11- Onlara "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.
12- Dikkat et! Gerçekten onlar, fesatçıların ta kendileridirler, fakat farketmezler.
13- Onlara "İnsanların iman ettiği gibi iman edin" denilince onlar: "Biz de o kıt akıllıların inandığı gibi mi iman edelim?" derler. Dikkat et! Asıl kıt akıllılar onların ta kendileridir, fakat bilmezler.
Açıklaması
Münafıklara: "Fitneleri alevlendirmek kâfirler adına casusluk yapmak, Arapları Müslümanlara karşı kışkırtmak suretiyle uygulamaya koyduğunuz son derece kötü ve çirkin planlarınız bir fesattır" denildiğinde: "Hayır! Durum zannettiğiniz gibi değildir. Bizler ancak ıslah eden kimseleriz. Biz ıslahtan başka birşeyin peşinde değiliz" derler.
Şanı yüce Allah fesat çıkartanların ancak kendileri olduğunu belirterek onların bu iddialarını reddetmektedir. Bununla birlikte onlar yaptıkları işin ne kadar tehlikeli olduğunu idrak edememekte ve bu fesadın farkına varamamaktadırlar. Çünkü fesat artık onların tabî bir karakteri haline gelmiş ve tabiatlarında yer etmiştir.
Müslümanlar münafıklara değişik vesilelerle nasihatlarda bulunuyor onları imana çağırıyorlardı. Doğru yolu gösteren akla kulak veren, doğruluk yolunu izleyen kimselerin iman ettiği gibi, iman etmelerini söylüyor; onlara Abdullah b. Selâm ve benzerlerini örnek gösteriyorlardı. Münafıklara: "Diğer insanlar gibi siz de imanın çerçevesine giriniz" denildiğinde, onlar büyüklük taslayarak şöyle cevap veriyorlardı: "Köle, fakir gibi, insanlar arasında güçsüz ve bilgisizlikleri dolayısıyla da akılları kıt olanların iman ettiği gibi biz de mi Kur'an'a ve Muhammed'e iman edelim?"
Halbuki asıl akıllı, önündeki hayır ve nur yolunu görüp de o yolu izleyen kimsedir. Yüce Allah bizzat kendilerinin kıt akıllı olduğunu belirterek cevap vermekte, iddialarını reddetmektedir. Onlar imanı sağlıklı bir şekilde idrak edememekte ve onun gerçek mahiyetini ve etkisini bilememektedirler.
Şuur, gizli olan bir şeyi idrâk etmek anlamına gelmekle birlikte, fesat çıkartmak hakkında "farketmezler (la yaş'urûn)"; ilim ise vakıaya uygun ve kesin bilgi demek olduğu halde, imanları hakkında da "bilmezler" denilmesinin sebebi şudur: Yeryüzünde fesat çıkartmak, hissedilebilen bir iştir. Onların ise bu fesadı idrak edecek kadar hisleri dahi yoktur. İman ise kalbî bir durumdur. Onu ancak gerçek mahiyetini bilen kimseler idrak edebilir. İman ayrıca yakînî bilgi olmadıkça gerçekleşmez. İlim bilinen şeyi gerçek mahiyetiyle bilmek demektir. Onların ise imanın gerçeğine ulaşabilmelerini sağlayacak kadar bir bilgileri yoktur. [9]
Münafıkların Nitelikleri -III-
14- Müminlerle karşılaştıklarında: "İman ettik" derler. Ama şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında: "Muhakkak biz de sizinle beraberiz. Biz ancak alay edenlerdeniz" derler.
15- Allah onlarla alay eder ve azgınlıklarında serserice dolaşmalarına mühlet verir.
16- İşte onlar hidayet karşılığında dalaleti satın almışlardı. Onların ticareti kâr sağlamamış doğru yola da erememişlerdir.
Nüzul Sebebi
Müfessirler 14. ayet-i kerimenin Abdullah b. Übeyy ile münafık arkadaşları hakkında nazil olduğunu kaydederler. Bu münafık önce Ebû Bekir, Ömer ve Ali'yi (r.anhum) yüzlerine karşı övmüştü. Daha önce de onlar hakkında kendi arkadaşlarına: "Bu kıt akıllıları sizler nasıl savıp gönderdiğime dikkat edin!" demişti. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Ancak Süyuti: Bunun senedi sağlam değildir, diye açıklama yapmıştır.[10]
Açıklaması
İşte şeytanları andıran, hatta onlardan da kötü olan Yahudilerin münafıklarına ait nübüvvet asrındaki bir tablo. Yalan söyleyen herkesin idraki az, görüş mesafesi kısadır. Geleceğe bakamaz, o bakımdan onlar birbirleriyle ve elebaşlarıyla yalnız kaldıkları vakit, onlarla dayanışmaya girer ve: "Şüphesiz biz sizinle birlikteyiz" derler. Müminleri gördükleri vakit de iman ettiklerini açıklarlar. Yüce Allah ise onların durumlarını açığa çıkartarak, onları rezil etmiş, onlara en ufak bir değer vermemiştir. En ağır bir şekilde de onları cezalandıracaktır. Bütün işlerinde şaşkınlıklarını, sapıklıklarını daha da artıracaktır.
Diğer taraftan onlar, Allah'ın Kitab'ını kavramak yolunda akıllarını kullanmamakla, dosdoğru yolu terketmeleri ve kıskançlıkları sebebiyle, bu dinin doğruluğunu ortaya koyan delilleri terketmekle oldukça zararlı bir ticarete kalkışmışlar, sapıklığa bedel olarak hidayeti ödemiş, küfre ve nevaların sapıklıklarına karşılık olarak da nuru, aydınlığı vermişlerdir. Onlar kendilerini bekleyen cehennem azabı sebebiyle bu ticaretlerinde kar sağlayamamışlardır. İbni Abbâs der ki: "Onlar dalâleti, sapıklığı aldılar, hidayeti terkettiler". Yani küfrü imana tercih ettiler ve imanı küfre değiştiler. Yüce Allah'ın burada bu işe "satın almak" tabirini kullanması, anlama, genişlik kazandırma suretiyle olmuştur. Çünkü satın almak, ticaret karşılıklı değişimi ifade eder.
Araplar kişinin alışverişinde kar ve zarar etmesini alışverişin kar ve zarar etmesi şeklinde ifade ettikleri, yani kar ve zararı alışverişe isnat ettiklerinden dolayı Yüce Allah da burada kâr ticarete isnat etmiştir. Onlar hidayet karşılığında dalaleti almakla, hidayet bulmuş olamamışlardır. [11]
[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/72-73.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/75.
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/75-76.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder