2 Ocak 2017 Pazartesi

Allah’ın Bir İhsanı ve Rahman’ın Bir Hediyesi Olarak Hastalık-M.Emin Yıldırım


Hastalık nedir? Nasıl anlaşılmalıdır?

1-Hastalık, Allah’ın sevdiği kullarına bir ihsanı ve Rahmaniyetinin tecellisi olan bir hediyesidir.

“İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre diğer insanlar gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belası (imtihanı) daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi, Zühd, 57; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I/172, 174)

Dertler, özel insanlara verilir…

2-Hastalık, şifa vesilelerinin aranması lazım olan, ama asıl şifanın Allah tarafından verileceği unutulmaması gereken bir haldir.


Derdi veren kim? Allah! Şifayı dermanı yaratan kim Allah! O halde hasta olan derman aramalı ama asıl dermanı vereni unutmamalı…

“İbrahim dedi ki: “İyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?

Hep onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi benim dostumdur.

O ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.

Beni yediren, içirendir.

Hastalandığım zaman bana O, şifâ verendir.

O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecektir.

Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur.

Ya Rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve beni iyiler zümresine kat.
(Şuara, 26/75-83)

“Yüce Allah; yarattığı her derdin şifasını da yaratmıştır!” (Tecrid, c. XII, s. 75)

3-Hastalık bizatihi hayırdır ve mümine hayırların ulaşmasının en önemli vesiledir.


“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”
(Şura; 42/30)

4-Hastalık, dünya hayatının anlam ve gayesini iyice idrak edebilmenin en önemli sebebidir.

5-Hastalık, sabır ve şükür ile geçirildiğinde, yaşananları ibadet hükmüne çeviren en önemli bir kazançtır.


“Allah’tan fazl ve ihsanını isteyeniz. Şüphesiz Allah, kendisinden bir şey istenmesini sever. İbadetlerin en üstünü, sıkıntı hâlinde kurtuluşu sabırla beklemektir.”

“Kul, ibadet üzere iyi bir yolda iken hastalansa, o kul ile görevli meleğe denir ki: ‘İyileşinceye veya ölünceye kadar sıhhatli iken yaptığı ameli gibi sevap yazın.”
(Ahmed b. Hanbel; el-Müsned, II; 203)

“Hayâ süstür. Takva şereftir. En hayırlı binek sabırdır. Musibet (bela) anında aziz ve celil olan Allah’tan kurtuluş beklemek de ibadettir.”

“Ya Rabbi! Bu hastalık vesilesi ile ister boğazımı sık, ister canımı al! İzzetinin hakkı için Sen de çok iyi biliyorsun ki, ben seni çok ama çok seviyorum.”

“Allah’ım bir ömür Senden korkarak yaşadım, haşyet üzere olmaya çalıştım. Ama şimdi senden ümitliyim. Sen de bilirsin ki ben, dünyanın ne akan nehirlerine, ne salınan ağaçlarına takıldım. Sadece istediğim senin affına ve mağfiretine nail olmaktır. Beni affın ile ve mağfiretin ile karşıla!”

6-Hastalık, unutulan nice nimetlerin hatırlanmasını sağlayan en önemli nasihatçidir.


“Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetin bilin! Hastalık gelmeden önce sağlığın, ölüm gelmeden önce hayatın, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, dolu vakit gelmeden önce boş vaktin.” (Buhari, Rikak, 3)

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunlar hususunda aldanmıştır: Bunlar sıhhat ve boş vakittir.” (Buhari, Rikak, 1; İbn Mace, Zühd, 15)

7-Hastalık, Allah’ın (cc) yüce kudretinin bir işareti ve yaratılış hikmetini kavrayacağımız bir fırsattır.

8-Hastalık, kader planında yazılanların ortaya çıkması ve Allah’ın takdir ve iradesi ile kuluna isabet eden bir nimettir.


“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir Kitap’da yazılmış bulunmasın. Doğrusu bu Allah’a kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadid, 57/22, 23)

9-Hastalık, ilahî rahmetin fazlalaştığı bir süreç ve ahiret hayatı için büyük bir ikramdır.

10-Hastalık, müminde emanet bilincini ve kulluk şuurunu geliştiren bir mesajlar manzumesidir.

11-Hastalık, imanın takviyesi, takvanın kuşanılması ve tevekkülün ihyası için bir fırsattır.


“Ayakta namaz kıl! Eğer ayakta namaz kılmaya gücün yetmez ise hafifçe yana doğru oturarak kıl! Eğer buna da gücün yetmezse yanının üzere yatarak kıl!” (Buhari, Taksir, 19; Ebû Davud, Salât, 179)

12-Hastalık, müminin günahlarına bir kefaret, amel defterine bir bereket, cennetteki mertebesinin yükselmesine bir vesiledir.


“Allah, şöyle buyurdu: Mümin kullarımdan birine bir bela ve hastalık verdiğimde Bana hamd eder ve verdiğim bela ve hastalığa sabır gösterirse, yatağından kalktığında annesinden doğduğu günkü gibi günahlardan temizleniş olarak kalkar. Allah, hafıza meleklerine şöyle buyurur: ‘Ben bu kulumu yatağa esir ettim ve ona bela verdim. O halde ondan önce sıhattayken kendisine yazmış olduğunuz sevapları yazmaya devam edin.”
(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 28/344; Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, 5/73)

“Gözün görmez hâle gelmesi, günahlara kefarettir. Kulağın işitmez hâle gelmesi, günahlara kefarettir. Bedenden eksilen diğer şeyler de bunun gibidir. Ölçülerine göre günahlara kefaret olurlar.”

“Mümin bir hastalığa yakalanır, sonra da Allah ona o hastalıktan şifa verdiğinde, bu geçmiş günahlarına kefaret ve ileride işleyeceği kusurlar için de bir ikaz olur. Münafık ise hastalanır, sonra da sıhhate kavuştuğunda sahibi tarafından bağlanan sonra da salıverilen, fakat niçin bağlandığını ve niçin salıverildiğini anlamayan deve gibidir.”

“Kulumun iki sevgili uzvunu (göz nurlarını) giderirsem, o da ona sabrederse, iki gözüne karşılık ona Cenneti veririm.” (Buhari, Merda, 7)

“Kıyamet gününde musibet zedelere sevap verileceği zaman dünyada afiyette ve azaları sağ salim olanlar, dünyada iken derilerinin keskin âletlerle parça parça kesilmiş olmasını arzu edeceklerdir.” (Tirmizî, Zühd, 28)

“Bir kul kendisi için (cennette) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine veya malına veya çoluk çocuğuna bir bela verir de bu belaya karşı, sabrı sebebiyle o makama eriştirilir.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V/272)

13-Hastalık kişiyi ruhen olgunlaştıran, manen daha duyarlı bir hale getiren ve sürekli teyakkuzda kalmasını sağlayan bir imkândır.

“Eğer Resulullah (sas) bize ölümü temenni etmek için duayı yasaklamasaydı, ben Rabbimden bu acılar karşısında ölümü temenni ederdim. Ama böyle yapmayacağım ve sabır edeceğim.”

14-Hastalık, kabir âlemini ve hesabı hatırlatan bir vaiz, ahireti ve ölümü düşündüren bir işarettir.

15-Hastalık, sabır ve şükür ile geçirildiğinde, eğer arkasından ölüm gelirse, sahibine şehitlik sevabı kazandıracak bir ikramiyedir.


“Beş durum vardır ki, onlardan biri üzere ölen kimse şehittir:
 Allah yolunda öldürülen şehittir.
 Allah’a itaat yolunda ölüp boğularak ölen şehittir.
 Allah’a itaat yolunda olup da karnındaki bir hastalık sebebiyle ölen şehittir.
 Allah’a itaat yolunda olup da yaralanarak ve vebadan ölen şehittir.
 Allah’a itaat yolunda olup da doğum sebebiyle ölen şehittir.”

Hasta olan ne yapmalıdır? Nasıl davranmalıdır?

1-İnsana verilen bu beden, kulluk vazifesini yerine getirebilmek için bir emanettir; öyleyse emaneti korumak zorundadır.

2-Hastalık, Allah’ın insana vermiş olduğu bir ceza değil, bilakis mükâfattır; öyleyse her hastalığın bir tedavisi vardır, tedavi olmanın yolları muhakkak aranmalıdır.

3-Tedavi yollarını araştırmada şifa verenin Allah olduğunu unutulmamalıdır; öyleyse tevhid akidesini zedeleyecek her türlü hurafe ve batıl işlere asla tevessül edilmemelidir.

4-Gidilecek doktorda ehliyet ve likayata dikkat edilmelidir; öyleyse bu konuda herkesi değil, ehil doktorları dinlemeli, onların dediklerini de uygulamalıdır.

5-Hastalıklara şifa veren Allah (cc) olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır; öyleyse o şifayı celpedecek duaları hem yapmalı, hemde salih insanlardan dualar almalıdır.


“Bendeki bu hastalığın ve sakındığım şeylerin şerrinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım!” (Müslim, Selam, 67)

“Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi (yok)olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor-tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darbımesel (atasözü) dillerde destandır ki, “Musibet (bela) zamanı çok uzundur; safâ (eğlence rahatlık) zamanı pek kısa oluyor.”

1 Ocak 2017 Pazar

Şaki Bir Dünyada Sahabe Gibi Ol-Muhammed Emin YILDIRIM


Hz.Ali Radıyallahu Anh’ın hilafet günleri İslam toplumunun karşılaştığı en sıkıntılı dönemlerinin başlangıcı olmuştur. Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in vefatının üzerinden otuz yıl geçmeden, içlerinde daha birçok sahabede hayatta iken bu sorunların ortaya çıkması insanı gerçekten hayrete düşürür. Nasıl olurda bu kadar kısa bir zamanda daha dün destan yazan insanlar, bugün fitnelere karışır? Bu anlaşılması zor mesele daha o günlerde birilerinin zihnini zorlar. Onlardan biri gelir Halife İmam Ali Radıyallahu Anh’e şöyle bir soru sorar:

"Ey Ali senden öncede üç halife geldi, geçti.Ama hiç biri döneminde bu karışıklıklar, bu fitneler ortaya çıkmadı.Onlar dönemin de ortaya çıkmayan bu sorunlar neden senin hilafetin günlerinde bu düzeyde şiddetli bir şekilde ortaya çıktı?"

Hz.Ali Radıyallahu Anh soruyu soran zata şöyle cevap verir:

"Evet, doğru onların zamanında fitneler yoktu,ama bizim zamanımızda var.Nedeni ise şu:Onların zamanın da onlarda vardı, bizde vardık.Ama bizim zamanımızda bizler varız, ama onlar yok.Onların olmadığı bir zamanda fitnelerin olması da her an imkan dahilindedir."

İşte İmam Ali Radıyallahu Anh’ın verdiği cevabın bu vurgusu, hem o dönem insanı için, hem de bizim için çok önemlidir.Gelin bu mesajı bizler bugünlere taşıyalım ve Hz. Ali Radıyallahu Anh’ın vermek istediği dersi anlamaya çalışalım.

Demek ki sorunlarla yüz yüze kalmamızın nedeni onların olmayışıdır.Çünkü o güzide Sahabiler ilahi vahyin ilk
muhataplarıydılar.Onlar Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile aynı zamanı paylaşıp O’nun Sallallahü Aleyhi ve Sellem dizinin dibinde yetişmişlerdi.Böyle olmaları onların bizler için birer örnek ve model olarak alınmaları için yeterli sebeplerdendir.Kaldı ki Alemin Sultanı açık bir lisan ile onları bize gökteki yıldızlar diye tanıtıyor,yolunu ve yönünü şaşıran her dönem insan için neyin ve kimin pusula olacağını öğretiyordu.O zaman yanlış adreslere yönelmenin,faydasız kapıları çalmanın ne anlamı var ki!Derdimizin dermanı elimizin altında ama haberimiz yok!

Efendimiz’in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem birçok hadis kitabında geçen, adeta içimizi serinletecek bir hadisi var. Hadis Külliyatlarının dua bölümünde geçen ve özellikle zikir meclislerinin faziletlerini anlatan bu hadiste şöyle bir ifade kullanılır: “La yeşkâ bihim celisühüm” “Onlarla beraber olanlar şaki olmaz” (Buhari, Kitabu’d Deavât, 2087)

Sözün Sultanı olan Efendimiz 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in bu müjdesi bizlere verilmiş büyük bir ödüldür. Onlarla beraber olmak aslında sadece aynı çağı yada aynı mekanı paylaşma anlamına gelmiyor. Böyle olsaydı eğer onlarla aynı zaman dilimini paylaşan nice bahtsızlar da bu müjdenin içerisine dahil olurlardı. Demek ki onlarla beraber olmak; onlarla beraber yaşamak,aynı havayı teneffüs etmek,onlarla hemhal olmak,onlar gibi olmaya çalışmaktır.Onların hayatlarını iyice öğrenmek, İmanın onlar da nasıl bir imkana dönüştüğünü fark etmek, Kur’an’ın onlarda nasıl bir değere sahip olduğunu bilmek ve hepsinden ötesi onlara aşık olmaktır.Kişi sevdiği ile beraber değil midir? Hatip b. Belta’yı ölüm cezasından kurtaran Allah ve Resulüne olan sevgisi değil miydi? Sevgi deyip geçmeyelim, sevgi vardır sahibini cennete taşır, sevgi vardır sahibini cehenneme ulaştırır.

O halde şaki bir dünyada şekaveti bırakalım. Ağlayıp sızlanmayı, yapılacak işleri birbirimize havale etmeyi, birbirimize düşmanca bakmayı terk edelim. Tek bir derdimiz olsun o da,onlar gibi olabilmek… Sahabe gibi aşk ve iş ehli olabilmek… Öyle olsun ki bizim sahabeye olan aşkımız çocuklarımıza da geçsin. Artık onlara oğlum, kızım büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarımızda: “Ben büyünce Hubeyb ibn Adiy gibi Muhammed’e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem aşık olacağım. Hamza gibi düşmanların korkulu rüyası olacağım. Musab gibi Kur’an öğretmeni olacağım. Nesibe gibi İslam ordularının arkasından koşacağım. Halid gibi coğrafyalar, Ebu Eyyup Radıyallahu Anhum gibi gönüller fethedeceğim.”desinler.

Çocuklarından bu sözleri duymak isteyen anne ve babalar, öncelikle kendileri aşk ehli olmalıdırlar. Kendileri başka sevdalarda olan ebeveynlerin böyle kutsi ideallerde bulunacak evlatlar istemeleri sizce haklı bir istek midir? Böyle bir isteğin ne kadar başarı göstereceği zaten baştan bellidir. 


Her birimiz karakter ve mizacımıza göre bir sahabeyi kendimize rehber edinelim. Onun gibi olmaya çalışalım. Onun hayatını iyice öğrenip, imanın onda ortaya çıkardığı aksiyonu bizlerde yakalayabilelim. Ne yaparsak yapalım o büyük insanlar gibi olamayacağımızı zaten biliyoruz. Hiç değilse onlara olan sevgimiz, onların yolunda olma çabamız belki necatımız için bir vesile olur.

Şaki bir dünyada hangi sahabe gibi olmayı istiyorsunuz seçtiniz mi? Ben seçtim. Ama sizi bilmem…


Muhammed Emin YILDIRIM

http://www.siyervakfi.org/saki-bir-dunyada-sahabe-gibi-ol/

30 Aralık 2016 Cuma

KUSURUMA BAKMA

“Kendi kusurlarıyla uğraşıp, başkalarının kusurlarını kurcalamaktan kendisini alıkoyan kimseye müjdeler olsun!” -Münavi,age.4/281-

Kusur aramak (tecessüs)bir şeyin iç yüzünü, gizli tarafını araştırmak, kusur bulmaya çalışmaktır. 

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” 
 HUCURAT SURESİ,12.AYET

(Ayet-i Kerime’de zannın birçoğundan kaçınılması emredilmektedir. Bundan, kötü zanda bulunmanın yasak olduğu, müminler için iyi zanda bulunmanın ise hayırlı olduğu anlaşılmaktadır.)

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

“Her kim bir Müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah-u Teala’da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; Allah’da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir.” Buhari-Müslim-Tirmizi

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem buyurdu ki;

“Birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın.”Müslim, Birr ve Sıla,30


Not: Örtülen hata ve kusur, kul hakkına taalluk eden zulüm ve haksızlıklar cinsinden olmamalıdır.

29 Aralık 2016 Perşembe

DİLEKÇE


“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” 
HAŞR SURESİ,18.AYET


“Dua…ibadetin ta kendisidir.”
Tirmizi,Daavat 1; Ebu Davut,Salat 358-

“Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret ve gafillerden olma.” 
A’RAF SURESİ,205.AYET

“Kullarım, beni senden sorarlarsa,(bilsinler ki) gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” 
BAKARA SURESİ,186.AYET

“Rabbimiz! Biz ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.” 
AL-İ İMRAN SURESİ,193.AYET

“O,beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O,bana yediren ve içirendir. Hastalandığımda da O bana şifa verir. O,benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O,hesap gününde hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.

Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni Salih kimseler arasına kat. Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl! Beni Naim cennetinin varislerinden eyle.” 
ŞU’ARA SURESİ 78-79-80-81-82-83-84-85.AYETLER

“De ki: ‘O,benim Rabbim’dir. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben yalnız O’na tevekkül ettim, dönüşümde yalnız O’nadır.’ ” 
RA’D SURESİ,30.AYET


“Eğer siz Allah’a gereği gibi güvenseydiniz,(Allah),kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları halde akşam dolu kursaklarla dönerler.” -Tirmizi Zühd 33,İbni Mace Zühd14-

“Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize, kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.” 
KEHF SURESİ,10.AYET

“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” 
İBRAHİM SURESİ,40.AYET

“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” 
AL-İ İMRAN SURESİ,8.AYET

“Birinizin elbisesi eskidiği gibi göğsünde ki imanı da eskir. Öyle ise Allah’tan kalbinizde ki imanı tazelemesini dileyiniz.” Camiü’s-sağir, No:1125-

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” 
HAŞR SURESİ,10.AYET

“Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla.(Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı kuvvet ver.” 
İSRA SURESİ,80.AYET

“Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder kıl.” 
FURKAN SURESİ,74.AYET

“Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım.”  
KASAS SURESİ,24.AYET

SadakAllahul Azim

27 Aralık 2016 Salı

RABBİMİZİN cc 36.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah 
(Celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır:

Ey ademoğlu! Ben kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah'ım. Bana şükredin ve beni inkar etmeyin.


Ey Ademoğlu! Her kim benim bir velime düşmanlıkta bulunursa bana savaş ilanında

bulunmuş olur. Benden başka yardımcısı olmayana zulmedene karşı gazabım şiddetli olur.

Benim kendisi için yaptığım taksime razı olanın rızkını bereketlendiririm; kendisi istemese bile dünya ona koşarak gelir."


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Aralık 2016 Cumartesi

Meclisin Bittiği Yere Ve Halkada Bir Boşluk Görerek Oraya Oturan Kimse

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

8. Meclisin Bittiği Yere Ve Halkada Bir Boşluk Görerek Oraya Oturan Kimse

66- Ebû Vâkıd el-Leysî'den rivayet edildiğine göre Resûlullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanlarla birlikte mescitte otururken üç kişi mescide geldi. İkisi Hz. Pey­gamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bulunduğu yöne yöneldi, biri başka tarafa gitti. Bu iki kişi Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) huzurunda beklediler. Birisi halkada bir boşluk görerek oraya oturdu, diğeri oturanların arkasına oturdu. Üçüncüsü ise arkasını dönerek gitti. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözünü tamamlayınca şöyle dedi:

"Size şu üç kişinin durumunu bildireyim mi? Birisi Allah'a sğındı Allah da onu kendi korumasına aldı. Diğeri haya etti, Allah da ondan (ona azap etmekten) haya etti. Üçüncüsü yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.[hadisin geçtiği diğer bir yer:474]

Açıklama

Bu hadisin ilim konusu ile alâkası şudur: Burada kasdedilen meclis ve hal­ka, ilim meclis ve halkasıdır.

Sözü edilen üç kişinin tümü önce mescide yönelmişler, mescide girdikten sonra Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meclisini görmüşler, ikisi ona doğru yönelmiş, birisi ise başka tarafa gitmiştir.

Selam Verme

Muvatta' ravilerinin çoğunluğu bu iki kişinin selâm verdiğini söylemişlerdir.

Bundan içeri giren kişinin söze selâmla başlayacağı, ayakta olanın oturana selâm vereceği anlaşılır. Onların selâmına karşılık verildiğinden bahsedilmemesi bunun zaten bilinmesi sebebiyledir. Ya da bundan ibadete dalan kişiden selâm alma borcunun düştüğü anlaşılır. Bu konu başkasının evine girerken ev halkın­dan "izin isteme" bölümünde gelecektir.

Tahiyyetü'I-Mescid Namazı


Hadiste bu iki kişinin "tahiyyetü'l-mescid" namazı kıldıklarından bahsedilme­miştir. Bunun sebebi şunlardan biri olabilir:

*Olayın bu namazın meşru kılınmasından önce gerçekleşmesi,

*Söz konusu iki kişinin o sırada abdestsiz olması,

*Bu namazı kıldıkları halde daha önemli meselelerin nakledilmesi sebebiyle bunun aktarılmamış olması,

*Nafile namaz kılmanın uygun olmadığı bir vakitte mescide girmiş olmaları. Bu sonuncuyu Kadı Iyaz söylemiştir. Çünkü onun görüşüne göre tahiyyetü'l-mescid namazı, namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerde kılınmaz.

Bu hadis zikir ve ilim meclislerinde halka yapmanın müstehap olduğunu, bu halkada bir yere oturan kişinin, o yer konusunda başkalarından daha çok hak sahibi olduğunu gösterir.

Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah'a sığındı, Allah da onu ken­di korumasına aldı" sözü: "Allah'a sığındı" ifadesi "Allah'a iltica etti" yahut "Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meclisine katıldı" anlamına gelir. "Allah da onu kendi korumasına aldı ifadesi "onu rahmet ve rızasına alarak ona kendi fiiline uygun karşılığı verdi" anlamına gelir.

İlim Meclisinde Adaba Riayet

Bu hadis, ilim meclislerinde edebe riayetin müstehap olduğunu, namazda saflardaki boşlukları doldurmak teşvik edildiği gibi burada da halkadaki boşluk­ları doldurmanın faziletli olduğunu gösterir. Yine başkasına sıkıntı vermediği sürece kişinin boşluğu doldurmak için başkalarının arasından geçmesi de caizdir. Ancak başkasına sıkıntı verme ihtimalinden korkarsa hadiste yer alan ikinci kişi­nin yaptığı gibi meclisin bittiği yere oturabilir. Bu hadis, hayrı talep etme konu­sunda başkaları ile yarışan kişinin övüldüğünü de gösterir.

"Diğeri haya etti, Allah da ondan haya etti": Hz. Peygamber'den
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  ve mecliste bulunanlardan haya ederek arkadaşının yaptığı gibi halkayı sıkıştırmadı. Enes, rivayetinde bu ikinci kişinin niçin haya ettiğini açıklamıştır. Hâkim'in rivayet ettiği hadisin lafzı şöyledir: "İkinci kişi azıcık ilerledi, sonra dö­nerek geldi ve oturdu". Yani üçüncü şahsın yaptığı gibi ilim meclisini bırakarak gitmekten haya etti.

Allah da ondan haya etti", yani ona merhamet etti, cezalandırmadı.

Allah ondan yüz çevirdi": Ona öfkelendi. Bu, kişinin özürsüz olarak ilim meclisini terk etmesine yorulur. Bu, söz konusu kişinin Müslüman olması halinde geçerli olan yorumdur. Bu kişinin münafık olması da muhtemel olup, Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunun durumuna muttali olmuş olabilir. Hz. Peygam­ber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözü haber verme anlamında anlaşılmaya müsait ol­duğu gibi "Allah ondan yüz çevirsin" şeklinde beddua olarak da anlaşılmaya müsaittir. Enes'in rivayet ettiği hadiste şöyle denilmiştir: "O kendini müstağni gördü, Allah da ondan istiğna etti". Bu, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözünün beddua değil de haber verme kastı taşıdığını göstermektedir. Allah hakkında "yüz çevirme" ve benzeri ifadelerin kullanılması, mukabele ve müşâkele içindir. Bu şekildeki ifadeler Allah'ın şanına layık olacak şekilde yorumlanır. Bu ifadelerin kullanılmasının sebebi bir şeyi açık olarak ortaya koy­maktır.

Bu hadis, günah işleyenleri ve durumlarını bunu engellemek amacıyla ha­ber vermenin caiz olduğunu, bunun gıybet (dedikodu) sayılmayacağını göster­mektedir.

Hadiste şu hususlar da yer almaktadır: 


*ilim ve zikir halkalarına bağlılığın fazileti,

* ilim öğreten ve zikir yaptıran kimselerin mescitte oturması,

*Haya eden kişinin övgüye layık olması,


*Meclisin (halkanın) bittiği yere oturulması.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

20 Aralık 2016 Salı

Tağut, Velâ ve Berâ” -M.Emin Yıldırım



Kelime-i Tevhid’in ilk cümlesinin mesajları:

1. İmha olmadan, inşa olmaz.
2. Reddedilmeden, kabul edilmez.
3. Temizlemeden, davet gerçekleşmez.
4. Kazımadan, boya sürülmez.
5. Zararlı olan defedilmeden, yararlı olan celp edilemez.

İmha edilecek, red edilecek, temizlenecek, kazınacak ve zararlı olan defedilecek en önemli şeylerden biri tâğûttur.

Ehli Kitab’ın kendilerine gönderilen vahiy ile nasıl bir iletişim kurduklarına baktığımızda beş temel tavır sergilediklerini Kur’an’dan öğreniyoruz. Nedir bunlar?

1. “Yektumune” Gerçeği/Hakikati bile bile gizlemeleri

Söylenen, gelen şeylerin gerçek olduğunu bildikleri halde, bile bile bazı menfaatleri gözeterek gizlemeleri.

2. “Yuharrifune” Tahrif etmeleri
Ellerindeki kitabı değiştirip, kafalarına göre bir şeyler yazmaları ve elleriyle yazdıklarına bu Allah katındandır, deyip, insanlardan inanmalarını istemeleri.

3. “Yubeddilune” Kelimeleri değiştirmeleri
Vahyin içerisindeki bazı kelimeleri istedikleri biçimde yorumlayarak, ya bizzat o kelimeyi kaldırıp yerine başka kelime koymaları, ya da o kelimeye, kavrama Allah’ın yüklediği mananın ötesinde bir anlam yüklemeleri.

4. “Yuharrifune’l-kelime an mevadihi” Kelimeleri bağlamından koparmaları
Bu bizzat kelimeleri değiştirip yapılan bir tahriften ziyade, kelimeleri bulundukları bağlamdan, ait oldukları konumdan çıkarıp, anlamak istedikleri biçimde tevil ve tefsir etmeleri.

5. “Nesu” İlahî vahyi unutmaları, unuttukları içinde terk etmeleri

Kitaba veya kitabın içindeki bazı ayetleri unutmaları, onlara kapılarını kapatmaları, onu umursamayıp belli insanlara terk etmeleri…

Başta tâğût olmak üzere, birçok kavrama karşı sergilenen tavırlar:

1. Umursamayanlar
2. Unutanlar
3. Gizleyenler
4. Sloganlaştıranlar
5. Hakkını verenler

Sahabe’ye selim bir tevhid bilincini kazandırtan neydi?

1. Doğru ve güvenilir bir rehber
2. Hakikatin ağırlığına uygun bir üslup
3. Ön yargılardan uzak bir zihin

Tâğût sözlükte “azmak, sınırı aşmak” anlamındaki tuğvân (tuğyân) kökünden türeyen bir isim/sıfattır. Birçok sözlüğümüz tuğyan kelimesine, “aşırı derecede azgın ve mütecaviz” anlamını verirler. Buradan hareketle tağut, Allah’tan başka tapınılan ve hak yoldan saptıran her varlıktır. Puttur, şeytandır, kâhindir, sihirbazdır, şâridir, nefistir, hevâdır.

İbn Abbas’ın talebesi İmam Mücahid tâğûtu şöyle tarif ediyor: “Hüküm verme makamında olan ve Allah’ın iradesinin dışında hükümler veren insan suretinde şeytanlardır.”

“Allah’ın dışında ibadet edilen her şeydir.”

“Sapıklık ve azgınlıkta baş olandır.”


İmam Taberi’nin tarifi: “Benim yanımda tâğûtun tarifi şudur: Allah’a karşı haddi aşıp, ister kendi zorlaması ile ister istememesine rağmen insanların kendisine ibadet etmesine razı olandır.”

İbn Kayyım el-Cevziyye: “Kendisine ibadet edilmede, itaat edilmede, tabi olunmada haddi aşan kişidir.”

Dolayısı ile tağut; şahıstır, kurumdur, ideolojidir. Bazen siyasi bir liderdir, bazen bir cemaatin önünde olan şeyh veya mürşittir, bazen bir evde babadır, bazen bir düşüncenin mimarıdır, yani ideolojinin temsilcisidir.

Kur’ân-ı Kerîm, tuğyan kavramını otuz dokuz kez, tâğût kavramını ise sekiz kez kullanır.

Kur’an-ı Kerim’de tâğûtun geçtiği ayetlerin değerlendirilmesi ve alınması gereken mesajlar şöyledir:

1. Tâğût kavramını Kur’an, ilk kez Nübüvvetin 11. yılında Zümer Süresi’nin 17. ayetinde kullanır.

Kur’an-ı Kerim’de tağut kavramının geçtiği 8 ayetin nüzul sıralaması şöyledir:

Zümer Sûresi, 39/17
Nahl Sûresi, 16/36
Bakara Sûresi, 2/256, 257
Nisa Sûresi, 4/51, 60, 76
Maide Sûresi, 5/60

2. Tâğût kavramının kullanıldığı ilk ayette, Allah’a kul olanın tâğûta, tâğûta kul olanın Allah’a tam anlamı ile kul olamayacağı hakikati belirtilir.

“Tevhid, Allah’ın en hassas olduğu mevzudur.”
3. Tâğût kavramının kullanıldığı ilk ayette, tâğûta kulluktan kaçınıp, Allah’a kul olanlara çok büyük mükâfatlar müjdelenir.

“Tâğût’a kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenlere ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver.” (Zümer, 39/17)

4. Tâğût kavramının nüzul sıralamasında geçtiği ikinci ayette, peygamberlerin ortak vazifesinin insanları tâğûta kulluktan sakındırıp, Allah’a kul olmaya davet etmeleri olduğu belirtilir.

“Andolsun ki biz, ‘Allah’a kulluk edin ve Tâğût’tan sakının’ diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!” (Nahl, 16/36)

5. Tâğût kavramının geçtiği Medine döneminde ki ilk nazil olan ayette, tâğûtu inkar etmenin sağlam imana insanı taşıdığının altı çizilir.

“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden (tamamen) ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.”(Bakara, 256)

6. Tâğût kavramının geçtiği Bakara Sûresi’nin 257. ayetinde zikredilen mesajında, kendisine inanların karanlığa gömüleceği hakikati âleme duyurulur.

“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğûttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara, 257)

7. Tâğût kavramının Nisa Sûresi’nde geçtiği ilk ayette, tâğûtların ortak paydasının insanları haktan saptırmak olduğu belirtilir.

“Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Cibt’e ve Tâğûta (bâtıl tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: ‘Bunlar, Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır!” diyorlar!” (Nisa, 51)

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe, 31)

8. Tâğût kavramının geçtiği Nisa Sûresi’nin 60. ayetinde, tâğûtun ne demek olduğuna dair çok önemli bir açıklama yapılır ve bu konuda ciddi bir uyarı ortaya konur.

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğût’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa, 60)

“Zarûretler mahzurları/yasakları mübâh kılar.”
Zarûret halleri:


1. Yeme ve içme ile ilgili zarûretler.
2. Tedâvi ile ilgili zarûretler.
3. Öldürme veya hayati tehlikeler ile alakalı zarûretler.
4. Mülkiyete ve hukuka tecavüze sevkeden zarûretler.
5. Asılsız veya çirkin söz söylemeyi gerektiren zarûretler.

9. Tâğût kavramının geçtiği Nisa Sûresi’nin 76. ayetinde, inanların Allah yolunda, inkâr edenlerin tâğût yolunda savaşacakları belirtilir ve akıbetin ne olacağına dikkat çekilir.

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” (Nisa, 76)

10. Tâğût kavramının geçtiği Maide Sûresi’nin 60. ayetinde, tâğûta inanmanın insanı nasıl aşağıların aşağısı kıldığı gerçeğinin altı çizilir.

“De ki: Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)

İmam Zeynelabidin çocuklarına hep şu sözü öğretiyordu: “Allah’a iman ettim ve tâğûtu inkâr ettim.” (Kitabü’l-Musannef fi Ehadis ve’l-eser, c.1, s. 306)

Amr b. Şuayb rivayet ediyor; Resûlullah (sas) rivayetle şöyle buyurdu: “Kim gece uyandığında on defa “Bismillah’’ on defa “Subhanallah’’on defa “Allah’a iman ettim ve tâğût’u inkâr ettim’’ derse korktuğu her şeyden emin olur ve hiçbir günah ona yetişecek büyüklükte olamaz.’’ (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsad, c. 6, s. 348)

“Velâ” kelimesi sözlükte sevmek, dostluk göstermek, yardım etmek, iki şey arasında tercihte bulunmak, azalarla destek vermek, müttefik olmak ve arkadaşlık yapmak manalarına gelmektedir.

“Berâ” kelimesi ise beri olmak, uzaklaşmak, mesafeli durmak gibi manalara gelmektedir. Velâ kelimesinin tam zıddıdır.

Dost ile Velâ, Düşman ile Berâ! olmalı…

Velâ ve Berâ konusunda dikkatle okunması gereken ayetler şunlardır:

Ali İmran, 28
Tevbe, 23, 71
Enfal, 72
Maide, 51, 55, 80, 81
Mücadele, 22
Mümtehine, 1

“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.” (Mümtehine, 8)

“Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.”(Mümtehine, 9)

Velânın Gerektirdikleri


1-) Meşru bir gerekçe olmadığı sürece küfür diyarlarından Müslümanların diyarlarına hicret etmek.
2-) Müslümanların cemaatine katılmak, onlardan ayrılmamak.
3-) Kendisi için istediği iyilikleri Müslümanlara da istemek, kendisi için istemediği kötülükleri onlar için de istememek.
4-) Müslümanların kusur ve yanlışlıklarını araştırmamak, gizliliklerini düşmanlara haber vermemek ve onlara zarar vermekten uzak durmak.
5-) Düşmanları karşısında Müslümanlara destek vermek, onları yalnız bırakmamak, canla başla onlara yardım etmek.
6-) Müslümanlardan hasta olanları ziyaret etmek, cenazelerine katılmak, nezaketle davranmak, dua etmek, bağışlanmalarını dilemek, zayıflarına yardım etmek, selam vermek, muamelatta onları aldatmamak, mallarını haksız yere yememek ve üç günden fazla küs durmamak.
7-) Müslümanların mukaddesatına ilişmemek. Örneğin onların mallarına, canlarına ve ırzlarına dokunmak ve zulmetmekten, sövmekten, gıybet yapmaktan, laf taşımaktan ve su-i zanda bulunmaktan uzak durmak gibi.

Berânın Gerektirdikleri

1-) Şirkten, küfürden, kâfir ve müşriklerden nefret etmek, onlara karşı düşmanlık beslemek; onların bizzat kendilerinden, küfür, şirk ve inançlarından, kanunlarından, şirke dayalı sistemlerinden, ilahlarından ve Allah’tan başka tapmış oldukları mabutlardan beri olduğunu ve bunların hiçbirisinden razı olmadığını ilan etmek.
2-) Küfre girmiş insanları dost, yardımcı, önder, lider, yönetici edinmemek; onlara sevgi beslememek ve onlardan uzak olmak.
3-) Küfrü hoş göstermemek, onların sayısını ve gücünü överek anlatmamak, onların güçlerinin fazlalığına sık sık vurgu yaparak, Müslümanlara korku salmamak.
4-) Dinî ve dünyevî yönden onlara benzememek. Onların sembollerini kullanmamak.
5-) Onları bazı dünyevi meselelerde ama tüm dini mesellerde sırdaş edinmemek.
6-) Kâfirlerin bayram ve törenlerine katılmamak, onlara ait günleri kutlamamak.
7-) Kâfirler için bağışlanma ve istiğfarda bulunmamak.
8-) Kâfirlere yağcılık, dalkavukluk ve yalakalık yapmamak, onların batıllarına ve kötü fiillerine sessiz kalmamak.
9-) Kâfirlerin hakemliğine müracaat etmemek, onların hükümlerine rıza göstermemek, onlara tabi olmamak ve peşlerinden gitmemek.
10-) Kâfirlerin emir ve yasaklarına uymamak.
11-) Kendileri ile karşılaştığımız zaman İslam’ın selamı ile onları selamlamamak.

“Üç çeşit zulüm vardır. Zulüm vardır ki, Allah onu bırakmaz (affı yoktur)! Zulüm vardır ki onu mağfiret eder, af eder. Zulüm vardır ki, onu kendisi mağfiret etmez. Bağışlanmayan zulüm Allah’a şirk koşulan zülümdür; Allah bunu asla affetmez. Mağfiret edilen zulüm odur ki, kul ile Allah arasındaki zulümlerdir. Kulun günah işleyerek zulme düşmesidir. Allah bunları mağfiret edebilir. Mağfiret edilmeyen zülüm ise kulların birbirlerine yaptıkları zulümlerdir. Allah birinin hakkını ötekinden alır.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 43, s. 155; Ebû Davud et-Tayalisi, Müsned,c. 2, s. 532)



19 Aralık 2016 Pazartesi

Münâvele Ve İlim Ehlinin İlmi Yazarak Farklı Bölgelere Göndermesi Konusunda Zikredilenler

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)

3. BÖLÜM İLİM

7. Münâvele Ve İlim Ehlinin İlmi Yazarak Farklı Bölgelere Göndermesi Konusunda Zikredilenler


Enes 
(radıyallahu anh) şöyle demiştir: Hz. Osman(radıyallahu anh)Mushafları çoğaltarak farklı bölgelere gön­derdi. Abdullah İbn Ömer, Yahya İbn Saîd ve Mâlik radıyallahu anhum  bunu caiz görmüşlerdir.

Hicaz'daki 'alimlerin bir kısmı münaveleye Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), seriyye komutanına yazdığı bir mektubu delil getirmişlerdir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)komutana "Bu mektubu falan yere varıncaya kadar okuma" demiş, o komutan da söz konusu yere ulaşınca bu mektubu açarak okumuş ve insanlara Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) emrini bildirmiştir.

64- Ubeydullah bin Abdullah bin Utbe bin Mesud'un zikrettiğine göre Ab­dullah bin Abbas ona şunu haber vermiştir: "Resûlullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adama mektup göndermiş ve bunu Bahreyn'in büyüğüne (yöneticisine) verme­sini emretmiştir. Bahreyn büyüğü de bunu Kisrâ'ya vermiştir.O mektubu okuyunca yırtmıştı. (ibn Müseyyeb'in şöyle dediğini zanne­diyorum) Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların (ülke ve yöne­timlerinin) parça parça olmaları için beddua etti.[hadisin geçtiği diğer yerler:2939,4424,7264]

Açıklama


İmam Buhârî, işitme ve arz konusunu yerleştirdikten sonra bunun peşinden çoğunluk tarafından muteber görülen hadis tahammül yollarını ele almıştır. Münâvele de bunlardan biridir. Münavele, hocanın öğrencisine (içinde hadisle­rin bulunduğu bir) kitap vererek "bu benim falancadan işittiğim rivayetlerdir" veya "bu benim yazdığım kitabımdır, bunu benden rivayet et" demesi suretiyle olur. Arz-ı münaveleyi yukarıda anlatmıştık ki bu öğrencinin (içinde hadislerin bulunduğu bir) kitabı hocasına getirmesidir. Çoğunluk bu şekilde rivayeti caiz görmüştür.

"Farklı bölgelere": Yani farklı bölgelerin halkına. Mükatebe de hadis taham­mül yollarından biridir. Mükatebe hocanın kendi el yazısı ile hadisi yazması veya yazısına güvendiği bir kişiye yazdırması, ardından bunu kontrol ederek daha sonra öğrencisine göndermesi ve bunu rivayet etmesine izin vermesidir. Buhârî mükatebe ile münaveleyi birbirine eşit kabul etmiştir.

"Falan yere varıncaya kadar": Cündüb'ün hadisinde de böyle kapalı bir ifa­de kullanılmıştır. Urve'nin rivayetine göre ise Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)komutana şöyle demiştir: "iki gün gittikten sonra mektubu aç". Cündüb ve Urve şöyle demişlerdir: Komutan mektubu açınca içinde şunların yazılı olduğunu gördü: "Nahle mevkiine varıncaya kadar ilerle ve bize Kureyş ile ilgili haberleri ulaştır. Hiç kimseyi zorlama". Cündüb hadisinde ise şöyle yer almaktadır: "İki kişi döndü diğerleri devam etti. Yanında Kureyş kabilesine ait ticarî eşyalar bulunan Amr İbn Hadramî ile karşılaşarak onu öldürdüler. Bu İs­lâm tarihinde kâfirlerden öldürülen ilk kişi idi. Bu olay Recep ayının ilk günü gerçekleşmişti. Gönderilen askerî birlik öldürdükleri kişinin elindeki mal ve eşya­sını ganimet olarak aldılar. Bu da İslam'daki ilk ganimet oldu. Müşrikler onların haram aylarda adam öldürmelerini ve bu davranışlarını kınadı. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: "Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldür­mekten daha büyük bir günahtır.[el Bakara,217]

Bu hadisin delil olma yönü açıktır. Çünkü Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mektubu komutana vererek, emrindekilere, anlamaları için bunu daha sonra okumasını emretmiştir. Bunda münavele ve mükatebe anlamı bulunmaktadır. Bazıları buna şu şekilde itiraz etmişlerdir: "Bu mektubun bağlayıcı bir delil olması, sahabenin adil olması sebebiyle mektubu değiştirme ihtimalinin bulunmamasındandır. Sahabeden sonrakiler ise böyle değildir". Bunu Beyhakî aktarmış­tır. Ben (İbn Hacer) ise derim ki: Mükatebe yolunun delil olmasının şartı mektu­bun mühürlü, taşıyan kişinin güvenilir ve gönderilen kişinin de hocanın yazısını bilen bir kişi olmasıdır. Bunun dışında mektubun değiştirilme ihtimalini ortadan kaldıran diğer şartlar da söz konusudur.

65- Enes İbn Mâlik'in 

(radıyallahu anh)  şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir mektup yazdırdı (yahut yazdırmak istedi). Ona "Onlar (mektubun gönderildiği kişiler) mühürsüz mektubu okumazlar" denildi. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de üzerinde "Muhammedün resûlullah (Muhammed Allah'ın elçisidir)" yazılı bulunan gümüşten bir yüzük edindi. Ben onun elinde gümüşün beyazlığını görür gibiyim.

(Hadisi rivayet eden kişi diyor ki:) Katade'ye sordum: "Bu yüzüğün nakşının Muhammedün resûlullah olduğunu kim söyledi?", Katade "Enes söyledi" dedi.
[
hadisin geçtiği diğer yerler:2938,5870,5872,5874,5875,5877,7162 ]

Açıklama

Hadisin Arapça metninde Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mektup yazdı denilmekte ise de bunun Hz. Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)izafe edilmesi mecazendir. Burada Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mektubu katibe yazdırdığı kasdedilmektedir.

Mühürsüz mektup okumazlar":
Bu ifade hadisin bu başlık altında yer alma­sının sebebini göstermektedir. Mükatebe ile amel edilmesinin şartı, değiştirilme­diğinden emin olmak için mühürlenmesidir. Ancak mektubu taşıyan kişi adil ve güvenilir ise mektup mühürlenmeyebilir.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

16 Aralık 2016 Cuma

Bir Şey Konuşurken Kendisine Soru Sorulan Kişinin Konuşmasını Bitirdikten Sonra Soran Kişiye Cevap Vermesi

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

2. Bir Şey Konuşurken Kendisine Soru Sorulan Kişinin Konuşmasını Bitirdikten Sonra Soran Kişiye Cevap Vermesi
59- Ebû Hureyre'den 
(radıyallahu anh) rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir mecliste toplulukla konuşurken bir bedevî gelerek ona:

Kıyamet ne zaman?" diye sordu. Allah Resulü
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)konuşma­sına devam etti. Bazıları "Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamın sorusunu duydu ama soru sorma şeklini yadırgadı, bu sebeple cevap vermedi" derken bazıları da "Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamın sözünü duymadı" dediler.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) konuşmasını tamamlayınca:

Kıyametin vaktini soran kişi nerede?" buyurdu. Adam: "Buradayım ey Allah'ın elçisi!" dedi.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Emanet kaybedildiğinde kıyameti bekle" buyurdu.

Adam: "Emanet nasıl kaybedilir?" diye sordu.

Hz. Peygamber iş ehil olmayana bırakıldığında kıyameti bekle" buyurdu.
[hadisin geçtiği diğer yer:6496]


Açıklama

İlim Öğrenme ve Öğretme Adabı


"konuşması devam ederken kendisine soru sorulan kişi":

Bu hadiste âlim ve öğrencinin uyması gereken edebe işaret edilmektedir.

Âlimin uyması gereken âdap şunlardır: Soru soran kişiyi azarlamamak, ko­nuşmasını tamamlayıncaya kadar onunla ilgilenmemek sonra ona cevap ver­mek, ona yumuşak davranmaktır. Çünkü hadiste soru soran kişi insanlara karşı kaba hareketlerde bulunan bedevilerdendi. Soru ve cevabı net olmasa bile bir kimsenin sorduğu soruya özen göstermek gerekir.

Öğrencinin uyması gereken âdap şunlardır: Başka biri ile meşgul olan âlime soru sorulmaz, çünkü ilkinin hakkı daha öncedir. Ders alma, fetva ve hüküm gibi konularda öncelik sırasına riayet edilir. Yine Öğrenci hocanın verdiği cevabı anlamadığında daha da açık hale getirmek için hocaya müracaat eder. Hadiste Rasûlullah'a soru soran kişinin "emanet nasıl kaybolur?" sorusunda olduğu gibi.

İbn Hibbân bu hadise başlık olarak "soru sorulan kişinin derhal cevap ver­memesinin mubah olması" ifadesini kullanmıştır. Ancak hadisin baş tarafı bunun mutlak olarak bu şekilde olmadığını göstermektedir.

Bu hadis ilmin soru ve cevaptan ibaret olduğunu anlatmaktadır. Bu sebeple "güzel soru ilmin yarısıdır" denilmiştir.

Hutbe Sırasında Sorulan Soruya İmamın Cevap Vermesi

İmam Mâlik ve İmam Ahmed, hutbe konusunda bu hadisin zahirini esas alarak şöyle demişlerdir: Bir kimse soru sorduğunda hutbe yarıda kesilmez, kişi hutbeyi bitirdiğinde sorulana cevap verir. Alimlerin çoğunluğu ise şöyle bir ayı­rım yapmıştır: Şayet soru hutbenin farzları eda edilirken sorulursa cevap ertele­nir, hutbenin farz olmayan bölümlerinde sorulan soruya ise cevap verilir. Bu konuda şöyle bir ayırım yapmak daha iyidir: Şayet din işi ile ilgili önemli bir soru ise, özellikle de yalnızca soru soranla ilgili bir durum ise soruya cevap vermek müstehaptır, sonra imam hutbeye devam eder. Hutbe ve namaz arasında da durum böyledir. Bunun dışında bir soru olursa cevabı erteler. Bazen hutbenin farzlarından biri yerine getirildiği sırada sorulan soruya derhal cevap vermek gerekebilir. Ancak en doğru görüşe göre, imamın soruya cevap vermesi halinde hutbeye baştan başlaması gerekir. Bu hükümlerin tümü konu ile ilgili farklı hadislerden elde edilmiştir. Şayet sorunun cevabının hemen bilinmesi önemli de­ğilse bu hadiste olduğu gibi, özellikle de bu konuda soruyu terk etmek daha evla olduğundan, cevap ertelenir. Bunun bir benzeri de namaz için kamet getirildiği sırada kıyametin vaktini soran kişinin durumunda söz konusudur. Namaz bitince Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Soru soran nerede?" diye sormuş ve ona gerekli cevap verilmiştir. Bu hadisi de Buhari ve Müslim rivayet etmektedir. Şayet soruyu soran kişi için zorunlu bir durum söz konusu ise imam ona cevap verir. Nitekim Müslim'de Ebû Rifâa hadisinde yer aldığına göre Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hutbe okurken dinini bilmeyen yabancı bir adam din konusunda ona soru sormak üzere geldi. Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbeyi bırakarak bir kürsüye oturdu ve ona dinini öğretmeye başladı. Daha sonra hut­besine kaldığı yerden devam ederek konuşmasını bitirdi. Yine Sahihayn'da Sa­lim ile ilgili kıssada yer aldığına göre o Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okurken mescide girdiğinde Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona "İki rekat namaz kıldın mı?" diye sormuştur.

Bu hadisin ilim konusu ile ilgisi şudur: İşin ehil olmayan kimselere verilmesi ancak cehaletin yaygınlaştığı ve ilmin kaldırıldığı durumda olur. Bu da kıyamet alâmetlerindendir. Bu, ilim mevcut olduğu sürece durumun normal olduğunu gösterir. Buhârî bu hadisle İlmin yalnızca büyüklerden öğrenileceğine İşaret etmiş, Ebû Ümeyye el-Cumahî'nin Hz.Peygamber'den 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rivayet ettiği "İlimin küçüklerde aranması kıyamet alâmetlerindendir" hadisine işaret etmiştir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

8 Aralık 2016 Perşembe

Cemaatlere düşmanlık mı yapılıyor?-Faruk Beşer


... Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e (sa) kadar hiçbir peygamberin tebliğ ve davet hayatında başkasına olduğundan farklı görünme ve yağcılık yapma olmamıştır. İlk gelen ayetler bunu Efendimiz'e de vurguyla hatırlatır. “Onlar isterler ki, biraz sen yağcılık yapasın biraz da onlar. Hayır, onlara asla itaat etme!”.

Yine öğrenmiş olduk ki, davetin daha ilk günlerinde Allah'ın, Resulü'ne “Sana ne emredildiyse sen onu açık açık haykır, müşriklerden ayrıl. Korkma, biz o alaycılar karşısında sana yeteriz” (Hicr 15/94-95) buyurmuş olması günümüz için de geçerliymiş. İslam, olduğundan farklı gözükerek anlatılamazmış, kişi nasıl yaşarsa öyle inanırmış.

... İslam'da cemaatler yoktur, tek bir cemaat vardır, o da başlı/imamı olan İslam ümmetinin dini ve siyasi temsilcisi cemaat-ı kübradır. Cami cemaatleri o deryaya götüren damlacıklar oldukları için onlara da mecazen cemaat denmiştir. O cemaat İslam ümmetini bölmez, bütünleştirir. Ve anladık ki, bölenler cemaat olamazlar, 'fırka' olurlar. Efendimiz'in ifadeleriyle, İslam ümmeti de yetmiş üç, yani pek çok fırkaya ayrılacak, ama hepsi cehenneme gidecek sadece 'Cemaat' ile beraber olanlar kurtulacak. Diğer ifadelerinde, “benim ve ashabım gibi yaşayanlar” kurtulacak. Demek ki 'Cemaat' o imiş, diğerleri ise fırka imiş...

... Bunlar çeşitli alanlarda hizmet veren dernekler, vakıflar, sivil toplum örgütleri, tarikat tekkeleri kısaca mekteplerdir. Bu anlamda bunlara karşı olmak hem dinen hem sosyolojik açıdan yanlıştır, anlamsızdır. Şu anda böyle bir durum da söz konusu değildir. Ancak bu oluşumlar da 'Cemaat' olamayacaklarına göre ya birer mektep olup dine dindarlığa hizmet edecekler, ya da fırka olup gidecekleri yeri kendileri belirlemiş olacaklar. Bu iki durumu ayıran özellik de şeffaf ve karşılıklı bilgileşmeye açık olmalarıdır. Eğer bizden başka doğru yoktur diyenler varsa onlar da fırka olmayı peşinen kabullenmişler demektir. Bu oluşumlar arasında iletişim olursa görülecek ki, aslında ortak yönleri ve ortak hedefleri sanıldığından da fazladır. Yüce Mevlamız'ın dediği gibi; “şüphesiz kalbi olan ve şahit olarak dinleyen için dersler vardır” (Kâf 34/50). Yani her şey yerinde görülecek ve öyle düşünülecektir.

Bu mektepler arası iletişim olmaz ve her biri kendini yegâne hakikat ve cemaat-ı kübra görürse, işte bu başımıza gelenler tekrar gelir.

Cemaatin kullanılması ise mümkün değildir. Çünkü cemaat sevad-ı azamdır, cumhurdur. Resulüllah (sa) buyururlar ki, “Benim ümmetim asla bir hatada ittifak etmez. O halde ihtilafa düşerseniz sevad-ı azama sarılın”. Sevad-ı azam cemaattir, o oluşmamışsa ulemadır, tek bir âlim de değildir. Kullanılanlar cemaat olamazlar. Onlar olsa olsa fırka olur ümmeti bölerler.

Böyle büyük bir konuda nefislerimize mağlup olmamalıyız. Efendimiz meseleyi özetlemiş: “Üç şey vardır ki, insanların helak olmasının sebebidirler: Boyun eğilen bir ihtiras/cimrilik, peşine düşülen nefsi arzular ve kişinin sadece kendi görüşünü beğenip onunla kalması”.


Yazının tamamı için:

29 Kasım 2016 Salı

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 11) Meymune binti Haris Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Babası Haris bin Hazen el-Hilali’dir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in amcalarından Abbas (Radiyallahu Anh)’ın hanımı Ümmü’l-Fadl Lübabetü’l-Kübra binti Haris’in ana baba bir Cafer (Radiyallahu Anh)’ın hanımı Esma binti Umeys, Hamza(Radiyallahu Anh)’ın hanımı Selma binti Umeys ve Mü’minlerin Annesi Ümmü’l-Mesakin Zeynep binti Huzeyme ile ana bir kız kardeştirler.

Mucemu’l-Kebir 11/415, Heysemi 2/360

Cahiliyede ismi Berre idi, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha sonra ona Meymune adını verdi.

Hakim 4/30

İslam gelmezden az önce Mes’ud bin Amr es-Sakafi ile evlendi ve bir müddet sonra kocası ondan ayrıldı. Sonra Ebu Ruhm bin Abdiluzza ile evlendi ve bu kocası da öldü.

Bilindiği gibi hicretin 6. yılında Müslümanlarla müşrikler arasında Hudeybiye anlaşması yapılmıştı. Bu anlaşmaya göre, umre için yola çıkan Müslümanlar umre yapmadan geri dönecekler, ancak gelecek yıl Mekke’ye girebilecekler ve sadece üç gün kalabileceklerdi.

Ertesi yıl Zilkade ayında Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Müslümanlarla beraber kaza umresini eda etmek için yola çıktı.

Umre tavafını, Safa ile Merve arasındaki sa’yını tamamlayıp başını tıraş edince ihramından çıktı ve müteakiben Meymune’ye evlenme teklifini iletti. Meymune (Radiyallahu Anha) bu teklif üzerine Abbas (Radiyallahu Anh)’ı kendisine vekil tayin etti ve nikah gerçekleşti.

Bu halde zifaf gerçekleşmeksizin Mekke’de üç gün kaldılar. Huveytib bin Abdiluzza bir gurup adamıyla üçüncü gün Nebi(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına gelerek:

“Vaktin doldu, aramızdan çık, git!” dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Beni rahat bıraksanız da aranızda güvey olsam ve düğün yemeği tertip etsem de siz de katılsanız” buyurunca:

−“Yemeğine ihtiyacımız yok, bir an önce çık!” cevabıyla karşılaştı. Bunun üzerine hazırlıklarını yapıp ertesi gün Medine’ye doğru yola çıktılar. Mekke’nin 9 mil kadar uzağındaki Serif mevkiine geldiklerinde mola verdiler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için bir çadır kuruldu ve bu bölgede gelin güvey oldular.

Hakim 4/31, Mu’cemu’l-Kebir 23/234, Heysemi 9/249

Görüldüğü gibi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in nikahı, bazı kaynaklarda geçtiği gibi ihramlıyken değil, ihramsız olduğu halde gerçekleşmiştir. Nitekim Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir mübarek hadisinde ihramlının nikahlanmasını yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

“İhramlı kişi nikah yapamaz, başkası tarafından nikahı kıyılamaz ve hatta evlenme teklifinde bile bulunamaz.”
Müslim 1409/41

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in son nikahladığı kadın olma şerefine eren Meymune (Radiyallahu Anha), hanımefendi kadınlardandı. Aişe validemiz (Radiyallahu Anha) onun hakkında:

“Meymune, Allah’tan en çok korkanımız ve akrabalık ilişkilerini en çok gözetenimizdi” demektedir.Hakim 4/32

Meymune (Radiyallahu Anha)’dan 76 hadis rivayet edilmiş olup bunlardan 7 adedi Buhari ve Müslim tarafından sahihlerine alınmıştır. Kendisinden de yeğenleri İbni Abbas ve Abdullah bin Şeddad bin Had başta olmak üzere Ubeyd bin Sebbak, Abdurrahman bin Saib el-Hilali, Yezid bin Esamm, İbni Abbas’ın kölesi Kureyb, kendi kölesi Süleyman bin Yesar ve Ata bin Yesar ile başkaları rivayette bulunmuşlardır.

Mü’minlerin Annesi Meymune (Radiyallahu Anha) hicri 51. yılda Mekke’de hastalandı. Hastalığı ağırlaştığında:

“Beni Mekke’den çıkarın. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) benim Mekke’de ölmeyeceğimi Mekke dışında öleceğimi haber vermişti” dedi. Onu Mekke’nin dışına taşıdılar.

Allah’ın takdirine bakın ki, Serif mevkiinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile zifafa girdikleri ağacın altına geldiklerinde orada vefat etti ve aynı yere defnedildi. Onun cenaze merasimi esnasında yeğeni olan Abdullah ibni Abbas(Radiyallahu Anhuma) şöyle demişti:

“Bu, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zevcesidir. Naaşını kaldırdığınızda onu sallamayın ve sarsmayın, yavaş yavaş rıfk ile yürüyüp götürün.”Buhari 5162, Müslim 1465/51, Heysemi 9/249

Meymune (Radiyallahu Anha) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kendisine tahsis ettiği odasının Abdullah bin Abbas(Radiyallahu Anhuma)’ya verilmesini vasiyet etmişti. Tercümanu’l-Kur’an Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) o odayı insanlar arasında ilmi yaymak için bir okul haline getirmiştir. Allah (Azze ve Celle) her ikisinden de razı olsun.

Mü’minlerin Anneleri olan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in temiz eşlerine selam olsun...

Allah hepsinden razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

28 Kasım 2016 Pazartesi

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 10) Safiyye binti Huyey Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Beni Nadir Yahudilerinin lideri Huyey bin Ahtab’ın kızı olan Safiyye (Radiyallahu Anha) Musa (Aleyhisselam)’ın kardeşi Harun(Aleyhisselam)’ın neslindendir. Bu kavim hicri 4. yılda Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e komplo hazırladı. Yedi kat semanın üzerinden Allah (Azze ve Celle) bu planlarını Rasulü’ne bildirince İslam ordusu bu Yahudi kavminin üzerine yürüdü ve kısa süren bir kuşatmadan sonra Medine’den çıkmayı kabul ederek teslim oldular.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara, silah hariç yanlarına diledikleri kadar mal ve eşya almalarına izin verdi. Buradan çıkarılan Yahudilerin büyük kısmı Hayber’e, bir kısmı da Şam tarafına gitmişlerdir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye’den döndükten sonra hicretin 7. yılının başında Hayber’e yürüdü. Uzun ve sıkıntılı bir kuşatmadan sonra Allah (Azze ve Celle) Hayber’in fethini nasip ettiğinde Yahudilerin lideri olan Huyey bin Ahtab da dahil olmak üzere savaşçılar öldürüldü ve kadınlarla çocuklar esir alındı.

Cebrail (Aleyhisselam)’ın çoğunlukla kılığına girerek vahiy getirdiği büyük sahabi Dihyetü’l-Kelbi (Radiyallahu Anh) bu esirlerin içinden bir cariye istedi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in müsaade etmesiyle bazı kaynaklarda ismi Zeynep diye geçen Huyey’in kızını kendisine cariye olarak seçti. Bunun üzerine birisi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:

−“Ey Allah’ın Nebisi! Dihye’ye Nadiroğulları ve Kureyzaoğullarının liderinin kızını verdin. O ancak sana layıktır” deyince Nebi(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Dihye (Radiyallahu Anh) ile cariyeyi çağırdı ve Dihye’den onu yedi kişi karşılığında satın aldı. Akabinde onu azat ederek kendine nikahladı ve hürriyetine kavuşturmasını da onun mehri yaptı.

Hayber’den dönüşte Seddu’s-Sahba mevkisine ulaştıklarında Safiyye orada hayızdan temizlendi ve zifaf gerçekleşti. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun düğün yemeği olan velimesini yoğurt kurusu, hurma ve yağdan yapılan hays yemeği ile o bölgede verdi. Sonra Medine’ye döndüler.

Buhari 909, 2717, Müslim 1365/84, 88, Ebu Davud 2995, 2998

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in, savaşta hazır bulunsa da, bulunmasa da elde edilen köle ve mallardan bir hissesi vardı ki, buna ‘safiy sehmi’ denirdi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hissesini ister köle veya cariye ve isterse at vb. olsun ganimetin 1/5’i olan humusdan önce alırdı. Huyey’in kızı Safiyye de bu safiy hissesinden idi.

Ebu Davud 2991, 2994

Safiyye (Radiyallahu Anha) önce Sellam bin Mişkem’in nikahındaydı. Daha sonra ondan ayrılıp Kinane bin Ebi’l-Hukayk ile evlenmişti ve bu kocası da Hayber’de öldürülenler arasındaydı. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına zifaf için girdirildiğinde gözlerinde bir morluk gördü. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nedenini sorduğunda Safiyye (Radiyallahu Anha) şöyle cevapladı:

“Kocama, ‘Ben ayın kucağıma düştüğünü gördüm’ diye rüyamı anlattığımda yüzüme sert bir tokat indirdi ve ‘Sen Medine’nin kralını Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i mi arzuluyorsun?’ dedi. Safiyye sözüne devamla Babamı ve kocamı öldüren Allah Rasulünden daha çok buğzettiğim kimse yoktu.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) durmadan bana özür beyan ederek:

“Ya Safiyye! Baban Arap kabilelerini bana karşı kışkırttı, şöyle şöyle yaptı, böyle böyle yaptı” diye sürekli söyledi. Müteakiben içimde duyduğum bu duygu yok olup gitti.

Heysemi 9/251

Safiyye (Radiyallahu Anha) yumuşak huylu ve akıllı bir kadındı. Bir gün Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanına girdiğinde o ağlıyordu.

Ağlama nedenini soran Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:

−“Hafsa bana ‘Yahudi kızı’ diye ta’rizde bulundu” diye cevaplayınca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−“Muhakkak ki sen Nebi Harun’un kızısın, amcan Musa da Nebi idi ve sen şimdi bir Nebi’nin nikahı altındasın. O hangi hususta sana karşı övünüyor?” buyurarak onun gönlünü aldı.

Tirmizi 4146

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu tesellisi, Safiyye validemizin yüreğindeki ateşi serinlettiği gibi sevgili eşinin kendisi için yegâne sığınak olduğunu da iyice idrak etmesini sağlamıştır.

Asiler, Mü’minlerin Emiri Osman bin Affan (Radiyallahu Anh)’ın evini kuşatınca Mü’minlerin Annesi Safiyye (Radiyallahu Anha)kendi evinden Osman’ın evine bir kalas uzattı ve kuşatma süresince evinden ona yemek ve su taşındı.

Tabakat 8/128

İbni Kesir (Rahmetullahi Aleyh)’in bildirdiğine göre Safiyye (Radiyallahu Anha) ibadet, takva, zühd, iyilik ve sadaka verme bakımından kadınların lideri ve hanımefendisiydi.

İbni Kesir Büyük İslam Tarihi 8/83

Cariyelerinden birisi Mü’minlerin Emiri Ömer (Radiyallahu Anh)’a gelerek:

“Safiyye Cumartesi gününü seviyor ve Yahudilerle ilişkisini devam ettiriyor” diye şikayet etti. Ömer bunun sebebini öğrenmek isteyince validemiz:

“Cumartesi gününü soruyorsun; Allah bana onun yerine Cuma gününü verdiğinden beri o günü sevmiyorum. Yahudilerle ilişkime gelince; onların arasında akrabalarım var, onlarla İslam’ın emri gereği sılai rahim yapıyorum” demiştir.

El-İstiab 4/1872

Safiyye binti Huyey (Radiyallahu Anha)’den 10 hadis rivayet edilmiş olup bunlardan birini Buhari ve Müslim ittifakla sahihlerine almışlardır. Kendisinden de Ali bin Hüseyin, İshak bin Abdullah bin Haris, kölesi Kinane ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Safiyye binti Huyey (Radiyallahu Anha) güzel olduğu kadar zeki ve şerefli validemiz Muaviye döneminde hicri 50. yılda vefat etmiş ve Cennetu’l-Baki’ye, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımlarının yanına defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Kasım 2016 Cumartesi

PEYGAMBERİMİZİN sas HANIMLARI 9) Ümmü Habibe Radiyallahu Anha

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Arap örf ve adetlerine göre ilk çocuğu olan Habibe ile künyelenen bu pak validemiz daha çok künyesiyle tanınmakta olup adı Ramle’dir. Nesebi, binti Ebu Süfyan Sahr bin Harb bin Ümeyye bin Abdişşems el-Kureşi’dir. Annesi Safiyye binti Ebi’l-As’dır. İlk evliliğini Mü’minlerin Annesi Zeynep (Radiyallahu Anha)’nın kardeşi Ubeydullah bin Cahş ile yapmış ve babası Ebu Süfyan’ın İslam düşmanlığına rağmen kocasıyla birlikte ilk Müslümanlardan olma şerefine ermiştir. Bu sebeple kocasıyla müşriklerin eza ve baskılarına maruz kalanların başında geliyorlardı.

Ubeydullah bu sıkıntıdan kurtulmak için hanımıyla birlikte ikinci kafileyle Habeş diyarına hicret etti. Ne var ki, dini uğruna memleketini terk edecek kadar inanç ve değerlerine bağlı olan Ubeydullah bin Cahş bu Hristiyan beldesinde irtidat ederek eski dini olan Hristiyanlığa girdi. Bununla kalmayıp eşi Ümmü Habibe’ye de dinini değiştirmesi için baskı yaptı. Bu durum karşısında Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) şu üç şey arasında seçim yapmak zorunda kalmıştı:

1) Hristiyan olması için ısrar eden kocasının isteğini kabul ederek uğruna çok şeyini terk ettiği İslam’ı terk edecekti ki, bu dünya belası ve ahiret azabının ta kendisiydi.

2) Mekke’deki babasının evine dönecekti ki, orası şirkin kalesi ve babası da o kalenin komutanıydı. Bu durumda dinini yaşaması mümkün değildi.

3) Tek başına, ailesiz ve yardımcısız olarak Allah kendisine bir çıkış yolu yaratana kadar bu gurbet diyarı olan Habeşistan’da dini üzere yaşamaya gayret edecekti.

Takdir edilir ki, bu üçüncü durum, kucağında çocukla yalnız bir kadın için en sıkıntılı ama uhrevi azık olarak en faydalısıydı. O da kendisine yakışanı tercih ederek Allah’ı ve dinini seçti. Zaten Ubeydullah da kısa bir süre sonra içkili bir halde Hristiyan olarak ölmüştü. Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’nın beklemesi uzun sürmedi. Dinini yaşamaya çalışan samimi kullarının yar ve yardımcısı olan Allah-u Teâlâ kuluna çıkış yolunu çabuk gösterdi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Necaşi aracılığıyla ona evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) bu teklifi kabul etti ve Necaşi onu gıyaben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e nikahladı, çeyizi kendisi dizdi ve Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yerine 4.000 dirhem mehir verdi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımlarına verdiği mehir ise 500 dirhem idi.
Müslim 1426/78

Necaşi tüm bunlarla kalmayıp Ümmü Habibe’yi Şurahbil bin Hasene ile Medine’ye eşinin yanına, Habeşistan’daki Müslümanları da iki gemiye bindirerek beldelerine gönderdi. Allah ona yaptıklarının karşılığını hayırla versin.
Ebu Davud 2107, Nesei 3335, El-İstiab 4/422, El-İsabe 4/299

Bu olay hicretin 7. yılında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hayber seferindeyken meydana geldi. Onların Medine’ye ulaşmasından az sonra da Hayber’in fethedildiği ve Yahudilere karşı zafer kazanıldığı haberi ilan edilmişti ki, böylece sanki iki bayram birden yaşanıyordu. Medine halkı muzaffer orduyu karşılamak için şehrin dışına çıktı.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), o kalabalığın arasında, işkence ve sıkıntı günlerinde Mekke’den Habeşistan’a hicret eden ashabını görünce sevincine sevinç katıldı. Bineğinden inerek amcasının oğlu Cafer bin Ebi Talib’i kucakladı. Bir yandan da:

“Hangisine sevineceğimi bilemiyorum. Hayber’in fethine mi, yoksa Cafer’in gelişine mi?” diyordu. Ardından diğer muhacir sahabesi ile ilgilenerek onlarla hasret giderdi.
Siretu İbni Hişam 4/5

Bu olay, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile nikahlı eşinin kavuşmasıyla aynı zamanda oldu. Bütün bunlar Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’nın samimiyetinin, sabrının ve çektiği sıkıntıların bir nevi mükafatıydı. Bu evlilik, Ebu Süfyan’a bildirildiğinde kızının kendisine danışmadan düşmanıyla evlenmesine kızması beklenirken aksine onun bir bakıma memnuniyetini ifade ettiği ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için:

“O, reddedilmeyecek biridir” diyerek bu evliliği tasvip ettiği görülür ki, bu evlilikten sonra Ebu Süfyan’ın Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e olan düşmanlığı azalmış ve Müslümanlara karşı yumuşamaya başlamıştır.Tabakat 8/99, El-İstiab 4/298

Bu evliliğin fıkhi bakımdan da ayrı bir önemi vardır. Zira Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Ümmü Habibe’nin nikahı ‘gıyabi nikah’ şeklinde vuku bulmuştur. Bu, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu sahada da ümmetine örnek olduğunun bir göstergesidir.

Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’nın eşine olan sevgisi Onun minderine müşrik olan babasını oturtmayacak kadar sağlam ve samimiydi. Hudeybiye anlaşmasını bozan Kureyş kavmi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in tepkisinden çekinerek anlaşmayı yenilemek ve süreyi uzatmak üzere Ebu Süfyan’ı elçi olarak gönderdiler.

Medine’ye gelen Ebu Süfyan, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hanımı olan kızının yanına vardı. Mindere oturmak üzere olan babasının altından döşeği çekip alan Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha):

“O Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in döşeğidir, ona bir müşrik oturamaz” demişti.
Siretu İbni Hişam 4/7

Bilindiği gibi Ebu Süfyan, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ordusu Mekke seferindeyken Müslüman olmuş ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de onu taltif ederek:

“Kim Ebu Süfyan’ın evine girerse emniyettedir, kim evine kapanırsa emniyettedir ve kim Kabe’ye sığınırsa emniyettedir”buyurmuştur.
Siretu İbni Hişam 4/62, Müslim 1780/84, Ebu Davud 3022

Gerçek bir sabır taşı olan Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) babasının Şam’dan ölüm haberi gelişinin üçüncü günü za’feranlı bir koku ile kokulanarak:

“Şüphesiz ki ben böyle süslenmekten müstağni bir kadınım. Lakin ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle buyururken işittim:

−“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının eşinden başka bir ölü için üç günden fazla yas tutması helal olmaz. Kadın eşi için ise dört ay on gün yas tutar.” İşte ben bu sebeple süslendim demiştir.Buhari 1207

Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra zahidane bir hayat yaşadı. Onun bu hayatı 34 yıl sürdü. Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımları gibi herkes tarafından sayılırdı. Bu sebeple kardeşi Muaviye’ye ‘Mü’minlerin dayısı’ diye hitap ediliyordu.Siyeru A’lami’n-Nübela 2/222

Ayrıca Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’nın ortaya çıkan fitne olaylarından uzak kaldığı ve siyasi olaylara karışmadığı da bilinmektedir.

65 hadis rivayet ettiği bildirilen Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha)’dan kardeşi Muaviye, yeğeni Abdullah bin Utbe, Urve bin Zübeyr, Ebu Salih Semman, Safiyye binti Şeybe, Zeynep binti Ebi Seleme, Şuteyr bin Şekel, Amir el-Huzeli ve daha başkaları hadis rivayet etmişlerdir.

Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) ahiret alemine göçeceğini hissedince kuması Aişe (Radiyallahu Anha)’yı yanına çağırarak:

“Aramızda ister istemez kumalar arasında kaçınılmaz olan bazı şeyler geçti. Allah bu olanlardan dolayı beni de, seni de affetsin. Bana hakkını helal et!” dedi. Aişe de ona hakkını helal etti ve onun için mağfiret dileğinde bulundu. Bunun üzerine Ümmü Habibe’nin solgun yüzü hoşnutlukla parladı ve zayıf bir sesle:

“Beni sevindirdin, Allah da seni sevindirsin!” diye dua etti. Aynı şeyi diğer ortağı Ümmü Seleme için de tekrarladı.El-İsabe 4/306

Mü’minlerin Annesi Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) kardeşi Muaviye’nin hilafeti devrinde 70 yaşındayken hicretin 44. senesinde vefat etti ve Baki kabristanına defnedildi.Tabakat 8/100, El-İstiab 4/299

Allah ondan razı olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR