2 Ocak 2025 Perşembe

İRADEMİZİ NASIL GÜÇLENDİREBİLİRİZ?

İrade Allah Teala'nın mahlukatları arasında sadece insana verilmiş bir özgürlük ve akıbetimizi belirleyen bir unsur.

Bir seçim yapıyorsun ve sonu ya cennet ya da cehennem.

Karakterimizi biz şekillendiriyoruz. Ne olmak istediğimize biz karar veriyoruz. Allah azze ve cellenin emaneten verdiği irademizi ister günaha yönelerek küfredenlerden olacağız istersek hidayete tutunup şükredenlerden olacağız.

Hidayet iradeyle olan bir şeydir, kişinin kendisi harekete geçmesi lazım. Kişinin Rabbini sevmeye ve saymaya yol araması lazım. 

Kişi kendi harekete geçmezse Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'i de görse, dizinin dibinde de olsa bir şey değişmez.

Kişi kendi iradesiyle hangi yolu seçerse, Allah Teala da ona uygun olarak ya hidayetini, ya delaletini ona yaşatır. 

Böyle bir seçimle imtihan olurken şeytan bizi yanlız bırakmaz. Bizler bir şeyler yapmayı temenni ettiğimizde şeytan düşünce dünyamıza bir şeyler bırakıverir. 

Bir sağ taraftan bir sol taraftan girerek, bunu neticede Allah Teala için olmaktan çıkarıp dünyevi karşılıklarla ilişkilendirerek kişinin niyetini bozmaya çalışır. 

Kişi burada şeytana meyledip kendi iradesiyle Rabbinin istemediği bir işe yönelebilir.

 Cenab-ı Allah da zaten böyle kolayca kopuşlar olacak mı diye sınamak istemektedir. Yani Allah Teala kendisi adına dirençli bulunan, hiç bir çeldiricinin kendisini kandırmadığı, vazgeçirmediği kimseleri ortaya çıkarmak ister. 

Kişi içtenliğini kaybetmediği sürece ve sadece Allah için olabildiği sürece, iradesini Allah Teala tarafından kullandığında şeytan onu saptıramaz. Böyle bir gücü yoktur.

İşte bu yüzden bizler irademizi nasıl terbiye edebiliriz, günahlara meyletmekten nasıl korunabiliriz bunu konuşacağız inşaAllah.

Şeytan pusuda bekleyen bir varlık. Bizi şehvetten, maldan, mülkten, öfkeden, insani ilişkilerden kandırmak ister. Ancak bilmeliyiz ki biz istemediğimiz halde şeytan bize zoraki bir şey yaptırmaya güç yetiremez. 

İşte burada irademizle sınanırız. Şeytandan gelen, duygularımızı harekete geçiren, bizi belli bir yöne mıknatıs gibi çeken bu etken hiç bir zaman irademizden daha baskın olmaz. 

Biliyoruz ki, insanın arkasında iradesi, niyeti olmadığı sürece bir amelden insanın getirisi olmaz. 

Niyet esastır. Eğer Cenab-ı Hak’tan umduğu bir şey yok ise bir hayra vesile olmak kişiye bir şey sağlamaz. 

O yüzden eski alimler “Ne yap et ufak işlerinde bile büyük niyet koy” diyorlar. 

İnsanın akıllısı hele ki dinde, böyle olur. Küçük ameller yapar ona bile büyük niyetler koyar. O niyet Cenab-ı Hak makamında önemlidir. Onun umduğu yatırım yaptığı o beklentiye göre karşılık verilir. 

O kadar niyet odaklı yaşamalıyız ki attığımız her adımımız bile niyetli olmalı.

Allah Teâlâ insanı akıllı, iradeli ve iyiyi kötüden ayırma kabiliyetine sahip değerli bir varlık olarak yaratmış; görevlendirdiği peygamberler ve indirdiği vahiyle ona doğru yolu göstermiş, aynı zamanda kendisine irade ve seçme hürriyeti vermiştir. Artık Allah’ın gösterdiği doğru yola girip şükredici olmak veya şeytana ve nefse uyarak Allah’ın verdiği imkân ve kabiliyetleri baskı altına alıp nankör olmak insanın kendi elindedir.

İrade, insanı insan yapan içgüdülerini denetleyebilmesi, erteleyebilmesi ve onlara hakim olabilmesidir. Bizi hayvanlardan ayıran en önemli özelliğimiz olan irademizi güçsüz kılmak ya da geliştirmek her türlü bizim elimizdedir.

Bir düşünün ‘’yapmak istemiyorum aslında’’ dediğiniz durumları. İstemeden içinde kaldığınız durumları, ihtiyacınız yokken aldığınız onlarca eşyayı, nefes almaya yeriniz yokken yediğiniz tabaklar dolusu yiyeceği. Bizler artık hazzımızı erteleyemeyen, anı yaşamayı hazzın keyfine varmak sanan canlılar olduk. 

Halbuki anı yaşamak, tüm duyuların ile bulunduğun anı hissetmek ve iradeni kaybetmemek demektir. 

İrademizi nasıl güçlendirebilirizi cevaplamadan iradenin ne olduğunu biraz detaylandıralım ve serbest irade ile mutlak irade arasındaki farktan da bahsedelim:

Cüzi irade yani serbest irade, kulun tercihini ortaya koyduğu esnada herhangi bir cebir altında kalmamasıdır. Yani isterse A seçeneğini, isterse B seçeneğini, isterse de C seçeneğini seçebilmesidir.

Veya isterse iyi ve doğru davranışları, isterse kötü, yanlış ve en aykırı davranışları, hatta bir başkasının hakkında cürüm dolu fiilleri, hatta ve hatta kendi bedenine kastedecek şekilde haksız, en kötü işlemleri yapabilmesidir. Sınırlı seçenekler arasında olsa da bu durum aslında tam bir serbestliktir ancak bu yaptıklarının bir muhasebesi ve bu muhasebe neticesinde de ödül ya da ceza cinsinden sonuçları olur. Dolayısıyla serbest irade sınırlı ve sorumlu bir özgürlüktür.

Külli irade yani mutlak irade ise her şeyi yapabilmek ve yaptığı hiçbir şeyden ötürü asla sorumlu olmamaktır.

Bu açıdan bakıldığında mutlak irade tekildir; iki ayrı zatta bulunması olanaksızdır. Çünkü çakışma meydana gelir; biri diğerine karşı sorumlu olmak zorunda kalır.

Burasını kavradıysak mutlak iradenin ancak ve ancak var eden Yüce Allah’a (c.c.) has olduğunu anlayabiliriz.

Zebur’un aslında geçtiği söylenen ifadelerde: Cenabı Allah  Davud aleyhisselam’a sesleniyor ; “Ya Davud, sen de istiyorsun ben de istiyorum. Ancak benim istediklerimden gayrısı olmaz. Eğer kendi istediklerinin peşinde koşarsan, seni yorarım, yine de benim dediğim olur. Benim istediklerim peşinde koşarsan, senin istediklerini veririm. Sonuçta yine sadece benim istediklerim olur.” 

Burada Cenabı Hakk’ın mutlak iradesinin mutlak olarak her şeyi yönettiğini, kontrol ettiğini görüyoruz.

O halde sorumluluktan kaçan bazı insanların serbest irade ile yetinmeyip mutlak bir iradeye heves etmeleri Allah’a (c.c.) benzemeye çalışmak veya O’nu taklit etmek anlamına geldiğini anlayabiliriz.

İşte bu, tam manasıyla kulun Yaratıcısına karşı büyüklenmesidir. Çünkü mutlak irade ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. Kulluğumuzu reddedip ilahlaşma arzusu içerisine girersek ve böylece bize bahşedilen bu irademizle Cenab-ı Hakk’a karşı diklenirsek Yüce Yaradan bu istikbarımızın karşılığını sonsuz bir azap ile cezalandıracağını bizlere haber vermiştir.

Bunu bir de şöyle ifade edelim: Çoğu insan iradesini sınırsız yaşamak varken sorumlu davranmak ve onu kontrol altına almaya çalışmaktan hoşlanmaz.

Çünkü büyüklenmek ve her istediğini sorumsuzca yapabilmek arzusu nefse hoş gelir. Ancak akleden insanlar serbest iradenin Allah tarafından bir süreliğine ve emaneten verildiğini ve bu süre sonunda bunun bir muhasebesinin yapılacağını görürler. İradenin nihai muhasebesi ahirettedir.

Dolayısıyla kişi iradesini yaşarken sonuçlarının bir kısmını daha bu dünyadayken göreceğini ve esas karşılığını ise din günü Yaradan’ın huzurunda verileceğinin bilincindedir.

Allah (c.c.) gönderdiği peygamberler ile bu gerçeği insanlara hep hatırlatmış ve onları uyarmıştır. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

“Yoksa sizi abes olsun diye yarattığımızı mı sandınız?” (Müminun, 23/115.) 

Allah Teala yaşadığımız bu hayatın ve hayatta elde ettiğimiz imkânların bir hiç uğruna sebepsiz ve anlamsız olmadığını hatırlatır. Bunları iyi yönde kullananlarla kötü yönde kullananların akıbetlerinin aynı olmayacağının ikazını yapar. 

Hak Teâlâ buyuruyor ki: “Yoksa kötülükleri işleyenler bizim onları hayatlarında ve ölümlerinde iman eden ve salih amelleri yapanlarla bir mi tutacağımızı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Casiye, 45/21.)

Kişi kendi iradesiyle hangi yolu seçerse, Allah Teala da ona uygun olarak ya hidayetini, ya delaletini ona yaşatır. 

“Her kişi kendi kazancının rehinesidir”(Müddessir 38) 

Kendi kazancı neyse akibeti de ona bağlıdır. Ya yüce Allah’a karşı sevgi ve saygıda bulunur ya da Rabbimizin kudretini bilmesine rağmen heva ve arzularına uyar. Bu, kişinin kendi bileceği şeydir ki sonucuna kendisi katlansın. 

Demek ki irade ne olmak istediğimize karar verdiğimiz bir süreçtir.

İRADE EĞİTİMİ NASIL OLMALI?

Dürtüleriyle değil de aklıyla hareket eden insan için en büyük nimet, irade kabiliyetinin olmasıdır. İnsanın en güçlü yönü bir şeyi arzu ettiği hâlde yapmama iradesi göstermesidir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in ifadesiyle “Güçlü kimse güreşte rakibini yenen değil, öfke anında kendisine hâkim olandır.” (Müslim, Birr, 107.) 

Dürtülerini yönetmek, kâmil insan için değeri ölçülemeyecek kadar büyük bir kazanımdır. Bütün başarısızlıkların, aldanışların ve günaha sürüklenmenin temelinde irade zayıflığı yatar. "Kendimi tutamadım, şeytana uydum" gibi yakınmalar problemin bilgi kaynaklı değil irade kaynaklı olduğunu gösterir. 

Bu yüzden irade eğitimi ihmal edilmemesi gereken bir meseledir. Maddi dünyamızda fizik kanunları olduğu gibi iç dünyamızın da psikoloji kuralları vardır. Ancak, o yasalara uyarak akıl, duygu ve irademizi eğitebiliriz. 

İrade üzerine yapılan çalışmalar iradenin aynen vücuttaki bir kasa benzetilebileceğini söyler. Nasıl bir kas uzun süre hiç ya da az kullanıldığı zaman zayıflarsa irade de kullanılmaz ya da az kullanılırsa süreç içerisinde zayıflar.


Zayıflayan kaslar belirli antrenmanlarla dinç hâle getirilebiliyorsa zayıf kalmış irade de belirli psikolojik egzersizlerle güçlü hâle getirilebilir. 

Öncelikle tasavvurumuzu Allah Teala karşısında aciz, diğer canlılar karşısında aziz olduğumuz ön bilgisiyle şekillendirmeliyiz. Allah Teala karşısında insan sınırını bilmeli, kendisi için çizilmiş sınırlara riayet etmelidir. 

İnsan bu şekilde bir hayat yaşamaya çalıştığında canlılar arasındaki izzet ve şerefini de muhafaza etmiş olacaktır. 

İrade terbiyesindeki ön kabulümüz inandığımız ve bildiğimiz şeylere teslimiyettir. Teslim olunan bir dayanak noktasının olmaması kişinin hedefini belirsizleştirir ve azmini kırar. 

Hayatın anlam ve gayesini imanından alan insan, ömrünü sadece beşerî istek ve arzularını tatmin etmekle geçirmez. Beşerî ihtiyaçların bir amaç değil kulluk için bir araç olduğunu bilir. O halde ilk olarak imanımızı sağlamlaştırmalıyız. İman işin temeli olduğu için o noktada atılacak adımlar diğer bütün adımları da etkileyecek ve olumlu manada onlarında değişimine vesile olacak.

İrade terbiyesi, duygu ve arzuları görmezden gelme ya da yok etme değil, yönetmek ve istenilen hâle getirmektir. Mesela, auyumak, az yemek ve az konuşmak, bizi bir noktada bedensel bağımlılıklardan kurtaracak asıl amacımıza yönelten fiillerin başında gelir. 

İrade zayıflığının en önemli sebebi tembelliktir, meşguliyetsizliktir. Şeytanın en çok musallat olduğu kişiler bunlardır. 

İçinde çaba, meşakkat bulunmayan tembellik, kişiye anlık haz verdiği için çekicidir ve çabuk alışılır. Çözüm ise basittir; Bir işle uğraşmak. Az ya da çok, basit ya da önemli daima planlı bir hareket içinde bulunmak. 

“Öyleyse bir işi bitirince diğerine koyul. (İnşirah, 94/7.) buyuran Rabbimiz cc ve “İki günü birbirine denk olan ziyandadır.” diyen Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem meşguliyetin çok önemli olduğunu belirtmişlerdir.

Diğer bir husus ibadetlerdir. Her zaman nefse karşı koyma hususunda insana kuvvet verip irademizi güçlendiren bir unsurdur. İradesini güçlendirmeyi hedefleyen insan ibadetlerine dikkat etmeli, günahlardan uzak durmalı ve kendisine ve insanlığa faydalı işlerle meşgul olmalıdır.

Bir başka madde; insanın iradesini kullanması, isteklerine hayır diyebilmesi, dertlerine kulak vermemesi için bir sebebinin olması gerek. İrade terbiyesinde kişinin iradesine güç alabileceği hedefler, idealler bulması gerektir.

Bu noktada hiç şüphesiz kişinin hayatını anlamlandırması, varlığına bir mana giydirmesi çok ciddi önem arz eder. Bunu yaptıktan sonra ne kadar sağlam sebepler ve ne kadar gerçekçi anlamlar bulursa iradesi onlara dayanacağından o kadar güçlü bir iradeye sahip olacaktır.

İrade eğitiminde diğer önemli bir konu, ısrarlı bir şekilde tekrar etmektir. 

Düzenli ve sürekli yapılmayan bir iş neticesiz kalır.

Alışkanlık kazanmak önemlidir. Çünkü meyiller fiilleri belirler. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem alışkanlık kazanmanın yolunu “Allah katında en makbul amel az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhari, İman, 32.) hadisiyle göstermiştir. 

Alışkanlık, devamlı yapılan amelle gerçekleşir. Tekrar ve ısrar, alışkanlığın şartıdır. Alışkanlık edinmek ya da edinilmiş olandan kurtulmak kolay değildir. İlk seferi en zorudur, sonra ikinci ve üçüncü denemenin ardından zorluk derecesi azalacaktır.  

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in “Kim önemsemediğinden dolayı cuma namazını üç kez terk ederse kalbi mühürlenir.” (İbn Mace, İkamet, 93.) hadisi, kişinin artık ümmetin içinde bulunmamaya, cemaate katılmamaya alışmasına işaret eder. 

İbadet, belirli zaman ve mekânlarda yoğun olarak yapılan bir olgu olarak görülemez. Günde belirli aralıklarla beş kez kılınan namazın bilincimizi sürekli açık tutmak, rehavete düşürmemek gibi bir hikmetinin olduğu açıktır. 

Nefsi eğitmenin bir yolu da istediğini vermeyerek onu zorlamaktan geçer. Diyet yapanlarda olduğu gibi isteklerimize ket vurarak başarıya ulaşırız. 

Ramazan ayı bu noktada tam bir irade terbiye kampı gibidir. Bedensel bağımlılıklarımızı terbiye eden ibadetleri içinde barındırır. Yemeğe alıştırdığımız midemizi kısıtlı bir şekilde kendimizi doyurarak, uykuya alıştırdığımız bedenimizi sahura kalkarak terbiye ederiz. 

Çoğumuzun aktif kullandığı sanal mecraları hayra kullanarak buralara gayesini hatırlatan uyarıcılar koymalıdır. Çünkü görsel ya da işitsel olarak yapılan telkin sürekli oldukça kişide bir hassasiyet oluşmaya başlayacaktır. Ömer radıyallahu anh’ın kendisine sürekli ölümü hatırlatan bir memur tayin etmesi dikkat çekici bir örnektir. 

Terbiye sürecinde kendine destek olacak salih ve sadık arkadaşlar edinmeli ya da sohbet ortamlarında bulunmalıdır. Bize Allah Teala'yı hatırlatan, hakkı ve sabrı tavsiye eden insanların etrafımızda olması irademizi güçlendirmek ve onu muhafaza etmek noktasında çok fayda sağlayacaktır. Çünkü aynı ortamı paylaşan ve vakit geçiren kişiler birbirlerinin huylarından ve karakterinden etkilenir. 

İrade terbiyesinde kişinin hedef ve ideallerini şaşırmaması, kendini istek veya dertlerinin içinde kaybetmemesi için irade terbiyesi ve hedefler konusunda kendisiyle aynı hassasiyetlere sahip iyi bir çevreye sahip olması önemlidir. Bu çevrede insanlar birbirlerine ümit aşılayacak, birbirlerinin dertlerine yardımcı olacak, güzelliklerini takdir ve teşvik edecek, planlarını gerçekleştirmesini kolaylaştıracaktır.

Uzun ve meşakkatli bu terbiye sürecinde tökezlediğinde, kişiye düşen, olduğu yerden kalmak, umudunu kaybetmeden ısrarla nefsini ıslaha devam etmek olmalıdır.

İrade terbiye sürecinde defalarca deneyip olmamış, zaafiyetlerimizden kurtulamamış olabiliriz; biz ısrarcı olmalıyız. Kararlı bir şekilde tekrar tekrar aynı heyecanla yeniden başlamalıyız.

Kendimizden kesinlikle umut kesmemeliliyiz, "ben yapamıyorum değil bu sefer muhakkak yapacağım" demeliyiz. Bu irademizi güçlendirme adına tetikleyici bir şeydir. Çünkü umudumuzu yitirdiğimiz anda başaramayız.

 Gafletle yapılan bir hatanın yüreğimizde iz bırakmasını istemiyorsak hemen o günahı iyilik yaparak temizlemeliyiz. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in işaret ettiği gibi “Kötülüğün ardından iyilik yap ki onu yok etsin.” (Tirmizi, Birr, 55.)

Günaha alışmak en büyük günahtır. Günahtan rahatsız olmama alışkanlığı kalbin ölmesine neden olur. Bu yüzden iman göstergesi olan pişmanlık, yeniden denemek için kişiye güç verir. Tecrübelerinden çıkardığı ders, pes etmesine mâni olacaktır. 

Bir başka madde; güzel alışkanlık kazanmak için günlük vazifeler edinilmeli, sorun nerdeyse oraya odaklanılmalıdır.  Dağınık ve plansız yapılan davranışlar ayağı kaydırır. Ne aradığını bilmeyen ne bulduğunu anlayamaz.

Değişmeyi ertelememeliyiz çünkü erteleyenler helak olmuştur. İsyankâr ruhumuzu itaatle eğitmeliyiz.

Her türlü günahın ilacı olan infakı arttırmalıyız. İnfakı arttırdıkça içimizdeki zaafiyetleri, nifakı, tembellikleri gidermiş olacağız. Gerçekten infak deva bir ameldir.  

Keyif ve konforun rehavete sebep olduğunu bilmeliyiz. Bu yüzden enerjik olmalıyız. Meşakkat gereklidir. Bereket harekettedir. Kendini değiştirme iradesini gösterirsen Allah seni değiştirir. Bu bir kanundur:

 “Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Enfal, 8/53.)

 Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ashâbına nefsi kontrol eğitimi uygulamıştır. Şeddâd b. Evs (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadiste Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup durandır” (Tirmizî, Kıyamet 25; bk. İbni Mace, Zühd 31)

“Şu hadiste de bir arzu ve irâde eğitimi vardır: 

"Sizden birinizin arzu ve istekleri, benim getirdiğim esaslara uymadıkça iman etmiş olmaz."9) Müstedrek, IV, 164.

Bütün günahlar, arzu ve şehvetin Allah ve Resulullah sevgisinin önüne geçirilmesinden kaynaklanır.

Tercih bizim. Hangisini seçelim?

Prof. Dr. Halis AYDEMİR/Doç. Dr. Mehmet DİNÇ/Vaiz Hüseyin YILDIRIM/Muhammed Yıldırım yazılarından faydalanılmıştır.
Diyanet İslam Ansiklopedisi İrade Maddesi,
Diyanet Aylık Dergi 2019 -Kasım Sayısı “İrade Terbiyesi, Hasan Efiloğlu”, Sakarya İl Müftülüğü 2018 Yılı Sorumlulukla İlgili Vaaz, D.İ.B. Yay. Hadislerle İslam, D.İ.B. Yay. Kur’an-ı Kerim Meali.)

Hiç yorum yok: