29 Kasım 2019 Cuma

HUD SÛRESİ 18.- 24. ayetlerin tefsiri


Müminlerin Ve Kâfirlerin Amellerinin Ahiretteki Karşılığı


18- Allah'a yalan uydurandan daha za­lim kim olabilir? Onlar Rablerine arz edilecekler. Şahitler 'İşte bunlar Rable­rine karşı yalan söyleyenlerdir" diye­cekler, iyi bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
19- Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyarlar. Bu yolu eğri bir yola çevirmeye çalışırlar. Bunlar ahireti de inkâr ederler.

20- Onlar yeryüzünde Allah'ı aciz bıra­kamazlar. Onların Allah'tan başka hiç­bir yardımcıları da yoktur. Onlara kat kat azap verilir. Çünkü onlar hakkı dinleyemez ve göremezlerdi.

21- Kendilerini zarara sokanlar bunlar­dır. Uydurdukları şeyler kendilerinden uzaklaşmıştır.

22- Gerçekten ahirette en çok zarara uğrayacak olanlar da bunlardır.

23- Şüphesiz ki, iman edip salih amel iş­leyen ve Rablerine boyun eğenler işte onlar cennetliktirler. Onlar orada ebe­dî kalacaklardır.

24- (Kâfir ve mümin) iki topluluğun ha­li, kör ve sağırla, gören ve işitenin hali­ne benzer. Hiç bu iki topluluk bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?


Açıklaması

Cenab-ı Hak kendisine iftira edenlerin "insanların en zalimi" olduklarını ve ahirette bütün mahlûkat huzurunda rezil olacaklarını beyan etmekte, ayrı­ca kendi nefsine ve başkasına, Allah Tealâ'nın sıfatı, hükmü ve vahyi hususun­da veya Allah'ın izni olmadan şefaat edecek kimselerin bulunması hususunda veyahut Meleklerin Allah'ın kızları olduğunu ileri süren Araplar, Üzeyr'in Al­lah'ın oğlu olduğunu ileri süren Yahudiler ve Mesih'in Allah'ın oğlu olduğunu ileri süren Hristiyanlar gibi ve Allah'ın meleklerden evlat edindiğini iddia etme gibi hususlarda Allah hakkında yalan uydurandan, ona iftira edenlerden kendi nefsine ve başkasına daha zalim bir kimse olamayacağını belirtmektedir.

"Onlar Rablerine arz edilecekler." Yani küfür, şirk ve Allah'a iftira günah­larına gark olanlar Rablerine arz edilecekler. Yani Allah onları şiddetle hesaba çekecek ve yüce meleklerden şahitler de "işte bunlar Rablerine karşı yalan söy­leyenler, iftira edenlerdir" diyecekler. İyi bilin ki bunlar Allah'ın rahmetinden koyulmuşlardır.

Bu arz olunma bütün kullar hususunda umumi bir kaide olmakla beraber, buradaki arz olunmadan murad hususidir. Bu da onların rezil olmaları maksa­dıyla yapılan bir arz olunmadır. Böylece onlar rezil rüsvay olup en kötü bir şe­kilde işkenceye tabi tutulmuş olacaklardır. Bu arz olunma hesap ve sual için hazırlanan yerlerde veya Allah'ın emriyle mahlûkatından dilediği kimseler hu­zurunda, yani melekler, Peygamber ve müminler huzurunda olacaktır.

Bu ayet şu ayet gibidir: "Şüphesiz biz peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edeceği kıyamet gününde mut­laka yardım edeceğiz. O gün zalimlere mazeretleri hiç bir fayda sağlamayacak­tır. Lanet onlaradır. En kötü yurt da onlarındır." (Gafir, 40/51-52).

İmam Ahmed, Buharı ve Müslim İbni Ömer'den şöyle rivayet ediyorlar: Rasulullah (s.a.)'tan kıyamet günündeki sual sorma hakkında şu hadis- i şerifi işittim: "Allah (c.c.) mümini kendine yaklaştırır. İnsanlardan ayrı tutar ve gü­nahlarını ona ikrar ettirir ve der ki: Şu günahı biliyor musun? Şu günahı bili­yor musun? Şu günahı biliyor musun? Nihayet günahlarını ikrar edince ve ken­disinin helak olduğu kanaatine varınca "Ben dünyada bu günahlarını örttüm. Bu gün de onları senin için bağışlıyorum" der ve ona hasenat defterini verir. Kâfirlere ve münafıklara gelince: Şahitler derler ki: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. İyi bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir."

"O zalimler..." insanları hakka, imana ve itaate tabi olmaktan ve Allah'a ulaştıran doğru yola girmekten alıkoyarlar ve insanlarla cennet arasında engel olurlar. İnsanları Allah'ın yolundan şirk ve günahlara döndürürler. Onlar yollarının doğru değil eğri olmasını isterler. Aynı zamanda onlar ahireti inkâr ederler, yalanlarlar.

Allah'ın yolunu engelleyen o zalimler Rablerinin başkalarına yaptığı gibi helak edip ve yerin dibine geçirerek onları cezalandırmasına engel olamazlar. Bilakis onlar Allah'ın ezici gücü ve hakimiyeti altındadırlar. Allah ahiretten önce dünyada onlardan intikam almaya kadirdir. Onların Allah'tan başka ken­dilerine yardım edecek, azap görmelerini engelleyecek hiçbir yardımcıları da yoktur. Kendileri sapıttığı gibi, başkalarını da saptırdıkları için onlara kat kat azap verilir. Onlar hakkı dinlemeyen sağırlar, hakkı göremeyip tabi olmayan körlerdir.

Bu ayet manasında Cenab-ı Hakkın şu ayetleri de vardır: "... Allah onla­rın cezalarını gözlerin yerlerinden fırladığı o zor güne bırakır." (İbrahim, 14/42).

"İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyanlara bozgunculuk yapmaları se­bebiyle hak ettikleri azabı kat kat artırırız." (Nahl, 16/88).

Peygamberimiz (s.a.) Buharî ve Müslim'deki hadis-i şeriflerinde "Allah za­lime mühlet verir. Nihayet onu yakaladığı zaman da bırakmaz" buyurmaktadır.

Böylelerine azabın kat kat verilmesine sebep Kur'an'ı düşünüp öğüt alma gayesiyle dinlememeleri, hayır ve hak yolunu görmemeleri, Kur'an'ın ayetleri­ne ve vahyin doğruluğuna delâlet eden kâinat ayetlerine bakmamalarıdır.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "İnkâr edenler birbirlerine şöyle de­diler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Okunurken gürültü yapın. Belki de bu yolla ga­lip gelirsiniz." (Fussüet, 41/26).

"Onlar insanları Kur'an'a iman etmekten alıkoyarlar ve kendileri de on­dan uzaklaşırlar..." (En'am, 6/26).

Ayetteki "dinlemez" ve "görmezler" ifadelerinin manası işitme ve görme duyularının olmaması değil, bilakis onların görünüşte işitmelerine ve görmele­rine rağmen bu iki duyuyu bilgi edinmek ve sağlam inanç sahibi olmak gibi ye­rinde ve doğru bir şekilde kullanmamalarıdır. Aşırı inatları, isyanları, hak ve hidayetten hiç hoşlanmamaları sebebiyle onlar Kur'an ayetlerini işitmeye ve Allah'ın kâinattaki kudretinin ayetlerini görmeye bile tahammül edememekte­dirler.

İşte yukarıda belirtilen özelliklere sahip olan bu kimseler kendilerini bü­yük bir zarara ve hüsrana sokmuşlardır. Çünkü bunlar alevi gittikçe artan kız­gın bir ateşe atılacaklardır: "Onların varacağı yer cehennemdir. Cehennemin ateşi hafifledikçe onun ateşini artırırız." (İsra, 17/97). Artık orada ne ölürler, ne de gerçek anlamıyla hayat sürerler.

Allah'tan başka uydurdukları eş ve ortaklar, putlar, kendilerinden uzakla­şırlar. Bunlardan hiçbir fayda elde edemezler, bilakis kendilerine son derece zararları olduğunu anlarlar.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "İnsanlar (kıyamet günü he­sap vermek üzere) toplandıkları zaman dünyada tapındıkları putlar kendilerine düşman kesilir ve onların kendilerine tapındıklarını inkâr ederler." (Ahkaf, 46/6).

"Kâfirler kendilerine destek olsunlar diye Allah'tan başka ilâhlar edindiler. Hayır, bilakis tapındıkları putlar onların kendilerine tapındıklarını inkâr ede­cekler, onların karşısında olacak ve düşman olacaklardır." (Meryem, 19/81-82).

Gerçekten ahirette insanlar arasında malında en çok zarara uğrayanlar bunlardır. Çünkü bunlar cennet nimetleri ve derecelerini verip cehennem aza­bını ve onun düşük derecelerini almışlardır. Bunlar cennet nimetlerine karşılık kaynar sular, misk kokulu cennet şarabı yerine zehirleri ve yakıcı içecekleri, irinden yapılan yiyecekleri, muhteşem cennet villaları yerine cehennem çukur­larını, Rahman'a yakınlık yerine Deyyan (Kahhâr)'ın gazabını ve cezasını ter­cih etmişlerdir.

Cenab-ı Hak bedbaht olanların durumunu anlattıktan sonra bunun ardın­dan saadete nail olanların durumunu anlattı. Saadet ehli Allah'a ve Rasulüne iman eden, dünyada amel-i salih işleyen, kalben iman eden, ibadet ve taat işle­me, münkerleri terk etme hususunda azami gayret eden, Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen kimselerdir. Elbette böyleleri için sayılamayacak, hesabı yapıla­mayacak kadar çok ve çeşitli, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşer kalbine doğmayan nimetlerin bulunduğu Cennâtu'1-ulâ (Yüksek Cennetler) vardır. Onlar bu cennetlerde ebedî, daimi bir şekilde kalacaklar, ne ölecek, ne yaşlanacak, ne de hastalanacaklardır. Onlardan pis ve kirli hiçbir şey çıkmayacak, sadece misk kokulu ter boşanacaktır.

Allah daha sonra da kâfir ve müminler hakkında bir misalle benzetmede bu­lundu. Şöyle buyurdu: Daha önce vasıfları zikredilen şekavet ehli kâfirler ile sa­adet ehli müminler grubunun misali kör ve sağır ile gören ve işiten kimse gibidir.

Kâfir dünya ve ahirette hakkın yüzünü görmediği, hayrın yolunu bulama­dığı ve hayrı bilemediği için kör gibi, açık hüccetleri duymadığı ve kendisine faydalı olacak şeyleri dinlemediği için de sağır gibidir.

Mümin ise dinlediği Kur'an ve gördüğü kâinattan istifade ettiği için gözü ve kulağı açık kimse gibidir. Göz ve kulak ilim ve hidayet vasıtaları, aklın ve düşüncenin geliştirilmesinin araçlarıdır.

Bu iki grubun durumları da sonuçları da bir olmayacaktır. Siz bu ikisinin arasındaki farkları anlayıp ibret almaz mısınız? Hiç düşünmez misiniz? Birbi­rine zıt olan bu sıfatları nasıl birbirinden ayıramıyorsunuz?

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Cehennemliklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa erenler sadece cennetliklerdir." (Haşr, 59/20).

"Kör ile gören bir olmaz. Karanlıklarla aydınlık bir olmaz. Gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz ki, Allah dilediğine işittirir. Sen kabirde olanlara işittiremezsin." (Fatır, 35/19-22).

Bu ayette (Hûd, 24) "Hiç düşünmez misiniz?" ifadesinin kullanılması, kör­lüğün ve sağırlığın tedavi edilmesinin mümkün olduğuna uyarıda bulunmak içindir. [9]


[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/298-300.

Hiç yorum yok: