26 Mayıs 2013 Pazar

57. YA SORMAZLARSA!!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

En iyi okullarda da okusak iyi bir eğitim almış dahi olsak eğer Allah’ın ilmini bilmiyorsak cahillerin en cahiliyiz.Tıpkı benim gibi. Şimdi ise Allah’ın ilminden öğrendiğim her şeyi yapmak ,bilmeyenlere anlatmak ,duymak istemeyenlere ne olur siz de okuyun ;Rabbimizin cc söylediklerini siz de dinleyin diye yalvarmak,bilipte önemsemeyenlere,hayatlarına sokmayanlara,unutanlara ,ne olur O’nu çok sevin ama çok sevin  diye haykırmak istiyorum.

Sadece dünyevi işlerle meşgulken ne kadar gereksiz şeylere üzüldüğümü, insan merkezli yaşadığımı,bütün hal ve tavırlarımı onlara göre ayarladığımı,hiç Rabbim cc ne der diye düşünmeden yaşadığımı farkettim.

O’na yönelmek için illa bir müsibet yaşamayı beklemesek...,Yaşadığımız her güzelliğin O’ndan ,her sıkıntının da bizim günahlarımız nedeniyle ya da derecemizin yükselmesi için yaşadığımızı hatırlasak... ve hep O’na yönelsek...,O’nu hep hatırlasak..., hiç aklımızdan çıkarmasak...,hep O’nunla olsak...,konuşsak ..Her baktığımız canlı cansız varlığın O’nu zikrettiğini bilerek bizim O’nu zikretmeden geçirdiğimiz her anı telafi etmek için çırpınsak ...bizi çok sevsin diye yollar arasak...arasak...


Ve beni derinden etkileyen o ayet...

"Kullarım Beni senden soracak olurlarsa(Ya sormazlarsa! Burası kalbimi çok acıtıyor), bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler."(Bakara, 2/186)

Bu ayetin tefsiri:

Bakara 186. Oruç İbadeti anlatılırken Allah-kul ilişkisini çok canlı ve sıcak bir üslûp­la ele alan bu âyete yer verilmesinin  birden fazla sebebi vardır:

a) Bir önceki âyetin sonlarında Allah’ın eşsiz ve benzersiz büyüklüğü, ululuğu hatırlatı­lıp kulların da bunu dile getirmeleri istenmiştir. Tekbir akla şu soruyu getirmekte­dir: Bu kadar büyük bu kadar yüce bir varlıkla küçük, âciz, başı ve sonu belli, fâ­ni, varlığına kendisi hâkim bulunmayan zavallı bir insanın nasıl bir ilişkisi olabi­lir? Onun kulluğu, şükrü ve duası bu büyüklüğe nasıl ulaşır? Âyet, o keyfıyetsiz ve akıl almaz büyüklüğün sahibi bulunan Rabbin kullarına yakın olduğunu, her an ve her yerde hazır ve nazır bulunduğunu, fizik ve matematik ötesi büyüklüğün me­safe olarak uzaklığı gerektirmediğini ifade ederek kullara, şuurlu ve canlı bir iba­detin yollarını açmaktadır. Bu yakınlık başka âyetlerde “Biz ona (ölüm halindeki insana) sizden daha yakınız”  “Biz ona (insan) şah damarından da­ha yakınız” “Allah kişi ile kalbinin arasına girer”şekil­lerinde de ifade edilmiştir,

b) Kulun Allah’a yakınlığını şuur halinde yaşaması ve hissetmesine mani olan şeyler arasında yeme, içme, gibi beden zevk­leri de vardır. İnsanlar bu zevklerle haşır-neşir oldukları sürece fizik ötesi âlemle­re ve varlıklara açılan pencerelerinin farkında olamazlar ve buradan başka âlemle­ri seyredemez, onları düşünemez, onlarla İçli-dışlı olamaz ve bütün bunların insa­na vereceği emsalsiz zevki yaşayamaz, İlhamı alamazlar. Belli bir süre bedenî zevklere açılan pencereleri kapatan oruç, diğerlerinin açılması için insana önemli bir fırsat sunmaktadır. Kul bu fırsattan hakkıyla yararlandığı takdirde Allah’ın ya­kınlığını ve beraberliğini (huzuru), yiyip içtiği günlerdekinden daha şuurlu ve can­lı yaşama imkânını bulacaktır. Âyet oruçluya bunu hatırlatmakta, onu bu fırsatı de­ğerlendirmeye çağırmaktadır.

Hem insanlarla ve dünya ile hem de Allah ile ilişkide doğru yolu bulmak, doğru hareket edebilmek için (rüşd için) bağlantıları doğru kurmaya ihtiyaç vardır. Kâmil insanlığın şartı Allah’ı tanımak, O’nunla ibadet yoluyla ve ibadet şuuruyla ilişki kurmaktır. Âyet bunu “Allah’ın çağrısına katılmak, davetini kabul etmek” şeklinde ifade ediyor. İbadetin bir şekli ve çeşidi de duadır. Kulun Rabbi ile en ya­kın ve sıcak ilişkisi namazda secde halinde ve içten gelerek yapılan dua ve niyaz halinde kurulan ilişkidir. Allah’ın çağrısına kulak veren, O’nun dinine giren bir kimse bundan üç önemli kazanç elde etmektedir:

1. O’nun yakınlığını bilmek ve yaşamak.

2. Doğru düşünme, doğru yerde ve konumda olma imkânını elde etmek.

3. O’ndan İstediğini almak (duasının kabul edilmesi). Şu iki hadis, her dua edenin nasıl mutlaka sonuç aldığını anlamamıza yardımcı olmaktadır: “Acele etmedikçe her birinizin duası kabul edilir. Bu sebeple (acelecilik yüzünden) insan, dua ettim de kabul olunmadı der”; “Hiçbir dua eden yoktur ki, şu üç sonuç arasında olma­sın: “Ya istediği hemen verilir ya lehine ertelenip saklanır yahut da dua bir güna­hına kefaret olur”

Kader inancına göre olacak ve olmayacak her şey bellidir, kulun istedikleri de kaderinde yoksa kendisine verilmeyecektir. Şu halde duanın faydası nedir?

Allah Teâlâ madde âleminde olup bitenleri kanunlara ve sebeplere bağlamış­tır. İnsanı bir ana ve babadan (onları aracı kılarak) yaratmaktadır, yağmuru bulut aracılığı ile vermektedir, ölümü bir sebebe bağlı olarak gerçekleştirmektedir. Duy­maya kulağı ve beyni, görmeye gözü ve beyni vasıta kılmıştır. Sebepleri ve vası­taları ortadan kaldırarak Allah’tan istemek “ana-baba olmadan doğmayı, göz ol­madan görmeyi” istemek gibidir. Allah’ı unutup yalnızca sebeplere ve aracılara yönelmek ise insansız kulağa, göze yönelmek, işitmeyi ve görmeyi böyle sağlama­ya çalışmak gibidir. İslâm’ın gösterdiği yol hem sebepleri ve aracıları kullanmak, ihmal etmemek hem de sebep ve sonuç elinde olan, bunlara hâkim bulunan Al­lah’a yönelmektir.

Allah’ın vermesi ve vermemesi kadere bağlı olduğu gibi dua da kadere bağ­lıdır. Kul ister Allah verir. İstemek kadere aykırı değildir, kader çerçevesi içinde­dir. Biz kullar kaderimizi “şöyle şöyle olsun” şeklinde değil, “şöyle şöyle olacak” şeklinde anlamalıyız. Kul âdabına uygun şekilde dua ederse Allah da kabul ede­cektir. 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: