18 Temmuz 2016 Pazartesi

Sünnete olan ihtiyaç


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu alemden ayrılırken bize 2 şey bıraktı.Biri yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm diğeri de Sünneti’dir. Ashâb–ı kirâm bu 2 emaneti aldı, korudu ve bize ulaştırdı.Onlar ayetleri duyduklarındaki heyecanı sünneti işittiklerinde de hissettiler.Onlar sünnete öyle sımsıkı sarılmışlardı ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir konuda birşey dediyse buyurulan emirleri anında kabul ediyorlardı.

Allah-u Teala bize yol haritamızı verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Kur'an ahlakını önce kendi üzerine geçirdi. mümin nasıl olmalı ortaya koydu. Ashap hiçbir boşluk bırakmadan uyguladı. Üzerlerinde var olan kötü huy ve davranışları Kur'an ve sünnete göre şekillendirdiler. Ahlaklarını İslamla terbiye ettiler.

İslâm dinini, Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in şahsı ve onun sözlü veya fiilî tebliğ ve tâlimâtı demek olan sünnetinden meydana gelen bir bütün olarak tanıdı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm dini, Kitap ve Sünnet’in ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde anlaşıldı ve yaşanmaya çalışıldı. Daha ilk halîfe Hz. Ebûbekir radıyallahu anh zamanında Kur’an âyetleri bir araya toplandı. Bizzat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in izniyle kendi devrinde başlayan sünneti ezberleme ve yazarak derleme çalışmaları ise, zaman içinde giderek hız ve yaygınlık kazandı. İlk bir buçuk asırda tamamen yazılı hale getirilmiş olan sünnet bilgi ve belgeleri, ikinci ve özellikle üçüncü hicrî yüzyılda büyük hadis kitaplarında toplandı. Bugün bizim hadis kitaplarında gördüğümüz bu yazılı metinler, birer sünnet belgesi olarak hadis adıyla anılageldi.

A. Tarifler
l. Hadis
Hadisin terim anlamı, Hz. Peygamber’in sözü, fiili, ashâbının yaptığını görüp de reddetmediği davranışlar (takrir) ve onun yaratılışı veya huyu ile ilgili her türlü bilgi demektir. Hadis, Hz. Peygamber’i dinleyen sahâbîden başlayarak onu rivâyet edenlerin adlarının yazılı olduğu sened ile Hz. Peygamber’in söz, fiil veya takrîrinin yazıldığı metin’den meydana gelir. Yani hadis deyince, sened ve metinden oluşan bir yazılı yapı anlaşılır.

Hadis İlmi iki ana bölüme ayrılır:

a. Rivâyetü’l-hadîs ilmi. Hz.Peygamber’in sözü, fiili, takriri, halleri ve bunların rivayet ve zabt edilişi (ravinin, hadisi başkasına rivayet edeceği zamana kadar aldığı gibi koruması) ile alâkalı bir bilim dalıdır. Hadis metinlerini ihtiva eden kitaplar, bu dala ait kaynaklardır. Bu ilim dalı “hadis naklinde hatadan uzak kalma” temeli üzerinde yapılmış çalışmaları yansıtır.

b. Dirâyetü’l-hadîs ilmi. Hadis Istılahları İlmi diye de anılır. Hadisin yapısını meydana getiren sened ve metni anlamaya imkân veren birtakım kaideler ilmidir. Bu kaideler yardımıyla bir hadisi kabul veya reddetmek mümkün olur. Hadis usûlü ile ilgili eserler bu ilmin kaynaklarıdır. Bu ilmin hedefi, Hz. Peygamber’in hadislerini başka sözlerle karıştırılmaktan, değiştirilmekten, bozulmaktan ve iftiraya uğramaktan ilmî yollarla korumaktır. Hz. Peygamber’e nisbet edilen sözün gerçekten ona ait olup olmadığı bu ilmin kurallarıyla anlaşılır. Hadis ilminin gayesi, rivayetlerin sahih ve doğru olanlarını sahih ve doğru olmayanlarından ayırmaktır.

Her iki dalıyla birlikte hadis ilminin gelişmesi, “Hz. Peygamber’e yalan isnad etmeme dikkati” ve “tebliğ görevi”nin yerine getirilmesi sâyesinde gerçekleşmiştir. Bu konuda ilk gayret, ashâb-ı kirâm’a aittir. Bu 2 ilminin kurucularıdır. Allah kendilerinden razı olsun.

2. Sünnet
Terim olarak sünnet, söz, fiil ve takrirleri ile Hz. Peygamber’in İslâm’ı yaşayarak yorumlaması demektir. Bu anlamda sünnet, hadisten daha kapsamlıdır.

**Nitekim “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti..”(Mâlik, Muvatta’, Kader 3) hadisinde bu anlam açıkca görülmektedir.

Sünnet, Kur’ân’ın açıklayıcısı olduğu için Kur’ân-ı Kerîm’den hemen sonraki ikinci delildir.
**Kur’an, okunan vahiy; sünnet, rivayet olunan vahiy (Şâfiî, Risâle, s. 91-92); hadis ise, “rivayet edilen sünnet” (Kâsımî, Kavâidü’t-tahdîs, s. 35-38; Cezâirî, Tevcîhü’n-nazar, s. 2) demektir.

Fıkıhtaki anlamı: yapmasak günah olmayan şeyler.

Sünnete sarılmak,amel etmek, iman etmek zorundayız.Sünnet olmadığında din olmaz,zarar görür. farz değil ama iman etmek zorundayız.

1. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in hareketleri
2.Ona sorulan sorular. Aişe (radıyallahu anha) "Medineli kadınlar olmasaydı din eksik kalırdı", demiş.
Esma (radıyallahu anha) "biz şehit olamıyoruz haksızlık değil mi demiş O'da (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eşini razı et demiştir.
3. Yapmış olduğu uyarılar. Sahabe tahiyetül mescid namazı kılıyor namazın olmadı diyor 3 defa abdest alırken bir uzvunu kuru bıraktın diyor. net söylemiyor ,uyarıyor. hemen fıkıh çıkıyor buradan.
4. Gördüğü rüyalar. Allah-u Teala'nın bir mesajı.
5.aile yaşantısı.Aişe (radıyallahu anha) ve Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birbirlerine bağırıyorlar. demek ki karı-koca tartışabilir bunu anlıyoruz.
Enes radıyallahu anh birgün tek olan çömleği kırıyor. Aişe radıyallahu anha ne yaptın diyor. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "herşeyin eceli olduğu gibi bununda eceli vardır " diyor.

Ali radıyallahu anh halife iken Kufe'ye gidecek, konuşma yapacak büyük kalabalıklar oluyor onu dinlemek için. Konuşma yapacağı yüksek bir yere çıkıyor "bana bir ibrik ve su getirin" diyor. Abdest alıyor ve diyor ki "ben Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i böyle abdest alırken gördüm ve aldım siz de benden alın" diyor ve kürsüden iniyor. Sahabe için basit zor ya da ben bunu biliyorum bilmiyorum ayrımları yok. sünnetlerde ayrım yapmıyorlar. ilk defa duymuş gibi davranıyorlar.gurur yok. belki aramızdan bir kişi bilmiyordur o öğrenir diye düşünüyorlar.

Sünnete ittiba zorunlu mu?

Sahabenin içinde sünnete uyulmadığı olmuştur. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tepki vermiştir.

Nasıl tepki veriyordu?

sözlü tepkisi:
1. uyarı. "benden değildir" en ağır sözü.
2.azarlama. sahabe üstlerindeki kılıçları ağaca asmak istemişler İsrailoğulları da asarmış diyor ve nasıl böyle birşey istersiniz diye kızıyor.
3. affetmeyi geciktirmesi. Kab bin Malik radıyallahu anh 50 gün affedilmeyi beklemiştir. bilerek tepkisini görmek için geciktiriyor.
4. duasını geciktirmesi. saçını traş etmediği
5. beddua etmiştir. sol eliyle yiyen sahabiye 3 defa söylüyor. en sonunda "yemeyesin" diyor. kibrinden yaptığı için.
yaratılışını değiştirenler için. dövme, kaş.
6. beri olmak."ölüsü için arkasından çığıranlar benden beridir."

fiili tepkisi:
1. kızması. ruhsat verdiği bir işte yavaş yaptığında. örn.selamı geciktirdiğinde.
2. müsaade etmemesi. sahabenin gündüzleri oruç geceleri namaz kılması ailesini ihmal etmesi.
3. cenaze namazı kılmaması.münafıksa ve sevmiyorsa kılmazmış.
4. ortamı terketmesi. Ebubekir ve Ömer radıyallahu anhum vali gönderecekler anlaşamıyorlar öfkeleniyorlar. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)kalkıyor.
5. müdahele etmesi.altın yüzük takan sahabinin yüzüğünü yere atmış.

Niyeti sünnete uymak olduğu halde geciktirene dahi kızmıştır. Sahabe Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in duasını alabilmek için hiç geciktirmeden sünneti yaparmış. hacda saçı kazıtmak ve az kesmek

sünneti bırakmak geciktirmekle başlar.
sünnete uyanlar havuzun kenarında buluşacağız .
sünneti hayatlarında pratiğe dökmeyince batıya yöneliniyor.Başka dinlere uymaya ,özenmeye başlar.

B. Peygamber ve Sünnete Olan İhtiyaç

**Peygamberlerin iki temel görevi vardı: Tebliğ ve beyân.

“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun” [Mâide sûresi (5), 67].
“İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da Kur’ân’ı inzâl ettik” [Nahl sûresi (16), 44].

Peygamber Efendimiz vahiy yoluyla Allah’tan aldığı Kur’an âyetlerini, insanlara sadece ulaştırmakla kalmıyor aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ ettiklerini açıklamak ve anlatmak onun aslî göreviydi.

Gerçek şu ki, yüce kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu elbette bir hakikattır. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı olduğu için onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Öte yandan sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. İnsanları anlamadıkları şeylerden sorumlu tutmak mümkün değildir. En doğru ve en doyurucu açıklamayı da elbette Peygamber yapacaktır. Peygamber’in açıklamaları, hiç bir zaman Kur’an’ın eksik, yetersiz ve kapalı olduğu anlamına gelmez. “Allah’a kul olmak”tan başka görevi bulunmayan insanlar, ancak bu açıklamalar sayesinde O’na nasıl kulluk edeceklerini öğrenmiş olacaklardır. Bu sebeple sünnetsiz bir müslümanlık düşünmek mümkün değildir.

**Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır:

“Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının!” [Haşr sûresi (59), 7].

“Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları Allah’a ve Resûlü’ne arz ediniz!” [Nisâ sûresi (4), 59].

“Hayır Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü, içlerinde hiç bir sıkıntı duymadan kabul edip teslim olmadıkları sürece tam mü’min olamazlar” [Nisâ sûresi (4), 65]. ِ

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

“..Kim benim sünnetimden (yaşama tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5).

“Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar” (Dârimî, Mukaddime 16).

Bütün bu âyet ve hadisler, müslümanların ancak sünnete sarılmak ve ondan ayrılmamaya çalışmak suretiyle İslâmî kimliklerini koruyabileceklerini ifade etmektedir.

Açık bir gerçektir ki, sünnetin terkedilmesiyle doğacak boşluk, sünnetin tam zıddı demek olan bid’atla doldurulacaktır. Sünnet, en kısa ve genel anlatımıyla “İslâm kültürü” demektir. Bid’at ise, İslâm kültürüne ters düşen, onda yeri olmayan ve fakat ondanmış gibi görülmeye ve gösterilmeye çalışılan yabancı unsur demektir.

C. Sünnetle İlgili Bazı Meseleler

1. Sünnetin Kaynağı

Kur’ân-ı Kerîm, hem lafzı hem de mânasıyla vahiy olduğu için ona vahy-i metlüv (okunan vahiy) denilmektedir. Sünnet ise, vahyin bir çeşit meâli olduğundan, dolaylı vahiydir. Fakat lafız olarak vahiy niteliğine sahip değildir. Bu sebeple de ona vahy-i gayr-i metlüv denilmektedir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in sünneti de gerçekten Allah'tan cc mı gelmiştir bakalım: 

**"Allah’ın sana lutfu ve esirgemesi olmasaydı onlardan bir güruh seni yanıltmaya yeltenmişti; halbuki onlar ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini sana öğretmiştir. Sana Allah’ın lutfu gerçekten büyük olmuştur." Nisâ Suresi,113

Dinin doğru olarak ümmete ulaştırılması, öğretilmesi ve hayatlarında uygulanması konusunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in  –ilâhî koruma altında bulunduğunu ve bu yüzden yanılmasının mümkün olmadığı bildiriliyor  ve Allah Teâlâ ona kitabı ve hikmeti-sünneti göndermiştir. Kitap da sünnet de onun kendinden, beşerî bilgi kaynağından değil, Allah’tandır.

** "Rasûlüm! Sana vahyedilen âyetleri hemen ezberleyip bellemek için dilini kıpırdatma.
 Çünkü onu senin kalbinde toplayıp ezberletmek de, onu dilinde akıtıp okutmak da bize aittir.
 Biz onu sana okuduğumuzda, sen de onun okunuşunu tâkip et.
 Sonra onu açıklamak da elbette bize ait bir iştir." Kıyamet Suresi,16-19

Bu ayetler bize şunu söylüyor: Açıklama gereken ayetler yine Allah cc tarafından beyan edilecek. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bize beyan ettiği her ne varsa vahiy kaynaklıdır.


2. Sünnetin Dindeki Yeri

1-Sünnet Kur’an'ı onaylar. **yani her yönüyle Kur’an’ın hükmüne uygun bir beyânda bulunur. Meselâ,”Namazı kılın ve zekâtı verin”, “Ey inananlar, oruç size farz kılındı”,“Kâbe’ye gitmeye yol bulabilene haccetmek Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır” âyetlerinde mutlak olarak ifade buyurulan İslâm’ın şartlarını bir de “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur” (Buhârî, Îmân,1, 2; Müslim, Îmân 19-22) hadisi, -uygulamaya yönelik hiç bir açıklama getirmeksizin- sadece hüküm açısından beyân etmektedir.

Yine “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin...” [Bakara sûresi (2), 188] âyeti ile “Hiç bir müslümanın malı, kendi gönül rızâsı bulunmadan helâl olmaz” (Ebû Dâvûd, Menâsik 56) hadisi tam bir uyum içinde aynı mânayı ifade etmektedirler.

2-Kur'an'ı Tefsir veya beyân için vardır : Sünnet, Kur’an’da bulunan herhangi bir hükmü herhangi bir yönden açıklar. Buna genellikle, kısaca temas edilmiş (mücmel) hükümlerle, anlaşılması kolay olmayan (müşkil) hükümlerin açıklanması, mutlak hükümlerin belli kayıtlara bağlanması (takyid), genel hükümlerin özelleştirilmesi (tahsis) denilmektedir.

**Meselâ namaz ve zekâtın uygulama biçim, ölçü ve şekillerine açıklık getiren hadisler, yine “beyaz iplik siyah iplikten sizin için ayırt edilinceye kadar” [Bakara sûresi ( 2),187] âyetindeki beyaz ve siyah iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu belirten hadisler ve yine “inanıp da imânlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar..” [En‘am sûresi (6), 82] âyetindeki zulümden kastın, “şirk” olduğunu açıklayan hadis, sünnetin bu özelliğini ortaya koymaktadır.

3-Kur'an'da zikredilmeyen konular sünnetle zikredilir.Kur’an’ın herhangi bir hüküm getirmediği konuda sünnetin bir hüküm ortaya koyması demektir.

**Meselâ "Bir de harb esiri olarak sahibi bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz de size haram kılındı...Bunların dışında kalanlar size helâl kılındı” [Nisâ sûresi (4), 24] âyetinden sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kadının, halası ile aynı nikah altında birleştirilmesi haram olur. Nesep yoluyla haram olan, süt emme yoluyla da haram olur” (Buhârî, Nikâh 27; Müslim, Nikâh 33) buyurmuştur.

Burada hem âyetin hükmünü açıklar, hem de âyetin sükût ettiği noktanın hükmünü tek başına ortaya koyar.

Fıkıh kitaplarında görülen “Bu konunun meşrûiyeti sünnetle sâbittir” ifadeleri de sünnetin müstakil teşri kaynağı kabul edildiğini gösterir. Meselâ, mest üzerine mesh etmek, yağmur duası ve namazı,içki içene verilecek ceza bu tür konulardandır.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, herhangi bir hükmün tebliği konusunda hataya düşmekten korunmuştur. Bu hüküm ister vahy-i metlüv isterse vahy-i gayr-i metlüv ile indirilmiş olsun; ister müstakil hüküm koyucu, ister beyan edici veya isterse teyid edici olsun, hatadan korunmuşluk açısından farketmemektedir. Hatta şeriatın tamamı vahy-i gayr-i metlüv şeklinde yani sünnet olarak gönderilmiş olsaydı bile, o yine hataya düşmekten korunur, tebliği de bağlayıcı olurdu.

Nitekim peygamber olarak gönderilmenin şartları arasında kendisine mutlaka bir kitap indirilme kaydı bulunmamaktadır.

3. Sünnetin Evrensel Bütünlüğü

Sünnetin tüm hayatı ya da hayatın tüm safhalarını bütün boyutlarıyla kucaklayıcı bir yapıya sahip olduğu açıktır. Bu durum, sünnetin evrensel bütünlüğü demektir.

Hz. Peygamber’in hayatını ve ondaki çeşitliliği ashâb-ı kirâm, “O bir peygamberdir, bizden farklıdır. Biz kendi işimize bakalım” yorumu ile değil, “Onun bütün hareketlerinin bize bakan bir yönü mutlaka bulunmaktadır. Biz onu örnek almalıyız” yaklaşımı içinde algılamışlardır.

sünnet, Hz. Peygamber’in, Allah’ın emirlerine uygun hareket etmek maksadıyla seçip yaşadığı hayat, gittiği yol demektir.

Hz. Peygamber’in harb-sulh, ibadet-ticaret, hak ve adâlet, suç-cezâ gibi ciddî ve önemli konularla meşgul olduğu gibi, günlük insan hareketlerinin biçim ve şekilleriyle de meşgul olmuştur.

Hz. Peygamber ümmetine her konuyu öğretmiş, onların izzet ve şerefine yaraşır davranışları göstermiştir. “en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmemiştir.

**Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ da kendisine: — Biz hazar namazı (Barış ve muharebe zamanı) ile, korku (havf) namazını Kur’an’da buluyoruz. Fakat sefer (yolculuk) namazını Kur’an’da bulamıyoruz. Nasıl oluyor bu? diyen Ümeyye İbni Abdullah İbni Hâlid’e; - Bak yeğenim! Biz hiçbir şey bilmezken Allah bize Muhammed’i peygamber olarak gönderdi. Biz, Muhammed’i neyi, nasıl yaparken görmüşsek, onu öylece yaparız” (Nesâî, Taksîru’s-salât 1) diyor, ashâbın bilgi kaynağının ve her sâhada örneğinin Hz. Peygamber olduğunu açıkca ifade ediyordu.

Kıyamete kadar geçerli olan Kur’an ve onun birinci dereceden açıklaması ve uygulama biçimi demek olan sünnet, her türlü şart altındaki insanların meselelerine çözüm getirmek ve müslümanlar arasında inanç ve davranış birliğini sağlamakla yükümlüdür.

Aynı konuda farklı bilgiler ve değişik uygulama imkânları sunan hadisler, ümmet için tam bir rahmet vesilesidir. Zira İslâm belli bir yöre veya şehir halkına gelmiş değildir. Eğer öyle olsaydı, daha net ve değişmeyen uygulamalar teklif ederdi. Halbuki İslâm, bütün insanlara gelmiş bir dindir.

4. Sünnetin Korunmuşluğu

**Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, kâfirler istemeseler de nûrunu tamamlayacağını açıklamaktadır [bk.Tevbe sûresi (9), 32]. “Allah’ın nuru”, kulları için seçtiği, şeriatıdır. Bu hem Kur’ân’ı hem de Sünnet’i içine alır.

Kur’ân’ın korunması, sünnetin korunmasını da içine alır. Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın açıklayıcısı, güvenilir bekçisidir; keyfî yorumlara tâbi tutulmasını önler.

D. Sünnete Yöneltilen İtirazlar

İslâm tarihi içinde sünneti kaynak olarak kabul etmeyip inkâr eden herhangi bir mezhep mevcut olmamıştır.

Sünnetin şer’î delillerden olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Ancak sünneti prensip olarak kabul etmekle beraber, onun yazılı belgeleri demek olan hadislere yer yer itiraz eden kişi ve gruplara rastlanagelmiştir. Bu itirazlara gerekçe olarak da Kur’ân-ı Kerîm’in ön plana çıkarıldığı görülmektedir.

**Meselâ ashâb-ı kirâmdan İmrân İbni Husayn radıyallahu anh, Hz. Peygamber’in sünnetinden bahsetmekteyken adamın biri: — Ey Ebû Nüceyd! Bize Kur’ân’dan bahset! demiştir. Bunun üzerine İmrân: — Sen ve senin gibiler Kur’ân’ı okuyorsunuz (değil mi?). Bana, namazdan, namazın içindeki davranışlardan bahsedebilir misin? Bana altının, sığırın, devenin ve diğer malların zekâtından bahsedebilir misin? Fakat sen yokken ben peygamberle beraberdim, diye çıkışmıştı. Daha sonra İmrân, adama Hz. Peygamber’in zekât konusundaki açıklamalarını anlattı. Adam bunun üzerine: — Beni ihyâ ettin, Allah da seni ihyâ etsin! dedi. Olayı bize nakleden Hasan-ı Basrî demiştir ki “Bu adam daha sonra müslümanların fakihlerinden oldu” (Hâkim, el-Müstedrek, I, 109-110).

**Bu tür iddia ve tavır Hz. Peygamber tarafından önceden teşhis ve teşhir edilmiştir: “ Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde, sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, “biz onu bunu bilmeyiz, Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız, işte o kadar” derken bulmayayım!” (Ebû Davûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 2).

Nasıl, içimizden seçtiği peygamberler aracılığı ile emir ve yasaklarını kullarına duyurması, Allah Teâlâ için bir âcizlik ve eksiklik değilse, sünnetin varlığı da Kur’ân-ı Kerîm’in eksik ve yetersizliği anlamına gelmez. Vahyi alıp öğrenmede peygamberlerin aracılığına insanların nasıl ve ne ölçüde ihtiyâcı varsa, Kur’ân’ı anlamakta da Peygamber’in yorumuna yani sünnete öylece ihtiyaç vardır.

âlimler, Buhârî ve Müslim’in her ikisinin birden kitabına aldığı (müttefakun aleyh) hadisleri, en güvenilir sahih hadisler olarak kabul etmişlerdir.


Hiç yorum yok: