25 Nisan 2019 Perşembe
TEVBE SÛRESİ 107.- 110. ayetlerin tefsiri
Dırar Mescidi (Münafıkların Mescidi) Ve Takva Mescidi (Küba Mescidi)
107- Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını açmak için ve daha önce Allah'a ve Peygamberine karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak için bir mescit yapanlar "İyilikten başka bir niyetimiz yoktu" diye yemin ederler. Allah şahittir ki onlar yalancıdırlar.
108- Orada asla namaza durma. Şüphesiz ki, ilk gününden itibaren takva üzerine kurulan mescitte namaza durman daha uygundur. O, mescitte (maddî-manevî kirlerden) temizlenmeyi sevenler vardır. Allah da temizlenenleri sever.
109- Binasının temelini Allah korkusu ve O'nun rızasını kazanma esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi daha hayırlıdır? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
110- Yürekleri paramparça oluncaya (ölünceye) kadar, yaptıkları o bina daima kalplerinde bir şüphe kaynağı olarak kalacaktır. Allah her şeyi çok iyi bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
Açıklaması
Münafıklardan bir kısmı da Küba Mescidi civarında Dırar Mescidi inşa ettiler. Bunlar Evs ve Hazrec Kabilesi'nden 12 kişiydiler. Bu mescidi yapmalarının dört sebebi vardı:
1- Peygamberimiz (s.a.)'in Medine'ye varır varmaz bina ettiği Küba Mescidi'nde müslümanlara zarar vermek.
2- Peygamberimiz (s.a.)'i ve getirdiği Kitabı inkâr etmek, O'na ve İslâm'a dil uzatmak. Bu mescidi müslümanlar aleyhine hile ve desise için karargâh olarak kullanmak.
Bu Dırar Mescidi fitne merkezi, nifak ocağı, münafıkların namazı cemaatle eda etmekten kaçıp sığındıkları yuvaları olmuştu. Bu ise küfürdü. Çünkü imana aykırı inanç ve amele küfür ismi veriliyordu.
3- Tek mescitte Rasulullah (s.a.)'ın arkasında namaz kılan müminlerin arasını açmak. Çünkü müminlerin bir kısmı orada namazı kılınca tefrika çıkacak, ülfet bozulacak, birlik dağılacaktı. Bunun için asıl olan müslümanların tek mescitte namaz kılmaları idi. Mescitlerin ihtiyaç olmaksızın çoğaltılması dinin hedef ve gayelerine aykırı idi.
4- Burasının gözetim ve kontrol merkezi olarak kullanılması, Allah ve Rasulüyle savaşan kişilerin oraya gelmelerini ve karargâh haline getirmelerini beklemeleri; burayı inşa eden münafıkların savaşa hazırlandıkları ve müslümanları gözetmek için kullandıkları bir yer olması.
Allah ve Rasulü'ne savaş açan kimseden maksat, -Nüzul Sebebi'nde belirtildiği gibi- Hazrec Kabilesinden Ebu Amir er-Rahib idi. Bu Meleklerin yıkadığı Hanzala'nın babası idi. Rasulullah (s.a.) ona "fasık" ismini vermişti. Cahiliyette Hristiyan olmuş, rahiplik yapmış, ilim tahsil etmişti. Rasulullah (s.a.) ortaya çıkınca O'na düşman olmuştu. Çünkü reislik elinden gitmişti, Uhud günü Peygamberimiz (s.a.)'e "Seninle çarpışcak bir kavim bulsam, ben de onlarla birlikte seninle çarpışırım" demişti.
Huneyn Savaşı'na kadar Peygamberimiz (s.a.)'le hep karşı tarafta çarpıştı. Hevazin'le birlikte yenilgiye uğrayınca Şam'a kaçtı. Kayser'den Rasulullah (s.a.) ile savaşacak askerler isteyip getirecekti. Suriye'nin kuzeyinde Kınnesrîn'de yalnız başına öldü. Bir rivayete göre ise Hendek Savaşı'nda düşman ordularını toparlıyordu. Düşman yenilgiye uğrayınca Şam'a kaçtı.
Bu rivayetlere göre Ebu Âmir'in Herakl'e gidişi ya Uhud, ya Huneyn, veya Hendek Savaşı'ndan sonra olmuştur.
O münafıklar yemin edecekler ve diyecekler ki: Biz bu mescidi yapmakla sadece iyilik yapmak istedik. Niyetimiz müslümanlara şefkatle yaklaşmak, güçsüz ve zayıfların rahatlarını sağlamak, hatta yağmurlu günlerde cemaatle namazda bulunmalarını temin etmekti. Diğer müslümanlara kanarak Rasulullah (s.a.) onları tasdik edecek ve o mescitte namaz kılacaktır, ama Allah Tealâ gayet iyi biliyor ki onlar bu yeminlerinde ve iddialarında yalancıdırlar, amellerinde ikiyüzlüdürler.
Allah, Rasulüne bu durumu bildirdi. "Allah şahittir ki..." ayetinin manası, Allah onların kalplerindeki fesatlığı ve yemin ettikleri konuda yalancı olduklarını da gayet iyi bilir, demektir.
Onların bu mescidi zarar vermek ve kötülük etmek için inşa etmeleri sebebiyle Allah, Cebrail'e vahyedip Rasulü'nün orada namaz kılmasını yasakladı. Ümmet de bu konuda ona tabidir.
"Orada namaza durma!" Yani orada namaz kılma. Bazan namaz "kıyam" kelimesiyle ifade edilebilir. Meselâ, "Falan geceyi kıyamla geçiriyor" denir. Buharî'deki sahih hadis böyledir: "Kim Ramazan'da inanarak ve sevabını yalnız Allah'tan umarak kıyamla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır."
Gelecek zamanın tamamını içine almak üzere "ebediyyen" manasında kullanılan "ebedî" kelimesinin nehiy cümlesinde yer alınca genellik ifade ederek "sakın, kesinlikle, asla" manasında kullanıldığı görülmektedir.
Cenab-ı Hak bundan sonra iki sebeple Rasulünü Küba Mescidi'nde namaz kılmaya teşvik etmiştir:
Birincisi: Bu mescit takva üzerine bina edilmiştir. Binası, ilk gününden itibaren takva yani Allah'a ve Rasulü'ne itaat esası üzerine, müminlerin birliğini temin ve müslümanlara bir merkez ve karargâh olması için kurulmuştu.
"Takva esası üzerine kurulmuş mescit..." yani Allah korkusu, ihlâsla ibadet etmek, müminleri Allah Rasulünün sevgisi üzerine toplamak ve İslâm birliği uğruna çalışmak için bir merkez olmak üzere kurulmuş mescit, içinde namaz kılmak için, diğer yerlerden daha uygun ve daha evlâdır ey Rasulüm!
Burada zikredilen mescit -Sahih-i Buharı'de belirtildiği, ayetlerin ve bu konudaki olayların gösterdiği gibi- Küba Mescidi'dir. Bunun içindir ki sahih bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.), "Küba Mescidi'ndeki namaz bir umre gibidir" buyurmuşlardır.
Ancak İmam Ahmed, Müslim ve Nesai'nin rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.)'e bu ayette geçen mescidin hangi mescit olduğu sorulmuş o da "Medine'deki mescit" şeklinde cevap vermiştir. Ayette her iki mescidin de murad edilmiş olmasına hiçbir engel yoktur. Çünkü her iki mescit de inşasına başlanıldığı ilk günden itibaren hayırlara mekân olmuştur.
İkincisi: Bu mescitte hem (günah ve masiyetlerden arınma anlamında) manevî temizliği hem de (elbise temizliği, abdest ve gusülle beden temizliği, istincada taş kullanıldıktan sonra su ile taharet alınması manasında) maddî temizliği seven kişiler vardır. Bu ikinci çeşit temizlik müfessirlerin çoğunluğunun görüşüdür. Evlâ olan her iki çeşit temizliğin murad edilmiş olmasıdır.
Allah çok temizlenenleri yani ruhî, manevî, cesedî ve bedenî temizliğe çok önem verenleri sever. Bunlar insanlar arasındaki kâmil şahsiyetlerdir.
Beyzavî der ki: Orada Allah rızasını kazanmak için günahlardan ve kötü hasletlerden temizlenmeyi isteyenler vardır. Allah çok temizlenenleri sever, yani onlardan razı olur. Aşığın sevgilisine yakınlık duyması gibi onları kendisine yaklaştırır.
Keşşafta Zemahşeri şöyle demektedir: Onların çok temizlenmeyi sevmelerinin işareti, temizliğe önem vermeleri ve buna bir şeyi çokça sevenin gösterdiği riayeti göstermeleridir. Allah Tealâ'nın onları sevmesi ise onlardan razı olması, onlara aşığın sevgilisine gösterdiği gibi lütuf ve ihsanda bulunmasıdır.[76]
"Allah'ın kullarını sevmesi"nin manası ise Onun razı olması, müminleri kabul eylemesi ve kendisine yakın kılmasıdır. Çünkü Allah sıfatlarımıza benzemekten münezzehtir. O'nun sevmesi bizim sevmemizden başkadır. Bu Onun kemaline lâyık bir vasıftır.
Nitekim Buharî'nin rivayet ettiği hadis-i kudsîde şöyle buyurulmaktadır: "Kulum bana nafilelerle yaklaşır. Nihayet onu severim. Onu sevdiğim zamanda onun işiten kulağı, gören gözü olurum."
Bu ayette geçen "Allah'ın sevgisi" Allah'ın Peygamberin ehl-i beytini tertemiz kılma hususundaki sevgisine benzemektedir: "Ey Peygamber ailesi!. Şüphesiz Allah sizi günah ve kötülüklerden arındırıp tertemiz kılmak ister." (Ah-zab, 33/33).
Bundan sonra Cenab-ı Hak her iki mescidin inşa edilmesinin hedeflerini karşılaştırdı: Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine -yani dünya ve ahirette faydalı sağlam bir temel üzerine- bina edenle, zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak için mescit bina eden birbirine eşit olamaz. Çünkü böyleleri binalarını çökecek bir uçurum kenarına, yani bir vadiye düşmeye hazır, zayıf ve yıkılmaya yüz tutmuş bir yere yapmaktadırlar. Eğer çökerse Cehennem'in dibine yuvarlanacaktır. Allah fesatçıların yaptıkları işleri düzeltmeyen zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Onları hak, adalet, istikamet ve doğruluğa; kendilerinin menfaati ve kurtuluşu olan hususlara muvaffak kılmaz.
Razî der ki: "Dünyada münafıkların durumuna bu misalden daha uygun bir misal bulamayız."
Sözün özü şöyledir: İki binadan birini yapanlar bu binayı yaparken Allah korkusu ve rızasını, ikinci binayı yapanlar ise masiyet ve küfrü gözettiler. Birinci bina şerefli ve ayakta kalması gerekli bir bina, ikinci bina ise değersiz, yıkılması gerekli bir bina oldu.
"... Onunla birlikte Cehennem ateşine yuvarlandı" ayeti bir rivayette "Bu gerçektir. Burası Cehennem'den bir yerdir" denildi. Diğer bir rivayette ise, "Bu mecazdır, ayetin manası, "Bina Cehennem'e girdi, sanki yıkılıp Cehennem'in içine düştü" demektir.
Bundan sonra da Cenab-ı Hak münafıkların Dırar Mescidine yerleşmekle meydana gelen tarih boyunca kalacak kötü manaları beyan etmektedir:
Onların bu binaları ve yıkımı dinde şüphe etmelerine, iki yüzlülüklerinin artmasına sebep olacaktır. Çünkü bu bina nifak ve küfrün tesirlerini müşahhas kılıyordu. Bu durum onların kalplerinde nifakı yerleştirdi. Tıpkı buzağıya tapanlara onun sevgisinin verildiği gibi. Bu şekilde devam edecek; yürekleri paramparça oluncaya, idrak kabiliyeti tamamen kayboluncaya, yani ölünceye kadar öyle devam edecek.
İnşa etmeleriyle sevindikleri bu bina dindeki şüphelerinin kaynağı, gönüllerine yerleşen küfür ve nifakın müşahhas bir ifadesidir. Peygamberimiz (s.a.) bu binanın yıkılmasını emrettiği zaman bu onlara çok ağır gelmiş, kızgınlıkları artmış, onun peygamberliği hakkındaki şüpheleri çoğalmıştı. Korkuları bir kat daha büyümüş, kendi durumları hakkında tereddüde düşmüşlerdi: Acaba öldürülecekler miydi, yoksa serbest mi bırakılacaklardı? Bu binanın kendisi bizzat şüphe idi, şüphelere de sebep oldu. Şüpheye sebep oluşu binanın tahrip edilmesi ve yıkılmasıyla ortaya çıktı.
Allah yarattıklarının amellerini gayet iyi bilendir, hayır veya şer onlara karşılık vermekte tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. Münafıkların halini açıklamak, gerçeklerin bilinmesi için Onun hikmetindendir. [77]
[76] Zemahşerî, 11/58.
[77] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/41-45.
24 Nisan 2019 Çarşamba
TEVBE SÛRESİ 71.- 72. ayetlerin tefsiri
Müminlerin Vasıfları Ve Uhrevî Mükâfatları
71- Mümin erkeklerle mümin kadınlar da, birbirinin velileridir. Bunlar iyiliği emreder, münkerden vazgeçirmeye çalışırlar. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah'a ve Resulüne de itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edecekleri bunlardır. Şüphesiz Allah azizdir, hakimdir.
72- Allah, mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, içlerinde ebediyen kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Bir de Adn cennetlerinde hoş meskenler. Allah'ın rızası ise, hepsinden büyüktür. İşte bu, en büyük saadetin tâ kendisidir.
Açıklaması
Şüphesiz, erkek ve kadın bütün iman ehli birbirleriyle yardımlaşırlar, birbirlerine destek olurlar. Nitekim Peygamber(s.a.) Efendimiz: "Müminin mümine bağlılığı, taşları birbirine kenetli bir duvar gibidir" buyurmuşlar ve parmaklarını birbirlerine geçirmişlerdir. Yine, başka bir sahih hadiste: "Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, müminler, -bir organı rahatsız olduğu zaman, diğer organlarını da, uykusuzluk ve ateş saran- bir vücud gibidir..." buyurmuşlardır.
Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar arasında, savaş meydanlarında ve her türlü zor durumda -meselâ hicret ve cihad gibi- erkeklerin iffetlerini ve gözlerini korumaları, kadınların büyük bir edep, haya ve iffetle hareket etmeleri, gözlerini korumaları, konuşma, giyim ve işlerinde güzel ve övünülecek davranış içinde olmaları şartıyla, karşılıklı yardımlaşma oldu. Hicretin başarıyla gerçekleşmesinde kadının -zâtü'n-Nıtâkayn Esma gibi- açık bir rolü olmuştur. Düşmanlarla savaşlarda, çatışmalarda kadınlar su dağıtıyor, yemek hazırlıyor ve savaşa teşvik edip yenilip geri çekilen erkekleri geri döndürüyorlar, yaraları sarıyor, hastaları tedavi ediyorlardı.
Cenab-ı Hakk'ın, müminler hakkındaki: "Onlar birbirinin velileridir" sözü, münafıklar hakkındaki, "onlar birbirlerindendir" sözünün karşılığıdır. Çünkü müminler, kardeştir. Onları, muhabbet, sevgi birbiriyle yardımlaşmaları, birbirlerini sevmeleri efendi eder. Münafıkları birbirlerine bağlayan hiçbir inanç ve kuvvet bağı yoktur. Onlar ancak şüphede, korkaklıkta, cimrilikte, yenilgide ve tereddütte birbirlerinin uydusudurlar. Çünkü onların kalbleri farklıdır.
Allahü Teâlâ burada, birbirlerinin velileri olma özelliğinden başka, müminin münafıktan farklı olduğu beş özellik daha zikretmektedir: "Onlar, iyiliği emrederler, kötülükten nehyederler, namazı güzelce kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a veRasulüne itaat ederler.."
Müminler iyiliği, münafıklar ise kötülüğü emreder. Müminler kötülükten, münafıklar ise iyilikten nehyederler. Müminler, en güzel şekilde ve Allah'a huşu içinde namaz kılarlar, münafıklar ise, namaza tembel tembel ve insanlara gösteriş için kalkarlar.
Müminler, nafile sadakaları vermekle beraber, üzerlerine farz olan zekâtı da verirler. Münafıklar ise, cimrilik ederler, Allah yolunda harcamaktan ellerini tutarlar.
Müminler, emrettikleri şeyleri yapmak, nehyettiklerini terketmek suretiyle Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. Münafıklar ise, Allah'a itaatin dışına çıkmış, fasık azgın kimselerdir. Müminler, sahip oldukları bu sıfatlar sebebiyle, rahmeti hak ettiler:
"İşte bunlar: Allah onlara rahmet edecektir." Yani Allah, bu sıfatlarla vasıflananlara rahmet edecek, dünya ve ahirette onları rahmetiyle gözetecektir. Bunun mukabili, Allah'ın münafıkları rahmetinden uzaklaştırmasıdır: "Onlar, Allah'ı unuttular. O da, onları unuttu." Allah münafıklara cehennem azabını vaadettiği gibi, müminlere de gelecek rahmeti -ahiret sevabı- vaadetti.
Şüphesiz Allah, azizdir, mükâfat ve cezasını gerçekleştirmekten, hiçbir şey O'nu engelleyemez. Hakimdir, hiçbir şeyi yerinin dışına koymaz. O'nunla kulları arasına hiçbir engel giremez. Onun rahmetini, ya da cezasını engelleyemez. O, kullarının işini adalet, hikmet ve sevaba uygun olarak düzenleyen hikmet sahibidir. Müminlere cenneti ve rıdvanı verir, münafıkları ise cehenneme atar, azap ve gazap eder.
Sonra Allahü Teâlâ, müminlere vaadettiği rahmetinin birçok hayırlara ve ağaçları altından nehirler akan ve altlarını örten ağaçlar içinde ebedî kalınan cennetlere ve o cennetlerdeki yapısı güzel, oturması hoş evlere şamil olduğunu açıklamıştır. Sahihayn'da Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet olunan bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İki cennet vardır ki, kap kacakları ve eşyaları altındandır. Yine iki cennet daha vardır ki, onların da kap kacakları ve eşyaları gümüştendir. Adn cennetindeki insanlar Rablerini, yüzünde kibriya ridâsı olduğu halde görürler..." Sonra Resulullah (s.a.): "Şüphesiz, müminin cennette içi boş, tek bir inciden bir çadırı olacaktır. Onun uzunluğu, altmış millik bir mesafedir. Müminin orada ehli olur, o onları dolaşır, onlar birbirlerini görmezler."
Yine Buhari ve Müslim'de Ebu Hüreyre'den rivayet olunan hadiste, Hz. Peygamber (s.a.): "Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları, yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. İki derece arasında gökle yer arası kadar mesafe vardır. Allah'tan istediğiniz zaman, Firdevsi isteyin. Çünkü o, cennetin en yüce ve en üstün olanıdır. Cennetin ırmakları oradan fışkırır. Onun üstünde Rahman'ın arşı vardır" buyurmuştur.
Adn Cennetleri: Firdevs gibi, cennet derecelerinden bir derecenin ve bir yerin ismidir. Nitekim: "O Adn cennetlerine ki, onları Rahman kullarına gıyaben vaad etmiştir" (Meryem, 19/61) ayetiyle "Kelime ve İbareler" bölümünde geçen Ebu'd-Derdâ hadisi buna işaret eder. Adn'ın oturmak, karar kılmak mânâsına olduğu da söylenmiştir. Bu mânâya göre Adn cennetleri, yerleşme ve ebedî kalma cennetleridir. Şu ayetlerde de bu mânâyadır: "Cennet-i huld (ebedilik cenneti)" (Furkan, 25/15) "Cennetü'l-Me'vâ" (Necm, 53/15). O halde, cennetlerin hepsi de, Adn cennetleridir.
Yine müminler için, cennetlerden daha büyük daha yüce olan Allah'ın rızası vardır. Bu, manevî mutluluğun bedenî saadetten daha mükemmel, daha şerefli olduğuna kesin delildir. İmam Malik ile Buhari ve Müslim'in Ebu Said el-Hudrî vasıtasıyla rivayet ettiği şu hadisi de bunu destekler: Allahü Teâlâ, cennet halkına seslenir: "Ey cennet halkı!". Cennet halkı: "Buyur Rabbimiz, buyur! Hayır sendendir" der. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Razı oldunuz mu?" Cennet halkı sorar: "Niye razı olmayalım, ey Rabbimiz! Mahlûkatından hiç kimseye vermediğini bize verdin..." Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Size, bundan daha üstününü vereyim mi?" Cennet halkı sorar: "Bundan daha üstün ne var, ya Rabbi?" Allahü Teâlâ şöyle buyurur: "Size rızamı indiriyorum. Ondan sonra size, asla kızmayacağım"
Şöyle de denilmiştir: Rıza, kıyamet gününde Allah'ı görmektir. Nitekim, Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "İhsanda bulunanlara daha güzel ve bir de fazlası vardır" (Yunus, 20/26).
Cenab-ı Hak, bu üç şeyi (cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler, Allah'ın en büyük rızası) zikrettikten sonra: "İşte bu, en büyük saadetin tâ kendisidir" buyurdu. Yani, Allah'ın bu vaadi, yahut rızası veya her ikisi (bedenî ve ruhî saadet) yegane büyük kurtuluştur. Aksine insanların kurtuluş zannettiği ve münafıklarla kâfirlerin daima ihtirasla istediği fani dünya nimetleri değildir. [58]
[58] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/462-464.
Şüphesiz Allah, azizdir, mükâfat ve cezasını gerçekleştirmekten, hiçbir şey O'nu engelleyemez. Hakimdir, hiçbir şeyi yerinin dışına koymaz. O'nunla kulları arasına hiçbir engel giremez. Onun rahmetini, ya da cezasını engelleyemez. O, kullarının işini adalet, hikmet ve sevaba uygun olarak düzenleyen hikmet sahibidir. Müminlere cenneti ve rıdvanı verir, münafıkları ise cehenneme atar, azap ve gazap eder.
Sonra Allahü Teâlâ, müminlere vaadettiği rahmetinin birçok hayırlara ve ağaçları altından nehirler akan ve altlarını örten ağaçlar içinde ebedî kalınan cennetlere ve o cennetlerdeki yapısı güzel, oturması hoş evlere şamil olduğunu açıklamıştır. Sahihayn'da Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet olunan bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İki cennet vardır ki, kap kacakları ve eşyaları altındandır. Yine iki cennet daha vardır ki, onların da kap kacakları ve eşyaları gümüştendir. Adn cennetindeki insanlar Rablerini, yüzünde kibriya ridâsı olduğu halde görürler..." Sonra Resulullah (s.a.): "Şüphesiz, müminin cennette içi boş, tek bir inciden bir çadırı olacaktır. Onun uzunluğu, altmış millik bir mesafedir. Müminin orada ehli olur, o onları dolaşır, onlar birbirlerini görmezler."
Yine Buhari ve Müslim'de Ebu Hüreyre'den rivayet olunan hadiste, Hz. Peygamber (s.a.): "Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları, yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. İki derece arasında gökle yer arası kadar mesafe vardır. Allah'tan istediğiniz zaman, Firdevsi isteyin. Çünkü o, cennetin en yüce ve en üstün olanıdır. Cennetin ırmakları oradan fışkırır. Onun üstünde Rahman'ın arşı vardır" buyurmuştur.
Adn Cennetleri: Firdevs gibi, cennet derecelerinden bir derecenin ve bir yerin ismidir. Nitekim: "O Adn cennetlerine ki, onları Rahman kullarına gıyaben vaad etmiştir" (Meryem, 19/61) ayetiyle "Kelime ve İbareler" bölümünde geçen Ebu'd-Derdâ hadisi buna işaret eder. Adn'ın oturmak, karar kılmak mânâsına olduğu da söylenmiştir. Bu mânâya göre Adn cennetleri, yerleşme ve ebedî kalma cennetleridir. Şu ayetlerde de bu mânâyadır: "Cennet-i huld (ebedilik cenneti)" (Furkan, 25/15) "Cennetü'l-Me'vâ" (Necm, 53/15). O halde, cennetlerin hepsi de, Adn cennetleridir.
Yine müminler için, cennetlerden daha büyük daha yüce olan Allah'ın rızası vardır. Bu, manevî mutluluğun bedenî saadetten daha mükemmel, daha şerefli olduğuna kesin delildir. İmam Malik ile Buhari ve Müslim'in Ebu Said el-Hudrî vasıtasıyla rivayet ettiği şu hadisi de bunu destekler: Allahü Teâlâ, cennet halkına seslenir: "Ey cennet halkı!". Cennet halkı: "Buyur Rabbimiz, buyur! Hayır sendendir" der. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Razı oldunuz mu?" Cennet halkı sorar: "Niye razı olmayalım, ey Rabbimiz! Mahlûkatından hiç kimseye vermediğini bize verdin..." Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Size, bundan daha üstününü vereyim mi?" Cennet halkı sorar: "Bundan daha üstün ne var, ya Rabbi?" Allahü Teâlâ şöyle buyurur: "Size rızamı indiriyorum. Ondan sonra size, asla kızmayacağım"
Şöyle de denilmiştir: Rıza, kıyamet gününde Allah'ı görmektir. Nitekim, Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "İhsanda bulunanlara daha güzel ve bir de fazlası vardır" (Yunus, 20/26).
Cenab-ı Hak, bu üç şeyi (cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler, Allah'ın en büyük rızası) zikrettikten sonra: "İşte bu, en büyük saadetin tâ kendisidir" buyurdu. Yani, Allah'ın bu vaadi, yahut rızası veya her ikisi (bedenî ve ruhî saadet) yegane büyük kurtuluştur. Aksine insanların kurtuluş zannettiği ve münafıklarla kâfirlerin daima ihtirasla istediği fani dünya nimetleri değildir. [58]
[58] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/462-464.
23 Nisan 2019 Salı
Cünüp Biri Evinden Çıkıp Çarşı Vb. Yerlerde Dolaşabilir
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
5. BÖLÜM GUSÜL
24. Cünüp Biri Evinden Çıkıp Çarşı Vb. Yerlerde Dolaşabilir
Atâ şöyle demiştir: "Cünüp biri abdest almasa bile, hacamat yaptırır, tırnağını keser ve başını traş ettirir."
284- Enes b. Malik'ten radıyallahu anh şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir gecede tüm hanımlarını gezerek (onlarla birlikte olurdu). O dönemde hanımlarının sayısı dokuz idi."
285- Ebu Hureyre'den radıyallahu anh şöyle nakledilmiştir: "Cünüp olduğum bir sırada Hz. Peygamber
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bana rastladı. Elimden tutu. Bir miktar beraber yürüdük nihayet bir yere oturdu. O esnada yanından sessizce ayrıldım. Eve varıp gusül abdesti aldım. Sonra tekrar Rasûlullah'ın
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanına geldim. Hâlâ oturuyordu. Bana nereye gittiğimi sordu. Ben de, anlattım. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Suphanallah! Yâ Ebâ Mümin asla pis olmaz."
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
5. BÖLÜM GUSÜL
24. Cünüp Biri Evinden Çıkıp Çarşı Vb. Yerlerde Dolaşabilir
Atâ şöyle demiştir: "Cünüp biri abdest almasa bile, hacamat yaptırır, tırnağını keser ve başını traş ettirir."
284- Enes b. Malik'ten radıyallahu anh şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir gecede tüm hanımlarını gezerek (onlarla birlikte olurdu). O dönemde hanımlarının sayısı dokuz idi."
285- Ebu Hureyre'den radıyallahu anh şöyle nakledilmiştir: "Cünüp olduğum bir sırada Hz. Peygamber
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bana rastladı. Elimden tutu. Bir miktar beraber yürüdük nihayet bir yere oturdu. O esnada yanından sessizce ayrıldım. Eve varıp gusül abdesti aldım. Sonra tekrar Rasûlullah'ın
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanına geldim. Hâlâ oturuyordu. Bana nereye gittiğimi sordu. Ben de, anlattım. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Suphanallah! Yâ Ebâ Mümin asla pis olmaz."
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
22 Nisan 2019 Pazartesi
Cünübün Teri Ve Müslümanın Necis Olmaması
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
5. BÖLÜM GUSÜL
23. Cünübün Teri Ve Müslümanın Necis Olmaması
283- Rivayete göre "Ebu Hureyre radıyallahu anh cünüp olduğu bir sırada Medine sokaklarının birinde, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile karşılaşmış. 'Beni görmemesi için ondan kaçtım' diyen Ebu Hureyre radıyallahu anh gidip gusül abdesti almış sonra çıkıp gelmiş. Allah Resulü Ebu Hureyre neredeydin?' diye sormuş. O da, 'Cünüp idim, temiz olmadan sizinle birlikte oturmak istemedim diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Suphanallah! Müslüman asla necis olmaz' diyerek karşılık vermiş. [Hadisin geçtiği diğer bir yer:285]
Açıklama
(Cünübün Teri ve Müslümanm Necis Olmaması): İmam Buharı bu ifade ile, kâfirin terinin temiz olup olmadığı hususunda var olan farklı görüş ve yorumlara dikkat çekmek istemiştir. Bazıları kâfirin bizzat kendisinin necis olduğu görüşüne dayanarak, terinin de necis olduğuna hükmetmiştir. Bu durumda gerekli takdirler yapılarak bab başlığı "cünübün terinin hükmü ve Müslümanın necis olmayacağının açıklanması" şeklinde anlaşılır. Müslüman necis olmadığı için, teri de necis değildir. Kâfir biri necis olduğu için onun teri de necistir.
(Beni görmemesi için ondan kaçtım): Yani gizlendim.
(Müslüman necis olmaz): Zahiriye mezhebinden bir grup bu hadisin anlamına dayanarak kâfir birinin bizzat necis olduğuna hükmetmiştir. Bu görüşlerini de "Müşrikler gerçekten pisliktir [et-Tevbe 9/28] âyeti ile desteklemişlerdir.
Cumhur hadisin bu şekilde delil olarak kullanılmasına itiraz etmiştir. Onlara göre bu hadisle anlatılmak istenen, Müslümanın organlarının temiz olduğudur. Çünkü Müslüman, pisliklerden kaçınmayı alışkanlık haline getirmiştir. Oysa müşrikler böyle değildir. Zira onlar, pisliklerden korunmazlar. Ayet-i kerimedeki pisliği ise şu şekilde izah etmişlerdir: Buradaki pislikten kasıt, onların inançları ve pisliğe bulaşmış halleridir. Bu görüşlerini şöylece güçlendirmişlerdir: Allah Teâlâ, ehl-i kitaptan bayanlarla evlenmeyi mubah kıldı. Bilindiği üzere onlarla aynı yatağı paylaşanlara, mutlaka onların terinden bulaşır. Buna rağmen, ehl-i kitaptan bir bayanla evlenen birine ancak Müslüman kadınla evli olan birine hangi hallerde gusül abdesti alması gerekiyorsa, o hallerde gusül abdesti alması gerekir. O halde canlı insanın bizzat kendisi pis olmaz. Bu konuda kadın ile erkek arasında bir fark yoktur.
Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar
1- Büyük işlere soyunan kimsenin temiz olması müstehaptır.
2- Faziletli kimselere saygı göstermek, onlarla en mükemmel şekilde bir araya gelmek müstehaptır. Nesâî ve İbn Hibbân Huzeyfe'den yaptıkları rivayete göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ashabından biri ile karşılaşınca onları sıvazlar ve dua ederdi. Bundan dolayı Ebu Hureyre radıyallahu anh, cünüplü kimsenin necis olduğunu zannettiği
İçin Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem âdeti üzere kendisini sıvazlamasından korkmuş, hemen gusül abdesti almaya seğertmiştir.
3- Birine tâbi olan kimsenin, önder edindiği kişinin yanından ayrılmak istediği zaman ondan izin İstemesi müstehaptır. Çünkü Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Neredeydin?" sözü, Ebu Hureyre'nin radıyallahu anh kendisine haber vermeden ayrılmaması gerektiğini gösterir.
4- Birine tabî olan kimse, önder kabul ettiği kişi kendisine sormasa bile doğruyu ona bildirmelidir.
5- Gusül abdesti farz olduğu anda değil de, daha sonra da alınabilir.
6- İmam Buhârî bu hadisi, cünüp birinin terinin temiz olduğuna delil getirmiştir. Çünkü, cünüplük kişinin bedenini necis hale getirmez.
7- Cünüp bir kadının sütü temizdir.
İmam Buhârî, cünübün gusül abdesti almadan ihtiyaçlarını giderebileceğine dair ise, şöyle bir başlık açmıştır: (Bir sonraki yazıda....)
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
5. BÖLÜM GUSÜL
23. Cünübün Teri Ve Müslümanın Necis Olmaması
283- Rivayete göre "Ebu Hureyre radıyallahu anh cünüp olduğu bir sırada Medine sokaklarının birinde, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile karşılaşmış. 'Beni görmemesi için ondan kaçtım' diyen Ebu Hureyre radıyallahu anh gidip gusül abdesti almış sonra çıkıp gelmiş. Allah Resulü Ebu Hureyre neredeydin?' diye sormuş. O da, 'Cünüp idim, temiz olmadan sizinle birlikte oturmak istemedim diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Suphanallah! Müslüman asla necis olmaz' diyerek karşılık vermiş. [Hadisin geçtiği diğer bir yer:285]
Açıklama
(Cünübün Teri ve Müslümanm Necis Olmaması): İmam Buharı bu ifade ile, kâfirin terinin temiz olup olmadığı hususunda var olan farklı görüş ve yorumlara dikkat çekmek istemiştir. Bazıları kâfirin bizzat kendisinin necis olduğu görüşüne dayanarak, terinin de necis olduğuna hükmetmiştir. Bu durumda gerekli takdirler yapılarak bab başlığı "cünübün terinin hükmü ve Müslümanın necis olmayacağının açıklanması" şeklinde anlaşılır. Müslüman necis olmadığı için, teri de necis değildir. Kâfir biri necis olduğu için onun teri de necistir.
(Beni görmemesi için ondan kaçtım): Yani gizlendim.
(Müslüman necis olmaz): Zahiriye mezhebinden bir grup bu hadisin anlamına dayanarak kâfir birinin bizzat necis olduğuna hükmetmiştir. Bu görüşlerini de "Müşrikler gerçekten pisliktir [et-Tevbe 9/28] âyeti ile desteklemişlerdir.
Cumhur hadisin bu şekilde delil olarak kullanılmasına itiraz etmiştir. Onlara göre bu hadisle anlatılmak istenen, Müslümanın organlarının temiz olduğudur. Çünkü Müslüman, pisliklerden kaçınmayı alışkanlık haline getirmiştir. Oysa müşrikler böyle değildir. Zira onlar, pisliklerden korunmazlar. Ayet-i kerimedeki pisliği ise şu şekilde izah etmişlerdir: Buradaki pislikten kasıt, onların inançları ve pisliğe bulaşmış halleridir. Bu görüşlerini şöylece güçlendirmişlerdir: Allah Teâlâ, ehl-i kitaptan bayanlarla evlenmeyi mubah kıldı. Bilindiği üzere onlarla aynı yatağı paylaşanlara, mutlaka onların terinden bulaşır. Buna rağmen, ehl-i kitaptan bir bayanla evlenen birine ancak Müslüman kadınla evli olan birine hangi hallerde gusül abdesti alması gerekiyorsa, o hallerde gusül abdesti alması gerekir. O halde canlı insanın bizzat kendisi pis olmaz. Bu konuda kadın ile erkek arasında bir fark yoktur.
Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar
1- Büyük işlere soyunan kimsenin temiz olması müstehaptır.
2- Faziletli kimselere saygı göstermek, onlarla en mükemmel şekilde bir araya gelmek müstehaptır. Nesâî ve İbn Hibbân Huzeyfe'den yaptıkları rivayete göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ashabından biri ile karşılaşınca onları sıvazlar ve dua ederdi. Bundan dolayı Ebu Hureyre radıyallahu anh, cünüplü kimsenin necis olduğunu zannettiği
İçin Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem âdeti üzere kendisini sıvazlamasından korkmuş, hemen gusül abdesti almaya seğertmiştir.
3- Birine tâbi olan kimsenin, önder edindiği kişinin yanından ayrılmak istediği zaman ondan izin İstemesi müstehaptır. Çünkü Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Neredeydin?" sözü, Ebu Hureyre'nin radıyallahu anh kendisine haber vermeden ayrılmaması gerektiğini gösterir.
4- Birine tabî olan kimse, önder kabul ettiği kişi kendisine sormasa bile doğruyu ona bildirmelidir.
5- Gusül abdesti farz olduğu anda değil de, daha sonra da alınabilir.
6- İmam Buhârî bu hadisi, cünüp birinin terinin temiz olduğuna delil getirmiştir. Çünkü, cünüplük kişinin bedenini necis hale getirmez.
7- Cünüp bir kadının sütü temizdir.
İmam Buhârî, cünübün gusül abdesti almadan ihtiyaçlarını giderebileceğine dair ise, şöyle bir başlık açmıştır: (Bir sonraki yazıda....)
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
21 Nisan 2019 Pazar
TEVBE SÛRESİ 49.- 52. ayetlerin tefsiri
Münafıkların Tebük Gazvesine Gitmemek İçin Diğer Mazeretleri
49- Onlardan bazıları da: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" derler. İyi bilin ki onlar, zaten fitneye düşmüşlerdi. Muhakkak ki cehennem, o kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.
50- Eğer sana bir iyilik isabet ederse, bu onları fenalaştırır. Sana bir musibet erişirse: "Biz daha önce tedbirimizi almışızdır" derler ve onlar sevinçle dönüp giderler.
51- De ki: "Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize isabet etmez. O, bizim mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a güvenip dayanmalıdır.
52- De ki: "Siz hakkımızda (zafer veya şehadet gibi) iki güzel şeyin birinden başkasını mı gözetiyorsunuz? Halbuki biz, Allah'ın size ya kendi katından, yahut bizim elimizde bir azab getireceğini bekliyoruz. Haydi siz gözetleyedurun, biz de sizinle beraber gözetenleriz.
Açıklaması
Münafıklardan bazıları sana: Ey Muhammed! Savaştan geri kalıp oturmak hususunda bana izin ver, seninle beraber çıkmakla beni günah ve helake sürükleme. Rum kadınlarına tutulurum, derler. Onlar bu sözleri fazilete tutunuyormuş gibi ileri sürerler. Bunlar boş ve asılsız mazeretler. Allah, onların bu davalarının yalan olduğunu belirtiyor ve gerçeği açıklıyor: "Bilin ki onlar, zaten fitneye düşmüşlerdi..." Onlar, bu sözleriyle gerçek dışı mazeretler uydurup cihaddan geri kaldıkları zaman, bizzat fitneye düştüler. Bu söz, günah ve masiyete düştüklerini belirtmektedir.
Şüphesiz, cehennem ateşi onları kuşatır, ondan asla kurtulamazlar. Bu, hatalarının çokluğundan dolayı, cehennemlik olmaları sebebiyle, onlar şiddetli bir tehdittir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Hayır, kim kötülük işler ve günahı dört yanını kuşatırsa, onlar cehennemliktirler. Orada ebedî kalıcıdırlar" (Bakara, 2/81).
Sonra Allahü Teâlâ, münafıkların tuzaklarından ve içlerinin pisliğinden bir başka çeşidini zikrediyor, peygamberine onların düşmanlıklarını bildiriyor: "Sana bir iyilik isabet ederse...", yani sana bazı gazvelerde -mesela Bedir Günü gibi- fetih, yardım ve ganimet gibi bir iyilik gelirse, bu onları üzer; ama sana bir felâket, kötülük ve bir savaşta mağlubiyet, geri çekilme -Uhud savaşında olduğu gibi- durumu gelirse, biz gerekli uyanıklığı gösterdik, ihtiyatlı davrandık, bundan önce ona uymaktan sakındık, savaştan geri kaldık, helake maruz kalmadık. Çünkü biz bu yenilgiyi bekliyorduk, derler. Bu konuşma yerinden, görüşleriyle iftihar ederek ve sonuçtan memnun kalarak ailelerine dönerler. Allahü Teâlâ Peygamberine, onların bu tutumlarına karşı verdiği cevabı bildiriyor: "Onlara şöyle de: Bize ancak, bizim için levh-i mahfuzda yazılıp çizilen şeyler isabet eder. Biz O'nun dilemesi ve takdiri altındayız. O, bizim yardımcımızdır, işlerimizi idare edendir. Biz O'nu mevlâmız biliyoruz. Nitekim Cenabı Hak şöyle buyuruyor: "Bunun sebebi şudur ki: Allah, iman edenlerin velisidir. Kâfirlerin velisi ise yoktur" (Muhammed, 47/11).
Müminler ancak Allah'a tevekkül ederler. Biz O'na tevekkül ediyoruz. O, bize yeter. O, ne güzel vekildir. Müminlerin Allah'tan başkasına tevekkül etmemesi gerekir. O halde gerekeni yapsınlar. Yine onlara düşen, zafer için gerekli maddî ve manevî sebeblere sarılıp lüzumlu hazırlığı yapmak, başarısızlığa ve birliğin dağılmasına neden olan her türlü çekişmeden sakınmak, ondan sonra işi Allah'a havale etmektir.
Sonra Allahü Teâlâ, müminlerin uğradığı belâlara münafıkların sevinmesi dolayısıyla verilecek ikinci cevabı gösteriyor: "De ki: "Siz hakkımızda iki güzel şeyin birinden başkasını mı gözetir durursunuz?..." Ey Muhammed onlara şöyle de: Siz bize iki güzel akibetten başkasının gelmesini mi bekliyorsunuz: Zafer, şehidlik ve büyük sevab. Biz yaşarsak, aziz şerefli müminler olarak yaşarız. Ölürsek mükafatlandırılmış şehitler olarak yaşarız.
Bize gelince, biz de sizin hakkınızda iki kötü akıbet bekliyoruz. Allah'ın, katından size azab eriştirmesi gökten bir felaket (Ad ve Semud'a indiği gibi); yahut da bizim ellerimizle, size azab etmesi (esirlik, küfür üzere öldürülmek, bize sizinle savaş izni verilmesi). O halde bizim, hakkımızda zikrettiğimiz akıbetlerimizi bekleyin. Biz, sizinle beraber akıbetimizi bekliyoruz. Elbette hepimiz beklediğimizi göreceğiz. Bizim Rabbimizden delilimiz var, ama sizin yok. Siz, ancak bizi sevindiren şeyleri göreceksiniz. Biz de ancak sizi üzen şeyleri göreceğiz. Siz şeytanın vaadlerini, biz Allah'ın vaadlerini bekliyoruz. [37]
[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/418-419.
http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/
18 Nisan 2019 Perşembe
Tek Basınayken Çıplak Olduğu Halde Gusül Abdesti Almak
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
5. BÖLÜM GUSÜL
20. Tek Basınayken Çıplak Olduğu Halde Gusül Abdesti Almak
Kim örtünürse, bilsin ki, örtünme daha iyidir. Behz, babası ve dedesinden yaptığı nakille Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Allah, insanlardan daha fazla utanılmayı hak eder." buyurduğunu nakletmîştir.
278- Ebu Hureyre'den radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "İsrailoğulları bir arada çıplak olarak gusül abdesti alırlar ve gusül sırasında birbirlerine bakarlardı. Hz.Musa Aleyhisselam ise, tek başına gusül abdesti alırdı. İnsanlar onun hakkında 'Allah'a and olsun ki, Musa'yı bizimle birlikte gusletmekten alıkoyan şey, ancak fıtık olmasıdır. diyorlardı. Bir defasında Hz. Musa Aleyhisselam gusül abdesti almaya gitti. Elbiselerini bîr taşın üzerine koydu. Taş Birden yuvarlandı Hz. Musa'nın Aleyhisselam elbiseleri ondan uzağa düştü. 'Ey taş! Elbisemi geri ver' diye bağırarak taşın peşine düştü. Nihayet İsraİloğulları onu bu halde görünce 'Allah'a and olsun ki, Musa'da bir kusur yokmuş' dediler. Sonunda Hz. Musa Aleyhisselam taştan elbisesini aldı ve taşa vurmaya başladı." Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir; "Allah'a and olsun ki, Musa (as) taşa altı veya yedi defa vurmuştur. [Hadisin geçtiği diğer yerler:3404,4799]
Açıklama
(Tek Başınayken Çıplak Gusül Abdesti Almak) Bu ifade insanların göremeyeceği yerde gusül abdesti almak manasına gelir. (Daha iyidir) ifadesiyse, yalnız başına olan insanların çıplak gusül abdesti almasının caiz olduğunu gösterir. Nitekim âlimlerin çoğu bu görüştedir.
(Allah, insanlardan daha fazla utanılmayı hak eder.) Sünen musannifleri ile daha başka hadisçiler, Behz kanalıyla bu hadisi nakletmişlerdir. Tirmizî bu hadisin hasen, Hâkim ise sahih olduğunu belirtmiştir. İbn Ebi Şeybe ise şöyle demiştir: "Bize Yezid b. Harun nakletti. Ona da, Behz İbn Hakîm babası ve dedesinden rivayetle şöyle nakletmiştir: Resulüllah'a Sallallahü Aleyhi ve Sellem Ey Allah'ın peygamberi! Avret yerlerimizi nerde açıp nerde kapatalım?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Avret yerlerini eşin ve cariyen hariç diğer insanların yanında ört!" Ben, "ey Allah'ın elçisi insan tek başına kalınca da mı?" diye sordum. Bu defa cevaben şöyle buyurdu: "Allah, insanlardan daha fazla utanılmayı hak eder."
Hadiste geçen eşin dışında ifadesinden, kadının kocasının avret mahalline bakmasının caiz olduğu anlaşılır. Kıyas yoluyla kocanın da karısının avret mahalline bakmasının caiz olduğu sonucuna varılır. Aynı zamanda ifade, eşler ve cariyeler dışında başka birinin avret mahalline bakmanın caiz olmadığına delalet eder. Mesela avret mahalli hususunda erkeğin erkeğe, kadının da kadına bakması caiz değildir. Behz'den nakledilen hadisin zahiri, kişinin yalnız başınayken hiçbir şekilde çıplak bulunmasının caiz olmadığını gösterir. Ancak, İmam Buhârî Hz. Musa ve Eyyub Peygamber'in aleyhimüsselâm kıssalarını, gusül abdesti alırken çıplak bulunulabileceğine delil getirmiştir. İbn Battâl'ın da ifade ettiği gibi söz konusu delil getirme şu şekilde gerçekleşmiştir: Bu iki peygamber, Allah Teâlâ'nın bize uymamızı emrettiği peygamberler zümresindendir. Onların bu tür uygulamalarına tabi olmak, ancak "bizden öncekilerin şeriatı, bizim için de şeriattır" diyenlerin görüşüne göre mümkün olur. Anlaşıldığına göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu kıssaları anlatmış ve herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Bu durum, söz konusu uygulamaların bizim şeriatımıza da uygun olduğunu gösterir. Eğer bu kıssalarda bizim şeriatımıza uygun olmayan bir şey olsaydı, mutlaka Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem belirtirdi.
Açıklama
İbn Battal bu hadisin bab başlığı ile olan ilişkisini şu şekilde açıklamıştır: "Allah Teâlâ Hz. Eyyub'a çıplak olarak yıkandığı için değil de, çekirgeleri topladığı için serzenişte bulunmuştur. Bu da çıplak olarak gusül abdesti almanın caiz olduğunu gösterir."Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
5. BÖLÜM GUSÜL
20. Tek Basınayken Çıplak Olduğu Halde Gusül Abdesti Almak
Kim örtünürse, bilsin ki, örtünme daha iyidir. Behz, babası ve dedesinden yaptığı nakille Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Allah, insanlardan daha fazla utanılmayı hak eder." buyurduğunu nakletmîştir.
278- Ebu Hureyre'den radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "İsrailoğulları bir arada çıplak olarak gusül abdesti alırlar ve gusül sırasında birbirlerine bakarlardı. Hz.Musa Aleyhisselam ise, tek başına gusül abdesti alırdı. İnsanlar onun hakkında 'Allah'a and olsun ki, Musa'yı bizimle birlikte gusletmekten alıkoyan şey, ancak fıtık olmasıdır. diyorlardı. Bir defasında Hz. Musa Aleyhisselam gusül abdesti almaya gitti. Elbiselerini bîr taşın üzerine koydu. Taş Birden yuvarlandı Hz. Musa'nın Aleyhisselam elbiseleri ondan uzağa düştü. 'Ey taş! Elbisemi geri ver' diye bağırarak taşın peşine düştü. Nihayet İsraİloğulları onu bu halde görünce 'Allah'a and olsun ki, Musa'da bir kusur yokmuş' dediler. Sonunda Hz. Musa Aleyhisselam taştan elbisesini aldı ve taşa vurmaya başladı." Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir; "Allah'a and olsun ki, Musa (as) taşa altı veya yedi defa vurmuştur. [Hadisin geçtiği diğer yerler:3404,4799]
Açıklama
(Tek Başınayken Çıplak Gusül Abdesti Almak) Bu ifade insanların göremeyeceği yerde gusül abdesti almak manasına gelir. (Daha iyidir) ifadesiyse, yalnız başına olan insanların çıplak gusül abdesti almasının caiz olduğunu gösterir. Nitekim âlimlerin çoğu bu görüştedir.
(Allah, insanlardan daha fazla utanılmayı hak eder.) Sünen musannifleri ile daha başka hadisçiler, Behz kanalıyla bu hadisi nakletmişlerdir. Tirmizî bu hadisin hasen, Hâkim ise sahih olduğunu belirtmiştir. İbn Ebi Şeybe ise şöyle demiştir: "Bize Yezid b. Harun nakletti. Ona da, Behz İbn Hakîm babası ve dedesinden rivayetle şöyle nakletmiştir: Resulüllah'a Sallallahü Aleyhi ve Sellem Ey Allah'ın peygamberi! Avret yerlerimizi nerde açıp nerde kapatalım?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Avret yerlerini eşin ve cariyen hariç diğer insanların yanında ört!" Ben, "ey Allah'ın elçisi insan tek başına kalınca da mı?" diye sordum. Bu defa cevaben şöyle buyurdu: "Allah, insanlardan daha fazla utanılmayı hak eder."
Hadiste geçen eşin dışında ifadesinden, kadının kocasının avret mahalline bakmasının caiz olduğu anlaşılır. Kıyas yoluyla kocanın da karısının avret mahalline bakmasının caiz olduğu sonucuna varılır. Aynı zamanda ifade, eşler ve cariyeler dışında başka birinin avret mahalline bakmanın caiz olmadığına delalet eder. Mesela avret mahalli hususunda erkeğin erkeğe, kadının da kadına bakması caiz değildir. Behz'den nakledilen hadisin zahiri, kişinin yalnız başınayken hiçbir şekilde çıplak bulunmasının caiz olmadığını gösterir. Ancak, İmam Buhârî Hz. Musa ve Eyyub Peygamber'in aleyhimüsselâm kıssalarını, gusül abdesti alırken çıplak bulunulabileceğine delil getirmiştir. İbn Battâl'ın da ifade ettiği gibi söz konusu delil getirme şu şekilde gerçekleşmiştir: Bu iki peygamber, Allah Teâlâ'nın bize uymamızı emrettiği peygamberler zümresindendir. Onların bu tür uygulamalarına tabi olmak, ancak "bizden öncekilerin şeriatı, bizim için de şeriattır" diyenlerin görüşüne göre mümkün olur. Anlaşıldığına göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu kıssaları anlatmış ve herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Bu durum, söz konusu uygulamaların bizim şeriatımıza da uygun olduğunu gösterir. Eğer bu kıssalarda bizim şeriatımıza uygun olmayan bir şey olsaydı, mutlaka Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem belirtirdi.
(çıplak olarak gusül abdesti alırlardı.) Hadisin zahirinden, bu uygulamanın İsrailoğullarının şeriatına göre caiz olduğu anlaşılır. Aksi takdirde Hz. Musa Aleyhisselam, onların bu uygulamalarına sessiz kalmazdı. Kendisi ise, daha faziletli olanı tercih ettiği için tek başına gusül abdesti alıyordu.
(fıtık) Bu kelime, testislerdeki şişkinliği ifade eder.
('Ey taş! Elbisemi geri ver') Hz. Musa Aleyhisselam
taşa hitap etmiştir. Çünkü, elbisesini alıp kaçtığı için onu akıllı varlıklar gibi görmüştür. Ona göre taş, bu yaptığından dolayı cansız varlıklardan uzaklaşıp canlı varlıklar kategorisine yaklaşmıştır. Bu yüzden ona seslenmiştir.
{îsrailoğulları onu bu halde görünce) Bu ifadeden, İsrailoğullarının Hz. Musa'nın Aleyhisselam
vücudunu çıplak olarak gördükleri anlaşılır. Bu durum, tedavi ve buna benzer zorunlu hallerde bir başkasının avret yerine bakmanın caiz olduğuna delil olarak kullanılmıştır.
Ancak İbnu'l-Cevzî, Hz. Musa'nın Aleyhisselam
üzerinde bir örtü olabileceği ihtimalini dile getirmiştir. Çünkü örtü ıslanınca, altını gösterir. O, hocalarından birine ait olan bu görüşü nakletmeyi daha uygun görmüştür. Ancak, bu görüş tartışılabilir bir görüştür.
Bu hadis hakkında geri kalan yorumları, Peygamberler Bölümünde yapacağız.[Kitab ehadisi'l-enbiya' (Peygamberlerle ilgili hadisler Bölümü) Bab:28,3404,III,38]
279- Ebu Hureyre'den radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Hz. Eyyub Aleyhisselam çıplak olarak gusül abdesti alırken, üzerine altın çekirgeler düşmeye başladı. Eyyub peygamber Aleyhisselam hemen onları elbisesine dolamaya koyuldu. Bunun üzerine Hak Teâlâ ona nida edip 'Ey Eyyub! Ben seni şu gördüklerinden müstağni kılmadım mı?' dedi. Eyyup Peygamber Aleyhisselam şöyle dedi: İzzetine and olsun ki, doğrudur. Ne var ki, senin bereketinden yoksun kalacak bir zenginliğim yok! [Hadisin geçtiği diğer yerler:3391,7493]
('Ey taş! Elbisemi geri ver') Hz. Musa Aleyhisselam
{îsrailoğulları onu bu halde görünce) Bu ifadeden, İsrailoğullarının Hz. Musa'nın Aleyhisselam
Ancak İbnu'l-Cevzî, Hz. Musa'nın Aleyhisselam
Bu hadis hakkında geri kalan yorumları, Peygamberler Bölümünde yapacağız.[Kitab ehadisi'l-enbiya' (Peygamberlerle ilgili hadisler Bölümü) Bab:28,3404,III,38]
279- Ebu Hureyre'den radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Hz. Eyyub Aleyhisselam çıplak olarak gusül abdesti alırken, üzerine altın çekirgeler düşmeye başladı. Eyyub peygamber Aleyhisselam hemen onları elbisesine dolamaya koyuldu. Bunun üzerine Hak Teâlâ ona nida edip 'Ey Eyyub! Ben seni şu gördüklerinden müstağni kılmadım mı?' dedi. Eyyup Peygamber Aleyhisselam şöyle dedi: İzzetine and olsun ki, doğrudur. Ne var ki, senin bereketinden yoksun kalacak bir zenginliğim yok! [Hadisin geçtiği diğer yerler:3391,7493]
Açıklama
İbn Battal bu hadisin bab başlığı ile olan ilişkisini şu şekilde açıklamıştır: "Allah Teâlâ Hz. Eyyub'a çıplak olarak yıkandığı için değil de, çekirgeleri topladığı için serzenişte bulunmuştur. Bu da çıplak olarak gusül abdesti almanın caiz olduğunu gösterir."Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
17 Nisan 2019 Çarşamba
ENFAL SÛRESİ 61.- 66. ayetlerin tefsiri
Sulhun Ve Millet Birliğinin Savaşa Tercih Edilmesi
61- Eğer barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş. Ve Allah'a güvenip dayan. Çünkü her şeyi hakkıyla işiten ve kemaliyle bilen bizzat O'dur.
62- Eğer seni aldatmak isterlerse, muhakkak ki Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.
63- Ve onların gönüllerine sevgi verip birleştirendir. Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcamış olsan, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
64- Ey peygamber! Sana da, müminlerden sana uyanlara da Allah yeter.
65- Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi (kişi) bulunursa, onlar ikiyüze galip gelirler. Eğer sizden yüz (kişi) olursa, kâfirlerden binini mağlup eder. Çünkü onlar anlamaz bir topluluktur.
66- Şimdi Allah, zaafınız olduğunu bildiğinden, sizden (yükü) hafifletti. O halde eğer sizden sabırlı yüz olursa ikiyüzü yenerler, eğer sizden bin olursa Allah'ın izniyle iki bine galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir.
Açıklaması
Tam savaş hazırlığı yapılıp cihada çıkılacağı sırada, düşman barışa yönelir, bunu savaşa tercih ederse, devlet başkanının görüşüne göre, sulh kabul edilir. Zemahşerî şöyle diyor: "Sahih olan, devlet başkanının İslâm'ın ve müslümanların savaş ve barıştaki yararını görmesine bağlıdır. Ne düşmanla mutlaka savaşılması, ne de mutlak olarak barış içinde kalınması söz konusudur.[30]
Ayetin manası: Düşman barışa, ya da mütarekeye yanaşırsa, sen de yanaş. Çünkü sen, barışa onlardan daha yakınsın. Onlarla barış yap, Allah'a güven, işi O'na havale et. Onların barışa yanaşmalarında, tuzaklarından ve sözlerinde durmamalarından korkma. Çünkü Allah sana kâfidir, onların söylediklerini duyan, yaptıklarını bilendir.
Eğer barışı, güç kazanmak ve hazırlanmak için bir hile olarak kullanmak isterlerse, Allah, onların bu işinden seni korur. Onlara karşı sana yardım eder. Senin için O yeterlidir.
Bu, barışın savaşa tercih edileceği ve ondan üstün tutulacağı konusunda açık bir delildir. Çünkü İslâm, barış, hidayet ve sevgi dinidir. Savaşa, ancak çok zorunlu haller ve zorlayıcı sebepler altında başvurulur.
Onun için müşrikler, Hudeybiye yılında Resulullah (s.a.)'le, aralarında dokuz yıl savaşılmamasını da içeren bir barış istediklerinde -müslümanlar aleyhinde şartlar taşımasına rağmen- Resulullah (s.a.) buna olumlu cevap verdi. İmam Ahmed'in oğlu Abdullah, Ali b. Ebî Talib'in şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz yakında ihtilâf veya başka şeyler olacak. Barış yapabilirsen yap."
İbni Abbas ve bir grup tabiinden nakledildiğine göre bu ayet, Tevbe süresindeki: "Kendilerine kitab verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, hakir ve zelil olarak kendi elleriyle cizye verinceye dek savaşın" (Tevbe, 9/29) ayetiyle nesholunmuştur. Bu nokta üzerinde düşünmek gerekir. Nitekim İbni Kesir şöyle der: Tevbe süresindeki ayette, buna imkân olduğunda düşmanla savaş emri vardır. Düşman çok olduğu zaman ise, ayetin işaret ettiği ve Peygamber (s.a.)'in de, Hudeybiye Günü yaptığı gibi, onlarla barış yapmak caizdir. Bunda hiçbir çelişki, nesih ve tahsis yoktur.[31]
Sonra Cenab-ı Hak, muhacir ve ensardan bütün müminleri desteklemekle peygamberine lütfettiği nimetini zikrederek: "O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir" buyuruyor. Yani, onların hile ve tuzağından korkma. Çünkü Allah, seni ve müminleri yardımıyla destekledi, onları sana iman ve itaatta, sana yardım ve destekte tek bir topluluk haline getirdi. Destek iki türlü oldu: Doğrudan, bilinen sebepler olmaksızın yapılan destek; bilinen sebeplere bağlı destek.
Sonra Allahü Teâlâ, müminlere olan desteğini ve saflarını birleştirişini açıklayarak: "Onların kalblerini birleştirdi" buyuruyor. Yani, Allahü Teâlâ onları cahiliyye dönemindeki uzun süren çekişme ve savaşlar sonrası meydana gelen düşmanlık ve kinden sonra -nitekim Ensar'dan Evs ve Hazrec'in durumu böyleydi- birbirine ısındırmış, sana yardım etme hususunda birbiriyle yardımlaşan tek bir ümmet haline getirmişti. Aralarındaki ihtilafları iman nuruyla gidermişti. Nitekim şu ayet bu manayı destekler: "Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini de hatırlayın. Hani siz düşmanlardınız da, O kalblerinizi birleştirmişti. İşte onun nimetiyle kardeş olmuştunuz. Ve yine siz ateşten bir çukur kenarındayken oradan da sizi O kurtardı. İşte Allah, hidayeti bulaşınız diye size ayetlerini böylece apaçık bildiriyor" (Al-i İmran, 3/103).
Dünyadaki tüm malları harcasaydın onların kalblerini birleştirmeye, fikir birliği etmelerine gücün yetmezdi. Fakat Allah, onları imana hidayet buyurmakla, doğru yolda birleştirmekle, bir düzeye getirdi, onları kudret ve hikmetiyle birleştirdi.
Bu, zafere ulaşmanın en önemli sebeplerinden birinin birleşmek ve söz birliği etmek olduğunu açık olarak göstermektedir.
Birleştirme hem eski cahili sürtüşmeleri, hem de İslâm'dan sonra ortaya çıkan -Huneyn'de ele geçirilen ganimetlerin taksimi sırasında muhacirlerle ensar arasında çıkan ihtilaf gibi- anlaşmazlıkları gidermekle oldu. Sahihayn'da gelen bir rivayete göre, Resulullah (s.a.) Huneyn ganimetleriyle ilgili olarak ortaya çıkan görüş ayrılıkları üzerine, Ensara hitaben şunları söyledi: "Ey Ensar topluluğu! Siz dalalet içindeydiniz. Allah benimle, sizi hidayete kavuşturdu. Fakirdiniz, benimle sizi zengin etti. Ayrı ayrı idiniz, benimle sizi bir araya getirdi" Hz. Peygamber her söylediğinde onlar: "Allah ve Rasûlü iyi olanı yapar" dediler.
Bunun için Allahü Teâlâ: "Fakat Allah, aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir" buyurdu. Yani şüphesiz Allahü Teâlâ kuvvetlidir. Yaptıklarında üstündür. Aldatıcıların aldatması, tuzak kuranların tuzağı, ona üstün gelemez. Kendisine tevekkül edenin isteğini boşa çıkarmaz. İşlerinde ve hükümlerinde hikmet sahibidir.
Hafız Ebû Bekir el-Beyhakî, İbni Abbas'ın şöyle dediğini zikreder: "Akrabalık bağının kesildiği, nimetin inkâr olunduğu oldu. Fakat onların kalb yakınlığı gibisi görülmedi. Nitekim Cenabı Hak: "Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcamış olsan, yine onların gönüllerini birleştiremezdin" buyurmuştur.
Allahü Teâlâ, düşmanların hile yapmak istedikleri zamanda Rasulüne yardım sözü verdikten sonra, din ve dünya işlerinin hepsinde yardım ve zafer vaadetti. Bu, tekrar değildir. Şöyle buyurdu: "Ey peygamber! Sana Allah yeter." Yani Allah, onların yaptıklarından dolayı seni üzen durumlarda sana yeter. Düşmanına karşı müminlerin sayısı az, onların sayısı çok da olsa, Allah senin ve sana tabi olanların, sana inanan müminlerin yardımcısı ve destekleyicisidir.
Fakat Allah sana ve müminlere, yardımıyla yeterli olsa da, bu, savaş için gerekli sebeplere yapışmamayı, istenen vasıtaları almamayı ifade etmez. Allah'a buna güvenmenin yanında, müminleri savaşa teşvik etmen de gerekir. Şüphesiz Allahü Teâlâ, cihad yolunda nefislerini ve mallarını harcamak şartıyla, sana yeter.
Sonra Cenabı Hak: "Eğer içinizde sabırlı yirmi (kişi) bulunursa, onlar iki-yüze galip gelirler" buyurmuştur. Bundan murad haber vermek değildir. Aksine emir vardır. Adeta Cenabı Hak: "Sizden yirmi kişi olursa sabretsinler ve savaşta gayret sarfetsinler, iki yüze galip gelirler" buyurmuştur. Yani, sizden sabreden, mevkilerinde sebat eden yirmi kişi olursa, iman, sabır ve anlayışlarıyla bu üç haslet bulunmayan ikiyüz kâfire üstün gelir. "Çünkü onlar, anlamaz bir topluluktur." Yani kâfirlerin hezimet sebebi, onların, sizin bildiğiniz gibi, savaşın hikmetini bilmeyen bir toplum olmalarıdır. Çünkü onlar, sırf üstünlük maksadıyla savaşırlar. Sizse, Allah'ın dinini yüceltmek, inancı düzeltmek, putperestlikten temizlenmek, üstün ahlâkla bezenmek, namaz kılmak, zekât vermek, iyiliği emir, kötülükten nehyetmek gibi, Allah'a kulluk amaçları doğrultusunda savaşırsınız. Nitekim Cenabı Hak da şöyle buyurur: "İman edenler, Allah yolunda savaşırlar, küfredenler de tağut yolunda savaşırlar" (Nisa, 4/76); "Onlar eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar" (Hac, 22/41).
Sonra onlar, öldükten sonra dirilmeye ve cezaya inanmazlar. Sizse, iki güzel şeyden birini beklersiniz. Ya ganimet ve zafer, ya da Allah yolunda şehidlik ve cennete kavuşmak.
Ayette sabrederlerse, müminler topluluğunun, kendilerinin on katı kâfire, Allah'ın yardımı ve desteğiyle üstün geleceklerine ilişkin bir sözü ve müjdesi var. Yine, müminlerin, savaşın amaçlarını kavrayan kimseler olacaklarına, Allah'ın rızasını kazanacak şeyler yapacaklarına, insan hayatı ve milletlerin yükselmesi için elverişli şeyleri kâfirlerden daha iyi bileceklerine işaret var. Kâfirler, müşrikler, yahudiler ve Hristiyanlar ise maddecidirler. Savaştan maksatları, şöhret ve diğer milletleri kendilerine boyun eğdirmektir.
Bir müslümanın on kâfire karşı durması, müslümanların az olduğu ilk zamandaydı. Kendilerinden yüksek, güzel işlerin en yüksek derecesi istendi.
Müslümanlar çoğaldıktan sonra ise, ruhsat, kolaylık olan şeyler istendi. Şu ayet onun için bu sorumluluğu hafifletti: "Şimdi Allah zaafınız olduğunu bildiğinden, sizden (yükü) hafifletti" Yani Allah bir müslümana, on kâfire karşı koymasını, onlara karşı sebat etmesini emrettiği, bu da onlara ağır geldiği zaman, bu mükellefiyeti en aşağı dereceye indirerek hafifletti. Bir kişinin iki kişiye karşı koymasını emretti. Eğer sizden sabreden yüz kişi olursa, iki yüze üstün gelir; bin sabreden kişi olursa, Allah'ın izni ve kudretiyle ikibin kişiye üstün gelir. Allah daima yardımı, desteği ve korumasıyla sabredenlerin yanındadır.
Buharî, İbni Abbas (r.a)dan şöyle rivayet eder: "Sizden sabreden yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye üstün gelir" ayeti nazil olunca, bu durum, müslüman-lara ağır geldi. Bunun üzerine bu yükü hafifleten ayet nazil oldu: "Şimdi Allah zaafınız olduğunu bildiğinden, sizden (yükü) hafifletti."
Her iki halde de, az olan müslümanlardan, kendilerinden daha çok bir topluma karşı koymaları isteniyor. "Allah sabredenlerle beraberdir" sözü, müminleri zafer ve galibiyetin gerçekleşmesi için sadece imana dayanmamak gerektiğini, imanla beraber diğer sıfatların da -bunların en önemlileri sabır, sebat, daima maddî ve manevî hazırlık, işlerin hakikatlarını ve cihadın maksatlarını bilmektir- mutlaka bulunması gerektiğini ifade etmektedir.
Kur'ân-ı Kerim'de fert ve toplum olarak sebat edilmesi, sabredilmesi emri tekrarlanır: "Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınızda sebat edin." (Enfal, 8/45); "Muhakkak Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." (Saff, 61/4); "Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışı yapın. Sınırlarda nöbet beklesin. Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz" (Âl-i İmran, 3/200); "Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz, rüzgârınız gider. Bir de sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir" (Enfal, 8/46). [32]
[30] Zemahşeri, 11/22.
[31] İbni Kesir, 11/322-323.
[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/284-287.
16 Nisan 2019 Salı
ENFAL SÛRESİ 27.- 28. ayetlerin tefsiri
Allah'a, Peygambere Ve Emanete Hıyanet
27- Ey iman edenler! Allah'a ve Rasûlüne hainlik etmeyin. Siz kendiniz bile bile kendi emanetlerinize hainlik eder misiniz?
28- Bilin ki' mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır ve büyük mükâfat şüphesiz Allah katındadır.
Açıklaması
Allahü Teâlâ, bu ayette, şer'i mükellefiyetlerin eksiksiz olarak yapılmasının gerekli olduğunu belirtiyor.
Ey Allah'ın peygamberlerine ve Kur'ân'a inanan müminler! Farzlarını yapmamakla, ya da koyduğu sınır ve haramlarını tecavüz etmekle Allah'a hıyanet etmeyiniz. Sünnetine sarılmamakla, emrettiklerini yapmamak ve nehyettiklerinden kaçınmamak, arzularına ve babalarınızdan miras aldığınız şeylere uymakla peygambere hıyanet etmeyin. Aranızda birbirinizden aldığınız emanetlere, onlara riayet etmemekle hıyanet etmeyin. Bu, maddî emanetleri içine aldığı gibi, ümmete ait sırları düşmanlara aktarmak ve fertlere ait sırları insanlar arasında yaymak gibi şeyleri de içine alır. Emanet, Allahü Teâlâ'nın kullarına emanet ettiği farz ve had cinsinden amellerdir. Hıyanet ise farzları yapmamak, hükümlerini uygulamamak, sünnetlerine sarılmamak ve başkalarının haklarına riayet etmemektir.
Ve siz hıyanet ettiğinizi biliyorsanız. Bunun sonucunu da biliyorsunuz. İyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebiliyorsunuz. Hıyanetin kötülüklerini biliyorsunuz. Hıyanet, unutarak değil, bile bile yaptığınız ihmaller, hatalardır.
Hıyanet: İnsanın küçük büyük günahlarını ve başkalarına zararı dokunan hareketlerini içine alır.
Güvenilirlik müminlerin, hıyanet ise münafıkların sıfatlarındandır. İmam Ahmed, Enes ibni Malik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ahdine riayet etmeyen kimsenin imanı yoktur." Buharı ve Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Münafıklığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder. Oruç tutup namaz kılsa ve kendisinin müslüman olduğunu zannetse de..."
Sonra Allahü Teâlâ, insanı hıyanete sevkeden şeyin mal ve evlât sevgisi olduğu için, akıllı kimsenin o sevginin zararlarından çekinmesi uyarısında bulunarak: "Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir" buyurmuştur. Yani, şüphesiz ki, mallar ve çoluk çocuklar, Allah'tan birer imtihandır. Onlar hususunda Allah'ın hadlerini nasıl muhafaza ettiğinizi açığa çıkarmak için imtihan eder. Fitneye düşmenin tek sebebi ise günah yahut azaptır. Çünkü o, kalbi dünya ile meşgul eder, ahiretle ilgili amel işlemekten alıkoyar. İnsan, mal sevgisi, onu kazanıp biriktirme arzusuyla yaratılmıştır... Eğer insanda Allah korkusu olmazsa, cimrilik yapar, malının içinden Allah'ın haklarını vermez, fakirlere ihsanda bulunmaz, iyi, hayır ve güzel işlere harcamaz. Evlat sevgisi de insanın fıtratında vardır, bazan bu sevgi, insanı haram mal kazanmaya sevkeder. Onun için insan mal ve çoluk çocuk hususunda dikkatli olmalı, helal mal kazanmalı ve onu hayır ve iyi yolda harcamalı. Çocuklarına helâl olanı yedirmelidir ki, vücudlarına haram girmesin, dînî hükümlere bağlı, sorumluluk duygusu içinde ve haramlardan uzak bir şekilde yetişsin.
Sonra Allahü Teâlâ ayeti, kusur işleyeni uyandırıcı etkili bir sonuçla bitirerek: "Büyük mükâfat şüphesiz Allah katındadır" buyurmuştur. Yani O'nun sevabı ve cennetleri, sizin için mallardan ve çoluk çocuktan daha hayırlıdır. Şurası bir gerçek ki, bazan onlardan düşman olanı olabilir, pek çoğu ise, sana gelebilecek bir azaptan seni kurtaramaz. Allah, dünya ve ahiretin tek sahibidir. O halde siz, mal, çoluk çocuk konularında şer'i ve dinî hükümlerine riayet ederek, Rabbinizin sevabını tercih edin, dünyadan yüz çevirin, mal toplamaya ve çoluk çocuk sevgisine aşırı düşkün olmayın ki, onlar yüzünden tehlikeye girmeyesiniz. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "O mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Geri kalacak olan salih amelleridir ki, Rabbinin nezdinde sevapça da hayırlıdır, amelce de hayırlıdır." (Kehf, 18/46). [13]
[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/223-224.
15 Nisan 2019 Pazartesi
Cünüplükten Dolayı Guslederken Abdest Alan, Sonra Vücudunun Diğer Bölgelerini Yıkayıp Abdest Yerlerini Tekrar Yıkamayan Kimse
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
5. BÖLÜM GUSÜL
16. Cünüplükten Dolayı Guslederken Abdest Alan, Sonra Vücudunun Diğer Bölgelerini Yıkayıp Abdest Yerlerini Tekrar Yıkamayan Kimse
274- Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem cenabetten dolayı abdest almak için abdest suyunu hazırladı. Sonra sağ eli ile sol eline iki ya da üç kez su döktü. Sonra avret mahallini yıkadı, daha sonra iki ya da üç kez elini yere veya duvara sildi. Sonra ağzını çalkaladı, burnuna su verdi, yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başından aşağı su döküp bütün vücudunu yıkadı. Daha sonra bulunduğu yerden biraz kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. Ona (kurulanması için) bir bez getirdim. Fakat, almadı. Eliyle suyu silkelemeye başladı."
Açıklama
(Vücudunu yıkadı) İbn Battal Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem gusül abdesti esnasında namaz abdesti alırken yıkadığı organlarını tekrar yıkamamasından hareketle, Cuma günü için gusül abdesti almanın aynı zamanda cünüplükten dolayı gusül abdesti almak anlamına geldiği ve abdesti olduğunu zannederek tekrardan nafile abdest alan kimsenin her ne kadar sonradan İlk abdestini bozduğunu hatırlasa bile kıldığı namazın sahih olduğu sonucuna varmıştır. İbn Battâl'ın vardığı bu sonuç, boy abdestinden Önce alınan ve sünnet olan namaz abdesti esnasında yıkanan organların gusül sırasında tekrar yıkanmadan da gusül abdestinin tamamlanacağı esasına dayanır. Ancak bu iddia kabul edilemez. Çünkü niyetin farklı olması durumunda hüküm değişir. Kim gusül abdestine niyet eder, faziletinden dolayı da önce abdest organlarını yıkarsa bu durumda, yeniden abdest organlarını yıkamasına gerek kalmaz. Aksi takdirde İbn Battâl'm dayandığı esas hükmünü yitirir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
5. BÖLÜM GUSÜL
16. Cünüplükten Dolayı Guslederken Abdest Alan, Sonra Vücudunun Diğer Bölgelerini Yıkayıp Abdest Yerlerini Tekrar Yıkamayan Kimse
274- Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem cenabetten dolayı abdest almak için abdest suyunu hazırladı. Sonra sağ eli ile sol eline iki ya da üç kez su döktü. Sonra avret mahallini yıkadı, daha sonra iki ya da üç kez elini yere veya duvara sildi. Sonra ağzını çalkaladı, burnuna su verdi, yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başından aşağı su döküp bütün vücudunu yıkadı. Daha sonra bulunduğu yerden biraz kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. Ona (kurulanması için) bir bez getirdim. Fakat, almadı. Eliyle suyu silkelemeye başladı."
Açıklama
(Vücudunu yıkadı) İbn Battal Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem gusül abdesti esnasında namaz abdesti alırken yıkadığı organlarını tekrar yıkamamasından hareketle, Cuma günü için gusül abdesti almanın aynı zamanda cünüplükten dolayı gusül abdesti almak anlamına geldiği ve abdesti olduğunu zannederek tekrardan nafile abdest alan kimsenin her ne kadar sonradan İlk abdestini bozduğunu hatırlasa bile kıldığı namazın sahih olduğu sonucuna varmıştır. İbn Battâl'ın vardığı bu sonuç, boy abdestinden Önce alınan ve sünnet olan namaz abdesti esnasında yıkanan organların gusül sırasında tekrar yıkanmadan da gusül abdestinin tamamlanacağı esasına dayanır. Ancak bu iddia kabul edilemez. Çünkü niyetin farklı olması durumunda hüküm değişir. Kim gusül abdestine niyet eder, faziletinden dolayı da önce abdest organlarını yıkarsa bu durumda, yeniden abdest organlarını yıkamasına gerek kalmaz. Aksi takdirde İbn Battâl'm dayandığı esas hükmünü yitirir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
14 Nisan 2019 Pazar
Saçların Hilallenmesi/Parmaklarla Ovulması; Gusleden Kişi Başını Ovmak Suretiyle Deriyi Islattığına Kanaat Getirirse Başından Aşağı Su Döker
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
5. BÖLÜM GUSÜL
15. Saçların Hilallenmesi/Parmaklarla Ovulması; Gusleden Kişi Başını Ovmak Suretiyle Deriyi Islattığına Kanaat Getirirse Başından Aşağı Su Döker
272- Hz. Âişe'den radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem gusül abdesti aldığı zaman, namaz için abdest alır gibi abdest alırdı. Sonra gusle başlardı, sonra elleriyle saçlarını ovardı. Derisine kadar suyu ulaştırdığına kanaat getirince üç kez üzerine su döküp vücudunun geri kalan kısmını yıkadı."
Açıklama
(Saçların Hilallenmesi/Parmaklarla ovulması) ifadesi, cünüplükten dolayı gusül abdesti alırken saçların parmaklarla ovulması anlamına gelir.
273- Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'le Sallallahü Aleyhi ve Sellem beraber aynı kaptan su alarak guslederdik.
"Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
5. BÖLÜM GUSÜL
15. Saçların Hilallenmesi/Parmaklarla Ovulması; Gusleden Kişi Başını Ovmak Suretiyle Deriyi Islattığına Kanaat Getirirse Başından Aşağı Su Döker
272- Hz. Âişe'den radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem gusül abdesti aldığı zaman, namaz için abdest alır gibi abdest alırdı. Sonra gusle başlardı, sonra elleriyle saçlarını ovardı. Derisine kadar suyu ulaştırdığına kanaat getirince üç kez üzerine su döküp vücudunun geri kalan kısmını yıkadı."
Açıklama
(Saçların Hilallenmesi/Parmaklarla ovulması) ifadesi, cünüplükten dolayı gusül abdesti alırken saçların parmaklarla ovulması anlamına gelir.
273- Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'le Sallallahü Aleyhi ve Sellem beraber aynı kaptan su alarak guslederdik.
"Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
13 Nisan 2019 Cumartesi
ENFAL SÛRESİ 24.- 26. ayetlerin tefsiri
Ebedi Hayat Bulunan Şeye İcabet Etmek
24- Ey iman edenler! Sizi diriltecek şeylere davet ettiği zaman, Allah'ın ve Resulünün çağrısına uyun. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten yalnız ona dönüp toplanacaksınız.
25- Bir de öyle bir fitneden sakının ki, o, içinizden yalnız zulmedenlere gelip çatmaz. Ve bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin olandır.
26- O zamanı hatırlayın ki, yeryüzünde azlık ve zayıf ve hakir görülen kimseler idiniz. İnsanların sizi tutup kapmasından korkuyordunuz da, yardımıyla kuvvetlendirdi. Size en temiz ve en hoş şeylerden rızık verdi. Tâ ki şükredesiniz.
Açıklaması
Allahü Teâlâ, bu ayetlerde ve bundan önceki ayetlerde, iman sıfatının emir ve nehiylere uymayı gerektirdiğine işaret için nidayı, "iman edenler" lafzıyla tekrarladı.
Mana şöyledir: Ey müminler! Dünya ve ahiret saadetini, hayır ve salahınızı, her türlü hak ve doğruyu içine alan Allah'ın ve Rasulünün davetine -ki o, Kur'ân, iman, cihad ve her türlü hayır ve taattır- icabet edin. "Sizi diriltecek" sözünden amaç güzel ve sürekli olan hayattır. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Biz onu çok güzel bir hayat ile yaşatırız" (Nahl, 16/97). Buharî: "Sizi davet ettiği zaman" çağırdığında, sizi "diriltecek" ıslah edecek olan şeylere icabet edin demektir, der.
Fakihlerin çoğuna göre, emrin zahiri, vücubu ifade eder. Çünkü ondan sonraki: "Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten yalnız O'na dönüp toplanacaksınız" sözü, tehdit ve korkutma ifade eder.
Bu yüzden Resulullah (s.a.)'in ibadet, inanç ve muamele ile ilgili emirlerine, ciddiyet, azim ve gayretle sarılmak gerekir. Giyinmek, yemek, içmek ve uyumak gibi âdetle ilgili emirler, uyulması gerekli dinî emirler değildir.
Hz. Peygamber (s.a)'in emrettiği iman, Kur'ân, hidayet ve cihaddan kim yüz çevirirse o ölü gibidir. Güzel bir hayat, yahut ruhî bir hayat yaşamıyor demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, insanlar arasında yürümesi için nur verdiğimiz kimse, içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi midir?" (En'am, 66/122).
"Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer" sözünün manası, aklınızı kaybetmeden, çabuk icabet edin, demektir. Kalb, düşünce yeridir. Mücahid, bu ayetin manası hakkında şöyle der: Kişi ile aklı arasına girer de, ne yaptığını bilmez. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Muhakkak ki bunda kalbi olan kimse için, elbette öğüt vardır" (Kâf, 50/37).
Şöyle de denilmiştir: Onlarla kalbleri arasına ölüm girer, geçen zamanı yakalayamaz. Keşşâfda şöyle der: O, onu öldürür de, fırsatı kaçırmış olur. Şöyle de denilmiştir. İşleri bir halden bir hale değiştirir. Kurtubî şöyle der: Bu, Allah'ın "Cami" isminin tecellisidir. İmam Ahmed İbni Hanbel, Enes ibni Malik'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.): "Ey kalbleri bir halden bir hale çeviren Allah! Kalbimi dinin üzerinde sabit kıl" sözünü çokça söylüyordu. Ya Resulullah! Sana ve getirdiklerine inandık, bizden korkuyor musun, dedik. "Evet, kalbler, Allah'ın parmaklarından iki parmak arasındadır, onları ters yüz eder, çevirir" buyurdu.
Taberî'nin tercihi şöyledir: Bu Allah'ın, kullarının kalblerine kendilerinden daha çok sahip olduğunu, dilediği zaman kalbleriyle kendileri arasına girdiğini, hatta insanın ancak Allah'ın dilemesiyle bir şeyi anlayabildiğini haber vermektedir.
Bence ayetin tefsiri konusunda Taberî ve Kurtubî'nin tercihi en doğru görüştür. Mana şöyle olur: Allah, insanın kalbini, fikrini ve iradesini kontrol altında tutar, işleri nasıl dilerse, eliyle bir halden bir hale çevirir. Bütün şeylerde tek tasarruf yetkisine o sahiptir. Sahiplerinin güçlerinin yetmeyeceği şekilde kalblere yön verir, dilediği gibi, onların yönelişlerini, maksat ve niyetlerini değiştirir. Ayetten maksat, hastalık, ölüm gibi birtakım engeller çıkmadan itaata teşviktir.
Cebre inananlara göre mana şöyledir: Allah, kâfir kişiyle itaati, itaatkar kişiyle masiyeti arasına girer. O halde, mesut ve bahtiyar kişi, Allah'ın mesut ve bahtiyar kıldığı kişi; bedbaht ve sapık kişi ise, Allah'ın saptırdığı kişidir. Allah'ın saptırdığı ve rüsvay ettiği kimse hakkındaki işi, adalettir. Üzerine vacip olanı gerçekten yapmazsa, o zaman adalet sıfatı ortadan kalkar.
Mu'tezile'den Cübbaî şöyle der: Allah'ın, kendisiyle imanı arasına girdiği kimse âcizdir. Acizin işi taşkınlık ve cahilliktir. Bu, caiz olsaydı, Allah'ın bize göğe çıkmayı emretmesi caiz olurdu. Nitekim müzmin hastanın ayakta namaz kılması emredilmeyeceği hususunda ittifak varken, bu, Allah hakkında nasıl caiz olur? Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez..." (Bakara, 2/286).
Sonra Allahü Teâla mümin kullarını, azken çok yapması, zayıf korkak kimselerken kuvvetlendirmesi ve yardım etmesi, fakirken güzel rızıklarla rızıklandırması gibi ihsanı ve iyiliği ile uyandırdı. Bu, Mekke'den Medine'ye hicretten önceki müminlerin haliydi. Cenâb-ı Hak müminlere, Allah'a ve Rasûlüne itaati emrettikten sonra, masiyetten sakınmalarını da emretti. Bu teklifi, bu ayetle pekiştirdi. Şöyle buyurdu: Ey mücahidler! -Hitabın o çağdaki bütün müminlere olduğu da söylenmiştir- Siz, Mekke'de azlık ve zayıf, müşrikler çokluk ve size kötü işkence tattırdığı, ve insanların sizi öldürmek ve soymak için süratle yakalamasından korktuğunuz vakti hatırlayın. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Görmediler mi ki, biz onlara emin bir harem (belde) kıldık. Bununla birlikte onların etrafından insanlar kapılırlar" (Ankebut, 29/67).
"Biz onları emin bir hareme yerleştirmedik mi? Ki ona her çeşit meyvelerden tarafımızdan bir rızık olmak üzere gelir" (Kasas, 28/57).
"O sizi barındırdı": Medine'de, sizin sığınacağınız bir yer hazırladı. Size, Bedir ve diğer savaşlarda yardım etti. Bereketli, güzel, hoş yiyeceklerle rızıklandırdı, ganimetleri size helâl kıldı. Bu büyük nimetlere şükredip, nimeti hatırlatmaktan maksat, onları Allah'a itaat ve ilâhî nimete teşekküre teşvik etmektir.
İbni Cerir et-Taberî, Katade b. Deâme es-Sedûsî'nin: "O zamanı hatırlayın ki, yeryüzünde az zayıf ve hakir görülen kimseler idiniz" ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet eder: Bu arap kabilesi, çok zelil ve yaşayış bakımından çok düşkün, aç, çıplak, sapık bir kavimdi. İran'la, Rum arasında bulunan bir taşın çevresinde toplanır ibadet ederlerdi. Vallahi, beldelerinde, hased edilecek bir şey yoktu. Herkes yoksulluk içindeydi. Ölenler ateşe atılıyordu. Yemiyor yeniliyorlardı. Vallahi, o gün yeryüzünde onlardan daha kötü durumda bir kabile yoktu. Nihayet, Allah İslâm'ı gönderdi, o beldelere hakim kıldı, onunla rızıklarını genişletti, onları insanlara melikler kıldı. Allah onlara, müslümanlıkları sebebiyle gördüğünüz şeyleri verdi. O halde nimetlerinden ötürü Allah'a şükredin. Şüphesiz Rabbiniz verdiği nimetlere karşı şükrü sever. Şükredenlere olan nimetlerini artırır. [12]
[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/218-220.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)