28 Kasım 2019 Perşembe
HUD SÛRESİ 8.- 11. ayetlerin tefsiri
Mümin Ve Kafir İnsanın Nimet Ve Sıkıntı Karşısındaki (Farklı) Tavırları
8- Yemin olsun ki, eğer onlardan azabı sayılı bir zamana kadar ertelesek "Onu bizden alıkoyan nedir?" derler. İyi bilin ki, (azap) onlara geldiği gün o kendilerinden uzaklaştırılmayacaktır. Onları alay ettikleri (azap) kuşatacaktır.
9- Yemin olsun ki biz, insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra onu kendisinden alırsak şüphesiz ki insan, büyük bir ümitsizliğe düşer ve çok nankörleşir.
10- Yemin olsun ki, biz insana uğradığı zarardan sonra tekrar nimetler tattırsak "Kötülükler başımdan gitti" der. Şüphesiz insanoğlu çok şımarık ve çok gururludur.
11- Ancak sabredenler ve iyi amel işleyenler bundan müstesnadır. İşte onlara günahlarından bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
Açıklaması
Yemin olsun ki biz kâfirlerden veya müşriklerden Rasulullah'ı onları uyarıp korkutmasından sonra azabı "Her şeyin vadesi yazılıdır." (Rad, 13/38) ayetinde belirtilen sünnetimize (ilâhî kanuna) ve hikmetimize uygun olarak bir müddet geciktirsek onlar azabın acil olarak gelmesini ister tarzda yalanlama kasdıyla ve alay ederek "Buna engel olan nedir?" derler.
"Bu azabın gecikmesine sebep nedir?" derler. Buradaki "ümmet" kelimesi müddet, zaman manasındadır.
Allah Tealâ da onlara, bu alay konusu ettikleri azabın inmesi için bir engel olamayacağı, vaktinden önce azabın inmesini ister tarzda alay etmelerine karşılık bir ceza olarak o gün azabın kendilerini tamamen kuşatacağı şeklinde cevap verdi.
Nitekim bir başka ayet-i kerimede "Şüphesiz ki, Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir. Ona karşı koyacak hiçbir kuvvet yoktur." (Tur, 52/7-8) buyurul-maktadır.
Bundan sonra Allah Tealâ Allah'ın kullarından rahmet eylediği kimseler hariç insanların kötü sıfatlarını bildirdi:
Allah bir insana kendisinden bir rahmet olarak sağlık, rızık, emniyet içinde yaşama, itaatkâr evlat gibi bir nimet verir de, sonra da bu nimeti çekip alırsa ve bunun yerine hastalık, fakirlik, korku, ölüm, felaket gibi bir musibet verirse insan Rabbinin rahmetinden büyük bir ümitsizliğe düşer, çok nankör olur, geçmişi ve içinde bulunduğu diğer nimetleri inkâr eder. O durumda geleceği için ümitsizlik duyar; ayrıca sanki hiçbir iyilik görmemiş gibi geçmişini ve şu an içinde bulunduğu nimetleri inkâr eder. Bunun sebebi ise o kişinin sabrın ve şükrün faziletine sarılmamasıdır.
Eğer Allah ona hastalıktan sonra şifa, zayıflıktan sonra kuvvet, zorluktan sonra kolaylık gibi sıkıntılardan sonra nimetler verirse "beni üzen musibetler benim başımdan gitti. Bu günden sonra da bana hiçbir sıkıntı ve kötülük gelmeyecektir der" ve nimet sebebiyle yahut elindeki bu imkân sebebiyle böbürlenerek, başkalarına karşı gururlanarak, kendisinden düşük olanları da hakir görerek son derece şımarık ve kibirli olur.
İşte böyle bir kimse böyle bir durumda nimete şükürle karşılık vermemekte, bilakis kibirlenip insanlara karşı böbürlenmekte, fakir ve yoksullara yardımcı olmamaktadır.
Dikkati çeken bir husus da şudur: Nimet verme durumunda en az vasfıyla nimet verildiğine delâlet etmek için "ezakna {tattırdık)" yani lezzetini idrak ettirdik ifadesi kullanılırken, sıkıntı verme durumunda musibetin en az derecesi ile bir zarar dokunduğunu bildirmek için "messethu (ona dokundu)" yani pek az zarar hissetti, ifadesi kullanılmıştır.
Yine bu ayette lezzet alma ve imrenme manasındaki "ezakna (tattırdı)" kelimesiyle nimete sıkı bir şekilde bağlılığı ve hırslı olduğuna işaret eden "neza'naha (o nimeti çekip aldık)" kelimeleri arasında "mukabele" sanatı vardır.
Bütün bunlar insanoğlunda kötü tabiatlar ve hastalıklar bulunduğuna delâlet etmektedir. Bu hastalıklar Allah'ın rahmetinden ümit kesme, nimetine nankörlük etmek, böbürlenmek, gururlanmak ve kibirlenmektir. Bunların ilâcı ise sabır, iman, kaza ve kadere razı olmaktır.
"İnsan" denilince anlatılmak istenen mutlak manada insanoğludur. Çünkü sabreden ve salih amel işleyenler "Ancak sabredenler ve salih amel işleyenler bundan müstesnadır." (Hûd, 11) ayetiyle bundan hariç tutulmuştur. İstisna, bunlar olmasaydı dahil olacak olan şeyleri hariçte bırakırdı. Bununla sabit olmuştur ki ayetteki "insan" kelimesiyle kastedilen mümin ve kâfirdir. O zaman insan kelimesi hem mümine, hem kâfire şamil olmaktadır. Buradaki istisna "istisna-i muttasıl"dır. Kurtubî "Bu doğru bir görüştür" demektedir.
Bir başka görüşe göre ayetteki insan daha önceki ayette geçen ifadelere havale edilerek "Bu ayetteki "insan"dan murad, kâfirdir" denilmiştir. Çünkü bu ayette insan için zikredilen sıfatlar tam olarak kâfire yakışan sıfatlardır. Bunlar "yeis (çok ümitsiz)" ve "kefûr (çok nankör)" sıfatları, "kötülükler başımdan gitti" sözü, "ferîh (çok şımarık)" ve "fahur (çok gururlu)" sıfatlarıdır. Bunlar dindar kimselerin değil, kâfirlerin sıfatlarındandır. Buna göre buradaki (Hûd, 11) istisnanın istisna-i munkati olarak kabul edilmesi gerekir. Bu durumda bu mahzurlar meydana gelmez.
Bundan sonra Cenab-ı Hak insan cinsinden sabreden ve salih amel işleyenleri istisna ederek şöyle buyurdu:
"Ancak sabredenler ve salih amel işleyenler bundan müstesnadır..." Yani ancak cihad, fakirlik ve musibet gibi zorluk ve sıkıntılara karşı sabredenler ve refah, nimet ve afiyet içerisinde iken bile farzları eda etmek, nimetlere şükretmek, hayırları işlemek, insanlara iyilikte bulunmak, salih amellerle Allah'a yaklaşmak gibi faydalı, hoş salih amelleri işleyenler bundan müstesnadır.
Böyle kimselerin salih amelleri işlemeleri veya kendilerine isabet eden sıkıntılar sebebiyle günahları bağışlar ve onlara yaptıkları hayır ve iyiliklere ve refah zamanında işlediklerine karşılık olarak ahirette en azı cennet olmak üzere büyük bir mükâfat vardır.
Bu ayetle aynı manada şu ayetler vardır: "Asr'a yemin olsun ki, insan mutlaka hüsrandadır. Ancak iman edenler, salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır." (Asr, 103/1-3).
Yine aynı manada şöyle bir hadis-i şerif vardır: "Nefsim (kudretinin) elinde olan Allah'a yemin ederim ki, mümine isabet eden endişe, keder, yorgunluk, hastalık, üzüntü hatta ayağına batan diken sebebiyle dahi Allah onun hatalarını bağışlar."
Buharî ve Müslim'in Sahihinde yer alan bir hadis-i şerifte "Nefsim (kudretinin) elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah mümine hiçbir şey takdir etmemiştir ki o onun için hayırlı olmasın. Mümine bir iyilik isabet eder şükrederse, bu onun için hayırlı olur. Mümine bir sıkıntı isabet eder, sabrederse bu onun için hayırlı olur. Bu derece müminden başka hiçbir kimseye nasip olmaz." [4]
[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/280-282.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder