17 Eylül 2019 Salı
İslamiyet'te kişisel hak ve özgürlükler (Müslümanların dokunulmaz hakları / insan hakları) nelerdir?
İslâm inancına göre insan; aklî, bedenî, ahlâkî ve ruhânî en mükemmel meleke ve yeteneklerle donatılmış bir varlıktır. İnsan, maddî ve manevî her çeşit yükselmeye müsâit bir şekilde, günâhsız, tertemiz olarak doğar. Gerek dış görünüşü gerekse iç âlemi itibariyle varlıkların en güzelidir. Kur'an-ı Kerim'de:
“Biz, insanı en güzel biçimde yarattık.”(Tîn, 4.) buyurulmaktadır.
Bu sebeple insana saygı ve bireylere hizmet, temel felsefe ve irâde olarak kabul edilmelidir. Çünkü insan yeryüzünde Allah'ın bir memuru ve halifesidir. Onun bu özelliği Kur'an-ı Kerim'de şöyle belirtilmektedir:
"Hatırla ki Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” dedi..." (Bakara, 30.)
İslâma göre her insan Allah'ın kuludur. Bir tek kişi dışarıda kalmamak şartıyla bütün insanlar tabii haklara sahiptirler. Yalnız bu haklar, onun insan oluşu bakımından, doğuştan sahip olduğu haklardır. Bütün insanlar, bir ailenin üyeleri gibidirler. Asalet doğuştan değil, ahlâkî fazîlet, hak ve vazifeye bağlılıkla meydana gelir. Hangi ırka, hangi sınıfa, hangi mesleğe ve hangi rütbeye sahip olursa olsun, bütün insanlar eşit haklara sahiptirler. Böylece her bir fert de, diğerlerine aynı ailenin üyeleri gözüyle bakacak ve öyle muamele edecektir. Hiçbir fert, mensup olduğu sınıf, meslek, ırk veya cinsiyet dolayısıyla tabiî haklarının hiçbirinden mahrum edilemez.
Yine İslâma göre bütün insanlar adâlet karşısında eşittirler. Devlete karşı görevlerini, yerine getirdiği sürece bir Müslümanın gayri müslimden farkı yoktur.
Sonuç olarak insan, mümin olsun olmasın, Allah'ın kulu ve güzel bir emânetidir. Bundan dolayı insan haysiyet sahibi olup hürmet edilmeye lâyıktır. İnsanlar arasında, insan olma bakımından herhangi bir fark görmemek, onları eşit hak ve vazifelere, kıymet ve değerlere sahip varlıklar olarak kabul etmek, İslâm'ın temel felsefesidir.
İnsan hakları açısından Veda Hutbesi, İslâm'ın önemli kaynaklarından birisi sayılır. Bilindiği gibi Veda Hutbesi, Hicretin 10. yılında Hz. Peygamber (asm)'in hac farizasını ifâ için Mekkeye gelip, Vedâ Haccı esnasında irâd ettiği hutbelere verilen bir isimdir. Şu kadar var ki, Vedâ Hutbesi yalnız Arafat'ta irâd edilen hutbe olmayıp, Arafat'ta arefe günü (Zilhiccenin 10. günü) ile yine Mina'da bayramın ikinci günü irâd edilen hutbelerin bütünüdür. Bu hutbe temel bir kanun olarak insanın hak ve vazifelerini özetlemektedir. Hz. Peygamber (asm) bu hutbeyi irâd ettikten üç ay sonra vefat ettiğine göre, bu Onun hakîkî vasiyyetidir.
Hz. Peygamber (asm), bu mahşerî kalabalıkta hutbesine başlamadan önce Cerir b. Abdillah vasıtasıyla sükûneti temin etmiş ve sahabilerinden Rebia b.Ümeyye gibi gür sesli münâdîler görevlendirerek konuşmasının cümle cümle tekrar edilip, uzaklara kadar duyulmasını temin etmiştir ki, bu teknik anlamda bir bakıma hoparlör teşkilatından yararlanmak demektir.
Hz. Peygamber (asm) hutbesine Allah'a hamd ve senâdan sonra: "Eyyühennas: Ey insanlar!" nidâsıyla başlamış ve önce dinleyenlerin dikkatini çekerek, oradan bütün dünyaya hitap etmiştir.
Bu hutbe, İslâmın temel konularına temas etmesi, cahiliyyet âdetlerinin ortadan kaldırılması, eşitlik, hürriyet, kan davâları, fâiz, emânet, özellikle insan hakları, âile hukuku içinde yer alan karı-koca hakları, vasiyet, nesep, zina, borç ve kefâlet gibi hukukî meselelere yer vermesi açısından oldukça önem taşır.
Hz. Peygamber (asm)'in bu hutbesi, yalnız Müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannâmesidir.
Hutbede 7-8 yerde geçen ve parağraf başlarını oluşturan "Ey nâs: Ey insanlar!" kelimesi bu hutbenin veya bu beyannamenin evrensellik yönünü, yani bütün insanlara şâmil olma özelliğini ortaya koyar. Çünkü bu kelime ile Hz. Peygamber (asm), sadece huzurundaki Müslümanları değil, orada bulunmayan gayri müslim; hatta inançsız, Allah'ı tanımayan bütün insanlara seslenmeyi hedeflemiştir. Zira "nas" kelimesi mutlak bir sözcük olup, inananı, inanmayanı; müslimi, gayri müslimi, erkeği, kadını, orada bulunanı, bulunmayanı; hâsılı akıl sahibi bütün mükellefleri içine almaktadır. Dolayısıyla bu mesaj, o gün orada hazır bulunan insan kitlelerine mahsus değildi; bilakis bütün dünyaya duyurulacak açık bir davetti. Hz. Peygamber (asm), orada bulunanlardan, ilân ettiği prensipleri kabul ve tebliğ edeceklerine dair söz aldı. Ve üç ay sonra da irtihal buyurdu.(7)
Hz. Peygamber (asm) Veda Hutbesi'nde İslâm Dîninin âdetâ bir özetini vermiş gibiydi. Her konu, Allah, insan ve diğer varlıklar üçgeninde cereyan ediyordu. İnsanlar tarağın dişleri gibi eşit telâkkî edilmişlerdir. İnsanın kendi özüne, canına, malına, düşüncesine ve her şeyine dokunulmazlık getirilmiştir. Özetle bu hutbe, insanların kaybetmiş oldukları haklarını yeniden ortaya koymuştur.
Vedâ Hutbesinde diğer konular yanında, özellikle fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir:
1. Herkesin can, mal ve namusu tecâvüzden korunmuştur.
2. Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3. Bütün Müslümanlar kardeştir.
4. Bütün borçlar iâde edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (fâiz) ödenmeyecektir.
5. Kan dâvâları ve âdâleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır.
6. Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır, buna göre onlara iyi muâmele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf hakları olduğu öngörülmüştür.
7. İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları belirtilmiştir.
8. Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır.
9. Kur'an-ı Kerim'in, insanlara bir emânet olarak bırakıldığı ve sımsıkı sarılınması tavsiye edilmiştir.
10. Cahiliyyet döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiş, çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmış, bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işâret edilmiştir.
11. Emânetlerin, sâhiplerine mutlaka iâdesi vurgulanmıştır.
Vedâ Hutbesi'nin hukuk açısından insan haklarına getirdiği değerler açıktır. Dînî , ilmî, sosyal, idârî, siyâsî ve ailevî birtakım hak ve vazifeler getirmiştir. Bu hutbenin sosyolojik tarih açısından da önemi inkâr edilemez. Hz. Peygamber (asm) bu hitâbesinde cahiliyyet döneminin bütün âdet ve geleneklerini yıkmış, her biri bir devrim niteliğinde olan hak ve vazifelerle ilgili hükmünü bildirmiştir.
Bu hitabenin irad olunduğu gün, İslâmiyet, bütün kudret ve ihtişâmiyle, dünyaya hitap ediyor, cahiliyyet döneminin bütün karanlıklarıyla ve sapıklıklarıyla geçmiş ve kapanmış olduğunu bildiriyordu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder