20 Mart 2013 Çarşamba

(Tenzihi sıfatları)ALLAH-U TEALA’NIN ZATI VE SIFATLARI İLE İLGİLİ İTİKADIMIZ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Allah’a inanıyorum diyen ben O’nu nasıl ve ne kadar tanıyorum hiç düşünmemiştim.

Rüzgarı estiren,yağmuru yağdıran,bulutları sevk eden,gökleri,yeri ,görmediğimiz alemleri yöneten,.beni yediren,içiren,işitmemi ,görmemi sağlayan,elimi,ayağımı hareket ettiren Rabbimi ne kadar az tanıdığımı farkettim.

Ve O’nu tanımak için sıfatlarını bilmem gerektiğini öğrendim.İşte öğrendiklerim….

Herşeyi yaratan O olduğu için, O birşeye benzemekten münezzehtir.Bu yüzden öz zatından bahsetmek caiz değildir.O’nun zatını anlamaktan aciz ve yetersiz kaldığımızı bilmek yeterlidir.O’nun özünden konuşmak şirktir. Rabbimizi sadece bize Kendisini Kur’an ‘da anlattığı sıfatlarıyla tanıyabiliriz.

Allah Teâlâ'ya iman etmek demek, O'nun yüce varlığı hakkında vâcip ve zorunlu olan kemal ve yetkinlik sıfatlarıyla, câiz sıfatları bilip, öylece inan­mak, zâtını noksan sıfatlardan yüce ve uzak tutmaktır. Allah, şanına lâyık olan bütün kemal sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan münezzehtir.

Allah Teâlâ'nın sıfatlarının hepsi ezelî ve ebedî sıfatlardır. O'nun sıfatları­nın başlangıcı ve sonu yoktur. Allah'ın sıfatları, yaratıkların sıfatlarına benze­mez. Her ne kadar isimlendirmede bir benzerlik varsa da Allah'ın ilmi, iradesi, hayatı, kelâmı; bizim, ilim, irade, hayat ve kelâmımıza benzemez. Biz, Allah'ın zâtını ve mahiyetini bilemediğimiz ve kavrayamadığımız için O'nu isim ve sıfatlarıyla tanırız. 


Kur'ân-ı Kerîm "Onu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır" (el-En‘âm 6/103) buyurarak, Allah'ın zâtını idrak etmenin, mahiyetini bilmenin imkânsız olduğunu açıklamıştır. Hz. Peygamber de bu konuda şöyle buyurmuştur: "Allah'ın yaratıkları hakkında düşününüz. Fakat Allah'ın zâtı hakkında düşünmeyiniz. Gerçekten siz buna hiç güç yetiremezsiniz" 

Allah-u Teala’nın sıfatları 3 kısımdır:(bu yazımda sadece tenzihi sıfatlarından bahsedeceğim)

1)TENZİHİ (SELBİ/ZATİ) O’na nelerin isnad edilemeyeceğini anlatan sıfatlar .

Sadece Allah Teâlâ'nın zâtına mahsus olan, yaratıklarından herhangi bi­rine verilmesi câiz ve mümkün olmayan sıfatlardır. Zât sıfatların zıtları Allah hakkında düşünülemediği, bu sebeple noksanlık, sonluluk ve eksiklik ifade eden bu özelliklerden O'nun tenzih edilmesi gerektiğinden bu sıfatlara tenzîhî sıfatlar ve selbî sıfatlar da denilmiştir.


Zâtî sıfatlar şunlardır:

a)VUCUT- Var olmak” demektir. Allah vardır, varlığı başkasından değil, zâtının gereğidir, varlığı zorunludur. Vücûdun zıddı olan yokluk Allah hakkında düşünülemez.

Yerleri, gökleri yoktan yaratan,yokluktan yarıp varlık alemine çıkaran O’dur. Biz yokken de bu dünya vardı.Bizim olmamız ya da olmamamız birşey değiştirmedi.Bizim olmamamız düşünülebilir ama O’nun olmaması düşünülemez.Varlığı zorunlu.O’nun varlığı başka birinin eseri değil. Kendi kendisinin de eseri değil ;çünkü Allah-ü Teala mahluk değil yaratılmış değil.O’nun olmadığı zaman yok.


b)KIDEM-“Ezelî olmak, başlangıcı olmamak” demektir. Hiçbir zaman düşünülemez ki, herhangi bir zamanda Allah var olmamış olsun. Çünkü zaman denilen şeyi de O yaratmıştır. Ne kadar geriye gidersek gidelim O'nun var olmadığı bir zaman düşünülemez, bulunamaz. Allah sonradan meydana gelmiş varlık değildir. Ezelî (kadîm) varlıktır. Kıdem sıfatının zıddı olan sonradan olma (hudûs) Allah hakkında düşünülemez.

c)BEKA-
“Varlığının sonu olmamak, ebedî olmak” demektir. Allah'ın sonu yoktur. Ezelî olanın ebedî olması da zorunludur. Bekanın zıddı olan sonu olmak (fenâ) Allah hakkında düşünülemez. Ne kadar ileriye gidilirse gidilsin, Allah'ın olmayacağı bir an düşünülemez. Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın ezelî ve ebedî oluşu hakkında şöyle buyurulur: "O, ilktir, sondur..."(el-Hadîd 57/3), "...Allah'ın zâtından başka her şey yok olucudur..." (el-Kasas 28/88).

d)VAHDANİYET- “Allah Teâlâ'nın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması” demektir.

Vahdâniyyetin zıddı olan birden fazla olmak(taaddüd), eşi ve ortağı bulunmak (şirk), Allah hakkında düşünülmesi imkânsız olan sıfatlardandır. İslâm'a göre Allah'tan başka ilâh, yaratıcı, tapılacak, sığınılacak, hüküm ve otorite sahibi bir başka varlık yoktur. İhlâs ve Kâfirûn sûreleri ile Kur'an'ın pek çok âyeti Allah'ın tek ve eşsizliğini ortaya koyarken, şirki reddeder ( el-Enbiyâ 21/22; el-İsrâ 17/42; ez-Zümer 39/4).

e)MUHALEFETÜN Lİ’L HAVADİS- “Sonradan olan şeylere benzememek” demektir. Allah'tan başka her varlık sonradan olmuştur. Allah, sonradan olan şeylerin hiçbirisine hiçbir yönden benzemez. Allah, kendisi hakkında bizim hatıra getirdiklerimizin de ötesinde bir varlıktır. Bu sıfatın zıddı olan, sonradan olana benzemek ve denklik (müşâbehet ve mümâselet) Allah hak­kında düşünülemez. Kur'an'da şöyle buyurulur: "...O'nun (benzeri olmak şöyle dursun) benzeri gibisi (dahi) yoktur..." (eş-Şûrâ 42/11).

f)KIYAM Bİ NEFSİHİ-Varlığı kendiliğinden olmak, var olmak için bir başka varlığa ihtiyaç duymamak” demektir. Allah kendiliğinden vardır. Var olmak için bir yaratıcıya, bir yere, bir zamana, bir sebebe muhtaç değildir. Başkasına muhtaç olmak (kıyâm bi-gayrihî), Allah hakkında düşünülemez.

Kur'ân-ı Kerîm'de bu sıfatla ilgili olarak şöyle buyurulur: "De ki: O Allah birdir. O, sameddir (başkasına ihtiyaç duymayandır)..." (el-İhlâs 112/1-2), "Ey insanlar, Allah'a muhtaç olan sizlersiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O'dur" (el-Fâtır 35/15).

Allah-u Teala; araz (renkler ve hareketler gibi,kendi başına duramayan ,belirebilmesi için bir cevhere muhtaç olan şey),

Cisim (yer kaplayan,eni,boyu,yüksekliği olan madde),

Cevher (başlı başına durabilen madde),

şekle bürünen, sınırlandırılan, nicelenen, hacimli olan, birleşik parçalardan teşekkül etmiş olan, sonu olan, mahiyet ve keyfi olan, mekan tutan, üzerinden zaman geçen, kendisine birşey benzeyen, herhangi birşey ilim ve kudretinin dışında kalan bir varlık DEĞİLDİR.

Bu dünya RABBİMİZİ tanımanın yeri.
O’nu tanımadan ölürsek bir daha tanıyamayız.


İtikad Risalesi-A.Ünlü

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

16 Mart 2013 Cumartesi

(Bi'dat Ehli) İNANIYORUZ AMA DOĞRU MU İNANIYORUZ? (3)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Artık tek kurtuluş fırkasını öğrenmiştim sıra geri kalan bi’dat ehli denen 72 fırkayı öğrenmeye gelmişti. Nasıl bi’dat ehli olunurdu bunu araştırmaya başladım.Burada çok önemli bir nokta var. Bi’dat ehli, eğer kesin delillerle gelmiş bir hükmü yok sayıyorsa kafir oluyor.Yani çok ince bir çizgi bu yüzden maddeler halinde ve örneklerle açıklamaya çalışacağım inşallah.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yahudıler yetmişbir fırkaya, Hıristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrılmıştır. Benim ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bütün hepsi cehennemliktir. Ancak bir fırka kurtulur. O da cemaâttır" (Ebû Dâvûd, Sünne, I; Tirmizî İman, 18; İbn Mace, Fiten, 17; Ahmed b. Hanbel, 11, 332, 111, 145; Hakim, Müstedrek, IV,430).

Bu hadisi Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den on sahabı rivâyet etmiştir. Hz. Ebû Bekr, Hz Ömer (radıyallahu anhum), müslümanların böyle gruplara ayrılacağını haber vermiştir (Bağdadı, el-Fark, s.8.9).Bu hadisi bir önceki yazıdan hatırlıyacaksınız.

Bu hadiste bildirildiği gibi müslümanlar fırkalara ayrılmıştır. Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) din hususunda sonradan ortaya çıkan şeylerden ümmetini sakındırmış, bunların bid'at olduğunu her bid'atın da insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermiştir (Ebû Dâvûd, sünne, 5).

Bİ’DAT NEDİR?
Bidat, din hususunda ashâb-ı kirâm ile tabiilerin yapmadığı ve şer'î delîlin gerektirmediği, sonradan ortaya çıkarılmış şeylerdir. Ehl-i sünnet akîdelerine aykırı itikatta bulunan ve fakat ehl-i kıble olan kimseye de "bid'atçı" denir.


Bid'at; Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nakli meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat bu, inad sebebiyle değil, bir nevî şüphe ile olduğu ve bir delile dayandığı zaman bid'at kabul edilir. Bizim kıblemize dönenlerden hiçbiri, bid'at sebebiyle tekfir (birini kafir saymak)edilemez... Şayet yaptıkları bu inkâr, bir tevil ve şüphe neticesi ise tekfir edilmezler. Fakat bid'atçı, asla şüphe götürmeyen katî delillere karşı inad ederek bid'ata inanırsa dinden çıkar.
Örneğin: Haşrı (ba's) veya kâinatın sonradan yaratıldığını kâbul etmemek gibi. 


Şüphe ile tevile(Bir sözü veya davranışı görünür anlamından başka bir anlamda kabul etme,yorumlama) kalkışanın şüphesi fâsid (aslı İslamiyete uygun olup,sıfatı uygun olmayan muamele) bile olsa, onun küfürle suçlanmasına engeldir.
Örneğin: Biz hadislerden ahirette Rabbimizi
(Celle celaluhu) gökyüzündeki ayı gördüğümüz gibi göreceğimizi biliyoruz fakat bidat ehli fırka Allah Tealâ'yı görmek mümkün değildir çünkü"O azamet ve Celâl'inden dolayı görülmez"derler. (bunu inadla değil bir şüphe ve delile dayanarak söyledikleri için küfre düşmezler.)

Bizim kıblemize dönenlerin hiçbiri, bir şüpheye dayanan bir bid'âttan dolayı tekfir edilemezler. Ancak zarûriyât-ı diniyeden kabul edilen dini kati hükümlerden birinin inkâr edilmesi, hilâfsız küfürdür. Örneğin: Bu âlemin sonradan meydana getirildiğine ve cesedlerin haşr edileceğine (ba's-ı cismânı) inanmayan kimse dinden çıkar.

Bidat Ehl-inin temel özellikleri:


1.Nasların(ayet ve hadislerin) ruhuna ve İslam’ın temel yönelişlerine vakıf olmamak. (Örneğin,bir fırka büyük günah işleyen kimseyi ne mümin ne de kafir sayar.)


2.Yabancı kültürlerin etkisi altında kalıp ayet ve hadisleri uzak yorumlarla tevil etmek.


3.Kur’an’ın kendisine has üslup ve Arap dilinin ifade özelliklerine bakmaksızın bazı ayet ve hadislerin zahirine(görünen) takılıp kalmak.(Enam suresinde “gözler O’nu idrak edemez”i “ gözler O’nu göremez”diye tefsir ederler.Halbuki peygamberimiz bir hadisinde bir sahabeye O’nu gökyüzündeki ayı gördüğün gibi göreceksiniz” demiştir.)


4.Ayet ve hadislerin yorumlanmasında peşin ve indi (herkesçe kabul edilebilecek bir temele bağlanmayıp yanlız bir kişinin kendi kanısına dayanan)görüşleri ,ayet ve hadislerin kastedilen manalarına hakim kılmak.


5.Ashab-ı Kiram’a
 iyi niyetli olmamak.Onların dini ilgilendiren rivayet ,anlayış ve uygulamalarına değer vermeyip,kendi yorumlarını onların üstünde tutmak.(Şia fırkasının Hz.Ebubekir,Hz. Ömer ve Hz. Osman’ı (radıyallahu anhum) sevmemeleri.Hz.Muaviye (radıyallahu anh) ve onunla birlikte bulunan 10,000 sahabiyi kafir saymaları ve onların dini hükümlerle ilgili rivayetlerini reddetmeleri ,çıplak ayağa meshi ve muta nikahını kabul etmeleri gibi.)

6.Peygamberimizin 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)kavli(sözlü),fiili ve takriri(sahabe tarafından söylenen sözleri ve işlenen fiilleri reddetmeyip susması,onaylaması) sünnetine karşı olumsuz bir tavır takınmak.(sakal sünnetini ve nicelerini kabul etmezler.)

7. Kur’an ve İslam’ın temel prensipleriyle bağdaştığı halde kendi görüşleriyle bağdaştıramadıkları bazı hadisleri mütevatir olmadıkları gerekçesiyle reddetmek.(Şia mezhebi Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer’in  
(radıyallahu anhum) fazileti hakkındaki bir çok hadisi inkar ederler.)

8.Kendi mezhep anlayışlarını desteklemek amacıyla hadis uydurmak ve rivayet etmek.(Şia mezhebi halifeliğin Hz.Ebubekir’den
 evvel Hz.Ali’ye (radıyallahu anhum) ait olduğu hususunda bir çok hadis uydurmuştur.)

9.Ashab-ı Kiram’dan itibaren oluşan çoğunluğun din anlayışından kopup ayrılmak,karşı grupları kafirlikle suçlamak.


10.Dinin temel hükümlerini ayet ve hadislerin ruhundan cumhur (çoğunluk) ülemanın görüşlerinden kopararak sürekli tartışmaya açık tutmak.(Vakfe’nin hac aylarının herhangi bir gününde yapılabileceğini söylerler.)

Şimdi birkaç tane daha örnekle bidat ehlini ve kafirleri açıklamaya çalışacağım.

Ehl-i bidatın itikad yönünden hükmü:
Dinde kesin sabit olan hükümleri kabul etmekle birlikte bunların herhangi birini ortadan kaldırma sonucunu doğurmayan yorumları benimseyenler kafir sayılamaz. Ama İslam’ın dosdoğru yolundan sapmış olurlar. (Örneğin Şia’dan Hz. Ebubekir’in 
(radıyallahu anh) sahabeliğini inkar edenler veya Hz.Aişe’ye (radıyallahu anha)iftira edenler kafir olur.Çünkü bunlar Kur’an’la sabittir. Ayeti reddetmiş olurlar.Fakat bu gibi kesin hükümleri kabul edipte Hz.Ali’nin (radıyallahu anh) diğer halifelerden üstün olduğunu iddia edenler ve onları sevmeyenler kafir değil bidat ehlidir).

Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını mutlaka söylemek gerekiyor. Ashab- Kiram’a dil uzatanları, ölü olsun, diri olsun, bunları açıklamak, gıybet olmaz, aksine dinin emrine uymak olur. Hadiste buyuruldu, (Bid’atler çıkıp ,Eshabıma kötü söz söylendiği zaman ,doğruyu bilen,herkese söylesin!Allah-ü Teala,bildiği ve gücü yettiği halde doğruyu söylemeyen böyle alime lanet eder.)(Deylemi)


Bidat ehli ve kafirler, Peygamberimizin
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ölümünden sonra sahabelerin fitneye düşmelerini bahane ederek onları münafık ya da kafir saymaya kalkarlar.Biz yine onlara Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile cevap verelim:

(Eshabım arasında fitne çıkacaktır. Allahü teâlâ benimle olan sohbetlerinin hürmetine o fitnelere karışanları, af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.) [Müslim]

(Allah’tan korkun, Eshabıma dil uzatmayın! Onları seven, beni sevdiği için sever. Onları sevmeyen, beni sevmediği için sevmez. Onlara el ile, dil ile eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur.) [Buhari)

Bu konularla ilgili o kadar çok sorum vardı ki ..Olayları öğrenince,konuyla ilgili ayetleri ve hadisleri araştırınca her şey insanın kafasında oturuyor. Bunları öğrenince şu gerçek de ortaya çıktı:Bidat ehli ve kafirler hadislerin hepsini ya da bazısını reddetmezlerse tutunacak bir delilleri kalmıyor çünkü bütün sorularımıza Rabbimiz 
(Celle celaluhu) kimi zaman Kur’an’da kimi zamanda Peygamberimizle (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bize açıklamış. Bu kişilerin delili olmayınca ne yapıyorlar;ya ayeti biz bu şekilde yorumluyoruz diyorlar ya da bu hadis zayıf yada bu hadis uydurma deyip bir dala tutunmaya çalışıyorlar. Bizler de bu konularda çok fazla bilgi sahibi değilsek çok kolay yanlışa düşebiliyoruz . Dünya işlerinde yanlışa düşsek burada kalacak ama ahirete yanlış gitmek var. Eğer konuyu tam oturtamadıysanız lütfen siz de araştırın;hatta objektif olmaya çalışarak her iki tarafı da okuyun.Bir taraf yüzlerce delille açıklıyor diğer taraf buna itiraz , şuna inkar, bu böyle değil o imam, bu alim bunu yanlış yorumlamış diyerek devamlı bir huzursuzluk içindeler. Ben bu bidat ehlini dinlerken ya da okurken hep şunu düşünürüm:

Örneğin Ramazan ayında hiç namaz kılmayan ama orucunu tutan biri huşu içinde teravih namazına gidiyor; bir ilahiyatçı ! çıkıyor teravih namazı yoktur diyor. Şimdi bu kişiyi düşünün ,mutlu bir şekilde ibadetini yaparken bir anda içine şüphe düşüyor bütün keyfi kaçıyor.Kendi hayatınızı düşünün mutlaka buna benzer bir olay başınıza gelmiştir.Şimdi biz mütevatir hadislerle teravih namazının olduğunu biliyoruz , gülüp geçiyoruz ama bilmeyen için bu bir fitne sokmak değil midir?Bu kişiyi ibadetten uzaklaştırmaya çalışmak ya da dine bidat katmak değil midir?

Bundan sonra ezber bozan birini duyduğunuzda lütfen araştırın ve şu hadisi hatırlayın:  


 “ümmetimin icmasında çoğunluğun dediği geçerlidir;.ümmetim sapıklıkta birleşmez.”

Allah 
(Celle celaluhu)bizi sırat-ı müstakimden ayırmasın. Amin sonsuz kere Amin.

İtikad Risalesi'nden alıntılar vardır-A.Ünlü

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

12 Mart 2013 Salı

PAYLAŞMAMAK BENCİLLİK OLURDU


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

İtikadla ilgili konulara girdim biliyorsunuz.Bunlar önemli , kavranması , sindirilmesi ve idrak edilmesi gerekli konular olduğu için yeni bir yazı için biraz beklemeyi düşündüm..Kendimden biliyorum.. benim bu konuları idrak etmem biraz zaman almıştı.

Bundan sonraki yazım” Bi’dat ehli” ,beni çok etkileyen bir konu ve sonra müthiş bir konu gelecek (inşallah) “Allah’ın cc zatı ve sıfatları”. Ağır ama etkileyici konular.

Benim yapım itibari ile herhangi bir konuda zor ikna olan biriyim bu yüzden hep delil ararım.Tabi ki inanç konusunda delile ihtiyacım yok;Rabbimin emri benim için yeterlidir.Ama ben İslamiyeti sonradan öğrenen biri olarak çevremde de benim eski halim gibi olan kişiler var ve çok doğal olarak onlara öğrendiklerimi anlatırken bana hep delil soruyorlar (bu deliller benimde kafamda herşeyin yerli yerine oturmasına da yararlı oldu) bu yüzden ben de ayet,hadis ve alimlerin icmalarını ve kıyaslarını öğrenmeyi gerekli buldum.Sizlere de yazdıklarım benim konuyu idrak ediş sıram.Hangi ayeti duyunca konuyu kavradım hangi hadis onu pekiştirdiyse o sıralamayla yazmaya çalışıyorum.

Yazılar biraz uzun geliyor olabilir size ama sabırla okumaya çalışın inşallah.Bilin ki o bir çok kaynağın özeti ve biraraya getirilmiş hali.Bu yazıları isimlerini zikretmediğim Ehl-i Sünnet alimlerin ,hocaların tefsirlerinden,hadis kitaplarından,ilmihallerinden,kitaplarından,yazılarından, sohbetlerinden yararlanarak hazırlıyorum.Bazen birçok kaynağı biraraya getirerek,bazen konuları özetleyerek,bazen yazılarını aynen alarak oluşturuyorum.Buraya aldığım yazılar benim o konuyu idrak etmemi sağlayan veya en etkilendiğim veya en çarpıcı bulduğum alimlerin yazılarıdır.Bana öğrettikleri her bir harf için Rabbim cc onlardan büyüklüğü kadar razı ve hoşnut olsun;cennetinin 8 kapısından da girmeyi ve cemalini en çok görenlerden olmayı nasip etsin.

Ve şimdi ben de benim gibi İslamiyeti sonradan öğrenmek isteyenlere; özelliklede okumaya,araştırmaya vakit ayıramayanlarla öğrendiklerimi paylaşmak istiyorum.

Allah’a emanet olun.

SON OLARAK...

Her ne kadar birbirimizi tanımasakta hergün Türkiye’den ve diğer ülkelerden bu bloğu ziyaret eden dostlarla tek ortak noktamız ALLAH 
(Celle celaluhu)‘de buluşuyoruz.Bundan öte bir sevgi ve dostluk bilmiyorum ben .

Allah’tan 
(Celle celaluhu)geldik, Allah’a (Celle celaluhu)döneceğiz...... Tekrar Allah’ta buluşmak üzere....

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

10 Mart 2013 Pazar

(Ehl-i Sünnet).İNANIYORUZ AMA DOĞRU MU İNANIYORUZ?(2)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”Bismillahirrahmanirrahim

Biliyor musunuz..Daha önce okuduğum kaynaklarda karşıma sürekli bir "Ehl-i sünnet" kavramı çıkıyordu ama bu nedir demiyordum.Şöyle sanıyordum ; müslümanların itikadı belli, bütün herkeste aynı şeye inanıyor...Ta ki bir gün şu hadisle karşılaşıncaya kadar:


 (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir)(Tirmizi)

Çok şaşırmıştım. Müslümaların nasıl farklı görüşleri olabilirdi ki; Kur'an vardı, sünnet vardı. O kurtuluş fırkası hangisiymiş diye araştırırken önüme yine "Ehl-i sünnet" çıktı ve ben bir kaç ay sürecek bir araştırmaya girdim.İkinci defa tefsir çalışmaya başlamıştım ;onu bir kenara bıraktım çünkü önce neye inanmam gerekiyor onu öğrenmem lazımdı;bunun şakası olabilir miydi? Doğru davrandığımı sonradan anlayacaktım çünkü bazı din adına konuşan kişilerin neden farklı şeyler söylediğini bir türlü kafamda oturtamamıştım.Hangisinin doğru söylediğini nasıl anlıyacaktım.Anahtar kelimeyi bulmuştum.. "Ehli Sünnet".  Bu konularda yeterli bilgi sahibi olunmayınca,Tv ye çıkan veya kitap yazan ve  din adına fikir beyan eden kişilerden (ehil kişilerden bahsetmiyorum) ezber bozan beyanlarının insanın nefsine  ne kadar hoş geldiğini tahmin etmek zor değil elbette.Zaten bir çok ibadet var ve  hiçbirini yapmıyorsunuz veya birkaçını yapıyorsunuz;biri çıkıyor diyor ki Kur'an'da namaz 5 vakit zikredilmiyor,3 vakit geçiyor veya cuma namazı diye bir namaz yoktur gibi yüzlerce görüş atıyor ve biz de bunu bir ilahiyatçı veya profesör söylüyor diye bunların görüşünü benimsemeyi tercih ediyoruz.Araştırmak yok,sorgulamak yok .Bu çok önemli bir mesele ama bizler öyle bir dünya işlerine dalmışız ki sanki ebedi hayat burada  .


Şöyle bir kendimizi sorgulayalım...Gün içerisinde Allah-ü Teala'yı ne kadar hatırlıyoruz? Hele bir de namazda kılmıyorsanız belki hiç!!! Rabbimizin
(Celle celaluhu) huzurunda hesap verirken bize soracağı şu soruya ne cevap vereceğiz: "Ben hep seninleydim ya sen kiminleydin?
Gelin bu duyarsızlığımızdan kurtulalım ,ölüm hepimiz için tek gerçek.Allah'ımızın (Celle celaluhu)huzurunda yanımızda bizi koruyacak,kurtaracak ne malımız,ne ailemiz olacak...Huzurda ve tek başına olacağız...Kum taneleri kadar  günah...bir de üstüne bozuk bir itikad.

Şimdi aklımızı doğru yerde kullanmamızın zamanı işte.Rabbimiz bize aklı kendi nefsimize uygun bir din yaratalım diye vermemiş.Biz Müslümanlar kaynağı aklı olanları değil bize Peygamberimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nakil ile gelen Ehl-i sünnet itikadını öğrenip hiç olmazsa amellerimizde eksiklik olsa dahi itikadımızın düzgün olmasıyla kurtuluşa erenlerden oluruz inşallah.


Ehl-i Sünnet kime denir?

 Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine ve ashâbının (radıyallahu anhum)yoluna bağlı olan ve onların izlediği dini yol ve metodu benimseyenlerdir. Kitap ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş, ihtilâf ve tefrikadan sakınmış, dinde münakaşaya sebep olan hususlarda aklı değil, Kitap ve Sünneti kaynak alan, nasları esas kabul eden topluluktur. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine tâbı olanlara ehl-i sünnet; onun sahâbîlerini âdil kabul ederek onların din hususundaki metodunu takip edenlere de ehl-i cemaat ikisine birlikte "ehl-i sünnet ve'l-cemaat" denilmiştir.

Ehl-i sünnet vel cemaat itikadının doğru tarifi şöyledir:

Sünnet, Resulullah'ın bildirdiği yoldur. Cemaat da Eshab-ı kiramdır. Sünnet ve cemaat ehli yani Ehl-i sünnet vel-cemaat, Resulullah'ın ve Eshab-ı kiramın gittikleri, itikattaki tek doğru yol demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Kurtuluş fırkası, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır.) [Tirmizi]

Dikkat edilirse, Resulullah efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sadece (Benim yolum kurtuluş yoludur) demiyor, (Benim ve Eshabımın yolundan giden kurtulur) buyuruyor.

İmamı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da söylemesine lüzum olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (C. 1, m. 80)

Cenab-ı Hak, (Sana uyan, bana uymuş olur) buyuruyor. Resulü de, (Benim Eshabıma uyan, bana uymuş olur) buyuruyor. Demek ki Eshabın yolu Allah'ın yoludur, farklı değildir. 


 Sünnet: İslâm toplumunun yani ümmetin oluşması için Hz. Peygamber'in usûlünün esas alınması ve peygamberi usûlü ittifakla takip eden sahabi cemaâtının yolunun izlenmesidir. İslâm toplumunun fikrî ve amelî oluşumunu sağlayan, Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamberin sünnetidir. 
Bunun için Allah Teâlâ, Kur'an ile birlikte Peygambere tabi olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir. "Allah, önceleri açık bir şaşkınlık içinde olan inananlara, Allah'ın âyetlerini okuyan, kötülükten arındıran, Kitabı (Kur'an) ve hikmeti (sünnet) öğreten ve size daha bilmediğiniz nice şeyleri de öğreten bir Peygamber gönderdi" (el-Bakara, 2/151).

Kötülükten arındırmak (tezkiye), haram ve helâli Kur'an'dan öğrenmek ile tefsir edilmiş, hikmet ise, ittifakla "sünnet" olarak kabul edilmiştir.

Kur'an; farzı, vâcibi tayin etme, helâli, haramı belirleme açısından Allah'ın hükmü ile, Rasûlünün hükmünü, iki temel esas kabul etmiştir. "Allah ve Rasûlünün yoluna aralarında hüküm vermesi için davet olunduklarında, inananlar; "dinledik ve itaat ettik" diye cevaplar. İşte ancak bunlardır kurtulanlar" (en-Nûr, 24/5).


Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), "size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur (Müslim, 412, İbn Mâce, Mukaddime, 1).

 Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. Kur'an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek tarih boyunca bütün bid'at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyanet çeşididir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bu durumun ileride ortaya çıkacağını haber vererek, dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır. "Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size "Kur'an yeterlidir; Kur'an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin" diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur'an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir" (Ebû Dâvûd, Sünne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131).

İmrân b. Husayn 
(radıyallahu anh), bize Kur'an yeterlidir, sünnete gerek yoktur, diyen bir adama şöyle seslenir: " sen Kur'an'da öğlen namazının dört rekât olduğunu, kıraatinin gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur'an bize çok şeyleri müphem (belirsiz) bırakmış, sünnet onları açıklamıştır."

 Abdullah b. Mesud (radıyallahu anh)"Allah'ın, yaradılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini" haber verirken bir kadın "bunlar Kur'an da var mı?" diye sorar. Abdullah b. Mesud şöyle der: "Var tabii, sen şu âyeti okumuyor musun": "Rasûlullah size neyi emrederse onu yerine getiriniz neyi yasaklarsa ondan kaçınınız'' (el-Haşr, 59/7; Abdullah b. Zeyd, Sünnetü'r-Resûl Şakîkatu'l-Kur'ân, s.54).

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur. Ashâba uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetilmiştir. "İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır" (Ebû Dâvûd, Sünne, 5).

Kur'an-ı Kerim'de de sahâbîler hakkında şöyle buyurulur: "İlk iman eden, en ön safta bulunan muhacirlerle ensar ve onlara iyilikle tabi olanlardan, Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular. Allah onlar için ebedî kalacakları, altında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/100).


Allah'ın sahabeleri övmesi, sonradan gelen ümmetin onlara tabi olmasını, övülmek için onlara uyun, onlar gibi olun, manasını zımnen ifade eder. Sahabelerden sonra gelen Tabiîn cemaâtından da iyilikle sahabelere uyanların; Allahu Tealâ'nın övgüsüne dahil olduğunu görüyoruz. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bir hadisinde bunu şöyle açıklar: "Ümmetimin en hayırlı dönemi, benim içinde yaşadığım dönemdir. Sonra da onların peşinden gelenlerin dönemidir" (Buhâri, Fedâilu's-Sahâbe, 1). 

Sahâbilerin Allah ve Rasûlü tarafından övülmesi, sonrakilerin de onların yoluna iyilikle uymak kaydıyla bu övgüye dahil olması hadis-i şeriflerinde uyulması tavsiye edilen "cemaât"ın, sahâbîler ve tabiin cemaâtı olduğunu gösteriyor.

Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), "size ashabımı (onlara tâbi olmayı) tavsiye ederim, sonra onların peşinden gelenleri, sonra da onların peşinden gelenleri. Daha sonra yalan yaygınlaşacaktır."

 Başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın rahmet eli cemaât ile beraberdir" (Tirmizî, Fiten, 7). Hz. Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),in cemaatı tavsiye etmesi ve firka-ı nâciyenin (azabdan kurtulacak kesimin) cemaât olduğunu söylemesi, cemaât'ın kimlerden ibaret olduğunun belirlenmesini gerektirmektedir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunlardan bir topluluk hariç hepsi cehennemliktir" buyurmuştur. O topluluğun kimler olduğu sorulunca "benim ve ashabımın yolunda olanlar" diye cevaplamıştır. Bir rivâyette "cemaât" denilmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'sevâdu'l a'zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim" (İbn Mâce. Fiten. 8). 

Sevâdu'l-a'zam: Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, II, 419).

Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cemaâta, sevâdu'l a'zama tabi olunmasını emretmiştir. Cemaât; ilk dönemde, sahabîler; sonraki dönemlerde ise sâlih amel sahibi bilginlerdir. Abdullah b. Mübarek'e cemaat kimlerdir? denilince "Ebû Bekr, Ömer (r.a.)dır" diye cevap vermiş, "Onlar öldü", denilince de yine "falan ve falandır" demiştir. Onlar da öldü, denilince "işte şu Ebû Hamza es-Sekkerî cemaâtdır" der (Tirmizî, Fiten, 7). İmâm Tirmizî şöyle der: Âlimler, cemaâtı şöyle tarif etmişlerdir: "Ehl-i fıkıh, ehl-i ilm ve ehl-i hadis cemaâttir" (Tirmizî, Fiten, 7).

 Bu anlamıyla, âlimler cemaâtının sapıtması mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"Allahu Teâlâ ümmetimi sapıklık üzerine bir araya getirmez. Allah'ın rahmet eli cemaâtledir. Kim cemaâtten ayrılırsa; cehenneme atılacaktır" (Tirmizî, Fiten, 7) diye buyurmuştur.

Şehristânî'nin tarifine göre "cemaât, bir sünnet ve metod üzerinde ittifak etmiş insanlar topluluğudur" (Şehristânî, el-Milel, 1, 47).


Rabbimiz hepimize Ehl-i Sünnet vel cemaat olarak haşr olmayı nasip etsin . AMİN.


İtikad Risalesi

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR



7 Mart 2013 Perşembe

(İmanın şartları) İNANIYORUZ AMA DOĞRU MU İNANIYORUZ (1)?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Ve.... Rabbimiz buyuruyor:”Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim.”(Maide 3)


İmanın şartları altıdır. Kim bunlardan bir tanesine dahi Allah’ın istediği şekilde iman etmezse mü’min olamaz.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Ey inananlar! Allah’a, rasulüne, rasulüne indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba inanmakta sebat gösterin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitablarını, rasullerini ve ahiret gününü inkar ederse şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.” [Nisa: 136]

Allah’a (c.c) imanın geçerli olabilmesi için de şu altı şarta eksiksiz olarak iman edilmesi gereklidir:

1.ALLAH’A İNANMAK. Sadece kuru kuru Allah’a inanıyorum demek değil bu.

Varlığına, birliğine, doğmadığına, doğurmadığına, oğlu, kızı, hanımı bulunmadığına, eşi dengi olmadığına,bütün kemal sıfatlarla muttasıf (nitelenmiş) olup bütün noksan sıfatlardan münezzeh (uzak) olduğuna inanmak demektir.

Allah-u Teala varlığı vacip olan, yokluğu düşünülemeyen ve varlığı zatından olup hiçbir kimseye muhtaç olmayandır. O hiçbir kimsenin zorlaması olmaksızın dilediğini yapan, mahlukatı yaratan ve her yaptığını bir hikmete dayalı olarak yerli yerinde yapandır.

2.MELEKLERE İNANMAK. Meleklere inanırken de Rabbimizin cc ve Peygamberimizin sav bildirdiği gibi inanmalıyız.Melekler,değişik şekillerde görülebilen,zor işlere Allah-u Teala’nın izniyle güçleri yeten, latif, nurani varlıklardır.Erkeklikten,dişilikten,yemek içmekten,abdest bozmaktan,doğmak ve doğurmaktan münezzehtir.Gece-gündüz hiç durmadan tespih ederler.Allah’a cc isyan etmezler,emrolunanı yaparlar.Bazısı Allah'ın cc emriyle işleri yönetmektedir.Kimisi yer, kimisi gök ehlidir.Meleklere dişi isimleri takıp böylece resimlerini yapmak bozuk bir inançtır.

Meleklerin peygamberleri (büyükleri) 4 tanedir.Cebrail as peygamberlere vahiy getirmek,harp ve zelzele gibi afetleri yönetmekle; Mikail as rızıkları takip etmekle;İsrafil as amelleri kontrol ve kıyamet koparken sura üflemek ile;Azrail as ruhları almakla görevlidirler.

Melekler Allah’tan cc izinsiz hiçbir şeyi kendiliklerinden yapmadıkları için herhangi bir nedenle onlar hakkında kötü konuşmak ,onlara düşman olmak gerçekte Allah’a cc düşmanlık sayıldığından insanı dinden çıkarır.(Yahudiler’in Cebrail as düşmanlığı anlatılır.Bakara 97-98)

3.KİTAPLARA İNANMAK. Allah-u Teala 104 kitap indirmiştir; bunların 4’ü büyük kitap,100’ü sahifelerden ibarettir.

Bu kitaplarda Allah’ın cc emir ve yasakları,müjde ve tehditleri mevcut olup hepsi O’nun kelamıdır. Bu kitaplara karşı vazifemiz, onların Allah-u Teala’dan geldiğine inanıp, Kur’an-ı Kerim’in gelmesiyle diğerlerinin hükümlerinin neshedilmiş olduğunu bilmemizdir. Bugün okuyup amel etmekle emrolunduğumuz tek ilahi kitap Kur’andır ve Onun hükmü kıyamete kadar geçerlidir.

Kur’an’ın bütün ayetlerine inanmak gereklidir. Bir ayetini inkar, tümünü inkar sayılır. Faizin haram oluşu(Bakara 275),hırsızın kolunun kesilmesi gibi (Maide 38) cezalarla ilgili ayetleri inkar insanı kafir eder.

İslam dini ve Allah’ın cc yolu anlamına gelen şeriati inkar kafirliktir. Şeriate uymak bütün ümmete en büyük emirdir.(Casiye 18)

4.PEYGAMBERLERE İNANMAK. Bakın peygamberlere iman nasıl oluyor. Allah-u Teala tarafından kullarını müjdeleyici ve korkutucu,onlara din ve dünya işlerinde muhtaç oldukları bilgileri açıklayıcı olarak gönderilmiş kullar olduklarına inanmaktır.Hepsine inanmak gereklidir;birini inkar hepsini inkar sayılır. Dolayısıyla Peygamberimizin sav buyurduğu kesinlikle bilinen sağlam senetli hadisleri inkar insanı kafir eder. Peygamberlerden 313’ü hem Resul(kendisine yeni bir kitap ve değişik hüküm vahyedilen kimse) hem Nebidir(Kendisinden evvelki peygamberin şeriatına uymakla emronulan kimse). Diğerleri sadece nebidir.

5.AHİRET GÜNÜNE İNANMAK. Öldükten sonra dirilip Allah’ın cc huzurunda hesaba çekilerek,yaptığının karşılığını bulacağı ahiret alemine inanmak zaruridir.

6.KADERE,HAYIR VE ŞERRİN YARATILMAK BAKIMINDAN ALLAH-U TEALA’DAN OLDUĞUNA İNANMAK. Alemlerin yaratılmasından sonsuza kadar olup bitecek hiçbir şey rasgele olmayıp herşey O’nun kaderiyle, takdiriyle, ayarlamasıyla, düzenlemesiyle, iradesiyle ve kudretiyle meydana gelmektedir.Yaratılmak bakımından hayır da, şer de; iyi-kötü, sevap-günah da Allah cc tarafındandır. Ancak O kulun yaptığı hayırdan razı olup, şerre rıza göstermez. Böyleyken de imtihan için kulun yapmak istediği kötülükleri yaratmaktadır.O kulunu günah işlemeye zorlamayıp şerleri kulunun istek ve gücünü kötüye kullanması neticesinde yarattığından hiçbir şekilde mesul değildir. Kullar ise yaptıklarından sorumludur.

Ya Erhamerrahimin! Bize Peygamber Efendimizin sav sevgisi gibi bir sevgi,imanı gibi bir iman,kulluğu gibi bir kulluk,ibadeti gibi bir ibadet nasip et ve öyle razı ve hoşnut ol ki bizden cennetinin sekiz kapısından Peygamberimiz sav ile birlikte girelim. Amin sonsuz kere amin.


İtikad Risalesinden faydalanılmıştır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

4 Mart 2013 Pazartesi

ÇOK GÜZEL DUALAR BULDUM...(1)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Allahım bizi gazabında öldürme, ibret verici azabınla helâk etme;bundan önce bizi affet,ey merhametlilerin en merhametlisi.

Bize ilminden ilim ögret. Seni hakkıyla tanıyacak anlayış ver; yardımını üzerimize zırh yap.
 Bizi Sana şükreden, Seni zikreden , Sana sığınan , Sana itaat eden, Sana boyun eğen, Sana kusurunu itiraf edip yalvaran ve Sana tevbe eden kimseler eyle.


 Allahım tevbemizi kabul eyle, ruhumuzu temizle, verdigimiz sözleri ifa etmeyi nasip eyle, içimizdeki kinleri yok et ve kalplerimizden intikam, kin ve düşmanlığı gider.


Bizi ansızın çıkan felaketlerden, gafletten, din düşmanlığından, rahata düşkünlükten, hakkı kabul etmemekten ve helâk eden gizli felaketlerden koru.


Bize günahlardan bizi çekip çıkartacak korkunu, cennetine koyacak ve oraya ulaştıracak itaat ve ibadetini, dünya ve ahiret musibetlerini hafifletecek güçlü imanı nasip et.


 Senden öyle bir rahmet diliyorum ki; onunla korku ve şaşkınlığımızı hayra yönelt, dağınık halimizi ve işlerimizi düzene koy, işlerimizi ve vakitlerimizi hayırlı ve bereketli kıl ve mükemmelliğe giden yolu bize ilham et.


 İlmimizi, nurumuzu ve hilmimizi arttır;bize açık ve gizli nimetler ver;bizi ahlakın en güzeline ulaştır;bizi cömert , eli açık ve minnetsiz verenlerden eyle ;kendini geliştirmeyen, laf taşıyan, kendini beğenen ve bozgunculuk yapanlardan eyleme.


 Bolluk icinde gaflete düşmekten, kötülük yapmaktan, verilen habere zan ile yaklaşmaktan, karanlık fitneden ve geçim darlığından Sana sığınırız.


 Bize hayatın en genişini, ömrün en mutlusunu, rızkın da en bolunu ihsan et ve bunları bize hayır eyle.


İlimde yakin derecesinde ileri gidelim. Allah'ı tanımada Aynel yakin derecesine ulaşalım ve bunu bize hayır eyle .


 Kalbimizden geçenleri ve düşüncelerimizi arındır, maddi ve manevi düşüşlerden bizi koru, üzüntümüzü ve hırsımızı gider, yardımını üzerimizden eksik etme.


Bizi rızan dışındaki her şeyden alarak kulluğun kemaline ulaştır;bencilliğimizi ve enaniyetimizi yok etmek suretiyle bizi rızıklandır;bizi nefsimize meftun ve hislerimize perdelenmiş basiretsiz etme ;her gizli sırrı bize aç ve bunu bize hayır eyle.


 Rızana giden yolda bize yardım et ve rızana kavuşmak için bizzat bizi destekle;bizi Kendine bağla. Kur'an okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı nasip et.


AMİN.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR


3 Mart 2013 Pazar

KUR’AN'I ANLAMAK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Kur’an-ı kerimi tam olarak yalnız Resulullah sas anlamıştır. Çünkü muhatabı Odur. Kur’an Ona gelmiştir. Ondan başkası tam anlayamaz. Onun için Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(İnsanlara açıkla diye Kur’anı sana indirdik.) [Nahl 44]

Açıklamak, âyet-i kerimeleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Bırakın bizleri, ümmetin âlimleri de, âyetleri anlayabilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları tebliğ et der, açıklamasını emretmezdi.


Eshab-ı kiram, ana dilleri Arapça olduğu halde, bazı âyetleri anlayamayıp, Peygamber efendimize sas sorarlardı. Resulullah sas, Kur’an-ı kerimin tefsirini Eshabına bildirmiştir. Eshab-ı kiramın bildirdiğinden başka türlü söyleyenler, dalalete, hatta küfre düşer. Tefsir, yoruma değil, nakle dayanır.

M. Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Bir gün Peygamber efendimiz sas, Hazret-i Ebu Bekir’e ra ince marifetleri, onun seviyesine göre anlatıyordu. Yanlarına Hazret-i Ömer ra gelince, konuşma üslubunu onun da anlayacağı şekilde değiştirdi. Hazret-i Osman ra gelince, yine konuşma tarzını değiştirdi. Hazret-i Ali ra de gelince konuşmasını, hepsinin anlayacağı tarzda değiştirdi. Resulullahın sas her defasında konuşma üslubunu değiştirmesi, oradaki zatların istidatlarının farklı oluşlarından meydana gelmiştir. (1/59)

Hadis-i şeriflerde, (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer olurdu), (Osman’ın şefaati ile Cehennemlik 70 bin kişi sorgusuz Cennete girecek) ve (Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır)buyuruldu. Her üçü de bu derece yüksek olduğu ve Arabiyi çok iyi bildiği halde, Hazret-i Ebu Bekir’e ra anlatılan tefsiri bile anlayamadılar. Çünkü Peygamber efendimiz sas herkese derecesine göre anlatıyordu.

İki hadis-i şerif meali:
(İnsanlara akıllarına, anlayışlarına göre söyleyin, inkârcı olmasınlar, Allah’ı ve Resulünü yalanlamasınlar.) [Buhari]

(Aklın alamayacağı şeyi söylemek, fitneye sebep olabilir.) [İbni Asakir]

Şahsi görüşe göre tefsir yapmanın büyük zararını iyi bilen Hazret-i Ebu Bekir ra, (Kur’an-ı kerimi kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler) buyurmuştur. (Şir’a)

Kur’an-ı kerimi, Arapça bilen de tam anlayamaz. Dil bilmek ayrı, ilim bilmek ayrıdır. Türkçe bilen, tıp, hukuk, fen bilgisini anlayabilir mi? Hadis-i şerifte, (Kur’an, Allah’ın metin ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz) buyuruldu. Kur’an-ı kerim çok veciz olup, bitmez tükenmez manalarının bulunduğu, bütün manaları bildirilse bile, yazmak için kağıt ve mürekkep bulunamayacağı şöyle bildirilmektedir:
(De ki, Rabbimin [hikmetli] sözleri için, denizler mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, Rabbimin sözleri tükenmez.) [Kehf 109]

Mevduat-ül-ulum’da deniyor ki:
(Kur’an ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek, sayısız acayip haller bulunan engin bir denizdir. Ondaki her ilmi öğrenmek, sırrına erişmek imkansızdır.)

İnsanların yazdığı anayasayı bile anlamak için hukukçulara gidiliyor. Bir kanundan bile herkes aynı şeyi anlamazken, Allah’ın kelamını nasıl anlayabilir?

Nitekim, âyetlerden anladığına uyup, (Hayır ve şer Allah’tan olduğuna göre, bize günah işleten de Allah’tır. Biz günahlardan mesul değiliz) diyenler çıkmıştır.

İşte bu tehlikeyi önlemek için Peygamber efendimiz sas, gerekli açıklamayı yapmıştır. Âlimler de bunları açıklamış, artık bahane kalmamıştır. Kur’an-ı kerimi anlamak için açıklamaya ihtiyaç olduğunu bizzat Hak teâlâ bildiriyor:

(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]

(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

(Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed 33]

(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]

(Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]

Diyanetin hazırladığı (Kur’an-ı kerim ve Türkçe Anlamı) isimli tercümenin önsüzünde deniyor ki:
(Kur’an-ı kerim, Türkçeye değil, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Kur’an-ı kerimde muhtelif manalara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli manalarını bire indirmek olur ki, verilen tek mananın murad-ı ilahi olduğu bilinemez.)

 Eğer murad-ı ilahi tek olarak anlaşılsaydı, birbirinden farklı mezhepler meydana gelmezdi. Farz Allah’ın emridir. Her çağa göre yazılacak tefsirde abdestin farzları kaç olarak bildirilecektir? Bir hak mezhebe göre açıklansa yenilik olmaz. Farklı açıklansa dini değiştirmek olur. Böyle, içinde şahsi düşünce bulunan tefsirler okunmaz.

Kur’an-ı kerim hiçbir dile, hatta Arapça’ya bile tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine imkan yoktur. Ancak izah edilebilir. Kur’an-ı kerimin manası tercümeden anlaşılmaz. Bir âyetin manasını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir.

Bir kimse, bir âyet-i kerimeyi tefsir ederken, açıklarken, daha önceki müfessirlerden işitilmeyen şekilde, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına göre açıklama yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, Peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına rağmen, Hazret-i Ebu Bekri Sıddık ra, (Kur’an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?)buyurmuştur. (Şir’a)

Mezhep imamlarımız, (Âlimlerden sorup öğrenin) mealindeki âyet-i kerime mucibince, Kur’an-ı kerimin manasını, Tâbiinden ve Eshab-ı kiramdan öğrenerek, kitaplarına yazmışlardır. Diğer âlimlerimiz de, bunların kitaplarından, tefsirden, hadisten anladıklarını, bizim gibilere açık, kolay öğretmek için, binlerce Fıkıh ve İlmihal kitabı hazırlamışlardır. (Birgivi)

İmam-ı Şarani hazretleri de buyuruyor ki:
Hadis-i şerifler, Kur’an-ı kerimi açıklar. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıkladı. Diğer âlimler de, mezhep imamlarının sözlerini açıkladı. Namazların kaç rekat olduğunu rüku ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekat nisabını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Peygamber efendimizin açıklaması olmadan Kur’an-ı kerimden anlamak mümkün değildir.

İmran bin Husayn hazretleri, (Bize yalnız Kur’andan söyle!) diyene, (Ey ahmak, Kur’an-ı kerimden her şeyi anlamak mümkün mü? Mesela namazların kaç rekat olduğunu bulabilir miyiz?) buyurdu. Hazret-i Ömer’e ra de, (Farzlar seferde kaç rekat kılınır? Kur’anda bulamadık) dediler. Cevaben, (Allahü teâlâ bize Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur’an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekatlık farzları, iki rekat olarak kılardı. Biz de öyle yaparız) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)

Kur’an-ı kerimde, Resulullaha ve âlimlere uymamız emrediliyor. (Al-i İmran 31, Haşr 7, Nahl 43)

Peygamber efendimiz de, (Âlimlere tâbi olun) buyuruyor. (Deylemi)

O halde, Allahü teâlânın emrine uyarak, âlimlere tâbi olmamız, uymamız şarttır. Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Çünkü dinin temeli fıkıhtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]

(Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.)[Beyheki]

(Allah, iyilik vermek istediği kimseyi fıkıh âlimi yapar.) [Buhari]

(İbadet için fıkıh kâfidir.) [Beyheki]


Özetle şunu söyleyebiliriz: Ashab ana dilleri arapça olduğu halde ayetleri anlamayıp Resullulah’a sav sorarlardı. O’da tefsirini Eshabına bildirmiştir.Eshab bir sonraki nesile (Tabiin),onlarda kendilerinden sonra gelen nesle (Tebe-i Tabiin) bildirmişlerdir.
Eshabın ve sonraki iki neslin naklettiğinden başka türlü söyleyenler dalalete, küfre düşerler. Tefsir yoruma değil nakle dayanır.

"İnsanların en hayırlısı benim asrımdaki ashabımdır. Sonra onlara yakın olan (Tabiîn)lerdir. Sonra da onlara yakın olan (Tebe-i Tabiîn)lerdir" (Buhari, Fedailü Ashabi'n Nebiyy, 1; Müslim, Fedailü'l-Ashap, 210-214; Ebû Dâvud, Sünne, 9; Tirmizî, Fiten, 45). 

"Benim ashabımın, sonra onların ardından gelen (Tabiî)lerin, sonra da bunların ardından gelen (Tebe-i Tabiî)lerin değerini takdir etmek bakımından benim hakkımı gözetiniz" (İbn Mâce, Ahkâm, 27).

"Size ashabımın, sonra onların peşinden gelenlerin, sonra da bunların peşinden gelenlerin (hakkını gözetmenizi) tavsiye ederim" (Tirmizî, Fiten, 7).

**İmam Sehavî'nin beyanına göre tebe-i tabiîn nesli Hicri 220 yılında sona ermiştir. (Subhi es-Salih, Ulûmü'l-Hadis ve Mustalahuh, s. 358).

Bu üç nesilden sonra insanlar kendi akıllarını kullanarak “Bu zamanda” veya “benim düşünceme göre”diyerek ayetlerden hüküm çıkarma yetkisine sahip değildir.. Ancak Peygamberimizin sav hadis-i şerifleri ayetleri tefsir edebilir.. 

Hz.Ali ra, “din nakle dayanır.Akılla,kıyasla olsaydı mestin üstünü değil altını mesh ederdim.”demiştir. İslamiyette aklın ermediği şey çoktur ama selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri, Allah’ın cc beğenip beğenmediği şeyler ve O’na ibadet şekilleri aklın çerçevesi içinde olsaydı ve akılla doğru olarak bilinebilseydi peygamberler gönderilmesine lüzum kalmazdı. Kur’an yeterlidir sünnete gerek yok diyenlere Peygamberimizden sav ve Allah-ü Teala’dan cevap:

Ashabtan bir kadın Resullulah’a bunlar (bu söylediklerin) Kur’an’ da var mı? diye sorar:

O’da ,”var tabi. Şu ayette “Resullulah size neyi emrederse onu yerine getiriniz,neyi yasaklarsa ondan kaçınınız.(Haşr 59-7)

Peygamberimiz sav sünnetine uyulmasını emrettiği gibi kendi ashabına da uyulmasını emretmiştir. Ashaba uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren yıldızlara benzetmiştir. ”İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidayete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerin sünnetini(yolunu)tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, sonradan çıkacak şeylerden sakının.”

Kur’an’da sahabilerle ilgili “ilk iman eden mühacirlerle ,ensar ve onlara iyilikte tabi olanlardan Allah cc razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular.Allah onlar için cennet hazırlamıştır. (Tevbe 9-100)buyurulmuştur.

 Günümüzde eski alimlerin hata ettiği söylenerek yanlış kıyaslar,yorumlar meydana çıkmıştır.

İbni Abbas Hz “İlk kıyas yapan İblistir. Kendi görüşüyle dinde kıyas yapan şeytanın dostu olur.” buyurmuştur.

İblis,ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu sanmış ,yanlış kıyas yapmıştır.Halbuki Allah cc toprağı ateşten üstün yaratmıştır.

Kendi görüşünüze göre dinde kıyas yapmayın. Çünkü din kıyas kabul etmez.(Deylemi)

Dini akılla ölçmek kadar zararlı bir şey yoktur.Böylece helale haram, harama helal denmiş olur.(Taberani)

İmam Rabbani Hz. “Dinin hükümlerini kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen peygamberliğe inanmamış olur.”buyurmuştur.

Günümüzde çıkıp bu ayeti ben bu şekilde yorumluyorum veya hadisleri kabul etmiyorum diyen kişilere : “Kendini Peygamberimizden sav, sahabelerden,müctehidlerden daha akıllı ,bilgili ve üstünmü sanıyorsun ? diye soruyoruz.Biz Müslümanlar da dinimizi doğru öğrenme gayreti içinde olmayınca, araştırmayınca bu batıl kişilerin söylediklerine itibar edebiliyoruz. Bu itikadı bozuk kişilere karşı bizlerde dinimizi Kur’an’dan , Sünnetlerden, 4 büyük mezhep imamlarımızdan öğrenip dine ekleme , çıkarma yapan kişilere karşı dikkatli olmalıyız. Bununla ilgili Hz.Muhammed’in sav muazzam bir duası var:

“Ümmetim icmasında (din bilginlerinin konuyla ilgili fikir birliği)çoğunluğun dediği geçerlidir. Hiçbir yanlış konuda icma edemesinler.” Rabbimiz de Onun duasını kabul etmiş.

"Allah ummet-i Muhammed'i sapıklıkta birleştirmez. Allah'ın desteği birlik beraberlik içinde olanlaradır. Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur." (Tirmizî, Kit. Fiten, bab. 7, Hn. 2167).

Örtünme yoktur, Cuma namazı , teravih namazı yoktur, kadere inanmak imanın şartlarından değildir, namaz üç vakittir , hayızlı kadın Kur’an okuyabilir, oruç tutabilir, Yahudiler ve Hıristiyanlar da cennete girecektir diyenlere; Bin küsur yıldır Peygamberimizin, ehl-i beytin, sahabelerin yaşayışları, ülemaların bize nakliyle gelen dinimizi tahrif etmeye çalışanlara karşı uyanık olmalıyız.

(Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar. Cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.) [Buhari]


Mektubat-ı Rabbani’den faydalanılmıştır. 


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

1 Mart 2013 Cuma

İKİNCİ DÖNÜM NOKTAM..Hac

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Hac...ne muhteşem bir ibadet! Kabe...Bizzat Allah’ın misafiri olduğun yer. Bu nasıl bir lütuftur ,bu nasıl bir şereftir. 

Hz.İbrahim as Kabe’yi Hz İsmail ile inşa ettikten sonra Rabbimiz cc Hz.İbrahim as’ a dağa çıkıp insanları davet etmesini söyler.Hz.İbrahim as “Ya Rabbi ,kimse yok ki kimi davet edeyim.”der. Allah cc buyurur: “sen davet et Ben duyururum.” Biz insanlar ruhlar aleminde bu çağrıyı işittiğimizde kimimiz “lebbeyk” (buyur Allah’ım )diye cevap vermişiz. İşte hacca gidenler bu çağrıya cevap verenlerdir. Bu davete cevap verenlerden olduğumu öğrendiğimde çok ağlamıştım.

Hacca, o kadar bilgisiz , ne yaşayacağımızı bilmeden gitmiştik ki. Acaba özel şeyler yaşar mıyım, rüyada Peygamberimizi sav görür müyüm? diye beklerken ;orada sadece kendi nefsimle yüzleştim , yapmamam gereken bende olan tüm hoş olmayan huylarım önüme kondu , ben ne duygular içindeysem aklımdan ne geçiriyorsam eşimin de aynı şeyleri yaşadığını anlamamızla daha da etkilendik. Bu yaşananlar benim ve eşimin olaylara bakış açımızı değiştirdi . Kabe’de Allah’a cc o kadar yakınsın ki, her yaşadığınla Rabbimiz seninle konuşuyor adeta . Kabe’de yaşadıklarımı evime döndüğümde “gümbür gümbür” diye tarif etmiştim. Ravza’da ise “sükunet” . Aylar sonra bir kitapta okudum; meğer Kabe’de Allah’ın cc “Celal” ismi Medine’de “Cemal” ismi zuhur edermiş.Bunu öğrenmekte beni çok etkiledi tabiki.

Döndükten sonra sürekli şunu söyledim:Rabbim sonsuz merhametiyle bize yanlışlarımızı gösterdi, düzeltmemiz gerektiğini farkettirdi. Ben orada eğitildim diyordum sürekli. Daha  sonra umreye gittiğimizde rehber hocamız bize şunu söyleyecekti: “Allah cc kullarına öğreteceği şeylerin hepsini birden hacda toplamıştır. Hac bir öğretinin adıdır.”


Allah cc hiç bir ibadetin karşılığında cennet vardır dememiştir. Sadece hac için bir hadis-i şerifte, “Mebrur (kabul olunmuş) bir haccın karşılığı elbette cennettir.” buyurmuştur.

Hacca gidecek maddi imkanınız olduğu anda gitmediğiniz her gün size günah yazıldığını biliyor musunuz? Evim yok, arabamı değiştirmem gerekiyor gibi bahaneler sizi farzı yerine getirmenizden muaf kılmıyor. Aksine ileride fakirliğe de düşebilirsiniz ama imkanınız varken gitmediğiniz için farz borcunuz düşmüyor. Hac için sarfedilen para , gelirinizi düşürmez hatta bereketlenmesine vesile olurmuş.

Herşeyden öte Ravza’da Peygamberimizi sav ziyaret hadiste bildirildiği üzere O’nu yaşarken ziyaret etmek gibiymiş .O’na selamınızı bizzat kendiniz aracısız veriyorsunuz.(Medine dışında salavat getirdiğimizde ise bizim selamımızı melekler Peygamberimize sav ulaştırıyor)

Kabe’de Allah’ın evim dediği,Benim misafirimsin dediği yerdesin.O’nun bir emrini yerine getirirken o 5 milyon kişinin arasında olmak şerefine ermeniz dileğiyle....

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

İLK DÖNÜM NOKTAM..annemin ölümü

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Aslında küçüklüğüme döndüğümde gece yatmadan evvel Allah’a cc dua ettiğimi hatırlıyorum ;hatta 11 yaşımdayken din kitabından namaz bölümünü okuyup ben de namaz kılayım deyip kitabı yatağımın üstüne koyduğumu ,duaları da bir kağıda yazıp kıblenin neresi olduğunu bile bilmeden kağıtları okuyabilmek için kafamı çevirerek aylarca namaz kıldığımı hatırlıyorum.Sonra özel bir okulu kazandım .Hazırlık ,Orta ve Liseyi o okulda bitirdim.Ara ara Allah’a cc yönelişlerim oluyordu kısa aralıklarla namaz da kılıyordum . Ama çevremde islamiyeti yaşayan kimse olmadığı için bir ilerleme kaydedemiyordum sonra üniversite sonra çalışma hayatı . İslamiyetten habersiz geçirilen yıllar sonra evlilik, çocuk veeee bir gün annemin ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenmem hayatımda ilk dönüm noktam oldu.Tek tük çevremizde birileri ölüyordu ya yaşlıydılar ya uzak bir yakınımız. İlk defa ÖLÜM ü farkettim. Annem ölecekti ve ölümün nasıl birşey olduğunu bilmiyordum. Çok zor bir süreç başladı hayatımızda.Ve ben ölüm ve ötesini öğrenmeliydim.İslamiyeti öğrenme sürecim başlamıştı.Önce kabir hayatı,cennet cehennem ve müsibetler karşısında bir müslümanın tavırları üzerine kitaplar okumaya başladım. Sonra annemi kaybettik . Ama Rabbimin beni Kendine yönlendirmesinde annemi vesile kılması da O’nun yüce ihsanı ve lütfudur. Şer görünen bir olayın hayra dönüşümünün bir örneğidir bu. Ecel geldiğinde buna kimse birşey yapamaz ama bu bir başkasının hele de bu evladıysa onun Rabbine yönelmesine vesile olmuşsa herhalde bundan daha büyük bir hayır olamaz bir anne için.Allah cc mekanını cennet eylesin.Amin.

Sonra örtünme var mı diye merak ettim;meal okumaya başladım sonra kafamda başka sorular oluştu ne okumalıyım derken tefsir diye birşey varmış onu okuyayım dedim ve annemin hastalığını öğrenmem ve onu kaybetmemden bugüne kadar 11 yıl geçti ve ben her tür kitabı okuyan ben 11 yıldır sadece İslami kitaplar okuyorum.Kimseden etkilenmemek için kendim seçtim okuyacağım kitapları .Tabii çok yanlış kitaplar da okumuş olduğumu bilgi sahibi olmaya başlayınca anladım.Ama şu faydasını da gördüm ;birilerine sorsaydım beni kendi bildiği doğruya yönlendirecek kitaplar tavsiye edecekti muhtemelen ve ben ona inanacaktım.Ama ben önyargısız hiçbirşey bilmeden hepsini okuyup arasından bize Peygamberimiz’in nakliyle gelen İslamiyeti öğrenmeye başladım inşallah Allah’ın izniyle.

İşte bu blogda herkesin okumaya bu kadar zamanı olmayabilir düşüncesiyle bu 11 yıl içinde okuduğum tüm kitaplardan çıkardığım beni etkileyen sayfalar dolusu bilgiyi paylaşmak istiyorum inşallah.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

4.Râfıza Fırkası/Şiilik Ne Zaman Ortaya Çıktı?


Râfıza fırkası, ismi Abdullah b. Sebeolup Müslüman olduğunu ve ehl-i beyt sevgisini iddia eden, Ali radıyallahu anh hakkında aşırı gidip onun hilâfet için vasiyyet edildiğini iddia ettikten sonra, onu ilahlık mertebesine çıkaran bir Yahudi’nin ortaya çıktığı dönemde yayıldı. Bunu Şîa kaynakları da bizzat îtiraf ederler.
Şianın büyük alimlerinden el-Kummî, el-Makâlât ve’l-Furuk1 adlı kitabında onun mevcudiyetini, Ali radıyallahu anh’ın imamlığının farz oluşunu ve ric’at edeceğini (âhir zamanda geridöneceğini) ilk söyleyenin, yine Ebû Bekir, Ömer, Osman ve diğer sahabelere (radıyallahu anhum) ilk hakâret edenin Abdullah b. Sebe olduğunu ikrar eder ve aynısını en-Nevbahtî; Furûku’ş-Şîa2 adlı kitabında, el-Keşşî de; Ricâlu’l- Keşşî3 diye bilinen meşhur kitabında söyler.
Abdullah b. Sebe’nin hakkında yazan çağdaş Şiîlerden Muhammed Ali el-Muallem,Abdullah b. Sebe el-Hakikatu’l-Mechûle 4 adlı kitabında, delilleri ile onun, Râfızîlerin şeyhlerinin büyüklerinden olduğunu söyler. Ehl-i Sünnet alimlerinden Abdulkâhir el-Bağdâdî rahimehullah der ki: “es-Sebeiyye: Ali radıyallahu anh hakkında aşırı giderek önce onun peygamber olduğunu sonra da onun ilah olduğunu iddia eden Abdullah b. Sebe bağlılarıdır. Kûfenin bazı taşkın insanları onunbu davetine uydular. Ali b. Ebî Tâlib radıyal-lahu anh bunu duyunca iki çukur kazılmasını ve onların yakılmalarını emretti ve böylece onlardan yakalanabilenler ateşe atıldı.”5

DİPNOTLAR
1 Bkz: Kummî, el-Makâlât ve’l-Furuk (s.10-21)
2 Bkz: en-Nevbahtî, Furûku’ş-Şîa (s.19-20)
3 el-Keşşî, İbn Sebe ve akîdesi hakkında bir çok rivâyet
nakleder. Bkz.: No; 170, 171, 172, 173, 174,
s.106-108
4 Bu kitap, Murtaza el-Askerî’nin Abdullah b. Sebe
adında bir şahsın mevcudiyetini inkâr ettiği; “Abdullah
b. Sebe ve Esâtîru Uhrâ” adlı kitabına karşı yazılmış
bir reddiyedir.