İnsanın bütün endişe ve kaygılarının arkasında güven gereksinimi vardır. Dûnyevi - uhrevî bütün çabalarımız kendimize iki dünyada da sağlam dayanaklar bulabilmek içindir. Her devrin her düzeydeki insanı bu gaye ile çeşit çeşit inançlara sarılmış, çeşit çeşit tanrılar türetmiştir.
Hayy ismi “her şeyin varlığı kendisine bağlı olup bütün varlıkları ayakta tutan” anlamındaki Kayyûm ismi ile bir arada olunca hayatın başlatılmasını da sürdürülmesini de elinde tutan, yüceler yücesi bir gücü anlatır. Kayyûm, kâim’in mübalâğasıdır. "Her şey üzerinde kâim" demektir. Kayyûm olan Allah kendi varlığının kıvam ve kıyamı için kimseye muhtaç olmadığı gibi her şeyin kıvamı ve kıyamı O’na bağlıdır.
“Bütün varlıkları yaratan, denetleyen ve görüp gözeten…” anlamına geldiği için bu ismin tecellisi, bütün yaratılmışların ihtiyaçlarını nitelik ve nicelikleriyle bilmeye bağlıdır. Yüce Allah bütün varlığı yaratmakla kalmamış, daha yaratmazdan evvel onların her birinin var olması için gereken şartları hazırlamış ve varlıkları devam ettiği müddetçe ortaya çıkacak bütün ihtiyaçlarını karşılayacak yolları da var etmiştir. Gökleri, yeri ve içindekileri ayakta tutan O’dur. Onun için her şey Hak ile kâimdir. Öyle ki O, Kayyûm olmaya bir anlığına ara verse kâinat darmadağın olur.
Bu iki isim Rabbimizin bütün kemal sıfatlarını kapsar. O’nun eksiksiz güç ve kudretini ve kendi dışındaki her şeyden müstağni oluşunu vurgular. Bu yüzden sufiler bu iki isimle Allah’tan yardım dileyenin sanki O’na bütün isim ve sıfatlarıyla dua etmiş gibi olacağını söylemişlerdir. Bunu Efendimizin dualarında da görmek mümkündür.
Kur’an’da el-Hayyu’l-Kayyûm
Öncelikle Kur’an ayetlerinin zirvesi sayılan ve Rabbimizin biz kullarına kendisini özet olarak tanıttığı Ayete’l-kürsi’nin bu iki isimle başladığını hatırlayalım: “O’dur Allah. O’ndan başka ilah yoktur. Hayat kaynağı O’dur; koruyup gözeten de O’dur…” (Bakara, 2/255.)
Kur’an’da “yaşatmak, diriltmek” anlamındaki ihya mastarından türeyen fiil ve isimler elliye yakın ayette Allah’a nispet edilir. Bunların tamamında ana fikir yaşatanın da öldürenin de mutlak şekilde Allah olduğu, her şeye O’nun vâris bulunduğu ve herkesin önünde sonunda O’na varacağı bilgisidir. (mesela bk. Yunus, 10/56; Hicr, 15/23; Kāf, 50/43.)
Kayıtsız, şartsız, sınırsız hayat sahibi demek olan Hayy ismi üç ayette Kayyûm ile birlikte gelir. (Bakara, 2/255; Âl-i İmrân, 3/2; Tâhâ, 20/111.) Bu üç ayet de tema olarak tevhidi işler. Bu da gösterir ki sonsuz dirilik ilahlığın olmazsa olmaz bir gereğidir. Bu ayetlerden sonuncusunda kıyametin tasviri sırasında Kayyûm ismi hay ismiyle birlikte lafza-i celal yerine kullanılmıştır. (Tâhâ, 20/111.)
Müfessirlerin çoğunluğuna göre Âl-i İmran suresinde (3/18) Allah’ın birliğini vurgulayan ayetteki kaim kelimesi, “her fiil ve buyruğunda adaleti ayakta tutup hikmeti gerçekleştiren” manasıyla Allah’ı nitelemektedir. Ra‘d suresindeki ayette (13/33) yer alan ve “her canlının fiil ve davranışını sanki tepesinde duruyormuş gibi tespit edip canlının varlığını sürdüren” anlamına gelen kaim de tevhit ilkesini pekiştirmektedir. “Rabbin huzuruna çıkmak, huzurunda durmak” manasındaki makam kelimesi ise buna hazırlanmanın bilincini taşıyanlara dünya ve ahiret mutluluğunun sağlanacağını ifade eden kompozisyonlar içinde geçmektedir. (İbrahim, 14/14; Tâhâ, 20/111; Rahmân, 55/46.) Bunların dışında aynı kökten gelip sayısız ayette geçen kıyam, ikame, istikamet, kıvam, kavvâm, kavim, mukim, müstekîm, kıyamet kavramları ayakta durmak ve ayakta tutmak, yerleştirmek ve işleri dosdoğru yürütmek, düzgün ve dosdoğru olmak, dengeli ve ölçülü olmak, himaye edip gözetmek, topluluk olmak, daimi ve sürekli olmak, ölümden sonraki hesap için tekrar dirilip ayağa kalkmak anlamlarına gelir. (ms. Fatiha, 1/6; Âl-i İmran, 3/18; Nisa, 4/34, 102, 127; Maide, 5/37; Tevbe, 9/7, 108; Yunus, 10/105; Hud, 11/112; İsra, 17/35; Furkan, 25/67; Kıyame, 75/1-6.)
el-Hayyu’l-Kayyûm bir insanda tecelli ederse
İnsan başkalarının varlığını sürdürmesine ne kadar destek oluyor ve kendisi başkalarından ne kadar az şey bekliyorsa bu iki isim onda o kadar tecelli etmiş demektir. Sufilerin deyişiyle kulun bu isimlerden hazzı, Allah’tan başkasından müstağni olduğu kadardır. Güncel ifadelerle kendi kendine yetmek diyebileceğimiz bu kanaat hâli kendi imkân ve gücünün sınırları ile barışık olmayı, yani rıza mertebesini de içerir. İnsanın kendi sınırları ile barışık olması hedeflerini güçlerinin çok üstüne çıkararak kendisini yok edecek bir yola sokmaktan da korur.
Kuşeyri’ye göre Allah’ın bütün nesne ve olayları yönettiğini hakikatiyle kavrayan kimse kendini dünya işleri karşısında kaygı ve üzüntüye düşecek şekilde tek başına hissetmez. Kalbi Rabbine güven ve rıza ile dopdoludur. Bilir ki O’nun dışında hangi dalı tutarsa er geç elinde kalır. Bu nedenle O’ndan başkasının önünde iki büklüm olmaz. Bu hal, düşünce ve duyguların tam tevhide, yani tertemiz bir düzeye ulaşmış hâlidir. (Mü’min, 40/64-65.)
Sufiler, “Hayy olan bir tek Allah olduğuna göre, asıl hayat O’na kavuştuğumuz zamandır.” derler. Mademki öyledir, buradaki hayata çok sevinmek anlamsız olduğu gibi bizi O’na kavuşturacak olan ölüme aşırı üzülmek de yersizdir. Elbette bu gönül saflığına ulaşmış olanların başlarına da üzücü hadiseler gelir ve onlar da mahzun olurlar. Ama Sadrettin Konevi’nin deyişiyle bu durum onların kalplerinin saflığına zarar vermez. Çünkü cismani elemler ruhani nimetlerin karşısında silinip gider. Ona göre Allah dostlarına gelen bela ve üzüntüler sadece ehli olanın anlayabileceği bir nimet ve afiyettir.
Bu isimlerin tecelli ettiği kişi maddi ve manevi anlamda canlı ve dinamik bir hayata sahiptir. Kendisine verilmiş bulunan sağlık, vakit, makam gibi imkânları dünyevi ve uhrevi gelişimine en uygun olacak şekilde yönetmeyi becerir. Aynı zamanda muhatap olduğu herkesin maddi-manevi hayatını sürdürmesine yardım eder. İnsanların bedenlerine ve kalplerine zarar verecek kötü hallerden kurtulmaları için ellerinden tutar. Etrafına yaşama sevinci, şükür duygusu, hayatı sürdürme bilinci aşılar. Yeryüzünde hayatın sürmesine yardım edecek şekilde çevre bilincine sahip olduğu gibi, insan oluşumuzun ayırt edici unsuru olan kalplerimizi diri tutacak olan zikir ve kulluk bilincini de ayakta tutmaya ve yaymaya çalışır.