12 Nisan 2016 Salı

Eğer Tevbe Eder, Namazı Kılar Ve Zekâtı Verirlerse Yollarını Serbest Bırakın

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN

17. Eğer Tevbe Eder, Namazı Kılar Ve Zekâtı Verirlerse Yollarını Serbest Bırakın [Tevbe Suresi,5]

25- Ibn Ömer'den 
(radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre Allah Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik edinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Şayet bunu yaparlarsa İslâm'ın hakkı hariç kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar, hesaplarını görmek ise Allah'a aittir".

Açıklama
Ayetteki "Şayet tevbe ederlerse..." ifadesine bakarsak: Hadîs, âyeti tefsir etmek üzere getirilmiştir. Çünkü âyetteki tevbeden kasdedilen inkârdan tevhide dönmektir. "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik edinceye..." sözü bunu tefsir etmektedir. Hadis bir başka açıdan da konu başlığına uymaktadır ki bu da Mürcie mezhebini reddetmektir. Çünkü onlar imanın amellere ihtiyaç bırakmadığını iddia etmişlerdir.

Bu hadisin söylenmesine sebep olan olay şunu göstermektedir ki, bazen bir hadis sahabenin büyükleri tarafından bilinmediği halde, onların dışındakiler tarafından bilinebilir. Bu sebeple rey ne kadar güçlü olursa olsun ona muhalif bir sünnet bulunduğunda rey dikkate alınmaz. "Bu durum falanca âlim tarafından nasıl bilinmez?" denilerek sünnete karşı çıkılmaz.

"Emredildim" sözünde emreden Allah'tır. Çünkü Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) emredebilecek olan sadece Allah'tır. Bunun benzeri sahabenin "bana emredildi" sözüdür. Burada emreden Hz. Peygamber'dir. Burada "bana diğer bir sahabî emretti" demeyi kastetmiş olamaz. Çünkü onlar müctehid olmaları itiba­rıyla başka müctehidin emrine uymazlar. Bu sözü tâbiûndan biri söylediğinde söz farklı şekillerde anlaşılmaya müsaittir. Özetle söyleyecek olursak, birine itaat etmekle tanınan kişi bu sözü söylediğinde bu emri verenin itaat ettiği o reis oldu­ğu anlaşılır.

"Şehadet getirinceye kadar" sözü ile zikredilen şeylerin bulunması, savaş­manın biteceği sınır olarak belirlenmiştir. Yani kelime-i şehadet getiren, namaz kılan ve zekât veren kişi, geri kalan hükümleri inkâr etse bile canı koruma altına alınmış olur. Oysa bu doğru değildir. Buna şu şekilde cevap verilir: Hz. Muhammed'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şahitlik etmek onun getirdiklerini tasdik etmeyi gerektirir. Ayrıca hadis metninde yer alan "İslâm'ın hakkı hariç" ifadesi bunların tümünü de dahil etmektedir. Şu sorulabilir: "Öyle ise neden bununla yetinmedi de namaz ve zekatı ayrıca zikretti?" Buna şu şekilde cevap verilir: "Bu, namaz ve zekatın yüceliği ve onlara gösterilen önem sebebiyledir. Çünkü bunlar bedenî ve malî ibadetlerin esasıdır."

Namaz Ve Zekâtı Terk Edenin Hükmü

"Namaz kılıncaya" yani namazı şartlarına uygun olarak kılmaya devam edinceye kadar. Burada namaz ile kasdedilen namaz cinsi değil, farz olan na­mazdır. Mesela tilavet secdesine namaz denilmesi doğru olsa bile bu hadisin kapsamına girmez ve ona mutlak manada namaz denmez. Şeyh Muhyiddin en-Nevevî şöyle demiştir: "Bu hadisten namazı kasten terk eden kişinin öldürüleceği anlaşılır."

Kirmanî'ye zekâtı terk edenin hükmü sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir: "Bu hadiste savaşmanın sona ereceği sınır olarak namazla zekât birlikte zikredildiğinden ikisinin hükmü birdir". Anlaşıldığı kadarıyla öldürme değil savaşma hükmü açısından Kirmanı bunu söylemiştir. "Savaşma ile öldürme arasındaki fark şudur: Namazı terk edenin aksine zekâtı vermeyen kişiden zekât zorla alı­nabilir. Kişi zekâtı vermemek için işi savaşmaya kadar götürürse onunla savaş da yapılır. Hz. Ebû Bekir 
(radıyallahu anh) zekâtı vermeyenlerle bu sebeple savaşmış, onlardan her­hangi birini özel olarak zekât vermemekten ötürü öldürdüğü nakledilmemiştir. Buna göre, "savaşmak" ve "öldürmek" ifadeleri arasında fark bulunduğundan bu hadisi namazı terk edenin öldürüleceğine dair delil olarak ileri sürmek tartışmalı­dır. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Dakîku'l-'îd Şerhu'l-'Umde isimli eserinde, namazı terk edenin öldürü­lebileceğine dair bu hadisi delil getirenleri reddetmek için oldukça uzun açıkla­malar yapmış ve şöyle demiştir: "Savaşmanın mubah olması, öldürmenin de mubah olmasını gerektirmez. Çünkü savaşmak, karşılıklı olarak savaşan iki ta­rafın bulunmasını gerektirir. Öldürmek ise böyle değildir."

Beyhakî, Şafiî'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Savaşmakla öldürmek arasında alâka yoktur. Çünkü bazı durumlarda bir kimse ile savaş yapılması helal olduğu halde aynı kişinin öldürülmesi helal olmaz."

Kalplerde Bulunanların Hesabını Görmek Allah'a Aittir
"Hesaplarını görmek Allah'a aittir" yani onların içlerinde gizledikleri şeylerin hesabını görmek Allah'a aittir. Bu, zahir amellerin kabul edileceğine ve zahirin gereğine göre hüküm verileceğine, imanı kabulde delilleri bilmeyi şart koşanların görüşünün aksine kesin inancın yeterli olduğuna delildir.

Bu hadisten, Allah'ın birliğini kabul eden ve O'nun koyduğu hükümlere bağla­nan, bununla birlikte bid'at ehli olan (ehli sünnet dışındaki mezheplere bağlı bulunan) kimselerin tekfir edilemeyeceği, inkârından tevbe eden kişinin, inkârının zahir veya batın olmasına bakmaksızın tevbesinin kabul edileceği de anlaşılmaktadır.

Cizye

Şöyle bir soru sorulabilir: Hadisten ilk anda Allah'ın birliğini kabul etme­yenlerle savaşılacağı anlaşılmaktadır. Şu halde cizye ödeyen veya antlaşma ya­pan kâfirlerle savaş nasıl terk edilebilir? Buna cevap olarak şunlar söylemiştir.

1. Hadisin yürürlükten kaldırıldığı (neshedildiği) iddiası: Cizye alma ve ant­laşma yapma iznini veren hükümler, bu hadislerden sonra gerçekleşmiştir.Bu iznin "müşriklerle savaşın" âyetinden sonra indirilmesi de bunu göstermektedir.

2. Bu hadis, genel bir ifadeye sahip olmakla birlikte kapsamındaki bazı hu­suslar tahsis edilmiştir. Çünkü emrin amacı, talep edilen şeyin gerçekleşmesidir. Bir delil sebebiyle bir kısmında bunun söz konusu olmamasının bir zararı yoktur.

3. Bu hadisteki "insanlar" şeklindeki genel ifadeden özel bir şey yani ehli ki­tap dışındaki müşrikler kasdedilmektedir. Nesaî'deki "müşriklerle savaşmakla emrolundum" ifadesi de bunu göstermektedir. Şayet "bu husus cizye ehl-i hak­kında geçerli olsa bile, antlaşmalı olanlar ve cizye vermeyenler hakkında geçerli değildir" denilirse buna şu şekilde cevap verilir: "Kabul edilemez olan, ateşkes durumunda olduğu gibi savaşın bir süreliğine geciktirilmesi değil tamamen or­tadan kaldırılmasıdır. Cizye ödemeyenlerle savaşılması ise âyet sebebiyledir."

4. Bu hadiste zikredilen şehadet vb. şeylerle kasdedilen, Allah'ın kelimesini yüceltmek ve buna aykırı davrananlara bunu kabul ettirmektir. Bu ise bazı kim­selerde savaşla, bazı kimselerde cizye ile bazılarında ise antlaşma ile olur.

5. Burada savaş kelimesi ile savaşmak kasdedilmiş olabileceği gibi, onun yerine geçen, cizye vb. başka bir şey de kasdedilmiş olabilir.

6. Ehl-i kitaba cizye konulmasının sebebi onları Müslümanlığa yönlendir­mektir. Sebebin sebebi de sebeptir. Bu durumda hadiste sanki şöyle denilmiş olmaktadır: "Ehl-i kitapla onlar Müslüman oluncaya veya onları İslama götüre­cek şeyi yükleninceye kadar savaşın." Bu görüş en güzel görüştür.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Hiç yorum yok: