16 Kasım 2019 Cumartesi

NAHL SÛRESİ 98.- 105. ayetlerin tefsiri


Kur’anla İlgili Hususlar: Okurken Eûzü Çekmek, Nesh, Kur'anın Arapça Oluşu


98- (Ey Peygamber!) Kur'an okuduğun zaman (Allah'ın rahmetinden) kovul­muş şeytandan Allah'a sığın.

99- Şüphesiz ki şeytanın iman edip Rablerine güvenenler üzerinde hiçbir nüfu­zu yoktur.

100- Şeytanın nüfuzu sadece onu dost edinenlere ve (onun vesvesesiyle) Al­lah'a ortak koşanlar üzerindedir.

101- Biz bir ayeti değiştirip yerine baş­ka bir ayet getirdiğimiz zaman -ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir- müşrikler peygambere: "Sen ancak bir iftiracısın" derler. Hayır! Onların çoğu bunu bil­mezler.

102- De ki: "Kur'an'ı Ruhu'l-kudüs (Ceb­rail) müminlerin imanını pekiştirmek, müslümanlara bir hidayet rehberi ve bir müjde olmak üzere Rabbinin nezdinden hak olarak indirdi."

103- Şüphesiz biz; müşriklerin: "Bu Kur'an'ı Muhammed'e bir adam öğreti­yor" dediklerini çok iyi biliyoruz. İddia ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur'an ise açık fasih Arapçadır.

104- Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerine iman etmeyenlere Allah doğru yolu göstermez. Onlara acıklı bir azap vardır."

105- "Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine iman etmeyenler uydurur. Asıl yalancı olanlar onlardır."


Açıklaması

Allah kullarına Peygamberinin (s.a.) diliyle Kur'an okumak istediklerinde rahmetten kovulmuş şeytandan Allah'a sığınmalarını emrediyor ve şöyle buyu­ruyor:

"Kur'an okuduğun zaman..." Yani Kur'an okumak istediğin zaman Allah'a sığın. Taşlanmaya lâyık, lanetlenmiş, Allah'ın rahmetinden kovulan şeytandan Allah'a iltica et ki okuman karışmasın ve Kur'an'ın manalarını gayet iyi düşünesin. Bu ayet bir önceki ayetle: "Biz bu kitabı sana her şeyi açıklamak üzere indirdik" ayetiyle bağlantılıdır.

Peygamberimiz (s.a.)'e hitap ümmetine hitaptır. Hatta bu daha evlâdır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.) şeytanın vesveselerinden ve aldatmalarından masumdur.

Ayetin zahirinden Allah'a sığınmanın, Euzü'nün okunmasının kıraatin peşinden olması anlaşılmakta ise de asıl olan bunun kıraatten önce olmasıdır. Bu tıpkı şu ayetler gibidir.

"Namaza kalktığınız zaman" (Maide, 5/6). "Konuştuğunuz zaman adaleti gözetin." (En'am, 6/152).

"Onlardan (Peygamber hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde ar­kasından isteyin." (Ahzab, 33/53).

"Peygambere hitap ettiğiniz zaman bu kitabınızdan önce sadaka verin" (Mücadele, 58/12) Yani bütün bunları yapmak istediğiniz zaman demektir.

Ayrıca "Euzü..." okumanın yani Allah'a sığınmanın sebebi -ki bu da şey­tanın vesvesenin giderilmesidir- bu sığınmanın kıraatten önce yapılmasını gerektirmektedir.

"İstiâze" Euzü billahi mineş-şeytanir-raciym. Rahmetten kovulmuş şey­tandan Allah'a sığınırım demektir.

İstiaze (Allah'a sığınma) İbni Cerir ve başka imamların anlattığı gibi âlim­lerin icmaı ile mendup bir emirdir.

Sevrî'den ve Atâ'dan rivayete göre ayetin zahiriyle amel edilerek namazda ya da namaz dışında istiaze vaciptir. Zira emir vücup içindir. Fakat cumhurun görüşüne göre vacipten menduba çevrilmiştir. Zira Peygamberimiz (s.a.) bedevi araba -namazı tarif ederken- bunu öğretmemiştir. İstiazeyi zaman zaman terketmiştir.

Hanefîler ve bir gurup âlimin görüşüne göre istiaze sadece namazın başın­da talep edilmiştir. Çünkü namaz kıraatle başlayan bir amel olup istiaze namazın başında olur.

Şafiiler ve bir gurup âlimin görüşüne göre ise istiaze her rek'atte tekrarlanır. Çünkü istiaze kıraat üzerine tertibe tabidir. Her rek'atte kıraat vardır. Dolayısıyla her rek'at istiaze ile başlar.

"Şüphesiz ki şeytanın iman edip Rablerine güvenenler üzerinde hiçbir nüfuzu yoktur." Yani şeytan cinsinin Allah'ın huzuruna çıkacağını tasdik eden ve bütün işlerini Allah'a havale eden kimseler üzerinde hiçbir gücü ve hakimiyeti yoktur.

"Şeytanın nüfuzu..." Yani azdırmak ve saptırmak şeklindeki hakimiyeti kendisine itaat edenler, Allah'ı bırakıp kendisini dost ve yardımcı edinenler ve Allah'a ibadette şeytanı ortak koşanlar üzerindedir.

Buradaki (bâ) harfi (sebebiyle) de olabilir. Yani şeytana itaat etmeleri ve onun aldatması sebebiyle Rablerine şirk koşanlar demektir.

Cenab-ı Hak daha sonra şeytanın vesvesesinin etkisiyle peygamberliği in­kâr edenlerin iki şüphesini zikretti:

Birinci Şüphe:

"Biz bir ayeti değiştirip..." bir ayetin hükmünü kaldırıp herhangi bir hik­met ve hedefle onun yerine başka bir ayet getirdiğimizde Cenab-ı Hak ne in­direceğini gayet iyi bildiği halde müşrikler şer'î hükümlerin mensuh olanının nasih olan hükmüyle değiştirildiğini görünce Rasulullah (s.a.)'ı ayıpladılar ve ona: Sen iftiracısın yani yalancısın, Allah adına yalan uyduruyorsun, bir şeyi önce emrediyorsun, sonra da ondan nehyediyorsun. Aslında onların çoğu bu değişiklikteki hikmeti ve insanlara faydasını, değişim ve gelişim şartlarına riayet edilmesini, hükümlerin indirilmesindeki tedrîc prensibinin alınmasını bilmezler. O halde Muhammed (s.a.) iftiracı değildir. Allah dilediğini yapar ve murad ettiği şeyle hükmeder.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Biz bir ayeti neshedersek veya unutturursak (onun yerine) ondan daha hayırlısını ya da benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmiyor musun?" (Bakara, 2/106).

Allah onların bu çürük şüphelerini Peygamberimiz (s.a.)'e verdiği şu emir­de reddetti: "De ki: Kur'anı Ruhü'l-Kudüs (Cebrail) indirmiştir." Yani Ey Muhammed! Onlara şöyle söyle: Size okunan Kur'an'ı Cebrail indirmektedir. Cebrail "Kuds" kelimesine izafe edilerek "Ruhü'l-kudüs" denmiştir. Rabbın o kitabı hak olarak yani doğruluk, adalet ve hikmetle birlikte indirdi. Nesih de hak olan şeyler cümlesindendir.

"Müminlere imanını pekiştirmek için..." yani onları nesihle imtihan etmek, ilk olarak ve ikinci olarak indirdiği şeyi tasdik etmeleri ve kalplerinin bununla huzur bulmaları için indirdi. O takdirde onlar: Bu Rabbimiz tarafından bir ger­çektir, diyecekler. Cenab-ı Hak onların dinde ayaklarının sebat bulacağını ve Allah'ın hikmet sebebi olduğuna yakinen inanmalarının doğruluğuna hükmet­ti. Allah sadece hikmetli ve doğru olanı yapar.

İnen ayetlerin olaylara göre ve maslahat icabı parça parça indiğine delâlet eden (Nezzelehû) kelimesinin kullanılması, Zemahşeri'nin dediği gibi, bu şekilde ayetleri değiştirmenin maslahatlar babından olduğuna ve neshi terketmenin manasının Kur'anın bir defada indirilmesi mertebesinde olup hikmet mefhumu dışına çıkmak olacağına işaret edilmektedir.

"Bir hidayet rehberi ve müslümanlara bir müjde olmak üzere..." indirmiş­tir. Cümlesi "liyüsebbite" cümlesi mahalline atıf yapılmıştır. Yani içinde nesih bulunan ayetlerle birlikte Kur'an onları pekiştirmek, irşad etmek ve yol göster­mek için, kendilerini Allah'a teslim eden, O'na itaat eden, O'nun hükmüne ve emrine boyun eğen, Allah'a ve peygamberine iman eden müslümanlara cennet­le müjdelemek için indirilmiştir.

Bu ayet delâlet etmektedir ki, müslümanlarm neshi gördükleri zaman akideleri iyice kökleşmekte, kalpleri huzur bulmakta, din gönüllerinde yerleş­mekte, Allah'ın hikmetine yakînen inanmakta, dalâlet ve sapıklık yerine Hak yol kendilerine gösterilmekte, altlarından ırmaklar akan Cennetlerle müj-delenmektedirler. Müşrikler ise bu sıfatların karşıtlarını taşımaktadırlar.

İkinci Şüphe:

"Şüphesiz biz müşriklerin: 'Bu Kur'anı Muhammed'e bir adam öğretiyor' dediklerini çok iyi biliyoruz."

Yani biz müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.) hakkında yalan söylediklerini gayet iyi bir şekilde biliyoruz. Onlar bilgisizce şöyle diyorlar: "Bu Kur'an Al­lah'tan vahiy olmayıp Kur'an'ı ona bir beşer öğretiyor." Bununla Arapça bil­meyen ve dili yabancı olan Kureyşli birinin kölesine işarette bulunuyorlardı. Bu köle bir satıcı olup Safa'nın yanında satış yapıyordu. Rasulullah (s.a.) bazan da onun yanına gidip oturuyor ve onunla konuşuyordu.

Bu yabancının ismi Cebr idi. Bir başka rivayette ismi Belam denilmiştir. Bir başka rivayette Hadramî Oğullan kölesi olup ismi Yaîş'tir denilmiştir. Bu şahıs Fakih b. Mugîre'nin, ya da Âmir b. Hadramî'nin, yahut Utbe b. Rebîa'nın kölesi idi.[27]

Bu şahıs hristiyan iken müslüman olmuştu. Müşrikler de bazı Kur'an kıs­salarını işitince: Bunları O'na Cebr öğretiyor demişlerdi. Halbuki bu şahıs Arap değildi.

Allah onların iftiralarını ve yalanlarını hayrete düşürecek bir ifade ile red­dederek şöyle buyurdu: "Bu iddia ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur'an ise açık fasih bir Arapçadır." Yani onların meylettikleri ve işarette bulundukları kişi Arap değil yabancıdır. Kur'an ise her şeyi gayet güzel açıklayan süratle an­laşılan fasih Arapça bir sözdür. Hatta Arap diliyle olabilecek en fasih kelâmdır. Bu Kur'anı fesahatiyle, belâgatiyle, İsrailoğulları'na indirilmiş bütün kitap­ların manalarından daha mükemmel tam ve kâmil manalarıyla getiren nasıl başkasından bunu öğrenebilir? Arapça ifade etmeyi beceremiyen yabancı bir adamdan bunu nasıl öğrenmiş olabilir? Bu peygamberin böyle yabancı birinden bu çeşit bir kelâm öğrenmesi makul değildir.

Cenab-ı Hak daha sonra onların çürüklüklerini açıkladı ve onları şu ayetle tehditte bulundu:

Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerine iman etmeyenlere Allah doğru yolu göster­mez." Rasulüne inen ayetleri tasdik etmeyenlere ve Allah tarafından gelen kitaba iman etme maksadı olmayanlara Allah doğru yolu göstermez, bu konu­da kabiliyetleri olmadığı için ve günahları işledikleri için onları Allah'ın ayet­lerine ve peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği kitabına iman etmeye muvaffak kılmaz. Onlara ahirette acıklı ve can yakıcı azap vardır. "Asıl yalancı olanlar­dır. " Ya Muhammed! Yalancı sen değilsin, asıl yalan söyleyen ve iftira edenler o Kureyş müşrikleridir.

Bu onların insanlar nezdinde bilindikleri yalancılık vasıflarıyla açıkça tav­sif edilmesidir. Hz. Muhammed (s.a.) ise insanların en doğru sözlüsü, en iyisi, ilim, amel iman ve yakîn hususunda en mükemmeli kavmi içinde doğru söz­lülükle tamnmış olup insanlar ona "Muhammedü'l-Emin" lakabını vermişlerdir.

Bunun için Rum kralı Herakl, Ebu Süfyan'a Rasulullah (s.a.)'ın sıfatlarını sorduğu zaman Ebu Süfyan onun doğru sözlü olduğunu bildirdi. Herakl'in sor­duğu sorular arasında şu soru da vardı:

-O bu söylediği şeyi söylemeden önce siz, onu yalancılıkla itham ediyor muydunuz? Ebu Süfyan

-Hayır, diye cevap verdi. Herakl:

-İnsanlara karşı yalan söylemiyor da Allah'a karşı mı yalan söyliyecek? dedi. [28]


[27] Kurtubî diyor ki: Hepsi ihtimal dahilindedir. Zira Peygamberimiz (s.a.) bu kimselere Al­lah'ın kendisine öğrettiklerini bildirmek için çeşitli vakitlerde bunlarla oturur, konuşur­du.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/434-437.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

Hiç yorum yok: