4 Nisan 2019 Perşembe

Gusülden Önce Abdest Almak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
5. BÖLÜM GUSÜL

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Eğer cünüp iseniz boy abdesti alın. Has­ta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara yaklaşmış da su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin, yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nime­tini tamamlamak ister, umulur ki, şükredersiniz."[el-Maide 5/6] "Ey iman edenler! Sarhoş iken - ne söylediğinizi bilinceye kadar - ve cünüp iken de - yolcu olmanız müs­tesna gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolcu­lukta iseniz yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyem­müm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağış­layıcıdır."[en-Nisa 4/43]

Gusül, yıkanmanın adıdır. Hatta tam olarak suyun abdest organları üzerine dökülmesi anlamına gelir.

Gusül abdesti alırken, vücudun ovulmasının farz olup olmadığı hakkında âlimler arasında görüş farkları vardır. Ancak İlim adamlarının çoğunluğuna göre ovmak farz değildir. İmam Malik ve el-Müzenî'nin ovmanın farz olduğu kanaa­tinde oldukları anlatılmaktadır.

Kirmanı şöyle demiştir: "İmam Buhârî 'Eğer cünüp iseniz, boy abdesti alın' ayetini burada zikretmekle, cünüp olan kimsenin gusül abdesti alması gerektiğinin Kur'an'ı Kerim'e dayandığını açıklamak istemiştir. Bâbda zikredilen Nisa süresindeki ayet İse, cünüp birinin namaz kılabilmesinin ve camiye girebilmesi­nin gusül abdesti almasına bağlı olduğunu gösterir. Gusül abdesti, bütün bedeni yıkamakla alınır. Ancak ibadet olan yıkanma İle sıradan yıkanmayı birbirinden ayıran bir niyetin bulunması şarttır."

1. Gusülden Önce Abdest Almak

248- Rasûiullah'ın 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Hz. Âişe'den radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem cünüplükten dolayı gusül abdesti aldığı zaman önce ellerini yıkardı. Sonra namaz için abdest alır gibi, abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya batırıp, onlarla saç diplerine suyun gitmesini sağlardı. Daha sonra başına üç avuç su dökerdi. En sonunda ise, bütün bedenine su tutardı. [Hadisin geçtiği diğer yerler:262,272]

Açıklama

(Gusülden Önce Abdest Almak) ifadesiyle İmam Buhari, gusülden önce ab­dest almanın müstehab olduğunu ifade etmiştir. İmam Şafiî el-Ümm'de şöyle demiştir: "Allah Teâlâ gusül abdestini tek başına farz kılmıştır. Bu konuda, gusle başlamadan önce yapılması gereken herhangi bir şeyden bahsetmemiştir. O halde, bir kimse bütün bedenini yıkamak suretiyle gusül abdesti alırsa, bu yeter­lidir. Guslün nasıl alınacağı konusunda, Hz. Âişe'nin 
radıyallahu anha anlattıkları tercih edilir.

Gusül abdesti aldığı zaman ifadesi, gusül abdesti almaya başladığı zaman anlamına gelir. Hadiste geçen (cenabetten dolayı) ifadesindeki, harf-i cerri ise, yıkanmanın sebebini anlatır.

Önce ellerini yıkardı. Gusül abdestine başlamadan önce ellerin yıkanması birkaç nedenden dolayı olabilir: Belki ele bulaşan ve pis kabul edilen şeyleri temizlemek gayesiyle yıkanmış olabilir. Ya da uykudan uyanınca, tabii olarak ellerin yıkanması gerektiğinden dolayı yıkamıştır. Bu durumda gusülden önce abdestin olmadığı görüşü ağırlık kazanmaktadır. Ayrıca gusülden önce abdest almanın başlı başına müstakil bir sünnet olma ihtimali vardır. Buna göre gusül abdesti alınca, abdestten sonra bedenin tamamının yıkanması gerekir. Ancak abdest alırken yıkanan organların, gusül sırasında tekrar yıkanmama ihtimali de söz konusudur. Buna göre yıkanan ilk organla birlikte cünüplükten temizlenmek için alınan gusül abdestine niyet etmek gerekir. Abdest organlarının ilk önce yıkanması, onlara verilen Önemden kaynaklanmaktadır. Ayrıca küçük ve büyük tahareti birlikte gerçekleştirme amacı da söz konusudur. Nitekim Şafiiler'den el-Muhtasar adlı eserin şârihi Dâvûdî bu görüştedir. O bu konuda şunları söylemiş­tir: "Gusleden ilk önce sırasına göre, abdest organlarını yıkar. Ancak bunu yaparken, cünüplükten temizlenmek İçin alınan gusül abdestine niyet eder." İbn Battal ise, gusül abdesti alan birinin ayrıca abdest alması gerekmediği konu­sunda İcma olduğunu nakletmiştir. Ancak bu kabul görmemiştir. Çünkü arala­rında Ebu Sevr, Davud ve daha başkalarının da bulunduğu bir grup âlime göre gusül abdesti, hadesten kurtulmak için alınan abdest yerine geçmez.

(Onlarla) Yani suya batırdığı parmaklarıyla. (Saç diplerini hilallerdi.) Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem gusül abdesti alırken parmaklarıyla başının sağ tarafını ovar ve saç diplerine ininceye kadar buna devam ederdi. Daha sonra aynı şekilde başının sol tarafını parmaklarıyla ovardı.

Kadı İyâz şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu uygulama­sına dayanarak, bazıları gusül abdesti alırken vücuttaki diğer kılların da diplerine su gitsin diye ovulması gerekir kanaatindedir."

Parmaklarla saçı ovma suyun, bütün saçları ıslatmasını ve deriye ulaşmasını sağlar. Suyun başın derisine kadar ulaşmasının ovmakla sağlanması, saçların ta­mamının ıslanmasına ve derinin yavaş yavaş suya alışmasına vesile olur. Böy­lece birden su dökünce, meydana gelecek yanma ve üşümelerin önüne geçilmiş olur. Suyun, saç diplerine ulaşmasına mani olacak şekilde keçeleşmiş saçlar hariç, âlimlerin ittifakıyla hilalleme/parmaklarla saçı ovma farz değildir.

(Üç avuç) Hadiste geçen kelimesinin çoğuludur. Bu ifadeden, gusül abdesti alırken, yapılması gereken fiilleri, üç defa yapmanın müstehap olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Nevevî şöyle der: "Bu konuda, Mâverdî hariç diğer âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. Zira sadece Mâverdî, gusülde organları birkaç kez yıkamanın müstehap olmadığı kanaatindedir."

(Sonra suyu bütün vücuduna dökerdi.) Gusül abdesti alırken vücudun ovulmasını şart görmeyenler hadisin bu kısmını delil olarak kullanmışlardır. Ni­tekim bu durum gayet açıktır.

Kadı İyâd, gusülden önce alınan abdest, yıkanması gereken azaların birden fazla yıkanmasının gerekliliğiyle ilgili olarak her hangi bir rivayetin olmadığını söylemiştir. Halbuki bu konuda, Nesâi ve Beyhakî'nin Ebu Seleme kanalıyla Hz. Âişe'den naklettikleri ve sahih bir senetle bize ulaşan bir hadis vardır. Hz. Âişe Peygamber Efendimiz'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem nasıl gusül abdesti aldığını tarif ederken şöyle de­miştir: Sonra üç defa ağzını çalkaladı, yine üç defa burnuna su verdi, yüzünü ve ellerini de üç kez yıkadı. Daha sonra başından aşağı üç kere su döktü."

{Bütün bedenine) İfadedeki lafzı ile yapılan pekiştirme Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadiste geçen hususları yaptıktan sonra bütün bedenini yıkadığını gösterir. Bu da, yukarıda ilk ihtimal olarak belirttiğimiz, gusül abdestinden önce abdest almanın başlı başına bir sünnet olduğu görüşünü destekler. Buna göre, gusül abdesti alan, eğer abdesti yok ise abdeste niyet eder. Yoksa alacağı abdest, guslün bir sünneti olur. Bu hadis, gusül abdesti alırken vücudun geri kalan kısmını yıkamadan önce tam olarak abdest almanın müstehap olduğu görüşüne delil kabul edilmiştir. Buna göre ayakların yıkanması, guslün sonuna bırakılmaz. Bu husus, hadisin namaz için abdest alır gibi kısmında gayet açık olarak görülmektedir.

249- Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Rasûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem namaz için abdest alır gibi abdest aldı. Ama ayaklarını yıkamadı. Avret mahallini ve bu bölgede kalmış olabilen meni kalıntılarını yıkadı. Sonra üzerine su döktü. Daha sonra gusül abdesti aldığı yerden biraz kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. İşte Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem cünüplükten dolayı bu şekilde gusül abdesti alırdı. [Hadisin geçtiği diğer yerler:257,259,260,265,266,274,276,271]

Açıklama

(Namaz için abdest alır gibi abdest aldı Ama ayaklarını yıkamadı) Bu ifade açık bir şekilde gusül abdesti alırken ayakların sona bırakılacağını göstermek­tedir. Bu da yukarıda Hz. Âişe'den nakledilen hadisten ilk etapta anlaşılan manaya aykırı düşer. Ancak bu iki rivayet arasını şu şekilde bulabiliriz: Hz. Âişe'den nakledilen rivayet mecaz olarak değerlendirilebilir. Nitekim yukarıda bundan söz edildi.

Rivayetlerde beliren iki farklı durumdan dolayı ilim adamları arasında görüş farklılıkları olmuştur, şöyle ki: Çoğunluğa göre gusül abdesti alırken ayakların sonra yıkanması müstehaptır. İmam Malik İse meseleye ayrıntılı biçimde yak­laşmıştır. Ona göre abdest alınan yer temiz değilse, ayakların sonra, eğer temiz ise önce yıkanması müstehaptır. Şafiî ekolünde önce mi, yoksa sonra mı yıka­manın daha uygun ve makbul olduğu konusunda İki görüş vardır. Bu hususta İmam Nevevî şöyle demiştir: "En güvenilir, yaygın ve tercih edilen görüşe göre, abdestin tamamlanması gerekir. Zira Hz. Âişe ve Meymûne'den nakledilen riva­yetlerin çoğu bu doğrultudadır." Ayrıca onun şu görüşü nakledilir: "Hz. Âişe ve Meymûne'den nakledilen rivayetlerde bu konuya açıklık getiren her hangi bir bilgi yoktur. Bu husustaki rivayetler 'Namaz için abdest alır gibi abdest aldı' ifa­desinde olduğu gibi ya meseleye muhtemelen delalet etmekte veya biraz Önce geçen Ebu Muâviye hadisinde olduğu gibi ayakların sona bırakıldığına zahiren delalet etmektedir." Bu konuda Kurtubî ise şunları kaydeder: "Ayakların yıkan­masının sona bırakılmasındaki hikmet, gusül abdestine abdest organlarıyla baş­layıp abdest organlarıyla bitirme düşüncesidir."

(Avret mahallini yıkadı.) Hadiste takdim ve tehir vardır. Çünkü avret ma­halli, abdesten önce yıkanır. 

(İşte bu şekilde gusül abdesti alırdı) Hadiste geçen bu şekilde ifadesi ile, söz konusu fiillere işaret edilmiştir. Ya da, Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem gusül abdestinin tasviri kasdedilmiş olabilir.

İmam Buhârî, Hz. Meymûne validemizden nakledilen bu hadisi, abdeste ara verilebileceğine ve avucuyla (veya maşrabayla) su alan birinin sağ eli İle sol eline su dökmesinin müstehap olduğuna delil getirmiştir. Ayrıca önceki hadiste geçen "ağzını çalkaladı ve burnuna su verdi" ifadesinden hareketle, gusül abdesti alan kimsenin ağzını çalkalayıp burnuna su vermesinin dinî bir temeli olduğu sonucuna varmıştır. Hanefîler söz konusu İfadeye dayanarak, ağza-burna su vermenin farz olduğu görüşüne varmışlardır. "Mücerred amel, ancak bir şeyin farz olması kendisine bağlı olan mücmel bir ifadeyi açıklarsa farza delalet eder. Burada ise böyle bir durum söz konusu değildir.[Ancak bu itiraz yerinde değildir.Doğrusu ağza burna su vermenin farz olduğudur. Ayrıca bu da yukarıda zikredilen kurala uygundur. Çünkü 
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem guslü, ayeti kerimede yer alan 'cünüp olduysanız, boy abdesti alın' mücmel ifadeyi açıklamaktadır.] gerekçesi ile onlara İtiraz edilmiştir. Bu itiraz İbn Dakîk el-îd'den gelmiştir. İmam Buhârî, yukarıda işaret edilen hadisin, "elini yere veya duvara sürdü" ifadesine dayanarak gusül abdesti alınırken eli, duvardaki veya yerdeki toprağa sürmenin müstehap olduğu sonu­cuna ulaşmıştır. İbn Dakîk el-Id şöyle demiştir: "Bu hadise göre, necaseti gidermek ve gusül abdesti almak için bir kez yıkama ile yetinilebileceği anlaşılır. Zaten asıl olan bir şeyin tekrarlanmamasıdır. Birden fazla yıkama hususunda ise, farklı yorum ve yaklaşımlar vardır." İmam Nevevî ve daha başkalarına göre bir kez yıkamak yeterlidir. Ancak bu hadiste, söz konusu yıkamanın necaseti gidermek için olduğu belirtilmemiştir. Aksine temizlik endişesinden de kaynaklanabilir. Bu durumda bir defa ile yetinilemez.

Elin yere sürülmesi ise, hassasiyetten ileri gelir. Bununla, Buhârî'nin de ifa­de ettiği gibi, ellerin daha da temiz olması hedeflenmiştir.

Bu; hadisi, meninin veya avret mahallindeki ıslaklığın necis olduğuna delil getirenlerin iddia ve görüşlerinde haklı olduklarını göstermez. Çünkü gusül ab­desti, sadece necaseti gidermek için alınmaz. Ayrıca bu bâbda zikredilen hadiste yer alan "rahatsızlık veren kalıntıları" ifadesi, meninin necis olduğunu gösterme hususunda yeterli değildir.

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

1- Gusül abdesti alırken farz olan, yıkanması gereken yerlerin bir kez yıka­ması

2- Gusül abdesti alırken normal abdest alıp daha sonra vücudunun geri ka­lan kısmını yıkayanların, abdesti bozan bir durumun gerçekleşmesi hariç dinen abdest alması gerekmez.

3- Güsül abdesti aldıktan sonra ellerdeki sular silkelenir.

4- Aynı şekilde, abdest aldıktan sonra da ellerde kalan su silkelenir.

5- Bîr insanın evinde bile olsa, gusül abdesti alırken avret mahallini kapat­ması müstehaptır.

Bu hadiste bazı faydalı bilgiler tespit edilmiştir. Bunları da, şu şekilde sıra­lamak mümkündür:

1- Gusül ve abdest suyunu hazırlamada başkasından yardım istenebilir. Çünkü Hafs ve diğerlerinin rivayetine göre
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem  eşi "Rasûlullah için gusül abdesti suyu koydum" demiştir.

2- Yine bu ifadeden eşlerin kocalarına hizmet etmesi sonucuna varılır.

3- Sol el ile avret mahallini yıkamak için sağ el ile sol ele su dökülür.

4- Suyu avucuyla almak İsteyenler, avret mahallerinden önce, ellerini yıkamalıdır. Bu şekilde, kirli olma ihtimali bulunan ellerini suya batırmaktan koru­nurlar. Eğer su ibrik gibi bir kapta ise, bu durumda daha uygun olan önce avret mahallinin yıkanmasıdır. Bu sayede, abdest alırken araya fasıla girmesine engel olunur.

Bu hadisin hiçbir rivayetinde, gusülden önce alınacak abdestte, açıkça başın meshedilmesini gösteren herhangi bir ifade yoktur. Malikiler, "gusül sırasında alınan abdestte baş meshedilmez, bunun yerine yıkamakla yetinilir" derken buna dayanmışlardır.

Bazıları Ebu Hamza ve başkalarının rivayetine göre, hadiste yer alan Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  eşinin "Ona havlu uzattım, fakat almadı" ifadesine dayanarak, gusülden sonra kurulanmanın mekruh olduğu sonucuna varmıştır. Ancak hadis, bu görüş ve iddiaya delil olmaz. Çünkü bu hususta birkaç ihtimal söz konusu olabilir. Mesela mekruh olduğu için değil de, başka bir nedenden dolayı havluyu almamış olabilir. Belki de uzatılan havluyla ilgili bir engel olmuş olabilir. Ya da, Hz. Peygamber acelesi olduğu için kurulanmak istememiştir. Yahut başka bir neden de söz konusu olabilir.

Mühelleb şöyle demiştir: "Muhtemelen Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  suyun bereketi kalsın diye, kendisine uzatılan havluyu reddetmiş olabilir. Tevazudan dolayı veya havlunun kirli olduğunu, belki de ipekten yapıldığını fark ettiği için kurulanmamış olması da muhtemeldir.."

Bu hadisin Ahmed b. Hanbel ve İsmâilî rivayetinde Ebu Avâne kanalıyla A'meş'ten şöyle nakledilmiştir: "Kurulanma meselesini İbrahim en-Nehâî'ye sor­dum. O da, 'Bunda bir sakınca yoktur. Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem , bunun adet olmasından endişe ettiği için kendisine uzatılan havluyu reddetmiştir.' şeklinde cevap verdi."

Bu rivayetin açıklanması konusunda et-Teymî şöyle demiştir: "Bu hadis, Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem , kurulandığını gösterir. Eğer kurulanmasaydı eşi, ona havlu getirmezdi." İbn Dakîk el-Id de şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem eliyle suyu silkmesi, kurulanmanın mekruh olmadığını gösterir. Çünkü her ikisi de, suyu gidermeye yönelik bir faaliyettir." Nevevî ise şöyle de­miştir: "Bu konuda bizim mezhebimizde beş görüş vardır. Bunların en meşhu­runa göre, kurulanmayı terk etmek müstehaptır. Ancak kurulanmanın mekruh, mubah, müstehap ve yazın mekruh, kışın müstehap olduğuna dair görüşler de vardır." Ayrıca Nevevî bu hadisi, hükmî necasetten temizlenen kimsenin organ­larından dökülen suyun temiz olduğuna delil kabul etmiştir. Bu görüşüyle, bu konuda aşırı gidip söz konusu suyun necasetine hükmeden Hanefilere muhalefet etmektedir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

3 Nisan 2019 Çarşamba

A'RAF SÛRESİ 194.-198. ayetlerin tefsiri


Kendilerine Tapılan Putların Hakikati

194- Allah'ı bırakıp taptıklarınız da si­zin gibi kullardır. Eğer doğrucu iseniz, haydi onları çağırın da size icabet et­sinler.

195- Onların yürüyecekleri ayakları mı, yoksa tutacakları elleri mi, yahut görecekleri gözleri mi, yoksa işitecek­leri kulakları mı var? De ki: "Ortaklarınızı çağırın, sonra bana tuzağı kurun da bana mühlet bile vermeyin.

196- Benim velim o kitabı indiren Al­lah'tır. Ve o salihleri veli edinir.

197- Sizin O'ndan başka taptıklarınızın ise, ne size, ne de kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez.

198- Eğer sen onları hidayete davet edersen duymazlar. Onları sana bakar görürsün. Halbuki onlar görmezler.

Açıklaması

Şüphesiz o kendilerine taptığınız, ilâh edindiğiniz, zararı uzaklaştırması veya fayda sağlaması için ibadet ettiğiniz o putlar, kendilerine tapanlar gibi kuldurlar. Onlar gibi, Allah'ın mahlukudurlar. O'nun irade ve kudretine boyun eğerler. Hatta insanlar, onlardan daha mükemmeldirler. Çünkü insanlar duyar, görür ve tutar, yakalarlar. Onlar ise, bunlardan hiçbirini yapamazlar. Du­rum böyle olunca, kendisi gibi bir mahluk olan, hatta kendisi daha mükemmel olan insan, putları nasıl mukaddes bilir, onlara tapar? İbadete lâyık olan, bü­tün kâinatın kendisine boyun eğdiği, bütün sebeplerin kendisine itaat ettiği yaratıcı Rab'dir. O halde sen, Allah'ın ilim ve marifetle mümtaz kıldığı, inancı­nı hak ve nurla süslediği insanlığa peygamberliği bırakır da, Allah diye zarar ve fayda vermeyen bir taşa nasıl taparsın?

Eğer onları ilâh yapmakta, ibadete lâyık olduklarında, onlardan fayda ve­ya zarar ummakta samimi iseniz onlara dua edin ve onlardan herhangi bir ta­lepte bulunun da, onlar sizin duanıza -kendiliklerinden veya Allah katında aracı olarak- icabet etsinler. Burada duanın manası: Onlara menfaat sağla­mak, onlardan zararları gidermektir."İcabet etsinler" ifadesinin Arapça karşılı­ğında "lâm" harfi, emir manasındadır. Mana şöyle olur: Her akıllı, onların du­aya icabet edemeyeceklerini anlayınca, onların ibadete lâyık olmadıkları da or­taya çıkar.

"Sizin gibi kullardır" sözü, onlarla alaydır. Onlar canlı, akıllı olsalar bile, sizin gibi kuldurlar, aranızda hiçbir fark yoktur.

Putların kul oldukları söylendi ve cansız, akılsız varlıklar oldukları halde, müşriklerin zarar ve fayda veren varlıklar oldukları konusundaki inançlarına uygun olarak, akıllı varlıklar için kullanılan zamirlerle işaret olundular.

Sonra Kur'an, onlara cevapta acele etmiş, onlar gibi kullar oldukları görü­şünü iptal etmiş, onlar gibi olmadıkları, belki onlardan daha aşağı derecede olduklarını söylemiş, el, ayak, göz, kulak gibi dört uzuv zikrederek, bunların put­larda olmadıklarını zikretmiştir.

Putların, kendileriyle fayda sağlamaya yahut zararı giderecekleri ayakla­rı, istediğiniz iyiliği yahut şerrinden korktuğunuz şeyi tutacak elleri, hallerini­zi görecek gözleri, dualarınızı, sözlerinizi duyacak, isteklerinizi anlayacak ku­lakları yoktur: O halde onlar, sizin gibi değildir; bir şey yapmada, bir takım sıfat ve kuvvetlerde sizden daha aşağı durumdadırlar. Bu gibi organlara sahip olmayanlar ibadete lâyık olamazlar. Çünkü insan, bu putlardan çoğu konuda daha üstündürler. Hatta insanla bu putların meziyetleri arasında karşılaştır­ma yapmak doğru değildir. Çünkü onlar, ya sağır bir taş, ya işaret etmez bir çamur, ya bir hurma veya Hanife oğullarının putu gibi bir tatlıdır.

Şiir: "Hanife Rabbini yedi, sıkıntı ve açlık yılında.."

Bütün bunlara rağmen Peygamber (s.a.) onlara meydan okumakla ve on­ları fiili uygulamaya çağırmakla emrolunarak şöyle dendi: Ey Muhammed! Bu putperestlere şöyle de: Allah'tan başka, ortak koştuğunuz varlıkları ve ilâhları­nızı çağırın! Bana karşı onlardan yardım isteyin. Bana tuzak hazırlamak için birbirinizle yardımlasın. Beni bir an bile geri bırakmayın, bütün gayretinizi sarfedin. Yapabiliyorsanız bana zarar verin. Siz ve ortaklarınız bir an bile bana vakit tanımayın. Size aldırış etmem. Bunu ancak Allah'ın koruyacağına inanan söyleyebilirdi. Onlar, onu ilâhlarından korkutmuşlardı.

Bu, onların tehditlerini ve: "Biz, ilâhlarımızın sana kötülük etmesinden korkuyoruz" sözlerini reddir.

Sonra Hz. Peygamber, Mekke'de çok az sayıda yardımcıları olmasına rağ­men, Allah'a son derecede güvendi ve bu mabudları tahkir etti. Allah'ın vahyi ile: "Benim velim Allah'tır" dedi. Yani, Allah bana yeter, size karşı benim yar­dımcım O'dur. Dünyada ve ahirette işimi üstlenen O'dur. O'na dayanır, O'na sığınırım. Tevhide çağıran, şirki reddeden Kur"an'ı bana indiren, peygamberlikle be­ni aziz kılan O'dur. Benden sonra her iyi kimseyi -Hurafe ve bidatlarından uzak bir inanca sahip olan ve iyi amel işleyen kimseyi- de, üstlenecek O'dur. İyi kulla­rına ve peygamberlerine yardım etmek, onları rezil rüsvay etmemek Allahu Te-âlâ'nın adetidir. Müşriğin dostu ise şeytandır: "Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır. Küfredenlerin dostları ise tağuttur. O da on­ları nurdan karanlıklara çıkarır" (Bakara, 2/257). Bu ayetin daha önceki ayet­lerle bağlantısı şudur: Cenab-ı Hak, bundan önceki ayetlerde, putların fayda ve zarar vermeye güçlerinin olmadığını açıkladı. Bu ayette de, her akıllı kimse için Allah'a ibadet etmek gerektiği, çünkü din ve dünya menfaatlarını -birincisi Kur'an indirmekle, ikincisi iyi şeyleri vermekle- O'nun üstlendiği açıklanıyor.

Sonra Allahu Teâlâ, putların, yardımı gerçekleştirmekte hüsrana uğradık­larını açıklıyor: "Sizin O'ndan başka taptıklarınızın ise ne size, ne de kendileri­ne yardım etmeye güçleri yetmez." Yani, Allah'tan başka, size yardım etmeleri ve sizden zararı uzaklaştırmaları için ibadet ve dua ettiğiniz varlıklar size yar­dım edemezler. Kendilerine hakaret edenlere, ya da üzerlerine konulan koku, tatlı gibi şeyleri alanlara, yahut onlara kötülük yapmak isteyenlere karşı ken­dilerine bile yardım edemezler.

Nitekim İbrahim (a.s.), putları paramparça ederek kırdı ve buna engel ola­madılar. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Onlara gizlice sağ eliyle vurdu" (Saffat, 37/93). "Onların hepsini parça parça edip, yalnız büyüklerini bıraktı ki, belki ona başvururlar." (Enbiya, 21/58).

Muaz b. Cebel ve Muaz b. Amr b. el-Cemûh (r.a.)'dan rivayet olunur: Resulullah (s.a.), Medine'ye gelince müslüman olan bu iki genç sahabi, kavimleri ib­ret alıp, görüşlerini değiştirsinler diye, gece müşriklerin putlarına saldırır, on­ları kırarlar ve ihtiyaç sahiplerine odun yaparlardı.

Kavminin efendisi olan Amr b. el-Cemûh'un bir putu vardı. Ona tapar, ko­ku sürerdi. İşte, yukarıda adı geçen iki genç, gece gelirler, o putu başı üstüne ters çevirirler, ona pislik sürerlerdi. Amr b. Cemûh da gelir, yapılanları görür, onu yıkar, koku sürer, yanına bir kılıç koyarak şöyle derdi: "Öcünü al." O iki genç, hep aynı şeyi yapar, o da aynı şeyi tekrarlardı. Nihayet bir keresinde onu aldılar. Ölü bir köpeğe bir iple bağlayarak oradaki bir kuyuya attılar. Amr ge­lip manzarayı görünce düşündü ve inandığı dinin bâtıl olduğunu anlayarak şöyle dedi:

"Tallahi eğer sen tapılacak bir ilâh olsaydın

Bir köpekle birlikte olmazdın."

Sonra, iyi bir müslüman oldu ve Uhud savaşında şehid düştü. [107]

Onlar yardımdan aciz oldukları gibi, irşad ve hidayetten de acizdirler. Ni­tekim Cenab-ı Hak: "Eğer onları doğru yola davet ederseniz size tabi olmazlar" buyurmuştur. Eğer siz, bu putlardan, sizi doğru yola iletmeleri ve yardım et­melerini isteseniz, bırakın yardımı, sizin dualarınızı bile işitmezler. Ey düşü­nen kişi! Sen onları, yapma gözlerle bakar görürsün. Çünkü onlar, hiçbir şey görmeyen, görüneni anlamayan cansız varlıklardır. Çünkü onların, yapma gözleri vardır, onunla bir şey göremezler. Nitekim başka bir ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Eğer onlara dua etseniz, onlar sizin dualarınızı işitmezler. İşitseler bile, icabet edemezler." (Fâtır, 35/14). Onların kulakları ve gözleri yoktur. O halde onlardan nasıl yardım umulur? Kendilerine hakaret edenlere zarar vereceklerinden nasıl korkulur? Size de, onları ilâhlar edinmeniz yakışır mı? [108]

[107] İbni Kesir, 11/276.


[108] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/163-165

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

2 Nisan 2019 Salı

A'RAF SÛRESİ 181.-186. ayetlerin tefsiri


Hidayete Erenler Ve İslâm Davetini Yalanlayanlar

181- Yarattıklarımızdan öyle bir üm­met vardır ki, hakka rehberlik ederler ve adaletle hükmederler.

182- Ayetlerimizi yalanlayanları biz, bilmeyecekleri yönden derece derece helake yaklaştıracağız.

183- Ben onlara mühlet veririm. Mu­hakkak ki benim yakalamam şiddetli­dir.

184- Onlar düşünmediler mi ki, arka­daşlarında hiçbir delilik yoktur. O, an­cak apaçık korkutandan başkası değil­dir.

185- Onlar, göklerin ve yerin hüküm­ranlığına, Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye ve belki ecellerinin yakın ol­duğuna hiç bakmazlar mı? Artık bun­dan sonra hangi söze inanacaklar?

186- Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek olmaz ve O, bunları taşkınlıkları içinde, şaşkın bir halde bırakıverir.


Açıklaması

Ümmetlerden bir kısmı, sözle ve davranışla hakkı ayakta tutarlar. İnsan­ları ona çağırır ve hakla amel ederler. Zulüm ve haksızlık yapmadan adaletle hükmederler: Onlar Muhammed ümmetidir. Bunun delili, birçok hadislerde ge­len ifadelerdir. O hadislerden bazıları şunlardır:

1- Buharî ve Müslim'in, Sahihayn'da Muaviye b. Ebî Süfyan'dan rivayet ettiklerine göre, Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden bir taife daima hak üzere bulunur. Kıyamet kopana kadar kendilerini terk eden ve mu­halefet eden kimsenin onlara bir zararı dokunmaz".

2- Yarattıklarımızdan öyle bir ümmet vardır ki, hakka rehberlik ederler ve adaletle hükmederler" ayeti hakkında Rebi b. Enes şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ümmetimden, İsa b. Meryem'in ineceği zamana kadar hak üzere olan bir kavim bulunacaktır".

3- İbni Cerir et-Taberi, İbnül-Münzir, Ebu'ş-Şey İbni Hayyan'ın İbn Cü-reyc'den tahririne göre, o şöyle demiştir: Peygamber (s.a.) bize şöyle dedi: "Bu, hakla hükmeden, hakla alıp veren benim ümmetimdir".
4- Abd b. Humeyd ve İbnü'l-Münzir, bu ayet hakkında Katâde'nin şöyle dedi­ğini tahric etmişlerdir: Bize ulaşan rivayete göre Peygamber bu ayeti okuduğu zaman şöyle derdi: "Bu, sizin içindir. Sizden önceki kavme de aynısı verilmişti: "Mu­sa'nın kavminden de, hakka yol gösteren ve onunla adalet eden bir ümmet vardı".
5- Ebu'ş-Şeyh İbni Hayyân, Ali b. Ebî Talib'ten şöyle dediğini tahric etmiş­tir: "Bu ümmet 73 fırkaya ayrılarak, bir fırka müstesna hepsi de cehenneme gidecek. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: 'Yarattıklarımızdan öyle bir üm­met vardır ki, hakka rehberlik ederler ve adaletle hükmederler". İşte bu üm­metten kurtulanlar, bunlardır.

Kısaca: Cenab-ı Hak, Musa (a.s.) kıssasında: "Musa'nın kavminden bir ümmet vardır ki, hakla doğru yolu gösterirler, hakla adalet ederler" dedikten sonra, bu sözü tekrar söyledi. Çoğu müfessirler bunu, İbni Abbas, Katâde, İbni Cüreyc ve daha başkalarından rivayet olunan hadisi delil göstererek, ümmet-i Muhammed'le yorumlamışlardır.

İşte ümmet-i Muhammed'den birinci fırka bunlar.. Sonra Allahü Teâlâ: "Ayetlerimizi yalanlayanları biz, bilmeyecekleri yönden derece derece helake yaklaştıracağız" sözüyle ikinci fırkayı zikrediyor. Yani Kur'an'ı yalanlayanları -Mekkelileri- dalâletleri içinde bırakırız ve onları, yavaş yavaş bilmedikleri yer­den azaba yaklaştırırız. Nimetler vermek, rızk ve hayır kapılarını açmak, ge­çim yollarını kolaylaştırmak suretiyle onları helak edecek şeylere yaklaştıraca­ğız. Her günah işleyişlerinde, şımarıklıkları, fesada dalışları, azgınlıklara de­vam edişleri ve isyan içinde gidişleri artar: "Acaba onlara mal ve evlat olarak verdiklerimizle, onların hayırlarına mı acele ediyoruz sanıyorlar? Aksine onlar fark etmezler" Yine başka ayetlerde Allah şöyle buyuruyor: "Bunlar kendileri­ne hatırlatılanı unutunca, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Ta ki verilenler yüzünden ferahladılar. O zaman da onları ansızın tutup yakalayıverdik. Artık o anda onlar ümitsiz kalıverdiler. Zulmeden kavmin ardı arkası kesildi. Alemle­rin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." (En'am, 6/44-45). Buhari ve Müslim'de, Ebu Musa'dan şu hadis-i şerifi rivayet ederler: "Allah zalime bir zaman mühlet verir, sonunda bir kere yakaladı mı, artık bir daha onu salıvermez."

Nitekim bu, Bedir, Hendek, Mekke'nin fethi ve diğer savaşlarda hezimete uğrayan Kureyş kâfirleri hakkında gerçekleşti. Allah peygamberini onlara üstün kıldı.

Kendisine Kisra'nın hazineleri götürüldüğü zaman Ömer şöyle dedi: "Al­lah'ım! Birden cezalandırılmayıp mühlet verilenlerden olmaktan sana sığını­rım. Çünkü senin şu sözünü duydum: "Bilmeyecekleri cihetten, onları yavaş ya­vaş helake yaklaştıracağız.."

"Ben onlara mühlet veririm": Onlara süre vereceğim. İçinde bulundukları hali uzatacağım. Şüphesiz ki benim gizli tedbirim, şiddetli ve kuvvetlidir.

Kısacası nimetlerin, mal mülkün ve rızkın artması, insanın kurtuluşu için bir delil değildir. İstidrac olabilir. Nitekim, aleyhinde hükmolunmak için düşmanın hüküm verilecek yere getirilmesi de bu kabildendir.

Zalim hemen cezalandırılmadığında, buna aldanmamalı. Zulüm ve taşkın­lığını arttırıp kendisini tanıtsın diye bırakılır. Sonra o zalim, dünya cezası için, hakimlerin kabzasına düşer, yahut onun başına musibet ve belalar gelir. Sonra Allah onu, şiddetli ahiret azabıyla cezalandırır. 


İstidrac: Cezalarını artırarak, onları helake götürecek şeye yavaş yavaş yaklaştırmaktır.

Allahü Teâlâ, ayetlerinden yüz çevirenleri tehdit ettikten sonra, onların şüphelerine cevap vermek üzere: "Onlar düşünmediler mi ki, arkadaşlarında hiçbir delilik yoktur" buyurdu. Şu ayetlerimizi yalanlayanlar, arkadaşlarında -Muhammed'de- bir delilik bulunmadığını düşünmediler mi? Onun, işin başın­dan itibaren halini, davetinin ve peygamberliğinin hak olduğunu, hakka çağır­dığını bildikleri halde, o bir şair, deli diyorlardı.. "Arkadaşlarında" tabiri onla­rın, onun çocukluk, gençlik, olgunluk zamanındaki ve peygamberlikten sonraki halini tam manasıyla bildiklerini hatırlatmak içindir.

Eğer onlar, asabiyyetten, heva ve heveslerinden uzaklaşarak onun duru­munu düşünseler, hakkı bilirler, onun doğruluğunu, deli ve şair olmadığını anlarlar. Kur"an, onların iftiralarını şöyle anlatır:

"Arkadaşınız, bir deli değildir"
(Tekvir, 81/22)."De ki: "Ben size ancak bir nasihatla öğüt veriyorum: Ki yalnızca Allah için, ikişer ikişer, birer birer kalkı­nız, sonra tefekkür ediniz. Ki, arkadaşınızda bir delilik yoktur. O, ancak -şid­detli bir azabın öncesinde- sizin için bir korkutucudur" (Sebe, 34/46)."Yoksa: "Onda delilik var" mı diyorlar? Aksine o, onlara hak ile geldi. Halbuki onların çoğunluğu hakkı hoş görmezler" (Müminûn, 23/70). "Dediler ki: "Ey kendisine Zikr indirilen! Mutlaka sen bir delisin" (Hicr, 15/6). "Ve derlerdi ki: "Biz ilâhla­rımızı deli bir şair için mi terk edeceğiz?" (Saffât, 37/36).

Şüphesiz o, bir deli değildir. Nasihat eden bir uyarıcı ve güvenilir bir tebliğcidir. Davetine inanmadığınız takdirde, başınıza gelecek dünya ve ahiret azabından sizi korkutmaktadır.

Allahu Teâlâ, bu yalanlayanların durumunu anlattıktan sonra şöyle de­mektedir: Hakkında ve davetini düşünmeden peygamberi yalanladılar mı? Bu suretle onların dikkatini, davet ettiği Allah'ın birliğine inanmaya çevirdi. Gök ve yer alemini düşünmeden peygamberi yalanladılar mı? Gök ve yer aleminde, hikmetli ve ezelî yaratıcının varlığına deliller vardır. Ayette geçen melekût ke­limesi, mübalağa sîğası olup, büyük mülk demektir. Şu ayetlerimizi yalanla­yanlar, Allah'ın mülkünü ve saltanatını, göklerdeki ve yerdeki eşsiz nizamını, küçük büyük her şeyi düşündükleri zaman, doğru ve sağlam düşünüş onları Allah'ın varlığına ve birliğine götürür. Ansızın ölümün geleceğini, yakında ölebileceklerini düşünmediler mi? Ansızın ecel gelmeden ve ceza inmeden, bakıp görmekte, hakkı aramakta acele etsinler. Allah'ın Rasûlüne itaat etsinler, ona itaata yönelsinler..

Cenab-ı Hakk'ın "Allah'ın yarattığı her şey" sözü, tevhid delillerinin sade­ce göklerde ve yerde olmadığına; Allah'ın yarattığı ceset ve ruhtan her zerre­nin, tevhide eşsiz bir burhan olduğu konusunda uyan mahiyetindedir.

"Ecellerinin yakın olduğu" sözü, düşünmeye büyük bir teşvik, ecellerinin yaklaşmış olup küfür üzere ölüp Allah'ın azabına ve elim cezasına uğramala­rından korkutmadır. Kısacası, belki de, ecelleri yaklaşmıştır. Niçin, zaman geç­meden Kur'an'a imana koşmuyorlar. İbni Abbas şöyle demiştir: Ecelin yaklaş­masıyla, Bedir ve Uhud savaşlarını murad etmiştir.

Kur'an'a inanmıyorlarsa, ondan başka hangi söz ve olaya inanacaklar? Muhammed (s.a.)'in Allah katından getirdiği kitabındaki korkutmadan başka hangi korkutmaya iman edecekler? Kur'an'dan başka hangi söz onların iman etmesine daha lâyıktır?

Sonra Allahu Teâlâ "Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek ol­maz ve O bunları taşkınlıkları içinde şaşkın bir halde bırakıverir" buyuruyor. Peygamber (s.a.)'e imana istidadı ve Kur"an'la ameli kaybeden kimseyi Allah, aşırı zulüm, taşkınlık ve günahı sebebiyle sapıklık içinde bırakır. Allah'tan başka kendisine bir hidayet verici bulamaz.

Bu, Allah'ın onları sapıklığa zorlaması anlamına gelmez. Belki maksat, kalblerinde küfür kökleştiği ve taşkınlıklarında aşırı gittikleri için, kendi ihtiyarlarıyla, onun davet ettiği hidayet ve imanı kaybettiler. Nefisleri, hak davete hazır hale gelmedi, Allah onları yaratmadan önce bu hallerini bildiği için, onla­rı bu tarzda yarattı, böylece sapıklık içinde oldular, demektir. [97]



[97] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/141-144.
http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

1 Nisan 2019 Pazartesi

Abdestli Yatmanın Fazileti

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

75. Abdestli Yatmanın Fazileti

247- Berâ İbn Azib 
radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Yatmak istediğinde namaz abdesti gibi abdest al. Sonra sağ tara­fına doğru yat ve şöyle de:

Allahümme eslemtü vechî ileyk, ve fevvadtü emrî ileyk, ve elce'tü zahrî ileyk, rağbeten ve rehbeten ileyk, lâ melcee velâ mencee minke illâ ileyk, Allahümme âmentü bi kitâbikellezî enzelte ve nebiyyikellezî erselte.

(Allahım yüzümü (kendimi) sana teslim ettim. İşimi sana havale et­tim. Sırtımı sana dayadım. Ümidim de sendedir, korkum da. Senden ancak sana sığınılır. Allah'ım indirdiğin kitaba ve gönderdiğin pey­gambere İman ettim.) O gece ölürsen fıtrat üzere ölmüş olursun. Bunlar son söylediğin sözler olsun.

Berâ diyor ki: Ben bu sözleri Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem tekrarla­dım. "Allahümme âmentü bi kitâbikellezî enzeite" ifadesine ulaşınca ben "ve resûlike" dedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Hayır (öyle değil) ve nebiyyikellezî erselte. [Hadisin geçtiği diğer yerler: 6311,6313,6315,7488]

Açıklama

Bu hadisten İlk anda, uyumak isteyen herkesin abdestli olsa bile abdestini tazelemesinin müstehap olduğu anlaşılmaktadır. Bu, abdestsiz olan kişiye özgü de olabilir. Bu hadise dair geniş açıklama Dualar bölümünde gelecektir.

"Bunlar son söylediğin sözler olsun" ifadesi ortaya koymaktadır ki, bu söz­lerden sonra uyku sırasında yapılması meşru olan zikirlerin söylenmesi yasak değildir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

31 Mart 2019 Pazar

Misvak Kullanmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

73. Misvak Kullanmak


İbn Abbas 
radıyallahu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanında geceledim. O (gece kalkınca) dişlerini misvakladı."

244- Ebû Bürde babasından şunu aktarmıştır:

Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem geldim. "Elindeki bir misvak ile dişini temizlerken bir yandan da kusuyor gibi diye ses çıkardığını gördüm."

Açıklama


Sivak kelimesi hem misvak âletine hem de dişleri fırçalama fiiline denilmek­tedir.

Bu hadis, dil üzerinde uzunlamasına misvak kullanmanın meşruiyetini gös­terir. Dişlere gelince, dişlerin enine misvaklanması daha iyidir.

245- Huzeyfe 
radıyallahu anh şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem geceleyin kalkınca ağzını misvakla te­mizlerdi. [Hadisin geçtiği diğer yerler: 889,1136]
Açıklama

Ibn Dakîku'l-'Id şöyle demiştir: Bu hadis uykudan kalkınca dişleri misvaklamanın müstehap olduğunu gösterir. Çünkü insan uyuduğunda midesinden yukarıya kötü kokular yükseldiği için uyku insanın kokusunu değiştirir. Misvak bunu temizleme âletidir. Bu sebeple gerekli olduğunda misvak kullanmak müstehaptır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

30 Mart 2019 Cumartesi

A'RAF SÛRESİ 180. ayetin tefsiri


Allah'ın Güzel İsimleri


180- En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin. Onun isimlerinde eğriliğe sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.


Açıklaması


En güzel manaları içine alan bütün isimler, sadece Allah'ındır. Dolayısıyla ya O'nu övmek için: "Allah. Ondan başka ilâh yoktur. Diridir. Kayyumdur" (Bakara, 2/255). "O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Gizliyi de, aşikârı da bilendir. O, Rahman'dır. Rahim'dir." (Haşr, 59/24). Ya da ihtiyaçlarının karşılanması için, O'na onlarla dua eder.

Allahu Teâlâ'nın en güzel isimleri doksan dokuzdur. Sahihayn'da, Ebû Hüreyre (r.a.)'dan, Resulullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur. "Al­lah'a has doksan dokuz isim vardır. Bu isimleri her kim sayarsa, cennete girer. Allah tektir. Tek şeyleri sever." 


İsimleri saymak; onları söylemek, ezberlemek ve manalarını düşünmektir. Tirmizî ve Hâkim bu isimleri Velid b. Müslim ve Şutse yoluyla rivayet edip; "O tek şeyleri sever" sözünden sonra Esma-i Hüsna'yı şöyle sayar:

Hüvellahüllezi lâ ilahe illâ hû, er-Rahman, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mümin, el-Müheymin, el-Aziz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bârî, el-Musavvır, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alim, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Hâfız, er-Râfî', el-Muizz, el-Müzill, es-Semi', el-Ba-sîr, el-Hakem, el-Adl, el-Latif, el-Habir, el-Halim, el-Azim, el-Ğafur, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebir, el-Vâsi', el-Hakîm, el-Vedud, el-Mecid, el-Bâis, eş-Şehid, el-Hakk, el-Vekil, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamid, el-Muhsî, el-Mübdî, el-Mu'id, el-Muhyi, el-Mümit, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâlî, el-Müteâli, el-Berr, et-Tevvâb, el-Müntakım, el-Afüvv, er-Rauf, Mâlikü'1-mülk, Zü'1-Celâl-i ve'1-İkrâm, el-Muksit, el-Cami', el-Ganiyy, el-Muğni, el-Mâni, ed-Dârr, en-Nâfi', en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedi', el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşid, es-Sabûr.

Ayet ve hadisteki isimlerden amaç, hilâfsız olarak isimlendirmektir. Bu isimlerden bir kısmı zatından, bir kısmı sıfatından, bir kısmı fiilinin sıfatından dolayı ona verilmiştir. Alimlere göre, bu isimler tevkifidir. Cenab-ı Hakk'a, Kur'an'da ve sünnette olmayan bir isim verilmez, meselâ refik, sehiyy, âkil gibi.

"Onun isimlerinde eğriliğe sapanları terkedin": Yani onun isimlerinde, la­fız veya manalarında haktan başka yollara -değiştirmek, yorumlamak, yalan­lamak, ya da noksan veya fazla mana vermek veya güzellik vasfına ters mana vermek gibi- meyletmek suretiyle sapan kimseleri terkedin.

Sapma üç türlü olur:

1- Müşriklerin yaptığı gibi değiştirmekle:
Nitekim onlar, isimlerin taşıdığı manaların dışına çıkarak, o isimleri putlarına isim verdiler. Lat ismini Al­lah'tan, Uzza ismini Aziz'den, Menât ismini Mennân'dan türettiler.

2- Ziyadelik -teşbih- ile: Nitekim Müşebbihe, Allah'ın izin vermediği şey­lerle O'nu vasıflandırdılar.

3- Noksanlık -ta'til ile: Nitekim Muattıla, onun vasıflandığı isimleri atar­lar. Bazı kimseler de, Allah'a, kendi ismi olmayan isimlerle dua ederler, o isim­leri verirler.

İşte bu sebepten bunlar, amellerinin cezasını görecekler ve daha dünyada ahirete gitmeden önce cezalandırılacaklar. [96]

[96] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/136-137.

28 Mart 2019 Perşembe

Yaşlılar problem değil cennettirler-Faruk Beşer


...İhsan, kulun yaptığı işi Allah’ı görüyor gibi en mükemmel şekliyle yapmasıdır. Hem yaptığı işin güzel olması, hem de o işi en güzel şekliyle yapması. Allah, sadece kendisine kulluk edilmesi hükmünün yanı başına, anneye babaya ihsanda bulunmayı koymuştur. Dikkatle bakıldığında bunu bildiren ayette konumuz olan yaşlı bakımı meselesinin en önemli ipuçlarının bulunduğunu görürüz. Önce meali verelim:

‘Rabbin sadece O’na kulluk etmeniz ve annenize babanıza ihsanda bulunmanız hükmünü koymuştur. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında iken yaşlanırsa sakın onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel konuş. Tevazu kanadını onlara merhametle indir ve de ki, ey Rabbim, onlar beni küçükken nasıl baktılarsa sen de onlara öyle merhamet eyle. Rabbiniz sizin içinizi bilir, eğer siz O’nun beğendiği kullar olursanız, tam tövbe edenler için O elbette Gafûr’dur/günahları çokça bağışlayıp siler. Akrabanın, muhtaçların ve yolda kalmışların haklarını da ver, gereksiz harcamalar da yapma (İsra 23-26).

Demek ki, Allah’a kulluğun gereği, anneye babaya ihsanda bulunmaktır. Yani onlara hem gereken iyiliği yapacaksınız, hem de bu yaptığınız içten ve isteyerek olacak. Yaşlıya bakmada en önemli nokta burasıdır. Onların ihtiyaçları konusunda her şeyi yerine getirmiş olabilirsiniz ama bu kalpten, sevgi ve merhametle, ihsan ile değilse eksik olur. Bugün beden dili diye bir şeyden söz edilir. Biz ona kalpten kalbe yol vardır deriz. Onlar sizin gülümsemenizin bile içten olup olmadığını anlarlar. Onlar için yaptıklarınızı yük sayıyorsanız, ya da daha ilerisi, ölse de kurtulsak diye düşünüyorsanız, onlara bakmış olsanız dahi bunu ihsan ile yapmıyorsunuz demektir.

Allah, mesela çocuklarınıza merhametle bakın demiyor, çünkü insanın çocuğuna bakacağı merhameti, şefkati ve sevgiyi O zaten annesinin babasının fıtratına koymuş, artık böyle yapın denmesine gerek kalmamış. Ama çocukların anne babasına bakması söz konusu olduğunda, ‘tevazu kanadını onlara merhametle indir’ buyurmuş, yani bu görev duygulardan çok, akla ve imana bağlanmış. Arkasından da bunun ölçüsü verilmiş: ‘ve de ki, ey Rabbim, onlar beni küçükken nasıl baktılarsa sen de onlara öyle merhamet eyle’. Yani ihsan ile davranıp davranmadığını bununla test edebilirsin. Bakalım onlar için yapılacak her şeyi yaptıktan sonra böyle bir dua da edebiliyor musun? Sen küçükken onlar sana yaşaman için bakıyorlardı, sen de şimdi içinden gelerek bunu onların yaptığı gibi yapabilecek misin? Onlara o merhamet hissini duyabilecek misin? İnsan bazen kendisini de kandırıp bunu göstermelik olarak yapabilir, ama ‘Rabbiniz sizin içinizi iyi bilir’. Bakalım içten gelerek mi yapıyorsunuz, yüksünerek mi? Bu konuda hatalarınız olursa, sizin kendinizi düzeltmeniz halinde Allah onları bağışlar ve size her kademede bu ihsanı yaşama şansını tekrar verir.

Ayeti kerimede dikkat çeken bir husus da şudur: Böyle ihsan ile bakımı herkes öncelikle annesi babası için yapacaktır, ancak bu şansa sahip olmayan yaşlı yakınlarınız da bulunabilir. O zaman ‘akrabanın, muhtaçların ve yolda kalmışların haklarını da vermelisin’. Burada ihsan ile bakmaktan ziyade ‘vermek’ vardır. Yani size muhtaç olan yaşlı bir yakınınızın bakılmasına da katkıda bulunmalısınız. Hakları deyince de bu sadece maddi vermeler değildir, ilgi, sevgi ve sıla da onların hakkıdır. O halde bunu bir lütfunuz olarak görmeyeceksiniz, aksine bu, sizin üzerinizde onların hem dinen/ahlaken, hem de hukuken bir haklarıdır. O halde yaptığınızı minnetle yapmayacaksınız.

Evet, yaşlılara, insana yaraşır biçimde bakmanın merkezinde bu inanç ve bu varlık görüşü vardır. Sizin sebebi vücudunuz, varlık alanına çıkmanızın son halkası olan anne babanızdır. Onları da Allah var etmiştir. O halde ‘Allah’a da onlara da şükretmelisiniz’ (Lokman 14). Bunun tek istisnası, onların sizden Allah’ın emrine zıt bir talepte bulunmalarıdır. O zaman da kural şudur: ‘Halika isyan ederek mahlûka itaat edilmez’.

Eğer meseleye böyle bakılırsa yaşlılık problem olmaz, nimet olur ve mesele kökünden halledilmiş olur. Annesinin babasının yaşlılığını görüp de cennete girmeyi başaramayanları Resulüllah (sa) ‘yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun’ diye azarlamıştır...

Yazının tamamı için:

27 Mart 2019 Çarşamba

Devlet kurumlarından emeklilik, bireysel emeklilik ve ev hanımlarına hayat sigortası

Soru:
Devlet kurumlarından emekli olmakla, banka ve sigorta şirketlerinin yaptığı bireysel emeklilik ve hayat sigortasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap:
Devletin kurduğu ve yürüttüğü kurumlardan emekli olmakla banka ve sigorta şirketlerinin yaptığı bireysel emeklilik ve hayat sigortası hüküm bakımından farklıdır. Birincisine cevaz verilmiştir. İkincisi (yani bankaların ve sigorta şirketlerinin yaptıkları bireysel emeklilik ile hayat sigortası) caiz değildir; bunun anlamı paranızı faizle işletip fazlasıyla (faizi ile) geri vermekten ibarettir.

Soru:
Bazı bankaların ev hanımları için yaptıkları sigorta işlemini dinen uygun ve caiz buluyor musunuz?

Cevap:
Bankaların ve bazı kuruluşların bireysel emeklilik, hayat sigortası vb. isimlerle yaptıkları sigorta ve emeklilik işlemleri faizcilik (toplanan parayı faizde değerlendirmek, para alıp daha fazlası ile geri ödemek...) ihtiva ediyor ve bu yüzden caiz olmuyor.

26 Mart 2019 Salı

A'RAF SÛRESİ 55.-56. ayetlerin tefsiri


Duanın Meşruluğu, Adabı Ve Yeryüzünde Fesat Çıkarmanın Haram Kılınması

55- Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin. 

Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez."


56- Islah olmuşken yeryüzünde fesat çıkarmayın. Ve O'na korka korka ve ümitle yalvann. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti ihsan edenlere çok yakındır.


Açıklaması

Yüce Allah kullarını dünya ve ahiretlerinin ıslahı demek olan kendisine dua etmeye çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır: "Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin." Yani Rabbinize, işlerinizi çekip çeviren, işlerinizin velisi, size nimetler ihsan eden Rabbinize yalvararak yakararak zilletinizi, miskinliğinizi arzederek ve gizlice dua edin. Çünkü dua etmek ibadetin asasıdır. Ayrıca bu buyrukta duanın gizlice yapılmasının mendup olduğuna bir işaret vardır. Çünkü böyle bir dua riyadan daha uzaktır. Ayrıca Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve içinde Rabbini yalvarıp yakararak gizlice zikret." (Araf, 7/205). Hz. Zekeriya'dan da övgüyle şöylece söz etmektedir: "Hani o Rabbine gizlice seslenmişti." (Meryem, 19/3).

Buharî ile Müslim'de Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.)'den şöyle dediği nakledil­mektedir: İnsanlar yüksek sesle dua etmeye koyuldular. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ey insanlar, kendinize acıyınız. Gerçek şu ki sizler ne sağır olana ne de gaib olana dua ediyorsunuz. Sizler en iyi işiten, pek yakın olana dua ediyor­sunuz; O sizinle birliktedir."

Ebu'ş-Şeyh İbni Hayyân el-Ensârî de el-Sevâb'da Enes (r.a.)'den şöyle de­diğini rivayet eder: "Gizlice yapılan dua, açıkça yapılan yetmiş duaya denktir."

Hasan-ı Basrî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) dedi ki: Müslümanlar du­ada alabildiğine gayret gösteriyorlar, fakat onların sesleri işitilmiyordu. Duala­rı kendileriyle Rableri arasında bir fısıltıydı. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuktadır: "Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin..."

Bazı ilim adamlarının naklettiklerine göre insanların mescitlerde, meclis­lerde ve bunun dışındaki benzeri yerlerde toplanmaları esnasında evlâ olan du­anın gizlice yapılmasıdır. Bundan müstesna olan herkesin sesini yükselteceği­ne dair varit olmuş hallerdir. Hacda telbiye ve bayramlarda tekbir getirmek gi­bi.

"Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez." Yani duada ve başka hususlar­da emredilen sınırları aşmak suretiyle haddi aşanları Yüce Allah sevmez. Bu­rada haddi aşmak ise, sözü geçen şu iki hususu terk etmektir: Yalvarıp yakar­mak ve gizlice dua etmek. Yüce Allah'ın sevmemesi ise böyle bir şeye hiç bir şekilde sevap vermemesi, bu şekilde davranana ihsanda bulunmamasıdır. O hal­de Yüce Allah'ın, "Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez" buyruğunun dua es­nasında yalvarıp yakarmayı ve gizliliği terk etmeyi, oldukça ağır bir üslûpla tehdit anlamında olduğu ortaya çıkmaktadır.

Ahmed ve Ebu Davud, Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'tan şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Gerçek şu ki duada haddi aşan bir topluluk olacaktır" dedi ve sonra şu, "Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin" ayetini okudu. "Rabbim senden cenneti ve ona yaklaştıran söz veya ameli dilerim. Cehennemden, ona yakınlaştıran söz veya amelden de sana sığınırım" demen, senin için yeterlidir."

Yüce Allah kendisine dua edilmesini, yalvarılıp yakarılmasını emrettiği gibi, yeryüzünde fesat çıkartmayı da yasaklayarak şöyle buyurmaktadır: "Islah olmuşken yeryüzünde fesat çıkartmayın..." Yani peygamberlerin ve onlara uyan ıslah edicilerin ıslahından sonra ziraat, sanayi ve ticaret gibi hayat araçlarını güçlendirmek, ahlâkı güzelleştirmek, adaleti, şûrayı, karşılıklı dayanışmayı, merhameti teşvik etmek gibi maddî ve manevî alanlarda samimi, aklı başında olanların yükselttiklerini de bozarak, yeryüzünde herhangi bir şeyi bozup ifsat etmeyin.

İfsat etmek (bozgunculuk), küfür ve bidatle dilleri bozmayı; öldürmek, or­ganları kesmekle nefisleri bozmayı; gasp, hırsızlık ve hilekârlıkla malları bozmayı; sarhoşluk verici şeyleri ve benzerlerini kullanmakla akılları bozmayı; zi­na, Lût kavminin işi ve namuslulara iftiraya kalkışmak suretiyle de nesepleri bozmayı kapsayan kuşatıcı bir kavramdır.

Şanı Yüce Allah duanın şartı olan yalvarıp yakarmayı ve gizliliği açıkla­dıktan sonra, duaya götüren ve duayı gerektiren hususlara dikkat çekmekte, bu şekilde Rabbine dua etmeyenin fesat çıkartmaya daha bir yakın olacağına şöylece işaret buyurmaktadır: "O'na korka korka ve ümitle yalvarın." Yani Yüce Allah'a cezalandırmasından korkarak, çokça sevap ve mükâfat vereceğine de umut bağlayarak dua edin. Çünkü şüphesiz ki dua ibadetin beyni ve özüdür. Bundan dolayı açıkça duanın faydasını belirtmiş, şart ve adabını tamamlaması halinde kabul olunacağının umulacağını şöylece ifade buyurmuştur: "Muhak­kak ki Allah'ın rahmeti ihsan edenlere çok yakındır..." Yani Yüce Allah'ın rah­meti amellerini güzel bir şekilde yapan ihsan edicilere pek yakındır. Bu rahmet onun emirlerine tabi olup yasakladıklarını terk edenler içindir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve rahmetim, her şeyi kuşatmıştır. Ben onu takvalı hareket eden, zekâtı veren ve ayetlerimize iman edenlere yazacağım." (A'râf, 7/156).

Güzelce dua eden kimseye istediğinden daha hayırlısı veya onun benzeri verilir yahut da onun gibi bir kötülük ondan def edilir. [29]


[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 4/526-528.

25 Mart 2019 Pazartesi

Namaz Kılan Kişinin Sırtına Dışkı Veya Leş Konulduğunda O Kişinin Namazı Bozulmaz

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

69. Namaz Kılan Kişinin Sırtına Dışkı Veya Leş Konulduğunda O Kişinin Namazı Bozulmaz

İbn Ömer namaz kılarken elbisesinde kan gördüğünde elbisesini çıkarıp namaza devam ederdi.

İbnü'l-Müseyyeb ve Şa'bî şöyle demiştir: "Kişi namaz kılarken elbisesinde kan veya meni olsa yahut kıbleden başka bir yöne yönelmiş olsa ya da teyemmüm ile namaz kıldıktan sonra vakit devam ederken su bulsa namazını tekrarla­maz."

Açıklama

Konu başlığında bozulmayacağı belirtilen namaz, kişinin haberi olmaksızın devam ettiği namazdır. Namazda necasetten kaçınmanın farz olmadığını yahut necasetten kaçınmanın namazın başında farz olduğunu kabul edenlere göre bu namaz mutlak olarak geçerli olur. Buhârî de bu görüşe meyletmiştir. Kendisine ok fırlatıldığında vücudundan kanlar aktığı halde namazına devam eden sahâbînin fiili de bu düşünceye dayanmaktadır. Bu konuda "abdest almayı yalnızca iki yerden/ön ve arkadan çıkan şeyden gerekli görenler" hadisi Câbir'den nakledil­mişti.
[149 nolu hadis]

Şafiî ve Ahmed İbn Hanbel namazda elbisesine necaset bulaşan kişinin namazı tekrarlaması gerektiğini söylemişlerdir. Mâlik şayet bu, vakit içinde olursa iadeyi gerekli görmüş, vakit çıktıktan sonra İse kazayı gerekli görmemiştir. Bu konuda uzun bir tartışma vardır. Bu durumda namaza devam etme konusu ise ileride Namaz bölümünde gelecektir.

Teyemmümle namaz kılan kişinin vakit içinde su bulursa namazını yeniden kılmasının gerekli olmadığı görüşü dört imamın ve selefin çoğunluğunun görüşüdür. Atâ, İbn Şîrîn ve Mekhûl'ün de içlerinde yer aldığı bir grup tabiîn alimi ise mutlak olarak namazı iade etmenin gerekli olduğunu söylemişlerdir.

Namaz kılan kişinin namazını kıldıktan sonra kıble yönüne dönmediğini an­laması durumunda üç imam ve Şafiî'nin eski görüşüne göre kişi namazını tekrarlamaz. Bu, çoğunluğun da görüşüdür. Şafiî'nin yeni görüşüne göre ise namazını tekrarlaması gerekir.

240- Amr İbn Meymûn, Abdullah İbn Mesud'un kendisine şunu anlattığını söylemiştir:

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem Kabe'de namaz kılıyordu. Ebû Cehil ve arkadaşları Kabe'nin yakınında oturuyorlardı. Kendi aralarında "Hanginiz falan oğullarının deve kestikleri yerden bir işkembe getirip secdeye vardığı zaman Muhammed'in sırtına koyacak?" dediler. Bu konuşma üzerine içlerinden en şakı olan birisi (Ukbe İbn Ebî Muayt) kalkarak işkembeyi getirdi. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem secdeye yattığında o işkembeyi sırtına, iki kürek kemiği ara­sına koydu. (İbn Mesud dedi ki): "Ben bunu gördüğüm halde bir şey yapamıyordum. Ah ne olurdu o zaman bunu önleyecek gücüm olsaydı!" Onlar (katıla katıla) gülmeye başladılar, gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılıyorlardı. Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem secde edıyor, başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma radıyallahu anha Resûlullah'ın Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanına geldi ve işkembeyi onun sırtından attı. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem başını kaldırdıktan sonra üç kere "Allah'ım Kureyş'i sana havale ediyorum" dedi. Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem beddua etmesi onlara ağır geldi. Çünkü onlar, bu beldede yapılan duanın kabul edileceğine inanırlardı. Daha sonra Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem birer birer isim sayarak şöyle dedi:

"Allah'ım! Ebû Cehil'i sana havale ediyorum. Utbe ibn Rebîa'yı sa­na havale ediyorum. Şeyhe İbn Rebîa'yı sana havale ediyorum. Velîd ibn Utbe'yi sana havale ediyorum. Ümeyye İbn Halefi sana havale ediyorum. Ukbe ibn Ebî Muayt'ı sana havale ediyorum".

İbn Mesud diyor ki: Yedinci bir kişinin daha adını söyledi, ancak ben onun adını hatırlamıyorum. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki Resûlullah'ın 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem, ismini saydığı kişilerin (Bedir savaşında öldürülerek) Bedir çukuruna atılmış olduklarını gözlerimle gördüm. [Hadisin geçtiği diğer yerler:520,2934,3185,3854,3960.]

Açıklama

"Gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılıyorlardı" diye tercüme ettiğimiz yer, "adamlarının yaptığı o kötü işi birbirlerine işaret ederek eğleniyor, gülmekten kı­rılıp birbirlerinin üstüne yığılıyorlardı" şeklinde de anlaşılmaya müsaittir.

İsrail'in rivayetinde "Fatıma 
radıyallahu anha oradaki topluluğa dönerek kötü sözler söyledi" şeklinde, el-Bezzâr'da da "Onlar ise buna karşılık vermediler" şeklinde bir fazlalık vardır.

"Kureyş'i sana havale ediyorum" ifadesi "Kureyş'i helak etme işini sana bıra­kıyorum" demektir.

Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu bedduası onlara ağır geldi derken kasdedilen; onların Resûlullah'ın Sallallahü Aleyhi ve Sellem bedduasını işitince birden gülmeyi keserek korkuya kapılmalarıdır.

Ebu Cehil ve arkadaşlarının, Mekke'de yapılan duanın reddolunmayacağına inanmaları, Hz. İbrahim'in (a.s.) şeriatından kalma bir inanç olabilir.

İsrail'in rivayetinde şöyle denilmektedir: "Ben, Bedir savaşı sonrasında onla­rı ölü olarak gördüm. Sonra onlar sürüklenerek Bedir kuyusuna atıldılar". Sonra Resûlullah 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Bedir kuyusundakiler peşlerinde lanet bı­raktı" buyurdu. Hz. Peygamber'İn Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu sözü, yukarıdaki bed­duanın bir bölümü de olabilir. Şayet öyle ise bu söz, peygamberlik mucizelerin­den biridir. Diğer bir ihtimale göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bunu onlar kuyuya atıldıktan sonra da söylemiştir.

Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar

Hadiste, kafirlerin bile Mekke'de yapılan duaya önem verdikleri ifâde edil­mektedir.

Kâfirler Hz. Peygamber'İn 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem duasından korktuklarına göre onun sözünün doğruluğuna aslında inanıyorlar demektir. Ancak kıskançlık se­bebiyle o'na Sallallahü Aleyhi ve Sellem uymamışlardır.

Kâfire ve Müslümana Beddua Etmek

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem kendisine eziyet edenlere karşı bile yumuşak davranmıştır. Tayalisî'nin, Şu'be aracılığıyla İbn Mesud'dan rivayet ettiği bu hadiste İbn Mesud'un şöyle dediği belirtilmektedir: "Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem onlara yalnızca o gün beddua ettiğini gördüm", Rabbi'ne ibadet ederken onu küçük düşürmeyi istedikleri için bedduayı hak etmişlerdi.

Duanın üç kere yapılması müstehaptir. İlim bölümünde selam vb. şeylerin üç kere yapılmasının da müstehap olduğu geçmişti.

Zalime beddua etmek caizdir. Ancak bazıları şöyle demiştir: Bu hüküm, za­lim kişi kâfir olduğundadır. Müslüman zalime gelince, onun için af dilemek ve tevbe etmesi için dua etmek müstehaptır. "Hadiste kafire beddua edilebileceğini gösteren bir durum yoktur" görüşü de aslında uzak bir görüş değildir. Çünkü Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem (vahiy ile) onların iman etmeyeceklerini öğrendi­ğinden onlar için beddua etmiş olabilir. Evla olan hayatta olan herkesin doğru yolu bulması için dua etmektir.

Fâtımatü'z-Zehrâ'nın 
radıyallahu anha küçüklüğünden itibaren, kavmi içindeki şe­refi ve özgüveni sebebiyle güçlü bir benliğe sahip olduğunu görüyoruz. Çünkü Kureyş'in reisleri olan kişilere açıktan kötü sözler söylediği halde onlar buna karşılık verememiştir.

Bir fiili doğrudan işlemek, ona sebep olmaktan daha öte bir durumdur. Ni­tekim İbn Mesud, içlerinde inkarcılığı ve Resûlullah'a 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eziyeti daha şiddetli olan Ebû Cehil bulunduğu halde Ukbe'den bahsederken "toplulu­ğun en şakîsi" demiştir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

24 Mart 2019 Pazar

Durgun Suya İdrarını Yapmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

68. Durgun Suya İdrarını Yapmak


Rivayet edildiğine göre Ebû Hureyre Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözünü duymuştur: "Biz (bu dünyada) son, (âhirette ise) öncüleriz. [Hadisin geçtiği diğer yerler:876,896,6926,3486,6634,6887,7036,7495.]

239- Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden biri durgun suya idrarını yapıp sonra da orada yıkanmasın."

Açıklama

Bunun anlamı şudur: Kişi durgun suya idrarını yaptığında bu suya ihtiyaç duyabilir, oysa buraya idrarını boşalttıktan sonra o suyu kullanamaz.

Bunun bir benzeri de Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözüdür: "Siz­den birisi karısını cariyeyi döver gibi dövüp de sonra onunla birlikte yatmasın."

Bazı Hanbelîlerin aksine, zikredilen hüküm açısından durgun suya bir insa­nın işemesi ile bir hayvanın işemesi arasında fark yoktur. Yine Zâhirîler'in ak­sine, kişinin doğrudan durgun suya işemesi ile bir kaba işeyerek bunu suya bo­şaltması arasında da fark yoktur. Bunların tümü ilim ehlince az miktarda suya hamledilmiştir. Bununla birlikte az miktar suyun ne kadar olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bu konuda yalnızca suyun niteliklerinin değişip değişmemesini dikkate alanların görüşü daha Önce geçti. Bu güçlü bir görüş olmakla birlikte, konu İle ilgili hadis sebebiyle az ve çoğun ayrımını İki külle suya göre yapmak bundan daha güçlü bir görüştür.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

23 Mart 2019 Cumartesi

A'RAF SÛRESİ 50.-51. ayetlerin tefsiri


Cehennemliklerin Cennettekilere Söyleyecekleri Veya Cehennemliklerin Kendilerine Yiyecek Ve İçecek Yardımında Bulunmaları İçin Cennetliklerden İmdat İstemeleri


50- Cehennemlikler cennetliklere: "Su­dan veya Allah'ın size verdiği nzıktan biraz da bize akıtın" diye seslenirler. Onlar da derler ki: "Doğrusu Allah on­ları kâfirlere yasak etti."

51- Onlar ki alay ve eğlenceyi din edin­diler. Dünya hayatı da kendilerini al­dattı. İşte onlar bu günlerine kavuşma­yı nasıl unutmuş idiyseler, ayetlerimi­zi nasıl bilerek inkâr etmiş idiyseler, biz de bu gün onları öylece unuturuz."


Açıklaması

İşte bu, kıyamet gününde cehennemliklerin kötü tablolarından birisidir. Yüce Allah cehennemliklerin zilletini, cennetliklerden yiyecek ve içecek isteyeceklerini, ancak bu isteklerine olumlu karşılık verilmeyeceğini haber vermek­tedir.

Ayet-i kerimenin anlamı şudur: Cehennemlikler cennet ehlinden, yarar­landıkları pek çok içecek ve yiyecek nimetlerinden kendilerine de akıtmalarını isteyeceklerdir. Yüce Allah'ın, "akıtın" buyruğunun anlamı, üzerimize su veya yiyeceklerden çok çok dökün, demektir. Yüce Allah'ın, ''Veya Allah'ın size verdi­ği rızıktan" buyruğunun anlamı da yahut sudan başka şeyler akıtın demektir. Bu ise su dışında kalan yiyecek ve içecekleri kapsar. Kendilerine katiyen olum­lu karşılık verilmeyeceğini bilmekle birlikte, bu şekilde onlardan imdat isteme­leri işlerindeki şaşkınlıklarından, suya olan aşırı ihtiyaçlarından dolayıdır. Ni­tekim suda boğulmak durumunda olan, oldukça zaruret içerisinde bulunan kimselerin ve başkalarının yaptığı da böyledir. Yüce Allah'ın, "Akıtın" buyru­ğunda cennetin cehennemden yukarıda olduğuna da delil vardır.

İbni Abbas (r. anhumâ) der ki: A'raftakiler cennete gidince bu sefer cehen­nemlikler de umutsuzluktan sonra kurtulabileceklerine umut bağlar ve, "Rabbimiz" derler. "Bizim de cennetlikler arasında yakın akrabalarımız var. O bakım­dan onları görelim, onlarla konuşalım diye bize izin ver." Yüce Allah cennete emreder, o da bir parça kenara çekilir. Sonra cehennemlikler cennetteki yakın­larına ve içinde bulundukları nimetlere bakar, onları tanırlar. Cennetlikler de cehennemlik olan akrabalarına bakar ve fakat onları tanımazlar. Yüzleri karar­mış, başka bir hilkate bürünmüş olurlar. Bunun üzerine cehennemlikler cennet­liklere isimleriyle seslenerek, "Sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın" derler. Özel olarak suyu istemelerinin sebebi ise içlerindeki aşırı yanma ve ateş dolayısıyla olacaktır; çünkü cehennemin sıcağı pek fazladır.

Bu sözler böyle bir şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını bilmek­le birlikte yine de onların su isteyeceklerini ifade eder. Başkaları da der ki: On­lar umutsuzlukla birlikte böyle bir istekte bulunacaklardır; çünkü cezalarının devamlı olduğunu bilmektedirler.

Saîd b. Cübeyr de bu ayet-i kerime hakkında şöyle demektedir: Kişi baba­sına veya kardeşine seslenerek, "Yandım, üstüme biraz su akıt" der. Onlara, "Hadi bunlara cevap verin" denilince; "Doğrusu Allah onları kâfirlere yasak etti " diye cevap verirler.

Yüce Allah'ın, "Doğrusu Allah onları kâfirlere yasak etti derler" buyruğu­nun anlamı şudur: Cennetlikler şüphesiz Allah kâfirlere cennetin içecek ve yiyeceklerini yasaklamıştır.

Daha sonra Yüce Allah, kâfirleri dünyada iken güvendikleri şeyler ile ni­telendirmektedir. Onlar dini oyuncak ve eğlence edinmişlerdi. Diğer taraftan dünyaya, dünyanın süsüne püsüne aldanarak ahiret için amel etme emri hatır­larına gelmedi. İşte bu hususta Yüce Allah, "Onlar ki alay ve eğlenceyi din edindiler..." diye buyurmaktadır.

Yani bu kâfirler dinleriyle oynadılar. Onlar dinlerine karşı ciddi değillerdi. Yahut oyun ve eğlenceyi kendilerine din edindiler ve ruhları arındırmayan ve hiç bir fayda vermeyen amelleri itiyat edindiler. Onların alışkanlık haline ge­tirdikleri işler ise, kişiyi ciddiyetten alıkoyan, oyalayıcı işler yahut da kendisin­den fayda gözetilmeyen oyunlardan ibaretti. Onların amelleri tıpkı çocukların oyunu gibiydi.

Dünya hayatının süsüne püsüne, helâl ve haram türünden lezzetlerine al­dandılar. Razî der ki: "Dünya hayatı da kendilerini aldattı" buyruğu bir me­cazdır. Çünkü dünya hayatı aslında aldatmaz; bundan dolayı da bu dünya ha­yatı esnasında aldanış ortaya çıktı. Çünkü insan, ömrünün uzamasını, güzel yaşamayı, çok mal sahibi olmayı, güçlü bir makam ve mevkide bulunmayı umut ve arzu eder. İşte bu gibi şeylere olan aşırı rağbeti dolayısıyla dünyayı isteme arzusuna gömülerek dinin gereklerini yerine getirmekten alıkonulmuş olur. [24]

Bu şekilde oyun, eğlence ve aldanışın cezası ise Yüce Allah'ın şu buyru­ğunda ifade ettiği gibi olacaktır: "İşte onlar... nasıl unutmuş idilerse... Bu gün onları öylece unuturuz." Yani onlara iyilik yapmayı unutan kimsenin davranışı gibi davranır. Çünkü hiç bir şey Yüce Allah'ın bilgisinin dışında kalmaz ve O hiç bir şeyi unutmaz. Nitekim şöyle buyurmaktadır: "O'nun ilmi bir Kitaptadır. Rabbim ne şaşırır, ne unutur.' (Tâ-Hâ, 20/52). Ancak Yüce Allah burada unut­ma tabirini mukabele (yapılan davranışa benzeriyle karşılık vermek) kabilin­den kullanmıştır. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Onlar Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu" (Tevbe, 9/67); "Böylece ayetlerimiz sana gel­miş, sen de onları unutmuştun ve bu gün sen de öyle unutulursun." (Tâ-Hâ, 20/126).

O halde Yüce Allah'ın, "Bu gün onları öylece unuturuz" buyruğunun anla­mı; onlara unutulan şeye karşı davranıldığı gibi davranırız, onlar hayırla anılmazlar, aksine cehennemde terk edilirler, demektir. Yüce Allah'ın, "İşte onlar bu günlerine kavuşmayı nasıl unutmuş idiyseler..." buyruğunun da anlamı şu­dur: Ona kavuşmaya karşı unutanların davranışı ile davrandıkları bu günü hatırlayıp ona ehemmiyet vermedikleri ve Allah'ın ayetlerini unutup peygam­berlerin getirdiklerini reddettikleri gibi, onlara da öyle davranılır.

Velhasıl, Yüce Allah onlar dünya hayatında iken kıyamet gününde Allah'a kavuşmak için çalışmayı terk ettikleri, Allah'ın ayetlerini bile bile inkâr ettik­leri gibi, onlar da cehennem azabında terk olunurlar.

Allah'ın onların unutmalarının cezasını "unutma" diye adlandırması, müşâkele (yapılan davranışa karşılık olarak, o davranışın benzer ismiyle anılma­sı) kabilindendir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir kötülüğün ce­zası onun misli olan kötülüktür." (Şûra 42/40). Bu unutmadan maksat ise, yüce Allah'ın onların dualarını kabul etmeyeceği ve onlara merhamette bulunmaya­cağıdır. [25]


[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 4/511-513

22 Mart 2019 Cuma

A'RAF SÛRESİ 42.-43. ayetlerin tefsiri


Takva Sahibi Müminlerin Mükafatı


42- İman edip de salih ameller işleyen­lere gelince -ki biz kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz-, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebe­dî kalıcıdırlar.

43- Göğüslerinde kinden ne varsa sö­küp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akar ve derler ki: "Hamdolsun O Al­lah'a ki bizi hidayetiyle buna ulaştırdı. Eğer O bizi ulaştırmasaydı, biz hidaye­te ulaşamazdık. Andolsun ki Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler­dir." Onlara, "Yapmakta olduklarınız­dan dolayı mirasçısı kılındığınız cen­net işte budur" diye seslenilir.


Açıklaması


Yüce Allah bedbahtların durumunu ve cezasını söz konusu ettikten sonra mutluların durumunu ve onların görecekleri mükâfatları söz konusu etmekte­dir. Böylelikle mümin ve kâfir, hak ile batıl üzere olan birbirinden ayrılmış ol­sun. Yüce Allah, "İman edip de..." yani Allah'a, peygamberlerine inanıp emirle­ri yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak suretiyle salih amel işleyenler, evet yalnız onlar cennetliklerdir ve yalnız onlar orada ebediyyen kalacak olan­lardır.

Yüce Allah'ın, "Ki biz kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemeyiz" buyruğu ara cümlesi olarak yer almaktadır. Bundan maksat ise cennetin mev­ki olarak azametli olmasına rağmen zorluklara katlanmaksızın kolay amellerle oraya ulaşılacağına ve cennete ulaştıran salih amelin zor değil kolay olduğuna dikkat çekmektir. O yol zor olmadığı gibi ona ulaşmak insan takatinin dışında da değildir. Aksine her insanın onu yapması, imana eriştiği ve Kur'an'ın hida­yetinin yardımını aldığı takdirde gayet kolaydır.

"Güç ve takat" kelimesinin anlamı, insanın darlık ve sıkıntı zamanlarında değil, rahat ve genişlik hallerinde güç yetirebildiği şeyler demektir.

Yüce Allah'ın cennetliklere olan nimetlerinden birisi de onların ruhlarının anlığı ve kalplerinin kötülüklerden uzak olmasıdır. Kalplerini herhangi bir ke­der karartmayacağı gibi herhangi bir acı da rahatsız etmez ve korkulacak hiç bir şey onları korkutmaz. Cennetlikler arasında kötü bir durum meydana gel­mez. Çünkü Yüce Allah onların kalplerinde bulunan her türlü kıskançlık, kin, düşmanlık ve bunlara benzer dünyadaki nefsî ve ruhî hastalıkları çekip çıkar­mış olacaktır.

Buharî'nin Sahih'inde Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle dediği rivayet edilmek­tedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Müminler cehennemden kurtulduklarında cennet ile cehennem arasında bir köprü üzerinde alıkonulurlar. Dünya hayatın­da aralarındaki haksızlık ve zulümlerin kısası yapılır. Nihayet arındırılıp tertemiz edildiklerinde cennete girmelerine izin verilir. Nefsim elinde olana yemin olsun ki, onlardan her birisinin cennetteki evini bilmesi, dünyada iken mesken olarak kullandığı yeri bilmesinden daha ileri derecededir."

İbni Ebi Hatim de Hasan-ı Basrî'den şöyle dediğini rivayet eder: Bana ulaştığına göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Cennetlikler Sırat'ı geçmele­rinden sonra alıkonulurlar. Ta ki dünyada iken aralarındaki haksızlıklardan dolayı hak sahibinin hakkı ötekinden alınıncaya kadar. Daha sonra cennete bir­birlerine karşı kalplerinde herhangi bir kin bulunmaksızın girerler."

İbni Cerîr et-Taberî de Katâde'den şöyle dediğini rivayet eder: Ali (r.a.) de­di ki: Şüphesiz ben, Osman, Talha ve ez-Zübeyr'in Yüce Allah'ın haklarında "Biz onların göğüslerindeki kini söküp attık, kardeşler olarak sedirler üzerin­de..." (Hicr, 15/47) diye söz ettiği kimselerden olacağımızı ümid ederim.

Abdürrezzâk da el-Hasen'den şöyle dediğini rivayet eder: Ali (r.a.) dedi ki: "Allah'a yemin ederim Ehl-i Bedir olan bizler hakkında şu, "Göğüslerinde kin­den ne varsa söküp atmışızdır." buyruğu nazil oldu.

Müminler Allah'ın nimet ve lütfuna şükrederek şöyle diyeceklerdir: Dün­yada iken karşılığı şu büyük nimetler olan sahih imana ve salih amele bizleri ileten Allah'a hamdolsun. Esasen Allah'ın hidayeti ve peygamberlerine tabi ol­ma muvaffakiyeti olmasaydı, kendi düşünme seviyemizle kendiliğimizden bu doğru yolu bulup hidayete ermemiz yapabileceğimiz bir iş değildi.

Aynı şekilde her şeyin, peygamberlerin haber verdiklerine tıpatıp uyduğunu gördüklerinde de şöyle diyeceklerdir: Andolsun Allah'ın peygamberleri hak ile gelmişlerdi. İşte Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla vaad ettiğinin doğrulu­ğunu bunlar göstermektedir.

Melekler de onlara, "Selâm olsun sizlere! Siz ne iyi idiniz! Haydi oraya ebedi olarak giriniz. İşte bu, Allah'ın salih amellerinize mükâfat olmak üzere sizlere miras kıldığı cennettir" diyeceklerdir.

Saîd b. Mansûr ile Beyhakî, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet eder­ler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Aranızdan iki konaklama yeri olmayan kimse yoktur. Bu konakların birisi cennette birisi cehennemdedir. Kişi ölüp de cehen­neme girdi mi bu sefer cennet ehli onun yerine mirasçı olurlar. İşte Yüce Al­lah'ın, "İşte mirasçı olanlar onlardır." (Mü'minûn, 23/10) buyruğu bunu ifade etmektedir." [21]


[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 4/499-500.