Bismillahirrahmanirrahim
Sefahatin çaresi araştırılırken, öncelikle, onun sebeplerinin doğru tespit edilmesi gerekir.
Bu sebepler birbirinden farklı birçok şubeye ayrılır. Ancak, tümünün birleştiği nokta kalplerin tatminsizliğidir.
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur.” (Ra’d Sûresi, 28)
Nur Külliyatından İşarâtü’l-İ’caz’da, kalb şu şekilde tarif edilmiştir:
“Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır.”
Buna göre kalb, insanın hem his dünyasını hem de aklını birlikte içine almakla, onun bütün ruh dünyasını ifade eder. O halde, kalbin tatmini “akılların, hislerin, vicdanların tatmini” gibi birçok alt şubelerin de tatmin edilmesi demek olur.
Kalb iman mahallidir ve Allah’a imanla tatmin olur. Başka bâtıl ilahlara inanmak kalbi tatmin etmez.
İman, insanın kendisini Allah’ın eseri, O’nun kulu, O’nun misafiri bilmesidir. Bu ise insan için en büyük bir kuvvettir. İnsan bu kuvvetle şu geçici dünyanın ağır problemlerini çözme gücüne kavuşur ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “hadisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder.” Bu dünya imtihanının zor ve girift meseleleri ancak bu kuvvetle çözülebilir.
İnsanın dünya, kabir, mahşer safhalarından geçerek ebedî saadete erme yolculuğunun ilk ve en önemli adımı imandır. Bu saadet yolculuğunu Bediüzaman Hazretleri şu cümlede çok veciz olarak ifade eder:
“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.” (Sözler)
İman eden insan tevhid ehli olmuştur. Bütün âlemleri Allah’ın yarattığını ve terbiye ettiğini bilir. Semadaki yıldızlardan hücredeki atomlara kadar her şeyi O’nun emriyle çalışan askerler olarak kabul eder. Bu tevhid inancı o insanı Allah’ın bütün emir ve yasaklarına tam teslim olmaya ve bütün emirlerine hassasiyetle itaat etmeye götürür.
Bu noktaya varan insan, her hususta Rabbine tevekkül eder. Kendi iradesine bırakılmayan işlerde—ki bunlar çok büyük bir yekûn teşkil eder, Allah’a tevekkül ile teslim olur. Ne güneş sistemindeki düzenin bozulma ihtimaliyle rahatsız olur, ne de kendi bedenindeki nizam konusunda bir tasa içine girer.
“Mülk O’nundur ve mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder”diyerek, kendi irade ve ihtiyarına bırakılmayan işlerde ruhunu yormaz, kalbini müteessir etmez. İradesine bırakılan işlerde ise kendine düşen görevi hakkıyla yapmaya çalışır. Ondan ötesi için Rabbinin rahmetine ve hikmetine sığınır. Neticeyi tevekkül ile bekler.
Tarlasına tohumu ekip gerekli bakımı yerine getiren, yahut bir hastalıktan kurtulmak için doktorun verdiği ilaçları aksatmadan kullanan kişinin tevekkülden başka yapacak bir şeyi yoktur. Ne toprak altındaki tohumu açıp inkişaf ettirmek, ne de midesine gönderdiği ilacı gerekli yerlere sevk etmek kendi elinde değildir. Bunun şuurunda olarak mülkü mâlikine teslim edip O’na tevekkül eden insan, iki dünya saadetinin kapısını çalmış demektir.
Kalbin anlama cihetini ifade eden akıl da ancak iman ile tatmin olur. Akıl, bir harfin bile katipsiz olamayacağını çok iyi bildiğinden şu kâinat kitabında yazılan ve her biri ayrı bir mucize sergileyen kudret kelimelerinin de kendi kendine yazılmış olamayacağını bilir. Bütün kelimeleri, cümleleri, sayfaları birbiriyle bağlantılı olan bu kâinat kitabının, ancak, her şeyi yaratan, kudreti sonsuz, ilmi nihayetsiz, iradesi mutlak bir Zât’ın eseri olabileceğini bilmekle tatmin olur.
Kendisini Allah’ın bir kudret kelimesi bilen, bu kelimenin yüz trilyon kadar hücreden yazıldığını düşünen, her organına sayısız hikmetler takıldığını gören bir insan, “İnsan” kelimesindeki beş harfin bile kendi kendine yazılamayacağını hatırlar ve bu yüz trilyon harfli kelimenin yazılmasının ancak ilmi, kudreti ve bütün sıfatları sonsuz kemalde olan Allah’ın rahmet ve hikmetiyle olabileceğini düşünür. Böylece kalbi şükür ve minnet duygularıyla dolar. Sahipsiz olmadığını vücudundaki bütün bu faaliyetlerin İlâhî rahmet ve kudretle yapıldığını idrak eder. Bu ise hem aklı hem kalbi tatmin etmekle insan için bir huzur kaynağı olur.
İman eden kimse hayatının bütün safhalarını da o imana göre tanzim eder. Zira, Allah kelâmında, kurtuluşa ermenin reçetesi “iman ve salih amel” olarak zikredilir.
Salih amel, başta farz ibadetler olmak üzere, Allah’ın razı olduğu bütün işleri ifade eder. Konuşmanın salih olanı doğru söylemektir. Yeme içmenin salih olanları helâl yemek ve içmektir.
İşte içki, kumar, iffetsizlik gibi nice haramları bünyesinde taşıyan sefahat, salih olmayan, Allah katında makbul olmayan, yasaklanmış bulunan ve ahirette cezayı mucib amellerin başında gelir. Bunun kaynağında öncelikle, insan aklının hislerine ve nefsine mağlup olması yatar.
Kâinatın, insanın ve hadiselerin ne mana ifade ettiği konusunda tatmin olmayan bir akıl, insanı rahatsız eder. Geçmişin elemlerini ve geleceğin korkularını ruha çektirmekle, Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner.”“İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’âc ve tâcizinden kurtulmak için gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar..” (Sözler)
Ruhun bir başka yönü olan “vicdan” da Allah’ı bilir ve bu bilginin imana dönüşmesiyle tatmin olur. Üstat Bediüzzaman Hazretleri insanın sonsuz aciz ve fakir yaratıldığını ifade eder ve her vicdanın “aczine yardım edecek ve fakrına medet verecek” bir zâta baktığına dikkat çekerek şöyle buyurur:
“Demek, her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdâd cihetinde iki küçük pencere Kadîr-i Rahîm’in bârigâh-ı Rahmetine açılır; her vakit onunla bakabilir.” (Sözler)
Sorularlaislamiyet.com
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder