Hiçbir şey sebepsiz değildir. ‘Dünyaya ya da bedeninize isabet eden hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o bir kitapta kaydedilmiş olmasın. Bu Allah için çok kolaydır’ (Hadid 22).
Demek ki, meselenin kaderle de alakası vardır ve kaderi yanlış anlayanlar, sanırlar ki, bu belalar biz istemesek de olacaktı, çünkü bunları Allah (cc) takdir etti, olmak zorundaydı ve oldu. Oysa kader kendi özel sebepleriyle olacak olan bir şeyin öyle olacağını Allah’ın ezelde bilmesi ve yazmasıdır. İnsan iradesinin söz konusu olduğu şeylerde sebep insandır ve insan özgürdür, onun için de yaptıklarından sorumludur. O şey Allah yazdığı için öyle olmamıştır, öyle olacağı için Allah onu öyle yazmıştır. Birinci nokta burasıdır.
İkinci nokta: Musibet olarak görülen şeylerin varlık sebebini üç ana kategoriye ayırabiliriz:
1-Bu olaylar ya kulun denenmesi için salt bir imtihandır. Çünkü Allah insanı bazen iyilikle bazen de kötülükle imtihan eder (Enbiya 35).
2-Ya kulun iyi niyetleri ve güzel duygularıyla hak ettiği ama gereğini yapamadığı için ulaşamadığı derecelere yükseltilmesi için bir bedeldir. Bu yönüyle musibetler aynı zamanda menfi/negatif ibadetlerdir, çünkü kula ibadetler gibi sevap kazandırırlar.
3-Ya da günahları ve ihmalleri sebebiyle hak ettiği peşin bir cezalandırmadır. Bunlardan her birini gösteren ayeti kerimeler ve hadisi şerifler vardır. Yoksa Allah kimseye zerre kadar zulüm/haksızlık etmez.
Biz bir musibetin bunlardan hangisi için geldiğini ya da her bir sebebin hangi oranda birleşip bu sonu oluşturduğunu bilemeyiz. Biz kendimizi muhasebe eder ona göre tedbirimizi alırız. Dolayısıyla şu insan ya da toplum şöyle davrandı, Allah da onlara bu musibeti verdi demek yanıltıcı olur. Ama kişinin kendisini, acaba bu musibet başıma şu hatalarım sebebiyle mi geldi diye muhasebe etmesinde bir sakınca yoktur, hatta bu gereklidir. Şöyle diyenler de vardır: Bir musibetin ceza mı yoksa kulun derecesini yükseltmek için bir imtihan mı olduğunu, kulun buna verdiği tepkiyle anlayabiliriz. Eğer bir bela karşısında kulun isyan ve feveranı artmışsa bu bir cezadır, istiğfar ve kendini hesaba çekmesi artmışsa derece kazandıran bir imtihandır.
Üçüncü nokta: Allah dünyayı insanlar için yaratmış, göklerdekileri bile onun hizmetine sunmuştur. Dolayısıyla dünyada olup biten hiçbir şey insandan bağımsız ve alakasız değildir. Sevaplar gibi günahların da atmosferde dalga boyları vardır. ‘Karada ve denizde oluşan bütün bozulmalar/fesat insanın kendi işledikleri sebebiyledir. Ta ki, yaptıklarının bir kısmını Allah ona tattırsın, belki dönerler diye’ (Rum 41).
‘Başınıza gelen her ne musibet varsa hep kendi yaptıklarınız sebebiyledir, çoğunu da Allah affeder’ (Şura 30).
Bazen toplumda işlenen günahlar tıpkı havadaki nem oranının taşınabilir en son miktarı gibi nihai doza ulaşınca musibetler iyi kötü ayırmadan herkese birden gelir (bkz. Enfal 25).
Bunun esprisi de şudur: Demek ki, iyilerin kötülüklere engel olma gibi bir görevleri de vardır ve bunu yapmadıkları zaman onlar da bu günahlara ortak olmuş olurlar. Allah (cc) Yahudilerin kendi aralarında işledikleri kötülüklere engel olmadıkları için lanete uğradıklarını söyler (Mâide 79). Lanet insanın Allah’ın rahmetinin kapsama alanından çıkarılmasıdır, böyle bir insanın artık belalara maruz kalması her an mümkündür.
Dördüncü nokta: Bela ve musibetlere maruz kalmamak, kalmışsa bundan kurtulmak için kulun kendisini muhasebe etmesi ve günahlarından istiğfar etmesi gerekir. İstiğfar ilahi rahmetin gelmesi, belaların kalkması için önemli bir sebeptir. Bazen uzmanlar fizik hesaplamalara bakarak deprem olacak derler ama olmaz. Çünkü onlar istiğfar etkisini hesaba katmazlar. Ancak istiğfar, sadece kulun oturup ‘estağfirullah’ çekmesi demek değildir. Günah, zulüm ve isyan muhasebesi yapıp, artık onları terk etmesi ve estağfirullah diyerek de Allah’tan özür dilemesidir.
Allah (cc) Peygambere şöyle söylemesini tembihlemişti: ‘Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na dönün ki, sizi belirli ecele kadar güzel nimetlerle yaşatsın, iyilik hak eden herkese iyiliğini versin. Eğer aldırmayıp devam ederseniz, sizin için büyük bir günün azabından korkarım’ (Hûd 3).
‘Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra günahları terk edip O’na dönün ki, rahmetini üzerinize bol bol göndersin, gücünüze güç katsın. Böyle günahkâr halde sürüp gitmeyin’ (Hûd 52).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder