6 Ocak 2015 Salı

417.HZ.NUH (Aleyhisselam) -1-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Hazret-i İdris’in as semaya çekilmesinden sonra, onun yolundan ayrılmayan bazı din alimleri, ümmeti irşada devam ettiler. Bu kıymetli alimler, Arap yarımadasının muhtelif bölgelerinde dağınık olarak oturan insanları, iman ve istikamete davet etmek hususunda ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Güzel ahlâk ve davranışları ve hoş sohbetleriyle insanların gönlünde yer ettiler. Halk, onlarla konuşmaktan, onlardan bahsetmekten büyük bir zevk duyuyordu. Nihayet her fani gibi, bu alimler de hizmetlerini yapıp, ahiret âlemine göç ettiler. Bunlardan her biri vefat ettikçe, insanlar üzerinde derin bir üzüntü meydana geliyordu. İnsanlar, onları unutamıyorlardı.

Fakat, bu iyi insanların arasında şeytan fikirli, nefisperest, hileci bazı insanların da bulunması, imtihan yeri olan dünya hayatının muktezası idi. İşte bu kötü niyetli insanlar, halkın vefat eden bu din büyüklerine olan halis ve samimi muhabbet duygularını istismara teşebbüs ettiler.

Mü’minlerin ileri gelenlerine sanki onlardan imişler gibi yaklaşarak şöyle dediler:

-“Bu değerli alimlerimizin zamanla unutulacağı ve nasihatlarının tesirlerinin kaybolacağı ihtimali, bizi endişelendirmektedir. Halbuki bunların bulundukları yerlere birer nişan diksek ve hattâ onların bir küçük timsallerini evlerimizde bulundursak hem onlar unutulmamış, hem de halk onların nasihatlarını devamlı hatırlayarak, doğru yoldan uzaklaşmamış olur."


 Böylece altında kötü niyetlerin yattığı bir zararlı fikri telkin ettiler.

İlk bakışta kendilerine güzel ve makul görünen bu fikir, herkes tarafından benimsendi ve çok da taraftar buldu. Bunun üzerine bu alimlerin en büyüklerinden olan Vedd, Süva, Yeğus, Yeuk, Nesr ismindeki kıymetli zatların irşatta bulundukları yerlere aynı isimle, ateşten muhtelif şekillerde yontulmuş heykeller dikildi. Güya feyzlerinden istifadeyi kolaylaştırmak maksadıyla da bunların küçük boydaki suretlerini evlerde bulundurmaya başladılar. Her beldede, halk, farz ibadetlerinin yanı sıra muayyen zamanlarda bu heykellerin etrafına toplanır, o alimlerin nasihatlarını hatırlar ve böylece onların göstermiş oldukları doğru yoldan ayrılmamaya gayret ederlerdi. Evlerindeki küçük heykelleri de bu nasihatları hatırlatıcı ve kendilerini ikaz edici kabul ederlerdi.

İlk Putperestlik
Fakat aradan zaman geçtikçe, bu fikri ortaya atan münafıkların sinsi çalışmaları yüzünden, halkın inanç ve ibadetlerinden değişiklikler meydana gelmeye başladı. Babalarının yaptıklarını görüp aynını taklit eden genç nesil arasında, bu dikili taşlar, Allaha yapılan ibadetlere vesile olmaktan çıktı, insanlar, bu taşların dikiliş gayesini hatırlamaz oldular. Bizzat taşların kendisine üstün sıfatlar izafe etmeye ve onlara tapmaya başladılar. Neticede: Babalarının halis bir niyetle ihdas ettikleri bu âdet, ibadet yerine geçti ve bu dikili taşlar da ma’but hükmünde kabul edildi.

Yeryüzünde Allahı bırakıp putlara tapma adeti, ilk olarak işte bu şekilde başlamış oluyordu.İnsanlar gittikçe azıtıyor kainatta her şey yaratılış gayesine uygun hareket ederken, bitkiler hayvanların imdadına, hayvanlar insanların yardımına koşarken, arz ve sema herşey kainattaki ilâhi nizama zerre kadar isyan etmeden tam bir itaat içinde bulunurken; insanlardan çokları bu şuursuz mahluklardan aşağı düşmüşlerdi. Allaha ibadet etmekten vaz geçip, cansız, şuursuz ve aciz taş parçalarına tapınmak gibi kainatı hiddete getirecek bir küfür ve zulüm çukuruna yuvarlanmışlardı. Bununla da kalmayıp, her türlü fenalığı, ahlaksızlık ve zulmü irtikap eder olmuşlardı.  Cenab-ı Hakkın, “Bir beldeye peygamber gönderip onun vasıtasıyla hakkı duyurmadıkça, o beldenin ahalisini helak etmeyeceği” ne dair va’di olmasaydı, bu zalim ve sefil kavim çoktan helak olmayı haketmişlerdi.

Hazret-i Nuh Peygamber
Hak ve adaletten uzaklaşan bu ahlâksız kavmin içinde Küfe civarında bazı kimseler yaşıyordu ki, bunlar o güne kadar hiç bir zaman Allah’tan başkasına ibadet etmemiş; Tevhid dininden asla ayrılmamışlardı. İşte Hz. Nuh’un ailesi de bu kimseler arasındaydı. Mes’ut ve imanlı bir ailenin çocuğu olan Hz. Nuh, halim-selim, mütefekkir bir kimse idi. Onda başkalarında olmayan bir çok üstün meziyetler vardı. Üstelik İdris Aleyhisselâmın da neslinden gelmekte idi. Nuh’u Idris Aleyhisselâma bağlıyan nesep zincirinde tevhit dininden ayrılan tek kişi yoktu. Hepsi de Idris Aleyhisselâmın şeriatı üzere amel ediyorlardı.

Hazret-i Nuh’un Peygamber olması
Hazret-i Nuh Peygamber, kırk yaşlarına gelince, sapıklığı son haddine gelmiş olan kavmini irşad ile vazifelendirildi. Allah tarafından vahye mazhar kılınıp peygamberlik verildi. Ayrıca Cenab-ı Hak kendisinden Misâk-ı Galiz aldı. Hazret-i Nuh, kavminin durumunu ve ahlâkını yakinen bilerek, her türlü sıkıntıyı göze alarak peygamberlik vazifesini kabul ediyordu. Allaha güvenip dayanarak akıllara hayret veren çetin mücadelesine başlıyordu.

Kavmiyle çetin mücadelesi
Hazret-i Nuh, peygamber olduktan sonra, istikamet çizgisinden çıkarak iyice bozulan cemiyet hayatının karşısına birden bire çıkmadı. Önce, o durumda en uygun tebliğ şekli olan, halkı tek tek, gizliden gizliye davete başladı. Gece gündüz durup dinlenmeden bu vazifesine devam etti. Fikri taraftarları ve maddi kuvveti olmayan bir dava adamı için, o şartlar altında fikrini yayabilmenin en uygun yolu, bundan başka olamazdı. Bir müddet geçtikten sonra, Hazret-i Nuh, davetini alenileştirmeğe başlamıştı. Yavaş yavaş davet halkasını genişletiyordu. Müşrik kavmine, böyle gittikleri takdirde başlarına gelip çatacak dehşetli bir azabdan haber vermekteydi. Onlar ise, Hz. Nuh’u dinlememek için parmaklarını kulaklarına tıkıyor; yüzünü görmemek için de, elbiselerini başlarına örtüyorlardı.

Böylece hem O’nun moralini bozmak, hem de ye’se düşürmek istiyorlardı. Hatta zaman zaman, Hz.Nuh’u rencide edecek çok ağır sözler de söylemekteydiler. Bazıları daha da ileri giderek, işi kaba kuvvete kadar götürüyordu.Mesele bu kadar alevlenince Hazret-i Nuh Peygamber, davasını iyice alenileştirip açıkça ilan etmeye başladı. Fakat putperest kavim, kendilerini kurtuluşa ve selâmete çağıran şefkatli Nebi Hazret-i Nuh’u dinlememekte direniyordu. Tebliğ vazifesine engel olmak için, ne lazımsa yapıyorlardı. Fakat Hz. Nuh Peygamber, Rabbine dayanıp, yılmadan usanmadan ve onların zulüm ve hakaretlerine aldırış etmeden, kudsi davanın yolunda azimle ilerliyor, kavmini her fırsatta doğru yola çağırmaktan bir an bile geri kalmıyor, tebliğe mani olmak için zor kullanıldığı zamanlar, duruma göre bazen açıktan, bazen da gizliden gizliye hakkı anlatmaya devam ediyordu. İlâhi davasının yayılması için, önüne çıkan her fırsatı değerlendiriyordu.

Hazret-i Nuh Kavmin ileri gelenleriyle
Hazret-i Nuh, büyük bir azim ve sebatla, hiç yılmadan, senelerce hakkı tebliğe devam etti. Bu kadar büyük bir gayretin neticesi olarak, sayılan az da olsa etrafında bir müminler cemaatı meydana gelmeye başlamıştı. Nuh kavminin putperest idarecileri türlü türlü zulüm ve ihanetlere başvurdukları halde, ne Hazret-i Nuh’a ne de onun bu sadık ashabına hiç bir şey yapamıyorlardı. Her geçen gün insanların sayısının birer ikişer artması onları kahrediyordu, çeşitli endişelere sevk ediyordu. Bu sebeple, gün geçtikçe yayılan bu iman ceryanının kökünü kazıyacak yeni yeni yollar arıyorlardı.

Hz. Nuh ise, kendisine yapılan kötü muamelelerin hiçbirine aldırış etmiyor;

-“Ben, sizleri Allahın azabından korkutan bir peygamberim. Allahtan başkasına ibadet etmeyin. Yoksa sizi mahv u perişan edecek olan acıklı bir günün azabından cidden endişe ediyorum.” diyerek, tebliğine devam ediyordu.

Müşrikler, Hz. Nuh’a en çok şu noktadan itiraz ediyorlardı:

-“Sen peygamberim diyorsun. Halbuki sen de bizim gibi” bir insansın. Bizim gibi insandan nasıl peygamber olur? Hem senin peşinden gelen adamların hepsi de, aşağı tabakadan, fakir ve sefil insanlar. Eğer sen gerçekten peygamber olsan ve davan da hak olsaydı, sana bizim gibi akıllı ve eşraftan olanlar tabi olurdu. Sizin bizden hiç bir üstün tarafınız yok. Bu durumda bizim size tabi olmamızı nasıl isteyebilirsiniz”

Hazret-i Nuh ise, her seferinde onlara şöyle cevap veriyordu:

-“Ey kavmim! Benden önce gelen peygamberler birer insan olduğu gibi, ben de insanım. Rabbim beni peygamber olarak gönderip, davamı tasdik için de bazı mucizeler ihsan etmiştir. Ben de onları, davama delil olarak size gösteriyorum. Sizler bundan göz yumup iradenizi kullanmaz ve imana gelmezseniz bana bir zarar vermiş olmazsınız. Ben sizi zorla iman ettirecek değilim. Benim vazifem sadece tebliğdir. Fakat bu davranışınızla, kendi kendinize yazık etmiş ve elim bir azaba maruz kalmış olursunuz. Bana iman eden mü’minlere gelince onların fakirlerden veya zengin ve eşraf tabakasından olması, davamızın hakkaniyetine halel vermez. Peşimden gelenler, hakkı kabul edip doğru yolu seçtiler. Sizin geçici olarak sahip olduğunuz mallar ve evlatlar ise, sizin hakikati görmenize mani olup haktan yüz çevirmenize sebeb oldular. Ey kavmim, hakikat budur! Artık gerisini siz bilirsiniz.”

Her şeyi, madde, makam ve kuvvetle değerlendiren putperestlerin, Hazret-i Nuh’un ve ona tabi olanların fakirliğinden tahkir ederek bahsetmesi, onların insanlık ölçüsünden ne derece uzaklaştıklarını apaçık göstermektedir.


Devam edecek...

“peygamberler tarihi” ansiklopedisi

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: