ikra!!!

YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU!!!

20 Eylül 2019 Cuma

İnsanın Yüklendiği Emanet Nedir?


(Ahzâb, 33/72)

1. Göklere, yere ve dağlara arzın anlamı nedir?

2. Burada geçen Emanet kavramı ne anlama gelmektedir?

1. Göklere, yere ve dağlara arzın anlamı nedir?

İslamda Varlık âlemi, okullarda bize öğretildiği gibi canlı-cansız varlıklar olarak değil, şuurlu-şuursuz varlık diye ikiye ayrılır. cansız varlık diye birşey yoktur hepsinin kendi haliyle bir lisanlarının olduğunu ve kendilerine özgü bir canları biliyoruz. Pey sas uhudla konuştu, elbiselerini sevdi, kürsüsü, mushafı, minberi ile konuştu. bu sebepten biz cansız varlık olmadığını anlıyoruz.

müfessirlerimize baktığımızda bu ayeti el-Kelbî, en-Nahhas, el-Beğavî, es-Sabûnî şöyle tefsir eder: göklere, yere ve dağlara arzdan maksat, Allah bu varlıklarla konuşacağı zaman onlara önce akıl, anlama ve konuşmalarına karşılık verebilecek konuşma kabiliyeti verdi ve onlara emaneti teklif etti, ama onlar bunu üstlenmekten çekindiler. onlar böyle anlamışlar

bir kısım şöyle anlamış: Buradaki arz ve o varlıkların yüz çevirmesi, hakiki anlamdadır ama onların hakikatini bizler idrak edemeyiz. Bunun örnekleri de Kur’an’da çoktur.

 bir kısım :Allah’ın göklere, yere ve dağlara arz etmesinden maksat, bizzat o varlıklara arz etmesi olmayıp oralarda bulunan meleklere arz etmesidir. meleklerde bunu kabul etmedi. bu da bir başka yorum

Diğer bir kısım Ayette mecaz vardır. “Eğer biz onu göklere, yere ve dağlara yükleseydik ağırlığından dolayı onu yüklenemezler ve bundan kaçınırlardı.” demektir.

Başka bir kısım :Gökler, yer ve dağlar, emaneti üstlendikleri zaman ne ile karışılacaklarını öğrenince, bundan vazgeçmişlerdir. Der ki müfessirlerimiz, onlara emanet arz edilince, onlar,”emanet” in ne olduğunu sordular, Allah da: “Yaptığınızda mükâfat, terk ettiğinizde de azap göreceğiniz şeydir” buyurunca, onlar: “Ya Rabbi! Biz sevap veya azap istemiyoruz, bizler senin emrine müsahharız!” diyerek bundan kaçındılar. Bizi ne maksatla yarattıysan biz onu yapmaya devam edelim bunu istemiyoruz.

bu tefsirlerden hangisi isabetli ancak emanet kavramını anlarsak buluruz.

Emanet ne demektir?

Emanet, nefsin itminan bulması, korkunun gitmesi, eminlik(emaneti koruyan), bana ait olmayan bana verilmiş şeyler, hıyanetin zıddı ve doğrulamak gibi anlamlara gelir.

Bu ayette, emanetin anlamı konusunda tefsirlerimizde çok rivayet vardır. “Dini tekliflerin tamamı”,farzlar”,İslam’ın emirleri”,insana ihsan edilen her nimet”,
“akıl”,yer yüzüne halife olma kabiliyeti, ruhi ve bedeni kabiliyetler,dinimiz,irade,okuma-yazma özelliği,ruhlar aleminde verilen söz,niyet, itaat,azalar, mal emaneti, kadın, evlat, fıtrat, canımız, bedenimiz, ruhumuz, söz, sır, verilen görevler, kuran, sünnet-i seniye, öğrenilen ilim, makam-mevki. öyle birini söyleyin insanla alakalı olmasın. hepsi insanla alakalı.

o halde burdan şu neticeyi çıkarmamız lazım. Emanet, dediğimiz şey insanlıktır. dağlara,göklere teklif edilen şey insanlıktı. insanlık da zor bir şey olduğu için insanlığı üstlenmediler.

Emanet ne demektir yerine "insanlık ne demektir"desek isabet etmiş oluruz.

İnsan, beşer olarak yaratıldı, insan olarak doğdu, insan olarak büyüdü, sonra iradesi ile tercih ederek ya insan olarak kaldı, ya da insanlığına ihanet etti.

“İnsan için en zor olan şey, her gün insan kalmaktır.” (Cengiz Aytmatov)kırgız edebiyatçı.

kendini insan diye tanımlayan herkes insan mı aslında bunun esaslarını kuran bize öğretiyor. bu esaslara uygun yaşayan insan olarak devam ediyor onu yaşamayan insanlığını kaybediyor.

İnsanlığın en temel 5 esası:


1. Kendisini yaratandan başkasına kul olmamak
2. Kendisine ve yaratılan tüm varlığa şefkat nazarı ile bakmak
3. Kendisiyle ve yaratılan tüm varlıkla sevgi üzerinden bir bağ kurmak
4. Kendisi dışındaki tüm varlıkla hukuk üzere yaşamak
5. Kendisi ile yapılan ahitleşmeye sadık bir hayatın sahibi olmak ve bunu ömür boyu sürdürme istikrarı ortaya koymak

hatırda kalması için bu esaslar için birer kavram söyliyeyim:

“Kendisini yaratandan başkasına kul olmamak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Tevhid. hayatında onu inanç noktasına başka yerlere sevk eden bir putu varsa orada kulluktan ve insanlıktan bahsedilemez.

“Kendisine ve yaratılan tüm varlığa şefkat nazarı ile bakmak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Merhamet

“Kendisi ile ve yaratılan tüm varlıkla sevgi üzerinden bir bağ kurmak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Muhabbet

“Kendisi dışında yaratılanlarla hukuk üzere yaşamak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Adalet

“Kendisi ile yapılan ahitleşmeye sadık bir hayatın sahibi olmak ve kendisinden istenilenleri bir ömür yerine getirme istikrarı ortaya koymak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Sadakat

İnsanlığın en temel kavramları: Tevhid, Merhamet, Muhabbet, Adalet ve Sadakat… bu 5 kavramı yaşayana insan diyoruz. 2 milyar müslümanın kaçı bu esaslara uyuyor? biz ne kadar uyuyoruz?

Kalplerimizin ve zihin dünyalarımızın, cahiliye dönemi Kâbe’sinden farkı yok, o Kâbe’de 360 put vardı; bizim kalplerimizde ve zihin dünyalarımızda o kadar çok put var ki? tevhid meselesinde ciddi sıkıntılarımız var . temelde problem var.

Merhametin olmadığı yerde, menfaat olur. şu an menfaat toplumuyuz

Dost varsa, derdi vardır. En yakınlarımız en ağır imtihanlarımızdır.

İslam toplumu sevgi toplumudur.


Her varlık kendisine verilen kabiliyete göre bir vazifeye koşulmuş. İnsan ruhunun diğer varlıklardan önemli farklılığı var. Ona cüz’i irade takılmış. Kendisine verilen vazifeyi yapıp yapmamada serbest bırakılmış. Zalim ve cahil oluşunun kaynağı da bu cüz’i iradeyi yanlış kullanması, nefsin emrine vermesi...

Emanet, irade sahibine verilir. Kasaya koyduğunuz para için, “Paramı kasaya emanet ettim.” demezsiniz. Demek ki, (cansız) şuursuz eşya emanete muhatap olamıyor... Melekler de onlardan pek farklı değil... Onların vazifelendirilmeleri teklif ile değil, emir iledir.

Emanetle ilgili ayette de Cenab-ı Hak, göklerden, yerden ve dağlardan bir vazife istemiştir. Onlara bir emanet arz etmiştir. Bu arz edişin keyfiyetini bilemeyiz ve onların bu vazifeden içtinap etmelerini de bir isyan olarak değerlendiremeyiz. Onlara teklif edilen vazife, onların kabiliyetleriyle, sermayeleriyle, kuvvetleriyle yapabilecekleri cinsten değildir. Ama insanın yaratılış keyfiyeti, verilen kabiliyetler, bu vazifeyi yapmasına müsaittir. Nitekim, göklerin çekindiği bu emaneti o yüklenmiştir.

at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

19 Eylül 2019 Perşembe

ZULÜM


ZULÜM :Bir şeyin gereğini değil de zıddını yapmak, hakkı yerli yerine koymamak, hak yemek, eziyet, işkence ve baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak, haddi aşmak, söz ve fiilde aşırı gitmek demektir.

Kelime olarak zulüm, azgınlık, karanlık, azab ve ezâ ile eş anlamlıdır. Zıddı ise, nur, aydınlık ve adalettir.

Kur'ân'ın üzerinde en çok durduğu kavramlardan biri şüphesiz zulümdür. Aynı kökden gelen kelimelerle birlikte, Kur'ân'da 300'e yakın yerde geçmektedir.

Alimler zulmü 3 kısım halinde incelemişlerdir: (Aynı emanette olduğu gibi>bu 3 şeye emanetçiyiz:Allah'a, kendimize,topluma)

1- (Allah'a karşı emanet; O'nun hükümlerine, ilahi kanunlarına uymak)

Zıddı >

İnsanın Allah'a karşı işlediği zulüm, şirk ve küfürdür. "İmân edip de imânlarına zulüm karıştırmayanlar (var ya) işte korkudan emin olmak için onların hakkıdır ve doğru yolu bulanlar da onlardır" (el-En'âm, 6/82) âyeti inince, bu âyetin ifâde ettiği, imâna zulüm karıştırma meselesi ashabın nefsine ağır geldi ve, "Hangimiz nefislerine zulmetmez?" dediler: Bunun üzerine Yüce Allah: "Şüphesiz ki, şirk büyük bir zulümdür" (şirk'e düşen insanların hikmet ve akıl yönünden ne kadar zavallı olduklarına ve ahmaklık içinde bulunduklarına işaret edilerek şirkin çirkinliği dile getirilmiştir.)  (Lokman, 31/13) âyetini indirdi. Böylece yukarıdaki âyette söz konusu olan zulüm kelimesinden şirk kastedildiği anlaşılmıştır (İbn Kesîr, Tefsiru'r-Kur'ani'l-Azîm, Beyrut 1969, II,153).

*Yüce Allah'ın varlığını, birliğini inkâr etmek zulüm olduğu gibi, imân esaslarından herhangi birini inkar etmek de zulüm ve küfürdür. Bütün bu hususlarda ilgili çeşitli âyetler vardır:

"Onlardan her kim, (Allah'ın ilâhlığını inkâr ederek) "İlâh o değil, benim!" derse, biz onu cehennemle cezalandırırız. İşte biz, zalimlere böyle ceza veririz!" (el-Enbiyâ, 21/29).

İsrâiloğullarının, Musa (a.s)'ın sözünü dinlemeyerek buzağıya tapmalarının zulüm olduğu hususunda da, Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Andolsun Musa, size açık delillerle gelmişti. Sonra onun ardından tuttunuz buzağıya taptınız. Siz öyle zalimlersiniz işte!" (el-Bakara, 2/92).

*Kur'ân'da, Allah'ın âyetlerini inkâr etmek ve Allah'ın daha önce indirdiği vahiyleri değiştirmek de zulüm olarak haber verilmiştir:

"İçlerinden zulmedenler, (söylediğimiz) sözü, kendilerine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler. Biz de haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir azab gönderdik" (el-A'raf, 7/162).


Âyetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana (bunu) unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk), zalimler topluluğuyla oturma!" (el-En'âm, 6/68).

*Peygamberliğe ve peygamberlere inanmamak da zulümdür:(sünnet-i seniye emanettir)

"Şüphesiz ki, onlara kendilerinden bir elçi geldi. Onu yalanladılar. Bunun üzerine onlar zulümlerine devam ederken, azab onları yakalayıverdi" (en-Nahl, 16/113).


"Nuh kavmini de peygamberleri yalanladıkları vakit- onları da boğduk ve onları insanlara bir ibret yaptık. Zalimlere acı bir azab hazırladık" (el Furkan, 25/37).

2- (Halka karşı emanet; insanların hak ve hukukunu gözetmek, onlara zarar vermemek, aldatmamak, mal, can, ırz, fıtrat emaneti)

Zıddı >
İnsanlar arasındaki zulüm. Bu da, insanların kendi hemcinslerine karşı işledikleri suçlar, günahlar ve haksızlıklardır. zulüm denince ilk olarak akla insanların birbirlerine karşı olan hareketlerindeki yanlış, kötü ve zararlı davranışları zulüm olarak gelir, Kur'an'da bunların işlenmemesi istenmiş ve işleyenler tenkid edilmiştir.

Adam öldürmek: (el-Mâide, 5/27, 28, 29) Hırsızlılık yapmak: (Yûsuf, 12/75)

Erkeklerin erkeklerle temasta bulunması (homoseksüellik) ve yol kesip kötülükte bulunmak:  (el-Ankebût, 29, 30) Zina yapmak:  (Yusuf, 12/23) Suçlu insanları bırakıp suçsuzları cezalandırmak: (Yûsuf, 12/78, 79) Allah'ın indirdiği ahkâm ile hükmetmemek: (el-Mâide, 5/45).

3- (Kendine karşı emanet; din ve dünya işlerinde en doğru olanı seçip, zararlı olan herşeyden uzak kalmak)

Zıddı >
Zulmün bir çeşidi de, insanın kendi kendine zulmetmesidir. Bu hususta da çeşitli âyetler vardır:

"(İnkâr edenler), ille kendilerine meleklerin gelmesini, yahut Rabb'inin (azab) emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı" (en-Nahl, 16/33).


"Sonra Kitabı kullarımız arasında seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir, kimi orta gidendir, kimi de Allah'ın izniyle hayırda öne geçendir. İşte büyük lütuf budur" (Fâtır, 35/32).

Yukarıda sayılan çeşitlerden hangisi olursa olsun, zulüm, yaratılış düzeninde bozukluk ve sapmalara sebep olmaktadır. İnsanın dışındaki bütün varlıklar, yaratılış düzenini bozmamakta, nasıl yaratılmışlarsa, öyle hareket etmektedirler. 

Allah'ın emir ve yasaklarını dinlemeyen, zulüm yollarına düşen insanlar ise, insanın yaratılış gayesinin dışına çıkmaktadırlar. (Emanete hiyanet etmiş olurlar.Emaneti yüklenemediklerini gösteriyor.)

Bu halleriyle de, varlıklar arasında en büyük zalimlerden olma durumuna düşmektedirler. Bütün peygamberler insanları Allah'a inanmaya ve O'nun emir ve yasaklarına uygun hareket etmeye çağırmışlardır. Bu davete kulak vererek imâna gelen ve ibadete sarılanlar huzur, saadet, mutluluk ve başarı elde etmişlerdir. Bu davete kulak vermeyerek peygamberlerin yoluna muhâlefet edenler ise, zalimlerden olmuşlar ve başlarına büyük musibetler gelmiştir. Kur'ân'da, peygamberlerin emrini dinlemeyen nice toplulukların başına gelen felâket ve musibetler haber vermiştir. Bu bilgiler, zulüm işleyen zalimlerin sonu açısından son derece ibret vericidir.

- Nuh Kavmi, Nuh Aleyhisselamın 950 yıl boyunca yaptığı tebliğe kulaklarını tıkadı. İlâhî hükümlerle alay etmeye kalkıştı. Sonunda bir tûfanla kökleri kesildi, bir teki bile hayatta kalmadı. 

- Âd Kavmi, Hud Aleyhisselam; Bu kavmin insanları dev gibi iri cüsseli idiler. Güçlerine, servetlerine güveniyor, Hûd Aleyhisselamın Tevhide davet edişine kulaklarını tıkıyorlardı. Sonunda gazab-ı İlâhiye müstahak oldular. Önce siyah bir bulut, ardından müthiş bir rüzgâr (sarsar) geldi. O koca koca insanlar saman çöpü gibi sağa sola savrularak helak oldu.

- Semûd Kavmi, Salih Aleyhisselamın sözlerine, nasihatlarına alayla karşılık verdiler. Kayanın içerisinden bir devenin çıktığını gözleriyle görmelerine, bu büyük mucizeye rağmen iman etmediler. Üstelik Peygamberin ikazına aldırış etmeden deveyi kestiler. Bu inkarları ve azgınlıkları ile gazâb-ı İlâhiyi celbettiler. 1. gün yüzleri sarardı, 2. gün kızardı, 3. gün simsiyah oldu. Dördüncü günü gazab-ı İlâhî geldi. Tek bir sesle diz üstü çöküp ölüverdiler. Gökyüzünden korkunç bir ses geldi, ardından şehirlerinin altı üstüne getirildi. 

- Nemrut Kavmi; İbrahimin Aleyhisselamın , Allahın hükümlerini yeryüzünde hâkim kılma dâvâsına set çekmeye çalıştı. Sonunda sivrisinek taifesi ile helak olup gittiler.

- Lût Kavmi: Lût Aleyhisselamın tebliğ ettiği İslâma kulaklarını tıkadılar. Üstelik iğrenç bir fiili işlemekte ısrar ettiler. Bunun üzerine ibret-i âlem için üzerlerine ateşte pişirilmiş taşlar yağdırıldı. Beldelerinin altı üstüne çevrildi. Hepsi helak olup gitti.

- Şuayb Kavmi, (Medyen Halkı ve Eykeliler), Şuâyb Aleyhisselamın tebliğine aldırış etmeyen azgın Medyen ahalisi, şiddetli zelzele ile, Eyke ahalisi kavurucu bir sıcaklığın ardından toplandıkları koyu gölgeli bir buluttan üzerlerine yağan ateşle helak oldu.

- Firavun Kavmi,  Musa Aleyhisselamın Hakka dâvetine aldırış etmedi. Gücüne, kuvvetine güvendi, sonunda suda boğularak helak olup gitti.

at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

18 Eylül 2019 Çarşamba

Sıla-ı rahim


Akraba ve yakınları ziyaret etme, hallerini ve hatırlarını sorma, gönüllerini alma

İslam'da insanlar arası ilişkilere önem verildiği gibi özellikle yakınlardan başlayarak anne ve babanın ve sırayla diğer akrabaların ziyaret edilip gözetilmesi prensibi son derece önemlidir.

Sıla-i rahmin birkaç derecesi vardır. En aşağı derecesi akrabalarımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmak; karşılaştığımızda selâmlaşmayı, hal hâtır sormayı ihmâl etmemek; dâima kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek ve hayır dilemektir. 

İkinci derece de ziyâretlerine gitmek ve yardımlarına koşmaktır. Bunlar daha çok bedenî hizmetlerdir. Özellikle yaşlıları zaman zaman yoklayarak, yapılacak işleri varsa onları takib etmek kendilerini sevindirecektir.

Sıla-i rahmin üçüncü ve en önemli derecesi akrabalara malî yardım ve destek sağlamaktır.

üç derecedeki yardımdan hangisine güç yetiniyorsa, onun yapılması anlaşılmalıdır. Yapabileceği görevi yapmamak müslümanı bu konuda sorumlu kılar.

İyilik, karşılık bekleyerek yapılmamalı, sadece görüp gözeten yakınlara karşı sıla-i rahimde bulunulmamalı; aksine, unutan, akrabalık bağlarını koparanlara karşı da bu görev yerine getirilmelidir. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

"İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir" (Buharî, Edeb, 15).


İtikadında sıkıntı olan, haramlar içinde olan, kötülük yapanlara karşı tavrımız nasıl olmalı?
Selamı kesme,


Acil vakalarda seyirci kalma, 

Hastalıkla ve cenaze ile ilgilenin.

Menfi konuşmalar yapmayın. Gıybet etmeyin, ettirmeyin.

Oturup kalkmayı sıklaştırma, mesafeli ve seviyeli ilişki içinde ol,

Şahsiyetini de yıpratma.

Böylece seviyeni de korumuş olursun, onların hak ettiğini de vermiş olursun.

Rabbinin rızasını da kaybetmezsin. 

Gerginliği zamana yayarak azaltın… Bunlar yeter. Bunlardan sonra da belli bir seviyede mesafeli davranmanız hakkınızdır. Durumun düzeldiğini hissettiğinizde siz de mesafeyi yeniden ayarlarsınız. 

şahsiyetimizi eritecek, bizi zorluklara itecek bir ilişki de mecburi değildir. 

bizi kulluğumuzda sıkıntılı duruma düşüren şahsiyetlere karşı ise seviyeli bir tavır göstermemizde sakınca yoktur. 

sılayırahim, zoraki sevmek, haftada bir ziyarete gitmek değildir. Sılayırahim, bağın kopmaması için asgari gerekleri yapmaktır. 

itikadi problemi olan biri ile sılayırahim yapabilmeniz için size bir zararının olmaması gerekir. İmanınıza ve şahsiyetinize zarar verdikleri sürece sılayırahim yapmanız gerekmez.

Amca, birinci dereceden sayılacak bir akrabadır. Sılayırahim açısından sizin amcanızı ziyaret etmeniz görevinizidir. Onun kendi görevini ihmal etmesi sizin onu ihmal etme nedeniniz olmamalıdır. Mesafeli de olsa siz en az yılda bir kere bağlantı kurun. Onun yaptığını yapmanız seviyesine düşmeniz demektir. Allah için yapılan işlere ‘şu veya bu gerekçe’ getirilmez.

Kuralımız şudur:
 Bir işi yaparken, o iş bir emir bile olsa açık bir haram işleyeceksek onu yapmayız (Örn.Gıybet). Sılayı rahim bizi bir harama kaydıracak ve biz de onu önleyemeyeceksek, sılayı rahimi terk ederiz. Yeter ki başka bir bahaneye bunu alet etmiş olmayalım. Bir de, haramları önlemek için mücadele etmemiz de gerekir. Önleme imkânımız yoksa yapacağımız budur.

at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

17 Eylül 2019 Salı

İslamiyet'te kişisel hak ve özgürlükler (Müslümanların dokunulmaz hakları / insan hakları) nelerdir?


İslâm inancına göre insan; aklî, bedenî, ahlâkî ve ruhânî en mükemmel meleke ve yeteneklerle donatılmış bir varlıktır. İnsan, maddî ve manevî her çeşit yükselmeye müsâit bir şekilde, günâhsız, tertemiz olarak doğar. Gerek dış görünüşü gerekse iç âlemi itibariyle varlıkların en güzelidir. Kur'an-ı Kerim'de:

“Biz, insanı en güzel biçimde yarattık.”
(Tîn, 4.) buyurulmaktadır.


Bu sebeple insana saygı ve bireylere hizmet, temel felsefe ve irâde olarak kabul edilmelidir. Çünkü insan yeryüzünde Allah'ın bir memuru ve halifesidir. Onun bu özelliği Kur'an-ı Kerim'de şöyle belirtilmektedir:

"Hatırla ki Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” dedi..." (Bakara, 30.)

İslâma göre her insan Allah'ın kuludur. Bir tek kişi dışarıda kalmamak şartıyla bütün insanlar tabii haklara sahiptirler. Yalnız bu haklar, onun insan oluşu bakımından, doğuştan sahip olduğu haklardır. Bütün insanlar, bir ailenin üyeleri gibidirler. Asalet doğuştan değil, ahlâkî fazîlet, hak ve vazifeye bağlılıkla meydana gelir. Hangi ırka, hangi sınıfa, hangi mesleğe ve hangi rütbeye sahip olursa olsun, bütün insanlar eşit haklara sahiptirler. Böylece her bir fert de, diğerlerine aynı ailenin üyeleri gözüyle bakacak ve öyle muamele edecektir. Hiçbir fert, mensup olduğu sınıf, meslek, ırk veya cinsiyet dolayısıyla tabiî haklarının hiçbirinden mahrum edilemez.

Yine İslâma göre bütün insanlar adâlet karşısında eşittirler. Devlete karşı görevlerini, yerine getirdiği sürece bir Müslümanın gayri müslimden farkı yoktur.

Sonuç olarak insan, mümin olsun olmasın, Allah'ın kulu ve güzel bir emânetidir. Bundan dolayı insan haysiyet sahibi olup hürmet edilmeye lâyıktır. İnsanlar arasında, insan olma bakımından herhangi bir fark görmemek, onları eşit hak ve vazifelere, kıymet ve değerlere sahip varlıklar olarak kabul etmek, İslâm'ın temel felsefesidir.

İnsan hakları açısından Veda Hutbesi, İslâm'ın önemli kaynaklarından birisi sayılır. Bilindiği gibi Veda Hutbesi, Hicretin 10. yılında Hz. Peygamber (asm)'in hac farizasını ifâ için Mekkeye gelip, Vedâ Haccı esnasında irâd ettiği hutbelere verilen bir isimdir. Şu kadar var ki, Vedâ Hutbesi yalnız Arafat'ta irâd edilen hutbe olmayıp, Arafat'ta arefe günü (Zilhiccenin 10. günü) ile yine Mina'da bayramın ikinci günü irâd edilen hutbelerin bütünüdür. Bu hutbe temel bir kanun olarak insanın hak ve vazifelerini özetlemektedir. Hz. Peygamber (asm) bu hutbeyi irâd ettikten üç ay sonra vefat ettiğine göre, bu Onun hakîkî vasiyyetidir.

Hz. Peygamber (asm), bu mahşerî kalabalıkta hutbesine başlamadan önce Cerir b. Abdillah vasıtasıyla sükûneti temin etmiş ve sahabilerinden Rebia b.Ümeyye gibi gür sesli münâdîler görevlendirerek konuşmasının cümle cümle tekrar edilip, uzaklara kadar duyulmasını temin etmiştir ki, bu teknik anlamda bir bakıma hoparlör teşkilatından yararlanmak demektir.


Hz. Peygamber (asm) hutbesine Allah'a hamd ve senâdan sonra: "Eyyühennas: Ey insanlar!" nidâsıyla başlamış ve önce dinleyenlerin dikkatini çekerek, oradan bütün dünyaya hitap etmiştir.

Bu hutbe, İslâmın temel konularına temas etmesi, cahiliyyet âdetlerinin ortadan kaldırılması, eşitlik, hürriyet, kan davâları, fâiz, emânet, özellikle insan hakları, âile hukuku içinde yer alan karı-koca hakları, vasiyet, nesep, zina, borç ve kefâlet gibi hukukî meselelere yer vermesi açısından oldukça önem taşır.

Hz. Peygamber (asm)'in bu hutbesi, yalnız Müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannâmesidir.

Hutbede 7-8 yerde geçen ve parağraf başlarını oluşturan "Ey nâs: Ey insanlar!" kelimesi bu hutbenin veya bu beyannamenin evrensellik yönünü, yani bütün insanlara şâmil olma özelliğini ortaya koyar. Çünkü bu kelime ile Hz. Peygamber (asm), sadece huzurundaki Müslümanları değil, orada bulunmayan gayri müslim; hatta inançsız, Allah'ı tanımayan bütün insanlara seslenmeyi hedeflemiştir. Zira "nas" kelimesi mutlak bir sözcük olup, inananı, inanmayanı; müslimi, gayri müslimi, erkeği, kadını, orada bulunanı, bulunmayanı; hâsılı akıl sahibi bütün mükellefleri içine almaktadır. Dolayısıyla bu mesaj, o gün orada hazır bulunan insan kitlelerine mahsus değildi; bilakis bütün dünyaya duyurulacak açık bir davetti. Hz. Peygamber (asm), orada bulunanlardan, ilân ettiği prensipleri kabul ve tebliğ edeceklerine dair söz aldı. Ve üç ay sonra da irtihal buyurdu.(7)

Hz. Peygamber (asm) Veda Hutbesi'nde İslâm Dîninin âdetâ bir özetini vermiş gibiydi. Her konu, Allah, insan ve diğer varlıklar üçgeninde cereyan ediyordu. İnsanlar tarağın dişleri gibi eşit telâkkî edilmişlerdir. İnsanın kendi özüne, canına, malına, düşüncesine ve her şeyine dokunulmazlık getirilmiştir. Özetle bu hutbe, insanların kaybetmiş oldukları haklarını yeniden ortaya koymuştur.

Vedâ Hutbesinde diğer konular yanında, özellikle fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir:

1. Herkesin can, mal ve namusu tecâvüzden korunmuştur.
2. Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3. Bütün Müslümanlar kardeştir.
4. Bütün borçlar iâde edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (fâiz) ödenmeyecektir.
5. Kan dâvâları ve âdâleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır.
6. Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır, buna göre onlara iyi muâmele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf hakları olduğu öngörülmüştür.
7. İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları belirtilmiştir.
8. Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır.
9. Kur'an-ı Kerim'in, insanlara bir emânet olarak bırakıldığı ve sımsıkı sarılınması tavsiye edilmiştir.
10. Cahiliyyet döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiş, çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmış, bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işâret edilmiştir.
11. Emânetlerin, sâhiplerine mutlaka iâdesi vurgulanmıştır.

Vedâ Hutbesi'nin hukuk açısından insan haklarına getirdiği değerler açıktır. Dînî , ilmî, sosyal, idârî, siyâsî ve ailevî birtakım hak ve vazifeler getirmiştir. Bu hutbenin sosyolojik tarih açısından da önemi inkâr edilemez. Hz. Peygamber (asm) bu hitâbesinde cahiliyyet döneminin bütün âdet ve geleneklerini yıkmış, her biri bir devrim niteliğinde olan hak ve vazifelerle ilgili hükmünü bildirmiştir.

Bu hitabenin irad olunduğu gün, İslâmiyet, bütün kudret ve ihtişâmiyle, dünyaya hitap ediyor, cahiliyyet döneminin bütün karanlıklarıyla ve sapıklıklarıyla geçmiş ve kapanmış olduğunu bildiriyordu.
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

16 Eylül 2019 Pazartesi

KUR’ÂN-I KERİM’DE HZ. MERYEM’İN FAZİLETİ


Hazret-i Meryem, “İmran âilesi” olarak tanınan seçkin bir âileden gelir. Kullukta seçilmiş, bütün dünya kadınlarına üstün kılınmıştır. İbadette seçilmiş, Beyt-i Makdis hizmetine adanmıştır. Cebrâil -aleyhisselâm- ile konuşmuştur. Annelikte seçilmiş, oğlu kendine nisbetle anılmıştır.


“Rabbi, Meryem’e hüsn-i kabûl gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya’yı da onun bakımı ile vazifelendirdi…” (Âl-i İmrân, 37)

Rabb’i, onu seçip güzel bir bitki gibi yetiştirir. Nasıl ki bir bitkinin yetişmesi sadece su ile olmaz; ilgi, alâka ve bakım gerekir; Hazret-i Meryem’i de Cenâb-ı Hak bir bitkiye benzetmiştir. Ona iyi bir çevre hazırlar. Onu, kötü ahlâktan, günah ve küfürden uzak tutar. İman, tâat ve itaatte onu ilerletir.

“Hani melekler, «Ey Meryem! Allah seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı.» demişlerdi.” (Âl-i İmrân, 42)

“Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim âilesini (soyunu) ve İmrân âilesini (soyunu), birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Âl-i İmrân, 33-34)

Allah Teâlâ, Hazret-i Meryem’in etrafındaki dünyevî alâkaları bir bir alır. Önce baba, sonra anne; derken dünyaya ve hayata dair kalbî bağlar birer birer azaltılır. Hazret-i Zekeriyya’nın mânevî tedrisi ile de Meryem “üstün bir kadın olma” şerefine doğru ilerler. Babasız evlât sahibi olma ikram ve imtihanında gösterdiği teslîmiyet, seçilmişliğini bütün yönleriyle ortaya koyar.

Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 158

http://www.islamveihsan.com/kuran-i-kerimde-hz-meryemin-fazileti.html
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

15 Eylül 2019 Pazar

HAZRETİ İSA (A.S.) NE ZAMAN DOĞDU?


Ayet ve hadisler ışığında Hz. İsa’nın (a.s.) doğumu…

Çocuğa hâmile kaldığı zaman üzüntüden sıkılıp bunalır Meryem Vâlidemiz… İçinde bulunduğu hâli, yalnız teyzesine açar. Teyzesi, Meryem onun yanına gelince onu kucaklar ve der ki:

“-Ey Meryem! Benim hâmile olduğumu hissettin mi?” Meryem de:

“-Peki, sen benim hâmile olduğumu bildin mi?”

Bunun üzerine başına geleni teyzesiyle paylaşır. Teyzesi de başka bir peygambere, Hazret-i Yahya’ya (a.s.) hâmiledir. Teyzesi, daha sonra Meryem’e:

“-Karnımdakinin, karnındakine secde ettiğini hissettim.” diyecektir.


HAZRETİ İSA’NIN (A.S.) DOĞUMU
Müfessir İbn-i Kesîr, Hazret-i Meryem’in (a.s.) her hâmile kadın gibi hamilelik müddetinin dokuz ay olduğu görüşündedir. Bu hususta farklı görüşler mevcut olmakta birlikte, Mü’minûn Sûresi’ndeki şu âyetler İbn-i Kesîr’in görüşünü doğrulamaktadır:

“Andolsun, Biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe hâline getirdik. Sonra bu az suyu, «aleka» hâline getirdik. Alekayı da «mudga» yaptık. Bu «mudga»yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allâh’ın şânı ne yücedir!” (el-Mü’minûn, 12-14)

Bu âyetin normal bir doğum için belirlenen safhaları anlattığını, Hazret-i Îsâ’nın (a.s.) doğumunun mûcizevî oluşu gibi annesinin hâmilelik müddetinin de mûcizevî şekilde çok kısa bir süre olduğu görüşünde olan âlimler de vardır. En doğrusunu Allah bilir.

Nihayet mescidin doğusuna “Beyt el-Lahm” tarafına gelir. Ve doğum başlar. Yalnızdır, Meryem… Şaşkındır. Sancılıdır. Ama en derin sancı, yüreğindeki sancıdır. Çünkü derin bir kaygı taşımaktadır. Âyet-i kerîmeler, onun bu hâlini bize şöyle tasvir eder:

“Böylece Meryem, çocuğa hâmile kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevk etti:

«-Keşke…» dedi, «Bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!»”
(Meryem, 22-23)

“Keşke!..” demektedir, Meryem. “Keşke unutulup gitseydim…” Bu sözü, doğum sancısından değil, içinde bulunduğu tedirginlikten dolayı söylemektedir. Çocuğu halktan nasıl gizleyecektir? Kime ne diyecektir? Bekârdır. Değil evlenmek, erkek yüzü bile nâdir görmektedir. Kavmi olan Yahudiler, ona türlü iftiralar atacak, onu belki de yaşatmak istemeyeceklerdir. İffetsizlikle suçlanacaktır. Yoksa bir kadın, evlâdını doğururken sancıdan kıvranır, türlü meşakkatler çeker, lâkin hiçbir zaman üzgün olmaz. Tatlı bir merak içinde olur. Ama Meryem öyle değildir.

HZ. MERYEM’İN SÜKUT ORUCU

Bunun üzerine (Cebrâil -aleyhisselâm-) ağacın altından ona şöyle seslendi:

“-Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir su arkı meydana getirdi. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki, sana taze, olgun hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, «Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım!» de.”(Meryem, 24-26)

Rabbi, onu ne güzel teselli etmiştir. Cebrâil’in -aleyhisselâm- kendisine seslenmesi, onun bir kerametidir. Bu sesle sâkinleşir, teselli olur Meryem… Susması emredilmektedir, ona. Dönemin Yahudi inancında “sükût orucu” vardır. İnsanlar günlerce susar, konuşmazlar. Ne de olsa zamanın Yahudileri fitnecidir. Peygamberlerini bile öldürecek kadar câhil ve gaddardır. Meryem, zaten doğumun verdiği yorgunluk ve bitkinlik içindedir. Konuşsa da ne söyleyecek, kimi, nasıl inandıracaktır? Bu sebeple o, Rabbi’nin emriyle susacaktır. Üç gün sükût orucu tutar.

Cenâb-ı Hak, doğum esnasında alt tarafından bir su arkı meydana getirmiş, böylece ona doğumu kolaylaştırmıştır. Doğar doğmaz lohusa anneye, taze hurma ikram etmiştir. Bugün modern tıbbın suda doğumu tavsiye ve teşvik etmesi, lohusa kadına taze hurma yedirilmesi elbette ki Kur’ânî bir hikmet ve hakikate de işaret eder.

Hazret-i Meryem’in o esnada dayandığı hurma ağacı kurumuş bir ağaçtır ve mevsim kıştır. O, Rabbine dayanmış, Rabbi ona kolaylıklar sağlamıştır. Ancak Rabbimiz, ilâhî bir ikramda bile kulundan gayret istemektedir. Kul, gücünün son noktasına kadar gayretini ortaya koyacak, Allah da o kuluna bol bol ikram ve ihsanda bulunacak!..

Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Meryem ile oğlu dışında her âdemoğluna annesinden doğduğu gün şeytan dokunur.” (Müslim, Fedâil, 147)

Bu hususta farklı izah ve açıklamalar yapılmıştır. Özetle ifade olunan şudur: Şeytan her doğan çocuğu eller, tokatlar, rahatsız eder ve çocuk bu sebeple doğar doğmaz ağlar. Lâkin Meryem ve oğlu Îsâ’ya (a.s.) şeytan dokunmamıştır.

Kimi müfessirler, “Her âdemoğlu doğduğunda şeytan onu böğründen dürter. Ancak Meryem ve oğlu Îsâ böyle olmamıştır ve şeytan, onu dürtmeye geldiğinde hicâb (perde) ile kendisi dürtülmüştür.” demişlerdir.

YAHUDİLERİN İFTİRALARI

“Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler:

«-Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın! Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi!»

Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti.

«-Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?» dediler. Bebek şöyle konuştu:

«-Şüphesiz ben Allâh’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.» İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu Îsâ -hak söz olarak- budur.” (Meryem, 27-34)

BEBEĞİN KONUŞMASI İSRAİLOĞULLARI’NI ŞAŞKINA ÇEVİRDİ

Hazret-i Meryem, Hazret-i Mûsâ’nın (a.s.) kardeşi olan Hazret-i Hârun’un (a.s.) neslindendir. O dönemde yaygın kullanılan “kız kardeş” ifadesi ile ona nisbet edilmiştir. Hazret-i Meryem’in (a.s.) seçkin bir âileden geldiği hâlde zina ettiğini düşünürler İsrâiloğulları… Kendilerince bu durumu ona yakıştıramazlar. Hattâ onu taşlamak için ellerinde taşla konuşurlar Meryem’le… Lâkin bebeğin konuşması onları şaşkına çevirir. Beşikteyken konuşmuştur Îsâ bebek… Resûlullâh’ın haber verdiği “beşikte iken konuşan üç kişi”den biridir. Bu da bir kerametidir Hazret-i Meryem’in (a.s.)… Evlâdı, Allâh’ın izniyle konuşarak annesinin iffetini, tertemiz ve lekesiz oluşunu îlân edivermiştir.

“Allah, bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine rûhumuzdan üflediğimiz, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdîk eden İmran kızı Meryem’i de (inananlara) örnek gösterdi. O itaat edenlerdendi.” (et-Tahrîm, 12)

“Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de an!) Biz ona rûhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu, cümle âlem için bir ibret kıldık.” (el-Enbiyâ, 91)

Hazret-i Meryem (a.s.), nâmusunu “kale” gibi sapasağlam korumuştur. Fakat azgın İsrailoğulları, onu öldürmeye azmetmişlerdir. Beşikte konuşan bebeğe bile îtimatları yoktur. Materyalist bir toplum oldukları için Cenâb-ı Hak, onlara gözleri ile görecekleri müşahhas bir delil sunmuştur.

Hazret-i Meryem’e (a.s.) ve kucağındaki bu büyük mûcize olan bebeğe yaklaşamayan İsrâiloğulları, bir müddet sonra öfkelerini teskin etmek için mâsumiyetini çok iyi bildikleri Hazret-i Zekeriyya’ya (a.s.) yönelirler. O pâk nebî, gözlerini kan bürümüş bu topluluktan kaçar ve bir ağacın kovuğuna saklanır. Orada kendisini kıskıvrak yakalar ve testereyle ağacı keserek bu yüce peygamberi de şehid ederler.

KAVMİNDEN AYRILIK, MISIR VE ŞAM GÜNLERİ


Kavminin azgınlığı had safhadadır. Öfkelidirler. Kavimlerinin ileri geleni İmran’ın kızı, “babasız çocuk” dünyaya getirmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın ilhamıyla Hazret-i Meryem, kucağındaki oğluyla Mısır’a gider. Amcasının oğlu Yusuf en-Neccâr, onları bir merkebe bindirip götürür, bir tepeye yerleştirir. Âyette bu duruma işaretle:

“Meryem oğlunu (Îsâ’yı) ve annesini büyük bir mûcize kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik.” (el-Mü’minûn, 50) buyrulur.

Hazret-i Meryem ve oğlu Îsâ (a.s.), Mısır’da 12 sene kalırlar. Daha sonra Şam’a giderek Nâsıra’ya yerleşirler. Hazret-i Îsâ, 30 yaşına gelene kadar burada kalır.

Otuz yaşına gelen Îsâ’ya Cebrâil (a.s.) ilk vahyi getirir. O, artık bir peygamberdir. Esmer, salınmış düz saçlı, orta boylu ve al yanaklıdır. Sîmâ olarak Allah Resûlü’nün bildirdiğine göre, sahâbeden Urve bin Mes’ud es-Sakafî’ye benzemektedir.

Ondan evvel Hazret-i Yahya (a.s.) bu kutlu vazifededir. Lâkin İsrâiloğulları ve Filistin valisi Herodos, Hazret-i Yahya’nın (a.s.) peşindedir. Zira o, onların hoşuna gitmeyen şeyler söylemekte, menfaatlerini bozmaktadır. Babası Zekeriyya Peygamber gibi, Yahya peygamberi de şehâdet beklemektedir. Hazret-i Îsâ (a.s.), tevhid mücadelesinde yalnız kalır.

HAZRET-İ MERYEM’İN VEFATI

Tarihî kayıtlar, Hazret-i Meryem’in (a.s.), oğlu Hazret-i Îsâ’nın (a.s.) göğe yükseltilmesinden sonra 6 sene daha yaşadığını bildirir. Kabrinin Kudüs’te veya Şam’da olduğu ifade edilir.

Allah, bu yüce vâlidemizin mekânını âlî eylesin, bizi de cennette kendisine komşu kılsın. Âmîn.

Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 157

http://www.islamveihsan.com/hazreti-isa-ne-zaman-dogdu.html
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

14 Eylül 2019 Cumartesi

KUR’AN’A GÖRE HAZRETİ İSA VE HAZRETİ MERYEM’İN HAYATI


Îsâ -aleyhisselâm-, İsrâiloğulları’na gönderilen peygamberlerin sonuncusudur. Peygamberlerin en yüceleri olan ve kendilerine “ülü’l-azm” denilen beş peygamberden biridir.


Cenâb-ı Hak, Hazret-i Îsâ’nın doğumunu müjdelerken O’nun dünyada ve âhirette şerefli ve îtibarlı, Allâh’a yakın ve sâlih bir kul olacağını haber vermiştir. (Bkz. Âl-i İmrân, 45-46)

Îsâ -aleyhisselâm-, Allâh’ın izniyle daha beşikteyken konuştuğunda şu ulvî vasıflara dikkat çekmiştir:

“Ben, Allâh’ın kuluyum! O, bana Kitâb’ı verdi ve beni peygamber yaptı! Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı. Hayatta kaldığım müddetçe bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı(hayırlı bir evlât) kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (Meryem, 30-32)

Hazret-i Îsâ’ya otuz yaşında peygamberlik verildi. O da he­men vazifesini yapmaya başladı. Bu uğurda pek çok çilelere katlandı. Otuz üç yaşına geldiğinde yahudîler tarafından öldürüleceği sırada Cenâb-ı Hak O’nu semâya yükseltti.

HAZRET-İ MERYEM

Hazret-i Meryem, çok genç yaşta kendisini ibadete ve hizmete adaması, iffeti, sabrı ve Allâh’a teslîmiyeti ile en güzel bir numûne-i imtisâldir. O, Allâh’ın rızâsına ve türlü izzet ü ikramlarına nâil olmuş bir genç kızdır. Allah Teâlâ’nın terbiyesi ve Hazret-i Zekeriyyâ’nın himâyesi altında zarif bir çiçek gibi yetişmiştir. Daha dünyadayken cennet nîmetlerine nâil olmuş, Cebrâil -aleyhisselâm-’ı görmüş ve mûcizevî bir doğumla büyük bir peygamberin annesi olmak şerefine ermiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de ismi zikredilen tek hanım odur. İsmi Kur’ân-ı Kerîm’in 34 yerinde geçmektedir.

Annesi, Hazret-i Meryem’i dünyaya getirdiğinde onu ve zürriyetini şeyta­nın şerrinden koruması için Allâh’a sığındı.[1] Demek ki her işte ve dâimâ Allâh’a sığınmak gerekmektedir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İffetini korumuş olan İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona rûhumuzdan üfledik, o da Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oldu.” (et-Tahrîm, 12; el-Enbiyâ, 91)

Hazret-i Meryem, gece gündüz ibadet ederdi. İsrâiloğulları arasında takvâsıyla tanınmıştı. Hattâ kendisinden kerâmetler zuhûr etmeye başlamıştı. Kur’ân’da “sıddîka” diye medhedilmiştir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hani melekler demişlerdi: «–Ey Meryem! Allah seni seçti, tertemiz yarattı ve bütün dünya kadınlarına üstün tuttu. Ey Meryem! Rabbine ibadet et, secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükûya var!»” (Âl-i İmrân, 42-43)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Meryem hakkında şöyle buyurmuştur:

“İmran kızı Meryem, zamanında dünyada bulunan kadınla­rın en hayırlısıdır. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatîce’dir.” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 69)

Hâsılı Cenâb-ı Hak, Hazret-i Îsâ’yı ve annesi Hazret-i Meryem’i yaşadıkları temiz, iffetli ve Allâh’a itaatle dolu hayatları sebebiyle kudretine bir alâmet kılmıştır. (Bkz. el-Mü’minûn, 50)

[1] Bkz. Âl-i İmrân, 36.

http://www.islamveihsan.com/kurana-gore-hazreti-isa-ve-hazreti-meryemin-hayati.html
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

13 Eylül 2019 Cuma

HZ. MERYEM’İN (A.S.) MABED GÜNLERİ



Hazret-i Meryem’in (a.s.) Nâsıra’da yahut Kudüs’te doğduğu rivayet edilir. Kudüs ihtimali daha kuvvetlidir. Hanne, doğan kızına o dönemde Ârâmî dilinde “ibadet eden” mânâsına gelen “Meryem” ismini verdi.
Kur’ân-ı Kerîm, Meryem Vâlidemizin ağzından dökülen o cümleleri şöyle ebedîleştirir:

“…«Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu, Senin korumanı diliyorum.» der.” (Âl-i İmrân, 36)

Burada Hanne’nin bir endişesi vardır: Kız çocuk, erkeklere nâmahrem olması, hayız ve nifâs görmesi sebebiyle erkek gibi değildir. Bir de o güne kadar Beytü’l-Makdis’e hep erkek çocuklar adanmıştır. Bir kız çocuğunun mescide adanması, daha önce yaşanmamış bir hâdisedir. Fakat Meryem’in annesinin, o daha doğmadan önce Allâh’a verdiği bir söz vardır. Kızını Beytü’l-Makdis’e götürdüğünde kabul edilip edilmeyeceği hususunda endişelidir. Ancak Allah, onun ne doğurduğunu kendisinden daha iyi bilmektedir.

Hanne, evlâdını bir beze sararak Mescid’e götürür. Dönemin geleneksel din anlayışına göre, erkek çocuk mâbede adanır, orada kalır, ibadet eder ve ergenlik çağına ulaşınca da hizmete devam edip etmemeyi kendisi seçerdi. Hanne, bebeği Hârun -aleyhisselâm-’ın soyundan olan ve Beytü’l-Makdis hizmetinde sayıları otuzu bulan din bilginlerinin (Ahbâr) yanına koyar. İlk önce büyük bir tereddüt yaşayan bu âlimler, daha sonra çocuğun “Allâh’a sunulmuş bir adak” ve “İmrân’ın kızı” olmasını göz önünde bulundurarak, onu himâye etmek üzere büyük bir yarışın içine girerler. Bu durum, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade edilir:

“(Ey Rasûlüm!) Bunlar, Sana vahy ettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’i kim himayesine alıp koruyacak diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken Sen onların yanlarında değildin. (Bu konuda)tartışırlarken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrân, 44)

HZ. ZEKERİYYÂ (A.S.)’IN HİMÂYESİ

Hazret-i Zekeriyyâ, Hazret-i Meryem’in teyzesinin kocasıdır. Der ki:

“-Teyzesi benim zevcem olduğundan, onun üzerinde daha çok hakkım vardır.”

Ahbâr, Meryem hakkında kur’a çekmeye karar verirler. Ürdün Irmağı yakınına kadar giderek Tevrat yazarken kullandıkları kalemlerini suya atıp:

“-Kimin kalemine çıkarsa, onun yanında kalsın.” diye sözleşirler.

Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ın kalemi suyun üzerine çıkar, diğerlerinin kalemi suyun dibine batar. Zekeriyyâ -aleyhisselâm- da onun bakımını üzerine alır ve Yahyâ -aleyhisselâm-’ın annesi olan teyzesinin yanına Meryem’i götürür. Büyüyünceye kadar da ona bir süt anne tutar. Hazret-i Meryem, ergenlik çağına ulaşınca Hazret-i Zekeriyyâ, ona mescidde bir oda yaptırır. Hazret-i Meryem kendisi için yapılan özel odada (mihrâb) gece-gündüz ibadetle meşgul olur, Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’dan başka kimseyle görüşmez. Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhisselâm- onun yanına her gelişinde yazın kış meyveleri, kışın yaz meyveleri bulmaya başlar. Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, Hazret-i Meryem’e:

“…«-Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?» diye sorar. O da: «Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir.» şeklinde cevap verir.”[2]

HZ. MERYEM’İN (A.S.) UZAK BİR YERE ÇEKİLMESİ

Hazret-i Meryem, Allâh’a tâat ve kullukta o derece ilerlemiştir ki, rivâyete göre gündüzleri oruç tutar, geceleri ise ayakları şişinceye kadar namaza devam eder.

Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, belki de Hazret-i Meryem’in faziletlerini gördükçe içten içe evlât hasretiyle yanar ve Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvarır:

“Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı. «Rabbim!» dedi. «Benim kemiklerim zayıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, Sana (ettiğim) duâ sayesinde hiç bedbaht olmadım. Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yâkub hânedânına vâris olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!” (Meryem, 3-6)

Bu samimî duâsı, Cenâb-ı Hak katında kabul görür ve Zekeriyyâ -aleyhisselâm- sâlih bir erkek evlatla müjdelenir. Evlâtları Hazret-i Yahyâ doğduğunda kendisi de zevcesi de 90 yaşın üzerindedir.

HZ. MERYEM’İN (A.S.) ALLAH TARAFINDAN SEÇİLMESİ


“Hani melekler; «Ey Meryem! Allah seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı. Ey Meryem! Rabbine dîvan dur. Secde et ve (O’nun huzûrunda) rükû edenlerle beraber rükû et» demişlerdi.” (Âl-i İmrân, 42-43)

Âyet-i kerîmede de geçtiği üzere, Hazret-i Meryem Allah tarafından “seçilmiştir”, ama niçin?

Âlimlere göre, ibadet ve takvâsının çokluğu, şerefi, her türlü vesveseden temiz oluşu sebebiyle Allah Teâlâ, Hazret-i Meryem’i “seçmiş” ve onu “dünya kadınlarına üstün” kılmıştır. Yeryüzünde daha önce hiç gerçekleşmemiş bir hâl olmuş ve bir mûcize eseri; Hazret-i Meryem, hiç evlenmeden, hattâ eline bir erkek eli bile değmeden bir evlât dünyaya getirmiştir. Cenâb-ı Hak, onun şahsında eşsiz kudretini göstermiş ve insanları büyük bir imtihan ile yoklamıştır.

Hazret-i Meryem, kendi hâlinde ibadetle meşgul olurken hayret verici bir hâdiseyle karşı karşıya kalmıştır:

“Hani melekler şöyle demişti: «Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu Îsâ Mesih’tir. Dünyada da, âhirette de îtibarlı ve Allâh’a çok yakın olanlardandır. O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, sâlihlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 45-46)

HZ. MERYEM’İN CEBRAİL (A.S.) İLE GÖRÜŞMESİ


Hazret-i Meryem’in Cebrâil -aleyhisselâm- ile karşılaştığı zamanlarda 13, 15 veya 17 yaşlarında olabileceği ileri sürülmüştür. Yahudi geleneklerine göre, bir kız 14 yaşına kadarki sürede evlenirdi. Hazret-i Meryem’in oğlunu dünyaya getirdiğinde bu yaşlarda olduğu sanılmaktadır. Babası olmadığı için bu bebeğe, “Meryem oğlu Îsâ” denilmiş, annesine nisbet edilmiştir. Hazret-i Meryem, bu müjdeyi alır almaz hayretler içinde Allâh’a yakararak şöyle der:

“Meryem: «Rabbim!» dedi, «Bana bir erkek eli değmediği hâlde nasıl çocuğum olur?» Allah şöyle buyurdu: «İşte böyledir. Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece «Ol!» der; o da oluverir.» (Melekler, Meryem’e hitâben Îsâ hakkında sözlerine devamla şöyle dediler:) «Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrât’ı, İncîl’i öğretecek.»” (Âl-i İmrân, 47-48)

Bu durum, Meryem Sûresi’nde ise şöyle anlatılır:

“(Ey Rasûlüm!) Kitap’ta (Kur’ân’da) Meryem’i de an. Hani âilesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş ve (kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrâil’i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü. Meryem:

«-Senden, Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen, (bana kötülük etme)!» dedi. Cebrâil:

«-Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim.» dedi. Meryem:

«-Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?» dedi. Cebrâil:

«-Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mûcize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir.» dedi.” (Meryem, 16-21)

HAZRET-İ MERYEM’İN (A.S.) HAMİLE KALMASI


Hazret-i Meryem’in hâmile kaldığında, birkaç kez âdet gördüğü ifade edilir. Muhtemelen âdet dönemlerinde mâbedden uzak bir yere gider yahut teyzesinin yanında kalır, dînen temiz olduğu zamanlar mescide dönerdi. Hazret-i Meryem, kavminden uzak bir yerde bulunduğu sırada Cebrâil -aleyhisselâm- yakışıklı bir erkek sûretinde görünür. Hazret-i Meryem ondan korkar ve:

“-Rahmân’a sığınırım, senden!” der.

Onun kendisine dokunmak istediğini sanır. Müfessir İbn-i Kesîr der ki:

“Hazret-i Meryem, «Rahmân’a sığınırım senden!» deyince, melek silkinmiş ve aslî sûretine dönmüştür. «Ben bir elçiden başka bir şey değilim!» demiştir.”

“Nâmusunu korumuş olan kadını da (Meryem’i de) hatırla. Ona rûhumuzdan üflemiştik. Kendisini de, oğlunu da âlemlere (kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık.” (el-Enbiyâ, 91)

Cebrâil -aleyhisselâm-; Rabbinin emrini yerine getirir. Rivâyetlerde bu hususta farklı bilgiler olsa da hepsi ortak noktada buluşan ve birbirini tamamlayan yorumlardır. Cebrâil -aleyhisselâm-, Hazret-i Meryem’in; “gömleğinin yakasından”, “kolunun içerisinden gömleğine doğru” yahut “gömleğinin cebine” üfürür, bu üfürme vesîlesiyle Hazret-i Meryem, Allâh’ın izniyle hâmile kalır. En doğrusunu Allah bilir.

[1] Meryem, 16.

[2] Bkz: Âl-i İmrân, 37.

Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 156
http://www.islamveihsan.com/hz-meryemin-a-s-mabed-gunleri.html
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

12 Eylül 2019 Perşembe

HZ. ZEKERİYA (as) HAYATI



Zekeriyyâ kelimesinin aslı İbrânîce Zekarya’dır ve “Yahve hatırlar” anlamına gelir. İslâmî kaynaklarda da kelimenin İbrânîce olduğu ve Zekeriyyü, Zekeriyyâ şeklinde telaffuz edildiği belirtilmektedir (İbn Düreyd, II, 324; Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, s. 349; Jeffery, s. 151).

Benî İsrâîl peygamberidir. Soyu, Süleyman -aleyhisselâm-’a ulaşır. Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ’da Tevrât yazar ve kur­ban kesmeyi idâre ederdi. Mûsâ -aleyhisselâm-’ın dînini kuvvet­lendirirdi. Marangozluk yapar, el emeği ile geçinirdi. Kavmi tara­fından şehîd edilmiş olup türbesi Halep’tedir.

ALLAH’TAN (C.C) PEYGAMBER İSTEDİLER

Zekeriyyâ -aleyhisselâm- zamanında Şam ve Kudüs, Batlamyusçular’ın elindeydi. Bunlar, Beyt-i Makdis’e hürmet eder­ler ve İsrâîloğulları’nı hoş tutarlardı. Bu kavmin uluları, ibâdethâneden hiç dışarıya çıkmazdı. Beyt-i Makdis’te gece-gündüz ibâ­det ederlerdi. O zamanlar İsrâîloğulları arasında bir peygamber yoktu. Kendilerine bir peygamber göndermesi için Allâh’a ilticâ ettiler.

Nihayet Zekeriyyâ -aleyhisselâm- Allâh -celle celâlühû- ta­rafından peygamber olarak gönderildi.

Beyt-i Makdis’te dört yüz âzadlı âbid ibâdet etmekteydi. Âzadlı bir kişi, Allâh katında mûteber olmak isterse, hanımı hâ­mile olunca:

“–Yâ Rabbî! Oğlum olursa, onu sana ibâdet için Beyt-i Makdis’e nezir (adak) olarak adadım.” derdi.

Bu şekilde erkek çocuklar mutlakâ Beyt-i Makdis’e adanırdı. Bu âdet, Mûsâ -aleyhisselâm- zamanından kalmıştı. Allâh -celle celâlühû-, Mûsâ -aleyhisselâm-’a buyurmuştur:

“–Ey Mûsâ! Ben, kullarımdan o kişiyi severim ki, gençlik za­manından ihtiyarlık hâline kadar ömrünü ibâdetle geçirmiştir. Gençliğinde günah işlememiş ve gönlünü yalnızca bana bağla­yarak benim sevgimi kazanmıştır.”

HZ. ZEKERİYA’NIN (A.S) KÜNYESİ

Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, Süleyman -aleyhisselâm-’ın so­yundan olan Elisa ile evlendi. Elisa, Meryem’in annesi olan Hunne’nin kızkardeşidir. Hunne’nin kocası, İmrân’dır.

Zekeriyyâ -aleyhisselâm- ile Elisa’dan Yahyâ -aleyhisselâm- doğmuştur.

HZ. ZEKERİYA’NIN (A.S) KUR’AN’DA GEÇEN ÖZELLİĞİ

Hz. Zekeriyyâ’nın Kur’an’da anılan bir başka özelliği de annesi tarafından mâbede adanan Hz. Meryem’in himayesini üzerine almış olmasıdır. Hz. Meryem’in mâbedde kimin himayesinde kalacağı hususunda İmrân ailesi arasında kura çekilince kura Hz. Zekeriyyâ’ya çıkar. Rivayete göre Hz. Meryem’in korunmasını üstlendikten sonra Hz. Zekeriyyâ mâbedde Hz. Meryem’e tahsis ettiği dua odasına (mihrab) her çıkışında onun yanında taze meyveler bulur. Bazı rivayetlere göre taze meyvelerden maksat onun kışın yaz meyvelerini, yazın da kış meyvelerini bulmasıdır. Meryem’e Allah tarafından meyveler ihsan edildiği bilgisine yer verilen rivayetlerde bu durumun Zekeriyyâ’yı, Allah’ın tıpkı Meryem’e mevsim dışı meyveler ihsan etmesi gibi yaşlanmış bedenlerinde bir çocuk üretebileceği düşüncesine sevkettiği ve bunun için Allah’a dua ettiği belirtilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de adı altı yerde geçen Zekeriyyâ (Âl-i İmrân 3/37, 38; el-En‘âm 6/85; Meryem 19/2, 7; el-Enbiyâ 21/89) duası kabul edilen, hayırlı işlere koşan (el-Enbiyâ 21/90), namaz kılan (Âl-i İmrân 3/39), Meryem’i himaye eden (Âl-i İmrân 3/37) bir kişi ve Allah’ın kulu olarak (Meryem 19/2) anlatılmaktadır (Fîrûzâbâdî, VI, 92-93). Kaynaklarda Zekeriyyâ’nın Dâvûd ve Süleyman soyundan geldiği zikredilmektedir.

HZ. ZEKERİYA’NIN DUASI


Hz. Zekeriya’nın (a.s.) Kur’an-ı Kerim’de geçen duası…

Zekeriya (a.s.), Allah’a dua edip kendisine çocuk ihsan etmesini istemişti:

وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ

“(Ey Peygamberim!) Zekeriya’yı da (an). O, Rabbine; ‘Rabbim! Beni tek (yalnız başıma çocuksuz) bırakma. Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şeyim sana kalacaktır)’ diye dua etmişti.” (Enbiyâ, 21/89)

Yüce Allah, Zekeriya Peygamberin duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir:

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ

“Onun duasını da kabul buyurduk ve ona Yahyâ’yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmağa elverişli bir hâle getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi.” (Enbiyâ, 21/90)

HZ. ZEKERİYA ŞEHİT EDİLDİ

İslâmî kaynaklarda onun tıpkı oğlu Yahyâ gibi şehid edildiği belirtilmektedir.

Bir hadiste marangozluk yaptığı bildirilen Zekeriyyâ’nın (Müsned, II, 296; Müslim, “Feżâǿil”, 169) vefatıyla ilgili hıristiyan kaynaklarında bilgi yoktur; İslâmî kaynaklarda ise onun tıpkı oğlu Yahyâ gibi şehid edildiği belirtilmektedir. Buna göre Yahyâ’nın Büyük Herod tarafından idam edilmesinden sonra yaşadığı bölgeden kaçan Zekeriyyâ yarılmış bir ağacın kovuğunda saklanmış, ancak şeytan onun elbisesinin bir kenarını dışarıda bırakmış, daha sonra düşmanlarına haber vermiş, onlar da ağacı keserek ikiye bölmüş, böylece Zekeriyyâ şehid edilmiştir (Sa‘lebî, s. 238-239). Türbesinin Halep Ulucamii bitişiğinde olduğu rivayet edilmektedir (DİA, XV, 248-249).

Türbesinin Halep Ulucamii bitişiğinde olduğu rivayet edilmektedir (DİA, XV, 248-249). (Vefatı Kaynak:Türkiye Diyanet Vakfı -İSAM)
http://www.islamveihsan.com/hz-zekeriya-kimdir-hz-zekeriya-hayati.html
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

11 Eylül 2019 Çarşamba

TEVBE SÛRESİ 128.- 129. ayetlerin tefsiri


Rasulullah (S.A.)'ın Sıfatları, Ümmetiyle İrtibat Halinde Oluşu
128- Şüphesiz ki size sizin içinizden bir peygamber gelmiştir. Sizin sıkıntıya düşmeniz O'na çok ağır gelir. O, size son derece düşkündür. Müminlere çok şefkatli ve çok merhametlidir.

129- (Ey Peygamber!) Senden yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvendim. O yüce Arşın Rabbidir."


Açıklaması


Allah müminlere kendi içlerinden yani kendi cinslerinden ve kendi dille­rinde konuşan bir Peygamber göndermek suretiyle büyük bir lütufta bulun­muştur.

Ey Araplar! Size kendi cinsinizden ve kendi dilinizden bir peygamber geldi.

Nitekim bir ayet-i kerimede, "Okuma yazma bilmeyenlere kendilerinden bir peygamber gönderen Odur." (Cum'a, 62/2) buyurulmaktadır. Bir başka ayet-i kerimede ise, "Allah müminlere kendilerinden... bir peygamber gönder­mekle büyük bir lütufta bulundu." (Al-i İmran, 3/164) buyurulmaktadır.

Allah bu peygamberi şu beş sıfatla tavsif etmiştir.


1- "Sizin içinizden" yani Araplardan olması. Bu ifadeden maksat Arapları O'nu desteklemeye teşvik etmektir.

İbni Abbas diyor ki: Araplardan hiçbir kabile yoktur ki, Peygamberimiz (s.a.)'in doğumu onlarla ilgili olmasın. Mudar, Rabia, Yemenli kabilelerden ta­mamı onunla ilgilidir. Yani onun nesebi bütün Arap kabilelerine dağılmıştır.

2- "Sizin sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir." Sizin dünya ve ahirette meşak­kat çekmeniz ve zorluklarla karşılaşmanız ona çok ağır gelir. Çünkü o sizden­dir, sizin acı duymanızdan acı duyar, sizin sevincinizle sevinir.

3- "O, size son derece düşkündür." Sizin hidayeti bulmanıza ve hidayete de­vam etmeniz hususunda, dünya ve ahirette size hayırların ulaşmasında son derece gayretlidir.

4- "Müminlere çok şefkatli ve çok merhametlidir." İbni Abbas (r.a.) diyor ki: Allah O'nu kendi isimlerinden iki isimle -"Rauf" ve "Rahim" isimleriyle- adlan­dırdı.

Eğer -müşrikler ve münafıklar- senden, senin peygamberliğine iman et­mekten, senin şeriatınla doğru yolu bulmaktan yüz çevirirlerse onlara de ki: -Düşmanlara karşı yardım etmek hususunda- "Bana Allah yeter."

"O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur." Kendisine yalvarıp yakaracağım, boyun eğeceğim, O'ndan başka ibadete lâyık hiçbir varlık yoktur. Sadece Ona güven­dim. İşimi sadece O'na havale ettim. O'ndan başkasına itimat etmiyorum.

"O yüce Arş'ın Rabbidir." Arş yeryüzü, gökyüzü ve ikisi arasındaki bütün varlıkların tavanıdır. Burada özellikle Arş'ı zikretti. Çünkü O mahlûkatın en büyüğüdür. O zikredilince Onun altındaki bütün varlıklar buna dahil olur. Bü­tün mahlûkatın işlerinin idaresi sadece Allah'a aittir. "O, Arş'a istiva eyledi. Her şeyi O tedvir eder." (Yunus, 10/3).

Ebu Davud, Ebu'd-Derda'dan şöyle rivayet etmektedir: "Kim sabah ve ak­şam Hasbiyallahu... duasını (Tevbe suresinin son ayetindeki duayı) yedi defa okursa bunu okurken sadık da olsa yalancı da olsa onu endişeye düşüren işle­rinde Allah O'na yeter."

Nakkaş'ın rivayetinde Übeyy b. Ka'b diyor ki: Kur'an'ın, kulu Allah'a en yakın kılan ayetleri, Tevbe suresinin son iki ayetidir.

Sahabe-i kiram Kur'an bir mushaf içerisinde toplandığı zaman bu iki ayeti "Berae" suresi'nin sonuna koyma hususunda ittifak etmişlerdir.

İmam Ahmed, Buharî, Tirmizî ve diğer bazı alimler Hz. Ebubekir (r.a.) za­manında Kur'an'ın toplanması ve yazılması konusunda Zeyd b. Sabitin şu sö­zünü rivayet etmişlerdir. Tevbe suresinden iki ayeti Huzeyme el-Ensarî'nin ya­nında buldum. Bu iki ayeti "Lekad caekum.." başka birinin yanında bulama­dım. Yani İbni Hacer'in belirttiği gibi, her ne kadar bu iki ayet onun ve başka­larının ezberinde olsa bile yazılı olarak sadece onun yanında buldum.

İbni Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in rivayetine göre, Ensar'dan bir zat bu iki ayeti Hz. Ömer (r.a.)'e getirdi. Hz. Ömer, "Buna kesinlikle senden şahit isteme­yeceğim. Rasulullah (s.a.) bu ayetleri aynen bu şekilde okuyordu" dedi. [86]



[86] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/84-85.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

10 Eylül 2019 Salı

Kadının İhtilam Olması

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
5. BÖLÜM GUSÜL

22. Kadının İhtilam Olması

282- Ümmü Seleme validemizden şöyle nakledilmiştir: "Ebu Talha'nın eşi Ümmü Süleym Rasulullah'a 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem gelip 'ey Allah'ın elçisi! Allah Teâlâ haktan utanmaz. İhtilam olan kadına gusül abdesti gerekir mi?' diye sordu. Hz. Peygamber, 'Su gördüğü zaman evet' cevabını verdi."

(Allah Teâlâ haktan utanmaz) Ümmü Süleym, utanılacak bir konuyu açma­dan önce mazur görülmesini sağlamak için bu ifadeyi kullanmıştır. Buradaki utanma, lügat anlamındaki utanmadır. Zira dinin ön gördüğü utanmanın tama­mı hayırlıdır. "İman Bölümünde" lügat bakımından hayanın (utanmanın), deği­şiklik ve pişmanlık olduğunu İfade etmiştik. Bu anlamıyla hayanın Allah Teâlâ için kullanılması imkansızdır. Bu durumda söz konusu ifade şu anlama gelir: Allah Teâlâ hakkı öğrenmede hayalı olmayı emretmez, bir başka deyişle hakkın anlatılmasına engel olmaz.

Allah Teâlâ'ya sıfat İsnat edilirken tevile gerek olduğu söylenmiştir.
[Doğrusu,her halükarda tevile gerek yoktur.Çünkü Allah Teala diğer sıfatlarında olduğu gibi şanına yakışır şekilde ve mahlukata benzemeksizin haya ile tavsif edilir.Birçok dini metinde bu şekilde vasıflandırılmıştır. O halde, şanına yakışır bir şekilde haya sıfatını taşıdığını kabul etmek gerekir.Bu ehl-i sünnetin kitap ve sahih sünnette varid olan sıfatların tamamına ilişkin görüşüdür.Kurtuluş yolu da budur.Hasılı okuyucu buna dikkat etmeli ve tevilden sakınmalıdır. Allah herşeyin en iyisini bilir.(İbn Bâz] Nefyederken ise nefyedilen şeyin mümkün olduğu şart konulmamıştır. Burada ortaya çıkan mana, Allah Teâlâ'nın hak dışındaki hususlarda haya duyduğunu gösteri­yor. Bu durumda O'na bir sıfat nispeti söz konusudur. Dolayısıyla bu durumda tevile ihtiyaç duyulur.

(Su gördüğü zaman) Yani uyandığı vakit, meni gördüğü zaman. Bir riva­yette hanımlara hitaben "Sizden biriniz su gördüğü zaman gusül abdesti alsın" buyrulmuştur. Ayrıca söz konusu rivayette "Ümmü Seleme, 'kadın ihtilam olur mu?' diye sordu." ilavesi yer almıştır. İbn Battal, bu hadisin bütün kadınların ihtilam olduğuna delil teşkil ettiğini söylemiştir. Onun dışındakiler ise, tam aksine bu hadiste bazı kadınların İhtilam olmadığına dair delil bulunduğunu ifade etmişlerdir. Görünen o ki, İbn Battal, bu sözüyle bütün kadınların ihtilam oldu­ğunu değil, ihtilam olabileceğini kasdetmiştir. Bir başka ifade ile bütün kadın­larda ihtilam olma kabiliyetinin bulunduğunu anlatmaya çalışmıştır.

Bu hadis, orgazm olan kadının gusül abdesti alması gerektiğine ve kadınla­rın kendileriyle ilgili meseleleri sorup öğrenmelerine delil teşkil eder. Meydana gelen şer'î olaylar ders çıkanlması hedeflendiği için, ayrıntılı olarak anlatılır.

Ayrıca bu hadiste hayrete düşen kimselerin tebessüm edebileceğine dair de­lil vardır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

9 Eylül 2019 Pazartesi

Ölünün evinde yemek yemek doğru mudur?


Ölünün akrabaları ve komşularının ölü evine yemek yapıp götürmesi müstehaptır. Çünkü rivayet edildiğine göre,

"Cefar b. Ebu Talib (ra) öldürülünce, Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdu:

"Caferin ailesine yemek yapıp götürün. Çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir musibet gelmiştir."(Ebu Davud, Cenaiz, 25-26)

Komşular, yaptıkları yemekleri ölü ailesine yardımda bulunmak ve kalplerini kazanmak için gönderirler. Çünkü cenaze sahipleri musibetle, gelen gidenlerle meşguliyet sebebiyle yemek yapamamış olabilirler.

Bunun aksine ölü evinin gelen gidenlere yemek hazırlaması mekruhtur, bidattır, aslı esası yoktur. Çünkü böyle yapmakla ölü ailesinin sıkıntı ve kederi bir kat daha arttırılmış olur, meşguliyetlerine meşguliyet katılmış ve cahiliyye döneminin adetlerine benzetilmiş olur. Hele ölünün varisleri arasında ergenlik çağına girmeyen çocuklar varsa, böyle bir evde yemek hazırlayıp misafirlere ve ziyaretçilere takdim etmek haramdır.

Cerir b. Abdullah şöyle demiştir:

"Eğer yemek yapmaya ihtiyaç varsa caizdir. Çünkü ölü evine cenaze ve taziye için köylerden ve uzak yerlerden gelenler olur, ölü evinde gecelemeleri gerekirse, o takdirde yemek yapılıp yedirilebilir."

(bk. Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi)


https://sorularlaislamiyet.com/olunun-evinde-yemek-yemek-dogru-mudur-eger-yanlis-veya-sakincasi-varsa-nedir
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

5 Eylül 2019 Perşembe

Hac zamanında eşle ilişki, ihramda dikişli terlik konuları


Soru:

1. Hac için harem bölgesinde bulunduğun süre zarfında; yani yasaksızken insanın eşiyle ilişkiye girmesinde bir sakınca var mıdır?
2. İhramlı iken giyilen terliğin dikişli olmasında bir sakınca var mıdır?

Cevap:

1. İhramlı değil iken harem bölgesinde kişinin, eşi ile cinsel temas yapması caizdir.
2. Terlik sandalet veya yanlar ve üstü kısmen açık olur, ayağı topuklara kadar tamamen kapatmazsa ihramlının bunu giymesi caizdir. Dikişli olmasında sakınca yoktur.


http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00040.htm
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

4 Eylül 2019 Çarşamba

Kadınların kabir ziyareti yapması, ilgili hadisler


Soru:
Geçenlerde kabir ziyareti yapan kadınların Peygamber (as) tarafından lanetlendiği şeklinde bir hadis okudum. Sorum böyle bir şeyin olup-olmadığı. Ayrıca kabirlerde bir şey okunup okunmaması ve yine ölen kişinin arkasından Kuran-ı Kerim okunup-okunmaması konusunda; bilgi verirseniz sevinirim. Bir de ölen kişi için bağışlanma dilenip-dilenmeyeceği ve de onun faydasına hayır hasenat yapılıp-yapılmayacağı.

Cevap:
1. Peygamberimiz (s.a.), İslam'ı tebliğ ederek, bir topluluk içinde onu uygulayarak, aynı zamanda büyük bir inkılab olan İslam'a insanları alıştırmak/intibak ettirmek üzere tedbirler alarak yaklaşık 23 yıl yaşadı. Tabîî kendisi de bir beşer/insan idi, her söylediği, her yaptığı -meşru olmakla beraber- herkesi bağlayan, bütün müminlerin uyması gerekli olan davranışlar değildi. Onun davranışlarını bağlayıcılık bakımından sınıflandırma işi sahâbe devrine kadar uzanır.


Yukarıdaki soruda O'nun, kadınların kabir ziyaretleri ile ilgili bir sözü nakledilmektedir. Bu örnekte olduğu gibi, aynı konuda birbiri ile çelişir gözüken birden fazla hadisin rivayet edildiği de az değildir. Bu durumda ehli ve uzman olanlar inceleme yaparlar, ya hadislerin bir kısmının sahih olmadığını (rivayet edilen şekliyle Peygamberimize ait bulunmadığını) tesbit ederler veya çeşitli yollardan çelişkiyi ortadan kaldıran yorumlar ve açıklamalar yaparlar. Burada bir uygulama olsun diye kabir ziyareti konusunda rivayet edilen ve muteber kaynaklara girmiş bulunan başlıca hadisleri aktaralım:
a) Size kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım, Muhammed'e anasının kabrini ziyaret izni verildi, artık siz de kabirleri ziyaret edin; çünkü bu size âhireti hatırlatır. (Tirmizî)
b) İbn Ebî Müleyke anlatıyor: Bir gün Hz. Âişe kabristan tarafından çıkageldi, kendisine sordum:
- Ey müminlerin anası! Nereden geliyorsun?
- Kardeşim Abdurrahman'ın kabrinden geliyorum.
- Resûlullah (s.a.) kabir ziyaretini yasaklamadı mı?
- Evet, kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştı, fakat sonra izin verdi. (Sünenü'l-Esram).
c) Resûlullah durmadan kabirleri ziyaret eden (işleri güçleri kabirleri ziyaret etmek olan) kadınları lanetlemiştir. (İbn Mâce, Tirmizî).
d) Hz. Âişe sevgili eşi Efendimize soruyor:
- Kabirleri ziyaret ettiğimde ne diyeyim yâ Resûlallah?
- Şöyle de: "Bu yerlerin mümin sakinlerine selam olsun! Biz de Allah dilerse size katılacağız. Size de bize de Allah'tan âfiyet (af ve iyilik) diliyorum! (Buhârî, Müslim).
e) Hz. Fâtıma her Cuma günü amcası Hamza'nın kabrini ziyaret eder, orada namaz kılarak Rabbine ibadet ve amcası için dua eder, ağlardı. (Hâkim)
Konu ile ilgili olup yukarıdakileri bir şekilde tekrarlayan, destekleyen başka rivayetler de vardır. Bu hadislerin bazları, rivayetleri sağlam olmamakla tenkit edilmiştir. Sağlam olanlar arasındaki çelişki de "önce şu sebeple yasaklandı sonra şu sebeple izin verildi" denilerek giderilmiştir. Kadınların kabir ziyaretleri konusunda lânet hadisi bulunmakla beraber Hz. Fâtıma, Hz. Âişe gibi büyüklerimizin kabir ziyaretlerine dair sağlam rivayetler de vardır. Bunların karşısında lanet hadisi, "ziyaret konusunda aşırı gidenler, diğer vazifeleri aksatanlarla ilgilidir, genel değildir" şeklinde yorumlanmıştır.
Sonuç olarak kadınların ve erkeklerin normal ölçülerde kabir ziyaretleri meşrudur; buna İbn Hazm gibi, "Hayatta bir kere olsun ziyaret vacibdir" diyenler bile olmuştur (Şevkânî, Neylü'l-evtâr, V, 117-120).
Kabir ziyaretinin asıl amacı ibret almak, ölümü ve âhireti hatırlamak olmalıdır. Ölüler için selam vermek, dua etmek, sevab onların olsun diye çeşitli ibadetler yapmak da meşrudur. Kabristan'da, özellikle mezara karşı namaz kılmak, ölü kim olursa olsun ondan bir şey istemek caiz değildir.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00019.htm
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

1 Eylül 2019 Pazar

Peygamberimizin (sas) Öptüğü Eller

Dersten Cümleler

“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

‘Tarihi ‘ tekerrür ‘ diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

İslam’ın süvarisi olarak bilinen Miktad b. Amr…

“Allah’ım senden tek isteğim, aziz olan bu dinin kıyamete kadar aziz kalmasıdır. Allah’ım, ben öleyim ama İslam’ın zillete düştüğünü görmeyeyim.”
Sevgilinin en sevgilinin her hatırası O’nu hatırlattığı için bizlere, her hatıra O’ndan dolayı değerlidir.

“Bu el Allah ve Resulü’nün sevdiği eldir. Bu ele Cehennem azabı dokunmayacaktır.”

“O genç insanlara muhtaç olmamak, ona buna el açmamak, evde yemek bekleyen küçük çocuklarına, hanımına, ihtiyar anne ve babasına bakmak için yaptığı bu gayret Allah yolunda cihad gibidir.”

İmam Gazali İhyası’nda, Hz. İsa’dan bir menkıbe anlatır bize…

“Menkıbelerde asla bakılmaz, fasla bakılır!”

“Desenize asıl ibadet eden o çalışan kardeşidir, asıl takdiri hak eden odur.”

“Siz ondan daha hayırlısınız! Sizin en hayırlınız başkalarına yük olmadan kendi işini kendi görendir.”

“Keşke o zatın bir mesleği, uğraştığı bir işi olsaydı!”

Hz. Ömer: “Şimdi gözümden düştün, git bir işe gir, bir meslek edin, öyle yanıma gel!”

İşveren ahlakı: adalet ve ihsan…

Kasas Süresi’nde geçen Şuayb’ın kızlarının kıssası…

“İffetin önemini, ideal muallim ve talebe ahlakını, kadın-erkek ilişkilerinin düzeyini, nikahın bereket ve geçerliliğini, iffetin sadece kadına has bir durum değil, erkeğinde en büyük ziyneti
olduğunu!”

“Şuayb’ın iki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, kaviy ve emin/ güçlü ve güvenilir olandır, dedi.”

“Kaviyy ve Emin! Ehliyet ve Emniyet!”

İşveren: Adalet ve İhsan…
İşçi: Ehliyet ve Emniyet…

İbn Haldun’a göre işçiler dört sınıfa ayrılır.

1- Güvenilir ve becerikli olanlar
2- Ne becerikli ne de güvenilir olanlar
3- Becerikli ama güvenilir olmayanlar
4- Güvenilir ama becerikli olmayanlar

İşçi Ahlakı’nın beş temel ilkesi:

1- Rezzak olan Rabbin tüm rızıkları kulları arasında taksim etmiştir, sana da bundan belli paylar düşmüştür. Haline ve rızkına, rıza göster ki, haddi aşmayasın.
2- Sana tevdi edilen her iş bir emanet, sen ise emanetçisin. Emanete ihanet etme ki, nifaka bulaşmayasın.
3- Geçimini temin ettiğin kapıyı kendi işin gibi görmelisin. Çalıştığın iş yerini kendine aitmiş gibi sahiplenmelisin ki, işin hakkını ortaya koyabilesin.
4- Karşılıklı haklara riayet etmeli, asla hakkın olmayan beklentilere girmemelisin. Bu konuda hassas olmalısın ki, berekete nail olabilesin.
5- İş verenine karşı vefalı olmalı, yapılan ihsanları asla küçük görmemelisin. İnsanlara teşekkür etmeyi kendine ahlak olarak edin ki, Allah’a da gerçek manada şükür edebilesin.

1- Rezzak olan Rabbin tüm rızıkları kulları arasında taksim etmiştir, sana da bundan belli paylar düşmüştür. Haline, rızkına, rıza göster ki, haddi aşmayasın.

“Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Nebi ve Resul olarak da Efendimiz’den razı olduk, olmalıydık!”
Bazen mahrumiyetin, bazen mazhariyetin nimet olduğu unutulmamalıdır.

2- Sana tevdi edilen her iş bir emanet, sen ise emanetçisin. Emanete ihanet etme ki, nifaka bulaşmayasın.

“Hepiniz çobansınız ve raiyetiniz altındakilerden sorumlusunuz. Devlet başkanı sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi sorumludur ve ailenin fertlerinden mesuldür. Hizmetçi/İşçi efendisinin işverenin malından, işinden sorumludur ve kendisine emanet edilenlerden mesuldür.” (Buhari, İstikraz, 20)

3- Geçimini temin ettiğin kapıyı kendi işin gibi görmelisin. Çalıştığın iş yerini kendine aitmiş gibi sahiplenmelisin ki, işin hakkını ortaya koyabilesin.

“Muhakkak ki Allah, sizden birinizin yaptığı işi sağlam ve güzel yapmasından hoşnut olur.” (Suyûtî, Fethu’l-Kebîr, I, 354)

“Kendisi için istediğini, mümin kardeşi için istemeyen kamil manada iman etmiş sayılmaz.”

4- Karşılıklı haklara riayet etmeli, asla hakkın olmayan beklentilere girmemelisin. Bu konuda hassas olmalısın ki, berekete nail olabilesin.

“İlâhî teveccüh, yardım, işçinin çalışmasına göre iner. Kimin çalışması en güzel, en sağlam olursa, hasenat (sevablar, iyilikler) ona kat kat ve pek çok olarak verilir.” (Siracül-Münîr, c: 1,
s: 413.)

5- İş verenine karşı vefalı olmalı, yapılan ihsanları asla küçük görmemelisin. İnsanlara teşekkür etmeyi kendine ahlak olarak edin ki, Allah’a da gerçek manada şükür edebilesin.
Ebu Hureyre bize naklediyor, Hadis Tirmizi’de geçiyor, (Birr, 35) “İnsanlara teşekkür etmeyen kimse

Allah’a da şükür edemez.”

Buhari, Müslim rivayeti; İbn Abbas naklediyor, Efendimiz (sas) buyurdular ki: “Bana cehennem gösterildi. Baktım, oradakilerin çoğu inkarcı kadınlardan oluşuyor.”

“Ya Resulullah! Onlar Allah’ı mı inkar ettiler de küfre düştüler? Efendimiz dedi ki: “Hayır, onlar kocalarının kendilerine yaptıkları iyilikleri küçük görüp, inkar ederler. Onlardan birine bir ömür boyu iyilik etsen, sonra da senden dolayı bir sıkıntı ile karşılaşsa: “anında, senden bir hayır görmedim, keşke seninle evlenmeseydim! falan derler.”

“Allah babanla perdesiz bir şekilde cennette konuştu. Onu diriltti ve ona sordu; ne istersin benden? Baban dedi ki: Ya Rabbi! Şehit olmak ne güzel bir duyguymuş ne olur beni bir daha dünyaya gönder, gideyim senin için savaşayım öleyim, bir daha senin huzuruna geleyim. Yine beni gönder, gidip yine geleyim ve bu hal hep devam edip dursun! Rabbimiz babana dedi ki: Hüküm verilmiştir, bir daha dünyaya dönmek yoktur! Rabbinin bu sözü üzerine baban dedi ki: “O zaman Ne olur Ya Rabbi! Şehitlerin elde ettikleri bu güzellikleri bunlardan habersiz olan kardeşlerimize bildir!” Bunun üzerine Rabbimiz, Ali İmran Süresinin 169. ayetini indirdi. “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler ve Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar!..”

“Allah’ım eğer bana yolunda şehadet nasip etmeyeceksen, hiç değilse çoluk çocuğuma helal lokma getirmek için yola çıktığımda, bir iş üzerinde canımı al!

İşçilerimize ehliyet ve emniyet, iş verenlerimize adalet ve ihsan, hepimize de ihlas ver….


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:
http://www.siyertv.com/peygamberimizin-sas-optugu-eller/
at 09:00 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Bu Blogda Ara

Öne Çıkan Yayın

ŞÜKÜR SECDESİ

BİR NİMETE KAVUŞUNCA VEYA BİR SIKINTIDAN KURTULUNCA ŞÜKÜR SECDESİ YAPMANIN İYİ BİR DAVRANIŞ OLDUĞU Hadisler 1161. Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıy...

Blog Arşivi

  • ▼  2025 (308)
    • ▼  Haziran 2025 (49)
      • 99- Zilzâl Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
      • 98- BEYYİNE SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
      • 98- Beyyine Suresi - 6-8 . Ayet Tefsiri
      • 98-Beyyine Suresi - 5 . Ayet Tefsiri
      • 98- Beyyine Suresi - 4 . Ayet Tefsiri
      • 98- Beyyine Suresi - 1-3 . Ayet Tefsiri
      • 98-Beyyine Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
      • 97- KADR SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
      • 97- Kadir Sûresi 4-5. Ayet Tefsiri
      • 97- Kadir Sûresi 1-3. Ayet Tefsiri
      • 97-Kadir Suresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
      • 95- TÎN SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
      • 95- Tîn Suresi - 8. Ayet Tefsiri
      • ***Kurban Bayramı
      • Kurban Bayramında yapılan ibadet ve merasimlerin d...
      • 95- Tîn Suresi - 7 . Ayet Tefsiri
      • 95- Tîn Suresi - 5-6 . Ayet Tefsiri
      • Teşrik tekbirlerinin dinî hükmü nedir, bu tekbirle...
      • ***Riyâzü's Sâlihîn'in "AREFE GÜNÜ ORUCU " Bâbı
      • ***TEŞRİK TEKBİRLERİNİ UNUTMAYALIM...
      • Teşrik Günleri ve Oruç
      • 95- Tîn Suresi - 1-4 . Ayet Tefsiri
      • ***TERVİYE VE AREFE GÜNÜ
      • 95- Tin Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
      • *** BİR FETVA- Ayırdığı kurban parası ile tatile g...
      • ***BİR FETVA-Hangi kusurları taşıyan hayvan kurban...
      • *** BİR FETVA-Kurban Etinin Dağıtılması Mecburi mi...
      • *** BİR FETVA-Kurban kesilirken nelere dikkat edil...
      • Kurban Âdâbı
      • ***"EY İBRAHİM! NEZRİNİ YERİNE GETİR"
      • ***Bu bilgiler kurban için yeterli-Faruk Beşer
      • Babamız Hz. İbrahim’in Sünneti Kurban ve Bunun Ahlâkı
      • Vekalet Yoluyla Kurban Kesimi
      • Dişi Hayvanların Kurban Olarak Kesilmesi
      • Kurban ile ilgili fetvalar (Diyanet)
      • Vekâlet Yoluyla Kurban Alımı ve Kesimi Organizasyo...
      • SADAKATİN PEYGAMBERİ: HZ. İSMAİL
      • ***KURBANLA İLGİLİ MESELELER
      • ***.KUR'AN'DA KURBAN KESMEK VAR MI?
      • ***ALLAH cc İÇİN "KAN AKITMAK"
      • Kurbanlık Hayvanın Satış Usûlleri
      • Kişiler bir araya gelerek Hz. Peygamber adına kurb...
      • Zekat ve kurban ibadetini karı-kocadan hangisi yer...
      • ***LEYLA İPEKÇİ'nin yazısı:Kanda ezeliyet sırrı
      • TÖVBE- İSTİĞFAR EDİYORUZ
      • 94- İNŞİRÂH SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
      • BUGÜN "ALLAHU EKBER" GÜNÜ
      • 94-İnşirâh Sûresi- 5-8 . Ayet Tefsiri
      • ****** F İ H R İ S T ******
    • ►  Mayıs 2025 (54)
    • ►  Nisan 2025 (30)
    • ►  Mart 2025 (96)
    • ►  Şubat 2025 (34)
    • ►  Ocak 2025 (45)
  • ►  2024 (264)
    • ►  Aralık 2024 (32)
    • ►  Kasım 2024 (30)
    • ►  Ekim 2024 (31)
    • ►  Eylül 2024 (31)
    • ►  Ağustos 2024 (29)
    • ►  Temmuz 2024 (29)
    • ►  Haziran 2024 (10)
    • ►  Mayıs 2024 (12)
    • ►  Nisan 2024 (7)
    • ►  Mart 2024 (4)
    • ►  Şubat 2024 (17)
    • ►  Ocak 2024 (32)
  • ►  2023 (271)
    • ►  Aralık 2023 (21)
    • ►  Kasım 2023 (13)
    • ►  Ekim 2023 (26)
    • ►  Eylül 2023 (23)
    • ►  Ağustos 2023 (24)
    • ►  Temmuz 2023 (22)
    • ►  Haziran 2023 (35)
    • ►  Mayıs 2023 (35)
    • ►  Nisan 2023 (2)
    • ►  Mart 2023 (19)
    • ►  Şubat 2023 (28)
    • ►  Ocak 2023 (23)
  • ►  2022 (294)
    • ►  Aralık 2022 (31)
    • ►  Kasım 2022 (30)
    • ►  Ekim 2022 (31)
    • ►  Eylül 2022 (28)
    • ►  Ağustos 2022 (24)
    • ►  Temmuz 2022 (18)
    • ►  Haziran 2022 (28)
    • ►  Mayıs 2022 (24)
    • ►  Mart 2022 (27)
    • ►  Şubat 2022 (22)
    • ►  Ocak 2022 (31)
  • ►  2021 (299)
    • ►  Aralık 2021 (31)
    • ►  Kasım 2021 (27)
    • ►  Ekim 2021 (31)
    • ►  Eylül 2021 (27)
    • ►  Ağustos 2021 (27)
    • ►  Temmuz 2021 (17)
    • ►  Haziran 2021 (19)
    • ►  Mayıs 2021 (13)
    • ►  Nisan 2021 (2)
    • ►  Mart 2021 (53)
    • ►  Şubat 2021 (23)
    • ►  Ocak 2021 (29)
  • ►  2020 (296)
    • ►  Aralık 2020 (29)
    • ►  Kasım 2020 (29)
    • ►  Ekim 2020 (26)
    • ►  Eylül 2020 (29)
    • ►  Ağustos 2020 (18)
    • ►  Temmuz 2020 (24)
    • ►  Haziran 2020 (31)
    • ►  Mayıs 2020 (4)
    • ►  Nisan 2020 (19)
    • ►  Mart 2020 (28)
    • ►  Şubat 2020 (26)
    • ►  Ocak 2020 (33)
  • ►  2019 (292)
    • ►  Aralık 2019 (32)
    • ►  Kasım 2019 (25)
    • ►  Ekim 2019 (29)
    • ►  Eylül 2019 (23)
    • ►  Ağustos 2019 (18)
    • ►  Temmuz 2019 (25)
    • ►  Haziran 2019 (22)
    • ►  Mayıs 2019 (3)
    • ►  Nisan 2019 (26)
    • ►  Mart 2019 (29)
    • ►  Şubat 2019 (29)
    • ►  Ocak 2019 (31)
  • ►  2018 (297)
    • ►  Aralık 2018 (31)
    • ►  Kasım 2018 (30)
    • ►  Ekim 2018 (25)
    • ►  Eylül 2018 (21)
    • ►  Ağustos 2018 (40)
    • ►  Temmuz 2018 (31)
    • ►  Haziran 2018 (23)
    • ►  Mayıs 2018 (15)
    • ►  Nisan 2018 (20)
    • ►  Mart 2018 (30)
    • ►  Şubat 2018 (21)
    • ►  Ocak 2018 (10)
  • ►  2017 (223)
    • ►  Aralık 2017 (32)
    • ►  Kasım 2017 (30)
    • ►  Ekim 2017 (26)
    • ►  Eylül 2017 (26)
    • ►  Ağustos 2017 (22)
    • ►  Temmuz 2017 (19)
    • ►  Mayıs 2017 (11)
    • ►  Nisan 2017 (13)
    • ►  Mart 2017 (19)
    • ►  Şubat 2017 (12)
    • ►  Ocak 2017 (13)
  • ►  2016 (174)
    • ►  Aralık 2016 (9)
    • ►  Kasım 2016 (14)
    • ►  Ekim 2016 (16)
    • ►  Eylül 2016 (14)
    • ►  Ağustos 2016 (27)
    • ►  Temmuz 2016 (21)
    • ►  Haziran 2016 (3)
    • ►  Mayıs 2016 (12)
    • ►  Nisan 2016 (13)
    • ►  Mart 2016 (14)
    • ►  Şubat 2016 (16)
    • ►  Ocak 2016 (15)
  • ►  2015 (155)
    • ►  Aralık 2015 (12)
    • ►  Kasım 2015 (16)
    • ►  Ekim 2015 (12)
    • ►  Eylül 2015 (13)
    • ►  Ağustos 2015 (24)
    • ►  Temmuz 2015 (7)
    • ►  Haziran 2015 (7)
    • ►  Mayıs 2015 (14)
    • ►  Nisan 2015 (11)
    • ►  Mart 2015 (12)
    • ►  Şubat 2015 (11)
    • ►  Ocak 2015 (16)
  • ►  2014 (160)
    • ►  Aralık 2014 (13)
    • ►  Kasım 2014 (13)
    • ►  Ekim 2014 (8)
    • ►  Eylül 2014 (13)
    • ►  Ağustos 2014 (14)
    • ►  Temmuz 2014 (3)
    • ►  Haziran 2014 (10)
    • ►  Mayıs 2014 (12)
    • ►  Nisan 2014 (12)
    • ►  Mart 2014 (28)
    • ►  Şubat 2014 (16)
    • ►  Ocak 2014 (18)
  • ►  2013 (144)
    • ►  Aralık 2013 (18)
    • ►  Kasım 2013 (21)
    • ►  Ekim 2013 (21)
    • ►  Eylül 2013 (18)
    • ►  Ağustos 2013 (8)
    • ►  Temmuz 2013 (10)
    • ►  Haziran 2013 (5)
    • ►  Mayıs 2013 (7)
    • ►  Nisan 2013 (17)
    • ►  Mart 2013 (14)
    • ►  Şubat 2013 (5)

En çok okunan Yayınlar

  • EVLATLARIMIZ İÇİN GÜZEL BİR DUA
    “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" Bismillahirrahmanirrahim Allahım ! Bizlere hayırlı evlatl...
  • Zaruriyat,Haciyat,Tahsiniyat
    "Celb-i Menfaat ve def'i mefsedet" Duruma ve ortama uygun olan iş, insanların yararına ve çıkarına olan davranış, hayra ve sal...
  • VAHŞİ Radıyallahu Anh'a İNEN 3 AYET
    Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn....
  • DÜŞMANA KARŞI OKUNACAK DUALAR
    Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn....
  • 95- Tin Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
    Hakkında Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir. Tîn, incir demektir Nuzülü Mushaftaki sıralamada doksan beşinci, iniş sırasına göre yirmi seki...
  • BELA VE MÜSİBETE UĞRAYAN NE YAPABİLİR?
    Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn....
  • 98- Beyyine Suresi - 6-8 . Ayet Tefsiri
                      Eûzu billahi mineş şeytânirracîm                   Bismillahirrahmanirrahim ﴾6﴿ Ehl-i kitap’tan ve müşriklerden hakkı inkâ...
  • 98- Beyyine Suresi - 1-3 . Ayet Tefsiri
                      Eûzu billahi mineş şeytânirracîm                   Bismillahirrahmanirrahim ﴾1-2﴿ Ehl-i kitap’tan ve müşriklerden hakkı in...
  • 95- Tîn Suresi - 7 . Ayet Tefsiri
                      Eûzu billahi mineş şeytânirracîm                   Bismillahirrahmanirrahim ﴾7﴿ Artık bu kanıtlardan sonra (ey insan!) san...
  • 98-Beyyine Suresi - 5 . Ayet Tefsiri
                      Eûzu billahi mineş şeytânirracîm                   Bismillahirrahmanirrahim ﴾5﴿ Halbuki onlara, Allah’a kulluk etmeleri, H...

Translate

Filigran teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.