19 Aralık 2019 Perşembe

NAHL SÛRESİ 51.- 62. ayetlerin tefsiri


Müşriklerin İnançları Ve Çirkin Amellerinin Tartışılması

51- Allah: İki ilâh edinmeyin. O sadece tek bir ilâhtır. Yalnız benden korkun, dedi.

52- Göklerde ve yerde bulunan her şey yalnız O'nundur. Devamlı boyun eğme O'nadır. O halde Allah'tan başkasın­dan mı korkuyorsunuz?

53- Elinizde bulunan bütün nimetler Allah'tandır. Sonra size bir zarar ge­lince yalnız O'na yalvarırsınız.

54- Sonra da Allah (duanızı kabul edip) sıkıntınızı giderince içinizden bir grup hemen Rablerıne ortak koş­maya kalkışır.

55- Böylece onlara verdiğimiz nimetle­re karşı nankörlük etmiş olurlar. Zevkle yaşayın bakalım! Yakında bileceksiniz.

56- (Müşrikler) Ne olduğunu bilmedik­leri şeylere kendilerine verdiğimiz rızıktan pay ayırırlar. Allah'a yemin ol­sun ki uydurduğunuz şeylerden hesa­ba çekileceksiniz.

57- Onlar Allah'ın kızları olduğunu söylerler. Allah bundan münezzehtir. Kendilerine ise arzu ettikleri şeyleri (erkek çocukları) isnad ederler.

58- Onlardan birine kız çocuğu müjde­si verildiği zaman, içi öfkeyle dolarak, yüzü simsiyah kesilir.

59- Kendisine verilen (kız çocuğu oldu­ğu şeklindeki) kötü müjde sebebiyle halktan gizlenmeye çalışır ve kız çocuğunu ayıplanma pahasına elinde mi tutsun, yoksa onu diri diri toprağa mı gömsün (diye düşünür). İyi bilin ki verdikleri hü­küm ne kadar kötüdür!.

60- Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlarındır. En yüce sıfatlar ise Allah'a mahsus­tur. O, her şeye galiptir. Hüküm ve hikmet sahibidir.

61- Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları belli bir müddete kadar erteler. Vade­leri geldiğinde onu ne bir an erteleyebilirler, ne de bir an öne alabilirler.

62- (Müşrikler) Hoşlanmadıkları şeyleri Allah'a nisbet ederler. Dilleri de güzel şey­lerin kendilerine ait olduğunu yalan yere durmadan söyler. Şüphesiz!. Onlara Ce­hennem ateşi vardır. Onlar oraya herkesten önce gireceklerdir.

Açıklaması

Geçen ayetlerde kâinatta bulunan her şeyin O'na boyun eğdiği sabit ol­muştur ki, bu Allah'ın birliğine kesin bir delildir. Bunun içindir ki, Allahu Tealâ kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını, ibadetin -hiçbir ortak koşulma­dan- sadece kendisine yapılacağını haber vermiştir. Çünkü her şeyin gerçek sa­hibi, yaratıcısı ve Rabbi Allah'tır. Bundan dolayı Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor.

"İki ilâh edinmeyin..." Yani bana ortak koşmayın, benden başka bir şeye tapmayın. Kim Allah'la birlikte başka bir şeye taparsa O'na şirk koşmuş olur. Allah sadece tek bir ilâhtır, tek bir ma'buddur. Sadece benden sakının. Bana şirk koşmak ve benden başkasına tapmak sebebiyle vereceğim cezadan korkun.

"Bir ilâh" manasındaki (ilâhün) kelimesinden sonra "tek, bir" manasında (vâhıdûn) kelimesinin zikredilmesi buradaki maksadın Allah'ın birliğini isbat etmek olduğuna delâlet etmek içindir. Yoksa ilâh olduğunda hiçbir ihtilâf ve ayrılık yoktur. İlâh olduğu ve tek olduğu sabit olduktan sonra "O sadece tek bir ilâhtır." ifadesini şu sebeble getirmiştir: İlâhın varlığı kabul edildiğine ve bu âlem için mutlaka ilâh olması gerektiği sabit olduğuna ve bu ilâhın varlığına inanmak imkânsız olduğuna göre bir olan, tek olan, hiçbir şeye muhtaç olma­yan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu ilâhtan (Allah'tan) başka hiçbir ilâhın olmadığı kesin olarak ifade edilmiş olmaktadır.

Anlatılan hususların özeti: Tek olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ondan başkası ibadet edilmeye lâyık değildir.

"Göklerde ve yerde olan her şey yalnız O'nundur." İlâh tek bir olduğuna, kendi kendine varolan (Vacib li-zatihi) varlık da tek olduğuna göre Onun dışın­daki her şey O'nun yaratması, meydana getirmesi ve varetmesiyle olmuştur. Göklerde ve yerde olan her şey mülk olarak, yaratık olarak ve kul olarak Al­lah'ındır. Onları yaratan, rızık veren, dirilten ve öldüren Odur. Onlar Allah'ın kulu ve mülküdürler. Din devamlı O'nundur. Yani itaat edilmek, tamamen bağ­lanmak, ibadet edilmek daimî bir şekilde O'na aittir. Bu ayetteki din itaat et­mek demektir. "Vâsıben" devamlı olarak demektir. Bir görüşte ise ebediyen ge­rekli olan vâcib olan demektir.

"Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?" Sizler, bu âlemin ilâhının tek ilâh olduğunu, O'ndan başkasının hem meydana gelirken, hem de hayatını de­vam ettirirken O'na muhtaç olduğunu bildikten sonra; nasıl Allah'tan başkası­nı arzu edebilir, nasıl Allah'tan başkasından korkabilirsiniz? Bu hayret etme tarzında söylenmiş bir sözdür.

"Elinizde bulunan bütün nimetler Allah'ındır." Allah'tan başkasından korkmamak vacip olunca, Allah'tan başkasına şükretmemek vacibtir. Zira size verilen iman, vücut sağlığı, afiyet, rızık ve zafer gibi bütün nimetler yalnız Al­lah'tan, Onun lütfü ve ihsanındandır.

Bu ayet akıllı bir kimsenin Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmaması ve sakınmamasının, Allah'tan başkasına şükretmemesinin vacip olduğuna, bü­tün nimetlerin Allahu Teala'dan olduğuna delâlet etmektedir.

Yine zararı Allah'tan başka önleyecek kimse yoktur. "Sonra size bir zarar gelince..." Hastalık, korku ve sıkıntı gibi nefsinize dokunan bir zarar veya kötü­lük başınıza gelince O'na yalvarırsınız, O'ndan istersiniz, O'na dua edersiniz, bu kötülüğü ve sıkıntıyı O'ndan başka hiçbir kimsenin gideremeyeceğini bildi­ğiniz için bu felâketlerin giderilmesi için ısrarla Onu arzu edip O'ndan yardım dilersiniz.

Bu ayet şu ayet gibidir: "Denizde herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınız­da (Allah'tan başka) yardımını istediğiniz şeyler (putlar) hatırınızdan silinir gider. Allah sizi kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür." (İsra, 17/67).

"Sonra Allah sıkıntıyı giderince..." Sizin problemlerinizi kaldırınca, korku­larınızı giderince; siz iki guruba ayrılırsınız. Bir gurup bu durumda değişik davranır, ibadet ederken başkalarını Allah'a ortak koşarlar. Bu onların davra­nışlarında görülen hayret verici bir durumdur. Zira onlar nimete nankörlükle, şükre Allahu Teala'ya şirk koşmakla karşılık vermektedirler.

"Böylece onlara verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmiş olurlar." Bu lâm Lâmu't-Ta'lik (sebep bildiren lâm)dır. Yani Biz, Allah'ın nimetlerini gör­mezlikten gelip Allah'ın nimetlerini inkâr etmeleri için onlara bu şekilde hük­mettik. Ayetin manası şudur: Onlar sıkıntılarını gidermek hususunda Allah'a başkalarını ortak koşarlar. Onların şirk koşmaktan maksatları bu nimet ver­menin Allah Teala'dan geldiğini inkâr etmeleridir.

Ya da bu lâm Lâmu'l-Âkıbe'dir. Buna göre bu tazarru ve niyazların akıbeti bu nankörlüktür. Yani sonunda onlar buna nankörlük ederler. Buradaki lâm şu ayetteki (li-yekûne) kelimesinin lamı gibidir. "İleride olacak" manasındadır: "Firavun ailesi ileride kendilerine düşman ve üzüntü sebebi olacak çocuğu (Musa 'yi) bulup getirdiler." (Kasas, 28/8).

Cenab-ı Hak, bundan sonra şu ayetle onları tehdit etti: "Zevkle yaşayın ba­kalım!. " Dilediğinizi yapın, dünya hayatında içinde bulunduğunuz nimetlerden azıcık istifade edin. Bu istifade etmenizin akıbetini ve size inecek azabı bile­ceksiniz, üzerinde bulunduğunuz durumların kötülüğünü idrak edeceksiniz.

Bu tehdit dolu ayet şu ayetler gibidir: "O halde dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin." (Kehf, 18/29).

"(Kâfirlere) de ki: Kur'ana ister iman edin ister etmeyin..." (İsra, 17/107). Cenab-ı Hak bundan sonra bilgisizce Allah ile birlikte O'ndan başkasına tapınan, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği nimetlerden putlara da pay ayı­ran müşriklerin çirkin davranışlarını haber verdi. Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:

"Ne olduklarını bilmedikleri şeylere, kendilerine verdiğimiz rızıktan pay ayırırlar." Bu müşrikler gerçekte zararı ve faydası dokunmayan cansız varlık­lar olduklarını yani ne olduklarını bilmedikleri putlara kendilerine rızık olarak verdiğimiz ekin ve hayvanlardan pay ayırır, bununla Allah'a yaklaşmayı ümid ederler, ayrıca Allah'a yaklaşmak için Allah adına da pay ayırırlar. Nitekim bunlar hakkında Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

"Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na pay ayırdılar. Ve kendi iddi­alarına göre: 'Bu Allah'ındır, şu da ortak koştuklarımızındır.'dediler. Ortakları için ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. Bu şekilde hüküm vermeleri ne kötüdür!." (En'am, 6/136).

Bundan sonra Cenab-ı Hak kendi zatına yemin ederek şöyle buyurdu: "Al­lah'a yemin olsun ki yaptığınız şeylerden hesaba çekileceksiniz." Yani yemin ederim ki şu batıl olarak uydurduğunuz şeylerden mutlaka sizi sorguya çekece­ğim ve buna karşılık size cehennem ateşinde en lâyık olduğunuz cezayı verece­ğim.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Rabbine yemin olsun ki onların hepsini yaptıklarından hesaba çekeceğiz." (Hıcr, 15/92-93).

Bu sorgu onların günahları ve hatalarına karşı bir azarlama, tehdit etme ve ihtar etme şeklinde bir sorgudur.

"Onlar Allah'ın kızları olduğunu söylerler." Yani müşriklerin bilgisizlikleri ve iftiralardan biri Allah'ın (son derece itaatkâr) kulları olan meleklerin Allah'ın kızları olduklarını söylemeleri ve Allah'la birlikte meleklere tapmalarıdır.

Zira Huzâa kabilesi: "Melekler Allah'ın kızlarıdır" demişlerdi. Bunu Ce­nab-ı Hak şöyle anlatmaktadır: "Müşrikler Allah'ın kulları olan melekleri kız­lar olarak kabul ettiler." (Zuhruf, 43/19) Böylece büyük bir hata işlemiş oldular. Zira onlar, Allah Teala'nın oğlu olmadığı halde O'na oğul nisbet ettiler. Sonra da evlâttan daha düşük olan kısmını yani kızları Allah'a verdiler. Kendileri için kızları ayırmaya razı olmadılar, sadece erkek çocuklara razı oldular.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Erkek çocuklar sizin de kızlar Allahın mı? Öyleyse bu insafsızca bir taksimdir!." (Necm, 53/21-52) "İyi bilin ki onlar iftiralarından dolayı Allah doğurdu diyorlar. Şüphesiz ki onlar yalancı­dırlar. Allah kızları oğullara mı tercih etmiş? Ne oldu size? Nasıl da böyle hü­küm verebiliyorsunuz?" (Saffat, 151-154).

Bu ayetler Huzâa ve Kinane kabileleri hakkında nazil oldu. Çünkü bu ka­bileler meleklerin, Allah'ın kızları olduklarını iddia ediyorlardı.

Burada Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Kendilerine de arzu ettikleri şeyleri -yani oğulları- nisbet ederler." Yani onlar kendileri için erkek çocukları seçerler. Allah'a nisbet ettikleri kızlardan da nefret ederler. Allah onların söylediklerin­den çok yücedir. Bu ayet aynen şu ayete benzemektedir: 'Yoksa kızlar Allah'ın da erkek çocuklar sizin mi?" (Tur, 52/52/39).

Bundan sonra Cenab-ı Hak kız çocuk sahibi olmayı utanç vesilesi sayma­larından dolayı (cahiliyet dönemindeki) Arapları ayıplayarak şöyle buyurdu:

"Onlardan birine kız çocuğu müjdesi verilince..." Yani kız çocuklarını Al­lah'a ait olarak kabul eden o Araplara kız çocuğunun dünyaya geldiği müjdesi verildiği zaman içinde bulunduğu şiddetli üzüntü sebebiyle suskun, içi öfkeyle dolu bir vaziyette yüzü simsiyah kesilir, endişe ve keder sebebiyle mahzun olur, verilen müjdenin kötülüğü sebebiyle halktan gizlenmeye çalışır insanların ken­disini görmelerini istemez. Kız çocuğunu horlanma, zelil olma, ayıplanma ve yoksulluğa rağmen elinde mi tutsun, yoksa onu diri diri toprağa mı gömsün di­ye düşünür. Şu ayetteki mev'ûde kelimesinin manası da budur: "Diri diri top­rağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman..." (Tekvir, 81/8-9).

"İyi bilin ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!." Yani söyledikleri ne kö­tüdür!. Yaptıkları taksim ne kötüdür!. Allah'a nisbet ettikleri şey ne kötüdür. Bu ayet şu ayete benzemektedir: "Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnad ettikleri (bir kız evlât) müjdesi verilse içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilir." (Zuhruf, 43/17).

Tebşir: Örfte sevinç ifade eden bir hayıra mahsustur. Ancak o lügatteki as­lına göre yüzün beşeresinin, yüz hatlarının değişmesine tesir eden hayırlı bir haberdir. Sevinç ve üzüntü, yüz hatlarını değiştiren hususlardır.

Bundan sonra Cenab-ı Hak bununla ilgili müşriklerin tavırlarını kısaca belirtti:

"Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlarındır..." kötü, çirkin özellikleri ahiret hayatını ve ahirette olacak şeyleri tasdik etmeyenlere aittir. Yani kendilerine nisbet edilen sadece erkek evlât istemeyi, kız evlâttan hoşlanmama, fakirlik korkusuyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömme ve kendilerinin aşırı dere­cede cimri olduklarını kabul etme gibi noksan sıfatlar onlara aittir.

"En yüce sıfatlar ise Allah'a mahsustur." En yüksek sıfatlar mutlak olarak kemal sıfatlar Allah'a aittir. Allah çocuk, baba ve ortak edinmekten münezzeh yegâne varlıktır. O bütün âlemlerden müstağnidir, yaratılmışların sıfatların­dan münezzehtir. O çok cömert ve sonsuz ikram sahibidir. Her yönden mutlak kemal O'na aittir.

"O, Azîz ve Hakimdir." O asla mağlup olmayan üstün kuvvet sahibidir. O doğru hikmetin gerektirdiği şekilden başka hareket etmez, her işinde hikmet sahibidir.

Allahu Tealâ, müşriklerin büyük küfürlerini ve çirkin sözlerini anlattıktan sonra bu kâfirlere mühlet verdiğini, kendi nezdinden bir lütuf, rahmet ve ik­ram olarak onlara âcil bir azap vermediğini beyan ederek şöyle buyurdu:

"Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı, yeryü­zünde hiçbir canlı bırakmazdı." Bu ayet Allah'ın zulmetmelerine rağmen in­sanlara müsamahakâr davrandığını bildirmektedir. Şayet Allah, işledikleri suçları yüzünden günahları ve isyanları sebebiyle insanları derhal muaheze etseydi, onlara hemen ceza verseydi yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı yani Ademoğulları'nın helak edilmesinin ardından yeryüzündeki bütün canlıları he­lak ederdi. Fakat Cenab-ı Hak çok müsamahalı, bütün kusurları örten, çok ba­ğışlayan ve çok merhamet edendir. Onların cezalarını kendi tarafından belirli olan bir müddete kadar ertelemekte, derhal ceza vermemektedir. Zira bunu yapsa hiçbir kimseyi bırakmazdı.

Beyhakî'nin Ebu Hureyre'den şu rivayeti nakletmektedir. Ebu Hureyre bir adamın:

-Zalim olan ancak kendisine zarar verir, dediğini duydu ve şöyle dedi:

-"Evet, vallahi hatta toy kuşu bile zalimin zulmetmesi sebebiyle kendi yu­vasında can verir."

İbni Mes'ud diyor ki: Âdemoğlu'nun günahı sebebiyle neredeyse deliğinde-ki kara böcek bile helak olacaktı. Sonra ayet-i kerimeyi okudu: "Eğer Allah zu­lümleri yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bı­rakmazdı. " Bu söz Ebu'l-Ahvas'tan da rivayet edilmiştir.

"Fakat Allah onları belli bir müddete kadar erteler." Yani ancak Allah Teala hilmi (müsamahakârlığı) sebebiyle o zalimleri ve isyankârları erteler. Onla­ra âcil olarak ceza vermez. Onları Allah'ın azab edilmeleri için belirlediği bir müddete kadar erteler. Helak olma vakti geldiği zaman da helak olmaktan bir an bile geri kalmazlar bu vakitten öne de alınmazlar, nihayet ömürlerini ta­mamlarlar.

İbni Ebî Hatim, Ebu'd-Derdâ'dan naklediyor:

Rasulullah (s.a.)ın yanında bu ayeti zikrettik. Buyurdular ki "Eceli geldiği zaman Allah hiçbir şeyi geciktirmez. Ömrün artması salih zürriyet iledir. Allah kula salih evlâd ihsan eder. Evlâdı kendisinden sonra ona dua ederler. Evlâdı­nın bu duası kabrinde O'na ulaşır. İşte ömrün artması budur."

"(Müşrikler) hoşlanmadıkları şeyleri Allah'a nisbet ederler." Yani kendileri için istemedikleri kız evlât sahibi olmayı ve yine kendilerinin malında ortak bulunmasından hoşlanmadıkları halde kullarını Allah'a ortak koşmayı Allah'a nisbet ederler.

"Dilleri de güzel şeylerin kendilerine ait olduğunu yalan yere durmadan söyler." Yani onlar bu amellerine karşılık olarak dünyada güzel akıbetin ve ahirette de cennet'in kendilerine ait olduğu iddialarında yalancıdırlar.

Rivayet olunduğuna göre müşrikler dediler ki: Muhammed öldükten sonra dirilme iddiasında samimi ise bizim içinde bulunduğumuz durum sebebiyle cennet bizim hakkımızdır. Allah da onların bu sözlerine şu ayetle cevap verdi. "Şüphesiz onlara cehennem ateşi vardır. Onlar oraya herkesten önce girecekler­dir. " Orada kalacaklar yahut oraya süratle gireceklerdir. [15]


[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/365-369.

Hiç yorum yok: