8 Aralık 2018 Cumartesi

Bir Şey Duyduğunda, Bunun Aslını Öğrenmek İçin (Sözü Söyleyene) Müracaat Etmek

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

36. Bir Şey Duyduğunda, Bunun Aslını Öğrenmek İçin (Sözü Söyleyene) Müracaat Etmek
103- İbn Ebû Müleyke'nin belirttiğine göre Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Hz. Âişe radıyallahu anha, bir şey duyduğu zaman onu anlamak için mutlaka sözü söyleyene baş vururdu.

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Hesaba çekilene azap edilir" bu­yurdu.

Hz. Âişe 
radıyallahu anha diyor ki: Bunun üzerine ben Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem Yüce Allah Celle celaluhu "(Amel defterini sağ tarafından alan kişi) yakında kolay bir şekilde hesaba çekilecek [İnşikak,84/8.] buyurmuyor mu? diye sordum.

Bunun üzerine Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bu, yal­nızca arzdır. Kim ince hesaba çekilirse helak olur.[Hadisin geçtiği diğer yerler:4939,6536,6537.]

Açıklama

Arz" dan maksat, insanların mizana arz edilmeleridir.

Hesabın ince görülmesi azabı hak etme sonucunu doğurur. Çünkü kişinin iyilikleri Allah'ın kabul etmesine bağlıdır. Allah rahmeti ile bunları kabul etmezse kurtuluş gerçekleşmez.

Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar

* Hadisten, Hz. Aişe'nin 
radıyallahu anha hadislerin manalarını öğrenme konu­sunda ne kadar istekli olduğu anlaşılmaktadır.

* Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ilim konusunda kendisine müracaat edilmesinden sıkılmazdı.

* Münazara (ilmî tartışma) yapmak ve delil olarak sünnet getirildiğinde bu­na karşı Kur'an'dan âyet okumak caizdir.

* İnsanların hesapları farklı farklı olacaktır.

Soru Sormak

Bu gibi meseleleri sormak, "Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın
[Mâide,5/101] âyetindeki ve Enes'in 
radıyallahu anh rivayet ettiği "Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir şey sormamız yasaklandı" hadisindeki yasağın kapsamına girmez. Bu gibi soruları Hz. Âişe'den radıyallahu anha başkaları da sormuştur. Nitekim Hz. Hafsa radıyallahu anha Bedir Savaşına ve Hudeybiye'ye katılan kişi cehenneme girmez" hadi­sini duyunca "Yüce Allah: İçinizden oraya uğramayacak yoktur, buyurmuyor mu?" diye sormuş, kendisine âyetin devamında yer alan "Takva sahiplerini ora­dan kurtarırız" ifadesi ile cevap verilmiştir. 'İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar var ya.[En'âm,6/82] âyeti indiğinde sahabe "içimizden kendisine zulmet­meyen kim vardır ki?" diye sormuşlar, kendilerine buradaki zulümden kastın şirk olduğu belirtilerek cevap verilmiştir. Burada yer alan üç sorunun da ortak nokta­sı, hesap, cehenneme girme ve zulüm konusunda ilk anda akla genel ifadenin gelmesidir. Onlara bunların tümünde kasdedilenin özel bir durum olduğu belirti­lerek cevap verilmiştir. Ancak böyle durumlar sahabenin başına çok az gelmiştir. Bu onların anlayışlarının mükemmelliği ve Arapça'yı çok iyi bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Karışık "meseleler ile ilgili soru soranların kınanması, bunun sırf zorluk çıkarmak için sorulmuş olması şeklinde yorumlanır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ancak kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak için Kur'an'ın müteşabih ayetlerinin peşine düşerler." [Âl-i İmrân,3/7] Hz. Aişe'nin radıyallahu anha rivayet ettiği hadiste de Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Bunlar (müteşabihler) hakkında soru soranları gördüğünüzde bilin ki bunlar Allah'ın (kalplerinde eğrilik olanlar diye) isimlendirdiği kimselerdir. Onlardan sakının". Bu yüzden Hz. Ömer radıyallahu anh, Sabîğ adındaki kişinin bu gibi şeyler hakkında çokça sorular sorduğunu görünce bunu yadırgamış ve onu cezalandırmıştır. Bunların tümünün açıklaması Kitap ve Sünnete Yapışmak konusunda gelecektir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

7 Aralık 2018 Cuma

İlim (Öğretmek) İçin Kadınlara Özel Gün Ayrılır Mı?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

35. İlim (Öğretmek) İçin Kadınlara Özel Gün Ayrılır Mı?

101- Ebû Sâid el-Hudrî 
radıyallahu anh Şöyle demiştir:

Kadınlar Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem Ey Allah'ın Resulü erkekler­den bize meydan kalmıyor. Bize kendinden bir gün ayır" dediler. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de kadınlara bir gün belirledi. O günde kadınlarla buluşarak onlara vaaz verdi, bazı hususlan emretti. Emrettikleri arasında şu sözleri de vardı.

İçinizden âhirete (kendinden önce) üç çocuk yollayan her kadın için bu çocuklar cehenneme karşı bir siper olur".

Bir kadın: "Ya iki çocuk?" diye sordu.

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem iki çocuk da öyledir' buyurdu.[Hadisin geçtiği diğer yerler:1249,7310]

102- Ebû Hureyre'nin 
radıyallahu anh rivayetine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem  "Buluğa ulaşmamış üç çocuk" demiştir.[Hadisin geçtiği diğer yer:1250]

Açıklama

Kişinin günahlarının yazılması buluğdan sonra olduğu için, Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem burada "buluğdan önce" demiştir. Bunun sırrı şudur: Bu de­virde onlar hakkında ana-babaya isyan söz konusu değildir. Bu sebeple söz konusu dönemde ölen çocuk için üzülmek daha şiddetli olur.

Hadis, sahabe kadınlarının din ile ilgili hususları öğrenmeye karşı ne kadar istekli olduklarını göstermektedir. Yine bu hadis vaatte bulunmanın caiz oldu­ğunu anlatmaktadır. Müslümanların çocukları bu hadise göre cennettedir.

Bir kimsenin küçük yaşta ölen iki çocuğu da kendisi için cehenneme karşı siper olur. Bu, daha sonra Cenazeler bölümünde de geleceği üzere yalnızca kadınlara özgü bir hüküm değildir.
[bkz.Cenazeler,6.,1249.hadis]


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

6 Aralık 2018 Perşembe

İlim Nasıl Kabzedilir?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

34. İlim Nasıl Kabzedilir?

Ömer İbn Abdülaziz, Ebû Bekr İbn Hazm'a yazdığı mektupta şunları söyledi:

"Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadislerine bakarak bunları yaz. Çünkü ben ilmin ortadan kalkmasından ve âlimlerin gitmesinden (ölmesinden) kork­tum. Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadisinden başkasını kabul etme. (Âlimler) ilmi yaysınlar, bilmeyenlere ilim öğretmek için meclisler kursunlar. Çünkü İlim bir sır haline gelmedikçe helak olmaz".

100- Abdullah İbn Amr İbnü'l-Âs 
radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu duydum: "Allah ilmi insanların ara­sından çekip almak suretiyle almaz. Ancak ilmi, âlimleri(n ruhunu) kabzetmek suretiyle alır. Geride hiçbir âlim bırakmadığında insanlar cahil kimseleri baş edinirler. Onlara soru sorulur, onlar da bilgisiz olarak fetva verirler ve böylece hem kendileri saparlar, hem de baş­kalarını saptırırlar.[Hadisin geçtiği diğer yer:7207]

Açıklama

Ömer İbn Abdülaziz'in "hadisleri yaz" sözünden hadis yazımının başladığı anlaşılmaktadır. Bundan önce insanlar ezbere dayanıyorlardı, Ömer İbn Ab-dülaziz, hicrî yüzüncü yılın başında âlimlerin ölümü ile ilmin gitmesinden kor­kunca hadislerin yazımının hadisleri koruyacağını ve baki kılacağını düşündü.

"Allah ilmi insanların arasından çekip almak suretiyle almaz": Yani Allah gö­ğüslerde (zihinlerde) olan İlmi silmek, unutturmak suretiyle almaz.

Ahmed b. Hanbel ve Taberânî'nin Ebû Ümâme'den 
radıyallahu anh rivayetlerine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu sözü veda haccı sırasında söylemiştir. Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle demiştir: "Veda Haccında Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "İlim kabzedilmeden veya kaldırılmadan önce ilmi alınız". Bu­nun üzerine bir bedevi "İlim nasıl kaldırılır?" diye sordu, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de üç kere: "Dikkat edin! ilmîn gitmesi, ilmi taşıyanların (alimlerin) gitmesiyle olur" buyurdu.

İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: İlmin göğüslerden (kafalardan, zihinlerden) silinmesi aslında Allah'ın kudreti dahilindedir. Ancak bu hadis, ilmin bu şekilde kaldırılmayacağını göstermektedir.

"Bilgisizce fetva verirler" ifadesi "kendi görüşleri ile fetva verirler" şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu hadis ilmi ezberlemeye (korumaya) teşvik etmekte, cahil kişileri başkan seçmekten de sakındırmaktadır, Burada gerçek anlamda başkan­lık demek fetva vermek demektir. Bilgisizce fetva vermeye kalkışanlar kınanmış­tır.

Alimlerin çoğunluğu "belirli bir dönemde müctehid bulunmayabilir" şeklin­deki görüşlerine bu hadisi delil getirmişlerdir. İşler Allah'ın elindedir, o dilediğini yapar.

Bu meseleye Kitap ve Sünnete Sarılmak konusunda yeniden döneceğiz.
[bkz.7307.hadis]


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

5 Aralık 2018 Çarşamba

Hadise Karşı Hırslı Olmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

33. Hadise Karşı Hırslı Olmak


99- Ebû Hureyre 
radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle soruldu [Burada soruyu soran Ebû Hureyre'nin kendisidir] "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet gününde senin şefaatinden dolayı en çok mutlu olacak olan kimdir?" Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Gerçekten senin hadise karşı olan hırsını bildiğim için bu soruyu senden önce hiç kimsenin sormayacağını tahmin ediyordum. Kıyamet gününde benim şefaatimden en çok mutlu olacak olan kişi samimi bir kalple (nefisle) "Lâ ilahe illallah" diyen kimsedir.[Hadisin geçtiği diğer yer:6570]

Açıklama

Bu hadis Ebû Hureyre'nin 
radıyallahu anh üstünlüğünü ve ilim öğrenmek için hırslı olmanın faziletini göstermektedir.

"Lâ ilahe illallah diyen kimse" ifadesi ile müşrik dışarıda bırakılmaktadır. As­lında burada "Muhammedün resûlullah" sözü de kasdedilmektedir. Ancak İman konusunda da geçtiği gibi "Lâ ilahe illallah" her ikisinin de şiarı olduğundan kelime-i şehadetin ilk bölümünü söylemekle yetinilmiştir.[İman,2., 8.hadis]

"Kalbinden samimi olarak" sözü ile münafık dışarıda bırakılmıştır.


Hz. Peygamber'in  Sallallahü Aleyhi ve Sellem Şefaati

Hz. 
Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şefaatine nail olan herkes mutlu ol­makla birlikte, ihlaslı mümin bu konuda en mutlu olan kişidir. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem mahşer halkı için, mahşer meydanının korkunçluklarının gide­rilmesi bazı kâfirlerin azabının hafifletilmesi için şefaat edecek. Nitekim amcası Ebû Talip bunlardandır. Cehenneme giren bazı müminlerin oradan çıkarılması, cehenneme girmeyi hak eden bazı müminlerin oraya girmemesi, bazı müminle­rin cennete hesapsız olarak doğrudan girmeleri, ve bazı müminlerin cennette derecelerinin yükselmesi İçin şefaat edecek.

Bu sayılanların tümünün, şefaatten dolayı duyacakları mutlulukta ortak ol­dukları anlaşılmaktadır. Ancak bunlar İçinde en mutlu olan İhlaslı mümindir.

Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem "lâ ilahe illallah diyen kimse" sözü, ke­lime-i şehadeti söylemenin şart olduğunu göstermektedir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

4 Aralık 2018 Salı

Söylediği Söz Anlaşılsın Diye Üç Kere Tekrarlamak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

30. Söylediği Söz Anlaşılsın Diye Üç Kere Tekrarlamak

İbn Ömer 
radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Tebliğ ettim mi?" sözünü üç kere tekrarladı­ğını söylemiştir.

94- Enes 
radıyallahu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem se­lâm verdiğinde üç kere verirdi. Bir söz söylediğinde bunu üç kere tekrarlardı.[Hadisin geçtiği diğer yerler:95,6244]

95- Enes 
radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem  bir söz söylediğinde, sözü anlaşılsın diye üç kere tekrar ederdi. Bir topluluğa uğrayıp da selam verdiğinde üç kere selam verirdi."

Açıklama

İsmâilî, Ebû Musa 
radıyallahu anh ve diğerlerinin rivayetinde Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve birinin evine girmek için izin İstemek maksadıyla selâm verdiğinde bunu üç kere tekrarladığını söylenmiştir. Ancak bir yere uğrayarak selâm verme du­rumunda Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem selamı tekrarlamadığı bilinmektedir.

Ben (İbn Hacer) derim ki: Buhârî de aynen bu şekilde düşündüğü için İzin isteme bölümünde bu hadisi, Ebû Musa'nın Hz. Ömer'le 
radıyallahu anhum arasında geçen konu ile ilgili diğer hadisle birlikte rivayet etmiştir. Ancak Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem selâmının duyulmadığını düşündüğü durumlarda da selâmını tekrarlamış olabilir.

96- Abdullah İbn Amr'ın 
radıyallahu anh şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Bir yolculukta Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  bizden arkada kaldı. Son­radan bize yetişti. Namaz vakti gelmişti. Biz de abdest alıyor ve acele bitirelim diye ayaklarımıza mesh ediyorduk. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem  en yüksek sesi ile iki veya üç kere şöyle bağırdı:

Ateşte yanacak topukların vay haline!"

Açıklama

"Iki veya üç kere bağırdı" İfadesinden anlaşıldığına göre, sözü üç kere tek­rarlamak şart değildir. Tekrarın asıl maksadı bir şeyi karşı tarafa tam olarak kavratmaktır. Tekrar olmadan bu sağlanıyorsa tekrara gerek yoktur.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

3 Aralık 2018 Pazartesi

Devlet Başkanı Ve Muhaddisin Yanında Diz Üstü Oturmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

29. Devlet Başkanı Ve Muhaddisin Yanında Diz Üstü Oturmak

93- Zührî şöyle demiştir: Enes İbn Mâlik 
radıyallahu anh bana şunu haber verdi:

Resûlullah 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem minbere çıktı. Abdullah İbn Huzâfe radıyallahu anh ayağa kal­karak "Benim babam kimdir?" diye sordu. Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem Baban Huzâfe'dir" buyurdu. Sonra Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Bana sorunuz" sözünü çokça tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh dizleri üzerine oturarak şöyle dedi; "Biz Rab olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan ve peygamber olarak da Muhammed'den razıyız.[Hadisin geçtiği diğer yerler:540,749,4621,6362,6468,6486,7089,7090,7091,7294,7295]

Açıklama

İbn Battal, Hz. Ömer'in 
radıyallahu anh "Biz Rab olarak Allah'tan..." sözü ile ilgili olarak şöy­le demiştir: Hz. Ömer radıyallahu anh, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem  sorulan bu soruların zorluk çıkarma (inat) veya şüphe sebebiyle sorulduğunu anlamış, bu sebeple bir ceza indirilmesinden korkarak bu sözü söylemiştir. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hz. Ömer'in radıyallahu anh bu sözünden hoşnut olmuş ve susmuştur.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

2 Aralık 2018 Pazar

AL-İ İMRAN SÛRESİ 169-175. ayetlerin tefsiri


Allah Yolunda Cihad Eden Şehitlerin Mevkii


169- Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri ka­tında diridirler, rızıklanırlar.

170- Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği ile sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine katılama­yanlara da, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzülecek de değiller­dir" diye müjdelemek isterler.

171- Onlar Allah'tan bir nimet ve bir lütfu ile Allah'ın müminlerin ecrini za­yi etmeyeceği müjdesini de vermek is­terler.


172- Yaralandıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar, iç­lerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir mükâfat vardır.

173- Onlar öyle kimselerdir ki insanlar onlara, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" dediler ve bu, onların imanını artırdı ve, "Allah bize yeter, O ne güzel vekil­dir" dediler.

174- Sonra da kendilerine hiç bir zarar dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler. Allah'ın rızasına da uydular. Allah pek büyük lütuf sa­hibidir.

175- İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, benden korkun! Eğer ger­çek müminler iseniz.

Nüzul Sebebi


196. ayet olan, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma" ayet-i ke­rimesinin nüzulü ile ilgili olarak Ahmed, Davud ve Hâkim, İbni Abbas'tan şöy­le dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: Uhud'da kardeş­leriniz isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bu kuşlar cennet nehirlerine varır ve oranın meyvelerinden yerler. Arş'ın gölgesinde altından bir takım kandillere doğru gider, sığınırlar. Yediklerinin, iç­tiklerinin güzel, dinlendikleri yerin iyi olduğunu görünce şöyle dediler: Keşke kardeşlerimiz Allah'ın bize yaptıklarını bilseler. Ta ki cihad konusunda gevşek­lik göstermesinler, savaştan yüz çevirmesinler. Yüce Allah şöyle buyurdu: Sizin yerinize bunu onlara ben bildireceğim. Bunun üzerine, "Allah yolunda öldürü­lenleri sakın ölüler sanma..." ayeti ve ondan sonraki ayetler nazil oldu.

Yüce Allah'ın, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar..." diye başlayan 172. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak İbni Cerir et-Taberî İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Uhud günü meyda­na gelen olaylardan sonra Allah o gün Ebu Süfyan'ın kalbine korkuyu saldı; o da Mekke'ye geri döndü. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ebu Süfyan size bir parça zarar verdi. Artık geri dönmüş bulunuyor, Allah onun kalbine korkuyu saldı." Uhud vakası Şevval ayında olmuştu. Tüccarlar Medine'ye Zilkade ayın­da gelir ve küçük Bedir'de konaklarlardı. Bu sırada da Uhud vakasından sonra gelmiş bulunuyorlardı. Müminler yara almışlardı. Bundan dolayı da şikayette bulundular. Resulullah (s.a.) ise kendisiyle birlikte ashabının savaşa çıkmala­rını teşvik etti. Şeytan geldi, kendi dostlarını korkuttu (onların dedikleri kor­kuyu salmaya çalıştı) ve dedi ki: "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladı­lar." Bunun üzerine Hz. Peygamberle birlikte gitmek istemediler. Resulullah (s.a.) da, "İsterse arkamdan hiç kimse gelmesin ben gidiyorum" diye buyuranca Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Saad, Talha, Abdurrahman b. Avf, Ab­dullah b. Mes'ud, Huzeyfe b. el-Yeman ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, yetmiş kişi ile birlikte (Allah hepsinden razı olsun) onunla birlikte yola çıktılar. Ebu Süf-yan'ı takip etmek üzere yola koyuldular. es-Safra denilen yere varıncaya kadar onu takip ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi.

Taberanî sahih bir senedle İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmekte­dir: Müşrikler Uhud'dan geri dönünce şöyle dediler: "Ne Muhammed'i öldürdü­nüz, ne de arkanıza yıldızları taktınız, siz ne kötü iş yaptınız, haydi geri dönü­nüz." Resulullah (s.a.) bunu işitince Müslümanların savaşa çıkmalarını istedi. Onlar da onunla birlikte savaşa çıktılar ve Hamrâul-Esed'e yahut da Ebu Utbe kuyusuna varıncaya kadar yola devam ettiler. Yüce Allah da, "Yara aldıktan sonra bile yine Allah'ın ve Peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi. Ebu Süfyan Resulullah (s.a.)'a şöyle demişti: "Seninle sözleşme yerimiz arkadaşlarımızı öldürdüğünüz yer olan Bedir panayırıdır." Korkak kimseler geri döndü, kahraman ve yiğit kimseler ise savaş için gerekli hazırlığı yaptı, oraya gittiler ve orada kimseyi göremediler. Alışverişte bulundular. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" ayetini indirdi.

İbni Merdûveyh, Ebu Râfi'den rivayetine göre Resulullah (s.a.) Hz. Ali'yi beraberindeki bir grup ile birlikte Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere gönderdi. Huzaalılara mensup bir bedevi onlarla karşılaştı ve şöyle dedi: "Bunlar sizin için asker toplamış bulunuyorlar." Hz. Ali ve beraberindekiler, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. [37]

Hamrâu'1-Esed Gazası:

Rivayet edildiğine göre Ebu Süfyan ve arkadaşları Uhud'dan geri dönüp -Mekke ile Medine arasında bir yer olan- er-Ravhâ denilen yere ulaştıklarında pişman oldular, geri dönmek istediler. Maksatları geri kalan müminleri de öldür­mekti. Resulullah (s.a.) durumu haber alınca onları korkutmak, kendisinin ve arkadaşlarının gücünü onlara göstermek istedi. O bakımdan arkadaşlarını harbe çıkmaya çağırdı ve şöyle dedi: "Bizimle birlikte dün bizimle hazır bulunan­ların dışında kimse çıkmasın." Resulullah (s.a.) Ashabından bir grup ile yola ko­yuldu. -Medine'den 8 mil uzaklıkta bir yer olan- Hamrâul Esed diye bilinen yere ulaşıncaya kadar yola devam ettiler. Hz. Peygamberin arkadaşları yaralı idi. Bu sıkıntılara katlanmak için kendilerini zorladılar. Ta ki ecir ve mükâfattan mah­rum kalmasınlar. Yüce Allah da müşriklerin kalplerine korku yerleştirdi. Bunun üzerine süratle Mekke'ye gittiler. Buna dair bu ayet-i kerime nazil oldu.

Bu olay Hamrâul-Esed gazası adını alır. Uhud gazasının tamamlayıcısıdır. [38]

Küçük Bedir Gazası:

İbni Abbas, Mücahid ve Ikrime, "İnsanlar kendilerine ... dediler." ayetinin Küçük Bedir gazası hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Bu gaza kısa­ca şöyledir: Ebu Süfyan Uhud'dan ayrılmak istediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed, dilediğin takdirde seninle buluşma vaktimiz gelecek Bedir panayırı olsun." Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu, "İnşaallah bu bizimle sizin buluşma vaktimiz olsun." Ertesi sene Ebu Süfyan Mekkelilerle birlikte yola çıktı. Merr ez-Zahrân taraflarında Micenne denilen yerde konakladı. Allah kalbine korku saldı. Geri dönmek istedi. Bu sırada Umre yapıp geri dönmüş bulunan Nuaym b. Mes'ud ile karşılaştı.

Ebu Süfyan ona şöyle dedi: "Ben Muhammed ve arkadaşlarıyla Bedir pa­nayırında buluşmak üzere sözleşmiş idim. Bu yıl ise bir kıtlık yılıdır. Meraların bol olduğu ve bol bol süt içeceğimiz bir yıl dışında böyle bir işe kalkışmamız uy­gun değildir. Şimdiden geri dönmek kanaatine sahip oldum. Fakat Muhammed oraya gelirken benim gitmemem de hoşuma gitmez. Çünkü bu, onların cesaret­lerini artıracaktır. Haydi Medine'ye git, onların çıkmalarını önleyecek şekilde cesaretlerini kıracak sözler söyle. Buna karşılık sana Süheyl b. Amr'ın yanında emanet olarak bırakacağım on deve var."

Nuaym Medine'ye vardığında Müslümanların Ebu Süfyan'a verdikleri söz için hazırlık yaptıklarını gördü. Onlara şöyle dedi: "Bu uygun bir görüş değildir. Onlar yurtlarınızda kaldığınız yerde size geldiler. Kaçanlar dışında sizden kimse kurtulamadı. Şimdi de onların karşısına çıkmak mı istiyorsunuz? Bu pa­nayır yerinde size karşı pek çok asker toplamış bulunuyorlar. Allah'a yemin ederim, sizden kimse kurtulamayacaktır." Nuaym'ın söylediği bu sözlerin bazı­larının üzerinde büyük bir etkisi oldu.

Resulullah (s.a.) ise şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, yalnız başıma olsam dahi mutlaka çıkacağım." Hz. Peygamber beraberinde yetmiş süvari ile birlikte, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyerek yola çık­tılar. Küçük Bedir'e, sözleştikleri yere ulaşıncaya kadar yollarına devam ettiler. Hz. Peygamber orada sekiz gün süre ile kaldı. Ebu Süfyan'ın gelmesini bekledi, kimse ile karşılaşmadı. Çünkü Ebu Süfyan ordusu ile birlikte Mekke'ye geri dönmüştü. Beraberinde bin kişi vardı. Mekkeliler bu orduya "Sevîk ordusu" adını verdi ve onlara "Sizler sevik içmek (yemek) için çıktınız" dediler.

Müslümanlar Bedir pazarına vardılar. Beraberlerinde para ve ticaret mal­ları vardı. Bunları sattılar, bunların yerine yiyecek ve kuru üzüm aldılar. Bir dirheme iki dirhem kâr ettiler. Medine'ye esenlikle ve kâr elde etmiş olarak ge­ri döndüler. [39]

Açıklaması

Ayet-i kerime Uhud şehitleri hakkındadır.

Yüce Allah şehitler hakkında dünyada öldürülmüş olsalar dahi ahiret yur­dunda ruhlarının diri ve rızıklanır halde olduğunu haber vermektedir. Hitap Resulullah (s.a.)'a veya herkesedir. Anlamı şudur: Ey daha önce geçen müna­fıkların sözünü işiten kişi! Sen, Allah yolunda öldürülenleri, dünyada iken yap­mış oldukları amelleri karşılığında mükâfat görmeyen ölüler sanmayasın. Bila­kis onlar bir başka âlemde diridirler. Rableri katında yakınlaştırılmış mevki sahibidirler. Yüce Allah'ın, "Rabbinin yanında olanlar..." (Fussilet, 41/38) buy­ruğunda da işaret edildiği gibi. Sair canlılar nasıl nzıklanıyorlarsa onlar da öy­lece rızıklanırlar; yerler, içerler. Bu ise onların hayatta oluşlarını daha bir pe­kiştirmekte ve Allah'ın rızkı ile gelen nimetler içerisinde olduklarını ifade eden hallerini nitelendirmektedir.

Burada "Allah katında" olmakla kendilerinden söz edilmesi, onların üs­tünlüklerine, yüksek mevkilerine ve şereflerine bir işarettir. Oldukça yakın olmalarını gerektiren bir tabirdir. Yoksa burada "yanında olmak" mekân, mesafe, yakınlık ve sınır itibariyle değildir. Kur'an-ı Kerim'in şehitler hakkında tespit ettiği bu hayat, gaybî bir hayattır. Biz bunun hakikatini idrak edemeyiz. Ancak Kur'an-ı Kerim'in haber ettiği şekilde bu hayata iman ederiz. Yüce Allah'ın, "Rableri katında diridirler, rızıklanırlar" buyruğunda bir muzaf hazfedilmiştir ki, takdiri şöyledir: Rablerinin lütuflarının yanındadırlar.

Bu şehitler ebedî nimetler, büyük lütuflar, şehitlik sebebiyle başkalarına üstün kılınmak gibi orada gördükleri şeylerle sevinç içerisindedirler. Aynı şekilde onlar henüz Allah yolunda öldürülmemiş mücahit kardeşlerinin duru­mundan dolayı da sevinirler. Bunlar henüz şehit olmamakla birlikte, aynı yol üzerinde gitmektedirler. Kendilerinden önce giden şehit kafilelerinin izine uy­maktadırlar. Bu şehitler Rablerinin kendileri için hazırlamış olduğu güzel mü­kâfatı gördüler. Hoşa gitmeyen şeylerden yana korkunun, kaybettiklerine üzül­menin bulandırmadığı ebedî hayattır bu mükâfat.

Bu şehitler aynı zamanda amelleri karşılığında kendilerine tekrarlanıp duracak şekilde verilen ecir ve sevaptan, Yüce Allah'ın cennetten ve cennetteki nimetlerden kendilerine verdiği ilâhî lütuftan dolayı da sevinirler. Bu ayet-i kerimede geçen lütuf, sözü geçen nimetlerdir. Allah onlara ecir verir. Yani onlar Allah'tan gelen nimetlerle sevinirler. Allah'ın müminlerin ecirlerini boşa çıkar­mamasından dolayı da sevinç içindedirler.

Bu cümle daha önce geçen, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzü­lecek de değillerdir" şeklindeki ifadenin bir açıklaması şeklindedir. Çünkü Al­lah'ın nimeti içinde olan bir kimse ebediyyen üzülmez. İşlediği amellerin sevabı kendisi için (ecri verilmek üzere) saklanılan kimsenin akibetinden korkulmaz.

İşte bunlar cihada bir teşvik olup şehadet arzusuna özlem duyuran ifade­lerdir. İmam Ahmed'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud günü isabet alınca Allah onların ruhla­rını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bunlar cennet ırmaklarına gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Arş'ın gölgesinde altından kandillerin altına sığı­nıyor..."

Daha sonra Yüce Allah sevaplarının artmasının sebebi olan güzel amel sahibi olmakla onları nitelendirmekte ve Resulullah (s.a.)'ın Uhud Gazası aka­binde Hamrâu'1-Esed gazvesinde Ebu Süfyan ile karşılaşmak üzere gitmekle Peygamber (s.a.)'in çağrısını çabucak kabul eden bu mücahitler için cihad ve kahramanlıkları ile mütenasip büyük bir ecir sahibi olduklarını haber vermek­tedir. Bunlar Uhud günü aldıkları yaralara ve içinde bulundukları acılara rağ­men, bu çağrılara icabet ederek oralara gitmişlerdi.

Yüce Allah'ın, "Onlardan" ifadesi bu çağrıyı kabul eden kimselerin büyük lütuf ve ecre nail olduğuna işaret etmektedir. Geri kalanların ise kendileri ile ilgili yahut aileleri dolayısıyla kabul edilebilir mani ve özürleri vardı.

Daha sonra Yüce Allah Uhud Gazasının ertesi yılında Küçük Bedir gazası­na katılanların da şanını yüceltmektedir. Bunlar, insanlar kendilerine –yani halen müşrik olan Eşcalı Nuaym b. Mes'ud'un kendilerine- şu sözleri söyleme­sine rağmen gazaya çıkmışlardı:" İnsanlar yani Ebu Süfyan ve onun yardımcı­ları sizinle savaşmak üzere size karşı kalabalık ordular topladı. Onlardan kor­kun, çekinin, onlara karşı çıkmayın. "Bu sözler ise onların Allah'a olan imanla­rını, onun vaadine güvenlerini, dini üzere sebatlarını artırmıştı. Çünkü onlar Allah'ın desteğine, yardımına, zaferine güvendiler. Tüm bunlardan önce ise ni­yetleri samimi idi. Sonuçlar ne olursa olsun müşriklerle karşılaşmak kararlı­lıkları daha da arttı. Bu da Yüce Allah'ın Hendek (Ahzab) gazvesinde mümin­leri niteleyici şu buyruklarını andırmaktadır: "Müminler ahzabı gördüklerinde dediler ki: "Allah'ın ve Rasulünün bize vaad ettiği işte budur. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir. "O da onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı." (Ahzab, 33/22).

Müminler bu durumda Allah'a olan imanlarının doğruluk ve samimiyetini ifade ederek şöyle dediler: "Bu kalabalıklara karşı Allah bize yeter. İşlerimizi kendisine havale ettiğimiz Rabbimiz ne güzel vekildir! O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!" Aynı şekilde bu ateşe atıldığı vakit İbrahim (a.s)'ın söyledi­ği sözdür.[40] Hz. Muhammed (s.a.) de bunu insanlardan birisi kendisine, "İn­sanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar, onlardan korkunuz" demeleri üze­rine söylemişti. Gam, musibet ve büyük sıkıntıların, belâların insanın etrafını kuşattığı sırada bu sözleri söylemek müstehaptır.

İbni Merdûveyh, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Büyük bir işe (sıkıntıya) düştüğünüz takdirde "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" deyiniz." [41]

İbni Ebi'd-Dünya'nın Hz. Aişe'den rivayetine göre, Hz. Peygamber kederi arttığında eliyle başını ve sakalını sıvazlar sonra da derin nefes alıp verir ve: (Hasbünallah ve ni'mel-vekil) = Allah bana yeter, o ne güzel vekildir, derdi.

Müslümanlar bu şekilde işlerini Allah'a havale edip ona tevekkül etme­leri üzerine dört türlü mükâfatı elde ettiler: Allah'tan bir nimet, Allah'ın lüt­fü, kötülüğün bertaraf edilmesi, Allah'ın razı olduğu şeye tabi olmaları sonu­cunda onun da onlardan razı olması. Yani onlar Allah'a tevekkül edip düş­manlarıyla karşılaşmak üzere çıktıkları vakit Allah da onların üzülüp endişe­sini duydukları şey hakkında onlara kâfi geldi. Onlara kötülük yapmak iste­yenlerin bu imkânlarını geri çevirdi, onları korudu, ticaretlerinde kâr sağla­dılar. Onlara herhangi bir öldürme ya da eziyet isabet etmedi. Kurtuluşun dünya ve ahirette mutluluğun temeli olan Rasullerine itaat ve Rablerinin rı­zasını elde etmek niteliğine sahip oldular. Allah'ın bunda onlar üzerindeki lütfü pek büyüktür. Çünkü onlara imanlarını artırmak, cihada muvaffak kılmak, düşmanlarının sakladığı kötülüklerden onları korumak suretiyle lütufta bulunmuştur.

İşte bu geriye kalan ve oturanların (savaşa çıkmayanların) ziyanda olduk­larına bir işarettir. Çünkü bunlar başkalarının elde ettikleri nimetlerden mah­rum kaldılar. Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyru­ğunun anlamı işte budur.

Beyhakî, İbni Abbas'tan Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Nimet, onların esenliğe kavuşmaları, bolluk da o panayır günlerinde gelen bir kervanı Resulullah (s.a.)'ın satın alması ve bundan önemli bir kâr sağlayıp bu kârını da arkadaşları arasında paylaştırmağıdır.

Taberî, es-Süddfden şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.), Küçük Bedir'e çıkınca ashabıma bir miktar gümüş para (dirhem) verdi. Onlar da bu panayırlarda alışveriş yaptılar ve pek çok kâr elde ettiler.

Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İşte bu şeytandır, ancak ken­di dostlarını korkutur. Yani sizi kendi dostlarıyla korkutmak ister. Onların bü­yük bir güç ve kuvvet sahibi oldukları vehmini size vermeye çalışır. Size söyle­nen, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" sözle­ri, ancak müşriklerden olan yardımcıları ile sizleri korkutmaya çalışan, onların sayılarının çok olduğu, büyük bir güç kuvvet sahibi oldukları vehmini vermeye çalışan ve bu bakımdan sizlere, "Onlara karşı çıkmayın" diyen şeytandan gel­medir.

Fakat ey müminler size düşen şudur: Şeytan size bir işi güzel gösterip bu konuda size vehim verdiğinde yalnızca bana tevekkül ediniz, bana sığınınız. Ben size yeterim, size yardım edeceğim. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: "Allah kuluna kâfi gelmez mi? Halbuki onlar seni ondan başkalarıyla korkuturlar... De ki: Allah bana yeter. Tevekkül edenler yalnız O'na tevekkül ederler." (Zümer, 39/36-38); "Allah, elbette ben ve peygamberlerim galip gelece­ğim diye yazdı. Muhakkak Allah güçlüdür, azizdir." (Mücadele, 58/21); "Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım edecektir." (Hac, 22/40); "Ey iman edenler, eğer sizler Allah'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir." (Muhammed, 47/7). Bir başka yerde de şöyle buyur­maktadır: "Şüphesiz bizler peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında ve şahitlerin ayağa kalkacakları günde yardım ederiz. O gün kâfirlerin özürleri fayda vermez. Hem lanet ve hem de kötü yurt onlarındır." (Mümin, 40/51-52). [42]


[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/416-417.


[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417.


[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417-418.


[40] Buharî İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim (a.s.)'in ateşe atılırken söylediği son söz, "Hasbunallah ve ni'mel-vekil= Allah bize yeter, o ne güzel vekildir! sö­züdür."


[41] Bu, bu şekliyle garib bir hadistir. Ancak bunu destekleyen pek çok rivayet vardır. Bk. İb­ni Kesir, 1/430.


[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/418-421.

29 Kasım 2018 Perşembe

AL-İ İMRAN SÛRESİ 176-180. ayetlerin tefsiri


Uhud'dan Sonra Peygamber (S.A.)'İn Kalbinden Kederin Giderilmesi, Kâfir Ve Cimrilerle Münakaşa Ve İyilerin Kötülerden Ayırd Edilmesi

176- Küfürde yarışan o kimseler seni üzmesin. Şüphesiz onlar, Allah'a asla bir zarar veremezler. Allah onlara ahirette hiçbir nasip bırakmamak ister. Onlar için büyük bir azap da vardır.

177- Şüphe yok ki iman karşılığında küfrü satın alanlar Allah'a hiç bir za­rar veremezler. Onlar için çok acıklı bir azap vardır.

178- Sakın o inkâr edenler kendilerine mühlet vermemizi haklarında hayırlı sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz ancak günahlarını artırmaları içindir. Onlar için horlayıcı bir azap da vardır.

179- Allah müminleri üzerinde bulun­duğunuz halde asla terk etmez. Niha­yet murdarı temizden ayıracaktır. Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah peygamberlerinden kimi dilerse seçer. O halde Allah'a ve rasullerine iman edin, eğer iman eder ve sa­kınırsanız sizin için pek büyük bir mü­kâfat vardır.

180- Allah'ın lütuf ve kereminden ken­dilerine verdiği şeylerden cimrilik gös­terenler zannetmesinler ki o hakların­da hayırlıdır. Bilakis o, onlar için bir şerdir. Cimrilik etikleri şey kıyamet günü boyunlarına bir halka olarak ge­çirilecektir. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan ha­berdardır.


Nüzul Sebebi

"Allah müminleri üzerinde bulunduğunuz halde asla terk etmez." mealin­deki 179. ayetin nüzulü ile ilgili olarak es-Süddî şöyle demektedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Ümmetim suretleri ile bana -tıpkı Adem'e arzolunduğu gibi-arzolundu ve bana kimin iman edeceği, kimin de kâfir olacağı bildirildi." Mü­nafıklar bunu haber alınca alaya aldılar ve şöyle dediler: Muhammed kendisi­ne kimin iman ettiğini kimin kâfir olduğunu bildiğini iddia ediyor; biz de onun­la birlikteyiz ve bizi bilmiyor. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi in­dirdi.

el-Kelbî der ki: Kureyş şöyle dedi: "Ey Muhammed, sana muhalefet edenin cehennemde olacağını, Allah'ın ona gazap edeceğini söylüyorsun. Senin dinine uyup sana tabi olanların ise cennetlik olduğunu, Allah'ın da onlardan razı ola­cağını söylüyorsun. Peki sen bizlere sana kimin iman ettiğini, kimin de etmedi­ğini haber ver." Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi.

Ebul-Âliye der ki: Müminler, mümin ile kâfiri birbirlerinden ayırd edecek­leri bir alâmetin kendilerine verilmesini istediler. Bunun üzerine Yüce Allah da bu ayet-i kerimeyi indirdi.[43]

"Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik gösterenler zannetmesinler ki..." mealindeki 180. ayet, müfessirlerin çoğunluğuna göre ze­kât vermeyen kimseler hakkında inmiştir. Atıyye, İbni Abbas'tan Muhammed (s.a.)'in niteliklerini ve peygamberliğini gizleyen Yahudi hahamları hakkında indirildiğini rivayet etmektedir. Burada "cimrilikle de Yüce Allah'ın kendileri­ne vermiş olduğu bilgiyi kastettiğini ifade eder [44]

Açıklaması

Yüce Allah insanlara karşı aşırı derecedeki tutkunluğu sebebiyle peygam­berine şöylece hitap etmektedir: Ey peygamber, kâfirlerin sana ters düşmeye, sana karşı inatlaşmaya, ayrılığa düşmeye, küfre yardımcı olmaya koşuşmaları seni üzmesin! (Ebu Süfyan, onun dışında kalan Mekke halkı, Yahudiler ve mü­nafıklar gibileri)

Şüphesiz bunların Allah'ın dostlarına -ki bunlar Peygamber ve onun arka­daşlarıdır- hiç bir zararları olmaz. Onlar ancak kendilerine zarar verebilirler. Onlar Yüce Allah'a karşı savaşıyorlar. Kendi aleyhlerine hazırlıklarda bulunu­yorlar ve musibet, sonlarında başlarına çökecektir. Ahirette Allah'ın sevap ve ecrinden mahrum kalacaklardır. Miktarı bilinmeyecek ölçüde büyük azap onla­rındır. Yaptıklarına karşılık Allah onları cezalandıracak ve fakat onlara zulmetmeyecektir. Küfürleri, sapıklıkları, kâfirlere yardımcı olmaları, müminlere karşı direnmeleri sebebiyle bizzat kendilerine zulmedenler yine kendileridir. Nitekim, "Kötü hile ise ancak onu yapanları kuşatır." (Fâtır, 35/43). İşte bu, on­lara aldırış edilmeyeceğini ve tehlikelerinden korkulmayacağını göstermekte­dir.

Bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: "Ey Peygam­ber! Kalpleriyle iman etmedikleri halde ağızlarıyla inandık deyip de küfür için­de koşuşup duranlar seni kederlendirmesin." (Mâide, 5/41).

Bu ise onlara münhasır olmayıp genel bir hükümdür. Küfrü imana tercih eden herkesi kuşatır. Bundan dolayı şöyle buyurmuştur: İmanı küfre değişen­ler Allah'a asla zarar veremezler, fakat onlar bizzat kendilerine zarar verirler. Onlar için dünyada da ahirette de oldukça can yakıcı bir azap vardır.

Bu buyruk, şu ayet-i kerimeyi de andırmaktadır: "Onlara mal ve evlâttan verdiklerimizle kendilerine hayırları çabuklaştırdığımızı mı sanıyorlar? Bilakis onlar fark etmezler." (Müminun, 23/55-56); "Artık beni ve bu sözü yalanlayanla­rı başbaşa bırak! Biz onları bilemeyecekleri bir yerden derece derece azaba yak­laştıracağız." (Kalem, 68/4); "Onların malları da evlâtları da seni imrendirme­sin. Allah onları dünyada bunlarla bir azaba çarptırmayı ve canlarının kâfir oldukları halde güçlükle çıkmasını ister." (Tövbe 9/85).

Daha sonra Yüce Allah, kâfirlerin derece derece azaba yaklaştırılmalarını ve belli bir süreye kadar onlara mühlet verilmesini beyan etmekte; kâfirlerin kendilerine mühlet verilmesini, ömürlerinin uzatılmasını kendileri için hayırlı bir şey sanmamaları gerektiğini bildirmektedir. Çünkü kâfirler ömrü hayırlı iş­lerde kullanmamaktadırlar; kötülükte kullanırlar. O bakımdan onların akıbeti günah üstüne günah katmak, batıl ve iftirada aşırıya gitmektir. Onlar için hor kılan bir azap vardır. Yani bu azap onları zelil kılar, hakir kılar. Onlar için böy­le bir azabın hazırlanmış olduğu anlamına gelir.

Kâfirler bizim kendilerine mühlet verişimizden maksadın, yaptıkları gibi günahlarının arttırılması olduğunu sakın sanmasınlar. Onlara mühlet verilme­si aslında tevbe etmeleri ve imana girmeleri içindir; günahlarının daha çok art­tırılması ve azap görmeleri için değil. Buna göre onlara mühlet verilmesi kendileri için hayırlıdır. Fakat Yüce Allah ezelden beri şunu bilmiştir: Onların bir kısmı hiçbir zaman hak, hayır ve doğruluk dairesine geri dönmeyecektir. İşte böyleleri için hor kılan bir azap söz konusudur.

Zemahşerî'ye göre, Yüce Allah'ın, "Onlara mühlet vermemiz ancak..." cüm­lesi yeni bir cümle olup bir önceki cümlenin gerekçesi durumundadır. Sanki, "Bunlar kendilerine mühlet verilmesini kendileri için hayır zannetmesinler" denilmiş de buna karşılık şöyle cevap verilmiş gibidir: "Onlara mühlet verme­miz ancak günahlarını artırmaları içindir."

Allah'ın kendilerine mühlet vermesinden kastın onların günahlarının art­ması olduğu nasıl mümkün olabilir? Böyle bir soruya şu cevabı veririz: Bu, mühlet vermenin sebebidir. Her bir sebep bir maksat değildir. "Ben âciz ve muhtaç olduğumdan dolayı gazaya çıkmadım. Aynı şekilde kötülük korkusuyla şehirden çıktım" diyecek olsa, bu açıklamalarından belli bir garezin olduğu an­lamı çıkmaz. Aksine bunlar bir takım sebep ve gerekçelerdir. Aynı şekilde bu­rada günahın artması, mühlet vermeye bir sebep ve gerekçe gibi arzedilmiştir.

Acizlik savaşa gitmemenin bir sebebi olduğu gibi günahın artışı, mühlet vermenin nasıl sebebi olabilir? Böyle bir soruya da şu cevabı veririz: Allah'ın her şeyi katındaki bilgisinde onların günahlarının artacağı malum olduğundan dolayı sanki mühlet vermek -mecaz yoluyla- bundan dolayı olmuş gibi ifade edilmiştir. [45]

Özetle: Böyle bir mühlet verme ve erteleme Allah'ın onlara bir inayeti de­ğildir. O ancak Allah'ın yarattıklarındaki bir sünnetine göre cereyan etmiştir. Bu sünnet gereği insana hayır yahut şer isabet eder. İsabet eden bu şey de onun davranışının bir neticesidir. Bu adaletli sünnetin bir gereği de, insanın kendisine verilen bu müddette aldanması ve günahlara dalıp gitmesidir. Bu da insanın hakir kılan ve küçük düşüren azap ile sonuçlanan günahlara düşmesi­ne sebep olur. [46]

Daha sonra Yüce Allah şunu açıklamaktadır: Mihnetler ve sıkıntılar ima­nın sadakatini açığa çıkartır. Allah'ın kendisi vasıtasıyla dostlarını ortaya çı­kartacağı, düşmanlarını da rezil edeceği belli bir takım mihnetleri yaratması da gerekli bir şeydir. O bakımdan insanları Uhud günü karşı karşıya kaldıkları durumların benzeri bir halde bırakmaz. Nihayet Allah mümini münafıktan ayırd eder, sabreden mümin ile günahkâr münafıkı ortaya çıkartır. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki biz sizleri imti­han edeceğiz. Ta ki içinizden cihad edenleri de sabredenleri de açığa çıkartalım ve haberlerinizi açıklayalım." (Muhammed, 47/31).

Bundan kasıt şudur: Uhud günü, Yüce Allah'ın müminleri sınadığı bir im­tihan alanıydı. Bununla insanların imanları, sabırları, yiğitlikleri, Allah'a ve Rasulüne itaatleri ortaya çıktı. Yine bu yolla Yüce Allah münafıkların üzerin­deki Örtüleri kaldırdı, böylelikle münfıkların emirlere aykırı davranışları ve cihaddan dönmeleri, Allah'a ve Rasulüne hainlikleri açık seçik ortaya çıktı.

Bazı kimseler şöyle düşünebilir: Samimi müminin münafıktan ayırd edil­mesi, vahiy ve Allah'ın müminleri gayba muttali kılması ile gerçekleşir. Yüce Allah buna böyle cevap vermektedir. Bütün insanları gayba muttali kılmak, Al­lah'ın yapacağı bir iş değildir. Allah insanı yarattı ve onun muradına ermesini kesbî ameline bağlı olarak takdir etti. Esasen fıtrat da insanı bu doğru yola ile­tir. Din bunu gösterir, peygamberlik buna delâlet eder. Yüce Allah da peygam­berlerinden dilediğini seçer ve onu gaybî bazı hususlara muttali kılar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gaybı bilendir. Gaybına hiç bir kimseyi muttali kılmaz. Meğer ki beğenip seçtiği bir peygamber ola." (Cin, 72/26-27). Daha sonra peygamber bir takım kimselere kimisinin münafık olduğunu, bir diğerinin ihlâslı olduğunu haber verir. Böylelikle bu haberin kaynağını yine Yüce Allah'ın bir takım kimselerin küfrüne, bazılarının da imanlarına muttali kılması teşkil eder. Yoksa o kimseyi Allah'ın muttali olduğu şekilde kalplere muttali kılması anlamında değildir.

Daha sonra Yüce Allah mümin olanı münafık olandan ayırd eder. Bu ise bu ayrılığı açıkça ortaya çıkartan sebepler aracılığı ile olur. îşte bundan dolayı sizin Allah'a ve Muhammed (s.a.)'in onlardan birisi olduğu peygamberlere iman etme­niz, Allah'a ve Rasulüne itaat edip şeriata tabi olmanız gerekir. Peygamberlerin Allah'ın kendilerine haber verdiği gaybın dışındaki bir şeyi haber vereceğine inanmalısınız. İşte bu kâfirlere bir reddir. es-Süddî der ki: Kâfirler dediler ki: "Eğer Muhammed doğru sözlü ise haydi bizden kimin iman ettiğini, kimin de kâ­fir olduğunu bize haber versin." îşte bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

Sizler peygamberlerin getirdikleri gayb haberlerine iman eder, onun emir­lerini yerine getirmek suretiyle yasaklarından da kaçınmakla Allah'tan korkarsanız, sizin için çok büyük bir sevap vardır. Bu sevabın miktarını kimse tes­pit edemez, sınırlandıramaz.

Dikkat edilecek olursa Kur'an-ı Kerim daima iman ile takvayı birlikte zik­reder. Tıpkı namaz ve zekâtı birlikte zikrettiği gibi. Çünkü bunlar birbirlerinden ayrılmaz şeylerdir. Ayrıca bunlar olmaksızın imanın kemal bulmayacağını ifade eder. Yine Kur'an-ı Kerim can ile cihadı mal ile cihadla birlikte zikreder.

Bundan önceki ayet-i kerimeler cihada ve canını feda etmeye teşvik mahi­yetinde olduğu için, bunun akabinde cihad yolunda malını feda etmeye de teş­vik etmektedir.

O bakımdan hiç bir kimse cimrilerin cimriliklerinin mal yığmak ve sakla­makla, biriktirmekle kendileri için hayırlı olduğunu, cömertliğin ve infakın da kendilerini hakir düşüreceğini zannetmesin. Cimrilik dünyada da ahirette de hem toplum için, hem fert için büyük bir kötülüğün kaynağıdır. Cimrilikten ka­sıt ise, farz olan zekâtı hak sahiplerine vermemek ve muhtaçların ihtiyacı gö­rüldüğü takdirde sadaka vermemektir.

Dünyada cimriliğin zararına gelince: Zenginin malı zayi olmaya, telef ol­maya, talan edilmeye, hırsızlığa maruz kalır; kafirlerde kine sebep teşkil eder. Çağımızda olsun başka dönemlerde olsun lüks içerisindeki zenginlere oldukça ağır saldırılar yapılmış ve kapitalizmin temellerini sarsmak için sosyalizm adı alfanda bir takım düşünceler, teoriler yaygınlık kazanabilmiştir.

Cimriliğin ahiretteki ve dindeki zararına gelince: Yüce Allah cimrilikleri­nin vebalini çekeceklerini, sıkı elli olmalarının akıbeti ile karşılaşacaklarını haber vermektedir. Bu vebal ve akıbet boyna dolanmış gerdanlık gibidir. Kı­nanmaktan, sorgulanmaktan ve bu işleri dolayısıyla ceza görmekten asla kurtulamayacaklardır. Buharî'nin rivayetine göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Allah her kime bir mal verir o da onun zekâtını ödemezse, malı ona gözünün üzerinde iki kara noktası bulunan büyük bir ejder­ha suretinde gösterilir. Bu ejderha kıyamet gününde boynuna dolanır. Onu iki çenesiyle yakalar ve şöyle der: "Ben senin malınım, ben senin hazinenim." Daha sonra şu, "Allah'ın lütuf ve keriminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik göste­renler zannetmesinler ki o haklarında hayırlıdır. Bilakis o onlar için bir şer­dir..." ayetini sonuna kadar okudu.

Gerçek şu ki, insanların birbirlerinden miras alıp durdukları mal ve ben­zeri göklerde ve yerde bulunan her bir şey Allah'ındır. Peki nasıl olur da bazı insanlar Allah'ın mülkünde Allah'a karşı cimrilik eder ve o malı Allah yolunda infak etmezler? İşte bu Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: "Onun sizi üzerinde halife kıldığı şeyden (maldan) infak ediniz." (Hadid, 57/7). Bütün işler Yüce Allah'a döndürülür. O bakımdan Allah'ın huzuruna gideceğiniz günde si­ze fayda verecek şekilde mallarınızın bir kısmını önden gönderiniz. Allah sizin niyetlerinizi, kalplerinizi, amellerinizi çok iyi bilir. Onlardan haberdardır. Bun­lardan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, hayır yahut kötülük olsun, herkese ka­zandığının karşılığını verecektir. [47]


[43] el-Vâhidî, Esbabu'n-Nüzul, s. 75-76.


[44] el-Vâhidî, Esbabu'n-Nüzul, s. 75-76.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/428.


[45] Zimehşerî 1/364.


[46] el-Menâr, IV/205; el-Merâğî, IV/141.


[47] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/429-432.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

28 Kasım 2018 Çarşamba

AL-İ İMRAN SÛRESİ 185-186. ayetlerin tefsiri


Ölüm Her Bir Nefsin Akıbetidir, Sevap Kıyamet Gününde, Sınav İse Dünyada Söz Konusudur

185- Her can ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz verile­cektir. Kim ateşten uzaklaştırılır da cennete sokulursa muhakkak ki o kur­tulmuştur. Dünya hayatı aldanma metaından başka bir şey değildir.

186- Andolsun ki siz mallarınız ve can­larınızla imtihan edileceksiniz. Muhak­kak sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan çok ezalar işiteceksi­niz. Eğer sabreder ve sakınırsanız işte bu, azmedilmeye değer büyük işlerdendir.


Nüzul Sebebi

Yüce Allah'ın, "Çok ezalar işiteceksiniz" ayetinin nüzulü ile ilgili olarak İb-ni Ebi Hatim ve İbnül-Münzir hasen bir sened ile İbni Abbas'tan rivayetlerine göre Hz. Ebu Bekir ile Finhas'ın daha önce sözü geçen, "Muhakkak Allah fakir­dir ve biz zenginiz" sözü dolayısıyla aralarında geçen tartışma hakkında nazil olmuştur.

Abdürrezzâk'ın naklettiğine göre ise bu ayet-i kerime, şiiri ile Resulullah (s.a.)'ı hicveden ve yine şiiriyle ona karşı Kureyş kâfirlerini kışkırtan KaTb b. el-Eşref hakkında nazil olmuştur. [51]


Açıklaması

Bu Yüce Allah tarafından verilen genel bir haberdir. Bütün yaratıkları kapsamaktadır: Her can ölümü tadacaktır; Yüce Allah'ın şu buyruğunda oldu­ğu gibi: "Onun üzerindeki her canlı fanidir, celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi (zatı) ise baki kalır." (Rahman, 55/26-27). Bütün cinler, insanlar, melekler, Arşın yüklenicileri ölürler. Ölmeyen Hayy ve Kayyûm olan tek Allah'tır. Ebedî ve baki kalan yalnızca O'dur. Evvel O olduğu gibi ahir de O kalacaktır.

Ayet-i kerime bütün insanlara yönelik bir tesellidir. Yeryüzünde olsun gök­yüzünde olsun ölmedik kimsenin kalmayacağını, her bir nefsin ruhun beden­den ayrılmasının tadını duyacağını ifade etmektedir. Sonra kıyamet gününde her bir kişi yaptığının karşılığını -hayır ya da şer türünden- alacaktır. Güzel amellerinin karşılığı herkese tam ve eksiksiz olarak verilecektir. Kötülük işle­yen de en uygun ve eksiksiz bir şekilde cezasını görecektir. Hiç bir kimseye en ufak bir şekilde zulmedilmeyecektir. Zerre ağırlığı kadar dahi.

İtaat ve masiyetlere ecirlerinin eksiksiz verileceğinin söz konusu edilmesi, hayır veya şer kabilinden bir takım karşılıkların dünyada veya kabirde insan­lara verileceğine bir işarettir. Buna delil ise Tirmizî ve Taberanî'nin merfu ola­rak rivayet ettikleri Resulullah (s.a.)'ın şu buyruğudur: "Şüphesiz kabir ya cen­net bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur."

Ateşten uzaklaştırılan ve cennete sokulan bir kimse en yüce maksada, en kâmil ve üstün amaca ulaşmış, nail olmuş demektir. Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğu varittir: "Her kim ateşten uzaklaştırılıp cennete koyulmayı arzuluy­or ise Allah'a ve ahiret gününe iman etmiş olarak ölüm gelip onu bulsun. Bir de kendisine yapılmasını istediği şeyi başkalarına yapsın."

İşte bu hem Yüce Allah'ın, hem de kulların haklarını korumayı kapsamak­tadır, îbni Ebî Hatim de Ebu Hureyre (r.a.)'den şöyle dediğini rivayet etmekte­dir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Cennette sizden herhangi birisinin kamçısı kadar bir yer, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden hayırlıdır. Arzu ederseniz de Yüce Allah'ın, "Kim ateşten uzaklaştırılır da cennete sokulursa muhak­kak ki o kurtulmuştur" buyruğunu okuyunuz."

Allah'ım, kendisi sebebiyle cennete nail olacağımız, ateşten kurtulacağı­mız şeylere karşı bizleri muvaffak kıl!

İçinde yaşadığımız, yemek içmek gibi bedenî, makam, mevki, üstünlük gi­bi manevî lezzetleriyle yararlandığımız dünya hayatı, ancak aldanış ile ve kan­dırılarak satın alınan, sonra da bozukluğu, bayağılığı açıkça ortaya çıkan bir mala benzer. Çünkü dünyaya sahip olan bir kimse her zaman dünyaya karşı bir aldanış içerisindedir. Yahut da dünya hakir, terk edilmiş, fani ve zeval bulu­cu olduğu için böyledir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Halbuki siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (Alâ, 87/16-17); "Size verilen her şey dünya hayatının bir metaı ve bir süsüdür. Allah'ın yanında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (Kasas, 28/60). Hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur: "Allah'a yemin ederim, ahirete göre dünya an­cak sizden herhangi birinizin parmağını denize daldırması gibidir. Bir baksın o (parmağını geri çekince) ne ile geri döner." [52]

Bu şekilde dünya hayatının basit gösterilmesi onu ahirete tercih eden kimse içindir. Saîd b. Cübeyr der ki: "Şüphesiz bu, dünyayı ahirete tercih eden kimse için böyledir. Dünya ile ahireti isteyene gelince dünya onun için maksa­dına ulaşmak için bir metadır." [53] Dünyayı ahirete üstün tutan bir kimse, satı­cının kendisini aldattığı ve kusurlarını gizlediği, daha sonra da aldığı malın bo­zukluğunu ve bayağılığını açıkça gören, zararlı bir alışverişte bulunan kimseye benzer.

Daha sonra Yüce Allah, Uhud gazvesi sonrası türlü sıkıntı, musibet ve zorluklara katlanmak için ruhu alıştırmak ve eğitmek istediğinden Muhammed Mustafa (s.a.) ve müminlere şu haberi vererek hitap etmektedir: Dünya canlarda ve mallarda bir imtihan ve bir sınav yurdudur. Öldürülmek, esir alın­mak, yaralanmak, türlü korku ve musibetlerle karşı karşıya kalmak suretiyle canlarda, hayır yollarında infak ve türlü afet ve musibetlere maruz kalmak su­retiyle de mallarda olan bir imtihan. Bu Yüce Allah'ın, "Andolsun sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve mahsullerden eksiklikle imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele!" (Bakara, 2/155) buyruğunu andırmaktadır.

Müslümanlar ve peygamberleri Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Arap müşriklerinden kendilerine çokça rahatsızlık ve eziyet veren şeyler işitecekler­dir. Bu eziyet kimi zaman dini, Kur'anı ve Peygamberi dahi kapsayabilir. Fakat Yüce Allah, Bedir gazasından önce Medine'ye dönüşleri sırasında müminleri böylelerinden görecekleri eziyetlere karşı teselli ederek ve bu konuda fayda ve­recek ilaç ve tedaviyi belirterek, izlemeleri gereken yolu göstermiştir. Bu ise affetmek, sabretmek, bağışlamak, emrolunan şeyleri yerine getirmek, yasak­lardan kaçınmak suretiyle Allah'tan korkmaktır. Eğer onlar bunu yerine geti­recek olurlarsa, kendi rahmetinden onlara iki kat ecir verecektir. Çünkü sabır ve takva azmedilmeye değer olan işlerdendir. Yani herkesin azim ve kararlılık­la yerine getirmesi gereken işler arasındadır. [54]



[51] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/443-444.


[52] Ahmed, Müslim ve İbni Mace el-Mustevrid'den rivayet etmişlerdir.


[53] Zemahşerî, 1/366.


[54] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/444-446.