderek, Hz. Ali´nin ra de tanrı olduğunu söylemiş ve yer tanrısı ile gök tanrısı ayrı ayrıdır, demiştir.
2 Mugiriyye: Bu fırkayı kuran kimse Mugire b. Saîd adında biridir. Bu adam, Ali Zeynelabidin b. Hüseyin'in oğlu Muhammed Bakır´a bağlı olduğunu iddia etmiş ise de, O, bunu reddetmiştir. Bu da, Hz. Ali´nin ra tanrı olduğunu ve İmamların Hz. Hüseyin ra neslinden geleceğini iddia etmiştir.
3 Hattâbiyye: Bu fıkranın başı Ebu´l-Hattab Muhammed b. Ebi Zeynep el-Esedî adında biridir. Bu şahıs, îmam Cafer-i Sadık devrinde yaşamış olup onun propagandasını yapmakta idi. Bu da, saptırarak kendisinin peygamber, Cafer-i Sadık´ın da tanrı olduğunu iddia etmek suretiyle küfre batmış ve nihayet bütün haram olan şeylerin yapılmasına izin vermiştir. Buna mensup olanlar, farzları yerine getirmenin ağırlığından kendisine şikâyette bulunarak, kolaylık göstermesini istemişler; O da, onları terketmelerini emretmiş. Bunun üzerine onlar bütün farzları terketmişler ve bütün haramları helâl saymışlardır. Hattâ O, onların birbirleri için yalancı şahitlik yapmalarına da müsaade etmiş ve İmamı tanıyan insana haram olan her şey helâl olur, demiştir.
İşte burada, dînî bağları kırarak İslâmiyetten dışarı çıkan ve hattâ İslâmiyeti ters çeviren, fırkalara işaret etmiş olduk. Çok gariptir ki bu fırkaların doğuşu, Zeydiyye ve îmamiyye mezheplerinin doğuşu ile aynı çağdadır. Bu iki şiî mezhebi, genel olarak islâmiyetten çıkmamışlar ve sadece küfrü icabettirmiyecek bazı tuhaflıklar ortaya koymuşlardır. Caferi mezhebinden bahsederken zikredeceğimiz gibi, Cefr´e inanmak, Hattabiyye mezhebinde başlamış ve îmamiyye mezhebinde gelişme imkânı bulmuştur.
İslâm dairesinden dışarı çıkmayan şiî fırkalar içinde Ehl-i Sünnete yakın olanlar vardır. Meselâ; İmam Zeyd b. Ali Zeynelâbidin b. Hüseyin´e mensup olan Zeydiyye mezhebi bunlardandır. Bu mezhebe göre hilâfet, Hz. Ali´nin ra Fatıma (R.A.)´dan olan evlâtlarına verilmelidir. Bunlar ister Hasan ra , ister Hüseyin ra neslinden olsunlar. Aslında hilâfetin Ali evlâtlarına verilmesi de şart değildir, fakat hilâfetin onlara verilmesi daha iyidir. Adaletle hilâfeti yürüten başka bir halifeye de itaat vacip olur. Dolayısiyle Ebu Bekr ve Ömer (R.A.)´in hilâfeti meşrudur. Hz. Ali ra, Peygamber (S.A.V.) tarafından İmam (halife) olarak tâyin edilmemiştir. Sadece İmamda bulunması gereken sıfatlar itibariyle´ tavsiye edilmiştir. Dolayısiyle Hz. Ali ra soyundan gelen İmamlar ismen değil, sıfatlarıyla bilinirler. İmamın, kendisi için bir dâvetçi (dâi) tâyin etmesi gerekir. Hilâfet bir mülk gibi miras olarak kalmaz. Fakat seçim ve biat suretiyle olur.
İslâm tarihinde ortaya çıkan üç şiî fırkası daha vardır. Bunlardan ikisinin mensupları îslâm memleketlerinde hâlâ mevcuttur. Bu fırkalar şunlardır:
1 Keysaniyye: Bunlar Muhtar b. Ubeyd es-Sakafî´ye tâbi olanlardır. Onlar, önceleri harici idiler. Sonra Ali taraftarı olarak, Hz. Hüseyin´in ra ölümünden sonra ortaya çıkıp Muhammed b. Hanefiyye´nin propagandasını yapmışlardır. Bunların esas görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:
a) Peygamber (S.A.V.), kendinden sonra İmametin Hz. Ali´ye ra, ondan sonra oğlu Hasan´a ra, ondan sonra Hüseyin´e ra, daha sonra da Muhammed b. Hanefiyye´ye ait olacağını söylemiştir.
b) İmam Muhammed b. Hanefiyye geri dönecektir. O diri olup Mehdiy-i Muntazar (Beklenilen Mehdi)´dir.
c) Bedâ, gerçektir. «Bedâ» demek, Allah´ın cc iradesinin ilmi ile birlikte değişmesidir. Bu hususta Şehristânî «el-Milel ve´n-Nihaî» adlı eserinde şöyle söyler: «Muhtar es Sakafî bedâ fikrini ortaya atmıştır. Çünkü O, gelecek olayları ya vahiy ile veya İmam tarafından gönderilen bir mesajla bildiğini iddia ederdi. O, adamlarına gelecekte bir şeyin olacağını haber verir ve olay dediği gibi çıkarsa bunu dâvasına bir delil sayardı. Eğer dediği gibi çıkmazsa Rabbınıza bedâ geldi, yani O fikrini değiştirdi, derdi.
2 İsnâ-Aşeriyye (Oniki İmam kabul edenler) : Bunlara imâmiyye» fırkası da denilir. Onlar, İmametin, yalnız Hz. Fatıma´nın ra oğlu Hüseyin ra soyundan gelenlere münhasır olduğunu ileri sürerler. Onlara göre İmamet, sadece oniki kişiye münhasırdır. Bu İmamlara vasî da denilir. Çünkü bunların her biri kendinden sonra gelecek İmamı tavsiye ederek tâyin etmiştir. Esasen bunların onikisi de Peygamber (S.A.) tarafından bildirilmiştir.
Bu oniki İmam şunlardır:
1 Ali b. Ebî Tâlib
2 Hasan b. Ali
3 Hüseyin b. Ali
4 Ali Zeynelâbidin b. Hüseyin
5 Muhammed Bakır
6 Cafer-i Sadık b. Muhammed Bakır
7 Musa Kâzım b. Cafer
8 Ali Rıza
9 Muhammed Cevad
10 Alı el-Hâdî
11 Hasan el-Askeri
12 Muhammed b. Hasan el-Askerî
Bu mezhebin mensuplarına göre onikinci İmam Samarra´daki babasının evinde ve annesinin gözü önünde serdab (mahzen) a girmiş ve bir daha dönmemiştir. Hâlâ dönmesi beklenmektedir. Yâni onun mehdiy-i muntazar olduğuna inanılmaktadır. Îsna-Aşeriyye fırkarsına mensup olanların sayıları İran ve Irak´ta kabarıktır. Hindistan, Pakistan ve Kuzey Afrika´da bu mezhebe bağlı olanlar vardır. İsnâ-Aşeriyye mezhebinin fıkıh İmamı Cafer-i Sadık´tir.
3 İsmâiliyye: Bu fırka, İmamiyye fırkasının bir koludur. Bunlar, Cafer-i Sadık´ın oğlu İsmail´i İmam olarak tanımışlardır. Cafer-i Sadık´a kadar İsna-Aşeriyye fırkasıyla müşterek iken Cafer-i Sadık´ın ölümünden sonra ayrı bir fırka teşkil etmişlerdir. Onlara göre Cafer-i Sadık´tan sonra gelen İmam, onun oğlu İsmail´dir. Çünkü Cafer-i Sadık, ismail´in İmam olduğunu bildirmiştir. Fakat İsmail babasından önce ölmüş ve İmamet İsmail´in oğlu Muhammed Mektûm´e intikal etmiştir. Muhammed Mektûm gizli İmamların başıdır. Ondan sonraki İmam, bunun oğlu Cafer-i Musaddak´tır. Ondan sonra İmamet, Cafer-i Musaddak´ın oğlu Muhammed Habib´e intikal etmektedir. Bu da gizli İmamların sonuncusudur. Bundan sonraki İmam, Muhammed Habib´in oğlu Abdullah el-Mehdî´dir. Bu İmam Kuzey Afrika´yı ele geçirmiş ve kendinden sonra da oğulları Mısır´ı zaptetmişlerdir. Bunlara İslâm Tarihinde «Fatimîler» denilir.
Bu fırkaya «Bâtmiyye» fırkası da denilir ve birçok kollara ayrılmıştır. Bunların bazıları İslâmiyetten dışarı çıkmıştır. Meselâ, Hâkimiyye fırkası, Tanrının, İmama hulul ettiğine inanır ve bu sapık fırkanın kalıntılarına Kuzey Afrika, Pakistan ve Hindistan´da hâlâ rastlanmaktadır.
Hariciler
Kısaca işaret ettiğimiz şii fırkaların yanında haricî denilen fırkalar da vardır. Ve bunlar da birçok bölüklere ayrılmışlardır. Bunlar, Hz. Ali ile Muaviye (r.anhuma) arasında yapılan Sıffîn Savaşı´ndan sonra Hz. Ali´nin ra meseleyi hakem vasıtasıyla halletme fikrini kabul etmesi üzerine Hz. Ali´nin ra ordusundan ayrılanlardır. Halbuki önce Hz. Ali´yi ra hakem işini kabul etmeye onlar zorlamışlar, fakat Hz. Ali ra bu fikri kabul edip uyguladıktan sonra işin içine hile karıştığı anlaşılınca Hz. Ali´nin ra üzerine yürümüşlerdir, hattâ onun yanıldığını ve küfre gittiğini iddia etmişlerdir. Hakem olayını benimseyen herkesi küfürle itham etmişlerdir. Şu kadar ki, bu işe razı olmalarından ötürü kendilerinin tevbe ederek temizlendiklerini, diğerlerinin de bunlara "Uyarak tevbe etmesi gerektiğini söylemişlerdir. Hz. Ali´nin ra bunları yatıştırmak için yaptığı her konuşmada onun yüzüne karşı, «hüküm ancak Allah'ındır» diye bağırmışlardır.
Bunlar, daha sonra Hz. Ali´ye ra karşı ayaklanmışlar ve onunla savaşmışlardır. Hz. Ali devrinde ve O´ndan sonraki devirlerde müslümanların büyük çoğunluğunu kâfir saymışlardır. Emevîler devrinde Haricîler çok kuvvetlenmişler, birçok Emevî valilerini öldürmüşler ve devlete karşı ard arda isyanlarda bulunmuşlardır.
Hâriciler´in görüşlerini genel olarak şöyle özetleyebiliriz:
Hiçbir aile veya kabile hilâfet hususunda diğerinden üstün değildir. Halifeyi müslümanlar tam bir hürriyet içerisinde seçerler. Halife adaletten ayrılırsa onu azletmek, hattâ öldürmek vacip olur. İsterse onun ilk olarak seçilişi ve icraatı adaletli olsun. Bu itibarla herhangi bir itham sebebiyle halifeyi azledilme veya öldürülmeden koruyacak adamları bulunmalıdır. Haricîler, büyük günâh işleyenleri kâfir saymışlar, kendilerine muhalefet eden herkesi büyük günâh işlemekle suçlamışlar ve bunun bir neticesi olarak da onları bu yüzden ve zalim sultana karşı susmalarından dolayı kâfir saymışlardır.
Hariciler, aşırılık ve itidal bakımından çeşitli fırkalara ayrılmışlardır. En aşırı haricî fırkası «Ezrakîler» dir. Bunlar, Beni Hanife kabilesinden Nafi´ b. Ezrak´a tâbi olanlardır. Onlara göre, ellerinde hiçbir imkân olmayan çocuk, kadın ve ihtiyar kimseler bile olsa, kendilerine muhalefet edenlerin kanlarını akıtmak mubahtır.
Aşırılık bakımından Ezrakîler´den sonra gelen fırka, Ziyad b. el-Asfar´a tâbi olan «Sufriyye» fırkasıdır. Bunlardan sonra «Nece-dafc» denilen ve Necdet b. Âmir´e tâbi olanların teşkil ettiği fırka gelir.
Ehl-i Sünnet´e yakın olan harici fırkası, «İbâzıye» fırkasıdır. îbazîler, bir tabii olan Abdullah b. İbaz´ın peşinden gidenlerdir. Bunlara göre, kendilerine muhalefet edenler, inanç bakımından kâfir olmamakla beraber, nimeti inkâr bakımından kâfirdirler. Bu fırkaya muhalefet edenlerin kânlarını akıtmak haramdır ve onların şahitlikleri muteberdir.
Bu fırkaya mensup olanların kalıntılarına, Zengibar ve Büyük Sahra´nın bazı vahalarında bugün dahi rastlanmaktadır.
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder