2. BÖLÜM ÎMÂN
Müslüman olmanın; teslim olma veya öldürülmekten korkmaya dayanması. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Bedeviler îman ettik dediler. De ki siz iman etmediniz, ancak 'teslim olduk' deyiniz.[Hucurat,14] Müslümanlık gerçek anlamda olduğunda şu âyetteki gibi olur: "Şüphesiz ki Allah katında din, İslâm'dır.[Âl-i İmran,19]
27- Sa'd b. Ebû Vakkas'ın oğlu Amir babasından şunu rivayet etmiştir: Sa'd'ın oturduğu bir sırada Allah Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir grup insana (zekât malından) bir şeyler verdi, benim en beğendiğim adama ise bir şey vermedi.
Ey Allah'ın elçisi! Falancaya vermemenin sebebi nedir? Vallahi ben onu mümin olarak görüyorum" dedim.
Allah Resulü: 'Yahut müslümandır" buyurdu.
Ben bir süre sustum. Sonra o adam hakkındaki bilgim sebebiyle dayanamadım ve bir kez daha: "Falancaya vermemenin sebebi nedir? Vallahi ben onu mümin olarak görüyorum" dedim.
Allah Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yine: Yahut müslümandır" buyurdu.
Sonra yine dayanamadım ve aynı şeyleri tekrarladım, Hz. Peygamber de aynı şeyi tekrarladı. Sonra da şöyle buyurdu:
"Sa'd! Başkasını daha çok sevdiğim halde bir adama, Allah onu yüz üstü ateşe atmasın diye mal verdiğim olur.[Hadisin geçtiği diğer bir yer:1478]
Açıklama
Buhâri konu başlığında şart cümlesi kullanmış fakat bunun cevabını, zaten bilinmesi sebebiyle zikretmemiştir. Burada kasdedilen, bu şekilde Müslüman olma halinde âhirette bunun bir yararının olmayacağıdır.
Buhârî'nin belirttiği ve delil getirdiği şey özetle şudur: İslâm kelimesi bazen şer'î hakikat anlamında kullanılır ki bu anlamda imanın eş anlamlısı olup, Allah katında yarar sağlar. Yüce Allah'ın şu âyetleri de bu anlamdadır: "Şüphesiz ki Allah katında din İslâm'dır", "Orada Müslüman bir ev halkından başkasını bulamadık".[Zariyat,36] İslâm kelimesi bazen de sözlük anlamında kullanılır ki bununla itaat ve teslim olma kasdedilir. Burada Buhârî'nin kasdettiği anlam şer'î anlamdır.
Hadisin konu ile uyumu şu açıdan açıktır: Müslüman kelimesi, iç durumu bilinmese bile Müslüman olduğunu açıklayan kişi hakkında kullanılır. Oysa bu kişi gerçek anlamda mümin olmayabilir. Çünkü bu kişi hakkında İslâm kelimesinin sözlük anlamı uygun olsa bile, dini anlamı uygun olmayabilir.
Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in "Yahut müslümandır" sözünün tenvi' ve teşrik için olduğu söylenmiştir. Teşrik için olması halinde Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sa'd'a "Ben onu mümin yahut Müslüman olarak görüyorum" demesini emretmiştir. Çünkü bu ihtiyata daha uygundur. İbnü'l-A'râbî'nin bu hadisi Mu'cem'inde şu şekilde rivayet etmesi bu görüşü reddetmektedir: "Mümin deme, bilakis o müslümandır". Bundan anlaşılmaktadır ki Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sözü ıdrâbtır (sözü bırakıp başka bir yere dönmektir). O zaman bu söz Sa'd'ın sözünü reddetmek olmayıp, "İç yüzünü gizli bir deneme ile denemediğin kişi hakkında Müslüman kelimesini kullanmak, mümin kelimesini kullanmaktan daha evladır" anlamına gelir. Çünkü kişinin Müslüman olduğu zahir hükümle bilinir. Hadisin konu ile ilgisini daha önce açıklamıştık.
Bu hadiste yer alan olayın aslı şudur: Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Müslüman olduğunu söyleyenlere, onların kalbini ısındırmak için bolca bağışta bulunurdu. Bu durumda olan bir grup insan Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bağış talebinde bulunmuş o da onlara mal verirken muhacirlerden olan Cuayl adında bir adama vermemiştir. Sa'd, o adam hakkında Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'le konuşmuştur. Çünkü o, Cuayl'ı yakından tanıdığından, onun bu bağışa diğerlerinden daha layık olduğunu düşünüyordu. Bu sebeple Sa'd, Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e birden fazla müracaatta bulunmuşur. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ona şu iki konuda yol göstermiştir:
1- Cuayl'i onlardan çok sevdiği halde onlara bağışta bulunup Cuayl'e vermemesinin sebebini bildirmek. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalplerini Müslümanlığa ısındırmak istediği bu kişilere bağışta bulunmamış olsaydı, onların dinden dönerek cehenneme gitmeyeceklerinden emin olunamazdı.
2- İç yüzü kesin olarak bilinmeyen bir konuda kişiyi övmemek, yalnızca dıştan bildiği şeyi söylemek. Bununla Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Sa'dın sözünü reddetmesinin sebebi anlaşılmış olur. Bu, Sa'dın sözünü tamamen reddettiği anlamına gelmez. Hz. Peygamber'in Sa'd'a söylemiş olduğu sözün sebebi ile ilgili iki cevaptan biri, onun Sa'd'a daha iyi olan hakkında görüşünü söylediğini belirtirken, diğeri de Sa'd'a Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sözünün gerekçesini açıklamaktadır.
Hadisten Çıkarılan Sonuçlar
Bu konu ile ilgili hadisten çıkan önemli bazı sonuçlar bulunmaktadır:
*İman ve İslâm, mahiyet itibarıyla birbirinden farklıdır.
*Olgun mümin olduğuna dair hakkında âyet-hadis bulunmayan kişilerin olgun mümin olduğuna dair kesin görüş belirtmekten kaçınmak gerekir.
*Bazı yorumcular bu hadisten yola çıkarak "Cennetlik olduklarına dair haklarında âyet-hadis bulunanlar dışında kimsenin kesin olarak cennetlik olduğu söylenemez" sonucunu çikarmışlarsa da bu, hadisten açık olarak anlaşılmaz.Evet hakkında nass bulunmayan kişi hakkında bu böyledir. (Ne var ki bu husus, bu hadisten çıkmaz).
*Bu hadis iman etmek için kelime-i şehadeti dille söylemiş olmayı yeterli sayan Mürcie mezhebinin aşırılarını da reddetmektedir.
*Devlet başkanı kamu yararı için ayrılmış mallarda tasarrufta bulunur. Bu tasarrufunda bazı kimseler işin iç yüzünü bilmiyor olsa bile o, öncelik sırasına riayet eder.
*Bir kimse, aracılığın caiz olduğuna inanıyorsa, devlet başkanı yanında başkaları için aracılık yapabilir.
*Alt konumda bulunan bir kişi, üst konumda bulunan bir kimsenin hata yaptığını düşündüğünde ona uyarıda bulunabilir.
*Şayet bir kötülüğe yol açmayacaksa, katında aracılık yapılan kişiye bir konu hakkında müracaat edilebilir.
*Zekât bölümünde Sa'dın "Kalkıp Hz.Peygamber'le gizlice konuştum" şeklindeki rivayetinde de geleceği üzere, nasihati gizli yapmak, açık yapmaktan daha evladır. Hatta açıktan nasihat yapmak bir kötülüğe yol açacaksa, nasihati gizli yapmak zorunlu hale gelir.
*Bir konuda kendisine görüş belirtilen kişi, karşı tarafın görüşünü yadırgamaz, doğru görüşün delilini ona açıklar.
*Şayet maslahat aracılık eden kişinin görüşünü terk etmekte ise, aracılık eden kişiye bunun gerekçesi anlatılır. Aracılık eden kişinin görüşünün reddedilmesi onun için bir kusur sayılmaz.
*Soru sorma (veya bir şey isteme) konusunda ısrarlı olmamak müstehaptır.
*Zührî şöyle demiştir: "Bu hadisten, İslâm'ın söz, imanın ise amel olduğunu anlıyoruz. "Bu, Cibril hadisine göre müşkildir. Çünkü bunun zahiri Cibril hadisi ile çelişmektedir.
Zührî'nin kastı şu olabilir: Kelime-i şehadeti getiren kişinin Müslüman olduğuna hükmedilir. Bu kişi amelde bulunmadıkça kendisine mümin denmez. Amel hem kalp hem organlarla yapılan amelleri kapsar. Organların ameli kişinin Müslümanlık sözünün doğru olduğunu gösterir. Cibril hadisinde zikredilen İslâm ise şu âyette kasdedilen kâmil Müslümanlık anlamında şer'î hakikattir: "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa bu kendisinden asla kabul edilmez".[Âl-i İmran,85]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder