12 Mart 2025 Çarşamba

***Riyâzü's Sâlihîn'in "SAHURUN FAZİLETİ" Bâbı-10-


SAHURUN FAZİLETİ VE ŞAFAK SÖKMESİNDEN KORKULMADIĞI SÜRECE SAHUR YEMEĞİNİN GECİKTİRİLMESİ 

Hadisler 

1232. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Sahur yapınız, zira sahurda bolluk-bereket vardır." 

Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 18,19; İbni Mâce, Sıyâm 22 

1235 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1233. Zeyd İbni Sâbit radıyallahu anh dedi ki: 

Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte sahur yemeği yedik sonra da sabah namazını kıldık. 

Sahur yemeği ile sabah namazı arasında ne kadar zaman geçti? diye soruldu. " Elli âyet okuyacak kadar" cevabını verdi. 

Buhârî, Savm 19; Müslim, Sıyâm 47. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 14; Nesâî, Sıyâm 21,22; İbni Mâce, Sıyâm 23. 

1235 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1234. İbni Ömer radıyallahu anhümâ dedi ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in iki müezzini vardı: Bilâl ve İbni Ümmü Mektûm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Bilâl geceleyin erkence ezan okur. Siz İbni Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz." 

İbni Ömer, "Bu ikisinin arasındaki zaman, biri inip diğeri çıkıncaya kadar geçen vakitten ibaretti" demiştir. 

Buhârî, Ezân 11, 13, Şehâdât 11, Savm 17; Müslim, Sıyâm 36-39. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 35; Nesâî, Ezân 9-10; İbni Mâce, Sıyâm 30 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.  

1235. Amr İbnu'l-Âs radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Bizim orucumuz ile Ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli fark sahur yemeğidir." 

Müslim, Sıyâm 46. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 15; Tirmizî, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 27 

Açıklamalar

 Ramazan orucunun günlük hayatımıza kazandırdığı önemli güzelliklerden biri de hiç şüphesiz, halkımızın ifadesiyle söylersek, sahura kalkmaktır. Bu kalkıştan maksat, "bir yudum suy ile de olsa" sahur yapmaktır. Gecenin sonunda yenilen sahur yemeğinin "mübarek bir yemek" olduğunu ifade buyuran Peygamber Efendimiz, birinci hadiste görüldüğü gibi, bu yemeği teşvik ve tavsiye etmiştir. Gerekçe olarak da sahura kalkıp yemek yemekte bereket ve bolluk olduğunu bildirmiştir. Tek kelime ile artış demek olan bereket, mümkündür ki, hem seher vaktinin bereketi, hem de sahura kalkan kimsenin yapacağı ibadet, zikir ve diğer güzel işlerin toplamından meydana gelen bir hayır ve sevap bereketidir. Hatta Peygamber tavsiyesine uymuş olmak da başlı başına bir bereket ve hayır vesilesidir. Ayrıca, sahurda alınacak gıdanın, tutulacak oruca yardımcı olması da bir bereket sayılır. Nitekim Hz. Peygamber bir başka hadiste (İbni Mâce, Sıyâm 23; Hâkim, Müstedrek, I, 425 ) "Gündüz orucu için sahur yemeğinden, gece namazı için de öğle uykusundan (kaylûle) yararlanın" buyurmuştur. Sahura kalkıp bir şeyler yiyip içmek farz ya da vâcip değildir. Bu konudaki emir tavsiye anlamındadır. Bu sebeple de sahura kalkmak sünnettir. Yani sahura kalkmadan da oruç tutulabilir. Ancak, sahur yemeği ile ilgili hadislerinde Peygamber Efendimiz'in haber verdiği bereketten nasip alabilmek için kalkıp bir bardak su ile de olsa sahur yapmak lâzımdır. 

Peki sahur vakti ne zamandır? 

İşte bu soruya da ikinci ve üçüncü hadislerde cevap verilmektedir. Büyük sahâbî Zeyd İbni Sâbit, bir keresinde Hz. Peygamber ile sahur yemeği yediğini ve sonra kalkıp sabah namazını kıldıklarını haber vermektedir. Onun bu tecrübesini nakleden diğer sahâbî Hz. Enes, kendisine sahur yemeği ile sabah namazı arasında ne kadar zaman geçtiğini sormuş, Zeyd de, ne çok uzun ne de çok kısa âyetlerden olmamak kaydıyla ve mûtedil bir okuyuşla elli âyet okuyacak kadar bir sürenin geçtiğini bildirmiştir. Bunun dört dakikalık bir süre demek olduğuna işaret edilmişse de, günümüzde imsakten 18 dakika sonra sabah namazının ilk vakti girmiş, fecr-i sâdık gerçekleşmiş kabul edilmektedir. Sabah namazının efdal olan vakti, imsakten 50 dakika kadar sonradır. Geçmişte bu iki durum (yani sabah namazının ilk ve efdal olan vakti) imsâkiyelerde belirtilirdi. Şimdi ise sadece imsak ve güneşin doğuşu gösterilmektedir. 

İkinci hadiste, süre tayininde beden hareketlerini esas almanın mümkün olduğu görülmektedir. Aslında Araplar zamanı genellikle "koyun sağımı" süresiyle tahmin ve takdir ederlerdi. Zeyd İbni Sâbit'in bu hadiste sahur yemeği ile sabah namazı arasında geçen zamanı, âyet okuma (kıraat) süresi ile takdir etmesi, o vaktin ibadet vakti olmasından dolayıdır. Bu bir irfan ve inceliktir. 

Üçüncü hadiste, Peygamber Efendimiz'in sahur vakti ile ilgili bir uygulamasını görmekteyiz. İki müezzininden biri olan Bilâl-i Habeşî, biraz erkence ezan okur, sahura kalkacakları uyandırırdı. İkinci müezzini İbni Ümmü Mektûm ise, sahur vaktinin bitip sabah namazı vaktinin girdiğini ilân etmek için ezan okurdu. Bu ikili uygulama, büyük ihtimalle, daha sonraları özellikle memleketimizde sahura başlama ve bitirme toplarının atılmasına ve bu iki top atımı arasında da ramazan davulu ile müslümanları sahura kaldırma uygulamasına esas teşkil etmiştir. 

Ancak bu hadiste râvi İbni Ömer'in, "İki müezzinin ezanı arasındaki süre, birinin inip diğerinin çıkacağı kadardı" sözü üzerinde durmak gerekmektedir. Söz doğrudur. Ancak, uygulama farklıdır. Bilindiği gibi Hz. Bilâl, gece vakitlice ezan okuduğu yüksekce yere çıkar, ezanı okur ve orada oturur, zikir ve dua ederek gökyüzünü gözetler, şafağın sökmesini beklerdi. Şafak sökmeye başlayınca iner ve âmâ olan İbni Ümmü Mektûm'a vaktin geldiğini haber verir, o da çıkar hem sahurun bittiğini hem de sabah namazı vaktinin girdiğini ilân eden ezanı okurdu. Böylece bu ikisinin ezanı arasında, kalkıp yıkanacak olanların yıkanacağı, sahur yemeği yiyebileceği ibadet ve zikir yapacakların bunu yerine getirebilecekleri kadar bir süre bulunurdu. Yoksa İbni Ömer'in sözünün zâhirinden anlaşıldığı gibi Bilâl'in inip İbni Ümmü Mektûm'un çıkacağı kadar bir süre -ki bu, iki-üç dakikalık bir süredir- söz konusu değildir. 

Bu iki hadisten anlaşıldığına göre sahuru mümkün olduğunca geciktirmek, maksada daha uygundur. Zaten bilindiği gibi Resûl-i Ekrem Efendimiz, ümmetine en kolay gelecek uygulamaları yeğler ve tavsiye ederdi. Şimdi bir düşünelim; hiç sahur yapmasaydı, şüphesiz bu, müslümanlara zor gelirdi. Özellikle yaz mevsimi gibi uzun günlerde oruç tutmakta son derece zorluk çekilirdi. Yine gecenin yarısında sahur yapacak ve yaptıracak olsaydı, bu da beklenen kolaylığı sağlamaz ve uyku severlere o saatte kalkmak çok zor gelirdi. Netice itibariyle sahurun tamamen terkine sebep olabilirdi. O halde bu durumları dikkate alarak, sünnetteki uygulamaya uyum sağlamış olmak bakımından sahur yemeğini son vaktine kadar geciktirmek uygun olur. 

Dördüncü hadis, sahur yemeği uygulamasının ümmet-i Muhammed'e has bir özellik olduğunu belirlemektedir. Ehl-i kitap yani yahudi ve hıristiyanlar ile biz müslümanların oruçları arasında bir çeşit alâmet-i fârika, sahur sünnetidir. Böyle olunca, sahura kalkıp bir yudum su ile de olsa sahur yapmak ayrıca bir önem kazanmaktadır. Sahurun faziletinin bir yönü de onun müslümanlara has olmasıdır. Sahura kalkmak, bu açıdan bakıldığı zaman bize tanınmış olan bu ruhsata, bu bereketli nimete şükür anlamı taşır. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Ramazan gecelerinde sahura kalkıp birşeyler yiyip içmek sünnettir. 

2. Sahur, ümmet-i Muhammed'in özelliklerindendir. 

3. Sahur yemeğini sabah namazı vaktine kadar geciktirmek, maksada daha uygundur. 

4. Sahur yemeği, geçmiş ümmetlerin orucu ile bizim orucumuz arasındaki en önemli farklılıktır. 

5. Sahur yemeği, İslâm dininin kolaylaştırılmış olduğunu gösterir. 

6. Sünnet-i seniyyeye uymak başlı başına bir berekettir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇLUNUN DİLİNİ KORUMASI " Bâbı-14-


ORUÇLUYA DİLİNİ VE DİĞER ORGANLARINI YASAKLARDAN, ÇEKİŞMEKTEN VE BENZERİ KÖTÜLÜKLERDEN KORUMASINI EMRETMEK 

Hadisler

1243. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Hiçbiriniz, oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya çatarsa, ‘ben oruçluyum desin’

 Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 42 

1218 numaralı hadis içinde de geçmiş olan hadisimiz aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1244. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terketmezse, Allah o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına kıymet vermez." 

Buhârî, Savm 8, Edeb 51. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 25; Tirmizî, Savm 16; İbni Mâce, Sıyâm 21 

Açıklamalar 

Oruç, aslında tam bir imsaktir. Yani yemeden içmeden, cinsel isteklerinden nefsi tutmak demektir. Bunun yanında ağzını yalan konuşmaktan, kötü söz söylemekten, dedikodu yapmaktan alıkoymak, başkalarına sataşmaktan ve zarar vermekten diğer organlarını da çekmek bu imsak kavramının tabii bir uzantısıdır. Oruçtan beklenen sonucun alınabilmesi için bu noktalara titizlik gösterilmesi gerekmektedir. 

Her ne kadar yalan konuşmak, gıybet etmek, başkalarına kötü söz söylemek ve sövmek orucu bozmaz ise de faziletini ve oruçtan beklenen asıl neticeyi engeller. Allah'ın emrine uyup yemesini içmesini ve cinsel ilişkilerini terkederek oruç tutan kimsenin, diline de hâkim olması hiç şüphesiz ondan beklenen bir neticedir. İmsak, bu başarıldığı zaman gerçekleşmiş olur. 

Yüce Rabbimiz bize merhamet buyurarak sadece yeme, içme ve cinsel ilişkide bulunmanın orucu bozacağını bildirmiştir. Eğer bütün yasaklanmış olan hususlar orucu bozacak olsaydı, bilmeyiz ki kaç kişi oruç tutmayı başarabilirdi? Bu böyle olmakla birlikte, oruçla elde edilmek istenen asıl sonuç, diğer yasaklara karşı da bir irade gücü ve direnç kazanmaktır. Yasaklar konusunda oruçlu iken sair zamanlardan daha titiz davranmak elbette daha uygun olur. Bu sebeple böyle bir gelişme göstermeyen, yalanı dolanı terketmeyen kimsenin aç ve susuz kalmasının Allah katında kıymetinin olmadığını bildiren ikinci hadîs-i şerîf, işte bu gerçeğin ifadesidir. Böyle bir kimse belki oruç borcunu ödemiş olur ama, oruçtan beklenen kemal ve fazileti yakalayamaz. 

Oruçlu, bu konularda titiz davrandığı gibi bir başkası kendisine gelip çatar, kötü söyler ya da kavga etmek isterse, ona da bulaşmamalı, 1218 numarada da geçtiği gibi, gayet nazik bir şekilde "lutfen, ben oruçluyum" diyerek onu başından savmalıdır. Bu, tam bir irade eğitimi demektir. Oruçlu, sadece orucuyla değil, tüm hareketlerine yansıyan imsak disipliniyle kendisini belli etmelidir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. Oruçlu tam bir imsak disiplini içine girip dilini ve diğer organlarını haramlardan korumalıdır. 

2. Yalan, gıybet, koğuculuk gibi yasaklar orucu bozmazsa da orucun fazilet ve sevabına mani olur. 

3. Allah katında değer ifade eden oruç, bütün yasaklardan kendisini uzak tutmayı başarabilen kimsenin tuttuğu oruçtur.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇ AÇMAKTA ACELE ETMEK " Bâbı-13-


1241. Sahâbeden Selmân İbni Âmir ed-Dabbî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Herhangi biriniz iftar etmek istediği zaman orucunu hurma ile açsın. Hurma bulamazsa, su ile iftar etsin. Su temizdir." 

Ebû Dâvûd, Savm 21;Tirmizî, Zekât 26, Savm 10. Ayrıca bk. İbni Mâce,Sıyâm 25. 

334 numara ile geçmiş olan hadis, aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1242. Enes radıyallahu anh dedi ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem akşam namazından önce bir kaç taze hurma ile orucunu açardı. Taze hurma bulamazsa, kuru bir hurmacıkla iftar ederdi. Kuru hurma da bulamazsa, birkaç yudum su içerek iftar ederdi. 

Ebû Dâvûd, Savm 21; Tirmizî, Savm 10 

Açıklamalar 

Ne ile oruç açmanın uygun olacağı konusuna açıklık getiren bu iki hadîs-i şerîften ilki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözlü tavsiyesini; ikincisi ise, fiilî sünnetini bize aktarmaktadır. 

Mevsimine göre varsa taze hurma, yoksa kuru hurma o da yoksa su ile oruç açılır. 1240 numaralı hadîs-i şerîfte görüldüğü gibi bunlardan farklı olarak çorba gibi sulu bir yiyecekle de iftar edilir. 

Hurma ile oruç açmak şart değildir. Sadece tavsiye edilmiştir. O da hurmanın bolca bulunduğu yöre ve ülkeler içindir. Gerçi günümüzde her şey ithal edilmektedir. Ancak halkın çoğu için ithal hurma pahalı gelebilir. Bu yüzden her aile için hurma bulundurmak mümkün olmaz. Bu takdirde, insanların yaşadığı her yerde ve yörede mutlaka bulunacak olan su ile iftar edilir. Nitekim birinci hadiste "Su temizdir" gerekçesi de zikredilmek suretiyle bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz tarafından su ile iftar edilmesi tavsiye buyurulmuştur. Hurma için de bir rivayette "berekettir" gerekçesi yer almaktadır. Hurmanın, doğrudan kana karışan bir özelliğe sahip olması öncelikle onun tavsiye edilmesinin sebebi olabilir. 

Hurma veya su tercihlerini, kış mevsiminde hurma, yazın su şeklinde yorumlayanlar da olmuştur.

 İkinci hadiste, Hz. Peygamber'in akşam namazını kılmadan önce iftar ettiği bildirilmektedir. Bu durum, yukarıdan beri açıklamakta olduğumuz iftarda acele etme kuralını ortaya koymaktadır. Akşam namazını kılıp sonra iftar etmek gibi bir uygulama Hz. Peygamber'in hem sözlü hem de fiilî sünnetine uygun düşmemektedir. Önce hurma veya su ile orucu açıp sonra namazı kılmak daha sonra da akşam yemeğini yemek en uygun olanıdır.

 İftardan sonra söylenecek söz, yapılacak dua: Nevevî merhum konu başlığına iftardan sonra yapılacak duayı da koymuş olmasına rağmen her nedense onunla ilgili herhangi bir hadis nakletmemiştir. Biz bu eksiği iki hadis meâlini zikrederek tamamlamak istiyoruz.

 Ebû Dâvûd'un rivayet ettiğine göre (Sıyâm 22) İbni Ömer radıyallahu anh, Hz. Peygamber'in iftar ettikten sonra şöyle dediğini haber vermektedir: "Susuzluk gitti, damarlar serinledi ve inşallah sevap da gerçekleşti." Yine aynı yerde Peygamber Efendimiz'in iftar ettiği zaman "Allahım! Sadece senin rızan için oruç tuttum ve senin verdiğin rızıkla orucumu açtım" dediği nakledilmektedir. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Taze hurma, yoksa kuru hurma o da yoksa su ile iftar etmek sünnettir. 

2. Akşam namazını, orucu açtıktan sonra kılmak uygun olur. 

3. Hz. Peygamber'in sözü ile fiili arasında daima tam bir uyum vardır. Ümmetine tavsiye ettiklerini bizzat kendisi yaşamıştır. 

4. İftar edilince Allah'a kısa ve özlü şekilde dua etmek sünnettir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇ AÇMAKTA ACELE ETMEK " Bâbı-12-


1240. Ebû İbrahim Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ dedi ki: 

Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir seferde beraber bulunduk. O oruçlu idi. Güneş batınca, oradakilerden birine: 

- "Ey fülan! Haydi binitinden in, bize sevik karıştırıver!" buyurdu. O: 

- Ey Allah'ın Resûlü! Keşke geceyi bekleseydin? dedi. Hz. Peygamber: 

- "Ey fülan! Haydi binitinden in, bize sevik karıştırıver!" buyurdu. 

Adam yine: 

- Henüz gün devam ediyor, dedi. Resûl-i Ekrem yine: 

- "Ey fülan! Haydi binitinden in, bize sevik karıştırıver!" buyurdu. 

Bunun üzerine adam indi ve oradakiler için sevik karıştırıp çorba hazırladı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu içti sonra eliyle doğu tarafını işaret ederek şöyle buyurdu: 

- "Gecenin bu taraftan belirdiğini gördünüz mü oruçlunun iftar vakti gelmiş demektir." 

Buhârî, Savm 33, 43,44,45; Talâk 24; Müslim, Sıyâm 52-54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 19 

Açıklamalar 

Bu hadis, hem iftar vakti hem de ne ile iftar edileceği konularına dair bilgi vermektedir. 

Hadîs-i şerîfte söz konusu olan sefer, ramazan ayında gerçekleştirilmiş olan Mekke fethi yolculuğudur. Çünkü hadisin râvisi İbni Ebû Evfâ yine ramazanda çıkılmış olan Bedir seferine katılmamıştır. Hz. Peygamber'in kendisine emir verdiği sahâbî de Ebû Dâvûd rivayetinden anlaşıldığına göre Bilâl-i Habeşî'dir. 

Resûl-i Ekrem Efendimiz'in hazırlanmasını istediği yiyecek, kavrulmuş unun su veya sütle karıştırılmasıyla yapılan bir çeşit çorbadır. Yurdumuzun bazı yörelerinde buna "helle" denir.

 Güneş ufuktan kaybolunca, Efendimiz hemen çorbasının hazırlanmasını istemiş, fakat Bilâl, henüz batı tarafındaki kızıllık devam ettiği için, onun da kaybolması lâzım geldiğini sanarak Hz. Peygamber'den ısrarla biraz daha beklemesini istemiştir. Efendimiz'in aynı emri üç kere tekrar etmesi üzerine de bineğinden inip çorbayı hazırlamıştır. Bilâl-i Habeşî'nin bu tavrı, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in emrine muhalefet değil, henüz akşamın olmadığı kanaatini taşımasından ve meseleyi iyice anlamak istemesinden ileri gelen bir tavırdır. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber kendisine kızmamış, bu konuda kesin kanaat sahibi olduğunu üç kere emrini tekrar etmek suretiyle göstermiştir. 

Hz. Peygamber, hazırlanan çorbadan içtikten sonra, kırda-bayırda akşam olduğunu anlamanın yolunu, mübârek eliyle doğu tarafını göstererek, gece karanlığının bu taraftan geldiğini, belirdiğini gördünüz mü, oruçlu için iftar vakti girmiş demektir buyurmuştur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Peygamber Efendimiz hazarda ve seferde orucunu açmakta acele ederdi. 

2. Ramazanda yolculuk yapan kimsenin oruç tutması daha faziletlidir. 

3. Güneş batar batmaz oruç açmak helâldir. 

4. Bir kimsenin öğrenmek maksadıyla bir şeyi en fazla üç defa sormasına müsaade edilir. 

5. Hurma ile iftar etmek şart değildir, su ya da bir başka içecekle de oruç açılabilir. 

6. Şer'î kurallar, duyular üzerinde de geçerlidir. Akıl veya diğer duyulara dayanılarak şeriata karşı çıkılamaz.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇ AÇMAKTA ACELE ETMEK " Bâbı-11-


ORUÇ AÇMAKTA ACELE ETMENİN FAZİLETİ, NE İLE ORUÇ AÇILACAĞI VE ORUÇ AÇILDIKTAN SONRA YAPILACAK DUA 

Hadisler 

1236. Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Oruç açmakta acele ettikleri sürece müslümanlar hayır üzere yaşarlar." 

Buhârî, Savm 45; Müslim, Sıyâm 48. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 13; İbni Mâce, Sıyâm 24 

1239 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1237. Ebû Atıyye dedi ki, ben ve Mesruk Âişe radıyallahu anhâ'nın yanına gittik. Mesruk ona:

 - Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ashâbından iki kişi var. İkisi de hayırdan geri kalmıyorlar. Ancak bunlardan biri akşam namazını kılmakta ve oruç açmakta acele ediyor, diğeri ise hem akşam namazını hem de iftarı geciktiriyor, dedi. Bunun üzerine Âişe:

 - Akşam namazını kılmakta ve oruç açmakta acele eden kimdir? diye sordu. 

Mesruk da:

 - (İbni Mes'ud'u kastederek) Abdullah'tır, cevabını verdi. Bunun üzerine Âişe:

 - Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de öyle yapardı, dedi. 

Müslim, Sıyâm 49-50. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 21; Tirmizî, Savm 13; Nesâî, Sıyâm 23 

1239 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1238. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki:

 “Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Kullarımın bana en sevgili olanı, oruç açmakta acele davranandır." 

Tirmizî, Savm 13 Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1239. Ömer İbnü'l-Hattâb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Gece, (doğudan) geldi de gündüz (batıdan) gitti ve güneş kayboldu mu oruçlu derhal orucunu açar." 

Buhârî, Savm 43; Müslim, Sıyâm 51-52. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 12 

Açıklamalar 

İftar etmekte yani oruç açmakta acele etmek, sahur yemeğini geciktirmek gibi, Peygamber Efendimiz'in hem sözlü tavsiyeleri hem de fiilleriyle ortaya koyduğu sünnetidir. Bu iki konuya dair hadislerin hepsi sahihtir. Nevevî merhum bu hadislerden dört tanesini seçmiştir. 

Birinci hadis, müslümanların oruç açmakta acele ettikleri sürece hayır üzere yaşayacaklarını haber vermektedir. Çünkü böyle davranmakta her şeyden önce Hz. Peygamber'in sünnetine bağlılık vardır. Sonra da oruç açmayı gökte yıldızların belirginleşmesine kadar geciktiren Ehl-i kitaba muhalefet vardır. Ne yazık ki, müslümanlar arasında da iftarı geciktiren ve bunu âdet haline getiren bazı bid'at fırkaları zuhur etmiştir. Nefsini terbiye maksadıyla oruç açmayı geciktirmek, sünneti terketmek olacağı için doğru değildir. Bir yudum su içip orucunu açmak, nefsini terbiye için biraz daha aç bırakmaya mâni değildir. Kaldı ki, Hz. Peygamber'e uymak en doğru hareket tarzıdır. Hz. Peygamber'in sünnetinden yan çizen, ibadet yapıyor bile olsa, bir çeşit sapıklığa düşmüş demektir. Bu sebeple sahâbe-i kirâm, iftarı çabuk yapar, sahuru geciktirirlerdi. 

Güneş batar batmaz hemen iftar etmek, bu ümmetin hayır üzere devam etmesinin bir göstergesidir. "Bir-kaç dakika geciktirmekten ne çıkar" dememek lâzımdır. Her konuda en doğru ve faziletli olanı yapan ve tavsiye eden hiç şüphesiz Hz. Peygamber'dir. O halde bizim için asıl hayır, Sevgili Peygamberimiz'e uymaktır.

 İkinci hadisten konuya ait iki değişik uygulamayı öğrenmekteyiz. Tâbiûn neslinin büyüklerinden olan Ebû Atıyye ile hem Câhiliye döneminde yaşamış hem de Hz. Peygamber'in zamanını idrak etmiş olmasına rağmen sahâbî sıfatını alamamış kimselerden olan Mesrûk, gördükleri bir durumu sorup öğrenmek için beraberce Hz. Âişe vâlidemize gitmişlerdi. Hz. Peygamber'in sahâbîlerinden iki kişinin hayır işlemekte kusur etmemelerine rağmen bir noktada farklı davrandıklarını, bunlardan birinin akşam namazını kılmakta ve oruç açmakta acele ettiğini, diğerinin ise, bu iki konuda ağırdan aldığını, söylemişler ve böylece bunların hangisinin sünnete uygun davrandığını sormuşlardı. Âişe anamız ise, "Bunlar kimlermiş?" diye sormak yerine, sadece isabetli davrananın yani her iki konuda da acele edenin kim olduğunu sormuştu. Hz. Âişe'nin tutumu, müslümanın genel tavrının olumlu davranmak, olumlu davrananları takdir etmek olduğunu gösteriyor. Mesrûk'un öyle davranan Abdullah İbni Mes'ûd'dur, cevabı üzerine de "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de öyle yapardı" diyerek, Hz. Peygamber'in sünnetinin hakemliği ile meseleyi çözümlüyor. Burada dikkat çeken bir başka husus da Âişe vâlidemizin "Şöyle şöyle yapanı isabetli buluyorum" diye bir cevap vermeyip doğrudan Hz. Peygamber'in sünnetini ortaya koymuş olmasıdır. Bu, itiraz edilemez delili ortaya koymak anlamına gelmektedir. İhtilâfları çözmenin bundan başka da yolu yoktur. Ayrıca ilk müslüman nesillerin, Peygamber uygulamasını yani sünneti öğrenmeye olan düşkünlüklerini bir kere daha görmüş oluyoruz. 

Üçüncü hadis, kutsî bir hadistir. Oruç açmakta acele etmenin ne kadar önemli bir davranış olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Çünkü yüce Rabbimiz, "Kullarımın bana en sevimli olanı, oruç açmakta en çok acele edenidir" buyurmaktadır. Buradan da sünnete uymanın, muhabbetullah'a yani ilâhî sevgiyi kazanmaya sebep olduğu sonucu çıkmaktadır. Nitekim bir âyette de, "De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin" [Âl-i İmrân sûresi (3), 31] buyurulmaktadır. Küçük büyük ayırımı yapmadan her konuda sünnete uygun davranmanın Allah'ın rızâsı ve sevgisini kazanmaya vesile olduğu bilincini taşımak gerekmektedir. İsterse bu, tutulmuş bir orucun vakitlice açılması olsun. Sünnete uyum konusunda önemsiz görülecek hiç bir tavır söz konusu olamaz. 

Dördüncü hadiste, Hz. Peygamber, akşam olduğunu anlamanın yolunu, yöntemini tarif etmektedir. Gece karanlığının doğu tarafından bastırması, gündüz aydınlığının batıda kaybolması ve güneşin tamamıyla batmasıyla iftar vakti girmiş demektir. Bu üç gelişme, aynı hali anlatmaktadır. Bunlar biri diğerini gerektiren üç alâmettir. Öyleyse niçin biri ile yetinilmemiştir gibi bir soru akla gelebilir. Akşam olduğunun kesinlik kazanması için elde birkaç alâmetin bulunması elbette daha tatmin edicidir. Hem sonra güneşi, coğrafî engebelerden dolayı tam olarak izlemek her zaman mümkün olmayabilir. Gündüz aydınlığının kaybolması da farklı sebeplere bağlı olarak meydana gelebilir. Ama gece karanlığı, bütün karanlıklardan farklıdır. Bir de doğu tarafından gelirse, bu artık güneşin battığını gösterir. 

Ayrıca "Güneş kayboldu mu" ifadesi de onun tamamen batmış olmasını anlatmakta olup, kısmen veya büyük kısmının batması değil, tamamen kaybolması esastır anlamına gelmektedir.

 "Oruçlu derhal orucunu açar" ifadesi bir haber cümlesi olmakla beraber, "Oruçlu iftar etsin, daha fazla geciktirmesin" mânasındadır. Zira güneşin batmasıyla gece girmiş demektir. Gece ise, oruç zamanı değildir. Şehir dışında, kırda, yolculukta, açık havada, takvim - saat gibi bir bilgi ve aletin bulunmadığı zamanlarda akşam namazı vaktinin girdiğini anlamanın en tabii ve kolay yolunu bu hadîs-i şerîfte bulmaktayız.

 Hadislerden Öğrendiklerimiz

 1. Oruç açmakta acele etmek sünnettir. 

2. Oruc açmayı geciktirmek, Ehl-i kitaba benzemek olacağı için asla doğru değildir. 

3. Oruç açmakta acele etmek Allah katında sevilmeye sebeptir. 

4. Her konuda olduğu gibi oruç açmakta da sünnete uymak müslümanların hayır üzere yaşamasına vesiledir.

Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZANDA CÖMERTLİK" Bâbı-8-

RAMAZANDA CÖMERTLİK 

RAMAZANDA CÖMERT DAVRANMAK, İYİLİK YAPMAK, ÇOK HAYIR İŞLEMEK VE ÖZELLİKLE SON ON GÜNÜNDE BUNLARI DAHA DA ARTTIRMAK 

Hadisler

 1225. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: 

Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi. Onun en cömert olduğu anlar da ramazanda Cebrâil'in, kendisi ile buluştuğu zamanlardı. Cebrâil aleyhisselâm, ramazanın her gecesinde Hz. Peygamber ile buluşur, (karşılıklı) Kur'an okurlardı. Bundan dolayıResûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cebrâil ile buluştuğunda, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı." 

Buhârî, Bedü'l-vahy 5, 6, Savm 7, Menâkıb 23, Bed'ul-halk 6, Fezâilü'l-Kur'ân 7, Edeb 39; Müslim, Fezâil 48, 50. Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 15; Nesâî, Sıyâm 2; İbni Mâce, Cihâd 9 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır. 

 1226. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Ramazan ayının son on günü girdiğinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ihyâ eder, ev halkını uyandırır, ibadete soyunarak eşleriyle ilişkiyi keserdi. 

Buhârî, Leyletül-kadr 5; Müslim, İ'tikaf 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Nesâî, Kıyâmu'l-leyl 17; İbni Mâce, Sıyâm 57 

Açıklamalar 

Mevsiminde veya zamanında yapılan iş, iyilik ve ibadetin değeri iki sebepten dolayı büyüktür. Birincisi, yapılanın iyilik ve ibadet olması; ikincisi, "tam zamanında" yapılmış olmasıdır. 

Öte yandan Hz. Peygamber'in her konuda olduğu gibi bu iki hususu değerlendirmede de bütün insanlardan önde bulunduğu muhakkaktır. İbni Abbas radıyallahu anhümâ, bu rivayetinde Efendimiz'in cömertliğiyle ilgili bir gözlemini bize nakletmekte, onun, halkın en cömerdi olduğu gerçeğini belirttikten sonra, bu cömertliğin zirveye ulaştığı zamanı ve sebebini haber vermektedir. Bu da, ramazan ayında, Cebrâil aleyhisselâm'ın her gece gelip kendisiyle Kur'an mukabele etmesidir. İbn Abbâs, Efendimiz’in cömertliğindeki bu artışı, engel tanımayan ve hızla esen rüzgâra benzetiyor. Bu benzetme, cömertlikte rüzgârdan daha süratli olduğu, rüzgârın rahmet bulutlarını toplayıp ihtiyaç sahiplerine ulaştırması, hızla esen rüzgârın durgunca esen rüzgârdan daha fazla yol alarak daha çok yerlere ulaşması gibi özelliklerden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de yerinde ve güzel bir benzetmedir. 

Bilinen bir gerçektir ki Resûl-i Ekrem Efendimiz ramazan gelince kelimenin tam anlamıyla "kulluğa soyunur", zikri, Kur'an okumayı, hayır hasenat yapmayı artırırdı. Ramazanın son on gününde de i'tikâf yapardı. Onun bu âdeti muhtelif sahâbîler tarafından nakledilmiştir. Nitekim 1196 numara ile de geçmiş olan ikinci hadîs-i şerîf, Hz. Âişe vâlidemizin konuya ait müşâhedesini yansıtmaktadır: Ramazan ayının son on günü girdiğinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ihya eder, ev halkını uyandırır, ibadete soyunur ve eşleriyle ilişkiyi keserdi. 

Kısaca bir daha belirtecek olursak Resûl-i Ekrem Efendimiz'in ramazan ayında artan cömertliğinin iki ana sebebi olduğu anlaşılmaktadır. Birisi, Cebrâil aleyhisselâm ile karşılaşmak. İkincisi Cebrâil aleyhisselâm ile Kur'an mukâbele etmek, yani karşılıklı Kur'an okumak... Ayrıca ramazanın son on gününde ibadeti arttırması da "bin aydan daha hayırlı" Kadir gecesinin bu on gün içindeki tek gecelerde bulunmasından ve o gecenin ihyâsına ümmetin dikkatini çekmek istemesinden dolayıdır. 

Bu iki hadiste dikkatlerimize sunulan Efendimiz'in fiilî sünneti, ramazanda nasıl hareket etmemiz gerektiği konusuna tam bir açıklık getirmektedir. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi. 

2. Efendimiz'in cömertliği ramazan ayında bir kat daha artardı. 

3. Ramazanda sâlih kişileri ziyaret etmek ve Kur'an okumak çok sevaptır. 

4. Kur'an'ı ramazanda her zamankinden daha fazla okumak müstehaptır. 

5. Ramazanın son on gününde her türlü iyilik ve ibadeti arttırıp geceleri ihyâ etmeye çalışmak, Hz. Peygamber'in izini takip etmek anlamına gelir.

10 Mart 2025 Pazartesi

***Oruçla İlgili Kısa Bilgiler-Dr. M. Şerafettin KALAY


Her ibadette olduğu gibi orucun da kendine ait şartları ve farklı hükümleri vardır. Yeni bir Ramazan Ayı başlamışken bilgi tazelemeye vesile olur ümidiyle bu hükümlerden bir demet sunmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz:

Bir kimsenin üzerine orucunun farz olması veya tuttuğu bir orucun sahih olması için;

1 – Önce o kimsenin İslâm ile şeref bulmuş olması gerekir. Oruç bir ibadettir. İbadetler Allah rızası için yapılır ve edâ eden kişi sevaba, mükâfâta erer. Allah rızası ve sevap ise gerçek iman sahibi için geçerlidir.

Müslüman olmayan bir kimse de birinci derecede iman nûruna ermekle sorumludur. İmanla şeref bulmayan bir kimse, ibadetinin mükâfatını elde edemez.

2 – Akıl sahibi olmalıdır. Şüphesiz Rabbimiz, akıl nimeti bahşettiklerini sorumlu tutar. Ne yaptığının şuurunda, idrakinde olmayanları değil.

3 – Ergenlik çağına girmiş olmalıdır. Ergenlik çağına ulaşmamış bir çocuk henüz filizlenme, gelişme, idrak ve iradesini güçlendirme, olgunlaştırma devrelerini yaşamaktadır. Henüz bütünüyle sorumluluk alacak çağda değildir.

Ancak temyiz çağına ulaşarak aklı birçok gerçeklere eren bir çocuk, oruç tuttuğunda, orucu nafile oruç hükmünde sayılır, hem kendisi, hem de onu yetiştiren ve oruç tutmasına vesile olan anne-babası onun bu ibadetinden sevap kazanır.

4 – Oruç tutacak kişi, sıhhatli olmalıdır. Tutuğu oruç, sıhhatine zarar vermemeli, bedenî iyileşmesine mani olmamalıdır.

Hasta olan bir kişi, sıhhat bulduğunda oruçlarını kaza etmeli; hastalığı şifa bulmayacak veya devamlılık gösteren bir hastalık ise fidye vermelidir.

5 – Mukim olmalıdır. Dîn-i mübîn evinden uzaklarda yolculuk yapan seferî insanlara birçok kolaylık tanımıştır. Seferî oldukları sırada oruçlarını açma konusunda verilen ruhsat da bunlardan biridir. Ancak seferdeki insan, içinde bulunduğu durumu uygun bulur, oruç tutmayı tercih ederse Hanefî Mezhebine göre bu ayrıca kendisine fazîlet kazandıracaktır.

6 – Kadınlar hayız ve nifas hallerinden temizlenmiş olmalıdırlar. Onların bu halleri, sıhhatlerine dikkat ve titizlik gösterecekleri bir hâldir; ibadete uygun bir hâl değildir. Onlar da oruçlarını, temizlendiklerinde kaza edeceklerdir.

Oruca başladıktan sonra kan gelmişse oruçlarını bozmaları; gün batmadan temizlenmişlerse de günün kalan kısmında oruçlu gibi davranmaları uygun olandır. O gün oruçlu sayılmasalar da bu kendilerine ayrıca sevap kazandıracaktır.

Ramazan Ayı, kamerî aylardandır. Dolayısıyla hilalin, güneşin batışının peşinden batı istikametinde görünüşüyle başlar.

Allah Rasûlü;
“Hilali görerek oruca başlayınız, hilali görerek oruç ayına son veriniz.” buyurmuştur. Aynı zamanda hilal gözetlemek, ibadetten bir parçadır ve Ümmet-i Muhammed tarafından ihmal edilir hale getirilmesi ciddî bir kusurdur.

Kamerî aylar ya 30 gündür ya da 29 gündür. Hiçbir zaman 28 veya 31 gün olmazlar.
İmsak, fecr-i sâdıkın (asıl fecrin) doğuşuyla başlar. Yeme, içmeye imsaktan birkaç dakika önce son verilmesi elbette ihtiyata daha uygundur.


*Oruçlu bir insan misvak, macunsuz fırça kullanabilir. Islak misvak (dolayısıyla da fırça) kullanılmasını mekruh gören âlimlerimiz vardır. İmam Şafiî Hazretleri de öğleden sonra misvak kullanılmasını mekruh görür.


*Oruçlu bir insanın kan aldırması orucunu bozmaz. Ancak kendisini zayıf düşürecekse mekruh görülmüştür.


*Vücut menfezlerinden (gözeneklerinden) giren maddeler oruç bozmaz. Vücuda sürülen zeytinyağı, krem gibi maddeleri derinin emmesi, göze damlatılan damlanın gözden genze açılan menfezden içeri girmesi gibi.

*Aşı veya iğne vurdurma orucu bozar. Çünkü kan yolu ile direkt bağ kurar.


*Kendiliğinden zorlayarak gelen bir kusuntu, geri dönmemiş, dışarı çıkmışsa orucu bozmaz.
Az olan kusuntu geri döndüğünde de bozmaz. Ağız dolusu diye ifade edilen çok kusuntu şahıs tarafından geri döndürülürse oruç bozulur. Böyle bir kusuntu kendiliğinden içeri dönse İmam Ebu Yusuf’a göre yine orucu bozar. İmam Muhammed’e göre bozmaz.


*Bir kadının kocasını, bir kocanın da karısını sadece öpmesiyle oruç bozulmaz.


*Bir doktor hastasından oruç tutmamasını isterse, İslam Hukuku’na göre; şayet doktor mesleğinde mütehassıs, kendisi oruç tutan ve Allah korkusu taşıyan bir kimse (fıkhî ifadeyle hâzık ve âdil) ise sözü geçerlidir. O kimsenin oruç tutması, sıhhatine zarar vermemesi, daha sonra uygun bir zamanda orucunu kaza etmesi gerekir. Hastalığı geçici, yani iyi olacak bir hastalık değilse fidye vermelidir.


*Kefâret, sadece niyet ederek başlanılmış bir Ramazan orucunu kasten bozmaktan dolayı gerekir. Ramazan dışında tutulan hiçbir orucu bozmaktan dolayı gerekmez. Aynı hüküm Ramazan orucunu Ramazan ayı dışında kaza eden insan için de geçerlidir. Yani kefâret gerekmez. Belki böyle bir orucu bozması, durumuna bağlı olarak ona vebal getirebilir ama kefâreti gerektirmez.

*Kefâret oruç tutmamanın değil, Ramazan orucunu bozmanın cezasıdır.


*Hamile bir kadın, kendi sıhhatine veya çocuğunun sıhhatine zarar gelebileceğinden korkuyorsa oruç tutmayabilir, bu orucunu daha sonra kaza edebilir. Çocuk emziren bir kadının durumu da böyledir.

Bu hükümler sıkça karşılaşılan konularla ilgilidir. Daha fazla ve geniş bilgi için ilmihallere, fıkıh kitaplarına müracaatta fayda vardır.

Feyz ve bereket dolu günler niyâziyle…

Dr. M. Şerafettin KALAY


http://www.siyerinebi.com/tr/orucla-ilgili-kisa-bilgiler

***ORUÇ İLE İLGİLİ AYETLER

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ الرَّحِيم
1)
Ey iman edenler! oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Bakara( 2) 183

2) Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Bakara( 2) 184

3) Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. Bakara( 2) 185

4) Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar. Bakara( 2) 187

5) Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdır.Bakara( 2) 196

6) Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Nisa( 4) 92

7) Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamıyan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz! Maide( 5) 89

8) Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır. Maide( 5) 95

9) (Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele! Tevbe( 9) 112

10) "Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım." Meryem( 19) 26

11) Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Ahzab( 33) 35

12) (Buna imkân) bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır. Mücadele( 58) 4

13) Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadef eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir. Tahrim( 66) 5

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

***ORUÇ KEFARETİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Keffaret, lûgat deyiminde gidermek ve örtmek manasındadır. Allah, bazı kusurları ve günahları birtakım vesilelerle bağışlayıp örttüğünden bu vesilelerden her birine "Keffaret" denilmiştir. Bunun çoğulu "Keffarât"dır. Günahları affetmeğe de 'Tekfir-i Zünûb" denilir.

Keffaret, yasak olan şeylerden insanları alıkor ve engeller. Yapılan bir günaha, verilen bir ceza yerinde bulunur. Aynı zamanda bir ibadet manasında bulunduğundan günahların bağışlanmasına bir vesile olur.

 Oruç keffareti, Ramazanda bir özür bulunmaksızın belli şartlar içinde orucunu bozan bir mükellefin, müslüman veya gayr-i müslim bir köle veya cariye azad etmesidir. Buna gücü yetmiyorsa, arka arkaya kesinti yapmaksızın iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmezse altmış fakire (sabah akşam) yemek yedirir.
Oruç keffareti böyle yemek yedirmekle olabileceği gibi, yiyeceği aynen verip temlik etmekle de olur.
(Oruç keffaretinde böyle sırayı gözetmek hem Hanefîlerce, hem de Şafiîlerce gereklidir. Malikîlerde sıra gözetmek yoktur, insan dilerse köle azad ederek, dilerse oruç tutarak ve dilerse yemek yedirerek bunu yapar.)

*Yemek, aç olan büluğa ermiş veya yaklaşmış altmış fakiri sabah akşam doyuracak kadar yedirmektir. Bu yedirilecek yemek yalnız buğday ekmeği de olabilir, buğday ekmeği yanında katık mecburiyeti yoktur. Fakat katıksız arpa ekmeği yeterli değildir.

* Eğer yüz yirmi fakire yalnız bir vakit yemek yedirilse, bu ancak altmış fakire yedirilmiş sayılır. Bunlardan altmış fakire tekrar sabah veya akşam yemek yedirmek gerekir. Böyle altmış fakire bir defa yemek yedirildikten sonra dağılıp gitseler, ya gelip hazır olmalarını beklemeli, ya da tekrar altmış fakiri sabah-akşam doyurmalıdır.

* Oruç keffaretinin eşya verilip temlik yolu ile yapılmasına gelince, altmış fakirden her birine beş yüz yirmi dirhem (yarım sa') buğday veya bin kırk dirhem (bir sa') arpa veya hurma veya kuru üzüm verilir. Bu, tam bir fitre sadakası mikdarıdır. Bunların kıymetini vermek de caizdir.

* Oruç keffaretinde bir fakire altmış gün sabah-akşam yahut yüz yirmi sabah veya yüz yirmi akşam yemek yedirmek de yeterlidir.
Yine, bir fakire iki ayda her gün ya aynen veya kıymet olarak birerden altmış fitre sadakası verilmesi de yeterlidir. Fakat bir fakire bir günde topluca verilecek altmış fitre mikdarı, yalnız bir günlük fitre yerine geçer. Onun için her gün bir fakire bir fitre mikdarı verilir. Bu keffaretlerde uygulanır.

* Oruç keffaretinin iyi hal sahibi olan fakirlere verilmesi daha faziletlidir. İmam Ebû Yusuf'a göre, bu keffaret bedeli gayr-i müslim fakirlere verilemez. Fetva da buna göredir.

* Oruç keffareti, oruç tutmak suretiyle olunca, bunda kesintisiz arka arkaya tutmak şarttır. Onun için oruca başlayan kimse, ara vermeden iki ay oruç tutar. Eğer daha iki ay dolmadan herhangi bir sebeble orucunu bozarsa, yeniden iki ay oruç tutmaya başlar. Bundan kadınların lohusa halleri değil de, adet halleri müstesnadır. Geçirecekleri adet günleri kesinti sayılmaz. Çünkü bu halden kurtulmak kadınlar için mümkün olmayacak derecede zordur. Ramazan orucunun veya muayyen bayram günlerinin araya girmesi de, keffaretin arka arkaya olmasına engeldir.

* Keffaret hususunda, keffaret ödeyecek kimsenin ödeme zamanındaki haline bakılır. Buna göre, bir keffaret ödeyicisi, keffaretin gerektiği zamanda zengin iken, bunu ödeyeceği zaman fakir düşmüşse, keffaretini oruç tutmakla yerine getirir. Fakat daha orucunu bitirmeden tekrar zenginleşip köle azad etmeye güç kazansa, köle azad etmek suretiyle keffareti yerine getirmesi gerekir.

* Keffaret orucuna, kamerî aylardan birinin başlangıcında başlanırsa. ayın ilk günü esas alınır. Böylece tam iki ayın geçmesiyle oruç keffareti tamamlanmış olur. Fakat ayın başında oruca başlanmazsa, birinci ay üçüncü aydan tamamlanarak otuz gün hesab edilir, ikinci ay ise, ayın başı alınarak oruca devam edilir. Bu, iki İmama göredir. İmamı Azam'a göre, bu takdirde tam altmış gün oruç tutmak gerekir, ay başına bakılmaz.

* Bir kimse bir ramazan içinde veya birkaç ramazanda özürsüz olarak birkaç defa kasden orucunu bozmuş olsa, bunlardan dolayı yalnız bir keffaret öder. Sahih olan görüş budur. Çünkü ceza yönü, keffarete üstün gelmektedir. Sebebleri bir olan cezalarda bir ceza yeterlidir. Bu bir ceza hepsine yeter. Fakat keffaret yapıldıktan sonra tekrar orucunu aynı şekilde kasden bozacak olursa, bundan dolayı ayrıca bir keffaret gerekir. Birinci keffaret ile tam bir ders alınamadığı anlaşılmış olur.


Ö.N.Bilmen(Tam ilmihal kitabı)


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***Öteki Hayatı Kazanmanın Büyük Bir Fırsatı Ramazan-M.Emin Yıldırım

Muhammed Emin Yıldırım Hoca, Ramazan ayının değer ve kıymeti, Ramazan’a nasıl hazırlanalım, bu mübarek ayı nasıl ihya edelim ve bu aydan diğer aylara neler taşıyalım, konusunda çok önemli bilgileri ve mesajları paylaştı.

Dersten Cümleler

“Ey Müslümanlar!

Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü.


 Bu, içinde ‘bin aydan daha hayırlı olan’ Kadir Gecesi’nin bulunduğu bir aydır.

Bu ay; Allah Teâlâ’nın, gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde teravih namazını nafile olarak meşru kıldığı (mübarek) bir aydır.

Bu ayda kim bir hayr işlerse başka zamanlarda bir farzı yerine getiren kimse gibi sevap kazanır. Bir farzı eda eden de başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren gibi sevap kazanır.

Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.
Bu ay ihsan ve yardımlaşma ayıdır.

Bu ay müminin rızkının bereketlendiği bir aydır.

"Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği müslümanın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da ayrıca sevap kazanır.”

Sahabe hayran hayran bu sözleri dinlerken içlerinden biri: “Ya Resulullah! Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkâna sahip değildir ki!”… dedi.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah Teâlâ bu sevabı bir oruçluyu bir hurma veya bir yudum su ya da bir içim süt ile iftar ettirene de verir” buyurduktan sonra hutbesine şöyle devam etti:

“Bu ay, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altındakilerin yükünü hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennemden azad eder.

Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnut edersiniz; ikisinden de zaten uzak kalamazsınız. Rabbinizi hoşnut edecek iki işiniz; ‘Lâ ilâhe illallah’ diyerek Allah’ın birliğine şehadet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir. Uzak kalamayacağınız öteki iki şeye gelince, onlar da Allah’tan cenneti isteyip cehennemden kurtulmayı dilemenizdir.

"Kim bir oruçluyu doyuracak olursa Allah onu benim havuzumdan sulayacak, o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.” (İbn Huzeyme, Sahih, II/911; Beyhaki, Şuabu’İman, V/223)

Ramazan nasıl bir aydır? Ramazan deyince neler aklımıza gelmelidir?


1. Ramazan, kulluğun en hayırlı azığı olan takvanın kuşanılacağı bir aydır.

“…Azık edinin, kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden ittika edin (korkup sakının).”
(Bakara 2/197)

“Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.”
(Bakara, 183)

2. Ramazan, Allah’ın insanlığa en büyük ikramı, nimeti ve hidayet kılavuzu olan Kur’an’ın nazil olduğu aydır.

3. Ramazan, feraset ve basireti elde etmenin en önemli yolu olan furkan vasfının kazanılacağı bir aydır.

“Ramazan ayı ki o ayda insanlar için hidayet kaynağı olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir.”
(Bakara, 185)

4. Ramazan, içerisinde bin aydan daha kıymetli olan Kadir Gecesi’ni saklayan bir aydır.

5. Ramazan, hakkıyla ihya edildiği takdirde geçmiş günahların bağışlanmasına vesile olan bir aydır.

“Kim, inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”
(Buhari, İman, 28, Müslim, Sıyam, 203)

“Kim inanarak ve karşılığını sadece Allah’tan umarak Kadir Gecesini ihya edip ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”
(Buhari, İman, 35; Tirmizî, Savm, 1)

“Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, beş vakit namaz ile Cuma bir sonraki Cuma’ya kadar ve Ramazan diğer Ramazan’a kadar, aralarında işlenen günahların bağışlanmasına vesiledir.”
(Müslim, Taharet, 16)

6. Ramazan, cennet kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapatıldığı ve şeytanların en azgınlarının bağlandığı bir aydır.

“Mübarek Ramazan ayı size geldi. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.”
(Nesâî, Sıyâm, 5)

7. Ramazan, hayırlarda yarışılan, takvada yardımlaşılan ve salih amellerin çoğaltılması gereken bir aydır.

“Ramazan ayı bütün bereketi ile size geliyor. Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir. Hataları yok eder, o ayda duaları çokça kabul eder. Allahu Teâla sizin Ramazan ayında hayırlarla yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O halde iyilik ve hayırdan yana Allahu Teâla’ya kendinizi gösterin. Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden bedbaht kimselerden olmayın.”
(Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, III/344)

8. Ramazan, rehavet, uyku, eğlence ve reklamların arttırılacağı bir mevsim değil, mücadelenin, davetin ve cihadın fazlalaştırılacağı bir aydır.

9. Ramazan, Hududullaha/Allah’ın sınırlarına ve Hukukullaha/Allah’ın hukukuna riayet ederek yaşamanın iyice öğrenilebileceği bir aydır.

10. Ramazan, mahşerin en önemli mükâfatı olan arşın gölgesinde gölgelenmenin, öteki hayatı kazanmanın ve cennete özel bir kapıdan girmenin elde edilebileceği bir aydır.

“Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir.”
(Buhârî, Savm, 4; Müslim, Sıyâm, 166)

Ramazan’a nasıl hazırlanalım?

1. Ciddi bir muhasebe
2. Derin bir tevbe
3. Şuurlu bir istiğfar
4. Güzel bir helalleşme
5. Bilinçli bir niyet
6. Makul bir hedef
7. Sarsılmaz bir istikamet
8. Sadık bir dost
9. Vahdet sağlanmış bir hane
10. Sağlam bir sabır

Neye sabır edeceğiz?
1. İbadetlerin külfetine
2. Günahların cazibesine
3. İmtihanların zorluğuna
4. Eziyetlerin ağırlığına
5. Hayırların istikrarına

Ramazan’ı nasıl ihya edelim?
1. Dışarıdan içeriye dönerek

İtikâf, her Ramazan Hira’nın mesajlarını yeniden yaşamaktır.

2. Düzensizlikten nizama kavuşarak
3. Zaafiyetlerden arınıp, iradenin hakkını vererek

Uyku ahlakı, Göz terbiyesi, Kulak terbiyesi, Dil terbiyesi

4. Zayıflıklardan kurtulup, kuvvetli ve güçlü olmaya azmederek

“Kuvvetli mümin, zayıf / güçsüz müminden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.” (Müslim, Kader, 34; İbn Mace, Zühd, 4168)

5. Değersizlikten ulvi hedeflere kilitlenerek
6. Duyarsızlıktan mükellefiyetlere yürüyerek
7. Cimrilikten cömertliğe alışarak
8. Beşeri yargılardan ilahi telkinlere kavuşarak
9. Üzerimizdeki her türlü hakkı yerine getirme adına gayret göstererek
10. İbadetin beyni olan duadan çokça nasiplenerek

“Üç kimse vardır ki, duaları reddedilmez, mutlaka kabul edilir: İftar anında oruçlunun duası, adil idarecinin/devlet başkanının duası, mazlumun duası (bedduası)." (Tirmizi, Deavat, 128, İbn Mace, Sıyam, 48)”

Ramazan’dan sonrasına kazanımları nasıl taşıyalım?

1. Zamana ve zemine sıkıştırmak yok, hayatın tamamına yaymak var.
2. Kazanılan seviyeyi kaybetmek yok, koruma adına ciddi bir hassasiyet var.
3. Güzel alışkanlıkları unutmak yok, o meltemi hissedecek adımları atmak var.
4. Mükellefiyetleri gevşetmek yok, her daim canlı tutacak vesileleri zorlamak var.
5. Asla ümitsizlik girdabına girmek yok, reca/ümit kapısına dört elle sarılmak var.

Her şeyin bir kalbi var, her kalbe sahip çıkılmalı!

Namazın kalbi secdedir.
Haccın kalbi Arafat’tır.
Cihadın kalbi şehadettir.
Davetin kalbi sabırdır.
İlmin kalbi istikrardır.
Dostluğun kalbi vefadır.
Senenin kalbi Ramazandır.
Ramazanın kalbi Kadir Gecesidir.
Orucun kalbi iftar anlarıdır.

Sahabe’den Ebû Said el-Hudri bize nakil ediyor. Diyor ki: “Peygamber Efendimiz 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir keresinde minbere çıkarken, her adımda “âmin” dedi: Bir adım çıktı, “âmin…”; bir adım daha çıktı, “âmin…”; bir adım daha çıktı, “âmin…”

Hutbesi bittikten sonra: “Yâ Resûlallah! Minbere çıktığınız zaman ‘âmin’ dediniz, her adımınızda bunu neden söylediniz?” diyerek sebebini sordular.

Buyurdu ki: “Cebrail 
Aleyhisselam üç dua etti, ben de onlara âmin dedim!”

Birisi: Cebrail 
Aleyhisselam: ‘Annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa, ona yazıklar olsun/burnu yerde sürtünsün!’ dedi, ben de âmin dedim.”

İkincisi: “Cebrail 
Aleyhisselam: ‘Sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmezse; ona yazıklar olsun! Onun burnu yere sürünsün!’ dedi. Ben de ona âmin dedim.”

“Üçüncüsü: “Cebrail 
Aleyhisselam: ‘Ramazana eriştiği halde bir insan, buna Ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allah’ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah’ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula! Burnu yerde sürtsün!’ diye dua etti. Ben de ona âmin dedim.” (Buharî, el-Edebu’l-Müfred, 1/338; Taberanî, Mü’cemü’l-Evsat, 8994)

Videoyu izlemek için:

***O ÖYLE BİR AYDIR Kİ!!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Ramazan ayı dinimizce yüce ve kutsal kabul edilmiş bir aydır. On bir ayın sultanıdır. Onun bu kutsiyet ve fazileti Kur´an-ı Kerim´de ve hadis-i şeriflerde belirtilmiştir. Sevgili Peygamberimiz bir Şaban ayının sonunda Ramazan ayına girerken ashabına hitabederek Ramazan ayının kutsiyet ve faziletini şöyle belirtmiştir:

- Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize bastı.
O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır.
Allah o ayda oruç tutmayı farz kıldı. Geceleyin ibadet yapmayı (terâvih namazı kılmayı) nâfile kıldı.
O ayda bir hayır işleyen kimse diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur.
O ayda bir farz işleyen ise diğer aylarda yetmiş farz işlemiş gibi sevap alır.
O, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı ise cennettir.
O, yardımlaşma ayıdır.
O ayda müminin rızkı bollaştırılır.
O ayda kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. Aynı zamanda oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Oruçlunun sevabından da hiç bir şey noksanlaşmaz.


Ashab:
- Yâ Rasûlullah! Hepimiz oruçluyu iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz" deyince Resûlallah (s.a.v.) Allah bu sevabı oruçluyu kuru bir hurma ile veya bir yudum su ile ya da bir yudum süt kaşığı ile iftar ettirene de verir.

O öyle bir aydır ki evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtuluştur.
O ayda köle ve hizmetçilerin yükünü hafifleten kimseyi Allah bağışlar ve cehennem ateşinden kurtarır.


Ramazan ayında şu dört şeyi çokça yapınız. Bunlardan ikisini yapmakla Rabbinizi razı edersiniz, diğer ikisini yapmaktan da müstağnî sayılmazsınız. 


Rabbinizi razı edeceğiniz iki haslet şunlardır:a- Allah´tan başka hiç bir ilah olmadığına şehâdet getirmek.
b- Allah´ı anıp istiğfar etmek.


Müstağnî olmadığınız iki haslete gelince:
a- Allah´tan cenneti istersiniz.
b- Cehennemden O´na sığınırsınız.

Kim bir oruçluya su verirse, Allah da ona havzımdan öyle bir şerbet verir ki, artık cennete girinceye kadar hiç susamaz."
Görüldüğü gibi Ramazan ayı çok faziletli ve kutsî bir aydır. Ona bu fazilet ve kutsiyeti kazandıran şey hiç şüphesiz ki o ay içerisinde inmeye başlayan yüce kitabımız Kur´ân-ı Kerîmdir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: "İnsanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur´an Ramazan ayında indirildi."

Kur´an-ı Kerim Ramazan ayı içerisinde Kadir gecesinde Peygamber Efendimize sas indirilmeye başlanmıştır. Kur´an-ı Kerim´in inzali Allah´ın insanlığa en büyük lütfu ve nimetidir. Bundan daha büyük bir lütuf ve nimet düşünülemez. Çünkü Kur´an´ın hidayeti sayesinde insanlar küfürden imana, sapıklıktan hidayete, karanlıktan aydınlığa, cehaletten ilme, zulümden adalete kavuşmuşlardır.

Kur´an sayesinde insanlar insanlıklarını öğrenmişlerdir.
Kur´an sayesinde insanlar temel haklarına ve hürriyetlerine kavuşmuşlardır.
Kur´an sayesinde insanlar sömürüden haksızlıktan, zulümden kurtulmuşlardır.
Kur´an sayesinde insanlar cehalet, şirk ve küfür bataklığından kurtulup İslâm´ın aydınlığına kavuşmuşlardır.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Sevabını Yalnızca Allah'tan Umarak Ramazan Orucunu Tutmak İmandandır

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN   

28. Sevabını Yalnızca Allah'tan Umarak Ramazan Orucunu Tutmak İmandandır

38- Ebû Hureyre'nin 
(radıyallahu anh) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

"Kim inanarak ve sevabını yalnızca Allah'tan umarak Ramazan oru­cunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır".


Açıklama

Kadir gecesini ihya etmekle Ramazan'ı ihya etmek arasındaki ilişki açıktır. Ancak cihad konusu ile ilgili hadisi, Kadir gecesini arama konusunda zikretme­sinde güzel bir uyum vardır. Çünkü Kadir gecesini aramak özel bir önem ve tam bir mücahedeyi gerektirir. Bununla birlikte kişi Kadir gecesini bulabilir de bul­mayabilir de. Şehitliği talep eden ve Allah'ın kelimesini yüceltmeyi amaçlayan mücahidin durumu da budur. Bu amacı, gerçekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de. Her iki durumda da asıl amaca ulaşabilir de ulaşılmayabilir de. Kadir gece­sini arayan kişi bundan sevap alır, şayet Kadir gecesine rastlarsa sevabı daha büyük olur. Aynı şekilde Allah yolunda cihad eden mücahid de sevabını alır. Şayet amacına kavuşursa sevabı daha büyük olur. Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah yolunda öldürülmeyi isterdim" sözü de buna İşaret etmektedir. Buhârî bu­rada cihadın faziletini ara konu olarak vermiş, sonra Ramazan ayını ihya etme konusuna dönmüştür. Bu konu, Kadir gecesini ihya etme konusuna göre özel­den sonra getirilen genel konudur. Daha sonra Buhârî oruç konusundan bah­setmiştir. Çünkü oruç, bir çok arzunun terk edilmesi türünde bir ibadettir. Buhârî orucu, Ramazan gecelerinin ihya edilmesinden sonra getirmiştir, çünkü gecelerin ihyası fiil türünde bir ibadettir. Ayrıca gece, gündüzden önce gelir. Buhârî'nin geceleri ihyanın meşru olduğunu belirtmek için bunu yapmış olması da müm­kündür.

Burada 'Allah'ın kefil olması", kişiye derhal sevap vermesi, güzel karşılık vermesidir. Diğer bîr görüşe göre kişinin muradını gerçekleştirmesidir.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.