27 Mayıs 2013 Pazartesi

58.RABBİMİZİN cc 1.NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim


İmanın üçüncü şartı, kitaplara imandır. Amentü’deki, (Ve kütübihi)ifadesi, Allahü teâlânın kitaplarına inanmayı, iman etmeyi bildirmektedir. Allahü teâlânın gönderdiği kitaplar çoktur. Din kitaplarımızda bildirilen ise, 104 kitaptır. Bunlardan 100’ü küçük kitaptır. Bu küçük kitaplara suhuf denir.

100 suhuf kitap şu Peygamberlere inmiştir:
10 suhufu, Âdem aleyhisselama,
50 suhufu, Şit aleyhisselama,
30 suhufu, İdris aleyhisselama,
10 suhufu, İbrahim aleyhisselama.

Dört büyük kitap ise şu Peygamberlere inmiştir:
Tevrat, Musa aleyhisselama,
Zebur, Davud aleyhisselama,
İncil, İsa aleyhisselama,
Kur'an-ı kerim, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselama.

Allah'ımızın cc bize bu 104 kitapta geçen ve Peygamberimize sav bildirdiği nasihatları aktarmaya başlayacağım inşallah.

KUDSİ hadis, mânası yüce Allah'a, ifadesi Hz. Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) ait olan mübarek sözlerdir. Kur'an'dan ve Peygamberimiz'e ait hadislerden ayrıdır. Peygamberimiz onları Kur'an vahyinden ayrı olarak Allah'tan alıp"; "Yüce Allah buyurdu ki" şeklinde, onun yüce Allah'a ait olduğunu belirten ifadelerle nakletmiştir.

Rabbim hepimize bu kudsi nasihatlerin kendilerine fayda vereceği şuurlu müminler olmayı nasip eylesin.AMİN.

Allâh-u Te'âlâ buyuruyor ki:

"Ey Âdemoğlu! Ölüme yakînen inanana şaşarım, nasıl sevinçli olabiliyor?
Hesaba kesinkes inanana şaşarım, nasıl mal toplayabiliyor?
Kabre şüphesiz olarak inanana şaşarım, nasıl gülebiliyor?
Ahirete îkam olana şaşarım, nasıl istirahat edebiliyor?
Dünyânın zevaline inananın hâline şaşarım, o nasıl onunla tatmin olabiliyor?
Diliyle âlim, kalbiyle câhil olana şaşarım. Kalbi temiz olmadığı halde, suyla temizlenmeye çalışana şaşarım.
Kendi ayıplarından gaflet edip, insanların ayıplarıyla uğraşana yahut Allâh-u Teâlâ'nın kendisini gördüğünü bilip de hâlâ O'na isyan edene ya da tek başına öleceğini, tek başına kabre gireceğini ve tek başına hesaba çekileceğini bilenin hâlâ nasıl insanlarla ünsiyet kurabildiğine şaşarım.

Benden başka hakîkî hiçbir ilâh yoktur, şüphesiz ki Muhammed Benim kulum ve Ra-sülümdür. (Gazali Mecmu 'atü'r-rasâil, 7/87)


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Mayıs 2013 Pazar

57. YA SORMAZLARSA!!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

En iyi okullarda da okusak iyi bir eğitim almış dahi olsak eğer Allah’ın ilmini bilmiyorsak cahillerin en cahiliyiz.Tıpkı benim gibi. Şimdi ise Allah’ın ilminden öğrendiğim her şeyi yapmak ,bilmeyenlere anlatmak ,duymak istemeyenlere ne olur siz de okuyun ;Rabbimizin cc söylediklerini siz de dinleyin diye yalvarmak,bilipte önemsemeyenlere,hayatlarına sokmayanlara,unutanlara ,ne olur O’nu çok sevin ama çok sevin  diye haykırmak istiyorum.

Sadece dünyevi işlerle meşgulken ne kadar gereksiz şeylere üzüldüğümü, insan merkezli yaşadığımı,bütün hal ve tavırlarımı onlara göre ayarladığımı,hiç Rabbim cc ne der diye düşünmeden yaşadığımı farkettim.

O’na yönelmek için illa bir müsibet yaşamayı beklemesek...,Yaşadığımız her güzelliğin O’ndan ,her sıkıntının da bizim günahlarımız nedeniyle ya da derecemizin yükselmesi için yaşadığımızı hatırlasak... ve hep O’na yönelsek...,O’nu hep hatırlasak..., hiç aklımızdan çıkarmasak...,hep O’nunla olsak...,konuşsak ..Her baktığımız canlı cansız varlığın O’nu zikrettiğini bilerek bizim O’nu zikretmeden geçirdiğimiz her anı telafi etmek için çırpınsak ...bizi çok sevsin diye yollar arasak...arasak...


Ve beni derinden etkileyen o ayet...

"Kullarım Beni senden soracak olurlarsa(Ya sormazlarsa! Burası kalbimi çok acıtıyor), bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler."(Bakara, 2/186)

Bu ayetin tefsiri:

Bakara 186. Oruç İbadeti anlatılırken Allah-kul ilişkisini çok canlı ve sıcak bir üslûp­la ele alan bu âyete yer verilmesinin  birden fazla sebebi vardır:

a) Bir önceki âyetin sonlarında Allah’ın eşsiz ve benzersiz büyüklüğü, ululuğu hatırlatı­lıp kulların da bunu dile getirmeleri istenmiştir. Tekbir akla şu soruyu getirmekte­dir: Bu kadar büyük bu kadar yüce bir varlıkla küçük, âciz, başı ve sonu belli, fâ­ni, varlığına kendisi hâkim bulunmayan zavallı bir insanın nasıl bir ilişkisi olabi­lir? Onun kulluğu, şükrü ve duası bu büyüklüğe nasıl ulaşır? Âyet, o keyfıyetsiz ve akıl almaz büyüklüğün sahibi bulunan Rabbin kullarına yakın olduğunu, her an ve her yerde hazır ve nazır bulunduğunu, fizik ve matematik ötesi büyüklüğün me­safe olarak uzaklığı gerektirmediğini ifade ederek kullara, şuurlu ve canlı bir iba­detin yollarını açmaktadır. Bu yakınlık başka âyetlerde “Biz ona (ölüm halindeki insana) sizden daha yakınız”  “Biz ona (insan) şah damarından da­ha yakınız” “Allah kişi ile kalbinin arasına girer”şekil­lerinde de ifade edilmiştir,

b) Kulun Allah’a yakınlığını şuur halinde yaşaması ve hissetmesine mani olan şeyler arasında yeme, içme, gibi beden zevk­leri de vardır. İnsanlar bu zevklerle haşır-neşir oldukları sürece fizik ötesi âlemle­re ve varlıklara açılan pencerelerinin farkında olamazlar ve buradan başka âlemle­ri seyredemez, onları düşünemez, onlarla İçli-dışlı olamaz ve bütün bunların insa­na vereceği emsalsiz zevki yaşayamaz, İlhamı alamazlar. Belli bir süre bedenî zevklere açılan pencereleri kapatan oruç, diğerlerinin açılması için insana önemli bir fırsat sunmaktadır. Kul bu fırsattan hakkıyla yararlandığı takdirde Allah’ın ya­kınlığını ve beraberliğini (huzuru), yiyip içtiği günlerdekinden daha şuurlu ve can­lı yaşama imkânını bulacaktır. Âyet oruçluya bunu hatırlatmakta, onu bu fırsatı de­ğerlendirmeye çağırmaktadır.

Hem insanlarla ve dünya ile hem de Allah ile ilişkide doğru yolu bulmak, doğru hareket edebilmek için (rüşd için) bağlantıları doğru kurmaya ihtiyaç vardır. Kâmil insanlığın şartı Allah’ı tanımak, O’nunla ibadet yoluyla ve ibadet şuuruyla ilişki kurmaktır. Âyet bunu “Allah’ın çağrısına katılmak, davetini kabul etmek” şeklinde ifade ediyor. İbadetin bir şekli ve çeşidi de duadır. Kulun Rabbi ile en ya­kın ve sıcak ilişkisi namazda secde halinde ve içten gelerek yapılan dua ve niyaz halinde kurulan ilişkidir. Allah’ın çağrısına kulak veren, O’nun dinine giren bir kimse bundan üç önemli kazanç elde etmektedir:

1. O’nun yakınlığını bilmek ve yaşamak.

2. Doğru düşünme, doğru yerde ve konumda olma imkânını elde etmek.

3. O’ndan İstediğini almak (duasının kabul edilmesi). Şu iki hadis, her dua edenin nasıl mutlaka sonuç aldığını anlamamıza yardımcı olmaktadır: “Acele etmedikçe her birinizin duası kabul edilir. Bu sebeple (acelecilik yüzünden) insan, dua ettim de kabul olunmadı der”; “Hiçbir dua eden yoktur ki, şu üç sonuç arasında olma­sın: “Ya istediği hemen verilir ya lehine ertelenip saklanır yahut da dua bir güna­hına kefaret olur”

Kader inancına göre olacak ve olmayacak her şey bellidir, kulun istedikleri de kaderinde yoksa kendisine verilmeyecektir. Şu halde duanın faydası nedir?

Allah Teâlâ madde âleminde olup bitenleri kanunlara ve sebeplere bağlamış­tır. İnsanı bir ana ve babadan (onları aracı kılarak) yaratmaktadır, yağmuru bulut aracılığı ile vermektedir, ölümü bir sebebe bağlı olarak gerçekleştirmektedir. Duy­maya kulağı ve beyni, görmeye gözü ve beyni vasıta kılmıştır. Sebepleri ve vası­taları ortadan kaldırarak Allah’tan istemek “ana-baba olmadan doğmayı, göz ol­madan görmeyi” istemek gibidir. Allah’ı unutup yalnızca sebeplere ve aracılara yönelmek ise insansız kulağa, göze yönelmek, işitmeyi ve görmeyi böyle sağlama­ya çalışmak gibidir. İslâm’ın gösterdiği yol hem sebepleri ve aracıları kullanmak, ihmal etmemek hem de sebep ve sonuç elinde olan, bunlara hâkim bulunan Al­lah’a yönelmektir.

Allah’ın vermesi ve vermemesi kadere bağlı olduğu gibi dua da kadere bağ­lıdır. Kul ister Allah verir. İstemek kadere aykırı değildir, kader çerçevesi içinde­dir. Biz kullar kaderimizi “şöyle şöyle olsun” şeklinde değil, “şöyle şöyle olacak” şeklinde anlamalıyız. Kul âdabına uygun şekilde dua ederse Allah da kabul ede­cektir. 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Mayıs 2013 Salı

Meleklerle iletişime geçmek, onlardan yardım istemek mümkün müdür?


SORU:

Geçenlerde elime meleklerle ilgili bir kitap geçti. Orada bir hususta meleklerle konuşmak, onlardan yardım istemek, bize mucize ve işaretlerini göstermesini istemek ve güç durumlarda onları yanımıza çağırıp iletişime geçmekten bahsediliyordu. Bunlar dinen mümkün müdür?

CEVAP:

Büyük ölçüde uzak doğu felsefesinden ve Hristiyanlık’tan esinlendiği anlaşılan bu şekilde bir melek kavramının İslam dini açısından kabul edilemez olduğunu belirtmek gerekir. Tarih boyunca her kültürde ve dinde melek inancı olagelmiş ve insanlar bu varlıkları çeşitli şekillerde tasvir ederek onlarla iletişime geçmeye çalışmışlardır. İslam dininde de meleklerin varlığına inanmak bir inanç esasıdır ve her Müslüman için buna inanmak zorunludur.

Melekler, duyu organlarıyla algılanamayan; ancak Allah’ın bildirmesi (vahiy) ile hakkında bilgi edinilen varlıklardır. Kur’an-ı Kerim’de ve peygamberimizin sözlerinde meleklerin özellikleri ve görevleri hakkında bilgiler verilmiştir. Buna göre nurdan yaratılan melekler
(Müslim, “Zühd” 10) erkeklik ve dişilik özelliği taşımayan varlıklardır (Zuhruf 43/19). Onlar Allah’ın emrini yerine getirirler ve O’na karşı gelemezler (Nahl 16/50). Bazı durumlarda vazifelerini yerine getirmek amacıyla çeşitli şekillere bürünerek insanlara görünebilirler (Meryem 19/16-17). Melekler asla geleceği bilemezler (Neml 27/65).

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde meleklerin görevleri de belirtilmiştir. Melekler; peygamberlere vahiy getirmek yanında
(Bakara 2/97-98) insanları koruyup gözetirler (Kâf 50/18, 21; Ra’d 13/11). Onlar doğru yolda ilerleyen müminler (Fussilet 41/30-31) ile yeryüzündeki tüm insanlar için Allah’tan af dilerler (Şûrâ 42/5). Peygamberlere ve müminlere maddî, manevî destek veren (Bakara 2/123-125) ve insanların yaptıklarını kaydeden melekler de vardır (İnfitâr 82/10-11) Kur’an’da meleklerin ilâhî cezaların yerine gelmesine vesile oldukları (Ankebût 29/31) Allah’ı yüceltip tesbih ettikleri (A’râf 7/206; Enbiya 21/20) ve peygambere salat ve selam getirdikleri de kaydedilir (Ahzâb 33/56). Bunun yanında melekler tabiatın yönetimi ve ilahi kanunları icrası konusunda verilen görevleri de yaparlar (Nâziât 79/1-5; Secde 32/11). Kıyamet günü ile cennet ve cehennemde görevli olan melekler de vardır (Enfâl 8/50; Ra’d 13/23-24; Zümer 39/71-72)

Görüldüğü üzere melekler Allah Teâlâ’nın tabiattaki bazı hadiselerin gerçekleşmesine vesile kıldığı varlıklardır. Cenab-ı Hakkın emri ve izni olmadan faaliyette bulunmaları, insanlara yardım etmeleri söz konusu değildir.

Kur’an-ı Kerim’de bazı özel hallerde peygamberlerin ve bazı kimselerin meleklerle diyalogundan bahsedilir. Bunun dışında bir kimsenin meleklerle konuşması, onlardan yardım istemesi ya da mucize vb. işaret göstermesini istemesi mümkün değildir. 

Bu türden bir anlayış, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz İslâm dininin melek inancıyla izah edilemez. Böyle bir iddia, İslam inancının esasını oluşturan Allah’ın birliği (tevhid) ilkesine de aykırıdır. 

Tevhid ilkesi, müminlerin yardım taleplerini ve ihtiyaçlarını doğrudan Yüce Allah’a iletmelerini ve bu hususta hiçbir varlığı O’na aracı kılmamalarını öngörür. Namazların her rekâtında okunan Fatiha suresinde geçen “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 1/4) ayetinde bu husus belirtilmiş ve bir müminin günde beş defa bunu hatırda tutması istenmiştir. Bunun yanında mucize göstermek, peygamberlere ait bir özelliktir. Meleklerin mucize gösterdiklerine dair bir bilgiyi dinin ana kaynaklarından hareketle doğrulamak söz konusu olamaz. 

Tabiattaki her işleyiş, Allah Teâlâ’nın kontrolü altındadır ve melekler buna sadece aracı olabilirler. Dolayısıyla aracılardan dilenmek ve Allah’a ulaşmak için çeşitli varlıklara yönelmek doğru değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette putperestliğin bu gerekçeyle sert bir dille yasaklandığı görülür. (bk. Mâide 5/76; Yûnus 10/18, 106) 

Müminler, savaş vb. durumlarda melekler tarafından yardım edilseler de burada asıl fâil Allah’tır ve meleklerin görevlerini yerine getirmek dışında bir fonksiyonları yoktur. 

Bilinçli bir mümine düşen görev ise dini konularda doğru bilgilenmek ve inancına zarar veren bu tür davranışlardan uzak durmaktır.
Dr. Osman Demir

17 Mayıs 2013 Cuma

"NAFİLE NAMAZLARI NASIL KILARIM?" DİYORSANIZ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bir okur kaza ve nafile namazların nasıl kılacağını bilemediğini bunun için yardım istediğini belirtmiş.Aslında 2 rekat sabah namazının sünnetini ve 4 rekat yatsı veya ikindinin sünnetini kılmayı biliyorsanız bütün nafile namazları kılabilirsiniz.Gece kılınan nafile namazlar (ebvabin,teheccüd vs )2 rekatta bir selam vererek 8 rekata kadar; gündüz kılınan (işrak,kuşluk vs) 4 rekatta bir selam verilerek 8 rekata kadar kılınabilir.(12 rekata kadar kılınabilir diyen alimler de vardır.)

Aşağıda teheccüd namazını resimli olarak anlatan bir link paylaşıyorum bunu diğer nafile namazlarına da uygulayabilirsiniz. (tabiki kılacağınız nafilenin niyetini belirterek."Niyet ettim Allah rızası için kuşluk/teheccüd/nafile/hacet namazı kılmaya" gibi).İnşallah bugünkü ve bugünden sonraki nafile namazlarınızı kılmanıza yardımcı olur.


http://www.islamveihsan.com/teheccud-namazi-nasil-kilinir.html

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

13 Mayıs 2013 Pazartesi

47.NEYE SABREDECEĞİZ?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Sabır denince belaya sabrı anlarız.Halbuki daha önemlileri de vardır.


 Sabır üçtür:

1- Bela gelince,

 2- İbadet ederken
 3- Günah işlememek için. Bunlara sabredilirse, çok nimetlere kavuşulur.

Birkaç örnekle açıklayalım:

1- Belaya sabır hakkında bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.") [Hâkim]

2- Belaya sabra göre, ibadete sabır daha zor olduğu için, sevabı da daha fazladır. Mesela, bir ay aç, susuz durarak ve başka ihtiyaçları da terk ederek oruç tutmak, herkese kolay değildir. Çok kimse bu sabrı gösteremiyor. Abdest almak, sabah uykudan uyanıp kalkmak, günde beş vakit namaz kılmak çok kimseye zor geldiği için, bu sabrı gösteremiyorlar.

3- Günah işlememeye sabır, ibadet işlemeye sabretmekten daha zor olduğu için sevabı da daha çoktur. İnsan ibadete sabredip yapabilir, fakat günaha sabır zordur. Mesela hemen gıybete girer. Çok kimse gıybet günahından kurtulamaz, yani sabredemeyip gıybet eder. Çoğu insan, kibrin büyük günah olduğunu bildiği hâlde, kendisinin küçük düşmesine rıza gösteremez. Herkesin kendisini övmesini ister.

Günah işlememeye sabır, onun için çok kıymetlidir. Bir günahtan kaçmak birçok ibadet etmekten üstündür. Büyük küçük her çeşit günahtan çok sakınmalı. Namaz kılmayanın da, günahtan sakınması imkânsız denecek kadar zordur. Kur'an-ı kerimde, namazı doğru kılmanın, her çeşit kötülüğü, günahı önleyeceği bildiriliyor. Namazı doğru kılarak, günahlardan sakınmaya çalışmalıyız. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

11 Mayıs 2013 Cumartesi

YARIN DA ORUÇLUYUZ İNŞALLAH

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bugün oruçlu olan arkadaşlar bir konuyu hatırlatmak istiyorum.Aşağıda sadece ikisini aldığım hadislerden de anlaşılacağı üzere yanlız Cumartesi oruç tutmak mekruhtur. Bu sebepten yarını da oruçlu geçirmek uygun olacaktır.

“Üzerinize farz olan oruç müstesna, Cumartesi günü oruç tutmayınız.” (İbni Mâce, Sıyam: 38)

“Cumartesi ve Pazar günleri müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim.” (Neseî, Cum’a: 1)

Bu hadis-i şerifler sadece Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutmamayı tavsiye etmektedir. Ancak bugünlerde oruç tutmanın, yani sadece Cuma ve Cumartesi oruçlu bulunmanın mekruhluk derecesi tenzihîdir. Yani harama yakın olan mekruh değildir.

Fakat bugünlerde oruç tutmak için bir gün öncesini veya bir gün sonrasını oruçlu geçirmekle mekruhluk ciheti ortadan kalkmış olur. Cuma günü oruçlu bulunmak isteyen kimse, ya Perşembe gününden itibaren oruç tutar veya Cuma ile birlikte Cumartesi’ni de oruçlu geçirmesi gerekir. Yine Cumartesi’yi oruçlu geçirmek isteyen kişi Cuma’yı veya Pazar’ı o güne eklemesi lâzımdır. Bu meselede fıkıh âlimlerimizin izahı bu şekildedir.

Şayet pazar gününe tazim niyetiyle tutmuyorsa, tatil günümdür daha rahat tutarım niyetiyle veya başka sebeble tek pazar günü oruç tutmakta bir mahzur yoktur. Ancak pazar gününü bir konuda hürmete layık görerek oruç tutmak uygun olmaz.

Allah cc kabul etsin.              

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

6 Mayıs 2013 Pazartesi

45.KÜÇÜK NOTLARIM (3) ibadetlere güvenme-kefaretler-gizli şirk

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

* İbadetlerimize güvenmeyelim. Bizi ancak Yaradan’a inancımız ve güvenimiz kurtarabilir.

* Amellerine güvenip gurura düşme.İbadetlerinin Rabbinin sana bahşettiğine yetmediğini ,asla yetmeyeceğini düşünerek Rabbine karşı mahcubiyet edasıyla yaşa.

*Haramlardan sakın,en çok ibadet eden kul olursun; Elindeki şeye kanaat et,en çok şükreden kul olursun; Kendin için istediğin şeyi insanlar için de iste,mümin olursun; Namaz kıldığın zaman onu son namazın (veda edenin) gibi kıl!

* Zenginlik, elindeki şeye rıza göstermek,ötesini temenni etmemektir.

* En zararsız dünya kendisiyle imtihan olmadığın dünyadır. En zararsız mal da sahip olmadığın maldır.

* Sana yeterli olan az bir şey,seni baştan çıkaran çok şeyden daha hayırlıdır.

* Bir kimseden birşey istemek zorunda kaldığınız zaman ,yüzünüzün suyunu dökerek,onu büyütüp kendinizi alçaltarak istemeyin.Bilin ki,o kimse size ancak kaderinizde yazılmış olan şeyi verebilir.

* Bir kimseden birşey isterken ısrar ve aşırı ricalarla onu sıkıştırıp zorlamamak lazımdır.Çünkü bu şekilde verilen birşey gönül rızasıyla verilmediği için helal olmaz.

* Allah-ü Teala, cehennem ehline şiddetli azap vermiştir.Allah’ın cc inkarcıları ve bir takım zalim ve fasıkları cehennemde bu şekilde cezalandırdığına bakıp onlara dünyada ceza vermeye ve işkence uygulamaya kalkışmak caiz değildir.Bunları yapmaya kalkışmak kendisini Allah’ın cc yerine koymak ve yaratıcı hakkına sahip olduğuna inanmak olur. (haşa!)Bu ise küfürdür.Allah’ın cc kulları üzerinde sonsuz hakları vardır.Kulları bu sonsuz hakları tanımadıkları takdirde Allah’ın cc onlara sonsuz bir şekilde azap etme hakkı doğar.Bu O’nun kişisel hakkıdır ve O bu hakkı tahsil etme yetkisini hiçbir kimseye vermemiştir.

*Kendin için korkuyu ,başkaları için ümidi önde tut .Kendin için takvayı ölçü al,başkaları için fetvayı yeterli gör.

* Allah cc sevdiklerini bazı sıkıntılara düşürse de kendisine dua edip sığınmaktan ayrılmayan ,elinden gelen son gayreti sarfederek sabır ve kararlılık gösterenlere mutlaka en kısa zamanda ferahlığa ve genişliğe kavuşturmakla yardım eder.

*Her işte iyilikle muamele edin,yaptığınızı güzel yapın,sizden asıl istenen iyiliktir.Çünkü Allah cc hep iyilik edenleri sever.

* Amellerinizin iyisine iyi,kötüsüne kötü karşılık görürsünüz.

* İşlerinizde orta halli olun,doğruluktan ayrılmayın.Bilin ki kimse ameliyle kurtulamayacaktır.

* Kendi durumu hakkında tam bir güven duymak da inkardır.Şeytan sizi Allah’ın cc affına güvendirerek kandırmasın.

* Gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır.Onlara korku ve üzüntü yoktur.

* Biriniz acele edipte “Rabbime dua ettim ama duam kabul olmadı” demediği sürece duası kabul olunur; ya da o duaya denk bir kötülüğü ondan çevirir.

* Yaptığın işleri kendinden bilmek bir çeşit şirktir.

* Gizli şirk: riya,gösteriş,amellerine bakma,sevap ve azap düşüncesi ile amel etme,keramet ve manevi hediyelere göz dikme gibi şeylerdir.

* Allah cc buyurdu:"Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir."

* Kefaretler: cemaate gitmek,namazdan sonra mescidde oturmak ve abdest almak. Bu kefaretler kusurları örten,günahların bağışlanmasına vesile olan güzel amellerdir. Dereceler: yemek yedirmek,selam yaymak ve herkes uyurken ibadet. Bu dereceler Allah cc katında makamları yükselten büyük amellerdir.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

30 Nisan 2013 Salı

İMANI KUVVETLENDİRMEK İÇİN NE YAPMALI?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Kalp, ayetlerin manalarını kavradıkça; yani "tamam Ya Rabbi, bu da kabulüm buna da inandım. Sen diyorsan hepsi kabulüm, bunlar Senin hükmün Ya Rabbi dedikçe, inandıkça ve onu amele dönüştürdükçe insanın imanı kuvvetlenir.

İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrar, azalarla da onu eyleme dönüştürmektir.


İmanı kuvvetlendiren, tadını hissettiren, parlatan çok şey vardır. Bazıları şöyledir:

Güzel ahlâklı olmak, namaza çok önem vermek, ihlâslı olmak, haramlardan kaçmak, küfre düşmekten çok korkmak, hep Allahü teâlâyı hatırlamak. 


Bu konuda birkaç hadis-i şerif şöyledir:

(Müslüman cömerdin imanı kuvvetlidir.) [Deylemî]

(Allah korkusundan dolayı harama bakmayan, imanının tadını alır.) [Taberanî]

(Üç şey imanın tadını artırır: Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslümanı Allah rızası için sevmek ve Allah'ın düşmanlarını sevmemek.) [Taberanî]

(İyilik edince sevinen, günah işleyince üzülen imanlıdır.) [Taberanî]

(Abdestini tazeleyenin imanı tazelenmiş [parlamış] olur.) [İ. Gazalî]

(Kur'an okumak ve zikir imanı kuvvetlendirir.) [Deylemî]

(Nerede olursa olsun Allahü teâlâyı unutmayanın, imanı kuvvetlidir.) [Beyhekî] 


Resulullah Efendimiz (asm), imanın nasıl arttrılacağını bildirmiştir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

"Şunları yapmak imanı zirveye çıkarır:

1. Allah’ın hükmüne karşı sabretmek,
2. Kaza ve kadere rıza göstermek,
3. Tam tevekkül sahibi olmak,
4. Allah’a tam teslim olmak." (Ebu Nuaym)
Sabah ve akşam şu duayı okuyan şirkten korunur ve imanı kuvvetlenir 

(Allahümme innî e'ûzü bike min en-üşrike bike şey-en ve ene a'lemü ve estağfirü-ke li-mâ lâ-a'lemü inneke ente allâmülguyûb.) [İ. Ahmed]

Bir işi, şöyle yaparsak dünya menfaatimizin olacağı, başka türlü yaparsak âhiret menfaatimizin olacağı biliniyorsa, biz de âhiret menfaatini seçebiliyorsak, imanımızın kuvvetli olduğu, dünya menfaatini tercih ediyorsak imanımızın zayıf olduğu anlaşılır.

Bütün ibadetler, alışverişler, her iş, Allah rızası için yapılıyorsa, imanı korur ve kuvvetlendirir, parlatır. İmanı korumak için, ihlâsla ibadet yapmak gerekir. Bunlar kalbi parlatır. Kalbi parlayan, imanını korur.

Evliyanın menkıbelerini okumak, dinlemek muhabbeti artırır. Eshab-ı kiramın menkıbeleri, imanı kuvvetlendirir, günahları eritir. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

28 Nisan 2013 Pazar

41.NEDEN İSLAM'I SEÇMELİYİZ?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Neden başka bir inanış değil de dünya ve ahiret saadeti için İslamiyeti seçmeliyiz?

Çünkü Allah'ın gönderdiği din İslam'dır ve insanlar için seçtiği din de İslam'dır.

"Bugün dîninizi kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size dîn olarak İslâmı beğendim..."(Maide, 5/3)

Hz. Adem (as)'den Peygamberimize (asv) kadar bütün peygamberler ve ilahi kitaplar İslam dinini tebliğ etmişlerdir. Son Peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'de İslamiyeti tebliğ etmiş ve getirdiği son dinin özel adı da İslam olmuştur.

"Bu dîni İbrâhîm, kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kûb da öyle yaptı: 'Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dîni size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca Müslüman olarak can verin!' dedi."(Bakara, 2/132)

Diğer bütün dinler, hak dinin tahrif edilmesiyle ortaya çıkan inanışlardır. Hıristiyanlar Hz. İsa (as)'a gönderilen İncil'i tahrif etmişler, bir peygamber ve kul olan Hz. İsa 'yı as Allah'ın oğlu olarak tanıtmışlar; Yahudiler Hz. Musa 'ya as gönderilen Tevrat'ı tahrif etmişler; diğer inanışlar da kendilerine gönderilen peygamberlerin mesajını zamanla farklı uygulamalarla değiştirmişlerdir.

"Kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa, ondan aslâ kabûl edilmeyecek ve o âhirette de hüsrâna uğrayacaklardır."(Ali İmran, 3/85)

"Allah katında hak din, İslâmdır..."

“Allah katında tek hak din İslam’dır.”(Ali imran, 3/19) ayeti, aslında bütün hak dinleri ihtiva etmektedir. Yani İslam dini, Hz. Adem (as)’den Hz. Muhammed ’e sav kadar gelen bütün semavî dinlerin -manen / zımnen- ortak adıdır. Çünkü bütün hak dinler, Allah’ın gönderdiği hak ve hakikati ifade eden dinlerdir. Zaman ve mekânların farklılığıyla teferruatta / füruatta farklılık göstermelerine rağmen, dinin temel inanç esaslarında hep aynı dersi vermişlerdir. Bütün semavî dinlerin hakikî varisi, tamamlayıcısı olan son din, bizzat İslam dini olmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm dışındaki ilâhî kitaplar da o kitaba tâbi olacaklar için, bir din adı konmadığı, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi isimlendirmelerin daha sonra ortaya çıktığı ve bunların o peygamberin tâbilerine sonradan verilen adlar olduğu dikkate alınırsa "Doğrusu Allah katında din İslâm'dır." ifadesinin anlamı daha iyi anlaşılır.

Her ne kadar Hz. Muhammed 'in sav tebliğ ettiği dinin kendine özgü hükümleri varsa da, Kur'an'da bu kitabın önceki peygamberlerin getir­diklerini onaylama özelliği üzerinde ısrarla durulması, onların bildirdiklerinin de temelde İslâm dairesi içinde olduğunu, ancak ilâhî hikmet gereği bu öğretilerin en mükemmel şekline Hz. Muhammed 'in sav gönderilmesi ile ulaşıldığını gösterir.

İslam'dan önceki bütün semavi dinler, muayyen belli bir kavme gelmişlerdi ve her biri millî bir din mahiyetinde idi. İnsanlık tarihinde ilk defa İslam, beynelmilel ve bütün insanlığın dini olarak gelmiştir. Cenab-ı Hakk'ın:

“(Ey Muhammed!) Biz seni bütün insanlara hidayetin rehberi olarak gönderdik. Onları, iyi amellerin mükafatıyla müjdeleyecek, kötülüklerin cezasıyla korkutacaksın.”(Sebe, 34/28)hitabıyla, bütün insanlığa yönelik bir vazife ile ilk şereflenen Peygamberimiz (asv) olmuştur. Hatta Hz. Peygamber (asv), sadece insanlar için de değil, insanla alakası olan bütün âlemler için gönderilen bir rahmet peygamberidir. Çünkü ayet-i kerimede,“Seni (canlı-cansız, insî-cinnî, ruhanî-cismanî) bütün âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107) buyurulmuştur.


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Nisan 2013 Cuma

SEMAVİ DİNLERDE İMAN (2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Bismillahirrahmanirrahim

Bir önceki yazımda birkaçını aldığım âyetlerden de anlaşıldığı gibi, Yahudilik ve Hıristiyanlık bozulmuş, batıl bir dindir. Hazret-i İsa ile ilgili âyetlerden ikisi de şöyle:
(Ey Meryem oğlu İsa, seni mukaddes ruh ile desteklemiştim, böylece beşikte iken, yetişkin olunca da insanlarla konuşmuştun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil'i öğretmiştim. Çamurdan yaptığın şekle üfleyince benim iznimle kuş oluyor, anadan doğma körü ve alacalıyı benim iznimle iyileştiriyor, ölüleri benim iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarının seni öldürmesinden ben kurtardım.) [Maide 110]

(İsa dedi ki: "Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir. Ona ibadet edin, işte doğru yol budur.") [Zuhruf 63, 64]

Hazret-i İsa’ya ilah demekle, O yüceltilmiş olmaz. Allah’ın oğlu demek de Allah’a hakaret olur. Hazret-i İsa böyle sözler söylememiştir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allah, "Ey İsa, insanlara "Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin" diye sen mi söyledin?" diye sorunca, o da, "Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz" demiştir.) [Maide 116]

(Kâfirler, Allah’ın emirleri ile Peygamberlerin emirlerini birbirinden ayırmak istiyor. [Yahudiler] bir kısmına [Musa ve daha önceki peygamberlere] inanırız. Bir kısmına [İsa’ya,Muhammed’e]inanmayız. [Hıristiyanlar ise -hâşâ- İsa Allah’ın oğlu diyor.] Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir, hepsine çok acı azaplar hazırladık. Bütün peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayan [Müslümanlar] ise, Allah’ın mükâfatına kavuşacaktır.) [Nisa 150–152]

(Allah, inkârları yüzünden Yahudilere lanet etmiştir.) [Nisa 46]

(İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67]

Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa, Hazret-i İsa da, her peygamber gibi Müslüman idi.
Hazret-i Musa’ya ve Hazret-i İsa’ya o zamanda inanan kimseler de Müslüman idi. Şimdiki Yahudi ve Hıristiyanlar, Muhammed aleyhisselama inanıp Müslüman olmadıkça Cehennemliktir. Çünkü Allahü teâlâ, (Ancak Resulüme uyan kurtulur) buyuruyor.


 Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20]

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

(Ey iman edenler, sizi hayat verecek şeylere [dinin emrine, Cennete, ebedi hayat verecek itikada, amellere] davet edince, Allah’a ve Resulüne icabet edin!) [Enfal 24]

Müslüman olmayanın hâli Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!) [Al-i İmran 31]


Bu âyet-i kerime inince, münafıklar, şimdiki müsteşrikler(oryantalist) gibi, "Muhammed kendine tapılmasını istiyor" dediler. Aşağıdaki âyet-i kerime bunun üzerine indi.
(De ki, "Allah’a ve Resulüne itaat edin! Eğer [Resule uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] elbette Allah da kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]

(Ben bir kulum. Hıristiyanların İsa aleyhisselamı [ilah ve ilahın oğlu diye] övdükleri gibi, beni övmeyin!) [Şir’a]

Görüldüğü gibi Cennete yalnız Müslümanların gireceğini Allah ve Resulü söylüyor. Hazret-i Musa’ya ve Hazret-i İsa’ya as kendi zamanlarında inanan kimseler de Cennete gireceklerdir. Bu peygamberler de hak peygamberdi. Onlara inananlar da mümindi. Elbette onlar da Cennete gidecektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur, üzülmeyecekler de.) [Bakara 62]

Allâh-u Te’ala bu ayet-i kerimeyi indirince (62.ayet) Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Selmân (Radıyallahu Anh)ı çağırarak ; “Bu âyet senin arkadaşların hakkında indi.Kim beni duymadan (ve bana kavuşmadan) önce İsâ (Aleyhisselam)ın da dini olan İslâm üzere ölürse,o hayır üzeredir (cennete girecektir).Ama her kim bugün beni duyduğu (ve bana kavuştuğu) halde bana inanmazsa,muhakkak ki o helak olmuştur”

(Onlar [Müslümanlar], sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen [diğer semavi] kitaplara kesin olarak iman ederler.) [Bakara 4]

(Allah’ın dininden başka bir din mi istiyorlar?)
[Âl-i İmran 83]

Ebedî saadete kavuşmak için, eskiden, zamanındaki peygamberlere uymak gerektiği gibi, bugün de İslamiyet’e inanmak ve uymak şarttır.
” Onlar : ‘ Cennete ancak Yahudi veya Hıristiyan olan girebilir ‘ dediler.De ki : ‘ Eğer doğru sözlü kimseler olduysanız delilinizi getirin’ Hayır! Her kim kendisini Allâh’a teslim ederek Müslüman olursa kendisi de iyilik sâhibi bir kimse ise ancak onun için Rabbi katında mükâfatı vardır,onlara hiçbir korku yoktur ve ancak onlar mahzun olmazlar.” ( Bakara Sûresi : 111-112 )

” Benim ümmetimden yahut Yahudilerden veya Hıristiyanlardan her kim beni duyar da sonra bana inanmazsa cehenneme girer “ buyuruyor Rasûllallah sav .( Ahmed ibni Hanbel )

Başka bir âyet-i kerîmede : ” Herkim Allâh’ı,meleklerini,kitaplarını,peygamberlerini ve o son günü inkâr ederse,muhakkak ki o , (dönüşü düşünülemeyecek şekilde ) pek uzak bir sapmayla (hak yoldan ) sapmıştır “ ( Nisa Sûresi : 136′dan )

Son olarak bir hadis-i şerifle konuyu tamamlayalım inşallah:

Rasûlüllâh (sav)e hizmet eden bir Yahudi çocuğu vardı,bir ara çocuk hastalandı,Rasûlüllâh (sav) onu ziyarete gelip başının yanında oturdu ve ona : “İslam’ı kabul et” buyurdu.Bunun üzerine çocuk yanında duran babasına baktı,babası ona : “Ebu’l-Kâsım (sav)e itaat et” deyince çocuk müslüman oldu.Rasûlüllâh (sav) o çocuğun yanından " Onu ateşten kurtaran Allâh’a hamd olsun ” buyurarak ayrıldı(Buhâri,Cenâiz:77no:1290,1/1455,Merdâ:11,no:5333,5/2142 )

Peygamberimize ‘hizmet eden’ o çocuk,müslüman olmadan cennete girebilecek olsaydı,Peygamberimiz sas ona İslam'a girmesini tebliğ eder miydi ?

Bu yazıyı yazmayı çok önemli buldum.Çünkü çoğu insanın ,buna müslümanlar da dahil olmak üzere bu durumu kabul etmek istemediklerini biliyorum.Bunun Allah’ın kitabında bize ne söylediğini bilmememizden kaynaklandığını öğrendiğim için burada bu konuyu ayetlerle ve hadislerle paylaşmayı gerekli buldum.

Burada önemli olan ne biliyor musunuz? Maksat bir şeyleri empoze etmek,başkalarını kınamak veya küçümsemek değil elbet.Maksat hepimizin gerçeği bulması ,doğru olana iman etmek,Rabbimizin istediği yolda buluşmamız.Biz kendimizi sanırım Allah'tan cc daha merhametli görüyoruz (HAŞA!) Hepimiz Allah’a cc inanıyoruz ama O’na inanmak kuru bir lafla olamaz ;O'na inanmak O’nun gönderdiği herşeye inanmakla olur.

Kıyamete kadar gönderilmiş Son Kitap ve Son Peygamber bize ,Hz.Adem’den itibaren tüm peygamberlere  ve tüm ilahi kitaplara inanmamızı emrediyor.Eğer biz bir kısmına inanıp bir kısmına inanmazsak (Yahudilerin ve Hıristiyanların yaptığı gibi) nasıl Allah’ımıza cc inanmış oluruz DEĞİL Mİ?


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

 Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Nisan 2013 Çarşamba

SEMAVİ DİNLERDE İMAN (1)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Bismillahirrahmanirrahim

Semavi din,, hak olan, doğru olan ilahi din demektir. Kur'an-ı kerim hariç, hiçbir semavi dinin kitabının bozulmadan önceki hâli yoktur. Hazret-i Nuh’a as ve diğer Resullere verilen kitapların ise hiç birisi yoktur. Hazret-i Âdem’in as, Hazret-i İbrahim’in as ve kendilerine kitap gönderilen diğer Resullerin dinine de semavi din denir. Hak olan bu dinlere muteber kitaplarda semavi din denmesi, vahyi getiren meleklerin semadan gelmesinden dolayıdır.

İsevilik ve Musevilik de semavi birer din iken zamanla tahrif edilmiştir. Tahrif edilmemiş, bozulmamış, yani indirildiği gibi de olsalardı, nesh edilmiş, yani yürürlükten kaldırılmış olduğu için, artık o dinlerle amel edilemezdi.Çünkü Rabbimizin buyurduğu üzere sadece yürürlükteki İslamiyet kıyamete kadar devam edecektir.

Semavi dinlerde iman farklı değildi. Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren İlahi dinlerin hepsi, insanlar tarafından bozulmadan önce, inanılacak şeyler bakımından birbirinin aynıydı. Aralarında fark yoktu.

Şu âyet-i kerime de iman edilecek şeylerin hep aynı olduğunu bildirmektedir:
(Kur'an, önce gelmiş olan kitapları tasdik edicidir.) [Bakara 97]
Bu âyette, Amentü’de yer aldığı gibi önceki kitaplara iman etmeyi bildiriyor, onlarla amel etmeyi söylemiyor. O kitaplar hiç değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ onları nesh edip, yani yürüklükten kaldırıp yeni din gönderdiği için onlarla amel etmek asla caiz değildir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]

(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)[Al-i İmran 85]

Musevilik ve İsevilik de, Allahü teâlânın bir olduğunu ve Allahü teâlânın peygamberlerinin bir insan olduğunu bildirmiştir. Ancak Yahudiler, Hazret-i İsa’ya inanmadılar. Hıristiyanlar da putlara tapınmaktan kurtulamadılar ve Hazret-i İsa, (Ben de sizin gibi bir insanım. Allah’ın oğlu değilim) dediği halde, Baba, Oğul ve Ruh-ul kudüs ismi ile 3 ayrı ilaha tapındılar.

Bu yanlış inançları, ancak Allahü teâlâ, son peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtası ile düzeltmiştir. Bu dinleri, içlerine sokulmuş olan hurafelerden temizleyen hakiki, doğru din, İslam dinidir. Müslüman olan İngiliz Fellowes, şöyle diyor: (Hıristiyanlığın yanlış inançlarını düzeltmeye kalkan Martin Luther, ne yazık ki İslamiyet ile bu kusurların düzeltildiğini bilmiyordu.)

Eski dinlerin neshi nasıl oldu kısaca anlatmaya çalışalım:

Allahü teâlânın gönderdiği bütün dinlerde, iman bilgileri aynıydı. Her dinde Allah’ın var ve bir olduğu, Cennet, Cehennem ve ahiret hayatı bildiriliyordu. Bunlarda değişiklik yoktu. Hindistan ulemasından Rahmetullah Efendi diyor ki:
Nesh, peygamber kıssaları ile Cennet ve Cehennemden haber veren âyetlerde olmaz. Yalnız, emir ve yasakların bazılarında olur. Nesh; bazı emir ve yasakları değiştirmek demek değildir. Bunların yürürlük zamanlarının bittiğini haber vermek demektir. Kur’an-ı kerim, Tevrat ve İncili nesh etmiş, yürürlükten kaldırmıştır. (Beyan-ül-hak)

Hazret-i Hud, Âd kavmine; Hazret-i Salih, Semud kavmine; Hazret-i Musa, Beni İsraile gönderilmiştir. Peygamberlerden Harun, Davud, Süleyman, Zekeriyya ve Yahya “aleyhimüsselam” da, yine Beni İsraile gönderilmiştir. Fakat, bunların ayrı dini olmayıp, Beni İsraili, Hazret-i Musa’nın dinine davet etmişlerdi.

Hazret-i Davud’a inen Zebur’da ahkâm, emir ve ibadet yoktu. Vaaz ve nasihatle dolu idi. Tevrat’ı neshetmedi, yani, yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için Hazret-i Musa’nın dini, Hazret-i İsa zamanına kadar devam etti. Fakat Hazret-i İsa gelince, bu din, Hazret-i Musa’nın dinini neshetti. Yani Tevrat’ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hazret-i Musa’nın dinine uymak caiz olmayıp, Muhammed aleyhisselamın dini gelinceye kadar, Hazret-i İsa’nın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Beni İsrailin çoğu, “Biz Tevrat’a uyarız” diyerek, Hazret-i İsa’ya iman etmedi. İşte Yahudilik ile Nasaralık [İsevilik] böylece ayrıldı.

Yahudiler, “Hazret-i Musa’nın dinine uyup, Tevrat ve Zebur ‘a uyarız; Nasara da, “Hazret-i İsa’nın dinine uyup, İncil’e uyarız dediler.

Hâlbuki bütün âlemlere peygamber olarak gönderilen Muhammed aleyhisselamın dini ki, din-i İslam’dır, bütün dinleri neshetmiştir. Bu dinin hükmü kıyamete kadar süreceğinden, dünyanın hiçbir yerinde, Onun dininden başka bir dinde bulunmak caiz olmaz. Ondan sonra, hiç peygamber gelmeyecektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Muhammed, Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.)[Ahzab 40]

(Biz seni bütün âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

Yahudi ve Hıristiyanların kâfir olduğuna dair bazı âyet-i kerime mealleri de şöyle:
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin]sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.)[Tevbe 30]

("Allah’ın çocuğu oldu" dediler. Hâşâ, O yücedir, göklerde ve yerdekilerin hepsi Onundur, hepsi Ona boyun eğmiştir.) [Bakara 116]

("Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" diyenlere de ki: "Aksine biz, hanif [doğru yaşamış] İbrahim’in dinine uyarız.") [Bakara 135]

("Biz, Allah ve Onun indinde bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Esbata indirilene, Musa’ya, İsa’ya verilenlere, Rablerinden diğer peygamberlere gelenlere, onların hiçbiri arasında fark gözetmeden inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk" deyin!) [Bakara 136]

(["Kur'an İsa’nın babasız olduğunu kabul ettiğine göre, ilahlığını da kabul ediyor" diyen Necranlı Hıristiyanlara] de ki: Gelin dua edelim, Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun!) [A. İmran 61]
[Fakat Hıristiyanların buna yanaşmadığı tefsirlerde bildirilmektedir.]

(İsa’ya, Allah diyenler kâfir olmuştur. Hâlbuki Mesih, "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin" demiştir. "Allah üçün üçüncüsü" diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]

(Meryem, İsa’yı doğurup kucağında getirince, ona, "Çok garip bir iş yapmışsın, baban kötü, annen ise iffetsiz değildi" dediler. Meryem, [sormaları için] çocuğu gösterince, ona, "Biz çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. Çocuk dedi ki: "Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Bana namazı ve zekâtı emretti.") [Meryem 27–31] (Hıristiyanlar, İncil’de emredilen namaz ve zekâtı da tahrif etmişlerdir.)

(İsa, "Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi müjdeleyici olarak geldim" demişti.) [Saf 6]


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Devam edeceğim inşallah.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

23 Nisan 2013 Salı

38.HUBB-İ FİLLAH VE BUĞD-İ FİLLAH

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Yine bilgisizliğimden kaynaklanan okuduğumda şaşırdığım ama beni çok etkileyen başka bir konuyu aktarmaya çalışacağım size inşallah.

Müslümanlığı sonradan öğrenen biri olarak öğrendiklerimi ahlakıma da geçirmeye gayret ediyor insanlara müslüman , gayrimüslim ,inançlı,inançsız farketmiyor seviyor,yanlışlarına ses çıkarmıyor anlayışla karşılıyordum.Biliyorum sizler de böyle davranmanın doğru olduğunu düşünüyorsunuz.

Ben her Allah’ımızın cc ilminden yeni birşey öğrendiğimde bir kez daha cehaletimi görüyorum .

Ben çoğunluk müslümanların yaptığı gibi bildiğimi sandığım (çünkü aklımı devreye soktum ve mantıken bu böyle olmalı dedim ve sorgulamadım)aslında hiç bilmediğim Allah’ın ilmi hakkında kendimce hüküm koyarak ve araştırma yapmayı da gerekli bulmayarak( çünkü çok eminim ki Allah’ta böyle davranmamı ister).Allah’ın düşmanım dediği kişilere sevgiyle yaklaştım. Amaaa.... herzamanki gibi yanılmışım!........Gelin birlikte gerçekte Rabbimizin bizden nasıl davranmamızı istediğini öğrenelim.

Hubb-i fillah buğd-i fillah, sevdiklerini sırf Allah rızası için sevmek, düşmanlık ettiklerine de sırf Allah rızası için düşmanlık etmek demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(İbadetlerin en kıymetlisi, Allah için sevmek ve Allah için düşmanlıktır.) [Ebu Davud]

(İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.) [Buhari]

(Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiçbir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlmihali.]

Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya sordu:
- Ya Musa, benim için ne işledin?
- Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.

- Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?

- Ya Rabbi, senin için ne yapmak gerekirdi?
- Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin mi?

Musa aleyhisselam, Allahü teâlâyı sevmenin, Onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah olduğunu anladı.(Mektubat-ı Masumiyye)

Doğru imanın alameti, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. 


Çünkü İslam ile küfür, birbirinin aksidir. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerine hakaret ve kötülemek olur. Allahü teâlâ, habibi olan Muhammed aleyhisselama, İslam düşmanları ile savaşmayı ve onlara sertlik göstermeyi emrediyor. Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düşmanı ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allah’ın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allah’a düşman olmaya sürükler. Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, Kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum der. Namaz kılar ve ibadet yapar. Halbuki, bilmez ki, böyle, [Allah’ın dostlarını sevmemek veya Allah’ın düşmanlarını “şu iyilikleri de var” diye sevmek] gibi çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürür. (1/163)

Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki:
Sevgi, sevgilinin dostlarını sevmeyi, düşmanlarına düşmanlık etmeyi gerektirir. Bu sevgi ve düşmanlık, âşıkların elinde ve iradesinde değildir. Seviyorum diyen bir kimse, sevgilisinin düşmanlarından uzaklaşmadıkça sözünün eri sayılmaz. Buna yalancı denir. Sevgi, sevgilinin her şeyini sevmeyi gerektirir.. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allah’tan uzaklaştırır. Onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sevgiliye dost olunmaz. Kâfirleri sevmemek, Kur’an-ı kerimde açıkça emredilmiştir. Kur’an-ı kerime uymamız farzdır. (1/29)

Kâfirleri sevmeyi haram eden âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyle:


(Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, [İslam’a olan düşmanlıklarında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.)[Maide 51]

(Ey iman edenler, benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin, onları sevmeyin!) [Mümtehine 1]

Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı, (Kâfirlere gadab ederler, birbirlerine merhametlidirler) diye övmektedir. (Feth 29)

Halife Ömer’e, (Hire’li bir hıristiyan var. Çok zeki, yazısı da çok güzel, bunu kendine kâtip yap) dediler. Kabul etmedi.Şu âyet-i kerimeyi okudu: "Ey iman edenler,Benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine 1)

Ebu Musel Eşari hazretleri anlatır: Halife Ömer’e dedim ki:
- Hıristiyan katibim çok işe yarıyor.
- Niçin, bir Müslüman katip kullanmıyorsun? (Ey müminler! Yahudi ve hıristiyanları sevmeyin) âyetini işitmedin mi?
- Dini onun, katipliği benim.
- Allahü teâlânın hakir ettiğine ikram etme! Onun zelil ettiğini aziz eyleme! Allah’ın uzaklaştırdığına yaklaşma!
- Basra’yı onunla idare edebiliyorum.
- Hıristiyan ölürse ne yapacaksan, şimdi onu yap! Hemen onu değiştir! buyurmuştur Hz.Ömer.

Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler, Allahü teâlânın kâfirlere düşman olduğunu, açıkça bildiriyor. Onun düşmanlarını seven, Onu sevmiş olur mu? Kâfirler, Allahü teâlânın düşmanı olmasalardı, (Buğd-i fillah)vacip olmazdı. İnsanı Allahü teâlânın rızasına kavuşturacakların en üstünü olmaz ve imanın kemaline sebep olmazdı.

Sevenin, sevgilinin sevdiklerini sevmesi ve sevmediklerini sevmemesi gerekir. Bu sevgi ve düşmanlık, insanın elinde değildir. Sevginin icabıdır. Burada, diğer işlerde gereken iradeye ve kesbe ihtiyaç yoktur. Kendiliğinden hâsıl olur. Dostun dostları, insana sevimli görünür. Düşmanları, çok çirkin görünür. Bir kimse, birisini seviyorum derse, onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sözüne inanılmaz. Ona münafık denir.

Allahü teâlâ, Mümtehine suresinin dördüncü âyetinde mealen,(İbrahim’in ve Onunla beraber olan müminlerin sözlerinden ibret alınız! Onlar, kâfirlere dediler ki, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Dininizi beğenmiyoruz. Allahü teâlâya inanıncaya kadar, aramızda düşmanlık vardır) buyurdu. Bundan sonraki âyet-i kerimede mealen, (Bu sözlerinde sizin için ve Allahü teâlânın rızasını ve ahiret gününün nimetlerini isteyenler için, ibret vardır) buyurdu.

Buradan anlaşılıyor ki, Allahü teâlânın rızasını kazanmak isteyenlere, bu teberri [uzaklaşmak] gerekir. Allahü teâlâ mealen buyuruyor ki,(Kâfirleri sevmek, Allahü teâlâyı sevmemektir. İki zıt şey, birlikte sevilemez.) Bir kimse, seviyorum dese, fakat Onun düşmanlarından teberri etmese, bu sözüne inanılmaz. Al-i İmran suresinin 28. âyetinde mealen, (Kâfirleri sevenleri, Allahü teâlâ, azabı ile korkutuyor) buyurdu. Bu büyük tehdit, çirkinliğin çok büyük olduğunu gösteriyor. (Mektubat-ı Masumiyye c.3,)

(Allah için seven, Allah için düşmanlık edenin imanı kâmildir.)[Ebu Davud, Tirmizi]

(İmanın temeli, Müslümanları yani Allah’ın dostlarını sevmek ve kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.) [İ.Ahmed]

Eğer Müslüman arkadaşı, Müslüman olduğu için değil de, yanlış hareketlerinden dolayı sevmiyorsak küfür olmaz. Müslümanı, Müslüman olduğu için sevmek şarttır. Buna hubb-i fillah yani Allah için sevmek denir. Kâfirleri sevmemeye de buğd-i fillah denir. Bir kimse, Hazret-i Ömer’le Hazret-i Ali'yi sevmese, Ebu Cehil’le, Firavun’u sevse kâfir olur. Çünkü Allah'ın sevdiklerini sevmek, Allah'ın düşmanlarını sevmemek lazımdır.

Eshab-ı kiramın herhangi birini sevmeyen de kâfir olur. Çünkü Allah onları sevdiğini Kur'an-ı kerimde açıkça beyan ediyor, hepsinin cennetlik olduğunu bildiriyor. Sıradan bir Müslümanı bile sevmemek küfür olur. Çünkü Allahü teâlâ, Müslümanı seviyor. Ama bir Müslümanı, bize zulmettiği için, alacağımızı vermediği için veya başka yanlış işlerinden dolayı sevmezsek, imanımıza zararı olmaz, çünkü imanını, Müslümanlığını değil, hatalarını sevmiyoruz. Din kardeşlerimizi sevmek ve onlarla beraber olmak ise, iman alametidir.

Kâfirleri sevmemek gerekir ise de, dinimizin emri gereği, onlara eziyet etmek, kalblerini incitmek haramdır. Sevmemek ayrı, onları üzmek ayrı şeydir. Onlarla ticaret yapılır, aldatılmaz, kötülük yapılmaz. Herkese olduğu gibi onlara da iyi davranmak lazımdır. Hatta hidayete kavuşmaları, Müslüman olmaları için dua da edilir.

Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir) buyurulmuştur. (İbni Lâl)

Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Çünkü kâfir, Müslüman olup ebedi saadete kavuşabilir, Müslüman da, Allah korusun küfre düşüp Cehennemlik olabilir. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Nisan 2013 Pazar

DUALARIM (2)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Allah’ım benim,ailemin ve tüm müminlerin imanını,itikadını,kalbini,ahlakını,dünyalık ,ahiretlik tüm işlerini Sana emanet ediyorum.Onları koruyacak olan Sensin.El Hafız isminle koru ve El Hakem isminle bizim hakkımızdaki kararları Sen ver,bizi nefsimize bırakma.Bizim layık olduğumuzu değil Senin layık gördüğünü ver bize.

Allah’ım bize Peygamberimizin sav kulluğu gibi bir kulluk,imanı gibi bir iman,ibadeti gibi bir ibadet nasip et ve öyle razı ve hoşnut ol ki bizden tüm müminler cennetinin 8 kapısından da girelim.

Allah’ım kimler doğru yolda ise,Senin rızan kimlerleyse,bana ,aileme ve tüm müminlere onları sevmeyi,onlarla beraber olmayı nasip et.Dinimi doğru öğrenmek istiyorum.Razı olduğun ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını okuyup,doğru olarak anlamayı ve amel etmeyi nasip et.

Ey büyük Allah’ım kalpleri iyiden kötüye,kötüden iyiye çeviren ancak Sensin.Kalbimizi dininde sabit kıl,dininden döndürme,müslümanlıktan ayırma.

Bizleri hayatta bıraktığın sürece günahları terkettirmekle bize merhamet eyle.

Allah’ım Hakkı (doğruyu) hak olarak göster ve Hakka tabi olarak yaşamakla bizi rızıklandır.Bize batılı (yanlışı) batıl olarak göster ve ondan kaçınmakla bizi rızıklandır ve eşyanın hakikatını olduğu gibi göster.

Allah’ım Senden rahmetine sebep olacak şeyleri,mağfiretine sebep olacak iradeni,her türlü günahtan kurtuluşu ,her türlü iyiliği elde etmeyi,cennete kavuşmayı,cehennem ateşinden kurtulmayı diliyorum.

Allah’ım bana bağılamayacağın bir günah,ferahlık vermeyeceğin bir sıkıntı,ödettirmeyeceğin bir borç,yerine getiremeyeceğim dünya ve ahiret ihtiyaçlarından herhangi bir ihtiyaç bırakma.

Ey Allah’ım!Sen kudretli bir Meliksin,ne istersen o olur.Şu anda içinde bulunduğum durumda beni başarılı kıl.Dünya ve ahirette bana mutluluk ver.Hayat ve ölüm fitnesinden koru ve korktuğumuz şeylerden bizi emin eyle.Ey gizli lutufta bulunan Allah’ım !Allah’ın rahmeti seyyidimiz Muhammed sav üzerine,ailesine ve ashabına olsun.Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır.

Allah’ım bize keder ve dert verme,bizi koru;bizden yardımını esirgeme.

Allah’ım gizlediğim şeylerimi açığa vurduklarımdan daha hayırlı eyle.Açığa vurduklarımı da güzel eyle.Allah’ım ben katı bir insanım beni yumuşat.Cimriyim cömert yap.Zayıf biriyim bana kuvvet ihsan eyle.Sana karşı kusur işlemeden,kulluk vazifemi ihmal etmeden ruhumu kabzet.Gaflet içinde olduğum halde beni öldürmenden,beni gaflet içinde bırakmaktan ve gafillerden kılmandan Sana sığınırım.

Allahım! Kelimetullahı ve kelimetülhakkı dünyanın her yerinde bir kez daha i’lâ buyur. Bizim ve dünyanın her köşesindeki bütün kullarının kalblerini imana, İslam’a, Kur’ân’a ve iman hizmetine aç ve bizi bu vazifede istihdam buyur. Gökte ve yerdeki kulların arasında bizim için sevgi ve hüsnükabul vaz’et. Bizi muhlis, muhlas, müttaki, vera’ sahibi, zâhid, kurbiyete mazhar, Rabbinden hoşnut ve Rabbi kendisinden hoşnut, Seni seven ve nezdinde sevilen, huşû sahibi, mütevazi, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış kullarından eyle. Efendimiz Hazreti Muhammed’e, âline ve bütün ashabına da salât ü selâm eyle! Âmîn! Sonsuz defa âmîn!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

20 Nisan 2013 Cumartesi

37.PEYGAMBERİMİZİN (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) FAZİLETLERİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Canlılar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratıldı. Tevrat, İncil ve Zebur’da övülüp müjdelenmiştir.

Âmine validemiz ona hamile olunca, bütün putlar yüzüstü devrildi. Bütün şeytanlar ve sihir yapan büyücüler âciz kalıp, işlerini yapamaz oldular. Doğunca da bütün putlar yıkıldı. Doğduğu gece, Kisra’nın sarayı yıkıldı. Mecusilerin bin yıldan beri yanan ateşi söndü. Save gölünün suyu kurudu.

Safiye Hatun anlatır:
Doğduğu gece 6 alamet gördüm:
1- Doğar doğmaz secde etti.
2- Başını kaldırıp “La ilahe illallah inni Resulullah” dedi.
3- Her taraf aydınlandı.
4- Yıkayacaktım, biz Onu yıkadık diye bir ses işittim.
5- Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm.
6- Sırtında nübüvvet mührü vardı. İki küreği ortasında “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı idi.


Çocuk iken, başı hizasında bir bulut gölge yapardı.

Ona salevat okumak âyet-i kerime ile bildirildi. Kelime-i şehadette, ezanda, ikamette, namazdaki teşehhüdde, birçok dualarda ve Cennette Allahü teâlâ, Onun ismini kendi isminin yanına koymuştur.

Allahü teâlâ, Onu kendisine habib [sevgili] yaptı, herkesten daha çok sevdi.

Kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona, her ilmi, her üstünlüğü verdi. Her yerde her zaman mübarek kalbi hep Allahü teâlâ ile idi.
Allahü teâlâ, bütün peygamberlere (Ya Âdem, ya Musa, ya İsa)diyerek ismi ile hitap ederken, Ona (Ya eyyühennebiyyu, ya eyyüherresul) diye özel hitap ediyor.
Namazda otururken, (Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi) okuyarak, Ona selam vermek emrolundu. Namazda, başka bir Peygambere böyle söylemek caiz olmadı.

Her peygamber kendi milletine, o ise her millete gönderilmiştir.

Her peygamber, iftiralara kendisi cevap verdi, fakat ona yapılan iftiralara Allahü teâlâ cevap verdi.

İsmi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak haram idi.

Mübarek hanımları müminlerin anneleri idi ve onlarla evlenmek başkalarına haram edildi.

Önünden gördüğü gibi, arkasından da görürdü.

Mübarek teri, gül gibi güzel kokardı.

Uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.

Güneş ve Ay ışığında gölgesi yere düşmezdi.

Üstüne sinek ve başka hiçbir böcek konmazdı.

Çamaşırları, ne kadar çok giyse de hiç kirlenmezdi.

Taş üstüne basınca, izi kalır, kum üstünde iz bırakmazdı.

Sözü çok vecizdi. Az kelime ile çok şey anlatırdı.

Eshabının hepsi, peygamberler hariç, bütün insanlardan üstündür.

Onun ümmeti de bütün ümmetlerin en üstünüdür.

Onu ve ehl-i beytini sevmek farzdır.

Hazret-i Azrail, içeri girmek için izin istedi. Başka hiç kimseden izin istemedi.

Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Nisan 2013 Cuma

36.HİLYE-İ SAADET (2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Bir önceki yazıma devam ediyorum inşallah:


Güzel huyların hepsi Resulullah efendimizde toplanmıştı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değildi. Bir Müslümanın ismini söyleyerek, hiçbir zaman lanet etmemiş ve asla mübarek eli ile kimseyi dövmemiştir. Kendi için, hiçbir şeyden intikam almamıştır. Allah cc için intikam alırdı. Akrabasına, Eshabına ve hizmetçilerine tevazu ederek, iyi muamele eylerdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyarete gider, cenazelerde bulunurdu. Eshabının işlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fakat, kalbi bunlarla meşgul değildi. Mübarek ruhu melekler âleminde idi.

Resulullah efendimizi ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasaydı, Peygamberlik hallerinden, asla kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeye takat getiremezdi. Halbuki, kendisi, hayasından, mübarek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı.
Peygamber efendimiz, insanların en cömertiydi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevap vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsanları vardı ki, Rum imparatorları, İran şahları, o kadar ihsan yapamadılar. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamayı severdi. Öyle bir hayat yaşıyordu ki, yemek ve içmek hatırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veya falanca yemeği pişiriniz buyurmazdı. Yemek getirirlerse yer, her ne meyve verseler kabul ederdi. Bazen aylarca az yer, açlığı severdi. Bazen de çok yerdi. Yemeği üç parmakla yerdi. Yemek sonunda su içmezdi. Suyu otururken içerdi. Başkaları ile yemek yerken, herkesten sonra el çekerdi. Herkesin hediyesini kabul ederdi. Hediye getirene karşılık olarak, katkat fazlasını verirdi.


Çeşitli elbise giymek âdet-i şerifesi idi. Yabancı devlet elçileri gelince süslenirdi. Yani kıymetli ve nefis elbise giyerek, güzel yüzünü gösterirdi. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Yüzüğü üzerinde(Muhammedün Resulullah) yazılı idi. Yatağı deriden olup, içi hurma ağacı iplikleri ile dolu idi. Bazen bu yatak üzerine, bazen yere serili deri üzerine, bazen de, hasır veya kuru toprak üzerine yatardı. Mübarek avucunun içini sağ yanağının altına koyup, sağ yanı üstüne yatardı.

Resulullah efendimiz, zekât malı almaz, çiğ soğan ve sarmısak gibi şeyler yemez ve şiir söylemezdi.

Server-i âlem efendimizin mübarek gözleri uyur, kalb-i şerifi uyumazdı. Aç yatıp tok kalkardı. Asla esnemezdi. Mübarek vücudu nurani olup, gölgesi yere düşmezdi. Elbisesine sinek konmaz, sivrisinek ve diğer böcekler mübarek kanını içmezdi. Allahü teâlâ tarafından Resulullah olduğu bildirildikten sonra, şeytanlar göklere çıkarak haber alamaz ve kâhinler söyleyemez oldu.

Bir kimse, Peygamber efendimizi rüyada görse, muhakkak Onu görmüştür; çünkü şeytan Onun şekline giremez.

Rabbimiz cc bize Peygamberimizi sav önce rüyada,sonra ölüm anında ve nihayetinde de Firdevs cennetinde görmeyi nasip etsin .
AMİN sonsuz kere amin.

Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

18 Nisan 2013 Perşembe

35.HİLYE-İ SAADET(Resulullahın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görünüşü) (1)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Peygamber efendimizin mübarek yüzü ve bütün a’za-i şerifesi ve mübarek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve a’zasından ve seslerinden güzeldi. Mübarek yüzü, bir miktar yuvarlakdı. Neşeli olduğu zamanda, mübarek yüzü ay gibi nurlanırdı. Sevindiği, mübarek alnından belli olurdu.
 

Resulullah efendimiz, gündüz nasıl görürse, gece dahi öyle görürdü. Önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları dahi görürdü.
Yana ve geriye bakacağı zaman, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yeryüzüne nazarı, semaya bakmasından ziyade idi. Mübarek gözleri büyüktü. Mübarek kirpikleri uzundu. Mübarek gözlerinde bir miktar kırmızılık vardı. Mübarek gözlerinin karası gayet siyahtı. Fahr-i âlem efendimizin alnı açıktı. Mübarek kaşları inceydi. Kaşları arası açıktı. İki kaşı arasında olan damar, hiddetlenince kabarırdı. Mübarek burnu gayet güzel olup, orta yeri bir miktar yüksekti. Mübarek başı büyüktü.

Mübarek ağzı küçük değildi. Mübarek dişleri beyazdı. Mübarek ön dişleri seyrekti. Söz söylediği zamanda, sanki dişleri arasından nur çıkardı. Allahü teâlânın kulları arasında ondan daha fasih ve tatlı sözlü kimse görülmedi. Mübarek sözleri gayet kolay anlaşılır, gönülleri alırdı ve ruhları cezb ederdi. Söz söylediği zaman, kelimeleri inci gibi dizilirdi. Bir kimse saymak istese, kelimelerini saymak mümkündü. Bazen iyi anlaşılması için, üç kere tekrar ederdi.(bir bilgi: Cennette Muhammed aleyhisselam gibi konuşulacaktır.) Mübarek sesi, kimsenin sesinin yetişemediği yere yetişirdi.

Peygamber efendimiz güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken, mübarek dişleri görünürdü. Güldüğü zaman, nuru duvarlar üzerine ziya verirdi. Ağlaması da, gülmesi gibi hafifti. Kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı, ama mübarek gözlerinden yaş akar, mübarek göğsünün sesi işitilirdi. Ümmetinin günahlarını düşünüp ağlardı ve Allahü teâlânın korkusundan ve Kur’an-ı kerimi işitince ve bazen de namaz kılarken ağlardı.

Resulullah efendimizin sav mübarek parmakları iriydi. Mübarek kolları etliydi. Mübarek avuçlarının içi genişti. Bütün vücudunun kokusu, miskten güzeldi. Mübarek bedeni, hem yumuşak, hem de kuvvetliydi. Enes bin Malik diyor ki, Resulullaha on sene hizmet ettim. Mübarek elleri ipekten yumuşaktı. Mübarek teri miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Mübarek kolları, ayakları ve parmakları uzundu. Mübarek ayaklarının parmakları iriydi. Mübarek ayaklarının altı çok yüksek olmayıp, yumuşaktı. Mübarek karnı geniş olup, göğsü ile karnı beraberdi. Omuz başının kemikleri iriydi. Mübarek göğsü genişti. Resulullahın kalb-i şerifi, nazargâh-ı ilahi idi.

Resulullah efendimiz çok uzun boylu olmayıp, kısa dahi değildi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zaman, mübarek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu.

Mübarek saçları ve sakallarının kılı çok kıvırcık ve çok düz değildi. Mübarek saçları uzundu. Önceleri kakül bırakırdı, sonradan ikiye ayırır oldu. Mübarek saçlarını bazen uzatır, bazen de keser, kısaltırdı. Saç ve sakalını boyamazdı. Vefat ettiği zamanda, saç ve sakalında ak kıl, yirmiden azdı. Mübarek bıyığını kırkardı. Bıyıklarının uzunluğu ve şekli, mübarek kaşları kadardı..
 

Resulullah efendimiz sav misvakını ve tarağını yanından ayırmazdı. Mübarek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mübarek gözlerine sürme çekerdi.

Kâinatın efendisi (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne bakarak, süratle yürürdü. Bir yoldan geçtiği, güzel kokusundan belli olurdu.

Peygamber efendimiz kırmızı ile karışık beyaz benizli olup, gayet güzel, nurlu ve sevimli idi.( bir bilgi:Bir kimse, Peygamber “aleyhissalatü vesselam” siyah idi dese, dinden çıkar).


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Konuya devam edeceğim inşallah.
  
 

17 Nisan 2013 Çarşamba

PEYGAMBERİMİZİ (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) SEVMEK



“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak, emsalsiz, gizli güzelliklerinin tecellilerini, irade sahibi ve kendisine aşkla dolu bir aynada görmek ve başkalarının nazarıyla da güzelliklerine bakmak istediği için Hz. Muhammed’i (sav) ve insanoğlunu yaratmıştır. 


Sevginin kaynağı mükemmeliktir. İnsan yaradılışı itibarıyla mükemmele karşı sevgi duyar. Gerçek aşk fıtrata yerleştirilmiş sevme duygusunun ruhun emriyle harekete geçerek mahbuda yönelmesidir ki , en üstün seviyesi ”ilahi aşk” ve ondan hemen bir mertebe aşağısı da “peygamber aşkı”dır. Allah-ü Teala’yı sevmemiz O’nun peygamberine olan sevgimizle tezahür eder. Zira Hz.Peygamber’i sevmek O’nda tecelli eden ilahi isim ve sıfatları sevmektir. Cenab-ı Hakk’ın varlık aleminde yarattığı en mükemmel sanatı olan Resüller Serveri Hz. Muhammed(sav)’e duyulan sevgi, O’nun Yaratacısına olan sevginin tezahürüdür. Bu sebeple Allah aşkı ile Peygamber aşkı hiçbir zaman birbirinden ayrı düşünülmemiştir. Peygamberimizi sav sevmek O’nu tanımamızı, tanımak da sevgimizi güçlendirecektir.

Peygamberimiz sav insanların durumunu düzeltmek için canıyla , malıyla çalışan,iyilik ve yardımı en güzel olanıydı.

Kalkarken de otururken de hep Allah’ı cc zikrederdi.

Bir cemaatin yanına geldiğinde başa geçmez meclisin sonuna oturur, ashabına da bunu emrederdi.

Kendisiyle beraber oturan herkese değer verirdi. Herkes kendini en itibarlı kişi zannederdi. Onlar dönüp gidinceye kadar dinler,sabrederdi. Biri bir istekte bulunursa onu hemen yerine getirir; imkanı olmadığında bunu tatlı dille anlatırdı.

O’nun sav meclisinde kimse ayıplanmaz ve kimsenin ayıp ve kusuru dışarı vurulup yayılmazdı.

Daima güler yüzlü,yumuşak huylu, şefkat ve merhameti bol bir insandı. Sert ve kaba sözlü değildi. Hoşuna gitmeyen şeyleri görmezlikten gelirdi. Hiç kimsenin ümidini kırmaz, hoşlanmadığı bir söz veya davranışı sukütla karşılardı.

Kendi hesabına üç şeyden sakınırdı:
1.insanlarla münakaşa ve mücadele etmekten,

2.boş sözlerden,

3.yararsız ve boş şeylerle , kendisini ilgilendirmeyen işlerle uğraşmaktan.

Başkaları adına da üç şeyden uzak dururdu:
1.insanları tenkit etmekten,

2.insanların ayıp ve kusurlarını ,gizli hallerini araştırmaktan,

3.insanlara hakaret etmekten.

İlk konuşanla son konuşanı aynı dikkatle dinler asla bıkkınlık göstermezdi. Onların güldüklerine güler, onların hayret ettiklerine de hayret ederdi.

Kendini olduğu gibi göstermeyen övgüleri kabul etmezdi.

Hakkın sınırını aşmadıkça kimsenin sözünü kesmezdi.Sınır aşıldığında ya müdahale eder ya da kalkıp giderdi.

Söz ve davranışlarında hiçbir zaman haddi aşmamış , çirkin bir söz söylememiş, çirkin bir davranışta bulunmamıştır.

Kendisine yapılan zulümlerden intikam almazdı.Allah’ın cc haramları çiğnendiğinde ise şiddetle öfkelenirdi.

Luzumsuz konuşmazdı. Müslümanları birbirine ısındıracak ve birbirlerinden nefret ettirmeyecek şekilde konuşurdu.

Kendisinden birşey istendiğinde asla “hayır” demezdi.

Yüksek sesle konuşmaz, arkadaşlarının yanında ayaklarını uzatmazdı, ağızlarının içi görülecek şekilde kahkaha ile gülmezdi.

Haya duygusunu davranışların kontrol mekanizması olarak görürdü, hiç karamsarlığa düşmezdi.

Nimet az bile olsa, ona büyük değer verir, asla nankörlük etmez, onu hiçbir zaman kötülemezdi.

Yiyecek ve içecekleri ne över ne de kötülerdi.

Dünya için ve dünyada kendisini ilgilendiren işler için asla öfkelenmezdi. Fakat hakka tecavüz söz konusu olduğunda hakkı sahibine iade etmedikçe ve haksızı gereğince cezalandırmadıkça öfkesi dinmezdi.

Öfkelendiğinde hemen vazgeçer ve bunun için büyük gayret sarfederdi.

Kendisine yapılan kötülüklere göz yumar, bağışlardı.

Birşey hakkında iki şıktan birini tercih durumunda kaldığında kolay olanı seçerdi. (günah olmamak şartıyla)

O’nun ümmetinden olabilmek için , O’nun hal ve davranışlarını yani ahlakını kendimize rehber etmeliyiz. Sünnet , herbirimize insan-ı kamil olmada en güvenilir rehber ve en sağlam yoldur. Ahlakımızın güzelleşmesinde, nefis terbiyesinde ve Rabbimizle münasebetlerimizin ayarlanmasında sünnet en doğru rehberdir.

Ashab-ı kiram O’nu her yönüyle taklit ediyor, herşeylerini O’nun yaptıklarına benzetmeye çalışıyorlardı. Allah Resulü’ne sav benzemek onlar için en büyük onur ve erdemdi. Ümmeti olarak bizler de O’nun ahlakıyla ahlaklanıp , sünnetine titizlikle riayet edenlerden olalım. Amin sonsuz kere amin.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

16 Nisan 2013 Salı

PEYGAMBERSİZ BİR DİN OLAMAZ (2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Bir önceki yazıma devam ediyorum inşallah:

Kur’an dışı gelen üç vahiy daha şöyledir:

Bir gün Resulullah efendimizin devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, “Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor” dediler. Münafıkların bu sözü Resulullaha ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir) buyurdu. Tarif edilen yere gidip deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular.(Mevahib-i ledünniyye)

(Üzeyr'in ve Zülkarneyn'in Peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Hazret-i Cebrail gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara"bilmiyorum" dedim. Cebrail de, "bilmiyorum" dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, "Oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.") [Ebu Davud]

Peygamber efendimiz, mestleri üzerine mesh edince, (Ya Resulallah, [ayakları yıkamayı] unuttunuz galiba dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Hayır, ben unutmadım, Rabbim böyle yapmamı emretti.) [Ebu Davud]

Resulullah efendimiz, bütün emir ve yasakları mesela namazın ve diğer ibadetlerin farzlarını, sünnetlerini, müfsitlerini vahye uygun olarak ümmetine bildirmiştir. Hiçbir şeyi gizli bırakmamıştır. İşte iki âyet-i kerime meali:

(Eğer O [Peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47]

(O gayb hakkında cimri değildir.) [Tekvir 24]
Müfessirler bu âyeti şöyle açıklıyorlar:
(Gaybdan yani kimsenin bilmediği vahiyle bildirilen bilgileri ümmetine açıklamak hususunda cimrilik yapmaz, hepsini bildirir. Allah’ın bildirdiklerini niye gizledin diye töhmet altında bırakılamaz, itham edilemez.)

Bu gayb bilgilerini de Resulullah ümmetine tebliğ etmiştir. Namazın farzları, nasıl kılınacağı, diğer ibadet bilgileri hep bu gayb bilgilerdendir. Bunları hâşâ bildirmemesi mümkün mü? İşte bir âyet-i kerime meali:
(Ey Resulüm, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan Onun elçiliğini [Peygamberlik görevini] yapmamış olursun.) [Maide 67]

Görülüyor ki Allah Resulüne düşmanlık, Peygambersiz din meydana çıkarma gayreti, İslamiyet’i içeriden yıkmanın başka yoludur. Bu niyette olup,Yalnız Kur’an diyenler kesinlikle Kur’an-ı kerime de inanmıyorlar. Halbuki, Resulüne karşı gelenlerin yapmak istediklerinin çirkinliğini ve akıbetlerini de Allahü teâlâ Kur’an-ı keriminde mealen şöyle bildiriyor:
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]

(Kimi, Resule iman etti, kimi de, yüz çevirdi. Bunlara çılgın ateşli Cehennem kâfi gelir.) [Nisa 55]

Vahiysiz dine ait hüküm yoktur.

Peygamberimizin sav vahiy dışında içtihada dayanan sözleri de vardır.Bazı sözlerine, Allahü teâlâ, yanlış demiş ve affettiğini bildirmiştir. Tevbe suresi, 43. âyetinde mealen, (Hay Allah seni affetsin [iyiliğini versin]; [mazeretinde] doğru olanlar ile, yalancı olanlar belli olmadan, niçin onlara izin verdin?) buyuruldu.

Bu ayetten anlaşıldığı üzere Peygamberimizin sav ictihadla söyledikleri de var. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizin sav Kur’an-ı kerim dışındaki mübarek sözlerini anlamak için, (Ya Resulallah, bu vahiy mi, yani Allahü teâlânın kesin emri mi, yoksa kendi ictihadınız mı?) diye sorarlardı. Peygamber efendimiz de, vahiyse vahiy, değilse kendi ictihadı olduğunu bildirirdi.

İctihad makamına varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihadlarına göre hareket etmek mecburiyetindedir. Başka müctehidlerin ictihadlarına tâbi olamazlar. Hatta Peygamberlerin zamanlarında da, sahabeden biri, kendi Peygamberinin ictihadına uymayan ictihadda bulunursa, kendi ictihadına göre hareket ederdi. Peygamberler de ictihad ederlerdi. Fakat ictihadlarında hata ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahiy ile düzeltilirdi. Yani Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, Server-i âlem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise, başka türlü ictihad etmişti. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihadının doğru olduğunu bildirdi.

Peygamber efendimiz tarafından böyle ictihadla söylenenler, dini emir ve yasaklara ait hüküm ise, düzeltildiği için, neticede Peygamber efendimizin söyledikleri vahiy oluyor, yani son söylediği vahiy oluyor. Âyet âyeti nesh edebiliyor, hadis hadisi nesh edebiliyor, hadis âyeti nesh edebiliyor. Bunlar da vahiy ile oluyor, yani dine ait bir hüküm vahiy ile oluyor. Vahiysiz dine ait hüküm yoktur.

İctihadda Eshab-ı kiramdan biri, Peygamber efendimize uymayabilirdi. Fakat bu ahkam, Peygamber efendimiz zamanında hatalı ve şüpheli olamazdı. Çünkü, Cebrail aleyhisselam gelerek, yanlış olan ictihadlar, Allahü teâlâ tarafından hemen düzeltilir, hak ile bâtıl birbirinden hemen ayrılırdı. Peygamber efendimizin vefatından sonra meydana çıkarılan ahkam ise, böyle değildir. Bunun için, vahiy zamanında ictihad olunan ahkamı, hem yapmak, hem de inanmak lazımdır. (c.2, m.36)
Düzeltildiği için Resulullahın yanlış olan, vahye dayanmayan bir ictihadı yoktur. Hepsi vahye dayanır.

Peygamber efendimizin zamanında eshab-ı kiramın ictihadı bile hatalı olmuyor, hemen vahiy gelip düzeltiliyor, düzeltilmiş hâli vahiy oluyordu. [Buradan, (Her birine Cenneti vaad ettim, Hepsinden razıyım, onlar da benden razıdır) mealindeki âyet-i kerimelerle ve, sekiz muhaddis âlimin naklettiği (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir) mealindeki hadis-i şerifle methedilen Eshab-ı kiramın derecesini de anlamalıdır. Bu yüzden mezhep imamlarımız da onlardan gelen her haberi senet kabul etmiş, bunlara uymayan ictihadlarını bile hemen terk etmişlerdir.] Önemli olan neticedir. Bunun için Peygamber efendimiz, (Yemin ederim ki, ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum) buyuruyor. (Taberani)

Bu hadis-i şerif de gösteriyor ki, dine ait, hüküm koyan sözler vahiyledir, yanlış olma ihtimali asla yoktur.

Son bir örnek ;Kisra’nın gönderdiği iki elçi sakalsız ve uzun bıyıklı idi. Resulullah, bu elçilere, (Size bunu kim emretti?) diye sordu. Elçiler de, (Rabbimiz Kisra emretti) dediler. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Benim Rabbim de, bana sakalımı uzatmamı ve bıyığımı kısaltmamı emretti.) [Ebu Nuaym]

Böyle açık bir emir, Kur'an-ı kerimde yoktur, Kur'an-ı kerim haricinde de vahiy geldiğini bu olay göstermektedir. Demek ki, bu hadis-i şerif de, Peygamber efendimizin dine ait sözlerinin vahye dayandığını gösteriyor.

Bize Kur’an yeter diyenler bu ayetleri nasıl görmezlikten gelebiliyorlar?... A tabii onlar Allah’ımızın cc Peygamberimize sav bildirdiği sünnetleri beğenmeyip kendi “akıl”larıyla yorumluyorlardı değil mi?

Allah-ü Teala hepimizi gerçek akıl sahiplerinden eylesin . AMİN. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim” 


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR