10 Mart 2013 Pazar

(Ehl-i Sünnet).İNANIYORUZ AMA DOĞRU MU İNANIYORUZ?(2)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”Bismillahirrahmanirrahim

Biliyor musunuz..Daha önce okuduğum kaynaklarda karşıma sürekli bir "Ehl-i sünnet" kavramı çıkıyordu ama bu nedir demiyordum.Şöyle sanıyordum ; müslümanların itikadı belli, bütün herkeste aynı şeye inanıyor...Ta ki bir gün şu hadisle karşılaşıncaya kadar:


 (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir)(Tirmizi)

Çok şaşırmıştım. Müslümaların nasıl farklı görüşleri olabilirdi ki; Kur'an vardı, sünnet vardı. O kurtuluş fırkası hangisiymiş diye araştırırken önüme yine "Ehl-i sünnet" çıktı ve ben bir kaç ay sürecek bir araştırmaya girdim.İkinci defa tefsir çalışmaya başlamıştım ;onu bir kenara bıraktım çünkü önce neye inanmam gerekiyor onu öğrenmem lazımdı;bunun şakası olabilir miydi? Doğru davrandığımı sonradan anlayacaktım çünkü bazı din adına konuşan kişilerin neden farklı şeyler söylediğini bir türlü kafamda oturtamamıştım.Hangisinin doğru söylediğini nasıl anlıyacaktım.Anahtar kelimeyi bulmuştum.. "Ehli Sünnet".  Bu konularda yeterli bilgi sahibi olunmayınca,Tv ye çıkan veya kitap yazan ve  din adına fikir beyan eden kişilerden (ehil kişilerden bahsetmiyorum) ezber bozan beyanlarının insanın nefsine  ne kadar hoş geldiğini tahmin etmek zor değil elbette.Zaten bir çok ibadet var ve  hiçbirini yapmıyorsunuz veya birkaçını yapıyorsunuz;biri çıkıyor diyor ki Kur'an'da namaz 5 vakit zikredilmiyor,3 vakit geçiyor veya cuma namazı diye bir namaz yoktur gibi yüzlerce görüş atıyor ve biz de bunu bir ilahiyatçı veya profesör söylüyor diye bunların görüşünü benimsemeyi tercih ediyoruz.Araştırmak yok,sorgulamak yok .Bu çok önemli bir mesele ama bizler öyle bir dünya işlerine dalmışız ki sanki ebedi hayat burada  .


Şöyle bir kendimizi sorgulayalım...Gün içerisinde Allah-ü Teala'yı ne kadar hatırlıyoruz? Hele bir de namazda kılmıyorsanız belki hiç!!! Rabbimizin
(Celle celaluhu) huzurunda hesap verirken bize soracağı şu soruya ne cevap vereceğiz: "Ben hep seninleydim ya sen kiminleydin?
Gelin bu duyarsızlığımızdan kurtulalım ,ölüm hepimiz için tek gerçek.Allah'ımızın (Celle celaluhu)huzurunda yanımızda bizi koruyacak,kurtaracak ne malımız,ne ailemiz olacak...Huzurda ve tek başına olacağız...Kum taneleri kadar  günah...bir de üstüne bozuk bir itikad.

Şimdi aklımızı doğru yerde kullanmamızın zamanı işte.Rabbimiz bize aklı kendi nefsimize uygun bir din yaratalım diye vermemiş.Biz Müslümanlar kaynağı aklı olanları değil bize Peygamberimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nakil ile gelen Ehl-i sünnet itikadını öğrenip hiç olmazsa amellerimizde eksiklik olsa dahi itikadımızın düzgün olmasıyla kurtuluşa erenlerden oluruz inşallah.


Ehl-i Sünnet kime denir?

 Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine ve ashâbının (radıyallahu anhum)yoluna bağlı olan ve onların izlediği dini yol ve metodu benimseyenlerdir. Kitap ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş, ihtilâf ve tefrikadan sakınmış, dinde münakaşaya sebep olan hususlarda aklı değil, Kitap ve Sünneti kaynak alan, nasları esas kabul eden topluluktur. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine tâbı olanlara ehl-i sünnet; onun sahâbîlerini âdil kabul ederek onların din hususundaki metodunu takip edenlere de ehl-i cemaat ikisine birlikte "ehl-i sünnet ve'l-cemaat" denilmiştir.

Ehl-i sünnet vel cemaat itikadının doğru tarifi şöyledir:

Sünnet, Resulullah'ın bildirdiği yoldur. Cemaat da Eshab-ı kiramdır. Sünnet ve cemaat ehli yani Ehl-i sünnet vel-cemaat, Resulullah'ın ve Eshab-ı kiramın gittikleri, itikattaki tek doğru yol demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Kurtuluş fırkası, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır.) [Tirmizi]

Dikkat edilirse, Resulullah efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sadece (Benim yolum kurtuluş yoludur) demiyor, (Benim ve Eshabımın yolundan giden kurtulur) buyuruyor.

İmamı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da söylemesine lüzum olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (C. 1, m. 80)

Cenab-ı Hak, (Sana uyan, bana uymuş olur) buyuruyor. Resulü de, (Benim Eshabıma uyan, bana uymuş olur) buyuruyor. Demek ki Eshabın yolu Allah'ın yoludur, farklı değildir. 


 Sünnet: İslâm toplumunun yani ümmetin oluşması için Hz. Peygamber'in usûlünün esas alınması ve peygamberi usûlü ittifakla takip eden sahabi cemaâtının yolunun izlenmesidir. İslâm toplumunun fikrî ve amelî oluşumunu sağlayan, Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamberin sünnetidir. 
Bunun için Allah Teâlâ, Kur'an ile birlikte Peygambere tabi olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir. "Allah, önceleri açık bir şaşkınlık içinde olan inananlara, Allah'ın âyetlerini okuyan, kötülükten arındıran, Kitabı (Kur'an) ve hikmeti (sünnet) öğreten ve size daha bilmediğiniz nice şeyleri de öğreten bir Peygamber gönderdi" (el-Bakara, 2/151).

Kötülükten arındırmak (tezkiye), haram ve helâli Kur'an'dan öğrenmek ile tefsir edilmiş, hikmet ise, ittifakla "sünnet" olarak kabul edilmiştir.

Kur'an; farzı, vâcibi tayin etme, helâli, haramı belirleme açısından Allah'ın hükmü ile, Rasûlünün hükmünü, iki temel esas kabul etmiştir. "Allah ve Rasûlünün yoluna aralarında hüküm vermesi için davet olunduklarında, inananlar; "dinledik ve itaat ettik" diye cevaplar. İşte ancak bunlardır kurtulanlar" (en-Nûr, 24/5).


Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), "size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur (Müslim, 412, İbn Mâce, Mukaddime, 1).

 Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. Kur'an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek tarih boyunca bütün bid'at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyanet çeşididir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bu durumun ileride ortaya çıkacağını haber vererek, dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır. "Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size "Kur'an yeterlidir; Kur'an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin" diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur'an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir" (Ebû Dâvûd, Sünne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131).

İmrân b. Husayn 
(radıyallahu anh), bize Kur'an yeterlidir, sünnete gerek yoktur, diyen bir adama şöyle seslenir: " sen Kur'an'da öğlen namazının dört rekât olduğunu, kıraatinin gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur'an bize çok şeyleri müphem (belirsiz) bırakmış, sünnet onları açıklamıştır."

 Abdullah b. Mesud (radıyallahu anh)"Allah'ın, yaradılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini" haber verirken bir kadın "bunlar Kur'an da var mı?" diye sorar. Abdullah b. Mesud şöyle der: "Var tabii, sen şu âyeti okumuyor musun": "Rasûlullah size neyi emrederse onu yerine getiriniz neyi yasaklarsa ondan kaçınınız'' (el-Haşr, 59/7; Abdullah b. Zeyd, Sünnetü'r-Resûl Şakîkatu'l-Kur'ân, s.54).

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur. Ashâba uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetilmiştir. "İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır" (Ebû Dâvûd, Sünne, 5).

Kur'an-ı Kerim'de de sahâbîler hakkında şöyle buyurulur: "İlk iman eden, en ön safta bulunan muhacirlerle ensar ve onlara iyilikle tabi olanlardan, Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular. Allah onlar için ebedî kalacakları, altında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/100).


Allah'ın sahabeleri övmesi, sonradan gelen ümmetin onlara tabi olmasını, övülmek için onlara uyun, onlar gibi olun, manasını zımnen ifade eder. Sahabelerden sonra gelen Tabiîn cemaâtından da iyilikle sahabelere uyanların; Allahu Tealâ'nın övgüsüne dahil olduğunu görüyoruz. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bir hadisinde bunu şöyle açıklar: "Ümmetimin en hayırlı dönemi, benim içinde yaşadığım dönemdir. Sonra da onların peşinden gelenlerin dönemidir" (Buhâri, Fedâilu's-Sahâbe, 1). 

Sahâbilerin Allah ve Rasûlü tarafından övülmesi, sonrakilerin de onların yoluna iyilikle uymak kaydıyla bu övgüye dahil olması hadis-i şeriflerinde uyulması tavsiye edilen "cemaât"ın, sahâbîler ve tabiin cemaâtı olduğunu gösteriyor.

Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), "size ashabımı (onlara tâbi olmayı) tavsiye ederim, sonra onların peşinden gelenleri, sonra da onların peşinden gelenleri. Daha sonra yalan yaygınlaşacaktır."

 Başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın rahmet eli cemaât ile beraberdir" (Tirmizî, Fiten, 7). Hz. Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),in cemaatı tavsiye etmesi ve firka-ı nâciyenin (azabdan kurtulacak kesimin) cemaât olduğunu söylemesi, cemaât'ın kimlerden ibaret olduğunun belirlenmesini gerektirmektedir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunlardan bir topluluk hariç hepsi cehennemliktir" buyurmuştur. O topluluğun kimler olduğu sorulunca "benim ve ashabımın yolunda olanlar" diye cevaplamıştır. Bir rivâyette "cemaât" denilmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'sevâdu'l a'zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim" (İbn Mâce. Fiten. 8). 

Sevâdu'l-a'zam: Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, II, 419).

Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cemaâta, sevâdu'l a'zama tabi olunmasını emretmiştir. Cemaât; ilk dönemde, sahabîler; sonraki dönemlerde ise sâlih amel sahibi bilginlerdir. Abdullah b. Mübarek'e cemaat kimlerdir? denilince "Ebû Bekr, Ömer (r.a.)dır" diye cevap vermiş, "Onlar öldü", denilince de yine "falan ve falandır" demiştir. Onlar da öldü, denilince "işte şu Ebû Hamza es-Sekkerî cemaâtdır" der (Tirmizî, Fiten, 7). İmâm Tirmizî şöyle der: Âlimler, cemaâtı şöyle tarif etmişlerdir: "Ehl-i fıkıh, ehl-i ilm ve ehl-i hadis cemaâttir" (Tirmizî, Fiten, 7).

 Bu anlamıyla, âlimler cemaâtının sapıtması mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"Allahu Teâlâ ümmetimi sapıklık üzerine bir araya getirmez. Allah'ın rahmet eli cemaâtledir. Kim cemaâtten ayrılırsa; cehenneme atılacaktır" (Tirmizî, Fiten, 7) diye buyurmuştur.

Şehristânî'nin tarifine göre "cemaât, bir sünnet ve metod üzerinde ittifak etmiş insanlar topluluğudur" (Şehristânî, el-Milel, 1, 47).


Rabbimiz hepimize Ehl-i Sünnet vel cemaat olarak haşr olmayı nasip etsin . AMİN.


İtikad Risalesi

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR



Hiç yorum yok: