El-Mucib, dualara cevap veren, demektir.
Sebebi bilinmeyen, çaresi bulunmayan veya kimsenin karşılayamayacağı hacetler vardır ki, bu hallerde yalnız Allah’a iltica edilir ve yalnız O'ndan yardım istenir.
Kavli dua, sözle ve kalple yapılan duadır. Dil ile yapılan bu duada kul Rabbi ile konuşur, ihtiyacını ondan ister, ona yalvarır.
Bir öğrencinin ders çalışması fiili bir duadır.
Yine bir hastanın doktora gitmesi, hal diliyle yapılan bir duadır. O halde, bir hasta elini açıp “Ya Rabbi, bana şifa ver.” dese, kavli dua, doktora gittiğinde de fiili dua etmiş olur.
Kısacası, fiili dua etmek, sebeplere yapışmak demektir. Kim, hangi işinde, hangi sebebe yapışıyorsa, neticeyi gösterdiği gayretle Allah’tan istiyor demektir.
Hal dili ile birlikte yapılan dualara daha hızlı ve çabuk icabet edilir. Bu sebeple bizler, dilimizle yaptığımız dualara, fiili duaları da eklemeliyiz. Yani olmasını istediğimiz şeylerin sebebine de yapışmalıyız.
Duanın sürdürülebilmesi Rabbimizin Mucib ismi ile mümkündür. Eğer yakarışlarımızı bir işiten ve dikkate alan olmasaydı nasıl dua edebilirdik ki? Düşünün yakarıyorsunuz ama işitilmiyor, itibar edilmiyor ve karşılık verilmiyorsunuz. Bunun kadar acıklı ve vahim bir durum düşünülemez. Cehennemde ebedi kalmak üzere cezalandırılan kâfirlerin içinde bulunduğu durum işte tam da budur.
Mucib ismi doğrudan doğruya dua edenlere tahsis edilmiş bir isimdir. Yani Rabbimiz bir ismini sadece dua edenlere ayırmış ve onların dualarına mutlaka icabet edeceğini bu şekilde garanti etmiştir. Bu ismin isim kalıbıyla Kur’an’da geçtiği tek ayet olan Hud suresi 61. ayette bu isimden önce "yakın" anlamındaki Karib ismi gelir. Buna göre Allah hem kullarına yakın hem de onların yalvarışlarına cevap veren bir Rab’dir. O yakın olup da elinden bir şey gelmeyen veya güçlü olup da yakın olmayanların faydasızlığından beridir.
Burada dikkate alınması gereken şey cevap vermenin illa ki duada istenen şeyin aynıyla kabul edileceği anlamına gelmediğidir. Duaya mutlaka cevap verilir, isterse talep edilen şeyin aynını, isterse daha iyisini verir. Dilerse o duayı ahiret için kabul eder, dünyada neticesi görülmez. Vermek istediğini bazen kulları vasıtasıyla bazen de akıl sır ermeyen yollarla verir. Kısacası, Allah’ın her kuluna ayrı bir muamelesi vardır. Kula yaraşan istemektir. Ondan sonra Hak kendisi hakkında ne muamele ederse ona memnuniyetle razı ve teslim olmaktır.
Burada insanın aklına şöyle bir soru gelebilir: Allah-u Teala bizim bütün ihtiyaç ve sıkıntılarımızı bildiği halde neden bizim dua etmemizi istiyor ve kendine yalvarılmasından hoşnut oluyor da vereceğini biz istemeden vermiyor? Tefsir ve hadis âlimi Kuşeyri rahmetullahi aleyh bunun bizim imtihanımızla ilgili olduğunu söylüyor. Çünkü Mucib "talepte bulunanın -karşılamaya kimsenin muktedir olamayacağı- arzularını yerine getiren” demektir ve kulun bunu idrak etmesi tevhit inancının olmazsa olmaz rüknüdür. Dua eden kul, kendi yetersizliğini idrak etmiş ve Allah Teala’nın isteklerini verecek en yüce makam olduğunu kabul etmiştir.
Gazali rahmetullahi aleyh, mucib isminin tecellisine mazhar olabilmek için kulun kendisinin de çağrılara icabet eden bir mucib olması gerektiğini kaydeder. Allah-u Teala kulların dua ederek gönderdikleri davete icabet ettiği gibi kullar da Allah’ın vahiy yoluyla gönderdiği davetine icabet etmelidir. (Enfal, 8/24; Ahkâf, 46/31.) Bu da Allah’ın emir ve nehiy biçimindeki davetlerine uymaya, gücü nispetinde ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye, gücü yetmediği yerde nezaketle cevap vermeye, kim çağırırsa çağırsın davete gitmeye yönelik icabetlerle gerçekleşir.
https://feyyaz.tv/el-mumin.html
Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu