Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Size,
kendilerine sımsıkı yapıştığınız zaman, asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum:
Allah'ın Kitabı ve Resûlü'nün Sünneti." -Suyûtî, Camiu's-Sağîr, hadis no: 3282;
Peygamberimiz sallallahu
aleyhi ve sellem bu âlemden ayrılırken bize iki şey bıraktı. Biri
Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim, diğeri de Kur'an'ı açıklayan hadisler yani O'na
ait söz ve davranışlardır.
"Hadisler
ve Sünnet" olmasa İslam'ın sadece hukuki yönü değil, ahlakî ve imanî yönü
de anlaşılmamış olur ve Kur'an-ı Kerim'deki genel hükümler herkesin farklı
anlayacağı göreceli talimatlar haline gelir. Din herkesin elinde farklı bir şekle
dönüşür.
"...
Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yola iletiyorsun."- Şura Suresi, 52.ayet -
Ayette
buyurulduğu üzere "doğru yola iletme" işi Resûlullah sallallahu
aleyhi ve selleme isnad edilmiştir. Bu da gösteriyor ki Resûlullah'ın
söz ve fiillerinin İslâm şeriatında önemli bir yeri vardır. Şayet Resûlullah'ın
sözü dinlenmeyecek ve fiilleri işlenmeyecek olursa, onun insanlara doğru yolu
göstermesi gerçekleşmiş olmazdı.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi
ve sellemin görevi; Kur’an’ı insanlara getirmekle
sınırlı değildir; aksine Kur’an-ı Kerim'i açıklamış ve fiilen uygulayarak
ümmeti için canlı bir örnek olmuştur:
“Hak
dini onlara açıklasın diye, her peygamberi biz kendi kavminin lisanıyla
gönderdik.” -İbrahim
Suresi, 4.ayet-
“Hadisler Kur’an’ın tefsiridir.”
Sahabe
Efendilerimiz, hadis-i şerifleri Kur’an'ı anlamanın kaynağı olarak
görmüşler ve bir kısım farzlar ve genel kaidelerin detayını ancak Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellemin açıklamasıyla uygulayabilmişlerdir.
Allah Teâlâ; "Ey iman edenler! Oruç
size farz kılındı..."-Bakara Suresi, 184.ayet- "Namazı kılın, zekatı
verin..."-Bakara
Suresi, 43.ayet- "Ey
iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin..."-Maide Suresi, 1.ayet- buyuruyor. Allah Teâlâ bunların nasıl yapılacağını
öğretmeyi Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme bırakmıştır.
Bu
da gösteriyor ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Sünnet'i
olmadan bu emirlerin nasıl yapılacağını bilmek mümkün değildir.
Nitekim
Allah Teâlâ:"... Sana da Kur'an'ı indirdik ki, insanlara vahyedilenleri
açıklayasın..."-Nahl Suresi, 44.ayet - buyurmuştur.
“Sünnet İkinci Kaynağımızdır”
Kur’an-ı
Kerim'de ikinci bir kaynak olarak devamlı
şekilde Peygamberimiz sallallahu Aleyhi ve selleme işaret
eder:
"Peygamber
size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının.
Allah'tan korkun. Şüphesiz ki, Allah azabı pek şiddetli olandır. "-Haşr Suresi,7.ayet-
İbn
Mesud, bu ayeti "umum ifade eden bir ayet" olarak genel anlamda
tefsir etmiştir. Ve Resûlullah'ın buyurduğu veya yasakladığı her şeyin ayetle
zikredilmiş gibi hüküm ifade edeceğini söylemiştir.
Bir gün
Abdullah bin Mesud: "Allah Teâlâ dövme yapan, dövme yaptıran, tüylerini
alan, güzellik için dişlerinin arasını törpületen ve Allah'ın yaratma şeklini
değiştiren kadınlara lanet eder" demiştir. Onun bu sözü, Esedoğullarından Ummu
Yakub isimli Kur'an'ı çok iyi okuyan ve anlayan bir kadına ulaşmış kadın da İbn
Mesud'a gelerek: "İşittiğime göre sen şöyle ve şöyle olan kadınlara lanet
okumuşsun." demiştir. Abdullah bin Mesud da o kadına şu cevabı vermiştir:
"Niçin ben, Resûlullah tarafından lanetlenen ve Allah'ın Kitabı’nda da
hükmü bulunan kimseleri lanetlemeyeyim?" Kadın: "Ben Kur'an'ın iki kapağının
arasında bulunan bütün ayetleri okudum. Böyle bir lanetleme bulamadım."
demiş, Abdullah bin Mesud da "Eğer okumuş olsaydın onu bulurdun. Sen Allah
Teâlâ'nın "Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa
ondan da kaçının!" ayetini okudun mu?” diye sormuş, kadın: "Evet,
okudum." demiştir. Bunun üzerine Abdullah: "Kadınların bunları
yapmalarını Resûlullah yasaklamıştır." demiştir.
-Buhari,
Libas, 82,84,85,87;Müslim, 2125-
Peygamber
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Muaz bin Cebel radıyallahu anhı
Yemen'e gönderdiğinde aralarında geçen bu karşılıklı
konuşmada kendisi de Sünnet'ine dikkat çekerek, Sünnet'in
ikinci kaynak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Muaz bin Cebel radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ile aralarında şu konuşmanın geçtiğini rivayet eder:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:- "Bir mesele ile
karşılaştığında ne yaparsın?" buyurdu.
Muaz:- 'Allah'ın Kitabı’nda olanlarla hüküm veririm." dedi.
Resûlullah:- "Şayet Allah'ın Kitabında bulunmazsa?"
Muaz:- "Allah Resûlü’nün Sünneti ile.." Resûlullah:- "Allah'ın Resûlü’nün
Sünneti’nde de bulunmazsa?"
Muaz:- "Görüşümle ictihad ederim. Elimden gelen gayreti harcamadan geri
kalmam."
Muaz der ki: Resûlullah göğsüme vurdu ve şunları söyledi: "Allah'ın Peygamberinin
elçisini Allah ve Resûlü'nün razı olacağı şeylere muvaffak kılan Allah'a hamd
olsun."-Ebû
Dâvûd, 3592; Tirmizî, 1327
“Aşama
Aşama Hadisler”
1-
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yirmi üç yıllık nübüvveti
süresince sürekli kendisine inen Kur’an ayetlerini ve o ayetleri açıklayacak
nitelikteki hadisleri (ona ait sözleri) ashabına söylediği sabittir. Yirmi üç
yıllık sürenin ardından büyük bir Kur’an ve Sünnet birikimi oluşmuştur.
2- Bizzat Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, kendisine inen ayetleri ‘vahiy
kâtipleri’ olarak bilinen sahabiler aracılığı ile yazdırdığı da bilinen bir
gerçektir. Ancak hadisler için yani Kur’an dışında Peygamber aleyhisselama ait
sözler için ilk etapta bizzat kendisi hadislerin yazılmamasını emretmiştir.
3- Kur’an ayetlerinin
yazılması, hadislerin ise yazılmaması daha sonraki dönemlerde Kur’an’ın tek bir
kelimesine bile zarar gelmeden saklanmasını, hadislerin ise korunabildiği
kadarıyla bir sonraki kuşağa intikal etmesini doğurmuştur.
4-Hadisler de ise şöyle bir süreç vardır:Peygamber aleyhisselam ilk önce ashabın hadisleri
yazmasını yasaklamıştı.
Bir görüşe göre yasaklama; hadisin Kur'an'a karışmasından korkulduğu zaman için
söz konusu idi. Bu husustan emin olununca hadis yazmaya izin verildi.
Bir
diğer görüşe göre hadisin aynı sahifede Kur'an'ı Kerim ile birlikte yazılması
yasaklanmıştır. Maksat birbirlerine karışmamalarıdır. Böylelikle aynı sahifede
her ikisini okuyanın şüpheye düşmesi önlenmek istenmiştir.
Daha sonra Peygamber aleyhisselam hadislerinin yazılmasına izin
verdiğini söyledi.
Hadislerin
yazılmasına ruhsat veren, yazıldığını gösteren rivayetler çoktur. Bunlardan
biri, yazdığı hadisler, kitap halinde sonraki nesillere intikal eden Abdullah
İbni Amr radıyallahu anha aittir. Der ki:
“Ben Peygamber aleyhisselatu vesselamdan işittiğim şeyleri, ezberlemek
arzusuyla yazıyordum. Kureyş beni menederek: 'Sen Resûlullah aleyhisselatu
vesselamdan her duyduğunu yazıyorsun, hâlbuki Resûlullah aleyhisselatu vesselam
bir insandır, öfke ve rıza, her iki hâlde de konuşur.' dediler. Bunun üzerine
yazmaktan vazgeçtim. Ancak durumu da Peygamber aleyhisselatu vesselama arz
ettim. Resûlullah aleyhisselatu vesselam parmağıyla mübarek ağızlarına işaret
buyurarak:
'Yaz,
Nefsimi elinde tutan Allah'a kasem ederim, buradan haktan başka bir şey
çıkmaz.' dedi."-Ebu Davud,İlm,3-
Şu ayet-i
kerime de aynı mealdedir:
O, kendisine vahyedilenden
başkasını söylemez.
-Necm Suresi 3 ve 4. ayetler-
Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhın sistemli şekilde hadis yazdığını teyid eden
bir rivayet de Ebu Hureyre radıyallahu anha aittir. Ebu Hureyre radıyallahu anh
şöyle buyurur:
"Peygamber
aleyhisselatu vesselamdan çok hadis (bilmede) Abdullah İbni Amr hariç, bana
yetişen yoktur. O, beni geçer, zira o yazardı, ben ise yazmazdım."-Buhari,113-
"Benden hadis bildirin. Ama bana yalan isnat eden Cehenneme
hazırlansın." -Müslim,7435-72/2; Tirmizi,2665-
"Burada olanlar, olmayanlara sözlerimi tebliği etsin, duyursun."
-Buhari,1741,4406-
Hadislerin yazılması
hususunda ruhsat ifade eden rivayetler bundan ibaret değildir. Hafızasından
şikâyet edenlere Resûlullah aleyhisselatu vesselamın:"Sağ elinizi yardıma çağırın.",
"İlmi yazı ile bağlayın." gibi tavsiyeleri, bazı konuşmaların yazılı metnini
isteyenlere yazılı verilmesi (Ebu Şâh'ın olayı-Buhari 112'de geçer), hepsi de hadisten ibaret olan uzunluğu
birkaç satırdan birkaç sayfaya ulaşan ve sayısı üç yüzü bulan pek çok
"mektup -yazılı vesika"ların varlığı Peygamber aleyhisselatu vesselamın,
hadislerin yazılması hususundaki ruhsatına yeterli delillerdir. Sadece
mektuplar değerlendirilse bile Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselamın Kur'an'dan
başka bir şeyin yazılmasına sistematik, ısrarlı bir muhalefette bulunmadığı,
tam tersine, medenî hayatta yazının geniş çapta kullanılmasına büyük ehemmiyet
verdiği anlaşılır.
5.
Ashabı Kiram, hadisleri ezberlediler. Peygamber aleyhisselamdan duydukları tek bir hadisi
öğretmek için yollara düştüler. Binlerce sahabi, bildiği hadisi on binlerce
insana ulaştırdı. Bu ikinci nesil yani tabiin nesli, sahabiden öğrendikleri
hadisleri ve onun paralelinde Kur’an’ı iyice hıfzettiler. Fakat bu nesilde de
ciddi bir hadisleri Kur’an gibi yazma, kitaplaştırma hamlesi olmadı. Tek tük
denecek gelişmeler oldu.
6.
Hadislerin sadece dilden dile aktarılarak taşınması mü’minlerin
endişelenmelerine neden oldu. Birinci sorun, hadis bilenlerden birinin ölmesi veya
ihtiyarlaması bir kaynağın kaybolması sonucunu doğurdu. İkinci sorun da
hadislerin yazılı bir belge hâline getirilmemiş olmasının tabi sonucu olarak
‘bu hadistir’ diyerek, hadis olmayan sözleri hadis gibi uyduran iyi niyetli
veya kötü niyetli kimselerin yaptığı işler ortaya çıktı. Böylece uydurma hadis
faciası korkuttu. Bunun yanında da, herhangi bir kasıt olmadan bir hadisin
yanlış aktarılması ihtimali de sıkıntı veriyordu.
7. Müslümanların elindeki
HADİS HAZİNESİ, Peygamber aleyhisselamın vefatından bir asır sonra ‘kaybolma ve
içine hadis olmayanın karıştırılması’ tehlikesi ile karşı karşıya kalmış oldu. Kur’an için ise böyle bir tehlike yoktu.
Çünkü Kur’an bir yandan yazılı nüshaları ile korunuyor bir yandan da
Müslümanların büyük bölümü tarafından harflerine bile sadık kalınarak
ezberleniyordu. Kimsenin bir harf ilave veya eksiltme yapamayacağı muazzam bir
koruma altında idi.
8. Birinci asrın sonunda
Raşid Halife Ömer bin Abdülaziz’in gayreti ile ilk HADİSLERİ YAZIP KORUMA
ALTINA ALMA hamlesi başladı.
Ömer
İbni Abdülaziz Medine valisi Ebu Bekr İbnu Hazm'a gönderdiği mektupta şöyle
demiştir:
“Beldende Peygamber aleyhisselatu vesselamla ilgili rivayetleri araştır,
topla ve yaz. Ben ilmin (hadislerin) yok olmasından ve âlimlerin tükenmesinden
korkuyorum. Bu iş yapılırken sâdece Resûlullah aleyhisselatu vesselamın sünneti
kabul edilsin. Âlimler mescid gibi herkese açık ve malum yerlerde oturup
tedrisatta bulunarak ilmi yaysınlar, bilmeyenlere öğretsinler. Zira ilim gizli
kalmadıkça yok olmaz.'' (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/113-115.)
Bu
tarihten önce de tek tük yazan bulundu ise de ilk defa yazma girişimi devlet
eliyle başlatılmış oldu. Ömer bin Abdülaziz, bu işin sonunu göremeden vefat
etti ama İslam topraklarında bir HADİSLERİ YAZMA SEFERBERLİĞİ başlamış oldu. On
binlerce ilim mücahidi mü’min, üç asra yakın bir zaman adeta bütün dünyayı bir
medreseye çevirdi. Binlerce kilometrelik yollar defalarca kat edildi.
Buhara’dan Yemen’e, oradaki yirmi hadisi bilen birinden o bildiği hadisleri
öğrenmek için insanlar, binekli bineksiz, aç tok seferlere çıktılar. Bilen
bildiğini öğretti, bilmeyen bilmediğini öğrendi. İnsanlık tarih yazdığından
beri bugüne kadar öyle bir ilim hamlesi gerçekleştirememiştir. Binlerce kitap
çıktı ortaya. Bu kitaplarda on binlerce PEYGAMBERE İZAFE EDİLMİŞ HADİSLER
yazılıydı. Hadisler kaybolmasın diye endişe edilirken, bir hadis kütüphanesi
kurulmuş oldu.
9. Hicretin üçüncü asrından
itibaren ise, Peygamber aleyhisselama aittir denerek kitaplara yazılan bu
hadislerin hangisinin ne oranda gerçek olduğunun irdelenmesi ihtiyacı belirdi. Bu sefer de hadisler üzerinde, Peygamber aleyhisselama
ait olup olmama oranına göre bir değerlendirme hamlesi başlamış oldu. Âlimlerin
bir kısmı hadis derlemeye çalışırken bir kısmı da derlenenlerin niteliğini
araştırmaya koyuldu. Râviden, hadisi kimden duyduğunu, ona öğretenin kimden
duyduğunu belgelemesi istendi. Hadis ilmiyle meşgul olanların yaşayışları, dindarlık
ve dürüstlükleri, bidatle ilgilerinin bulunup bulunmadığı, özellikle yalan
söyleyip söylemedikleri, hafızalarının zayıf olup olmadığı en ince
ayrıntılarına kadar araştırıldı.
10. Muhaddisler, ilk
asırlardan itibaren hadislerin korunması için ömür harcamış
ve “isnad” ilmi sayesinde hadislerin “sahih”ini, “zayıf”ını,
“mevzû”sunu ayırmışlardır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hadisleri kayıt altına alınırken
bu Ümmet'e mahsus bu sistem de ilk defa ilim dünyasına kazandırılmıştır. Bir
söz, son nakledeninden itibaren Peygamber aleyhisselama ulaşıncaya kadar
kimin kime söylediği belgelenecek şekilde kayıt altına alınmış, bu sisteme
de “isnad”-hadis senedi-adı verilmiştir. Kimin kimden duyduğu, isimler
olarak belirlendikten sonra asırlar süren muhteşem bir çalışmayla da hadisleri
birbirlerine nakledenlerin üzerinde biyografi çalışması yapılmıştır. Her
birinin ilmî birikimi, aralarındaki buluşma şekli ve süreci incelenmiş, neticede
bu kişiler arasındaki bilgi alışverişinin mümkün olup olmadığı, nerede ve ne
zaman olduğuna varıncaya kadar büyük bir inceleme sonuçlandırılmıştır.
Abdullah b. Mübarek (radıyallahu anh); “İsnad dindendir. Şayet
isnad olmasaydı dileyen dilediğini söylerdi” demiştir.-Müslim.Mukaddime,bap 5,I-.
Ancak, hadisi ilk rivayet eden sahabi için bir araştırma yapılmaz. Çünkü
sahabinin sözü muteberdir. Diğer isimler içinse tam bir araştırma yapılmıştır. "Rical
Kitabı" adı verilen bu biyografilerin bulunduğu kitaplara müracaat
edildiğinde, bu isimlerin her biri için uzun uzun bilgiler yazıldığı
görülecektir.
11.
Neticede hadis ilminde sivrilmiş bazı âlimler, oluşturdukları kıstaslarla
rivayet edilen hadisleri toplayıp kitaplaştırdılar. Yüzlerce hadis âlimi, yazılan
kitaplar üzerinde çalıştı. Yapılan çalışmalar onlarca yıl sürdü. Eldeki
kitapların sağlamlığı hakkında ciddi kanaatler oluştu. Ümmet'in ortak kanaati
olarak güvenilirlik sıralamasına göre şu kitaplar sahiplenildi:
*Buharî'nin Sahih'i
*Müslim'in Sahih'i
*Ebu
Davud'un es-Sünen'i
*Tirmizî'nin es-Sünen'i
*Nesaî'nin es-Sünen'i
*İbni
Mâce'nin es-Sünen'i
Bu listeye ALTI
KAYNAK anlamına KÜTÜBİ SİTTE adı verildi. Bunların dışındaki eserler ise
dışlanmış olmadı ama ileriki zamanda araştırılmaya devam edilmesi gereken
eserler olarak görüldü. Bu altı kaynağın içinden ikisi BUHARİ ve MÜSLİM en öne
çıkan kaynaklar oldu.
12.Buharî ve Müslim’deki
hadislerin TAMAMININ sahih olduğu kabul edildi. Hadisin sahih olması ise,
Peygamber aleyhisselama ait olduğunda tereddüt bulunmaması anlamına kullanılan
bir kavram olarak ortaya çıktı. Peygamber aleyhisselama ait olduğunda şüphe
bulunulan hadislere ise ZAYIF hadis dendi. Hiçbir şekilde Peygamber aleyhisselama
ait olmayacağı kararı verilene ise MEVZU dendi.
13.Bugün elimizde bulunan hadisler satır satır incelenerek her biri hakkında
hükümler verilmiştir.
Bir
hadisin SAHİH olması, onu okuyan Müslüman'ın önünde itiraz edilemez bir
bilginin bulunması anlamına gelmektedir. Acaba denemeyecek bir bilgi olarak
sahih hadisle her konuda uygulama yapılır. Eğer hadisin anlaşılmasında bir
sıkıntı varsa-ki bu tabii bir durumdur, zira hadisler nihayetinde Peygamber
aleyhisselamın ilmini ve ona gelen vahyi yansıtmaktadır- o takdirde hadisleri
açıklayan HADİS ŞERHİ kitaplarına müracaat edilir.
O şerh
de şerh edenin itikadını, ilmi birikimini yansıtmaktadır.
14.Hadis, hadis ulemasının ZAYIF gördüğü bir hadis ise o hadisle itikat ve
muamelat konularında amel edilmez. Çünkü zayıf hadis, yüzde yüz seviyesinde
bir katiyet göstermez. Peygamber aleyhisselama izafe edilen bir sözle de
"inanmak, muamele yapmak ağır bir sorumluluk getirmektedir. Bu tür zayıf
hadislerle, ahlaki konularda, zühde ait meselelerde ve bireyselliği geçmeyen
fezail konularında amel edilebilir. Bir zayıf hadisin hadis kitaplarında
bulunması onu belge olarak göstermeye yeterli değildir. Buharî ve Müslim'in
dışında hiçbir kitap, zayıf hadis bulundurmama garantisi taşımaz. Bunun için
hadisleri, hadis ehlinin yorumlarıyla aktaran kitaplardan okumak en doğru
olanıdır.
15. MEVZU olduğu tespit edilmiş bir sözün içeriği ne denli güzel olursa olsun
o, Peygamber Aleyhisselam'a ait bir söz niteliği taşımaz ve asla onunla
dinî bir hüküm çıkarılamaz. Ulema o tür sözlerin mücerret nakledilmesini
bile hoş karşılamamıştır.
16. Hadis kitaplarının bütün dinî konuları ihtiva edecek ağırlıkta olduğu
muhakkaktır. Mesleği din ilimlerinde ihtisaslaşma olmayanların, o konu
yoğunluğunda istifade edecek şeyleri gözden kaçırmaları, hatta iyi niyetle de
olsa hataya düşme ihtimali vardır. Herkesin okuyabileceği düzeyde yazılmış
"Riyazü’s Salihin" adlı kitap bu açıdan yararlı bir
kitaptır. "Riyazü’s Salihin"de 1900 hadis vardır. Bu kitabın iki
yılda hatmedilecek şekilde ailece okunması kesinlikle tavsiye edilir. Bir evde
hadis okumak, o evde Peygamber aleyhisselamı konuşturmaktır. O'nu
görmeden, sahabilerin yaşadığı hazzı yaşamaktır.
Rıhle-ilim
yolculukları
Sahâbe
Efendilerimiz İslâm’ın hükümlerini Allah Resûlü’nden öğrenip kabilelerine
tebliğ etmek için meşakkatli ilim yolculukları yapmıştır.
Cabir bin Abdillah,
Abdullah bin Üneys radıyallahu anhumadan tek bir hadis almak için bir aylık
mesafeyi kat etmiştir. -Sahih-i Buhari, İlim, 19-
Cabir bu durumun arka
planıyla alakalı şöyle demektedir: “Allah Resûlü’nün ashabından birinin -ilgili
olduğum- bir hadisi bildiği haberi bana ulaşınca hemen deve satın alıp yol
hazırlığına koyuldum. Bir aylık seyahatten sonra Şam’a vardım. O sahâbenin
Abdullah bin Üneys olduğunu öğrenince (evine gidip) kapıcısına: Abdullah’a
“Cabir’in kapıda olduğunu iletmesini” söyledim. O, Abdullah’ın oğlu Cabir mi
diye (sordurunca) “evet” dedim. Bunun üzerine kapıya gelip boynuma sarıldı.
Kendisine: ‘Bir hadis var ki onu senin Allah Resûlü’nden işittiğin haberi bana
geldi. Onu dinlemeden ikimizden birinin öleceğinden korktum, bu yüzden geldim,
dedim.-Abdulfettah Ebû Ğudde,
Sâfâhât min Sabri’l-Ulema, Beyrut, 1997, Sh: 44-
Ebû Eyyüb radıyallahu anh
Mısır’da ikamet eden Ukbe bin Amir radıyallahu anha Allah Resûlü’nden
duyduğu bir hadisi sormak için gittiğinde ilk olarak Mısır emiri Mesleme
bin Muhalled radıyallahu anhın evine uğrar, Ukbe’ye Ebu Eyyüb’un
geldiği haber verilince aceleyle çıkıp (eve varır) onunla kucaklaşır. Daha
sonra: “Seni buraya kadar getiren sebep nedir?” diye sorar. Ebû Eyyüb: “Allah
Resûlü’nden dinlediğim, yeryüzünde ikimizden başka işiten kimsenin kalmadığı
“müminin kusurunu örtmeyle” alakalı hadisi te’kiden (dinlemek için) geldim”
der. Ukbe: “Evet Allah Resûlü’nü şöyle derken işittim” deyip, hadisi rivayet
eder: “Kim dünyada bir müminin günahını örterse, Allah da ahirette onun ayıbını
örter.” Ebû Eyyüb: “Doğru söyledin!” deyip, hiç vakit kaybetmeden bineğine
yönelir ve Medine’ye hareket eder.-Ahmed, Müsned, V, 923-4; Tercümede esas aldığımız
rivayet ve benzerleri için bkz. Hatib el-Bağdadî, er-Rıhle fî Talebi’l-İlim,
Beyrut, 2006, s. 50 vd.-
Kesir bin Kays şöyle rivayet
etmektedir: Dımeşk Mescidi’nde Ebu’d Derdâ (radıyallahu anh) ile
oturuyordum. Biri ona yaklaşıp şöyle dedi: “Ey Ebu’d Derdâ! Buraya senin
Peygamberden rivayet ettiğini duyduğum bir hadis için O’nun şehri Medine’den
geldim.”
Ebu’d Derdâ: Bir ihtiyaç için
gelmedin mi?
-Hayır.
-Ticaret için de mi
gelmedin?
-Sadece o hadis için
geldim. Bunun üzerine Ebu’d Derdâ şu hadisi rivayet etti:
“Allah Resûlü’nden işittim:
‘Kim ilim için bir yola girerse cennet yollarından birine girmiş olur. Melekler
ilim talebesinin yaptıklarından razı olduklarından kanatlarını onlar üzerine
sererler. Denizdeki balıklar dâhil gökte ve yerdekiler âlim için istiğfar
ederler. Âlimin, abide üstünlüğü ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.
Şüphesiz âlimler peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler miras olarak
altın ve gümüş bırakmadılar. İlmi bıraktılar. Her kim onu tahsil ederse büyük
bir nasip elde etmiş olur.”-Sünen-i Tirmizî, İlim: 20; el-Bağdadî, er-Rıhle, Sh: 17
vd.-
“Hadisler hakkında ilkelerimiz”
a- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah'ın kullar arasında onlar için tuttuğu örnek bir kuldur. O, örnektir. Hadisler de örnek kula ait bilgilerdir. Kur'an'ın yaşanabilir bir kitap olması için hadisler şarttır. Hadisler, her kafadan bir ses çıkmaması, herkese göre bir din olmaması ve bunun da Kur'an adına yapılmaması için gereklidir.
b- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yirmi üç yıllık konuşmaları, olaylara tepkileri, örnekliğini oluşturduğu eğitimi olarak bize ulaştırılan kültürün bütününü aktaran hadisler, bizim açımızdan bir dindir. Dinimizin ayrıntılarını bu hadislerden öğrenmekteyiz. Zira Kur’an’ımız, bir Müslüman için yeterli olacak düzeyde ayrıntı ve izah getirmemiş, izah ve ayrıntıya Peygamber aleyhisselama yani onun hadislerine bırakmıştır.
Müslüman olarak hadisleri sahiplenmemiz bir anlamda Kur’an’ımızın anlaşılmasını, uygulanmasını kolaylaştırma demektir. Hadisler olmadan ele alınan bir Kur’an, onu ele alanın aklına göre şekillendirilmiş Kur’an’dır. Çünkü hadisler, Allah Teâlâ’nın ‘açıklayıcı’ kimliği ile gönderdiği Peygamberinin açıklamalarından oluşmaktadır. Eğer bir hadis bize, sorunsuz bir şekilde ulaşmış ise teslim olmamız, Müslüman kimliğimizin bir şartıdır.
c- Hadislerin bize ulaşması ile, Kur’an’ımızın bize ulaşması aynı olmamıştır. Kur’an, tek bir harfinde bile sıkıntı olamadan bize ulaşmıştır. Bütün mü’minlerin imanı böyledir.
VE SON SÖZ....
Peygamber sözünün anlamı
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendi adına ve kendi kültürünü yansıtarak
konuşmamıştır. O, Allah adına konuşmaya yetkili bir ağızdır. Onun sözlerinin
teyidi, Allah Teâlâ tarafından yapılmıştır.
Bunun için bir Müslüman, Peygamberi’nin sözlerine tereddütle yaklaşmaz.
Müslüman, hadisi tam bir teslimiyetle karşılamadıkça iman açısından sıkıntının
giderilmesi mümkün değildir. Hadisin işimize, menfaatimize uyması veya bizimle
ters düşmesi,yaşadığımız çağa uzak kalması gibi gerekçeler bizim hadise karşı
bakışımızı değiştirmemelidir.Yeter ki okuduğumuz veya duyduğumuz sözün ona
aitliği konusunda bir tereddüt bulunmasın.
Kur'an-ı Kerim'de Resûlullah sallallahu
aleyhi ve selleme itaat edilmesini, verdiği hükme rıza
gösterilmesini, ona muhalefet edilmemesini isteyen, bunu yapmayanları tehdit
eden yüzden fazla ayeti kerime vardır.
"Aralarında
hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde müminlerin sözü
ancak «işittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa
erenlerdir."-Nur Suresi, 51.ayet-
“Allah
ve Resûlü bir meselede hükmünü verdiği zaman, bir mü’min erkeğin yahut bir
mü’min kadının artık işlerinde başka bir yolu seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a
ve Resûlüne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüştür.” -Ahzab Suresi,36.ayet-
"De
ki Allah'a ve Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki Allah
kâfirleri sevmez."-Ali İmran Suresi,32.ayet-
Allahu
Teâlâ, Resûlü’nü kendi ile beraber bildirirken şu ayetlerde de sadece Resûlü’nü
bildiriyor:
"Resûlüme
uyun ki, doğru yolu bulasınız!"
-Araf Suresi,158.ayet-
"Resûl’e
itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur."
-Nisa Suresi,80.ayet-
"İhtilaflarda
seni hakem edip verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmeyen iman etmiş
olmaz." -Nisa Suresi,65.ayet-
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR