28 Haziran 2013 Cuma

72.KİM İSTEMEZ!!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Allah'a yakın olmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir.O halde secdede iken duayı çoğaltın."( müslim.)

Bir hac sevabı kazanmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"ramazan ayında yapılan bir umre,bir hacca veya benimle beraber yapılmış olan bir hacca denktir."(buhari /muslim)

Cennet'te bir ev sahibi olmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"kim Allah için bir mescid inşa ederse, Allah cc ona Cennet'te onun bir mislini inşa eder."( muslim)

Allah subhanehu ve teala'nin rızasına ulaşmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"muhakkak ki Allah ,şu kulundan razı olur ki, o, bir yiyecek yer de bunun üzerine Allah'a hamd eder;bir içecek içer de bunun üzerine Allah'a hamd eder."(muslim )

Yaptığın duanın kabul olmasını ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"ezan ile kamet arasında yapılan dua red olunmaz."(ebu davud )

Bütün bir yıl boyunca oruç tutmuş gibi bir ecrin sahibi olmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"her aydan üç gün oruç tutmak,bütün bir yılı oruçla geçirmek gibidir."(buhari ve muslim)

Dağlar kadar büyük ecir sahibi olmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"her kim bir cenaze namazı kılarsa ona bir kırat ecir vardır.Her kim de cenaze namazını kılar sonra da o cenazenin defnedilmesine iştirak ederse ona iki kırat ecir vardır."
Denildi ki;"iki kırat nedir?"
Rasulullah sav dedi ki;"iki büyük dağ gibidir."(buhari / muslim )

Cennet'te Rasulullah sav ile beraber olmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"ben ve yetime kefil olan(ihtiyaçlarını temin eden) kişi Cennet'te şöyle olacağız."sonra işaret parmagı ile orta parmağını gösterdi.
(bu hadisi buhari rivayet etmistir.)

Allah yolunda cihad eden yada sürekli oruç tutan yada sürekli namaz kılan bir kişinin ulaştığı ecir gibi bir ecrin sahibi olmak ister misin?

Rasulullah sav şöyle buyurdu;"dullarin ve miskinlerin yardımına koşan, Allah yolunda cihad eden mucahid gibidir.(ravi,ve de şöyle dediğini sanıyorum, dedi)
"hiç kesilmeden namaz kılan,ve hiç ara vermeden oruç tutan gibidir."(bu hadisi buhari ve muslim rivayet etmistir.)



Rasulullah sav'in bizzat kendisinin sana cenneti garanti etmesini ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"Her kim bana, iki yanağı ile iki bacağı arasındakini garanti ederse,ben de ona cenneti garanti ederim."(bu hadisi buhari ve muslim rivayet etmistir.)

Öldükten sonra da amellerinin kesilmemesini ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"insan öldükten sonra amelleri kesilir,ancak şu üç kişi hariç; sadakai cariye bırakan,faydanılan bir ilim bırakan,kendisine dua eden salih bir evlad bırakan."(bu hadisi muslim rivayet etmistir.)

Cennet'in hazinelerinden bir hazine ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"la havle vela kuvvete illa billah."deyin.(bu hadisi buhari ve muslim rivayet etmistir.)

Bütün bir gece boyunca namaz kılmış gibi ecir sahibi olmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu:"her kim yatsı namazını cemaatle kılarsa , gecenin yarısını namazla geçirmiş gibidir ve her kim sabah namazını cemaatle kılarsa gecenin tamamını namazla geçirmiş gibidir."(bu hadisi muslim rivayet etmistir.)

Bir dakikada Kuran'ın üçte birini okumuş olmak ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"kul huvallahu ehad suresi,kuran'ın üçte birine denktir."(bu hadisi muslim rivayet etmistir.)

Hasenatlarının Mizan'da ağır gelmesini ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"iki kelime vardır ki, Rahman'a sevimli, dilde hafif,Mizan'da ağırdır;subhanallahi ve bihamdihi subhanallahil azim."(bu hadisi buhari rivayet etmistir.)

Rızkının geniş ve ömrünün uzun olmasını ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"her kim rızkının geniş ve ömrünün uzun olmasını isterse akrabalarını ziyaret etsin."(bu hadisi buhari rivayet etmistir.)

Allah'ın cc seninle karşılaşmayı istemesini ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"her kim Allah cc ile karşılaşmayı isterse,Allah  cc da onunla karşılaşmayı ister."(bu hadisi buhari rivayet etmistir.)

Allah'ın cc seni korumasını ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"kim sabah namazını kılarsa Allah'ın koruması altındadır."(bu hadisi muslim rivayet etmistir.)


Çok fazla da olsa günahlarının bağışlanmasını ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"her kim günde yüz defa,subhanallahi ve bihamdihi,derse,onun günahları denizin köpükleri kadar çok da olsa bağışlanır."(bu hadisi buhari ve muslim rivayet etmistir.)

Seninle cehennemin arasının, yetmiş yıllık yol mesafesi kadar uzaklaştırılmasını ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"kim Allah yolunda(Allah rızası için)bir gün oruç tutarsa,Allah cc onun yüzünü Cehennem'den yetmis yıllık yol mesafesi kadar uzaklaştırır."(bu hadisi buhari rivayet etmistir.)

Allah'ın cc senin üzerine salat ve selam eylemesini ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"her kim benim üzerime bir salatu selam eylerse,Allah cc onun üzerine on defa salatu selam eyler."(bu hadisi muslim rivayet etmistir.)

Allah'ın seni yükseltmesini ister misin?
Rasulullah sav şöyle buyurdu;"kim Allah cc için tevazu ederse, Allah muhakkak onu yükseltir."(bu hadisi muslim rivayet etmistir)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Haziran 2013 Cuma

69.ÇOK GÜZEL DUALAR BULDUM (3)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Allah’ım benim,ailemin ve tüm müminlerin imanını,itikadını,kalbini,ahlakını,dünyalık ,ahiretlik tüm işlerini Sana emanet ediyorum.Onları koruyacak olan Sensin.El Hafız isminle koru ve El Hakem isminle bizim hakkımızdaki kararları Sen ver,bizi nefsimize bırakma.Bizim layık olduğumuzu değil Senin layık gördüğünü ver bize.

Allah’ım bize Peygamberimizin sav kulluğu gibi bir kulluk,imanı gibi bir iman,ibadeti gibi bir ibadet nasip et ve öyle razı ve hoşnut ol ki bizden tüm müminler cennetinin 8 kapısından da girelim.

Allah’ım kimler doğru yolda ise,Senin rızan kimlerleyse,bana ,aileme ve tüm müminlere onları sevmeyi,onlarla beraber olmayı nasip et.Dinimi doğru öğrenmek istiyorum.Razı olduğun ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını okuyup,doğru olarak anlamayı ve amel etmeyi nasip et.

Ey büyük Allah’ım kalpleri iyiden kötüye,kötüden iyiye çeviren ancak Sensin.Kalbimizi dininde sabit kıl,dininden döndürme,müslümanlıktan ayırma.

Bizleri hayatta bıraktığın sürece günahları terkettirmekle bize merhamet eyle.

Allah’ım Hakkı (doğruyu) hak olarak göster ve Hakka tabi olarak yaşamakla bizi rızıklandır.Bize batılı (yanlışı) batıl olarak göster ve ondan kaçınmakla bizi rızıklandır ve eşyanın hakikatını olduğu gibi göster.

Allah’ım Senden rahmetine sebep olacak şeyleri,mağfiretine sebep olacak iradeni,her türlü günahtan kurtuluşu ,her türlü iyiliği elde etmeyi,cennete kavuşmayı,cehennem ateşinden kurtulmayı diliyorum.

Allah’ım bana bağışlamayacağın bir günah,ferahlık vermeyeceğin bir sıkıntı,ödettirmeyeceğin bir borç,yerine getiremeyeceğim dünya ve ahiret ihtiyaçlarından herhangi bir ihtiyaç bırakma.

Ey Allah’ım!Sen kudretli bir Meliksin,ne istersen o olur.Şu anda içinde bulunduğum durumda beni başarılı kıl.Dünya ve ahirette bana mutluluk ver.Hayat ve ölüm fitnesinden koru ve korktuğumuz şeylerden bizi emin eyle.Ey gizli lutufta bulunan Allah’ım !Allah’ın rahmeti seyyidimiz Muhammed sav üzerine,ailesine ve ashabına olsun.Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır.

Allah’ım bize keder ve dert verme,bizi koru;bizden yardımını esirgeme.

Allah’ım gizlediğim şeylerimi açığa vurduklarımdan daha hayırlı eyle.Açığa vurduklarımı da güzel eyle.Allah’ım ben katı bir insanım beni yumuşat.Cimriyim cömert yap.Zayıf biriyim bana kuvvet ihsan eyle.Sana karşı kusur işlemeden,kulluk vazifemi ihmal etmeden ruhumu kabzet.Gaflet içinde olduğum halde beni öldürmenden,beni gaflet içinde bırakmaktan ve gafillerden kılmandan Sana sığınırım.

Allahım! Kelimetullahı ve kelimetülhakkı dünyanın her yerinde bir kez daha i’lâ buyur. Bizim ve dünyanın her köşesindeki bütün kullarının kalblerini imana, İslam’a, Kur’ân’a ve iman hizmetine aç ve bizi bu vazifede istihdam buyur. Gökte ve yerdeki kulların arasında bizim için sevgi ve hüsnükabul vaz’et. Bizi muhlis, muhlas, müttaki, vera’ sahibi, zâhid, kurbiyete mazhar, Rabbinden hoşnut ve Rabbi kendisinden hoşnut, Seni seven ve nezdinde sevilen, huşû sahibi, mütevazi, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış kullarından eyle. Efendimiz Hazreti Muhammed’e, âline ve bütün ashabına da salât ü selâm eyle! Âmîn! Sonsuz defa âmîn!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Haziran 2013 Çarşamba

68.HER ZAMAN HAMD

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Hamd, yani elhamdülillah demek, namazda vacib,
her duadan önce ve yiyip içtikten sonra sünnettir.
Her hatırladıkça söylemek mubahtır.
Pis yerlerde söylemek mekruh,
haram yedikten, içtikten sonra söylemek, haramdır ve hatta küfre sebep olur. (Redd-ül Muhtar 1/6)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Bir kul, Allahü teâlânın verdiği nimet için Elhamdülillah derse, nimetin şükrünü eda etmiş olur. İki defa söylerse sevabı artar. Üç defa söylerse günahları mağfiret olur.) [Beyheki] (Demekki bundan sonra hamd ederken 3 defa söylemeye çalışalım ki bu ecirleri alalım inşallah.)

İmam-ı Mücahid hazretleri Nahl suresinin, (Onlar, Allah’ın nimetini bilip itiraf ederler. Sonra da onu inkâr ederler) mealindeki 83. âyet-i kerimesini, (Onlar, nimetlerin Allah’tan olduğunu bilirler. Fakat, "Bu nimetleri biz kazandık veya bize miras kaldı" diyerek nankörlük eder) diye tefsir etmiştir.

İnsan, bir hasta veya sakat görünce, kendisinin böyle bir derde müptela olmadığı için şükretmelidir! (Burada dikkat ederseniz iki taraflı imtihan var.Hasta veya sakat kişi sıkıntısıyla imtihanda,sağlıklı olan da verilen nimetle imtihanda.Biri hamd edecek diğeri şükür veya hamd.)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Bir kimse, hasta, sakat birini görünce, "Allahü teâlâya hamdolsun ki beni böyle etmedi. Bundan ve daha başka dertlilerden üstün kıldı" derse, nimetin şükrü olur.) [Beyheki]

Nimete şükredince, hem eldeki nimet yok olmaktan kurtulur, hem de yeni nimetlerin ele geçmesine sebep olur.

Hadis-i şerifte, (Az veya çok bir nimete kavuşan, "Elhamdülillah" derse, Allahü teâlâ, o kimseye bu nimetten daha iyisini verir) buyuruldu.

Şükredenden Allahü teâlâ razı olur.

Hadis-i şerifte, (Yiyip içtikten sonra "Elhamdülillah" diyenden Allahü teâlâ razı olur) buyuruldu.

Allahü teâlânın başta iman nimeti olmak üzere verdiği sayısız nimetlere her zaman şükretmek, hamd etmek gerekir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(İnsanların en efdali, çok hamd edenlerdir.) [Taberani]

Âyet-i kerimelerde de buyuruluyor ki:

(Bana şükredin, nankörlük etmeyin!) [Bakara 152]

[Nankörlük, şükretmemek, nimetleri Allahü teâlâdan bilmemek demektir.]

(Şükrederseniz elbette nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.) [İbrahim 7]

ŞÜKÜR ANCAK NİMETE YAPILIR.HAMD İSE HEM NİMETE HEM MÜSİBETE.YANİ BİR SIKINTI ANINDA ‘Buna da şükür ‘ demek yerine (çünkü bu durumdan hoşnudum devam edebilir demek oluyor) “HAMDOLSUN veya ELHAMDÜLİLLAH” (Rabbimden geldi, razıyım) DEMEK LAZIMDIR.


Dinimiz İslam

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

11 Haziran 2013 Salı

65.KÜÇÜK NOTLARIM(4) uzlet-halvet-selamet-hikmet


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim


Bismillahirrahmanirrahim

FARKLI KONULAR

*6 aşamayı geçmeden Hakk’a yakınlık derecesine ulaşamazsın:

1.aşama azalarını dinin haram kıldığı şeylerden uzak tutmaktır,

2.aşama nefsi alışıp sevdiği kötü adetlerinden kesmektir,

3.aşama kalbi beşeriyet halinin karanlık ve perdelerinden kurtarmaktır,

4.aşama sırrı,tabiatın kötülük ve bulanıklığından temizlemektir,

5.aşama ruhu,hissi perde ve engellerden kurtarmaktır,

6.aşama aklı,boş hayal ve vehimlerden kesip kurtarmaktır.

*Uzlet(yalnızlık , halktan uzak kalmak) 2 çeşittir:

Biri farz diğeri fazilettir.

Farz olan, kötü işlerden ve kötülüğe bulaşmış insanlardan uzaklaşmaktır.

Fazilet olan, boş işlerden ve boş işlerle uğraşan kimselerden uzaklaşmaktır.

*Halvet,uzletten ayrı bir şeydir.Halvet,yabancılardan ayrı kalmaktır.Uzlet ise,nefisten ve nefsin davet ettiği Allah’tan cc uzaklaştıran şeylerden uzaklaşmaktır.

*Selamet ,10 parçadır.9’u susmakta biri de halktan ayrı kalmaktadır.

*Hikmet ,10 parçadır.9’u insanın kendisini ilgilendirmeyen konularda sükut etmesinde kalan biri de insanlardan uzak kalmasındadır.

Asıl olan halvettir(insanlardan ayrılmak),halkın arasına da ihtiyaç kadar karışmaktır;karıştığında da sükuta sarılmaktır.

*Sizden biriniz hoşuna giden bir rüya görünce o Allah’tandır.Allah’a cc hamdetsin ve onu sevdiği kimselere anlatsın.Hoşlanmadığı bir rüya görürse muhakkak o şeytandandır.Onun şerrinden Allah’a cc sığınsın.Onu hiç kimseye anlatmasın.Bu şekilde o rüya ona zarar veremez.Sol tarafına 3 kere tükürsün ve 3 kere Eüzü Besmele çeksin.

*Bir hal yaşadığında veya rüya gördüğünde şeytani mi Rahmani mi olduğunu anlamak için ‘Bismillahirrahmanirrahim.Ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül azim’ diye dua et.O ilham şeytani ise kesilir,Rahmani ise devam eder.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

6 Haziran 2013 Perşembe

63.GELİN BUGÜN TÜM KUL HAKLARIMIZI HELAL EDELİM...

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim
Bismillahirrahmanirrahim



Kıyamet günü insanlar hesaba çekilirken, bir münadi üç defa "Allah’tan alacağı olanlar, kalksın ve Cennete girsin" diye seslenir. Bunu duyanlar, "Allah’tan alacaklı olanlar kimler ki?" derler. "İnsanları affedenlerdir" denir. Bunun üzerine binlerce kişi ayağa kalkar, sorgusuz sualsiz Cennete girerler.) [Taberani]

Kul hakkını ancak kul affeder. Buna göre, daha dünyada iken bu hakkı telafi etmenin yolunu bulmak gerekir. Şayet bulamaz isek, ahirete kalmış olur ki, bu durum daha tehlikelidir. Şayet üzerimizde kul hakkı olan adam ölmüş ise, varislerine bu hakkı vermek gerekir.

Ancak günahlarına tövbe edip hakkını yediği kimselerle helalleşmek istediği halde onlara ulaşamıyor ya da bulamıyorsa, bu durumda onların adına hayır yapmak, sadaka vermek ve onlar için dua etmek gerekir.

Şayet hakkını eda etmek zor görünen bir adamın hakkını açıktan yemiş isek, o zaman bu adama doğrudan ödemenin yolunu bulmak ya da bir vekil vasıtasıyla ona hakkını vermeye çalışmak gerekir. Şayet hakkını yediğimiz kişi, hakkını yediğimizi bilmiyor ve ona açıktan söylemek mümkün değilse, o zaman evine veya başka bir vasıtasıyla bu parayı ona ulaştırıp, durumu da bir pusulayla bildirmek gerekir. Ona açıktan isim vermeye de gerek yoktur.

İnsan şerefli bir mahluktur. Onun hürriyet, haysiyet, namus ve şeref gibi manevî hukukuna yönelik bir haksızlık kadar, canına ve malına yapılan bir tecavüz de o nisbette ağır bir mesuliyeti gerektirir.

İnsan bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak birisine haksız bir davranışta bulunmuş olabilir. Hattâ onu mağdur bir duruma düşürüp bazı haklarının elinden çıkmasına sebep olacak bir muamelede de bulunabilir. Bir fert olarak kendimizi her ne kadar çekip çevirsek, hakpereset olarak kalmaya azmetsek de, birtakım hata ve kusurlara kapılmaktan tamamiyle kurtulamıyoruz.

İnsanlık hali olan böyle bir durum karşısında ne yapmalıyız? "Bir defa oldu, bir daha yapmayız, keşke yapmasaydım." diyerek, iç dünyamızda hesaplaşmamız kâfi gelir mi? Yoksa meselenin telâfisine gidip de hatamızı düzelterek helallik dileyerek pişmanlığımızı mı bildiririz?

İslâmda esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah'a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler.

Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telâfisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helâllik dilemekle birlikte , maddi bir kaybı varsa telâfisine gitmektir.

Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyururlar:

"Bir kimse kardeşinin haysiyetine, yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyamet) önce helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir."


Evet, Peygamberimizin (asm) de tavsiyesine göre, bu durumda helâlleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul hakları varsa, Allah diğer günahlarını bağışladığı halde kul hakkını bağışlamamaktadır. Bunun için mesele, hak sahibinin gönlünü almada, rızasını kazanmada kalıyor. Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını helâl etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkânınız nisbetinde onun razı olabileceği nisbette hakkını verirsiniz.

Böylece elinizden geleni yapmış olursunuz. Muhatabınız da sizi hoş karşılar, müsamaha ve anlayış gösterirse, mes'uliyetiniz kalkmış, hadis-i şerifte açıklandığı gibi, dünyada iken helâlleşerek âhiretteki hesaplaşma ve azaptan kurtulmuş olursunuz.

Bununla birlikte vicdan azabı çekiyorsanız, ayrıca tövbe isitğfar edersiniz.

"Pişmanlık tövbenin kendisidir.",

"Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olur."


mealindeki hadis-i şeriflerin sırrıyla Allah katında da rahata kavuşmuş olursunuz.

Bir insan tövbesinin kabul olduğunu, günahtan kurtulduğunu nasıl anlar, nasıl fark eder, bu hal nasıl bilinir?

Cevabını Peygamber Efendimizden (a.s.m.) öğrenelim:

"Bir günah işledikten sonra tövbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik yaparsa zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer."

Gerek Rabbine karşı bir günah işleyen, gerekse bir insana haksız bir davranışta bulunan bir kimse, o günah ve hatanın akabinde pişmanlık duyarak sevaplı ameller işler, Kur'ân ve imana yönelik hizmetlerini ve çalışmalarını arttırırsa günah zırhının düğmeleri teker teker çözülür, kısa zamanda o günahlardan kurtulur. Artık bundan sonra bir vicdan azabı çekmesine, huzursuz olup üzüntüye kapılmasına gerek kalmaz. Çünkü o bir kul olarak hâlis bir niyet ve ihlâsla elinden geleni yapmış sayılır.

Bu arada şu mealdeki âyet-i kerimeyi de unutmayalım:

"Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan, günahlarla kendi nefsine kötülük eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Muhakkak Allah günahları affeder. O Gafur ve Rahimdir."

Peki bize haksızlık eden herkese hakkımızı helal etsek bize ne kazandırır?

Hakkını helal etmek bir fazilettir. Kişi kendi hukukuna karşı yapılan tecavüzleri dilerse affedebilir. Mümin kardeşinden gördüğü bir kötülüğe karşı, misliyle yahut daha fazlasıyla mukabele etmeyip af yolunu tutanlar, bunun büyük ücretini ahirette mutlaka görürler.

Peygamber Efendimizin (asm) güzel ahlâkından birisi de, affedici ve bağışlayıcı olmasıdır. Peygamberimiz (asm) kendi yakınlarına ve sahabîlerine devamlı hoşgörülü olduğu gibi, düşmanlarını da, özellikle onlar güçsüz bulundukları ve teslim oldukları zaman bağışlamış, suçlarını affetmiş, sonunda da pekçoğunun iman etmesine vesile olmuştur.

Hz. Aişe (ra) validemizin de buyurduğu gibi, Peygamberimiz (asm) yaratılışı icabı, kendisine kötülük edene kötülükle karşılık vermez; affeder ve intikam almaya da yanaşmazdı.

Bu üstün vasıflardır ki, düşmanları tarafından bile takdir edilmiş, sevilmiş ve sevgisini onların kalbine de ulaştırarak, ebedî kurtuluşlarına vesile olmuştur.

Peygamberimiz (asm) savaş dışında, düşmanlarından kendine sığınan, teslim olan ve bağışlanmayı dileyenleri yüz üstü çevirmemiştir. Ricalarını kabul ederek affetmiştir.

Peygamberimiz (asm) kalabalık ordusuyla Mekke'nin fethi için yola çıktığı, Mekke'ye yaklaştığı ve şehre girdiği sırada, düşmanlarının pekçoğu çaresiz kalarak eline düşmüş, zelil bir vaziyette önüne yığılmışlardı. Fakat Peygamberimiz (asm) imkânı olduğu, gücü yettiği halde, rahmet Peygamberi olduğunu bir sefer daha göstermiş, düşmanlarım affetme büyüklüğünü ilan etmiştir.

Zaten Rabbi de kendisine böyle tavsiye etmiyor muydu?

"Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerden de yüz çevir." (Araf, 7/199.)

Peygamberimizin (asm) Mekke'yi fethe çıkan ordusunun şehre yaklaştığını öğrenen Mekke müşriklerinin içini bir korku sardı. Mekke'nin eski reisi Ebû Süfyan yanına iki kişi daha alarak ordu hakkında bilgi edinmek istedi. Ancak yolda giderken Müslüman askerleri tarafından yakalandı. Peygamberimizin (asm) amcası Hz. Abbas ellerinden alarak onu Peygamberimizin (asm) huzuruna getirdi.

Ebû Süfyan, Hicretten önce Peygamberimize (asm) Mekke'de bulunduğu süre içinde her türlü işkence ve eziyeti yapmaktan geri kalmamıştı. Medine'ye hicretinden sonra da onu rahat bırakmadı. Peygamberimize (asm) karşı yapılan bütün düşmanca hareketlerin başında o bulunuyordu.

Kureyş'in başına geçerek müşrikleri devamlı Müslümanların aleyhine geçiriyor, ordu kurarak savaşa hazırlıyordu. Uhud ve Hendek savaşlarında müşrik ordusunda başkumandandı. Bu savaşlarda pekçok Müslümanın kanını dökmüştü.

İşte böyle bir müşrik reisi Peygamberimizin (asm) karargâhına getirildi. Bir gece bekledikten sonra da İslâmı kabul etti. Peygamberimiz (asm) kendisine yaraşan büyüklüğü gösterdi. Onu affetti. Bununla da kalmayarak, ona bazı imtiyazlar verdi."Ebû Süfyan'ın evine kim girerse güvendedir." dedi.

Peygamberimizin (asm) affı sayesinde baş düşman, dostlar sınıfına geçti.

Peygamber ordusu Mekke'ye girince, İslâm safına giren pekçok insan bulunuyordu. Ebû Süfyan'ın hanımı Hind de Kureyş kadınlarıyla birlikte yüzü örtülü olarak Peygamberimizin (asm) huzuruna geldi. Müslüman olarak affını diledi. Peygamberimiz (asm) onu tanımıştı; fakat belli etmedi. Yaptıklarını hiç yüzüne vurmadan affetti.

O Hind ki, Uhud Savaşında Kureyş kadınlarıyla birlikte def çalıp şarkı söyleyerek müşrikleri savaşa kızıştıranların başında geliyordu.

Peygamberimizin (asm) sevgili amcası Hz. Hamza (ra) şehit düşünce, onu parça parça etmiş, kin ve ihtirasını yenemeyerek ciğerini çıkarıp dişlemişti.

Bu hali gören Peygamberimizin (asm) içi parçalanmıştı. Fakat onun affı her zaman üstün geldi. En azılı can düşmanını bile, iman ettiği için affetti. Bu esnada nefreti sevgiye dönüşen Hind, "Bugün senin meclisinden daha sevimli bir meclis görmüyorum." diyerek takdirini gizleyememişti.

Hz. Hamza (ra)'nın katili Vahşi de Mekke'den kaçarak bir müddet kabileler arasında gizlendi. Fakat emin bir yer bulamıyordu.

Sonunda birisi kendisine "Sen kendin için en güvenli yeri ancak onun yanında bulabilirsin; git, Resulullah (asm)'tan af dile." dedi.

Vahşi çekinerek ve sıkılarak Resulullah (asm)'ın huzuruna girdi. Peygamberimiz (asm) Vahşi'yi görür görmez başını yere eğdi. Ona bakamıyordu. O anda amcasını hatırlamıştı. Hz. Hamza (asm)'nın al kanlar içinde bulunan başı gözünün önüne geldi. Mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Katil, karşısındaydı. Kısas yapabilirdi. Kimse de bir şey diyemezdi. Fakat o yine büyüklük göstererek Vahşi'yi affetti. Fakat bir daha gözüne görünmemesini söyledi. Çünkü her gördükçe gözünün önüne Hz. Hamza (ra) geliyor, içi yanıyordu.

Ebû Cehil ve oğlu İkrime, Peygamberimizi (asm) her seferinde sıkıntıya sokan, ona eziyet vermek için elinden geleni yapan iki din düşmanıydı. Ebû Cehil, Peygamberimiz (asm) Kabe'de namaz kılarken üzerine deve işkembesi atan, arkasına geçip hücum ederek abasıyla boğmak isteyen, Peygamberimizi (asm) öldürmek için tuzaklar kuran, Müslümanlardan gelen bütün barış tekliflerini reddederek Bedir Savaşını körükleyen azılı bir düşmandı. Oğlu İkrime de babasıyla birlikte hareket ediyor, Peygamberimize (asm) düşmanlıkta önde gidiyordu.

İslâm ordusu Mekke'ye girince İkrime korkusundan Yemen'e kaçtı. Fakat hanımı Müslüman olmuştu. Peygamberimizin (asm) büyüklüğünü tanıyor, bağışladığı insanları yakından görüyordu. Kölesini yanına alarak kocasının peşine düştü. Yemen'de buldu. Peygamberimiz (asm)'den kendisini affedeceği hususunda teminat aldığını söyledi.

Medine'ye geldiler. Peygamberimiz (asm) İkrime'nin geldiğini duyunca onu karşılamak için çıktı. Öyle acele etti ki, sırtından hırkası bile yere düşmüştü. Onu güleryüzle karşıladı. "Merhaba ey süvari muhacir." diyerek kucakladı ve iltifatta bulundu.

İman eden İkrime, Peygamberimize (asm) yaptıklarından dolayı mahcuptu. Fakat rahmet Peygamberi, Müslüman olan İkrime'ye şöyle dua etti:

"Allah'ım, İkrime'nin bana yaptığı bütün kötülükleri, Senin nurunu söndürmek için attığı her adımı affet. Yüzüme karşı ve gıyabımda söylediği sözleri de affet."

Peygamberimizin (asm) affı en azılı bir düşmanını bile kuşatmıştı.

Hebbar bin Esved, gözü dönmüş bir Peygamber (asm) düşmanıydı. Her fırsatta Müslümanlara eziyet etmekten zevk duyuyordu. Pekçok Müslümanın canına kıymıştı. Bununla kalmamış, hicret esnasında Peygamberimizin (asm) kızı Zeyneb'i devesinden iterek düşürmüştü. Hamile bulunan Hz. Zeynep çocuğunu düşürdü. Bir müddet sonra da bu hastalıktan vefat etti. Böylece Peygamberimizin (asm) kan düşmanı da olmuştu.

Mekke'nin fethi günü Peygamberimiz (asm) onun kanını helal kılmıştı. Görüldüğü yerde öldürülecekti.

Hebbar çok korkuyordu. İran'a kaçmayı düşündü. Fakat daha sonra bundan vazgeçti. Akıllı davranarak Peygamberimizin (asm) huzuruna gitti. Ona iltica etti.

"Ya Resulallah, önce İran'a kaçmayı kararlaştırdım. Fakat sizin büyük affınızı, benzersiz müsamahanızı düşünerek işte huzurunuza geldim. Yaptığım bütün suçlarımı itiraf ediyorum. Sizden af diliyorum." dedi.

Peygamberimiz af kapısını ona da açtı. Samimi itirafları üzerine Hebbar'ı bağışladı.

Peygamberimiz sas kendisine yapılan tüm kötülükleri,haksızları affetmişken,Rabbimiz cc bir tevbeyle bizi affediyorken biz nasıl başka türlü davranabiliriz ki.Hayatımız boyunca o güzel ahlaklı Efendimiz’e benzemeye çalışmıyor muyuz?Belki hiçbir amelimizle değilde sadece bu amelimizle Rabbimizin cc rızasını kazanacağız...Gelin şimdi nefsimizle cihad yapıp bize zulmeden,haksızlık yapan herkese hakkımızı helal edelim ;biz edelim ve umalım ki Yaradan’ımız da bizi Gaffar ve Gafur isimleriyle affetsin.


Ve ben diyorum ki! Yüce Allah’ım ! Kıyamete kadar üzerimde olan kul haklarını helal ediyorum.Sen benimde ,üzerimde hakları olanları da,benim kul hakkına girdiklerimi de,şu an bütün kul haklarını helal eden herkesi de bağışla.AMİN.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

27 Mayıs 2013 Pazartesi

58.RABBİMİZİN cc 1.NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim


İmanın üçüncü şartı, kitaplara imandır. Amentü’deki, (Ve kütübihi)ifadesi, Allahü teâlânın kitaplarına inanmayı, iman etmeyi bildirmektedir. Allahü teâlânın gönderdiği kitaplar çoktur. Din kitaplarımızda bildirilen ise, 104 kitaptır. Bunlardan 100’ü küçük kitaptır. Bu küçük kitaplara suhuf denir.

100 suhuf kitap şu Peygamberlere inmiştir:
10 suhufu, Âdem aleyhisselama,
50 suhufu, Şit aleyhisselama,
30 suhufu, İdris aleyhisselama,
10 suhufu, İbrahim aleyhisselama.

Dört büyük kitap ise şu Peygamberlere inmiştir:
Tevrat, Musa aleyhisselama,
Zebur, Davud aleyhisselama,
İncil, İsa aleyhisselama,
Kur'an-ı kerim, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselama.

Allah'ımızın cc bize bu 104 kitapta geçen ve Peygamberimize sav bildirdiği nasihatları aktarmaya başlayacağım inşallah.

KUDSİ hadis, mânası yüce Allah'a, ifadesi Hz. Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) ait olan mübarek sözlerdir. Kur'an'dan ve Peygamberimiz'e ait hadislerden ayrıdır. Peygamberimiz onları Kur'an vahyinden ayrı olarak Allah'tan alıp"; "Yüce Allah buyurdu ki" şeklinde, onun yüce Allah'a ait olduğunu belirten ifadelerle nakletmiştir.

Rabbim hepimize bu kudsi nasihatlerin kendilerine fayda vereceği şuurlu müminler olmayı nasip eylesin.AMİN.

Allâh-u Te'âlâ buyuruyor ki:

"Ey Âdemoğlu! Ölüme yakînen inanana şaşarım, nasıl sevinçli olabiliyor?
Hesaba kesinkes inanana şaşarım, nasıl mal toplayabiliyor?
Kabre şüphesiz olarak inanana şaşarım, nasıl gülebiliyor?
Ahirete îkam olana şaşarım, nasıl istirahat edebiliyor?
Dünyânın zevaline inananın hâline şaşarım, o nasıl onunla tatmin olabiliyor?
Diliyle âlim, kalbiyle câhil olana şaşarım. Kalbi temiz olmadığı halde, suyla temizlenmeye çalışana şaşarım.
Kendi ayıplarından gaflet edip, insanların ayıplarıyla uğraşana yahut Allâh-u Teâlâ'nın kendisini gördüğünü bilip de hâlâ O'na isyan edene ya da tek başına öleceğini, tek başına kabre gireceğini ve tek başına hesaba çekileceğini bilenin hâlâ nasıl insanlarla ünsiyet kurabildiğine şaşarım.

Benden başka hakîkî hiçbir ilâh yoktur, şüphesiz ki Muhammed Benim kulum ve Ra-sülümdür. (Gazali Mecmu 'atü'r-rasâil, 7/87)


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Mayıs 2013 Pazar

57. YA SORMAZLARSA!!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

En iyi okullarda da okusak iyi bir eğitim almış dahi olsak eğer Allah’ın ilmini bilmiyorsak cahillerin en cahiliyiz.Tıpkı benim gibi. Şimdi ise Allah’ın ilminden öğrendiğim her şeyi yapmak ,bilmeyenlere anlatmak ,duymak istemeyenlere ne olur siz de okuyun ;Rabbimizin cc söylediklerini siz de dinleyin diye yalvarmak,bilipte önemsemeyenlere,hayatlarına sokmayanlara,unutanlara ,ne olur O’nu çok sevin ama çok sevin  diye haykırmak istiyorum.

Sadece dünyevi işlerle meşgulken ne kadar gereksiz şeylere üzüldüğümü, insan merkezli yaşadığımı,bütün hal ve tavırlarımı onlara göre ayarladığımı,hiç Rabbim cc ne der diye düşünmeden yaşadığımı farkettim.

O’na yönelmek için illa bir müsibet yaşamayı beklemesek...,Yaşadığımız her güzelliğin O’ndan ,her sıkıntının da bizim günahlarımız nedeniyle ya da derecemizin yükselmesi için yaşadığımızı hatırlasak... ve hep O’na yönelsek...,O’nu hep hatırlasak..., hiç aklımızdan çıkarmasak...,hep O’nunla olsak...,konuşsak ..Her baktığımız canlı cansız varlığın O’nu zikrettiğini bilerek bizim O’nu zikretmeden geçirdiğimiz her anı telafi etmek için çırpınsak ...bizi çok sevsin diye yollar arasak...arasak...


Ve beni derinden etkileyen o ayet...

"Kullarım Beni senden soracak olurlarsa(Ya sormazlarsa! Burası kalbimi çok acıtıyor), bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler."(Bakara, 2/186)

Bu ayetin tefsiri:

Bakara 186. Oruç İbadeti anlatılırken Allah-kul ilişkisini çok canlı ve sıcak bir üslûp­la ele alan bu âyete yer verilmesinin  birden fazla sebebi vardır:

a) Bir önceki âyetin sonlarında Allah’ın eşsiz ve benzersiz büyüklüğü, ululuğu hatırlatı­lıp kulların da bunu dile getirmeleri istenmiştir. Tekbir akla şu soruyu getirmekte­dir: Bu kadar büyük bu kadar yüce bir varlıkla küçük, âciz, başı ve sonu belli, fâ­ni, varlığına kendisi hâkim bulunmayan zavallı bir insanın nasıl bir ilişkisi olabi­lir? Onun kulluğu, şükrü ve duası bu büyüklüğe nasıl ulaşır? Âyet, o keyfıyetsiz ve akıl almaz büyüklüğün sahibi bulunan Rabbin kullarına yakın olduğunu, her an ve her yerde hazır ve nazır bulunduğunu, fizik ve matematik ötesi büyüklüğün me­safe olarak uzaklığı gerektirmediğini ifade ederek kullara, şuurlu ve canlı bir iba­detin yollarını açmaktadır. Bu yakınlık başka âyetlerde “Biz ona (ölüm halindeki insana) sizden daha yakınız”  “Biz ona (insan) şah damarından da­ha yakınız” “Allah kişi ile kalbinin arasına girer”şekil­lerinde de ifade edilmiştir,

b) Kulun Allah’a yakınlığını şuur halinde yaşaması ve hissetmesine mani olan şeyler arasında yeme, içme, gibi beden zevk­leri de vardır. İnsanlar bu zevklerle haşır-neşir oldukları sürece fizik ötesi âlemle­re ve varlıklara açılan pencerelerinin farkında olamazlar ve buradan başka âlemle­ri seyredemez, onları düşünemez, onlarla İçli-dışlı olamaz ve bütün bunların insa­na vereceği emsalsiz zevki yaşayamaz, İlhamı alamazlar. Belli bir süre bedenî zevklere açılan pencereleri kapatan oruç, diğerlerinin açılması için insana önemli bir fırsat sunmaktadır. Kul bu fırsattan hakkıyla yararlandığı takdirde Allah’ın ya­kınlığını ve beraberliğini (huzuru), yiyip içtiği günlerdekinden daha şuurlu ve can­lı yaşama imkânını bulacaktır. Âyet oruçluya bunu hatırlatmakta, onu bu fırsatı de­ğerlendirmeye çağırmaktadır.

Hem insanlarla ve dünya ile hem de Allah ile ilişkide doğru yolu bulmak, doğru hareket edebilmek için (rüşd için) bağlantıları doğru kurmaya ihtiyaç vardır. Kâmil insanlığın şartı Allah’ı tanımak, O’nunla ibadet yoluyla ve ibadet şuuruyla ilişki kurmaktır. Âyet bunu “Allah’ın çağrısına katılmak, davetini kabul etmek” şeklinde ifade ediyor. İbadetin bir şekli ve çeşidi de duadır. Kulun Rabbi ile en ya­kın ve sıcak ilişkisi namazda secde halinde ve içten gelerek yapılan dua ve niyaz halinde kurulan ilişkidir. Allah’ın çağrısına kulak veren, O’nun dinine giren bir kimse bundan üç önemli kazanç elde etmektedir:

1. O’nun yakınlığını bilmek ve yaşamak.

2. Doğru düşünme, doğru yerde ve konumda olma imkânını elde etmek.

3. O’ndan İstediğini almak (duasının kabul edilmesi). Şu iki hadis, her dua edenin nasıl mutlaka sonuç aldığını anlamamıza yardımcı olmaktadır: “Acele etmedikçe her birinizin duası kabul edilir. Bu sebeple (acelecilik yüzünden) insan, dua ettim de kabul olunmadı der”; “Hiçbir dua eden yoktur ki, şu üç sonuç arasında olma­sın: “Ya istediği hemen verilir ya lehine ertelenip saklanır yahut da dua bir güna­hına kefaret olur”

Kader inancına göre olacak ve olmayacak her şey bellidir, kulun istedikleri de kaderinde yoksa kendisine verilmeyecektir. Şu halde duanın faydası nedir?

Allah Teâlâ madde âleminde olup bitenleri kanunlara ve sebeplere bağlamış­tır. İnsanı bir ana ve babadan (onları aracı kılarak) yaratmaktadır, yağmuru bulut aracılığı ile vermektedir, ölümü bir sebebe bağlı olarak gerçekleştirmektedir. Duy­maya kulağı ve beyni, görmeye gözü ve beyni vasıta kılmıştır. Sebepleri ve vası­taları ortadan kaldırarak Allah’tan istemek “ana-baba olmadan doğmayı, göz ol­madan görmeyi” istemek gibidir. Allah’ı unutup yalnızca sebeplere ve aracılara yönelmek ise insansız kulağa, göze yönelmek, işitmeyi ve görmeyi böyle sağlama­ya çalışmak gibidir. İslâm’ın gösterdiği yol hem sebepleri ve aracıları kullanmak, ihmal etmemek hem de sebep ve sonuç elinde olan, bunlara hâkim bulunan Al­lah’a yönelmektir.

Allah’ın vermesi ve vermemesi kadere bağlı olduğu gibi dua da kadere bağ­lıdır. Kul ister Allah verir. İstemek kadere aykırı değildir, kader çerçevesi içinde­dir. Biz kullar kaderimizi “şöyle şöyle olsun” şeklinde değil, “şöyle şöyle olacak” şeklinde anlamalıyız. Kul âdabına uygun şekilde dua ederse Allah da kabul ede­cektir. 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Mayıs 2013 Salı

Meleklerle iletişime geçmek, onlardan yardım istemek mümkün müdür?


SORU:

Geçenlerde elime meleklerle ilgili bir kitap geçti. Orada bir hususta meleklerle konuşmak, onlardan yardım istemek, bize mucize ve işaretlerini göstermesini istemek ve güç durumlarda onları yanımıza çağırıp iletişime geçmekten bahsediliyordu. Bunlar dinen mümkün müdür?

CEVAP:

Büyük ölçüde uzak doğu felsefesinden ve Hristiyanlık’tan esinlendiği anlaşılan bu şekilde bir melek kavramının İslam dini açısından kabul edilemez olduğunu belirtmek gerekir. Tarih boyunca her kültürde ve dinde melek inancı olagelmiş ve insanlar bu varlıkları çeşitli şekillerde tasvir ederek onlarla iletişime geçmeye çalışmışlardır. İslam dininde de meleklerin varlığına inanmak bir inanç esasıdır ve her Müslüman için buna inanmak zorunludur.

Melekler, duyu organlarıyla algılanamayan; ancak Allah’ın bildirmesi (vahiy) ile hakkında bilgi edinilen varlıklardır. Kur’an-ı Kerim’de ve peygamberimizin sözlerinde meleklerin özellikleri ve görevleri hakkında bilgiler verilmiştir. Buna göre nurdan yaratılan melekler
(Müslim, “Zühd” 10) erkeklik ve dişilik özelliği taşımayan varlıklardır (Zuhruf 43/19). Onlar Allah’ın emrini yerine getirirler ve O’na karşı gelemezler (Nahl 16/50). Bazı durumlarda vazifelerini yerine getirmek amacıyla çeşitli şekillere bürünerek insanlara görünebilirler (Meryem 19/16-17). Melekler asla geleceği bilemezler (Neml 27/65).

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde meleklerin görevleri de belirtilmiştir. Melekler; peygamberlere vahiy getirmek yanında
(Bakara 2/97-98) insanları koruyup gözetirler (Kâf 50/18, 21; Ra’d 13/11). Onlar doğru yolda ilerleyen müminler (Fussilet 41/30-31) ile yeryüzündeki tüm insanlar için Allah’tan af dilerler (Şûrâ 42/5). Peygamberlere ve müminlere maddî, manevî destek veren (Bakara 2/123-125) ve insanların yaptıklarını kaydeden melekler de vardır (İnfitâr 82/10-11) Kur’an’da meleklerin ilâhî cezaların yerine gelmesine vesile oldukları (Ankebût 29/31) Allah’ı yüceltip tesbih ettikleri (A’râf 7/206; Enbiya 21/20) ve peygambere salat ve selam getirdikleri de kaydedilir (Ahzâb 33/56). Bunun yanında melekler tabiatın yönetimi ve ilahi kanunları icrası konusunda verilen görevleri de yaparlar (Nâziât 79/1-5; Secde 32/11). Kıyamet günü ile cennet ve cehennemde görevli olan melekler de vardır (Enfâl 8/50; Ra’d 13/23-24; Zümer 39/71-72)

Görüldüğü üzere melekler Allah Teâlâ’nın tabiattaki bazı hadiselerin gerçekleşmesine vesile kıldığı varlıklardır. Cenab-ı Hakkın emri ve izni olmadan faaliyette bulunmaları, insanlara yardım etmeleri söz konusu değildir.

Kur’an-ı Kerim’de bazı özel hallerde peygamberlerin ve bazı kimselerin meleklerle diyalogundan bahsedilir. Bunun dışında bir kimsenin meleklerle konuşması, onlardan yardım istemesi ya da mucize vb. işaret göstermesini istemesi mümkün değildir. 

Bu türden bir anlayış, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz İslâm dininin melek inancıyla izah edilemez. Böyle bir iddia, İslam inancının esasını oluşturan Allah’ın birliği (tevhid) ilkesine de aykırıdır. 

Tevhid ilkesi, müminlerin yardım taleplerini ve ihtiyaçlarını doğrudan Yüce Allah’a iletmelerini ve bu hususta hiçbir varlığı O’na aracı kılmamalarını öngörür. Namazların her rekâtında okunan Fatiha suresinde geçen “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 1/4) ayetinde bu husus belirtilmiş ve bir müminin günde beş defa bunu hatırda tutması istenmiştir. Bunun yanında mucize göstermek, peygamberlere ait bir özelliktir. Meleklerin mucize gösterdiklerine dair bir bilgiyi dinin ana kaynaklarından hareketle doğrulamak söz konusu olamaz. 

Tabiattaki her işleyiş, Allah Teâlâ’nın kontrolü altındadır ve melekler buna sadece aracı olabilirler. Dolayısıyla aracılardan dilenmek ve Allah’a ulaşmak için çeşitli varlıklara yönelmek doğru değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette putperestliğin bu gerekçeyle sert bir dille yasaklandığı görülür. (bk. Mâide 5/76; Yûnus 10/18, 106) 

Müminler, savaş vb. durumlarda melekler tarafından yardım edilseler de burada asıl fâil Allah’tır ve meleklerin görevlerini yerine getirmek dışında bir fonksiyonları yoktur. 

Bilinçli bir mümine düşen görev ise dini konularda doğru bilgilenmek ve inancına zarar veren bu tür davranışlardan uzak durmaktır.
Dr. Osman Demir

17 Mayıs 2013 Cuma

"NAFİLE NAMAZLARI NASIL KILARIM?" DİYORSANIZ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bir okur kaza ve nafile namazların nasıl kılacağını bilemediğini bunun için yardım istediğini belirtmiş.Aslında 2 rekat sabah namazının sünnetini ve 4 rekat yatsı veya ikindinin sünnetini kılmayı biliyorsanız bütün nafile namazları kılabilirsiniz.Gece kılınan nafile namazlar (ebvabin,teheccüd vs )2 rekatta bir selam vererek 8 rekata kadar; gündüz kılınan (işrak,kuşluk vs) 4 rekatta bir selam verilerek 8 rekata kadar kılınabilir.(12 rekata kadar kılınabilir diyen alimler de vardır.)

Aşağıda teheccüd namazını resimli olarak anlatan bir link paylaşıyorum bunu diğer nafile namazlarına da uygulayabilirsiniz. (tabiki kılacağınız nafilenin niyetini belirterek."Niyet ettim Allah rızası için kuşluk/teheccüd/nafile/hacet namazı kılmaya" gibi).İnşallah bugünkü ve bugünden sonraki nafile namazlarınızı kılmanıza yardımcı olur.


http://www.islamveihsan.com/teheccud-namazi-nasil-kilinir.html

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

13 Mayıs 2013 Pazartesi

47.NEYE SABREDECEĞİZ?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Sabır denince belaya sabrı anlarız.Halbuki daha önemlileri de vardır.


 Sabır üçtür:

1- Bela gelince,

 2- İbadet ederken
 3- Günah işlememek için. Bunlara sabredilirse, çok nimetlere kavuşulur.

Birkaç örnekle açıklayalım:

1- Belaya sabır hakkında bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.") [Hâkim]

2- Belaya sabra göre, ibadete sabır daha zor olduğu için, sevabı da daha fazladır. Mesela, bir ay aç, susuz durarak ve başka ihtiyaçları da terk ederek oruç tutmak, herkese kolay değildir. Çok kimse bu sabrı gösteremiyor. Abdest almak, sabah uykudan uyanıp kalkmak, günde beş vakit namaz kılmak çok kimseye zor geldiği için, bu sabrı gösteremiyorlar.

3- Günah işlememeye sabır, ibadet işlemeye sabretmekten daha zor olduğu için sevabı da daha çoktur. İnsan ibadete sabredip yapabilir, fakat günaha sabır zordur. Mesela hemen gıybete girer. Çok kimse gıybet günahından kurtulamaz, yani sabredemeyip gıybet eder. Çoğu insan, kibrin büyük günah olduğunu bildiği hâlde, kendisinin küçük düşmesine rıza gösteremez. Herkesin kendisini övmesini ister.

Günah işlememeye sabır, onun için çok kıymetlidir. Bir günahtan kaçmak birçok ibadet etmekten üstündür. Büyük küçük her çeşit günahtan çok sakınmalı. Namaz kılmayanın da, günahtan sakınması imkânsız denecek kadar zordur. Kur'an-ı kerimde, namazı doğru kılmanın, her çeşit kötülüğü, günahı önleyeceği bildiriliyor. Namazı doğru kılarak, günahlardan sakınmaya çalışmalıyız. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

11 Mayıs 2013 Cumartesi

YARIN DA ORUÇLUYUZ İNŞALLAH

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bugün oruçlu olan arkadaşlar bir konuyu hatırlatmak istiyorum.Aşağıda sadece ikisini aldığım hadislerden de anlaşılacağı üzere yanlız Cumartesi oruç tutmak mekruhtur. Bu sebepten yarını da oruçlu geçirmek uygun olacaktır.

“Üzerinize farz olan oruç müstesna, Cumartesi günü oruç tutmayınız.” (İbni Mâce, Sıyam: 38)

“Cumartesi ve Pazar günleri müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim.” (Neseî, Cum’a: 1)

Bu hadis-i şerifler sadece Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutmamayı tavsiye etmektedir. Ancak bugünlerde oruç tutmanın, yani sadece Cuma ve Cumartesi oruçlu bulunmanın mekruhluk derecesi tenzihîdir. Yani harama yakın olan mekruh değildir.

Fakat bugünlerde oruç tutmak için bir gün öncesini veya bir gün sonrasını oruçlu geçirmekle mekruhluk ciheti ortadan kalkmış olur. Cuma günü oruçlu bulunmak isteyen kimse, ya Perşembe gününden itibaren oruç tutar veya Cuma ile birlikte Cumartesi’ni de oruçlu geçirmesi gerekir. Yine Cumartesi’yi oruçlu geçirmek isteyen kişi Cuma’yı veya Pazar’ı o güne eklemesi lâzımdır. Bu meselede fıkıh âlimlerimizin izahı bu şekildedir.

Şayet pazar gününe tazim niyetiyle tutmuyorsa, tatil günümdür daha rahat tutarım niyetiyle veya başka sebeble tek pazar günü oruç tutmakta bir mahzur yoktur. Ancak pazar gününü bir konuda hürmete layık görerek oruç tutmak uygun olmaz.

Allah cc kabul etsin.              

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

6 Mayıs 2013 Pazartesi

45.KÜÇÜK NOTLARIM (3) ibadetlere güvenme-kefaretler-gizli şirk

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

* İbadetlerimize güvenmeyelim. Bizi ancak Yaradan’a inancımız ve güvenimiz kurtarabilir.

* Amellerine güvenip gurura düşme.İbadetlerinin Rabbinin sana bahşettiğine yetmediğini ,asla yetmeyeceğini düşünerek Rabbine karşı mahcubiyet edasıyla yaşa.

*Haramlardan sakın,en çok ibadet eden kul olursun; Elindeki şeye kanaat et,en çok şükreden kul olursun; Kendin için istediğin şeyi insanlar için de iste,mümin olursun; Namaz kıldığın zaman onu son namazın (veda edenin) gibi kıl!

* Zenginlik, elindeki şeye rıza göstermek,ötesini temenni etmemektir.

* En zararsız dünya kendisiyle imtihan olmadığın dünyadır. En zararsız mal da sahip olmadığın maldır.

* Sana yeterli olan az bir şey,seni baştan çıkaran çok şeyden daha hayırlıdır.

* Bir kimseden birşey istemek zorunda kaldığınız zaman ,yüzünüzün suyunu dökerek,onu büyütüp kendinizi alçaltarak istemeyin.Bilin ki,o kimse size ancak kaderinizde yazılmış olan şeyi verebilir.

* Bir kimseden birşey isterken ısrar ve aşırı ricalarla onu sıkıştırıp zorlamamak lazımdır.Çünkü bu şekilde verilen birşey gönül rızasıyla verilmediği için helal olmaz.

* Allah-ü Teala, cehennem ehline şiddetli azap vermiştir.Allah’ın cc inkarcıları ve bir takım zalim ve fasıkları cehennemde bu şekilde cezalandırdığına bakıp onlara dünyada ceza vermeye ve işkence uygulamaya kalkışmak caiz değildir.Bunları yapmaya kalkışmak kendisini Allah’ın cc yerine koymak ve yaratıcı hakkına sahip olduğuna inanmak olur. (haşa!)Bu ise küfürdür.Allah’ın cc kulları üzerinde sonsuz hakları vardır.Kulları bu sonsuz hakları tanımadıkları takdirde Allah’ın cc onlara sonsuz bir şekilde azap etme hakkı doğar.Bu O’nun kişisel hakkıdır ve O bu hakkı tahsil etme yetkisini hiçbir kimseye vermemiştir.

*Kendin için korkuyu ,başkaları için ümidi önde tut .Kendin için takvayı ölçü al,başkaları için fetvayı yeterli gör.

* Allah cc sevdiklerini bazı sıkıntılara düşürse de kendisine dua edip sığınmaktan ayrılmayan ,elinden gelen son gayreti sarfederek sabır ve kararlılık gösterenlere mutlaka en kısa zamanda ferahlığa ve genişliğe kavuşturmakla yardım eder.

*Her işte iyilikle muamele edin,yaptığınızı güzel yapın,sizden asıl istenen iyiliktir.Çünkü Allah cc hep iyilik edenleri sever.

* Amellerinizin iyisine iyi,kötüsüne kötü karşılık görürsünüz.

* İşlerinizde orta halli olun,doğruluktan ayrılmayın.Bilin ki kimse ameliyle kurtulamayacaktır.

* Kendi durumu hakkında tam bir güven duymak da inkardır.Şeytan sizi Allah’ın cc affına güvendirerek kandırmasın.

* Gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır.Onlara korku ve üzüntü yoktur.

* Biriniz acele edipte “Rabbime dua ettim ama duam kabul olmadı” demediği sürece duası kabul olunur; ya da o duaya denk bir kötülüğü ondan çevirir.

* Yaptığın işleri kendinden bilmek bir çeşit şirktir.

* Gizli şirk: riya,gösteriş,amellerine bakma,sevap ve azap düşüncesi ile amel etme,keramet ve manevi hediyelere göz dikme gibi şeylerdir.

* Allah cc buyurdu:"Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir."

* Kefaretler: cemaate gitmek,namazdan sonra mescidde oturmak ve abdest almak. Bu kefaretler kusurları örten,günahların bağışlanmasına vesile olan güzel amellerdir. Dereceler: yemek yedirmek,selam yaymak ve herkes uyurken ibadet. Bu dereceler Allah cc katında makamları yükselten büyük amellerdir.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

30 Nisan 2013 Salı

İMANI KUVVETLENDİRMEK İÇİN NE YAPMALI?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Kalp, ayetlerin manalarını kavradıkça; yani "tamam Ya Rabbi, bu da kabulüm buna da inandım. Sen diyorsan hepsi kabulüm, bunlar Senin hükmün Ya Rabbi dedikçe, inandıkça ve onu amele dönüştürdükçe insanın imanı kuvvetlenir.

İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrar, azalarla da onu eyleme dönüştürmektir.


İmanı kuvvetlendiren, tadını hissettiren, parlatan çok şey vardır. Bazıları şöyledir:

Güzel ahlâklı olmak, namaza çok önem vermek, ihlâslı olmak, haramlardan kaçmak, küfre düşmekten çok korkmak, hep Allahü teâlâyı hatırlamak. 


Bu konuda birkaç hadis-i şerif şöyledir:

(Müslüman cömerdin imanı kuvvetlidir.) [Deylemî]

(Allah korkusundan dolayı harama bakmayan, imanının tadını alır.) [Taberanî]

(Üç şey imanın tadını artırır: Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslümanı Allah rızası için sevmek ve Allah'ın düşmanlarını sevmemek.) [Taberanî]

(İyilik edince sevinen, günah işleyince üzülen imanlıdır.) [Taberanî]

(Abdestini tazeleyenin imanı tazelenmiş [parlamış] olur.) [İ. Gazalî]

(Kur'an okumak ve zikir imanı kuvvetlendirir.) [Deylemî]

(Nerede olursa olsun Allahü teâlâyı unutmayanın, imanı kuvvetlidir.) [Beyhekî] 


Resulullah Efendimiz (asm), imanın nasıl arttrılacağını bildirmiştir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

"Şunları yapmak imanı zirveye çıkarır:

1. Allah’ın hükmüne karşı sabretmek,
2. Kaza ve kadere rıza göstermek,
3. Tam tevekkül sahibi olmak,
4. Allah’a tam teslim olmak." (Ebu Nuaym)
Sabah ve akşam şu duayı okuyan şirkten korunur ve imanı kuvvetlenir 

(Allahümme innî e'ûzü bike min en-üşrike bike şey-en ve ene a'lemü ve estağfirü-ke li-mâ lâ-a'lemü inneke ente allâmülguyûb.) [İ. Ahmed]

Bir işi, şöyle yaparsak dünya menfaatimizin olacağı, başka türlü yaparsak âhiret menfaatimizin olacağı biliniyorsa, biz de âhiret menfaatini seçebiliyorsak, imanımızın kuvvetli olduğu, dünya menfaatini tercih ediyorsak imanımızın zayıf olduğu anlaşılır.

Bütün ibadetler, alışverişler, her iş, Allah rızası için yapılıyorsa, imanı korur ve kuvvetlendirir, parlatır. İmanı korumak için, ihlâsla ibadet yapmak gerekir. Bunlar kalbi parlatır. Kalbi parlayan, imanını korur.

Evliyanın menkıbelerini okumak, dinlemek muhabbeti artırır. Eshab-ı kiramın menkıbeleri, imanı kuvvetlendirir, günahları eritir. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

28 Nisan 2013 Pazar

41.NEDEN İSLAM'I SEÇMELİYİZ?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Neden başka bir inanış değil de dünya ve ahiret saadeti için İslamiyeti seçmeliyiz?

Çünkü Allah'ın gönderdiği din İslam'dır ve insanlar için seçtiği din de İslam'dır.

"Bugün dîninizi kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size dîn olarak İslâmı beğendim..."(Maide, 5/3)

Hz. Adem (as)'den Peygamberimize (asv) kadar bütün peygamberler ve ilahi kitaplar İslam dinini tebliğ etmişlerdir. Son Peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'de İslamiyeti tebliğ etmiş ve getirdiği son dinin özel adı da İslam olmuştur.

"Bu dîni İbrâhîm, kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kûb da öyle yaptı: 'Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dîni size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca Müslüman olarak can verin!' dedi."(Bakara, 2/132)

Diğer bütün dinler, hak dinin tahrif edilmesiyle ortaya çıkan inanışlardır. Hıristiyanlar Hz. İsa (as)'a gönderilen İncil'i tahrif etmişler, bir peygamber ve kul olan Hz. İsa 'yı as Allah'ın oğlu olarak tanıtmışlar; Yahudiler Hz. Musa 'ya as gönderilen Tevrat'ı tahrif etmişler; diğer inanışlar da kendilerine gönderilen peygamberlerin mesajını zamanla farklı uygulamalarla değiştirmişlerdir.

"Kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa, ondan aslâ kabûl edilmeyecek ve o âhirette de hüsrâna uğrayacaklardır."(Ali İmran, 3/85)

"Allah katında hak din, İslâmdır..."

“Allah katında tek hak din İslam’dır.”(Ali imran, 3/19) ayeti, aslında bütün hak dinleri ihtiva etmektedir. Yani İslam dini, Hz. Adem (as)’den Hz. Muhammed ’e sav kadar gelen bütün semavî dinlerin -manen / zımnen- ortak adıdır. Çünkü bütün hak dinler, Allah’ın gönderdiği hak ve hakikati ifade eden dinlerdir. Zaman ve mekânların farklılığıyla teferruatta / füruatta farklılık göstermelerine rağmen, dinin temel inanç esaslarında hep aynı dersi vermişlerdir. Bütün semavî dinlerin hakikî varisi, tamamlayıcısı olan son din, bizzat İslam dini olmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm dışındaki ilâhî kitaplar da o kitaba tâbi olacaklar için, bir din adı konmadığı, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi isimlendirmelerin daha sonra ortaya çıktığı ve bunların o peygamberin tâbilerine sonradan verilen adlar olduğu dikkate alınırsa "Doğrusu Allah katında din İslâm'dır." ifadesinin anlamı daha iyi anlaşılır.

Her ne kadar Hz. Muhammed 'in sav tebliğ ettiği dinin kendine özgü hükümleri varsa da, Kur'an'da bu kitabın önceki peygamberlerin getir­diklerini onaylama özelliği üzerinde ısrarla durulması, onların bildirdiklerinin de temelde İslâm dairesi içinde olduğunu, ancak ilâhî hikmet gereği bu öğretilerin en mükemmel şekline Hz. Muhammed 'in sav gönderilmesi ile ulaşıldığını gösterir.

İslam'dan önceki bütün semavi dinler, muayyen belli bir kavme gelmişlerdi ve her biri millî bir din mahiyetinde idi. İnsanlık tarihinde ilk defa İslam, beynelmilel ve bütün insanlığın dini olarak gelmiştir. Cenab-ı Hakk'ın:

“(Ey Muhammed!) Biz seni bütün insanlara hidayetin rehberi olarak gönderdik. Onları, iyi amellerin mükafatıyla müjdeleyecek, kötülüklerin cezasıyla korkutacaksın.”(Sebe, 34/28)hitabıyla, bütün insanlığa yönelik bir vazife ile ilk şereflenen Peygamberimiz (asv) olmuştur. Hatta Hz. Peygamber (asv), sadece insanlar için de değil, insanla alakası olan bütün âlemler için gönderilen bir rahmet peygamberidir. Çünkü ayet-i kerimede,“Seni (canlı-cansız, insî-cinnî, ruhanî-cismanî) bütün âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107) buyurulmuştur.


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Nisan 2013 Cuma

SEMAVİ DİNLERDE İMAN (2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Bismillahirrahmanirrahim

Bir önceki yazımda birkaçını aldığım âyetlerden de anlaşıldığı gibi, Yahudilik ve Hıristiyanlık bozulmuş, batıl bir dindir. Hazret-i İsa ile ilgili âyetlerden ikisi de şöyle:
(Ey Meryem oğlu İsa, seni mukaddes ruh ile desteklemiştim, böylece beşikte iken, yetişkin olunca da insanlarla konuşmuştun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil'i öğretmiştim. Çamurdan yaptığın şekle üfleyince benim iznimle kuş oluyor, anadan doğma körü ve alacalıyı benim iznimle iyileştiriyor, ölüleri benim iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarının seni öldürmesinden ben kurtardım.) [Maide 110]

(İsa dedi ki: "Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir. Ona ibadet edin, işte doğru yol budur.") [Zuhruf 63, 64]

Hazret-i İsa’ya ilah demekle, O yüceltilmiş olmaz. Allah’ın oğlu demek de Allah’a hakaret olur. Hazret-i İsa böyle sözler söylememiştir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allah, "Ey İsa, insanlara "Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin" diye sen mi söyledin?" diye sorunca, o da, "Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz" demiştir.) [Maide 116]

(Kâfirler, Allah’ın emirleri ile Peygamberlerin emirlerini birbirinden ayırmak istiyor. [Yahudiler] bir kısmına [Musa ve daha önceki peygamberlere] inanırız. Bir kısmına [İsa’ya,Muhammed’e]inanmayız. [Hıristiyanlar ise -hâşâ- İsa Allah’ın oğlu diyor.] Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir, hepsine çok acı azaplar hazırladık. Bütün peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayan [Müslümanlar] ise, Allah’ın mükâfatına kavuşacaktır.) [Nisa 150–152]

(Allah, inkârları yüzünden Yahudilere lanet etmiştir.) [Nisa 46]

(İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67]

Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa, Hazret-i İsa da, her peygamber gibi Müslüman idi.
Hazret-i Musa’ya ve Hazret-i İsa’ya o zamanda inanan kimseler de Müslüman idi. Şimdiki Yahudi ve Hıristiyanlar, Muhammed aleyhisselama inanıp Müslüman olmadıkça Cehennemliktir. Çünkü Allahü teâlâ, (Ancak Resulüme uyan kurtulur) buyuruyor.


 Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20]

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

(Ey iman edenler, sizi hayat verecek şeylere [dinin emrine, Cennete, ebedi hayat verecek itikada, amellere] davet edince, Allah’a ve Resulüne icabet edin!) [Enfal 24]

Müslüman olmayanın hâli Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!) [Al-i İmran 31]


Bu âyet-i kerime inince, münafıklar, şimdiki müsteşrikler(oryantalist) gibi, "Muhammed kendine tapılmasını istiyor" dediler. Aşağıdaki âyet-i kerime bunun üzerine indi.
(De ki, "Allah’a ve Resulüne itaat edin! Eğer [Resule uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] elbette Allah da kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]

(Ben bir kulum. Hıristiyanların İsa aleyhisselamı [ilah ve ilahın oğlu diye] övdükleri gibi, beni övmeyin!) [Şir’a]

Görüldüğü gibi Cennete yalnız Müslümanların gireceğini Allah ve Resulü söylüyor. Hazret-i Musa’ya ve Hazret-i İsa’ya as kendi zamanlarında inanan kimseler de Cennete gireceklerdir. Bu peygamberler de hak peygamberdi. Onlara inananlar da mümindi. Elbette onlar da Cennete gidecektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur, üzülmeyecekler de.) [Bakara 62]

Allâh-u Te’ala bu ayet-i kerimeyi indirince (62.ayet) Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Selmân (Radıyallahu Anh)ı çağırarak ; “Bu âyet senin arkadaşların hakkında indi.Kim beni duymadan (ve bana kavuşmadan) önce İsâ (Aleyhisselam)ın da dini olan İslâm üzere ölürse,o hayır üzeredir (cennete girecektir).Ama her kim bugün beni duyduğu (ve bana kavuştuğu) halde bana inanmazsa,muhakkak ki o helak olmuştur”

(Onlar [Müslümanlar], sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen [diğer semavi] kitaplara kesin olarak iman ederler.) [Bakara 4]

(Allah’ın dininden başka bir din mi istiyorlar?)
[Âl-i İmran 83]

Ebedî saadete kavuşmak için, eskiden, zamanındaki peygamberlere uymak gerektiği gibi, bugün de İslamiyet’e inanmak ve uymak şarttır.
” Onlar : ‘ Cennete ancak Yahudi veya Hıristiyan olan girebilir ‘ dediler.De ki : ‘ Eğer doğru sözlü kimseler olduysanız delilinizi getirin’ Hayır! Her kim kendisini Allâh’a teslim ederek Müslüman olursa kendisi de iyilik sâhibi bir kimse ise ancak onun için Rabbi katında mükâfatı vardır,onlara hiçbir korku yoktur ve ancak onlar mahzun olmazlar.” ( Bakara Sûresi : 111-112 )

” Benim ümmetimden yahut Yahudilerden veya Hıristiyanlardan her kim beni duyar da sonra bana inanmazsa cehenneme girer “ buyuruyor Rasûllallah sav .( Ahmed ibni Hanbel )

Başka bir âyet-i kerîmede : ” Herkim Allâh’ı,meleklerini,kitaplarını,peygamberlerini ve o son günü inkâr ederse,muhakkak ki o , (dönüşü düşünülemeyecek şekilde ) pek uzak bir sapmayla (hak yoldan ) sapmıştır “ ( Nisa Sûresi : 136′dan )

Son olarak bir hadis-i şerifle konuyu tamamlayalım inşallah:

Rasûlüllâh (sav)e hizmet eden bir Yahudi çocuğu vardı,bir ara çocuk hastalandı,Rasûlüllâh (sav) onu ziyarete gelip başının yanında oturdu ve ona : “İslam’ı kabul et” buyurdu.Bunun üzerine çocuk yanında duran babasına baktı,babası ona : “Ebu’l-Kâsım (sav)e itaat et” deyince çocuk müslüman oldu.Rasûlüllâh (sav) o çocuğun yanından " Onu ateşten kurtaran Allâh’a hamd olsun ” buyurarak ayrıldı(Buhâri,Cenâiz:77no:1290,1/1455,Merdâ:11,no:5333,5/2142 )

Peygamberimize ‘hizmet eden’ o çocuk,müslüman olmadan cennete girebilecek olsaydı,Peygamberimiz sas ona İslam'a girmesini tebliğ eder miydi ?

Bu yazıyı yazmayı çok önemli buldum.Çünkü çoğu insanın ,buna müslümanlar da dahil olmak üzere bu durumu kabul etmek istemediklerini biliyorum.Bunun Allah’ın kitabında bize ne söylediğini bilmememizden kaynaklandığını öğrendiğim için burada bu konuyu ayetlerle ve hadislerle paylaşmayı gerekli buldum.

Burada önemli olan ne biliyor musunuz? Maksat bir şeyleri empoze etmek,başkalarını kınamak veya küçümsemek değil elbet.Maksat hepimizin gerçeği bulması ,doğru olana iman etmek,Rabbimizin istediği yolda buluşmamız.Biz kendimizi sanırım Allah'tan cc daha merhametli görüyoruz (HAŞA!) Hepimiz Allah’a cc inanıyoruz ama O’na inanmak kuru bir lafla olamaz ;O'na inanmak O’nun gönderdiği herşeye inanmakla olur.

Kıyamete kadar gönderilmiş Son Kitap ve Son Peygamber bize ,Hz.Adem’den itibaren tüm peygamberlere  ve tüm ilahi kitaplara inanmamızı emrediyor.Eğer biz bir kısmına inanıp bir kısmına inanmazsak (Yahudilerin ve Hıristiyanların yaptığı gibi) nasıl Allah’ımıza cc inanmış oluruz DEĞİL Mİ?


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

 Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Nisan 2013 Çarşamba

SEMAVİ DİNLERDE İMAN (1)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Bismillahirrahmanirrahim

Semavi din,, hak olan, doğru olan ilahi din demektir. Kur'an-ı kerim hariç, hiçbir semavi dinin kitabının bozulmadan önceki hâli yoktur. Hazret-i Nuh’a as ve diğer Resullere verilen kitapların ise hiç birisi yoktur. Hazret-i Âdem’in as, Hazret-i İbrahim’in as ve kendilerine kitap gönderilen diğer Resullerin dinine de semavi din denir. Hak olan bu dinlere muteber kitaplarda semavi din denmesi, vahyi getiren meleklerin semadan gelmesinden dolayıdır.

İsevilik ve Musevilik de semavi birer din iken zamanla tahrif edilmiştir. Tahrif edilmemiş, bozulmamış, yani indirildiği gibi de olsalardı, nesh edilmiş, yani yürürlükten kaldırılmış olduğu için, artık o dinlerle amel edilemezdi.Çünkü Rabbimizin buyurduğu üzere sadece yürürlükteki İslamiyet kıyamete kadar devam edecektir.

Semavi dinlerde iman farklı değildi. Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren İlahi dinlerin hepsi, insanlar tarafından bozulmadan önce, inanılacak şeyler bakımından birbirinin aynıydı. Aralarında fark yoktu.

Şu âyet-i kerime de iman edilecek şeylerin hep aynı olduğunu bildirmektedir:
(Kur'an, önce gelmiş olan kitapları tasdik edicidir.) [Bakara 97]
Bu âyette, Amentü’de yer aldığı gibi önceki kitaplara iman etmeyi bildiriyor, onlarla amel etmeyi söylemiyor. O kitaplar hiç değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ onları nesh edip, yani yürüklükten kaldırıp yeni din gönderdiği için onlarla amel etmek asla caiz değildir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]

(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)[Al-i İmran 85]

Musevilik ve İsevilik de, Allahü teâlânın bir olduğunu ve Allahü teâlânın peygamberlerinin bir insan olduğunu bildirmiştir. Ancak Yahudiler, Hazret-i İsa’ya inanmadılar. Hıristiyanlar da putlara tapınmaktan kurtulamadılar ve Hazret-i İsa, (Ben de sizin gibi bir insanım. Allah’ın oğlu değilim) dediği halde, Baba, Oğul ve Ruh-ul kudüs ismi ile 3 ayrı ilaha tapındılar.

Bu yanlış inançları, ancak Allahü teâlâ, son peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtası ile düzeltmiştir. Bu dinleri, içlerine sokulmuş olan hurafelerden temizleyen hakiki, doğru din, İslam dinidir. Müslüman olan İngiliz Fellowes, şöyle diyor: (Hıristiyanlığın yanlış inançlarını düzeltmeye kalkan Martin Luther, ne yazık ki İslamiyet ile bu kusurların düzeltildiğini bilmiyordu.)

Eski dinlerin neshi nasıl oldu kısaca anlatmaya çalışalım:

Allahü teâlânın gönderdiği bütün dinlerde, iman bilgileri aynıydı. Her dinde Allah’ın var ve bir olduğu, Cennet, Cehennem ve ahiret hayatı bildiriliyordu. Bunlarda değişiklik yoktu. Hindistan ulemasından Rahmetullah Efendi diyor ki:
Nesh, peygamber kıssaları ile Cennet ve Cehennemden haber veren âyetlerde olmaz. Yalnız, emir ve yasakların bazılarında olur. Nesh; bazı emir ve yasakları değiştirmek demek değildir. Bunların yürürlük zamanlarının bittiğini haber vermek demektir. Kur’an-ı kerim, Tevrat ve İncili nesh etmiş, yürürlükten kaldırmıştır. (Beyan-ül-hak)

Hazret-i Hud, Âd kavmine; Hazret-i Salih, Semud kavmine; Hazret-i Musa, Beni İsraile gönderilmiştir. Peygamberlerden Harun, Davud, Süleyman, Zekeriyya ve Yahya “aleyhimüsselam” da, yine Beni İsraile gönderilmiştir. Fakat, bunların ayrı dini olmayıp, Beni İsraili, Hazret-i Musa’nın dinine davet etmişlerdi.

Hazret-i Davud’a inen Zebur’da ahkâm, emir ve ibadet yoktu. Vaaz ve nasihatle dolu idi. Tevrat’ı neshetmedi, yani, yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için Hazret-i Musa’nın dini, Hazret-i İsa zamanına kadar devam etti. Fakat Hazret-i İsa gelince, bu din, Hazret-i Musa’nın dinini neshetti. Yani Tevrat’ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hazret-i Musa’nın dinine uymak caiz olmayıp, Muhammed aleyhisselamın dini gelinceye kadar, Hazret-i İsa’nın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Beni İsrailin çoğu, “Biz Tevrat’a uyarız” diyerek, Hazret-i İsa’ya iman etmedi. İşte Yahudilik ile Nasaralık [İsevilik] böylece ayrıldı.

Yahudiler, “Hazret-i Musa’nın dinine uyup, Tevrat ve Zebur ‘a uyarız; Nasara da, “Hazret-i İsa’nın dinine uyup, İncil’e uyarız dediler.

Hâlbuki bütün âlemlere peygamber olarak gönderilen Muhammed aleyhisselamın dini ki, din-i İslam’dır, bütün dinleri neshetmiştir. Bu dinin hükmü kıyamete kadar süreceğinden, dünyanın hiçbir yerinde, Onun dininden başka bir dinde bulunmak caiz olmaz. Ondan sonra, hiç peygamber gelmeyecektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Muhammed, Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.)[Ahzab 40]

(Biz seni bütün âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

Yahudi ve Hıristiyanların kâfir olduğuna dair bazı âyet-i kerime mealleri de şöyle:
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin]sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.)[Tevbe 30]

("Allah’ın çocuğu oldu" dediler. Hâşâ, O yücedir, göklerde ve yerdekilerin hepsi Onundur, hepsi Ona boyun eğmiştir.) [Bakara 116]

("Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" diyenlere de ki: "Aksine biz, hanif [doğru yaşamış] İbrahim’in dinine uyarız.") [Bakara 135]

("Biz, Allah ve Onun indinde bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Esbata indirilene, Musa’ya, İsa’ya verilenlere, Rablerinden diğer peygamberlere gelenlere, onların hiçbiri arasında fark gözetmeden inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk" deyin!) [Bakara 136]

(["Kur'an İsa’nın babasız olduğunu kabul ettiğine göre, ilahlığını da kabul ediyor" diyen Necranlı Hıristiyanlara] de ki: Gelin dua edelim, Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun!) [A. İmran 61]
[Fakat Hıristiyanların buna yanaşmadığı tefsirlerde bildirilmektedir.]

(İsa’ya, Allah diyenler kâfir olmuştur. Hâlbuki Mesih, "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin" demiştir. "Allah üçün üçüncüsü" diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]

(Meryem, İsa’yı doğurup kucağında getirince, ona, "Çok garip bir iş yapmışsın, baban kötü, annen ise iffetsiz değildi" dediler. Meryem, [sormaları için] çocuğu gösterince, ona, "Biz çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. Çocuk dedi ki: "Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Bana namazı ve zekâtı emretti.") [Meryem 27–31] (Hıristiyanlar, İncil’de emredilen namaz ve zekâtı da tahrif etmişlerdir.)

(İsa, "Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi müjdeleyici olarak geldim" demişti.) [Saf 6]


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Devam edeceğim inşallah.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

23 Nisan 2013 Salı

38.HUBB-İ FİLLAH VE BUĞD-İ FİLLAH

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Yine bilgisizliğimden kaynaklanan okuduğumda şaşırdığım ama beni çok etkileyen başka bir konuyu aktarmaya çalışacağım size inşallah.

Müslümanlığı sonradan öğrenen biri olarak öğrendiklerimi ahlakıma da geçirmeye gayret ediyor insanlara müslüman , gayrimüslim ,inançlı,inançsız farketmiyor seviyor,yanlışlarına ses çıkarmıyor anlayışla karşılıyordum.Biliyorum sizler de böyle davranmanın doğru olduğunu düşünüyorsunuz.

Ben her Allah’ımızın cc ilminden yeni birşey öğrendiğimde bir kez daha cehaletimi görüyorum .

Ben çoğunluk müslümanların yaptığı gibi bildiğimi sandığım (çünkü aklımı devreye soktum ve mantıken bu böyle olmalı dedim ve sorgulamadım)aslında hiç bilmediğim Allah’ın ilmi hakkında kendimce hüküm koyarak ve araştırma yapmayı da gerekli bulmayarak( çünkü çok eminim ki Allah’ta böyle davranmamı ister).Allah’ın düşmanım dediği kişilere sevgiyle yaklaştım. Amaaa.... herzamanki gibi yanılmışım!........Gelin birlikte gerçekte Rabbimizin bizden nasıl davranmamızı istediğini öğrenelim.

Hubb-i fillah buğd-i fillah, sevdiklerini sırf Allah rızası için sevmek, düşmanlık ettiklerine de sırf Allah rızası için düşmanlık etmek demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(İbadetlerin en kıymetlisi, Allah için sevmek ve Allah için düşmanlıktır.) [Ebu Davud]

(İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.) [Buhari]

(Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiçbir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlmihali.]

Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya sordu:
- Ya Musa, benim için ne işledin?
- Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.

- Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?

- Ya Rabbi, senin için ne yapmak gerekirdi?
- Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin mi?

Musa aleyhisselam, Allahü teâlâyı sevmenin, Onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah olduğunu anladı.(Mektubat-ı Masumiyye)

Doğru imanın alameti, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. 


Çünkü İslam ile küfür, birbirinin aksidir. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerine hakaret ve kötülemek olur. Allahü teâlâ, habibi olan Muhammed aleyhisselama, İslam düşmanları ile savaşmayı ve onlara sertlik göstermeyi emrediyor. Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düşmanı ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allah’ın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allah’a düşman olmaya sürükler. Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, Kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum der. Namaz kılar ve ibadet yapar. Halbuki, bilmez ki, böyle, [Allah’ın dostlarını sevmemek veya Allah’ın düşmanlarını “şu iyilikleri de var” diye sevmek] gibi çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürür. (1/163)

Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki:
Sevgi, sevgilinin dostlarını sevmeyi, düşmanlarına düşmanlık etmeyi gerektirir. Bu sevgi ve düşmanlık, âşıkların elinde ve iradesinde değildir. Seviyorum diyen bir kimse, sevgilisinin düşmanlarından uzaklaşmadıkça sözünün eri sayılmaz. Buna yalancı denir. Sevgi, sevgilinin her şeyini sevmeyi gerektirir.. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allah’tan uzaklaştırır. Onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sevgiliye dost olunmaz. Kâfirleri sevmemek, Kur’an-ı kerimde açıkça emredilmiştir. Kur’an-ı kerime uymamız farzdır. (1/29)

Kâfirleri sevmeyi haram eden âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyle:


(Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, [İslam’a olan düşmanlıklarında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.)[Maide 51]

(Ey iman edenler, benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin, onları sevmeyin!) [Mümtehine 1]

Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı, (Kâfirlere gadab ederler, birbirlerine merhametlidirler) diye övmektedir. (Feth 29)

Halife Ömer’e, (Hire’li bir hıristiyan var. Çok zeki, yazısı da çok güzel, bunu kendine kâtip yap) dediler. Kabul etmedi.Şu âyet-i kerimeyi okudu: "Ey iman edenler,Benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine 1)

Ebu Musel Eşari hazretleri anlatır: Halife Ömer’e dedim ki:
- Hıristiyan katibim çok işe yarıyor.
- Niçin, bir Müslüman katip kullanmıyorsun? (Ey müminler! Yahudi ve hıristiyanları sevmeyin) âyetini işitmedin mi?
- Dini onun, katipliği benim.
- Allahü teâlânın hakir ettiğine ikram etme! Onun zelil ettiğini aziz eyleme! Allah’ın uzaklaştırdığına yaklaşma!
- Basra’yı onunla idare edebiliyorum.
- Hıristiyan ölürse ne yapacaksan, şimdi onu yap! Hemen onu değiştir! buyurmuştur Hz.Ömer.

Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler, Allahü teâlânın kâfirlere düşman olduğunu, açıkça bildiriyor. Onun düşmanlarını seven, Onu sevmiş olur mu? Kâfirler, Allahü teâlânın düşmanı olmasalardı, (Buğd-i fillah)vacip olmazdı. İnsanı Allahü teâlânın rızasına kavuşturacakların en üstünü olmaz ve imanın kemaline sebep olmazdı.

Sevenin, sevgilinin sevdiklerini sevmesi ve sevmediklerini sevmemesi gerekir. Bu sevgi ve düşmanlık, insanın elinde değildir. Sevginin icabıdır. Burada, diğer işlerde gereken iradeye ve kesbe ihtiyaç yoktur. Kendiliğinden hâsıl olur. Dostun dostları, insana sevimli görünür. Düşmanları, çok çirkin görünür. Bir kimse, birisini seviyorum derse, onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sözüne inanılmaz. Ona münafık denir.

Allahü teâlâ, Mümtehine suresinin dördüncü âyetinde mealen,(İbrahim’in ve Onunla beraber olan müminlerin sözlerinden ibret alınız! Onlar, kâfirlere dediler ki, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Dininizi beğenmiyoruz. Allahü teâlâya inanıncaya kadar, aramızda düşmanlık vardır) buyurdu. Bundan sonraki âyet-i kerimede mealen, (Bu sözlerinde sizin için ve Allahü teâlânın rızasını ve ahiret gününün nimetlerini isteyenler için, ibret vardır) buyurdu.

Buradan anlaşılıyor ki, Allahü teâlânın rızasını kazanmak isteyenlere, bu teberri [uzaklaşmak] gerekir. Allahü teâlâ mealen buyuruyor ki,(Kâfirleri sevmek, Allahü teâlâyı sevmemektir. İki zıt şey, birlikte sevilemez.) Bir kimse, seviyorum dese, fakat Onun düşmanlarından teberri etmese, bu sözüne inanılmaz. Al-i İmran suresinin 28. âyetinde mealen, (Kâfirleri sevenleri, Allahü teâlâ, azabı ile korkutuyor) buyurdu. Bu büyük tehdit, çirkinliğin çok büyük olduğunu gösteriyor. (Mektubat-ı Masumiyye c.3,)

(Allah için seven, Allah için düşmanlık edenin imanı kâmildir.)[Ebu Davud, Tirmizi]

(İmanın temeli, Müslümanları yani Allah’ın dostlarını sevmek ve kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.) [İ.Ahmed]

Eğer Müslüman arkadaşı, Müslüman olduğu için değil de, yanlış hareketlerinden dolayı sevmiyorsak küfür olmaz. Müslümanı, Müslüman olduğu için sevmek şarttır. Buna hubb-i fillah yani Allah için sevmek denir. Kâfirleri sevmemeye de buğd-i fillah denir. Bir kimse, Hazret-i Ömer’le Hazret-i Ali'yi sevmese, Ebu Cehil’le, Firavun’u sevse kâfir olur. Çünkü Allah'ın sevdiklerini sevmek, Allah'ın düşmanlarını sevmemek lazımdır.

Eshab-ı kiramın herhangi birini sevmeyen de kâfir olur. Çünkü Allah onları sevdiğini Kur'an-ı kerimde açıkça beyan ediyor, hepsinin cennetlik olduğunu bildiriyor. Sıradan bir Müslümanı bile sevmemek küfür olur. Çünkü Allahü teâlâ, Müslümanı seviyor. Ama bir Müslümanı, bize zulmettiği için, alacağımızı vermediği için veya başka yanlış işlerinden dolayı sevmezsek, imanımıza zararı olmaz, çünkü imanını, Müslümanlığını değil, hatalarını sevmiyoruz. Din kardeşlerimizi sevmek ve onlarla beraber olmak ise, iman alametidir.

Kâfirleri sevmemek gerekir ise de, dinimizin emri gereği, onlara eziyet etmek, kalblerini incitmek haramdır. Sevmemek ayrı, onları üzmek ayrı şeydir. Onlarla ticaret yapılır, aldatılmaz, kötülük yapılmaz. Herkese olduğu gibi onlara da iyi davranmak lazımdır. Hatta hidayete kavuşmaları, Müslüman olmaları için dua da edilir.

Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir) buyurulmuştur. (İbni Lâl)

Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Çünkü kâfir, Müslüman olup ebedi saadete kavuşabilir, Müslüman da, Allah korusun küfre düşüp Cehennemlik olabilir. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR