25 Aralık 2018 Salı

YASİN SÛRESİ 48.- 54. ayetlerin tefsiri


Kafirlerin, Öldükten Sonra Dirilme Gününü İnkârı Ve Bu Günün Şüphesiz Bir Gerçek Olduğunun Açıklaması:

48- "Eğer doğru söylüyorsanız bu vaat ne zaman gerçekleşecek?" der­ler.

49- Onlar sadece korkunç bir sesten başkasını gözetmezler. O, çekişip dururlarken kendilerini ansızın ya­kalar.

50- İşte o zaman onlar bir vasiyette bile bulunamazlar. Hatta o vakit ai­lelerine dahi dönecek halde değil­dirler.

51- Sûr'a üfürüldü. İşte onlar kabir­lerinden kalkıp Rabblerine koşu­yorlar.

52- O zaman şöyle dediler: "Vah bi­ze. Bizi yattığımız yerden kim kal­dırdı? İşte Rahman'ın vaad ettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş."

53- Sadece bir tek sayha olur. He­men onların hepsi huzurumuza ge­tirilirler.

54- O gün hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz. Siz de yaptığınızdan baş­kasıyla mukabele görmezsiniz.


Açıklaması:

Yüce Allah kâfirlerin, şöyle diyerek kıyametin kopmasını uzak gör­düklerini haber vermektedir:

"Eğer doğru söylüyorsanız bu vaat ne zaman gerçekleşecek?" derler." Yani müşrikler, müminlerle alay ederek kibirli bir tarzda öldükten sonra dirilmenin hemen olmasını ister ve şöyle derler: "Eğer söylediğiniz ve vaad ettiğiniz şeyde doğru söylüyorsanız bize olacağını vaad ettiğiniz ve bizi ken­disiyle tehdit ettiğiniz bu dirilmenin ne zaman olacağını söyleyin."

Müşriklerin bu hitabı, onları Allah'a ve ahiret gününe iman etmeye çağıran Hz. Peygamber (s.a.)'e ve müminleredir.

"Onlar sadece korkunç bir sesten başkasını gözetmezler. O, çekişip du­rurlarken kendilerini ansızın yakalar." Yani azap ve kıyamet için sadece Sûra bir kere üfürülmesini beklerler. Bu, yeryüzündeki bütün insanların kendisiyle hemen öleceği ürperten bir sestir. Onlar o anda aralarındaki alış veriş vb. dünya işlerinde çekişmektedirler. Yani onlar, günlük muameleler, konuşmalar, yeme içme vs. dünya işleriyle meşguldürler. Nitekim Yüce Al­lah şöyle buyurmaktadır: "Biz de onları, hiç farkında olmadıkları bir sıra­da ansızın yakaladık" (A'râf, 7/95), "Onlar ille o saatin, hiç farkında olma­dıkları bir sırada başlarına gelmesini mi bekliyorlar?" (Zuhruf, 43/66).

Buradaki "korkunç ses", İkrime'nin de dediği gibi Sûr'a ilk üfürülüştür. Bu görüşü İbni Cerir'in İbni Ömer (r.a.)'den aktardığı şu rivayet de te­yit etmektedir: "Sûra, insanlar yollarda, sokaklarda ve meclislerinde iken üfürülecektir. Hatta iki kişi, bir elbise alım satımı konusunda aralarında pazarlık yapacak olsa, daha birisinin onu elinden bırakmasına fırsat kal­madan Sûra üfürülür ve o kişi helak olur. İşte bu ses, hakkında Yüce Al­lah'ın, "Onlar sadece korkunç bir sesten başkasını gözetmezler. O, çekişip dururlarken kendilerini ansızın yakalar" buyurduğu sestir.

Buhari ve Müslim, Ebû Hureyre; (r.a)'den şöyle rivayet etmişlerdir: "Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle bir halde, alım satım için satıcı ile müşteri aralarında kumaşlarını yaymış olacaklar da ne alım satım yapabilecekler, ne de kumaşlarını dürebilecekler. Kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ki kişi, su havuzunu sıvayıp[8] tamir ede­cek, fakat havuzun suyunu kullanması nasip olmayacaktır. Kıyamet mutla­ka kopacaktır. Öyle bir çabuklukta ki kişi, sağımlı devesinin sütünü sağıp getirdiği halde onu içemeyecektir. Kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ansızın kopacaktır ki kişi, yemek yerken lokmasını ağzına kaldıracak, ancak onu yemesine fırsat kalmayacaktır."

Daha sonra Yüce Allah, umumi ölümün veya sayhanın süratini açıkla­makta ve şöyle buyurmaktadır:

"İşte o zaman bunlar bir vasiyette bile bulunamazlar. Hatta o vakit ai­lelerine dahi dönecek halde değildirler."
Yani onlardan bir kısmı diğerine, sahip olduğu mülkü ve borçlarını vasiyet edemeyecek. Aksine onlar sokak­larında ve bulundukları yerlerde ölecekler, çıktıkları evlerine dönme imkâ­nı bulamayacaklar.

Daha sonra Yüce Allah, Sûr'a ikinci kez üfürüleceğini haber vermekte­dir ki bu üfürüş, öldükten sonra dirilme ve kabirlerden kalkma üfürüşüdür:

"Sûr'a üfürüldü. İşte onlar kabirlerinden kalkıp Rabb'lerine koşuyor­lar" Yani öldükten sonra dirilme ve kabirlerden kalkma için Sûr'a ikinci kez üfürüldü. O anda bütün mahlukât, kabirlerinden kalkıp, hesap ve amellerinin karşılığı için Rabb'lerine kavuşmak üzere süratle yürüyorlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gün onlar, sanki dikili birşeye koşar gibi kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar." (Me'âric, 70/43).

Daha sonra Yüce Allah, dirilme hadisesinin akabinde onların yaşaya­cakları korku ve ürpertiyi zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"O zaman şöyle dediler:" Vah bize. Bizi yattığımız yerden kim kaldır­dı ?" Yani o diriltilenler şöyle dediler: Helak olduk! Bizi, öldükten sonra kabirlerimizden dirilten kimdir? O kabirler onların, dünya hayatında iken di­riltilip içinden çıkarılacaklarına inanmadıkları yerlerdir. Onlar, o ürperti verici sahneleri ve başlarına gelen korkunç hali müşahede ettikleri zaman, kabirlerinde uyumakta olduklarını zannettiler.

Bu, onların kabirlerinde çekecekleri azabı ortadan kaldırmaz. Çünkü dirildikleri zaman yaşayacakları ahvale nispetle kabir azabı onlara uyku gibi gelecektir.

"İşte Rahmanın vadettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söyle­miş" Yani işte bu, Allah'ın vadettiği ve gönderilen peygamberlerin, yaşana­cağını haber verdikleri şeydir.

İnkarcılar artık kendilerine gelmiş, ölümden diriltildiklerini itiraf ve tasdikin fayda vermeyeceği o gün peygamberlerin doğruluğunu ikrar et­mişlerdir. Yukarıdaki söz, kâfirlerin söyleyeceği sözdür. Bu, Abdurrahman b. Zeyd'in görüşüdür. Şevkânî ve daha başkalarının tercih ettiği görüş de budur.

İbni Cerir ve İbni Kesir ise bu cümlenin, Yüce Allah'ın şu kavlinde ol­duğu gibi meleklerin veya müminlerin cevabı olduğu görüşünü tercih etmişlerdir: "Vah bize! Bu, ceza günüdür" dediler. Bu, yalanlamakta olduğu­nuz hüküm günüdür." (Sâffât, 37/20-21).

Daha sonra Yüce Allah, dirilme işleminin süratini açıklamakta ve şöy­le buyurmaktadır:

"Sadece bir tek sayha olur. Hemen onların hepsi huzurumuza getirilir­ler" Yani Sûr'a üfürüş, bir tek sayhadan başka birşey değildir. O zaman on­lar diri olarak hesap vermek ve amellerinin karşılığını görmek için süratle huzurumuza toplanırlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Fakat o, ancak bir tek haykırıştır. Ki o zaman onlar hemen diri olarak toprağın yüzündedirler." (Nazi'ât, 79/13-14), "Kıyamet hadisesi de ancak göz kırpma gibidir. Yahut o, daha yakındır." (Nahl, 16/77).

Bundan sonra da, yapılacak olan adil yargılamadan bahdedilmekte ve şöyle buyurulmaktadır:

"O gün hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz. Siz de yaptığınızdan başka­sıyla mukabele görmezsiniz" Yani kıyamet gününde, ne kadar az olursa ol­sun hiç kimsenin ameli eksiltilmeyecektir ve siz, işlediğiniz hayır ve şerrin karşılığından başka birşey almayacaksınız. [9]


[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/28-30.

24 Aralık 2018 Pazartesi

Bir Kimsenin İlmi Yalnız (Onu Anlayabile­cek) Bazı Kimselere Öğretmesi, Anlayamama­ları Korkusuyla Başkalarına Öğretmemesi

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

49. Bir Kimsenin İlmi Yalnız (Onu Anlayabile­cek) Bazı Kimselere Öğretmesi, Anlayamama­ları Korkusuyla Başkalarına Öğretmemesi

Hz. Ali 
radıyallahu anh şöyle demiştir: "İnsanlara onların anlayabilecekleri şekilde konuşun. Allah ve Resûlü'nün Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalanlanmasını hiç ister misiniz?"

127- Ubeydullah İbn Musa, Mâ'ruf İbn Harbuz'dan, o Ebû Tufeyl'den o da Hz. Ali'den 
radıyallahu anh bunu (yukarıdaki sözü) rivayet etmiştir.

Açıklama

Bu hadis, müteşabihleri toplum huzurunda zikretmenin uygun olmadığını göstermektedir. İbn Mesud'un 
radıyallahu anh şu sözü de buna benzemektedir: "İnsanlara akılla­rının yetmeyeceği bir söz söylediğinde, bu söz mutlaka onların bir kısmı için fitne olur". Bunu Müslim rivayet etmiştir.

İmam Ahmed İbn Hanbel, ilk anda devlet başkanına isyan etmeyi çağrıştı­ran hadisleri, Mâlik Allah'ın sıfatları ile ilgili hadisleri, Ebû Yusuf garip karşılanacak konularla ilgili hadisleri, bunlardan önce Ebû Hureyre ileride meydana gele­cek fitnelerle ilgili hadisleri rivayet etmeyi çirkin görmüşlerdir. Huzeyfe de aynı şekilde bunu kötü görmüştür. Rivayet edildiğine göre Hasan-ı Basrî, Enes'in, Haccac'a Uranîlerle ilgili olayı aktarmasını yadırgamıştır. Çünkü o bu hadisi, kötü yorumu sebebiyle çokça kan dökmeye dayanak kılıyordu.

Bu konuda Ölçü şudur: Hadisten ilk anda anlaşılan anlam bid'atı güçlendiri­yor, ancak hadisten bu kasdedilmiyorsa, bundan ilk anda anlaşılan anlamı esas alabilecek kimselere bu hadisin rivayet edilmemesi gerekir.

128- Ebû Katade şöyle demiştir: Enes'in 
radıyallahu anh bize bildirdiğine göre Muaz radıyallahu anh deve üstünde Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem terkisinde idi.

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem Muaz'a: "Ey Muaz bin Cebel! dedi.

Muaz: "Emret ey Allah'ın Resulü!" dedi.

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem tekrar: "Ey Muaz' dedi.

Muaz: "Emret ey Allah'ın Resulü!" dedi. Bu üç kere tekrarlandı.

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun Resulü olduğuna samimi kalple şahitlik eden herkesi Allah ateşe haram kılar".

Muaz: "Ey Allah'ın Resulü! Bunu insanlara bildireyim de insanlar sevinsin­ler" dedi.

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem : Hayır. O zaman insanlar buna güvenirler (de ameli terk ederler)" buyurdu.

Muaz vefatına yakın günaha düşmekten korktuğu için bunu etrafındakilere anlatarak, onları bu hadisten haberdar etti.
[Hadisin geçtiği diğer yer:129.]

Açıklama

"Samimi kalple şahitlik eden" sözü ile münafığın şahitliği reddedilmiş olmak­tadır. Bu söz; sözü ile şahitlik eder, kalbi ile tasdik eder anlamına da gelebilir.

Tîbî şöyle demiştir: Hadisin Arapça aslında yer alan "sıdk" kelimesi istikamet anlamındadır. Çünkü doğruluk denildiği zaman, sözün gerçeğe uygun olması kasdedildiği gibi, razı olunacak ahlâka uyma da anlaşılır. Nitekim Yüce Allah "Doğruyu getirene ve bunu tasdik edene yemin ederim" [Ez-Zümer,39/33] buyurmuştur. Bu "sözü ile söylediğini fiili ile gerçekleştiren" anlamına gelir.

Tîbî bu sözü ile hadisten ilk anda anlaşılan anlamdaki karışıklığı gidermek istemiştir. Çünkü hadisteki genel ifade ve vurgu sebebiyle, hadisten ilk anda, kelime-i şehadeti söyleyen hiç kimsenin cehenneme girmeyeceği anlaşılmakta­dır. Ehl-i sünnete göre kesin deliller müminlerden bir grup isyankârın cehennem­de azap göreceğini, sonra şefaat ile ateşten çıkacağını göstermektedir. Demek ki hadisten ilk anda anlaşılan anlam kasdedilmemektedir. Hadiste sanki "Bu, salih ameller işleyenlerle sınırlıdır" denilmiş gibidir.

"O zaman insanlar buna güvenirler": Yani bundan ilk anlaşılana güvenerek amel etmekten kaçınırlar.

"Günahtan korktuğu için etrafındakilere anlatarak onları bu hadisten haber­dar etti" ifadesinde kasdedilen günah, ilmin saklanmasından doğacak olan gü­nahtır. Muaz'ın bu hareketi, Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem müjdeyi başka­sına duyurma yasağının haramlık değil, tenzih ifade ettiğini göstermektedir. Çünkü bu, haramlık ifade etseydi Muaz bunu hiçbir zaman bildirmezdi.

Hadis, binek hayvanının terkisine başkasını bindirmenin caiz olduğunu gös­termektedir. Ayrıca bu hadis Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem tevazuunu da göstermektedir.

Yine bu hadis, Muaz İbn Cebel'in İlmi seviyesini göstermektedir. Çünkü yu­karıdaki sözü Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalnızca ona söylemiştir.

Öğrenci, tereddüt ettiği bir şey hakkında açıklama isteyebilir, yalnızca ken­disinin bildiği bir şeyi başkasına yayma konusunda hocadan İzin İsteyebilir.

129- Enes 
radıyallahu anh şöyle demiştir: Bana belirtildiğine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Muaz'a şöyle söylemiştir:

"Kim, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın Allah'a kavuşursa cennete girer.

Muaz Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem:"Bu müjdeyi insanlara vereyim  mi?" dîye sordu. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Hayır. Ben buna güvenmelerinden korkuyorum" buyurdu.

Açıklama

"Kim ... Allah'a kavuşursa": Yani Allah'ın takdir ettiği ecele kavuşursa. Hadis yorumcularından bir grup böyle söylemiştir. Bundan kasıt, yeniden dirilme veya âhirette Allah'ı görme de olabilir.

(Allah'a) hiçbir şeyi ortak koşmaksızın: Şirki reddetmekle yetinmiştir. Çünkü bu tevhidi gerektirir. Bu ise peygamberliği ispat etmeyi gerektirir. Çünkü Allah'ın elçisini yalanlayan, Allah'ı yalanlamış olur, Allah'ı yalanlayan ise müşriktir.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

23 Aralık 2018 Pazar

Bazı İnsanların Anlayamayacağı Ve Daha Kötü Bir Duruma Düşeceği Korkusuyla Yapılması Tercihe Şayan Olan Bir Şeyi Terk Etmek

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

48. Bazı İnsanların Anlayamayacağı Ve Daha Kötü Bir Duruma Düşeceği Korkusuyla Yapılması Tercihe Şayan Olan Bir Şeyi Terk Etmek

126- Esved şöyle demiştir: İbnü'z-Zübeyİr bana şöyle dedi: "Aişe 
radıyallahu anha sana çokça gizli şeyler söylerdi. Kabe konusunda sana ne söyledi?"

Ben dedim ki: "Bana Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu­ğunu söyledi:

"Ey Âişe! Kavmin küfürden daha yeni kurtulmuş olmasaydı, Kabe'yi yıkar ve ona insanların birinden girmesi, diğerinden çıkması için iki kapı yapardım".

Bunun üzerine Abdullah İbnü'z-Zübeyr böyle yaptı.
[Hadisin geçtiği diğer yerler:1583,1584,1585,1586,2368,4484,7243.]

Açıklama

Hac bölümünde geleceği üzere İbnü'z-Zübeyr Kabe'yi Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yapmayı düşündüğü şekilde yapmıştır.[1584 nolu hadis]

Hadiste konu başlığına ilişkin husus şudur: Kureyş kabilesi Kabe'ye büyük bir önem verirdi. Onlar yeni Müslüman oldukları için, Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem övünme ve kibirlenme maksadıyla Kabe'nin yapısını değiştirdiğini zannetmelerinden çekinmiştir.

Bu hadisten, kötülüğe (mefsedete) yol açacağından emin olunan durumlar­da maslahatı terk etmenin caiz olduğu anlaşılır.

Yine bu hadise göre, bir kimse daha kötü bir sonuca yol açacağını bildiğin­de bir kötülüğü reddetmeyi terk edebilir.

Devlet başkanı haram olmadığı sürece, daha alt seviyede olsa bile halkın yararına olacak uygulamalarda bulunarak insanları yönetir.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

22 Aralık 2018 Cumartesi

YASİN SÛRESİ 45.- 47. ayetlerin tefsiri


Kafirlerin Allah'tan Sakınma, Allah'ın Mahlukâtına Karşı Şefkat Gösterme Ve Allah'ın Ayetleri Konusundaki Tutumları:


45- Onlara, "Sizden önce geçen ve ileride sizi bekleyen olaylardan sakının, umulur ki esirgenirsiniz." dendiği zaman (yüz çevirdiler).

46 onlara Rabblerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir.

47- Onlara, "Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfedin." dendiğinde küfredenler, iman edenlere şöyle dediler: "Allah'ın, dilediği takdirde yedireceği kimseye biz mi yedireceğiz? Doğrusu siz apaçık bir sapıklık içindesiniz."


Açıklaması:

Yüce Allah bu ayetlerde, kâfirlerin azgınlık ve sapıklıklarında devam ettiklerini ve ne geçmişte işledikleri günahlardan, ne de kıyamet günü karşılaşacakları azaptan dolayı üzüntü ve endişe duyduklarını haber veriyor ve şöyle buyuruyor:

"Onlara, "Sizden önce geçen ve ileride sizi bekleyen olaylardan sakının, umulur ki esirgenirsiniz." dendiği zaman yüz çevirdiler." Yani Allah'ın ayetlerinden yüz çeviren ve onları yalanlayan o kimselere, "Sizden önceki üm­metlerin başına gelen ve sizden önce yaşanan bela, afet ve dünya azabının benzerlerinin sizin de başınıza gelmesinden sakının ve ölünceye kadar küfü
rde ısrar ettiğiniz takdirde, helak olduktan sonra gittiğiniz yerde karşıla­şacağınız ahiret azabından korkun. Umulur ki bundan sakınırsanız Allah da size merhamet eder, sizi azabından korur ve bağışlar." dendiği zaman yüz çevirdiler. Kendilerine "Sakının" dendiğinde sakınmadılar.

Onların yüz çevirmesi bu ayetle sınırlı da değildir. Aksine onlar her ayetten yüz çevirmişlerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuyor:

"Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir" Yani o müşriklere, Allah'ın birliği ve peygamberlerin doğruluğu konusunda hiçbir ayet gelmemiştir ki, onların işi ondan yüz çe­virmek, onu kaale almamak, hakkında düşünmemek ve onunla menfaatlenmemek olmasın. Çünkü onların düşünme ve -imana ve Hz. Peygamber (s.a.)'i tasdike götüren- akıl yürütme yeteneği atalete uğramıştır.

Onlar, Allah ve peygamberi hakkındaki kötü itikatları bir yana, Al­lah'ın yarattıklarına karşı şefkati de terketmişlerdir. Yüce Allah şöyle bu­yuruyor:

"Onlara, "Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfedin" dendiğinde küfredenler, iman edenlere şöyle dediler: "Allah'ın, dilediği tak­dirde yedireceği kimseye biz mi yedireceğiz?" Yani onlardan sadaka verme­leri ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan yoksullara ve ihtiyaç sahipleri­ne infak etmekle emrolundukları zaman müminlerle alay ederek ve büyüklenerek onlara şöyle cevap verdiler: "Eğer Allah isteseydi, kendilerine infakta bulunmamızı isteyen şu kimseleri zengin eder ve onları rızkıyla do­yururdu. Dolayısıyla biz, Allah'ın onlar hakkındaki arzu ve iradesine uy­gun hareket ediyoruz."

Onların yürüttükleri bu mantık yanlış ve geçersizdi. Çünkü Yüce Al­lah bir kula bir mal verdiği, sonra da onun üzerine o malda bir hakkı ge­rekli kıldığı zaman, gerekli kıldığı o miktarı o kimseden çekip almış gibi olur. Dolayısıyla kâfirlerin söz konusu itirazının bir anlamı yoktur. Kâfir­ler, "Allah istese onları doyurur." şeklindeki sözleriyle doğruyu dile getir­mişler, ancak onlar bu sözü delil olarak ileri sürmekle yalana ve yanlışa kaymışlardır.

Buradaki, "Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden" ifadesi, infaka teşviktir. Zira size rızık veren Allah'tır. Bu itibarla eğer infak ederseniz Al­lah sizi, daha önce rızıklandırdığı gibi ikinci kere de rızıklandırır.

Bu ifade aynı zamanda son derece kötü bir huy olan cimriliği de yer­mektedir. Zira cimrilerin en cimrisi, başkasının malında cimrilik gösteren kimsedir.

Bu ayette, Allah'ın yarattıklarına karşı şefkati terketmek de yerilmek­tedir.

Bütün bunların yanında kâfirler, kendilerine infakı emredenleri ayıp­lamış ve sapıklıkla itham etmişlerdir. Zira onlara verdikleri cevabın sonunda "Doğrusu siz, apaçık bir sapıklık içindesiniz." demişlerdir. Yani siz, bize infakı emreden sözünüzde ancak açık bir hata, doğru ve hak yoldan sapma içindesiniz.

Müşriklerin bu anlayışı yanlış ve hatalıdır. Çünkü Allah'ın hikmeti, insanların rızıkta farklı farklı olmasını gerektirir. Dilediği kimsenin rızkını daraltan, dilediği kimsenin rızkını da yayıp genişleten Odur: "Allah kulla­rına rızkı bollaştırsaydı yeryüzünde azarlardı. Fakat O, rızkı dilediği ölçü­de indiriyor. Çünkü O, kullarının her halinden haberdardır, onları gören­dir." (Şûra, 42/27). O, bir kısım insanları zengin ederken diğerlerini yoksul yapar. Yoksullara sabretmelerini, zenginlere de mallarından yoksullara vermelerini ve şükretmelerini emir buyurur: "Kim elinde bulunandan yok­sullara verir, günahlardan korunursa ve en güzel sözü doğrularsa, onu en kolaya hazırlarız. Fakat kim cimrilik eder, kendini müstağni sayıp en güzel sözü yalanlarsa, biz de onun güçlüğe uğramasını kolaylaştırırız." (Leyi, 92/5-10).

İbni Cerir, "Doğrusu siz, apaçık bir sapıklık içindesiniz." kavl-i ilâhisi hakkında şöyle demiştir: "Bu ifadenin Yüce Allah'a ait olması ve kâfirler müminlerle münakaşa edip, onların sözlerini reddettikleri zaman kâfirle­re, "Doğrusu siz apaçık bir sapıklık içindesiniz." buyurmuş olması ihtimali de vardır." İbni Kesir ise bu görüşün tartışılır olduğunu söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir. [7]



[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/23-25.

21 Aralık 2018 Cuma

YASİN SÛRESİ 33.- 44. ayetlerin tefsiri


İlahi Kudretin, Öldükten Sonra Dirilme Ve Diğer Bazı Konulardaki Delilleri:


33- Ölü toprak onlar için bir ayettir: Biz onu dirilttik, ondan tane çıkar­dık da ondan yiyorlar.

34- Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık. Orada çeşmeler akıttık. Onun ürününden ve kendi ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şükretmiyorlar mı?

36- Yerin bitirmekte olduğu şeylerden, kendilerinden ve bilmedikleri daha nice şeylerden bütün çiftleri yaratan o Allah ne yücedir!


37- Gece de onlar için bir ayettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler.

38- Güneş de kendi karargâhında akıp gitmektedir. Bu, mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir.

39- Aya da konaklar tayin ettik. Ni­hayet o, eski urcun
(kuruyup incelen eski hurma dalı) haline döner.

40- Ne aya erişmek güneşe düşer, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yüzmektedirler.

41- Onlar için bir ayet de, onların zürriyetini o dopdolu gemide taşı­mış olmamız

42- Ve kendilerine binecekleri bu­nun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır.

43- Dilesek onları suda boğarız, ne kendilerine imdat eden bulunur, ne de kur­tarılırlar.

44- Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma müstesnadır.


Açıklaması:


"Ölü toprak onlar için bir ayettir: Biz onu dirilttik, ondan tane çıkardık da ondan yiyorlar" Yani Allah'ın varlığına ve ölüleri diriltip onlara hayat verecek kudrete sahip bulunduğuna delâlet eden alâmetlerden biri de üze­rinde bitki bulunmayan kupkuru toprağı, üzerine yağmur yağdırarak yeni­den canlandırması ve onu üzerindeki muhtelif renk ve şekillerdeki bitkiler­le adeta dalgalanıp sallanır hale getirmesi; ondan, kulların ve onların hay­vanlarının rızkı olan taneyi çıkarmasıdır ki, bu tane, yenen şeylerin büyük çoğunluğunun aslı ve hayatın ve geçimin kendisiyle idame ettirildiği temel maddedir. İşte ölüleri de tıpkı ölü toprağa hayat verdiğimiz gibi diriltiriz.

"Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık. Orada çeşmeler akıttık" Ya­ni canlandırdığımız yeryüzünde, incir, üzüm vs. ağaçlarıyla bezeli bahçeler var ettik; orada çeşitli yerlere dağılıp giden nehirler akıttık.

Diğer meyveler arasında hurma ve üzüm kelimelerinin müzekker (eril) kalıplarla ifade edilmesinin sebebi şudur: Yiyeceklerin en lezzetlileri, tatlı olanlardır ve zikredilen meyveler de en tatlı yiyeceklerdir. Çünkü hur­ma ve üzüm, diğerlerinin aksine hem gıda, hem de meyvedir, ayrıca fayda­ları en çok olan yiyeceklerdir.

"Ki onun ürününden ve kendi ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şük­retmiyorlar mı?" Yani tanelerin ve bahçelerin yaratılmasıyla amaçlanan, insanların, hem hurma ve üzümlerin mezkûr ürününden yemesi, hem de kendi ellerinin emeğiyle diktikleri fidanlardan, ektikleri ekinlerden, tane ve ürünlerden elde ettikleri içecek ve yiyeceklerden faydalanmasıdır. Bütün bunlar, onların kudret ve kuvvetleriyle olan şeyler olmayıp, sadece Yü­ce Allah'ın onlara bir rahmetidir. Öyleyse onlar, kendilerine ihsan ettiği hadsiz hesapsız bu nimetlere karşılık Yüce Allah'a şükretseler ya! Bu ifa­de, terkini kınama tarzında gelen bir şükür emridir.

Bu ayetteki "ürününden" kelimesi, daha önce zikredilen "hurma ve üzüm bahçeleri"ne aittir. Râzî şöyle demiştir: "Meşhur olan görüşe göre bu kelime Allah'a racidir." "... ve kendi ellerinin emeği" ifadesi ise Râzî'ye göre ziraat ve ticareti kapsar.

Yüce Allah onlara şükretmelerini emir buyurduğuna göre Allah'a şü­kür ibadetle yapılır. Yüce Allah onların, kendisine ibadeti terketmekle kal­mayıp, başkalarına kulluk ettikleri ve şirke düştükleri konusunda uyarıda bulunmakta ve şöyle buyurmaktadır:

"Yerin bitirmekte olduğu şeylerden, kendilerinden ve bilmedikleri daha nice şeylerden bütün çiftleri yaratan o Allah ne yücedir!" Yani muhtelif renk, tat ve şekillerde çeşit çeşit ve sınıf sınıf ekin, ürün ve bitkiyi, "her şeyden iki çift yarattık; olur ki inceden inceye düşünürsünüz diye" (Zâriyât, 51/49) buyurduğu gibi nefislerden erkek ve dişiyi, "ve sizin bilmediğiniz daha nice şeyler yaratmaktadır" (Nahl, 16/8) buyurduğu gibi onların bilmediği daha pek çok mahlukâtı yaratan Allah, ortağı bulunmaktan münezzehtir.

Özetle şu insan, hayvan ve bitkilerden oluşan büyük mahlukâtın ve daha bilmediğimiz şeylerin yaratıcısı olan Allah, ortağı ve benzeri bulun­maktan münezzehtir. Daha önceki ayette şükür emredildiği gibi, bu ayette de, Yüce Allah'ın, lâyıkı olmayan şeylerden tenzih edilmesi emir buyurulmaktadır...

Mekân planında öldükten sonra dirilmenin ve haşrın imkân dahilinde olduğuna yeryüzünün ahvali ile delil getirdikten sonra Yüce Allah, zaman­ların ahvalinden de dört delil zikretmektedir:

1- "Gece de onlar için bir ayettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız. Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler." Yani Yüce Allah'ın azametli kudretinin delillerinden biri de, gece ile gündüzün yaratılması, bu ikisinin hiç şaşmadan ardarda gelmesi, gündüzü geceden sıyırıp çıkarması ve böy­lece ışığı getirip karanlığı gidermesi, geceyi de gündüzden sıyırıp çıkarması ve bu suretle mahlukâtın karanlıkta kalması ve ışığı gidermesi, bunların birbirini takip etmesi ve birinin gelmesiyle diğerinin gitmesi, keza öbürü­nün gelmesiyle bunun gitmesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: "Geceyi, onu durmadan kovalayan gündüze bürüyüp örter." (A'râf, 7/54). Bu, yeryüzünün, kendi ekseni etrafından batıdan doğuya dönmesi­nin sonucudur. Böylece güneş, yerkürenin bir yarısında doğarken, diğer yarısında kaybolur. Karanlık ve aydınlığın herbirinde bir fayda ve hayır var­dır. Zira gece olunca iş-güç terkedilir ve insanlar, gündüzün yorgunluğunu atmak için istirahata ve sükûnete çekilir. Aydınlıkta ise rızık kazanmanın verdiği fayda, lezzet, hareket ve iş vardır.

"Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler." Yani karanlığa girmişler. Buradaki "ve izâ" ifadesi, birdenbire olmayı anlatır. Yani onlar ansızın ve birdenbire karanlığa girerler. Artık yapabilecekleri hiçbirşey yoktur, kaçı­nılmaz olarak karanlığa girerler.

2- "Güneş de kendi karargâhında akıp gitmektedir. Bu, mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir." Yani Yüce Allah'ın kudretine delâlet eden müstakil alâmetlerden biri de güneşin, kendi karargâhında, yörüngesinin sonuna kadar dönmesidir. Bu dönüş, her şey üzerine kahir ve galip olan ve ilmi her şeyi kuşatmış bulunan Yüce Allah'ın takdiridir.

Burada geçen "müstekarr"(karargâh) kelimesi hakkında müfessirlere ait iki görüş vardır:

a) Bu kelimeden murat, güneşin mekân olarak karar kıldığı yerdir. Bu­rası, Arş'ın altıdır ki, o tarafta dünyadan hemen sonra gelen kısımdır. Nere­de olursa olsun gerek güneş, gerekse bütün mahlukât Arş'ın altındadır.

b) Bu kelimeden murat, güneşin zaman olarak karar kılacağı andır ki, seyrinin sonudur. Bu da kıyamet günüdür.[4]

Astronomi bilginleri, dünyanın, güneş etrafını yılda bir kere dolanma­sı sebebiyle güneşin, yıldızların ortasındaki görünür dönüşüne ilâve bir ha­reket daha olduğunu ispat etmişlerdir.

Güneşin bundan başka iki hareketi daha vardır: Biri, takriben yirmi altı günde bir kendi ekseni etrafında dönmesi, diğeri de gezegen uydularıy­la birlikte saniyede yaklaşık ikiyüz mil hızla yıldız sisteminin merkezi et­rafında dönmesi. Müstekarr, güneşin bu ilk hareketi esas alındığında bil­ginlere göre güneşin sabit ekseni, ikinci hareketi esas alındığında ise bü­tün yıldız sisteminin merkezidir.

3- "Aya da konaklar tayin ettik. Nihayet o, eski urcun haline döner." Yani Allah, ay için de menziller takdir etmiştir ki ay bu menzillerde güneşinkinden başka bir seyirle seyreder. Bunlar, yukarıda zikrettiğimiz 28 menzildir. Ay, her gece bu menzillerden birine günde 13 derecelik bir sap­mayla varır. Sonra eğer ay 30 gün ise iki gece görünmez. Şayet ay 29 gün ise bir gece görünmez. Ay bu menzillerden sonuncusuna geldiği zaman in­celir, küçülür, sararır ve yay halini alır. Sonra da ilk menzile döner. Niha­yet eski urcun gibi olur. "Urcun", üzerinde hurma bulunan daldır ki sarı ve enli olup, insanlar tarafından bükülür ve üzerindeki hurma salkımları koparılır. Kendisi de hurma ağacının gövdesi üzerinde kuru olarak kalır.

Güneşin hareketleri sayesinde gece ve gündüz bilindiği gibi, ayın menzilleriyle de senenin aylarının gidişatı hakkında fikir yürütülür. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sana yeni doğan ayları sorarlar. De ki:

Onlar insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir" (Bakara, 2/189); "Güneşi ışık, ayı nur yapan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona menziller ta­yin eden O'dur" (Yûnus, 10/5); "Biz geceyi ve gündüzü birer ayet olarak ya­rattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi açık açık anlattık. " (İsrâ, 17/12).

Güneş hergün doğar ve günün sonunda batar. Fakat doğuş ve batış yerleri yazın ve kışın değişir, bir noktadan diğerine intikal eder. Bu sebeple gündüz uzar, gece kısalır, sonra gece uzar, gündüz kısalır. Aya gelince, ona da menziller tayin buyurmuştur. Ayın ilk gecesinde zayıf ve az ışıklı olarak doğar. Sonra ikinci gece ışığı artar ve gökyüzündeki konumu yükselir. Son­raki her yükselişinde güneşten aldığı ışıkla daha parlak ve aydınlık olur. Nihayet 14. gecede en ışıklı ve yuvarlak haline ulaşır. Sonra ayın sonuna doğru noksanlaşmaya başlar ve nihayet eski urcun gibi olur.

Astronomi bilginleri, ayın yörüngesi çevresindeki yıldızları 28 gruba ayırmışlardır ki bunlara ayın menzilleri denir. Araplar, yağmur yağıp yağmayacağını bunlarla anlarlar ve gezegenlerin yerlerini -ki güneş de bun­lardandır- bunlardan hareketle tespit ederlerdi.

4- "Ne aya erişmek güneşe düşer, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yüzmektedirler." Yani ne güneş, ne de ay için birbirlerine ka­vuşmak doğru ve kolaydır. Çünkü bunlardan her biri için müstakil bir yö­rünge vardır ve onlardan hiçbiri, bu yörüngesindeyken diğeriyle bir araya gelmez. Güneş, bir günde 1 derece, ay ise günde 13 derece miktarı yol alır.

Gecenin ayeti olan ay, gündüzün ayeti olan güneşi geçemez. Çünkü bunların herbirinin zamanı farklıdır. Güneşin alanı ve zamanı gündüz iken, ayın zamanı gecedir.

Güneş, ay ve dünya, tıpkı balığın suda yüzmesi gibi gökyüzündeki kendi feleklerinde yüzer ve dönerler. Güneş, yarıçapı 93 milyon mil olan kendi yörüngesinde seyreder ve dönüşünü 1 yılda tamamlar. Ay, her ay dünyanın etrafında yarıçapı 24 bin mil olan yörüngesinde döner. Dünya ise güneşin çevresini bir yılda dönerken, kendi etrafında da bir gün ve bir ge­cede döner.

Bu, Yüce Allah'ın, güneş, ay ve dünyanın herbiri için, üzerinde dön­dükleri müstakil bir yörünge tayin ettiğinin delilidir. Güneş ile ayın hiçbiri diğerinin ışığını engellemez. Güneş ve ay tutulmasında meydana gelen na­dir durumlar bunun istisnasıdır.

Böylece mekân ile ilgili -ki o yeryüzüdür- delil ile yukarıda verdiği­miz dört zaman ile ilgili delili zikrettikten sonra Yüce Allah, kudretini gös­teren bir başka delil daha getirmektedir. Bu delil, insanın, tıpkı karada yü­rüdüğü gibi denizde de yürütülmesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: "... ve onları karada ve denizde taşıdık" (İsrâ, 17/70). Bu manada, üze­rinde durduğumuz surede de şöyle buyurmaktadır:

"Onlar için bir ayet de, onların zürriyetini o dopdolu gemide taşımış ol­mamızdır." Yani Yüce Allah'ın kudret ve rahmetinin delillerinden biri de, denizin, zürriyetin gemi ve taşıtlarını taşımaya amade kılınmasıdır. Bura­daki "zürriyet'ten kasıt, azık ve maişet temin edecek şeyleri çoğaltmak için bir memleketten diğerine naklettikleri mallarla dolu olan gemilerdeki ev­lâtlardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kudret delillerinden bir kısmını size göstermek için Allah'ın nimetiyle gemilerin denizde akıp gittiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır." (Lokman, 31/31).

Buradaki "zürriyet'in, Hz. Nuh (a.s.)'un gemisinde taşınanlar olduğu söylenmiştir. Bu gemi, çeşitli mal ve eşyalar ile Yüce Allah'ın, mahlukâtı so­yunu korumak amacıyla taşınmasını emir buyurduğu -her türden bir erkek ve bir dişi olmak üzere ikişer eşten oluşan- hayvanlarla dolu bulunuyordu.

Şu halde bu ayetin anlamı şöyle olur: Allah, onların baba ve dedelerini Hz. Nuh'un gemisinde taşıdı.

"ve kendilerine binecekleri bunun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır." Yani insanlar için, o gemiler misali kara gemileri olan develer ya­rattık. Zira insanlar bu develer üzerine hem yük ve eşya yüklerler, hem de kendileri binerler.

Ancak Razi, ekseri müfessirlerin görüşüne göre bu ayetteki "mislihî: bunun gibi" kelimesindeki zamirin "gemiler" kelimesine raci olduğunu söy­lemiştir. Yani kendilerine, binecekleri o gemiler gibi daha başka çeşit çeşit gemiler yaratmış bulunmamızdır. Bu durumda söz konusu ayet, "Ve daha başka çeşit çeşit azap vardır." (Sâd, 38/58) ayeti gibi olur. Bu görüşün kabul edilmesi halinde buradaki "fülk" kelimesinden maksat, develer değil, onla­rın zamanında mevcut bulunan başka gemilerdir. En açık anlam budur.

Bunu, buradaki "Dilesek onları suda boğarız" kavl-i ilâhisi de tayit et­mektedir. Eğer "fülk" kelimesiyle develer kastedilmiş olsaydı, "ve kendileri­ne binecekleri bunun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır" ayeti, an­lamca birbirine bağlı iki ifadeyi birbirinden ayırmış olurdu.

Bir diğer ihtimal de söz konusu zamirin, malum fakat burada zikredil­memiş olan bir ifadeye raci olmasıdır. Bu durumda da ayetin takdiri anla­mı şöyle olur: Zikrettiğimiz mahlukât gibi.. Nitekim "Ki onun ürününden ... yesinler" ayetinde de aynı durum söz konusudur.[5]

Şu halde bu ayet kara taşıtları, tren ve uçaklar gibi modern her türlü taşıta da şamil olur. Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu kavl-i ilâhisidir: "Hem binmeniz, hem de süs için atları, katırları, merkepleri yarattı ve sizin bilmediğiniz daha nice şeyler yaratmaktadır." (Nahl, 16/8).

Yüce Allah'ın rahmet ve lütfunun bir delili de bu vasıtalara binenleri korumasıdır. Zira ayette "Dilesek onları suda boğarız, ne kendilerine imdat eden bulunur, ne de kurtarılırlar" buyurulmaktadır. Yani eğer onları, yükleriyle birlikte suda boğmayı isteseydik, o durumda onların imdadına gele­cek veya kendilerini boğulmaktan kurtaracak kimse olmazdı ve onlar, baş­larına gelen o olaydan kurtarılmazlardı.

"Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma müstesnadır." Bu ayette geçen "illâ rahmeten minnâ" ifadesindeki "illâ" harfi münkatı istisnadır. Bu ayetin takdiri anlamı da şöyledir: Ancak sizi, karada ve deniz­de rahmetimizle yürütüyor, boğulmaktan koruyor, belli bir süreye kadar selâmette tutuyor ve Yüce Allah katında malûm olan bir vakte, yani ölüme kadar sizi dünya hayatıyla nimetlendiriyoruz. [6]


[4] İbni Kesir, III/571 vd.

[5] Razî, XXVI/81; Alûsî, XXIII/27.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/15-20.

20 Aralık 2018 Perşembe

"Size İlimden Çok Az Bir Şey Verilmiştir" Âyeti Kerimesinin Açıklaması


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

47. "Size İlimden Çok Az Bir Şey Verilmiştir [İsrâ 17/85] Âyeti Kerimesinin Açıklaması

125- Alkame'nin Abdullah'tan 
radıyallahu anh rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir:

Hz. Peygamber'le 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem birlikte Medine harabelerinde yürürken, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem hurma dalından bir değneğe dayanıyordu. Derken birkaç Yahudi'yle karşılaştı. Yahudiler birbirlerine "Ona ruh hakkında sorun" dediler. Diğer bazıları "Ona bir şey sormayın, hoşlanmayacağınız bir şey söyleyebilir" dediler. Onlardan bir adam kalkarak "Ey Ebû'l-Kâsım! Ruh nedir?" diye sordu. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem sustu. Ben (içimden) "Ona vahiy indiriliyor" dedim. Ayağa kalktım. Vahiy hali kendisinden geçince şu âyetleri okudu: "[İsrâ 17/85] 

el-A'meş şöyle demiştir: "Bizim kıraatimizde de bu âyetin okunuşu böyle­dir.[Hadisin geçtiği diğer yerler:4721,7297,7456,7462]

Açıklama

Abdullah'ın 
radıyallahu anh kalkmasının nedeni, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir ka­rışıklık arız olmasın diye yahut da onunla Yahudiler arasına engel oluşturmak içindir.

Yahudiler'in Hakkında Soru Sorduğu Ruh

Âlimlerin çoğunluğuna göre Yahudiler canlılarda bulunan ruhun mahiyetini sormuşlardır.

Ruh: Cebraildir. 
Hz. İsa'dır. 
Kur'an'dır. 
Rûhânî büyük bir varlıktır.

Bunun dışında başka şeyler de söylenmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi Tefsir bölümünde gelecektir. Orada, canlılardaki ruha işaret edeceğiz. En doğru görüşe göre bunun hakikatini yalnızca Allah bilmektedir.

el-A'meş'in "Bizim kıraatimizde de bu âyetin okunuşu böyledir" sözü ile el-A'meş kıraati kastedilmektedir. Bu kıraat mütevatir yedi kıraat arasında bulun­madığı gibi meşhur kıraatler arasında da bulunmamaktadır.

19 Aralık 2018 Çarşamba

Âlime İnsanların En Bilgilisi Kimdir?" Diye Sorulduğunda Bunu Allah'ın Bilebileceğini Söylemesi Müstehaptır

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

44. Âlime İnsanların En Bilgilisi Kimdir?" Diye Sorulduğunda Bunu Allah'ın Bilebileceğini Söylemesi Müstehaptır

122- Said İbn Cübeyr 
radıyallahu anh şöyle demiştir:

İbn Abbas'a: "Nevf el-Bekkâlî, bilge adamla buluşan Musa'nın İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa 
Aleyhisselam değil başka bir Musa olduğunu iddia ediyor" dedim:

İbn Abbas 
radıyallahu anh Nevf el-Bekkâlî için: "Allah düşmanı yalan söylemiş. Übey İbn Kâ'b radıyallahu anh bize Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem şunu aktarmıştır: "Hz. Musa İsrailoğullarına konuşma yapmak üzere ayağa kalktı. Kendisine: "En bilgili insan kimdir?" diye soruldu. O da "En bilgili benim" dedi. Allah, bu konudaki bilgiyi kendisine bırakmadığı için Musa'yı azarladı ve ona:"îki denizin birleştiği yerde (bulunan) kullarımdan bir kul senden daha bilgili" diye vahyetti.

Hz. Musa "Ya Rab! Ona nasıl gidebilirim?" diye sordu. Kendisine "bir zenbil içinde bir balık taşı. Onu kaybettiğin yerde o kulu bulacaksın" denildi.

Hz. Musa yanına hizmetçisi Yûşa İbn Nûn'u alarak yola düştü. Yanlarında zenbil içinde bir balık taşıyorlardı. Kayanın yanına varınca başlarını koydular ve uyuyakaldılar. Balık zenbilden çıkarak kurtuldu ve denizde iz bırakarak gitti. Denizde böyle bir izin bulunmasına Musa ve hizmetçisi şaşırdılar. Uyandıktan sonra o gecenin kalan kısmında ve gündüz yollarına devam ettiler. Sabah olunca Hz. Musa hizmetçisine "Öğle yemeğimizi getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda bir hayli yorulduk" dedi. Hz. Musa, gitmesinin emredildiği yeri geçmeden önce yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi "Gördün mü, kayanın dibinde barındığımız zaman balığı unutmuşum" dedi. Hz. Musa "İşte aradığımız da buydu" dedi. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Kayanın yannıa geri gelince orada elbisesine bürünmüş bir adam gördüler. Musa selâm verdi.

Hızır: "Hayret! Senin bulunduğun bu yerde selâm ne gezer?" dedi.

Musa: "Ben Musa'yım" dedi.

Hızır: "İsrailoğullarının Musa'sı mı?" diye sordu.

Musa: "Evet" dedi. Daha sonra "Sana öğretilen üstün ilimden bana öğret­men için sana tabi olayım mı?" diye sordu.

Hızır: "Sen benimle birlikte sabredemezsin. Musa! Bende Allah'ın kendi ilminden verdiği Öyle bir ilim var ki sen onu bilemezsin. Sende de Allah'ın verdiği öyle bir ilim var ki onu da ben bilmem" dedi.

Musa: "Sen inşallah beni sabırlı bulacaksın. Ben senin hiçbir emrine isyan etmeyeceğim" dedi.

Bunun üzerine ikisi deniz sahilinde yürüdüler. Gemileri yoktu. Bir gemi yanlarına uğradı. Onları taşıması için gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. O sırada bir serçe gelerek geminin kenarına konup denizden bir iki damla su aldı.

Hızır: "Musa! Benim ilmim ve senin ilmin, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile Allah'ın ilmini eksiltmez" dedi.

Sonra Hızır gemi tahtalarından birini söktü.

Musa: "Adamlar ücretsiz olarak bizi gemiye aldıkları halde sen, içindekileri boğmak için gemilerini mi deliyorsun?" dedi.

Hızır: "Sen benimle birlikte sabredemezsin demedim mi?" dedi.

Musa: "Dalgınlığımdan dolayı beni sorumlu tutup, bana güçlük çıkarma" dedi.

Musa'nın bu ilk itirazı gerçekten de dalgınlık eseri idi. İkisi yolculuklarına devam ettiler. Bir de baktılar ki bir çocuk başka çocuklarla oynuyor. Hızır çocu­ğun başını eliyle kopardı.

Musa: "Bir cana karşılık olmaksızın günahsız bir canı mı öldürdün?" dedi.

Hızır: "Ben sana benimle birlikte edemezsin demedim mi?" dedi.
[Hadisi rivayet eden İbn Uyeyne Hızır'ın bu ikinci sözünün ilkinden daha güçlü olduğunu söylemiştir.]

İkisi yine yolculuklarına devam ettiler. Nihayet bir köye varınca köy halkın­dan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır eliyle işaret ederek duvarı düzeltti.

Musâ: "İstesen bu iş için ücret alabilirdin" dedi. 


Hızır: "İşte bu, ikimizin ayrılacağı zamandır" dedi.
 Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Allah Musa'ya merhamet etsin, isterdik ki biraz daha sabretseydi de ikisinin arasında geçen başka olaylar bize antatılsaydı".

Açıklama

"Allah düşmanı yalan söylemiş" sözü hakkında İbnü't-Tîn şöyle demiştir: "İbn Abbas bu sözü ile Nevf'i Allah'ın korumasından çıkarmak istememiştir. An­cak ilim adamları hak olmayan bir şey duyduklarında kalpleri bundan nefret eder ve insanları bundan engellemek ve sakındırmak için bu tür sözler ederler. Yoksa bu sözün hakikati kasdedilmemiştir".

Yüce Allah'ın Hz. Musa'ya 
Aleyhisselam söylediği "O (Hızır) senden daha bilgilidir" sö­zünden ilk anda Hızır'ın nebi olduğu, hatta risalet ile görevlendirilmiş bir nebi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü böyle olmasa üst seviyedeki bir kimse, kendisin­den daha üst seviyedekine üstün kılınmış olur ki bu, batıl bir görüştür. Hızır'ın peygamber olduğunu gösteren en açık delillerden biri onun yaptığı şeyler hak­kında "Ben bunu kendiliğimden yapmadım" sözüdür. Onun peygamber oldu­ğuna inanmak gerekir, ta ki batıl yolda olanlar bunu "Veli, peygamberden üs­tündür" şeklindeki İddialarına dayanak yapmasınlar. Hâşâ ve kellâ.

Hızırın "Senin bulunduğun bu yerde selâm ne gezer?" sözü "selâmın bilin­mediği bu yerde selam ne gezer?" anlamına gelir. Burası küfür ülkesi idi veya onların selamlaşmaları "selâm" sözcüğü İle yapılmıyordu.

Bu, peygamberler ve onlardan daha alt seviyedeki velilerin, Allah'ın kendi­lerine bildirdiği dışında gaybı bilmediklerini gösterir. Çünkü Hızır tüm gaybı bilseydi, Musa'yı kendisine sormadan bilirdi.

Hızır'ın "Benim ilmim ve senin ilmin, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile Allah'ın ilmini eksiltmez" sözü, Allah'ın ilminden hiçbir şeyi eksiltmez anlamına gelir. Bu güzel bir yorum olmakla birlikte daha güzel bir yorum şudur: Şurada Allah'ın ilmi ile kasdedilen Allah'ın bildiği varlıklardır. Çünkü buradaki ilim kelimesinin başına, bir şeyin bir kısmını ifade eden "min" harfi gelmiştir. Allah'ın zatında bulunan İlim, ezelî bir sıfat olup parçalanamaz, Allah'ın bilgisine konu olan şeyler (nesneler ve olaylar) İse bölünebilir.

Kurtubî şöyle demiştir: İbn Cüreyc rivayetinde bu hadis bağlam olarak daha güzel bir anlatım ile ve şüpheden daha uzak bir ifade ile gelmiştir. O rivayette "Allah'ın ilmi yanında benim ve senin ilmin ancak şu serçenin gagası ile denizden aldığı su kadardır" denilmiştir.

Hz. Hızır Ve Hz. Musa'nın Kıssasından Çıkarılacak Sonuçlar

Kurtubî şöyle demiştir:

Hz. Musa ile Hızır'ın kıssasından çıkarılacak önemli sonuçlar vardır. Şöyle ki:

Allah kendi mülkünde dilediğini yapar, mahlûkâtı hakkında onlara yarar ve zarar verecek şekilde dilediği gibi hükmeder. O'nun fiillerini anlama ve hükümlerine itiraz etme konusunda aklın bir fonksiyonu yoktur. Mahlûkâtın (insanların) onun hükmüne rıza göstermesi ve teslim olması gerekir. Akıllar, rubûbiyetin sırlarını keşfedecek güçte değildir. Onun verdiği hüküm hakkında "niçin" ve "na­sıl" soruları sorulamaz.

Bu kıssa ile ilgili olarak iki çarpıtmaya da işaret edelim:

1. Bazı cahiller bu kıssaya dayanarak Hızır'ın Hz. Musa'dan daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Bu sözü ancak bu kıssayı anlayacak kadar düşüncesi gelişmemiş ve Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği; risalet, onunla doğrudan konuşma, içinde her şeyin hükmü bulunan Tevrat'ı indirme, Hz. İsa da dahil olmak üzere İsrailoğullarına gönderilen bütün peygamberlerin onun şeriatı ve nübüvvetinin hükmü ile yükümlü olmaları konularını anlayamayanlar söyler. Kur'an, Hz. Musa'nın bu üstünlüklerinin pek çok delilini sunmaktadır. Bu konuda şu âyet yeterlidir: "Ey Musa! Ben risaletimle (sana elçilik vermemle) ve seninle konuşmakla seni insanlar arasından seçerek üstün kıldım.[El-A'raf,7/144.]

Peygamberler bölümünde Hz. Musa'nın fazileti ile ilgili yeterli açıklama ge­lecektir.[3394 nolu hadis]

Hızır, nebi olsa bile, resul olmadığında görüş birliği vardır. Resul, nebiden daha üstündür. Hızır'ın resul olduğunu kabul etsek bile, Hz. Musa'nın risaleti daha büyük, ümmeti de daha çok olduğundan o daha üstündür. Hızır, olsa olsa İsrailoğullarının peygamberlerinden biri ile aynı konumda olabilir ki Hz. Musa onların en üstünüdür.

Hızır'ın nebi değil velî olduğunu kabul edersek, nebi veliden daha üstündür. Bu, aklen de naklen de kesin olan hususlardandır. Bunun aksini kabul eden kişi küfre girer, çünkü bu husus dinde zaruri olarak bilinen (herkesin bilip inanması gereken) hususlardandır.

Hızır ile Musa kıssası yalnızca Musa'nın ibret alması için bir imtihan idi.

2. Zındıklardan bazıları, İslam şeriatının hükümlerini yıkacak bir yöntem be­nimseyerek şöyle demişlerdir: "Musa ile Hızır kıssasından anlaşıldığına göre di­nin genel hükümleri, zeka seviyesi düşük genel halk kitleleri hakkında geçerlidir. Evliya ve seçkinlerin ise bu nasslara (âyet ve hadislerdeki hükümlere) İhtiyaçları yoktur. Onlardan istenen yalnızca kalplerine gelene uymalarıdır. Onlar hak­kında, kalplerine doğan şeye göre hüküm verilir. Çünkü onların kalpleri kirler­den temizlenmiş ve şer'î hükümleri anlatan kelimelerden boşalmıştır. Nitekim Hızır hakkında da böyle olmuş, o kalbine doğan ilimler sayesinde Musa'nın sa­hip olduğu şeriattan müstağni olmuştur. "İnsanlar sana fetva verse de sen fetvayı kalbinden al" şeklindeki meşhur hadis de bunu desteklemektedir".

Bu söz zındıklığa ve küfre götürür. Çünkü bu, dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkar etmektir. Zira Allah'ın kanunu ve yürürlüğe koyduğu sö­züne göre; Allah'ın hükümleri ancak O'nunla halk arasında elçilik yapan pey­gamberler aracılığı ile bilinebilir. Bu peygamberler Allah'ın dinini ve hükümlerini İnsanlara açıklar. Nitekim Yüce Allah "Allah, meleklerden ve insanlardan elçiler seçer [El-Hac,22/75] "Allah peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir [El-En'am,6/124.] buyurmuştur. İnsanlara, peygamberlerin getirdiği bütün hükümlere itaat etmelerini emretmiş, onlara İtaat etmeye ve emrettikleri hükümlere yapışmaya teşvik etmiştir. Çünkü doğru yol ondadır. Bu konuda kesin bilgi ve İlk dönem âlimlerinin görüş birliği vardır. Peygamberlerin Allah'ın hükümlerini getirdiği yollar dışında, hükümleri bilmenin başka bir yolu bulunduğunu ve bu yolun peygamberlerin yoluna ihtiyaç bırakmadığını iddia eden kişi kâfirdir, öldürülür, kendisinden tevbe etmesi istenmez (yani tevbe etmesine müsaade edilmez).

Hızır'ın yaptığı şeyin din ile çelişen hiçbir tarafı yoktur. Zalim bir kimsenin gemiyi gasp etmesini önlemek için geminin tahtalarından birinin sökülmesi, zalim kimsenin gasp tehlikesi geçince tahtanın yerine çakılması hem din hem akıl bakımından caizdir. Ancak Musa ilk anda görünen durumu dikkate alarak bunu yadırgamakta acele etmiştir. Müslim'in Ebû İshak'tan rivayetindeki şu ifade bunu açık olarak göstermektedir: "Gemiyi çalıştıran kişi tahtasının kırık olduğunu görünce onu tamir etti".

Farklı şekillerde anlaşılmaya müsait olan durumları yadırgamakta acele et­memek gerekir.

Hızır'ın çocuğu öldürmesine gelince bunun, onun dininde caiz olması muhtemeldir.

Duvarı onarma ise kötülüğe iyilikle karşılık verme cinsinden bir fiildir. Bu hadisle ilgili diğer meseleleri tefsir bölümünde ele alacağız.[4762 nolu hadis]


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

18 Aralık 2018 Salı

YASİN SÛRESİ 28-32. ayetlerin tefsiri


"Şehir Halkı" Kıssasının Devamı, Peygamberleri Yalanlayanların Cezalandırılması:

28- Ondan sonra kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, in­diriciler de değildik.

29- Sadece bir tek sayha, o kadar. Hemen sönüp gittiler.

30- Ey kulların üzerine çöken bü­yük hasret ve pişmanlık, hazır ol! Onlar kendilerine hangi elçi gelse onu alaya alıyorlardı.

31- Kendilerinden önce nice nesille­ri helak ettiğimizi, onların bir daha kendilerine dönmediklerini gör­mezler mi?

32- Onların hepsi toptan huzurumu­za muhakkak getirileceklerdir.


Açıklaması:


"Ondan sonra kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indiri­ciler de değildik." Yani mümin olan Habîbu'n-Neccâr'ın kavmi üzerine onu öldürmelerinden sonra kendilerini Allah'a imana davet için meleklerden bir ordu indirmedik; buna ihtiyacımız da yoktu. Bilakis bizim için bu mese­le, böyle bir ordu indirmekten daha hafif ve basitti; onları orduyla değil, sayha ile helak etmek suretiyle takdirimiz gerçekleşmişti.

Onların bu şekilde helak edilmesi, kendilerini tahkir içindir. Zira gök­ten melekler indirmek, çok önemli işlere mahsustur. Onları helak etmek için ise gökten indirilecek bir orduya hacet yoktu. Bilakis biz onları bir tek sayha ile helak ettik.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sadece bir tek sayha, o ka­dar. Hemen sönüp gittiler." Yani onların helak edilmesi, sadece Cebrail'in bir sayhası ile oldu. O sayha ile helak oldular. Onların yakalanması yahut cezası sadece bir tek sayha ile olmuştu.

Buradaki "bir tek" ifadesi tekit içindir. Çünkü söz konusu azap Allah indinde basittir. "Hemen sönüp gittiler" ifadesinde, helakin süratli bir şe­kilde gerçekleştiğine işaret vardır.

"Ey kulların üzerine çöken büyük hasret ve pişmanlık, hazır ol! Onlar kendilerine hangi elçi gelse onu alaya alıyorlardı." Yani Ey peygamberleri yalanlayan kimseler! Tevhide, hakka ve hayra çağıran hiçbir peygamber gelmemiştir ki kendisiyle alay edilmesin, söyledikleri yalanlanmasın ve getirdiği hak din inkâr edilmesin. İşte bu sebeple acıklı bir hasret çekin ve yaptıklarınıza pişman olun!

"Ey kulların üzerine çöken büyük hasret ve pişmanlık, hazır ol!" Yani şimdi peygamberleri yalanlayanlar için hasret vaktidir. Onların hasret çekmelerinin sebebi, kendileriyle aynı tavır içinde olan geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret almamalarıdır. Esasen burada gerçek manada hasret çekme söz konusu değildir. Zira burada zamanın, hasreti isteme za­manı olduğu beyan edilmek istenmektedir. Çünkü azapla karşı karşıya kalındığında pişmanlık duygusu ortaya çıkmıştır. Buradaki hasretin, kâfir­ler tarafından peygamberler yalanlandığında meleklerin, kâfirlerin bu du­rumuna hayıflanıp ah-vah etmesi olduğu da söylenmiştir.

Daha sonra Yüce Allah hal-i hazırdaki ve gelecekteki nesilleri uyar­makta ve şöyle buyurmaktadır:

"Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi, onların bir daha kendilerine dönmediklerini görmezler mi?" Yani kendilerinden önce yaşa­mış olan ve peygamberleri yalanlayan Âd ve Semûd gibi, Allah'ın helak et­tiği kavimlerin durumundan ve onların artık dünyaya dönemeyecek olma­sından ibret almazlar mı? Burada, öldükten sonra dünyaya, daha önce ya­şadıkları gibi tekrar döneceklerine bilgisizce inanan Dehrî (yani tanrıtanı­maz, ateist)'lerin iddiaları da reddedilmektedir. Nitekim Yüce Allah onla­rın şöyle dediklerini hikâye etmektedir: "Dediler ki: Ne varsa dünya haya­tımızdır. Başka birşey yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi zamandan başkası he­lak etmiyor." (Câsiye, 45/24).

Daha sonra Yüce Allah yine onlara, dünya azabından sonra ahirette de hesap ve ceza olduğunu öğretmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Onların hepsi toptan huzurumuza muhakkak getirileceklerdir." Yani geçmiş ve gele­cek ümmetlerin tümü kıyamet günü hesap için Yüce Allah'ın huzuruna ge­tirilecekler ve Yüce Allah onlara, hayrıyla şerriyle bütün amellerinin karşı­lığını verecektir. Bu ayet, Yüce Allah'ın şu kavl-i ilâhisi gibidir: "Şüphesiz Rabbin, herbirinin amellerinin karşılığını tam olarak verecektir." (Hûd, 11/111).

Bu ayet, Allah'ın bu dünyada helak ettiği kimselerin yakasını bırak­mayacağının, dünya hayatından sonra da onların Yüce Allah'ın huzurunda toplanıp hesap vereceklerinin ve cezaya çarptırılacaklarının delilidir. Şayet Yüce Allah bu dünyada helak ettiği kimselerin yakasını bıraksaydı, şairin de dediği gibi ölüm onlar için bir rahatlık ve kurtuluş olurdu:

"Kurtulsaydı yakamız öldüğümüzde şayet Öldüğü an ererdi rahata her zî-hayat. Gel gör ki öleceğiz, tekrar dirileceğiz Ve sonra her şey için bir hesap vereceğiz." [3]


[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/8-10.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

17 Aralık 2018 Pazartesi

YASİN SÛRESİ 13-27. ayetlerin tefsiri


Kasaba (Antakya) Halkının Kıssası:


13- Sen insanlara o kasaba halkının kıssasını misal ver: Bir zaman onlara elçiler gelmişti.

14- Biz onlara iki elçi göndermiştikte onlar elçileri yalanlamışlardı. Bunun üzerine biz de onları bir üçüncüsüyle desteklemiştik. Elçiler kasaba halkına: "Şüphesiz bizler size gönderilen elçileriz." demişlerdi.

15- Onlara şöyle cevap vermişlerdi: "Siz de ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman olan Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz."

16- Elçiler de şöyle demişlerdi: "Rabbimiz biliyor ki, gerçekten bizler size gönderilmiş elçileriz.

17- Bizim üzerimize düşen açıkça tebliğ etmektir."

18- Kasaba halkı şöyle demişlerdi: Biz sizinle uğursuzluğa düştük. Yemin olsun ki eğer vazgeçmezsen taşlarız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunur."

19
"Elçiler de şöyle demişlerdi: Uğursuzluk sizin kendinizdedir. Siz hak hatırlatıldığı için mi bize tehditler savuruyorsunuz? Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz."

20- Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak gelmiş ve şöyle demişti: "Ey kavmim! Size gönderilen elçilere uyun."

21- "Sizden hiçbir ücret istemeyen ve doğru yolda olanlara uyun."

22- "Ben beni yoktan varedene nasıl ibadet etmeyeyim? Oysa siz de O'na dön­dürüleceksiniz."

23- "Allah'tan başka ilahlar mı edineyim? Rahman olan Allah bana bir zarar vermek dilediğinde o ilahların yardımları bana bir fayda vermez. Onlar beni kurtaramazlar da."

24- "O takdirde ben apaçık bir sapıklık içinde olurum."

25- "Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Beni dinleyin."

26-27- (Davetinin mükâfatı olarak) Ona: Gir Cennet'e, denildi. O da: "Keşke kavmim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bil­se." dedi.


Açıklaması:

"Sen insanlara o kasaba halkının kıssasını misal ver: Bir zaman on­lara elçiler gelmişti."

Ya Muhammed! Seni yalanlayan kavmine aşırılık, inatçılık ve inkar­cılıkta Antakya kasabası halkının kıssasını örnek ver.

Allah, Antakya kasabasında Hz. İsa (a.s.)'ın ashabı olan havarilerden üçünü göndermiş, Kureyş'in inat ederek yalanlamaları gibi Antakya halkı bu elçileri yalanlamışlar, bu her iki grup da yalanlamakta ısrar etmişlerdi.

Ayette geçen kasaba (karye) bütün müfessirlerin görüşüne göre An­takya'dır. Elçiler (mürselûn) ise İbni Abbas ve pek çok müfessirin görüşüne göre Hz. İsa (a.s.)'ın ashabı olup Cenab-ı Hak onları dini uygulamak üzere göndermiştir.

Cenab-ı Hak daha sonra bu elçilerin sayısını belirtmek üzere şöyle buyurdu: "Biz onlara iki elçi göndermiştik de onlar o elçileri yalanlamışlar­dı. Bunun üzerine biz de onları bir üçüncüsüyle desteklemiştik. Elçiler kasaba halkına: Şüphesiz bizler size gönderilen elçileriz, demişlerdi." Yani biz onlara iki elçi göndermiştik. Onları Hz. İsa (a.s.), Allah Tealâ'nın emriyle göndermişti. Kavmi risalet konusunda bu iki elçiyi derhal yalan­ladılar. Biz de bunları üçüncü bir elçiyle te'yid edip takviye etmiştik. Onlar bu kasaba halkına: Şüphesiz bizler size, sizi yaratan Rabbiniz tarafından, sadece hiçbir ortağı olmayan Allah'a ibadet etmeniz ve putlara tapınmayı terketmeniz için gönderilen elçileriz, dediler.

Bu ilk iki elçi Yuhanna ve Polus olup üçüncü elçi ve Şem'un idi. Bir görüşe göre üçüncü elçinin ismi Polus idi.

Antakya kasabası halkı diğer ümmetler gibi elçilerin beşer oluşu bahanesine sarıldılar. Cenab-ı Hak bu durumu şöyle beyan etmektedir:

"Onlar da şöyle demişlerdi: Siz de, ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman olan Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyor­sunuz. "

Kasaba halkı üç elçiye şöyle dediler: Siz de bizim gibi beşersiniz, yemek yiyorsunuz, çarşılarda dolaşıyorsunuz. Sizin bizden farklı bir özel­liğiniz yok. Rahman olan Allah size iddia ettiğiniz gibi ne bir risalet, ne de kitap indirmiştir. Bunu sizden başka rasuller ve onlara tâbi olanlar da id­dia etmektedir. Siz bu iddia ettiğiniz risalette sadece yalancısınız.

Onların "Rahman olan Allah hiçbir şey indirmemiştir." ifadeleri Al­lah'ın varlığını itiraf ettiklerinin delilidir. Fakat onlar risaleti inkâr etmekte ve putlara, Allah'la arasında vasıta -şefaat vesilesi- olarak tapmaktadırlar.

Bu şüphe, Hakk'ı yalanlayan pek çok ümmetin şüphesidir. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette onların durumunu şöyle bildirmektedir: "Bunun sebebi şudur: Onlara peygamberleri apaçık mucizeler getiriyordu. Onlar da: Bizi bir insan mı doğru yola iletecek? diyorlardı." (Tegabün, 64/6). Yani buna hayret etmiş ve bunu inkâr etmişlerdi. Bu konuda bir baş­ka ayet de şu şekildedir: "Kavimleri peygamberlerine şöyle dediler: Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Davet ettiğiniz şeylerle bizi atalarımızın taptıklarından uzaklaştırmak istiyorsunuz. Bize apaçık bir delil getirin." (İbrahim, 14/10).

Elçiler de: "Rabbimiz biliyor ki, gerçekten bizler size gönderilmiş el­çileriz, dediler." Yani üç elçi kasaba halkına şöyle cevap verdiler: Allah biliyor ki biz Allah'ın size gönderdiği elçileriyiz. Biz onun adına yalan söy­leyen kişiler olsaydık, O bizden son derece şiddetli bir şekilde intikam alır­dı. Halbuki Allah bizi üstün kılacak ve bize destek verecektir. Ve siz en güzel akıbetin kimin olacağını gayet iyi bileceksiniz.

Nitekim bir ayette şöyle buyurulmaktadır: "Sen onlara şöyle de: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O göklerde ve yerdekileri bilir. Batıla inanıp Allah'ı inkâr edenler, işte onlar hüsrana uğrayacakların ta kendileridir." (Ankebut, 29/52).

Elçiler daha sonra görevlerini şöyle belirttiler: "Bizim üzerimize düşen açıkça tebliğ etmektir." Yani bizim üzerimize düşen görev, sizi gönderil­memizin sebebi olan ilahî mesajı tebliğ etmektir. Bizim üzerimize ilahî mesajı açık bir şekilde tebliğ etmek vaciptir. Siz buna icabet ederseniz, iki cihanın saadetine nail olursunuz. Eğer icabet etmezseniz, yalanlamanızın sonucunu öğreneceksiniz.

Bunun üzerine "kasaba halkı şöyle demişlerdi: Biz sizinle uğursuzluğa düştük. Yemin olsun ki eğer vazgeçmezseniz sizi taşlarız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunur." Kasaba halkı elçilere: Biz sizin sebebinizle uğur­suzluk bulduk. Hayatımızda sizin yüzünüzden hayır bulamadık. Siz bizi böldünüz ve aramızda ihtilâf çıkardınız. Eğer bu daveti terketmez ve bu sözden yüzçevirmezseniz, sizi taşlarız. Bizden size acıklı bir azap ve şiddet­li bir ceza isabet eder.

"Ve-leyemessenneküm" ifadesi taşlamanın durumunu beyan etmek­tedir. Yani bu taşlama bir-iki taşla yapılan bir taşlama olmayacaktır, bilakis biz öldürünceye kadar buna devam edeceğiz. Bu can yakıcı bir iş­kencedir. Bazıları buradaki "Vav"ın "veyahut" anlamında olduğu görüşün­dedir. Bundan murad şudur: Ya sizi öldüreceğiz, yahut hapsedeceğiz ve hapishanelerde size işkence yapacağız.

"Elçiler de şöyle demişlerdi: Uğursuzluk sizin kendinizdedir. Siz hak hatırlatıldığı için mi bize tehditler savuruyorsunuz? Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz."

Yani elçiler kasaba halkına şöyle demişlerdi: Sizin uğursuzluğunuz, kendinizden dolayıdır. Dolayısıyla uğursuzluğun sebebi sizin yalanlamanız ve inkâr etmenizdir, yoksa biz değiliz. Size uyarıda bulunduğumuz ve size Allah'ın birliğini ve sadece Allah'a kullukta bulunmayı emrettiğimiz için mi bizim sizin için uğursuz olduğumuzu iddia ettiniz, bizi tehdit ettiniz. Hayır, gerçek şudur ki siz hakka aykırı davranmakta haddi aşan, sapıklık­ta ileri giden bir kavimsiniz. Sapıklık ve inatçılıkta devam ettiniz.

Bu tavır Firavun kavminin tavrına benzemektedir: "Onlara iyilik ve bolluk geldiği zaman: Bu bize aittir, derler. Bir kötülüğe uğradıkları zaman da, bunu Musa ve beraberindekilerin uğursuzluklarına yorarlar. İyi bilin ki, onların uğursuz saydıkları şey, Allah katındadır." (A'raf, 7/131).

Yine bu tavır Salih (a.s.) kavminin tavrının da benzeridir: "Kavmi -Salih'e-:" Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık." dediler. Salih de: "Uğursuzluğunuzun sebebi Allah nezdindedir." dedi." (Nemi, 27/47).

Cenab-ı Hak daha sonra elçilerini bir yardımcı ile destekledi: "Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak gelmiş ve şöyle demişti: Ey kavmim! Size gönderilen elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen ve doğru yolda olan­lara uyun."

Şehrin en uzak tarafından Habib Neccar adındaki bir davetçi, elçilerin haberini işitince koşarak gelmiş ve kavmine şu nasihatte bulunmuştu: Ey kavmim! Sizi sapıklıktan kurtarmak için gelen Allah'ın elçilerine uyun. Onlar size yaptıkları davetlerinde samimidirler. Onlar bu ilâhî mesajı teb­liğ uğrunda hiçbir maddi karşılık beklememektedirler. Sizi davet ettikleri hiçbir ortağı bulunmayan ve tek olan Allah'a ibadet etme hususunda hak ve hidayet metodu üzerindedirler.

Bu davetçi kendisi için arzu ettiği şeyleri onlar için de arzu ettiğini açıkladı:

"Ben beni yoktan var edene nasıl ibadet etmeyeyim? Oysa siz de O'na döndürüleceksiniz." Sadece, beni yaratana ibadette bulunmaya ne engel olabilir. Kıyamet günü dönüş ve varış yalnız O'nadır. O, amellerinize göre hayırsa hayır, şerse şer size karşılık verecektir.

Bu ifadede Allah'a kullukta bulunma teşvik edilmekte ve O'nun azabından sakındırılmaktadır.

Davetçi, daha sonra kendi yolunun doğruluğunu ve putlara tap­malarından dolayı onların yolunun yanlışlığını bir kez daha vurgulamak üzere şöyle demişti:

"Allah'tan başka ilahlar mı edineyim? Rahman olan Allah bana bir zarar vermek dilediğinde o ilahların yardımları bana bir fayda vermez. On­lar beni kurtaramazlar da."'

Bu inkâr, azarlama ve ihtar şeklindeki bir soru olup bununla şu mana kastedilmektedir: Allah'tan başka asla ilâh edinmeyeceğim. İbadete lâyık olan Allah'a ibadet etmeyi bırakıp sahte tanrılara ibadet etmeyeceğim. Beni yoktan var edip yaratan O'dur. Zira Rahman bana bir kötülük yap­mayı murad etse, bu taptığınız putların şefaati bana fayda vermez ve beni kötülük uçurumundan kurtarmaz. Çünkü onlar hiçbir şeye mâlik değiller­dir. Ne zararı ortadan kaldırabilir, ne de engelleyebilirler. Ne fayda temin edebilir, ne de herhangi bir kimseyi içinde bulunduğu durumdan kur­tarabilirler.

"O takdirde ben apaçık bir sapıklık içinde olurum." Yani ben Allah'ı bırakıp bu putları tanrı edinirsem, şüphesiz ki ben gerçekte ve hakikatte apaçık bir hata, büyük bir bilgisizlik ve haktan sapma içine düşmüş olu­rum.

Bu ifade onlara yapılan bir tarizdir. Cenab-ı Hak daha sonra hiçbir kuşku bulunmayan açık bir ifadeyle onun mümin olduğunu belirtmek üzere peygamberlerine hitap ederek şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Beni dinleyin." Ben, beni sizi gönderen Rabbinizi tasdik ettim. O'nun nezdinde benim için buna şahid olun.

İbni Abbas, Ka'b ve Vehb (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre o elçi bunu söyleyince hep birden onun üzerine saldırıp onu öldürdüler. Ona en­gel olacak hiçbir kimse yoktu. Katade diyor ki: Onu taşlamaya başladık­larında o şöyle diyordu: "Allahım! Kavmime doğru yolu göster, çünkü onlar bilmiyorlar." Onlar elçi ölünceye kadar taşlamaya devam ettiler.

Elçinin onların hidayetini arzu etmesinin alâmeti şu idi: "Ona: "Gir cennete." denildi. O da: "Keşke kavmim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilse." dedi." Yani Allah elçi öldürüldük­ten sonra ona değer vermek üzere: Hakk'ı tebliğ etme yolunda şehid ol­duğu için cennete gir, der. O da cennete girip orada rızıklanır. Cennet nimetlerini görünce şöyle der:

Keşke kavmim benim son durumumu, iyi halimi ve güzel akıbetimi bilse, dolayısıyla benim iman ettiğim gibi iman etse ve benim içinde bulun­duğum nimete onlar da nail olsa! Keşke onlar günahlarımın bağışlanması ve beni Rablerinin kendilerine lütfettiği bol sevap ve umumi ihsana lâyık olan Allah'a yakın, değerli şehitler zümresine katması şeklinde Allah'ın bana verdiği lütufları bilseler!

İhlaslı müminin durumu daima böyledir. O bütün insanlar için hayır ister. Katade diyor ki: Mümini daima hayrı isteyen kişi olarak bulursun. Onu hilekâr olarak göremezsin. [2]


[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/589-593.


http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

16 Aralık 2018 Pazar

İlmi Ezberlemek

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

42. İlmi Ezberlemek

118- Ebû Hureyre 
radıyallahu anh şöyle demiştir:

İnsanlar "Ebû Hureyre çok hadîs rivayet ediyor" diyorlar. Allah'ın kitabın­daki şu iki âyet olmasaydı hiçbir hadis rivayet etmezdim:

"İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve Çokça esirgeyenim."
[El-Bakara,2/159-160]

Muhacir kardeşlerimiz çarşıda alışverişle, ensar kardeşlerimiz de tarlaların­da çalışmakla meşgul olurken Ebû Hureyre 
radıyallahu anh boğaz tokluğuna Resûlullah'ın Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanında bulunur, onların bulunmadığı meclislerde hazır olur, onların ezberlemediklerini ezberlerdi".

Açıklama

"Şu iki âyet olmasaydı" yani bu iki âyette ilmi gizleyenleri Allah kınamamış olsaydı hiçbir hadis rivayet etmezdim.

119- Ebû Hureyre 
radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü! Ben senden pek çok hadis işitiyorum ancak unutu­yorum."

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  bana: "Hırkanı yere ser" buyurdu. Ben de hırkamı yere serdim. Elleriyle bir şey avuçlayıp hırkamın içine atıyor gibi yaptı. Sonra da: "Topla" dedi. Ben hırkamı topladım. Bundan sonra hiçbir şey unutmadım.

Açıklama
Bu İki hadiste Ebû Hureyre'nin 
radıyallahu anh üstünlüğü ve peygamberlik ala­metlerinden açık bir mucize bulunmaktadır. Çünkü unutkanlık insanın ayrılmaz bir özelliğidir. Ebû Hureyre radıyallahu anh bu unutkanlığın kendisinde çokça bulunduğunu itiraf etmiş, sonra Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem  bereketiyle bu durumun orta­dan kalktığını söylemiştir.

Hâkim el-Müstedrek adlı eserinde Zeyd İbn Sâbit'ten şunu rivayet etmiştir: Ben, Ebû Hureyre ve bir kişi daha Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanındaydık. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Dua ediniz" buyurdu. Ben ve arkada­şım dua ettik. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de 'Amin" dedi. Ebû Hureyre de "Allah'ım iki ar­kadaşım senden ne istediyse onu istiyorum, senden unutulmayan bir ilim İstiyo­rum" diyerek dua etti, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Amin" dedi. Biz "Ey Allah'ın Resulü biz de aynısını istiyoruz" dedik. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Devs kabilesinden olan delikanlı (Ebû Hureyre) ikinizi geçti" buyurdu.

Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar

* Hadiste ilmi ezberlemeye teşvik vardır.

* Dünyalığı azaltmak, ilmi ezberlemeyi kolaylaştırır.

* Bakmakla yükümlü olduğu insanlar bulunan bir kimsenin çalışıp kazan­masının fazileti.

* Kişi mecbur kaldığında ve kendini beğenmekten emin olduğunda, kendi­sinde bulunan üstünlüğü haber verebilir.

120- Ebû Hureyre; şöyle demiştir:

"Resûlullah'tan 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem iki kap ilim ezberledim. Birincisini yaydım, diğerine gelince şayet bunu yayacak olursam benim şu boğazım kesilir".

Açıklama

"İki kap ilim" yani iki tür ilim.

Âlimler, Ebû Hureyre'nin 
radıyallahu anh yaymadığı ilmi, içinde kötü yöneticilerin isimleri­nin, durumlarının ve zamanlarının bulunduğu hadisler şeklinde yorumlamışlar­dır. Ebû Hureyre radıyallahu anh başına bir kötülük gelmesinden dolayı bunların bir kısmını üstü kapalı bir biçimde anlatıyor, açıkça söylemiyordu. Nitekim o bir sözünde "Alt­mışlı yılların şerrinden ve çoluk çocuğun idareci olmasından Allah'a sığınırım" diyerek Muaviye'nin oğlu Yezid'in halifeliğine işaret etmiştir. Çünkü Yezid İbn Muaviye hicretin altmışıncı yılında başa geçmişti. Allah Ebû Hureyre'nin duasını kabul etti, Ebû Hureyre bundan bir yıl önce (h.59'da) vefat etti. Fitneler bölü­münde bununla ilgili bilgi gelecektir.

İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bâtınîler kendi batıl inançlarını doğru gös­termek için Ebû Hureyre'nin 
radıyallahu anh bu sözlerini delil olarak kullanmışlar ve şeriatın bir zahir bir de bâtını olduğuna inanmışlardır. Bu bâtın ise dinden çıkmadır. Ebû Hureyre "boğazım kesilir" sözü ile; zalim idareciler kendisinin onların uygulama­larını eleştirdiğini ve hareketlerini sapıklıkla nitelediğini duyduklarında başının kesileceğini kasdetmiştir. Şu husus da bunu destekler: Onun gizleyerek söyleme­diği hadisler dini hükümlerden olsaydı bunları gizlemesi caiz olmazdı. Nitekim Ebû Hureyre önceki hadiste ilmi gizleyenleri kınayan âyeti okumuştur.

Başka hadis yorumcuları ise Ebû Hureyre'nin 
radıyallahu anh gizlediği ilmin; kıyamet ala­metleri, âhir zamanda durumların değişmesi ve savaşlar ile ilgili hadisler olabile­ceğini söylemişlerdir. Zira bu tür haberlere alışık olmayanlar bunları inkar edebi­lir ve bunların hakikatini anlamayanlar buna itiraz edebilirler.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.