Bismillahirrahmanirrahim
Nuh Tufanı
Hazret-i Nuh’un (Aleyhisselam) oğlu Kenan’la konuşması esnasında sular geminin bulunduğu seviyeye yükselmiş ve bir dalga gelip Ken’an’ı alıp götürmüştü. Artık gökten bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, yerden sular fışkırıyor ve çok şiddetli esen kasırgalar da, dağlar gibi dalgalar meydana getiriyordu. Karalar yavaş yavaş sulara gömülmekte ve gittikçe gözden kaybolmaktaydı. Fakat, dağlar gibi dalgalar arasında tam bir emniyet içinde yüzen Hazret-i Nuh’un gemisinde, huzur ve sükûn hakimdi.
Herkes halinden memnundu. Kendi kurtuluşlarına mukabil, senelerce kendilerine eza ve cefadan geri durmayan kâfirler güruhunun boğulmasına seviniyor, Hazret-i Nuh’la birlikte hamd ve şükürle günlerini geçiriyor ve tufanın sonunu bekliyorlardı. Hazret-i Nuh’a gemi yapması emri verildiği zaman, ayrıca gemiye mü’minleri, kendisinin ve O mü’minlerin evlat ve iyalini ve bir de hayvan neslinin devamı için, her türden birer dişi ve erkek hayvan alması emredilmişti.
Gemiye insanları yüklerken, öz oğlu olan Kenan’ı da içeri almak istemesi, Allah’ın bu emir ve iznine binaendi. Fakat buna muvaffak olamadan, Kenan boğulup gidince, Hazret-i Nuh (Aleyhisselam) bunun hikmetini bir anda anlayamamış; Cenab-ı Hakka şöyle niyazda bulunmuştu:
-“Ya Rabbi, oğlum Kenan benim ehlimdendir. Sen ise ehlimin necatını vadetmiştin. Halbuki sen va’dinden asla dönmezsin.”
Cenab-ı Hak cevaben şöyle buyurmuştu :
-“Ya Nuh, şunu iyi bil ki, o, senin ehlinden değildir. Zira o, kötü amel sahibi bir kâfirdir. Öyle ise, esasına vâkıf olmadığın, hikmetini bilmediğin şeyi benden sorma.”
Cenab-ı Hakkın bu ikazı üzerine Hazret-i Nuh (Aleyhisselam) , isteğinin isabetsizliğini anlamış, mahcup ve mahzun olmuştu. Demek ki, sadece nesebi yakınlığın, Allah katında hiç bir değer ve kıymeti yoktu. Nesebi yakınlığın şefaat vesilesi olabilmesi ‘için, imânın da bulunması, gerekliydi.
Talebinin yersizliğini bu şekilde anlayan Hazret-i Nuh, derhal:
-“Ey Rabbim, mahiyetini bilmediğim bir şeyi senden sormaktan sana sığınırım! Eğer sen beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, beni kim bağışlar ve merhamet eder? O zaman ben zarar edenlerden olurum.” diyerek Cenab-ı Hakka iltica etmiş ve O’nun merhamet ve affına mazhar olmuştur. Recep ayının 10’unda başlayıp bütün şiddetiyle devam eden Tufan suları, kısa bir müddet sonra, bütün karaları kapladı. Yeryüzü sadece denizlerden ibaret oldu. En yüksek dağlar bile görünmez olmuştu. Mü’minler selamete ermiş; kâfirler ise, tek kişi kalmamak üzere helak edilmişti. Vaad-i ilâhi böylece tahakkuk etmiş oluyordu.
Hazret-i Nuh’un (Aleyhisselam) oğlu Kenan’la konuşması esnasında sular geminin bulunduğu seviyeye yükselmiş ve bir dalga gelip Ken’an’ı alıp götürmüştü. Artık gökten bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, yerden sular fışkırıyor ve çok şiddetli esen kasırgalar da, dağlar gibi dalgalar meydana getiriyordu. Karalar yavaş yavaş sulara gömülmekte ve gittikçe gözden kaybolmaktaydı. Fakat, dağlar gibi dalgalar arasında tam bir emniyet içinde yüzen Hazret-i Nuh’un gemisinde, huzur ve sükûn hakimdi.
Herkes halinden memnundu. Kendi kurtuluşlarına mukabil, senelerce kendilerine eza ve cefadan geri durmayan kâfirler güruhunun boğulmasına seviniyor, Hazret-i Nuh’la birlikte hamd ve şükürle günlerini geçiriyor ve tufanın sonunu bekliyorlardı. Hazret-i Nuh’a gemi yapması emri verildiği zaman, ayrıca gemiye mü’minleri, kendisinin ve O mü’minlerin evlat ve iyalini ve bir de hayvan neslinin devamı için, her türden birer dişi ve erkek hayvan alması emredilmişti.
Gemiye insanları yüklerken, öz oğlu olan Kenan’ı da içeri almak istemesi, Allah’ın bu emir ve iznine binaendi. Fakat buna muvaffak olamadan, Kenan boğulup gidince, Hazret-i Nuh (Aleyhisselam) bunun hikmetini bir anda anlayamamış; Cenab-ı Hakka şöyle niyazda bulunmuştu:
-“Ya Rabbi, oğlum Kenan benim ehlimdendir. Sen ise ehlimin necatını vadetmiştin. Halbuki sen va’dinden asla dönmezsin.”
Cenab-ı Hak cevaben şöyle buyurmuştu :
-“Ya Nuh, şunu iyi bil ki, o, senin ehlinden değildir. Zira o, kötü amel sahibi bir kâfirdir. Öyle ise, esasına vâkıf olmadığın, hikmetini bilmediğin şeyi benden sorma.”
Cenab-ı Hakkın bu ikazı üzerine Hazret-i Nuh (Aleyhisselam) , isteğinin isabetsizliğini anlamış, mahcup ve mahzun olmuştu. Demek ki, sadece nesebi yakınlığın, Allah katında hiç bir değer ve kıymeti yoktu. Nesebi yakınlığın şefaat vesilesi olabilmesi ‘için, imânın da bulunması, gerekliydi.
Talebinin yersizliğini bu şekilde anlayan Hazret-i Nuh, derhal:
-“Ey Rabbim, mahiyetini bilmediğim bir şeyi senden sormaktan sana sığınırım! Eğer sen beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, beni kim bağışlar ve merhamet eder? O zaman ben zarar edenlerden olurum.” diyerek Cenab-ı Hakka iltica etmiş ve O’nun merhamet ve affına mazhar olmuştur. Recep ayının 10’unda başlayıp bütün şiddetiyle devam eden Tufan suları, kısa bir müddet sonra, bütün karaları kapladı. Yeryüzü sadece denizlerden ibaret oldu. En yüksek dağlar bile görünmez olmuştu. Mü’minler selamete ermiş; kâfirler ise, tek kişi kalmamak üzere helak edilmişti. Vaad-i ilâhi böylece tahakkuk etmiş oluyordu.
Tufanda Şeytan Neredeydi?
Cenab-ı Hak Hazret-i Âdem’i (Aleyhisselam) yaratıp O’na secde etmesini emretmesi üzerine Şeytan, gurur ve kibire kapılıp secde etmemiş ve Allah’a asi olmuştu. Bu yüzden huzur-u ilâhiden kovulurken, insanları azdırmak için Cenab-ı Hak’tan kıyamete kadar yaşama müsaadesi istemişti. O’nun bu isteği kabul edilerek, ölümü Allah’ın meşietiyle kıyamete kadar tehir edilmişti.
Bu bakımdan şeytan için Tufanda boğulmak bahis mevzuu değildi. Kaldı ki, Şeytanın vücut yapısı, insandan farklıdır. Yaşayış tarzı, tamamen ayrıdır. Tufan sırasında boğulması, bu açıdan da imkânsızdı. Binaenaleyh bazı tarihçilerin, tufanda boğulmaması için, bazı akıl dışı yollarla Şeytanı Nuh’un gemisine bindirmeleri, lüzumsuz bir gayrettir. Ve hurafat ve İsrailiyattan ibarettir.
Tufanın Sona Erişi
Bu kâinatın haşmetli Sultanının askerleri içinde iki nefer olan yer ve gök, Cenab-ı Hakkın “Hücum” emriyle ortalığı târ u mâr edip bütün kâfirleri helak ettikten sonra, yine O Sultanın: “Ey Arz sen suyunu yut! Ve ey Sema, Sen de suyunu tut.” Emri üzerine, hücumdan vazgeçip karargâhlarına döndüler. Böylece Arz suyunu yuttu, Sema da suyunu tuttu. Suların çekilmesiyle, dağlar gibi dalgalar arasında hiç bir hasar görmeden ve yolcularına hiç bir zarar gelmeden, Hazret-i Nuh’un gemisi O zamanlar Cûdi diye bilinen Musul yakınlarındaki küçük bir dağa oturdu. Karaların kuruyarak yaşamaya elverişli hale gelmesi üzerine, Cenab-ı Hak Hazret-i Nuh’a şöyle vahyetti:
-“Ya Nuh, Sen ve seninle beraber olan mü’minler, üzerinize tarafımızdan ihsan edilen bereket ve selâmetle, hep beraber yeniden yeryüzüne inin. Gerçekten kâfirler helak olup kurtuldular. Lâkin bu böyle devam etmiyecek. Senden ve senin yanında bulunanlardan, bereketli bir zürriyet gelecek. Onları yeryüzünde bir müddet yaşatacağız. Sonra da şimdi olduğu gibi günahları sebebiyle onlara tarafımızdan elem verici bir azap isabet edecektir.”
Tufan Hakkında İlim Ne Diyor?
İhtiyar dünyamızın yaşı, Kozmik (ateş) safhası hariç, üç milyar yıl civarında tahmin edilmektedir. Bu uzun zaman içerisinde dünyamızın müteaddid defalar, Transgerissiyon (Deniz basması) ve Regressiyon (Deniz çekilmesi) olaylarına sahne olduğunu, Jeoloji ilmi tesbit etmiştir. Deniz basması hadisesinden sonra, denizlerin çekilmesi hadisesinin yüzlerce yıl devam ettiği gibi, bir kaç ay gibi kısa bir zaman sürdüğü de yine ilmen sabittir. Jeoloji ilmine göre yeryüzünde insanın yaratılışı Kuvaterner (Dördüncü zaman) in Holosen Devri ortalarına raslar. Yeryüzü son olarak insanın yaratılışından bir müddet sonra, kısa süreli bir deniz basması ve çekilmesi hadisesine şahit olmuştur.
Deniz bastığı zaman, O sahalarda tortul kayalar meydana gelmekte ve bunların kalınlığı bu deniz basması ve çekilmesi hadiselerinin zamanını vermektedir ki son deniz basması hadisesinde meydana gelen tortul kayaların kalınlığı bu hadisenin birkaç ay gibi kısa bir zaman devam ettiğini ortaya koymuştur. Böylece Kur’an-ı Kerimin on dört asır evvel haber verdiği bir hakikat, bu gün ilmi araştırmalarla da tesbit edilmiş oluyor.
Gerçekten dünyamız pek çok safhalardan geçtikten sonra, insanın yaşamasına elverişli hale gelmiştir. Hazret-i Âdemin Dünyaya gönderildiği devreye Dördüncü zamanın Holosen devri diyen ilim, “İnsan neslinin zuhurundan bir müddet sonra, birkaç ay süren bir deniz basması ve çekilmesi hadisesi vuku bulmuştur” derken, büyük ihtimalle altı ay kadar süren Hazret-i Nuh Tufanı hadisesini ifade etmiş olmaktadır.
Deniz basması ve çekilmesi hadiselerine, tortul kayaların yanı sıra sadece denizde yaşayan hayvanların yüksek dağ başlarında bulunması da ışık tutmakta ve isbat etmektedir. Bu fosillerin yaşlarının farklılığı da, bu hadiselerin birkaç defa olduğunu gösterir. Transgerissiyon ve Regressiyon hadiseleriyle, med ve cezir hadiseleri birbirine karıştırılmamalıdır. Bunlar birbirinden farklıdırlar.
Tufanın Kapladığı Alan
Birçok alimlerin görüşüne göre, Tufan hadisesi, Arabistan yarımadası ve civarını içine almıştır. Çünkü o zaman insanlar sadece buralarda yaşıyorlardı. Bu bakımdan Tufan, bütün insanları içine almakla insanlık bakımından umumi olmuş; fakat sadece bu insanların yaşadığı sahayı içine almakla, yeryüzüne nisbetle de hususi kalmıştır.
Cenab-ı Hakkın izniyle tufanın sona ermesi, geminin karaya oturması ve yeryüzünün yaşamaya elverişli hale gelmesiyle, gemidekiler altı ay sonra, on Muharrem günü, kimsenin burnu bile kanamadan karaya ayak bastılar. O gün kurtuluşlarına bir şükran borcu olarak, oruç tuttular. Yiyecek ve içeceklerden ellerinde kalanın hepsini bir araya getirip, Aşure çorbası dediğimiz yemeği yaptılar. Hayalen o günleri yaşamak ve ibret almak, onların kurtuluşuyla bizim de dünyaya gelmemize vesile olduklarını hatırlayıp hamd ve şükürlerde bulunmak için, Muharremin onuncu gününde bizim de oruç tutmamız sünnet olmuştur.
Yeni Bir Hayat Başlıyor
İnsanoğlunun yeniden çoğalmasına Hz. Nuh (Aleyhisselam) sebeb olduğu için, ona, “Ebu’l-Beşer-i Sani” (İnsanoğlunun İkinci babası) veya “Adem-i Sani” (İkinci Âdem) denilmiştir.
Hazret-i Nuh (Aleyhisselam) , sabır, sebat ve azimde- nümune-i imtisal idi. Gizli ve açık her yerde Allah’a yalvarır, kalbini bir an bile ondan ayırmazdı. Her işinin başında Bismillah, sonunda Elhamdülillah derdi. Hiçbir halinden şikâyetçi olmazdı. Her halü kârda şükrettiği için, Kur’anda Şekûr (Çok, çok, bol bol şükreden) sıfatıyla tavsif, buyurulmuştur.
Hazret-i Nuh, kırk yaşları civarında peygamber olduktan itibaren, 950 sene hiç yılmadan Risalet vazifesini ifa etmiştir. Sonra Tufana şahit olmuş ve kuvvetli rivayetlere göre, Tufan sonrası altmış senelik bir ömürden sonra Rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. O’nun bütün ömrü, 1050 senedir. Tufandan sonra insanoğlu, Hazret-i Nuh evlatlarından ve onunla beraber olanların neslinden çoğalmıştır. Rivayete göre, Hazret-i Nuh’un oğullarından SAM, Arap, Fars ve Rumların babası; HAM, Sudanlıların babası; YÂFES de Türklerin babasıdır. Dünya üzerindeki milletler, sadece yukarda ismi geçen milletlerden ibaret olmadığına göre, diğer milletler de, Hazret-i Nuh’la beraber kurtuluşa eren mü’minlerin neslinden olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.
“peygamberler tarihi” ansiklopedisi
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder