Bütün dünyada yaşayan müslümanların dini doğru anladıklarını ve uyguladıklarını söylemek mümkün değildir. Hem yanlış anlayanlar, hem de yanlış ve eksik uygulayanlar vardır. "Ama İslam anlaşılmamıştır, onu hiçbir kimse bu güne kadar doğru anlamamıştır" diyenler yanılıyorlar veya maksatları başka; "Benim anlayışım doğru, yalnız ben doğru anladım, benim anlayışıma uymayan İslam anlayışları, tanımlamaları yanlıştır" demek istiyorlar ki, bu da bir çeşit megalomanidir, hastalıktır.
İslam genellikle doğru anlaşılmaktadır, ama bu anlayış bazılarının işine gelmiyor; mesela dünyayı sömürmek isteyen zalim patronların yollarını tıkayan bir İslam anlayışı onlara sert ve yanlış geliyor, yumuşak ve ılık İslam anlayışı ne ise o doğru oluyor ve onu ortaya koymaları için bazı çevreler besleniyor.
İslam'ı herkesten önce Allah'ın elçisi anlamıştır ve eksiksiz anlamıştır, sonra onun anlatışını ve uygulamalarını işiten, gören, birlikte yaşayan sahâbe nesli anlamıştır ve doğru anlamıştır. Onlardan sonra da gelen nesiller, hem bir önceki nesle çıraklık/öğrencilik yaparak hem de usulüne göre metinlere bakarak İslam'ı doğru anlamışlardır. Doğru anlamak, Allah'ın muradına uygun anlamaktır. Allah'ın muradı onun vahyinde açık ve kesin ise burada "doğru anlama" kolayca gerçekleşir ve birçok konuda böyle olmuştur. Eğer Allah'ın muradı vahye dayanan metinlerde açık ve kesin değilse bu takdirde anlama durumunda ve ehliyetinde olan kimselerin anlayışları ya hatalıdır veya isabetlidir; ama burada önemli nokta Allah'ın, hatalı anlayışları da kabul etmesi; yani bu anlayışlara dayalı kulluk eylemlerine de ecir ve sevap vermesi, iyi niyetli olarak yanılan kulunun ibadet ve işlerini meşru ve makbul olarak değerlendirmesidir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.) "Hakim ictihad ettiği zaman isabet ederse iki, yanılırsa bir ecir alır" buyurmuşlardır.
İctihad İslam kültürüne ait bir terimdir, ictihad usulünü (metodolojisini) ihtiva eden fıkıh usulü isimli ilim dalı da müslümanlara ait, tarihte ilk defa onların ortaya koydukları bir ilim dalıdır. İctihad, işte bu usule göre yapılır ve müctehid, vahye dayalı metinlerin lafız, ruh ve maksatlarından hareket ederek müslümanların yollarına ışık tutar, meselelerine çözümler üretir.
Mehmet Gündem'in Milliyet'te yayımladığı röportajlardan birinde naklettiğine göre Prof. Hüseyin Atay, "Dinde Reform" adındaki kitabında reformu şöyle tanımlamış: "Değiştirmek değil düzeltmek, ıslah etmek, yararlı bir iş yapmaktır. Reform ve içtihat yapmak, kayıtsız ve şartsız düşünmekle olur. Kötü yönde değiştirmeye ve bozmaya reform denmez; ona deform denir. İslamda reform yapmaya içtihat denir. Bundan dolayı her müçtehit reformcudur."
Atay'ın reform ve ictihad tariflerinde yanlışlarla doğrular birbirine karışmış. "Reform" kelimesi din ile birlikte kullanıldığında bundan, Luther'in Hristiyanlıkta yaptığı reform ve benzeri anlaşılır, sözlük manası anlaşılmaz. Luther zamanındaki Hıristiyanlık ile İslam hiçbir zaman aynı olmamıştır ki, ona uygulanan İslam'a da uygulansın! İslam'ın içinde başından beri ictihad bulunmuştur, ictihadsız hiçbir asır geçmemiştir. İctihad daha ziyade ilmî, tecdîd ise sosyal-kültürel ve terbiyevî bir kavramın ifadesidir; din hayatındaki bozulmalara yönelik ıslahlar, düzeltmeler, eğitim faaliyetleri "tecdîd" terimi ile ifade edilmiştir. İctihad ve tecdid, bir yandan geçerliği kalmamış eski ictihadların değişmesini bir yandan da cehalete değil de başka sebeplere bağlı olarak dini hayatta meydana gelen bozulmaların düzeltilmesini sağlayarak; daha doğrusu bu amaçla işleyerek devam edegelmiştir. Yine de milyarı aşan İslam nüfusunda hem yanlış anlamalar hem de eksik uygulamalar, doğru olanlarla yanyana bulunur, bulunacaktır; bunu kimse ortadan kaldıramaz, ancak azaltmak için çaba gösterilir.
"Reform ve içtihat yapmak, kayıtsız ve şartsız düşünmekle olur" cümlesi de, kayıtsız ve şartsız düşünmenin insanı nasıl açmazlara/saçmalıklara düşürdüğünü gösteren tipik bir örnektir. Bırakın ictihad yapmayı, soğan soymanın bile bir usulü vardır; usulü geliştirmek de ancak usul dairesinde tecrübeler edinerek yapılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder