23 Ağustos 2019 Cuma
KÜÇÜK NOTLARIM (32) :Zevk aldıklarınız hep sonludur- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Çok istediğiniz birşeye sahip olunca bir süre sonra bıkarsınız. Dünyada hiçbir şeyden uzun süre zevk alamazsınız. Zevk aldıklarınız hep sonludur; dünya zevkleri hep sınırlıdır ve biter. Ahireti istemeyen dünya hayatıyla yetinen kişi hep bitecek olan zevklerle meşgul olur ve sonuç hep hüsrandır. Hiçbir zaman tatmin olamaz.
https://www.youtube.com/watch?v=bwJ7usctbZI&list=PL470HxBGbzVAybwgjebEdBsDXyUO8zpYQ&index=11
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
22 Ağustos 2019 Perşembe
KÜÇÜK NOTLARIM (31) : Hak edilen dalalet- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Kul artık kararını bir şekilde vermişse, gerçek hakkında başka bilgi istemiyorsa onun için saptırılmaktan gayri bir yol kalmamıştır.
Dalalet hak edilen bir süreçtir, dayatılan bir süreç değildir.
Hidayette hak edilmez. O kişide hayra dair bir iş olur, küçük bir girişimi olur, iyiliği vardır. Allah bunları bahane eder hidayet verir.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
21 Ağustos 2019 Çarşamba
KÜÇÜK NOTLARIM (30) :Allah-u Teala, Hakkın peşine düşeni mutlaka hidayete erdirir- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Nahl suresi 24. ayetin tefsirinden kısa notlar:
Gerçeği reddetmek bir zaman sonra gerçeği görememeye dönüşüyor. Rabbimiz kulun dönmesi için bir süre imkan tanır, sonra direnen kimseden o imkanı alır. Çünkü Allah kibriya sahibidir.
Onlar bu öncekilerin masalıdır derler.
Biz melekleride indirsek ölüleri de konuştursak yine iman etmezler. Gerçeği anlamadıkları için değil gerçeğe boyun eğmek istemediklerinden onu yaftalayıp kendilerine ayrı bir yol tuttular.
Kendi ön yargılarını, kanaatlerini oluşturdular; bilgilenmeye araştırmaya da çalışmadılar.
Halbuki Allah-u Teala, Hakkın peşine düşeni de hidayete erdirir.
Ortalık yanlış bilgilerle dolu olsa da, kafa karıştırıcı söylemler olsa da Allah masum bir kimseyi heder etmez. Ben gerçeği istiyorum diyen hele de Yaratıcısına bunun icin dua edeni asla zayi etmez.
Kendi ön yargılarını, kanaatlerini oluşturdular; bilgilenmeye araştırmaya da çalışmadılar.
Halbuki Allah-u Teala, Hakkın peşine düşeni de hidayete erdirir.
Ortalık yanlış bilgilerle dolu olsa da, kafa karıştırıcı söylemler olsa da Allah masum bir kimseyi heder etmez. Ben gerçeği istiyorum diyen hele de Yaratıcısına bunun icin dua edeni asla zayi etmez.
Duyduğu konuyu bir de ben araştırayım demeyen kişi düştüğü bu durumu hakeder. Allah cc biz sana basiret kalp akıl verdik buyurduğunda verilecek cevap yoktur.
Allah hiç bir masumu terketmez mutlaka başkalarıyla uyarır. Ancak o ilimsiz bir şekilde, öğrenmeye kapalı olduğu müddetçe ve aynı zamanda hevasına da uyduğu için bu şekilde devam etmek isterse o başka...
Allah hiç bir masumu terketmez mutlaka başkalarıyla uyarır. Ancak o ilimsiz bir şekilde, öğrenmeye kapalı olduğu müddetçe ve aynı zamanda hevasına da uyduğu için bu şekilde devam etmek isterse o başka...
https://www.youtube.com/watch?v=Fpg03N5mSAQ&list=PL470HxBGbzVAybwgjebEdBsDXyUO8zpYQ&index=4
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
20 Ağustos 2019 Salı
KÜÇÜK NOTLARIM (29) : Tercih bizim- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Allah cc, kulların "ortamım yoktu, öğrenemedik, gayri müslim doğdum vs." gibi bir durumun olmadığını; rızıklarını verdiği gibi gerçeği de farkettiriyor belletiyor ki tam bir sorumlulukla tercih yapsınlar.
En idraksizine, cahiline bile kavratır; kullarını öyle yaratmıştır çünkü. Bunu sağladığını ve üzerine aldığını buyuruyor yüce Allah.
Kul bilmeden sapmaz, bile bile tercihini yapar.
Kul bilmeden sapmaz, bile bile tercihini yapar.
19 Ağustos 2019 Pazartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (28) : her türlü iman etmezler- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Allah cc kullarını iman etmeye mecbur bırakacak hiçbir şeye girişmez.
Kafirler, Allah cc melek indirseydi ya dediler. Eğer indirseydi o zaman irade ortadan kalkar mecburen iman ederlerdi. Firavun’un iman etmesi de böyle olduğu için kabul olmadı.
Bu sebepten ya şöyle bir mucize verseydi ya da şöyle olsaydı demek farketmez onlar her türlü iman etmeyeceklerdi.
Onlar başından itibaren sizinle beraber gerçeği farketmiş bulundular; ne var ki bu gerçeğin onlarda oluşturduğu rahatsızlık dolayısıyla bu gerçeği yok saymayı tercih ettiler. Gerçeği yok sayarak belki üstesinden geliriz dediler. Sosyal statülerini kaybetmeği göze alamadılar, heva ve heveslerinden vazgeçmeyi göze alamadılar. kendilerini Yaratıcının boyunduruğu altında görmek istemediklerinden büyüklendiler.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
Onlar başından itibaren sizinle beraber gerçeği farketmiş bulundular; ne var ki bu gerçeğin onlarda oluşturduğu rahatsızlık dolayısıyla bu gerçeği yok saymayı tercih ettiler. Gerçeği yok sayarak belki üstesinden geliriz dediler. Sosyal statülerini kaybetmeği göze alamadılar, heva ve heveslerinden vazgeçmeyi göze alamadılar. kendilerini Yaratıcının boyunduruğu altında görmek istemediklerinden büyüklendiler.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
18 Ağustos 2019 Pazar
KÜÇÜK NOTLARIM (27) :Tercihimiz ya küfür ya iman! - Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Bir şeyi olması gereken yerine koymamak zulümdür Allahu Teala'yı da hayatımızda olması gereken yere koymazsak kendimize zulmederiz. Allah bunların hidayetlerini karartır. Allah zalimlere hidayet etmez.
Hidayeti kulun ameline endekslemiştir Allah u Teala.
Allah bizi her gün tercihlerle karşı karşıya bırakıyor eşini mi, çocuğunu mu, malını mı tercih edeceksin yoksa Allahu Teala yı mı diye yoklar.
Allah ve insanlar arasındaki tercih insanın takvasına göredir. Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem in Zeyd'in ra karısı ile evlenmesinin emir buyurulması ona çok ağır gelmesine rağmen Allah-u Teala'yı tercih edip emirini yerine getirdi. Aynı şekilde İbrahim aleyhiselam'ın evladını boğazlaması emrini dinlemesi evladını tercih etmeyip Allah-u Teala'yı tercih etmesi gibi.
Allah bizi her gün tercihlerle karşı karşıya bırakıyor eşini mi, çocuğunu mu, malını mı tercih edeceksin yoksa Allahu Teala yı mı diye yoklar.
Allah ve insanlar arasındaki tercih insanın takvasına göredir. Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem in Zeyd'in ra karısı ile evlenmesinin emir buyurulması ona çok ağır gelmesine rağmen Allah-u Teala'yı tercih edip emirini yerine getirdi. Aynı şekilde İbrahim aleyhiselam'ın evladını boğazlaması emrini dinlemesi evladını tercih etmeyip Allah-u Teala'yı tercih etmesi gibi.
Örneğin "kızımın düğünü bir kere oluyor sonra bir yolunu bulur Allahı memnun ederim" diyerek Allahu Teala'yı ikinci plana atınca, ahirette Rabbimiz bize "sen Beni hep ikinci plana attın bu sana hep daha sevimli geldi" buyurduğunda ne diyeceğiz?
Tercihlerimiz bir sonraki perdeyi açıyor. Ya küfür ya iman . İşte bu perdeleri açmadan önceki süreçte bu tercihlerimiz var. Allahu Teala'nın sonradan yarattığı şeyleri daha çok sevmemiz; hediyeyi, hediyeyi verene tercih ettiğimiz bu süreç bizi adım adım küfre götürüyor.
Böylece yapmayız dediğimiz bir sonraki aşamayı kolaylıkla yapıyoruz.
Kalp Allahı bırakıp başka şeyleri sevmekle kararır.
Böylece yapmayız dediğimiz bir sonraki aşamayı kolaylıkla yapıyoruz.
Kalp Allahı bırakıp başka şeyleri sevmekle kararır.
Kimi malının kimi evladının, eşinin sevgisine kapılır; an gelir Allah gibi severler. Örneğin evladına sevgisi artar artar Allah sevgisini geçer. Bu nasıl anlaşılır: Çocuk Allah-u Teala'nın istemediği birşey ister, çocuğun istediği yapılır.
Biri kariyer yapmayı çok ister, onu illa ki elde etmek için çabalar ve an gelir onu Allah gibi sevmeye başlar. Bu nasıl anlaşılır: Kariyerin gerektirdiği fakat Allah-u Teala'nın istemediği birşey olunca kariyerin gerektirdiği şey yapar.
Canlı ya da cansız uğruna Allahı terkettiğimiz herşey putumuza dönüşür. O an hayatımızda küfür süreci başlar.
Kişinin hayatında bu bir tek şey üzerinden de bir çok şey üzerinden de olabilir.
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
17 Ağustos 2019 Cumartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (26) : irade ile küfür yolunu tercih etmek- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
- İnsanlar ikiye ayırılır: imanı(hakikati) yakinen farketmiş ve bunu itiraf etmiş kişi diğerleri de
yine imanı yakinen farketmiş, kendi içinde bunu kesinkes itiraf etmiş tıpkı bir mümin gibi ama bunu dışa vurmadan tekrar küfre yönelmiş kimseler.
Yoksa yaşamı boyunca hakikati hiç farketmemiş gerçeğe hiç uyanmamış dolayısıyle de küfürde kalmış kimse yoktur. Böyle kimseler olsaydı bunlar Cenab-ı Hakk'ın huzurunda "Ya Rabbi! biz hiç bir zaman anlayamadık, idrak edemedik, gerçeği bize farkettirmedin ki biz de mü'min olabilelim" diyerek karşı bir hüccet bulurlardı ki; Allah-u Teala böyle bir hücceti hiç bir insana bırakmamıştır. O'nun yegane ilah olduğunu bütün kullarına belletmiştir. Bu kişiler imanın eşiğine gelmişlerdir fakat kendi iradeleri ile küfür yolunu tercih etmişlerdir. Allah-u Teala merak etmeyin biz herkese bilgiyi, hakikati onlara tastamam farkedecekleri ana kadar kesinlikle ulaştıracağız; ayetlerimizi göstereceğiz tanıyacaklar, Hem dıştan hem içlerinden hak onların nezdinde apaçık belirinceye kadar buyurur.
Görüldüğü üzere iman açısından fırsat eşitliği herkes açısından aynıdır.
Mükellef olan herkes ahiret bakımından eşit fırsatlara kavuşurlar.
Yoksa yaşamı boyunca hakikati hiç farketmemiş gerçeğe hiç uyanmamış dolayısıyle de küfürde kalmış kimse yoktur. Böyle kimseler olsaydı bunlar Cenab-ı Hakk'ın huzurunda "Ya Rabbi! biz hiç bir zaman anlayamadık, idrak edemedik, gerçeği bize farkettirmedin ki biz de mü'min olabilelim" diyerek karşı bir hüccet bulurlardı ki; Allah-u Teala böyle bir hücceti hiç bir insana bırakmamıştır. O'nun yegane ilah olduğunu bütün kullarına belletmiştir. Bu kişiler imanın eşiğine gelmişlerdir fakat kendi iradeleri ile küfür yolunu tercih etmişlerdir. Allah-u Teala merak etmeyin biz herkese bilgiyi, hakikati onlara tastamam farkedecekleri ana kadar kesinlikle ulaştıracağız; ayetlerimizi göstereceğiz tanıyacaklar, Hem dıştan hem içlerinden hak onların nezdinde apaçık belirinceye kadar buyurur.
Görüldüğü üzere iman açısından fırsat eşitliği herkes açısından aynıdır.
Mükellef olan herkes ahiret bakımından eşit fırsatlara kavuşurlar.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
16 Ağustos 2019 Cuma
KÜÇÜK NOTLARIM (25) :küfre düşme süreci- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Kafirler ne arzu ediyorsa o doğru, ne istiyorsa o adil, o güzeldir. Bu durum bir süre sonra şöyle bir sürece girer: neyi arzuluyorsa o onun kutsalı olur.
Hevalarıyla örtüşen herşey onların istikametidir. Eğer güzel, doğru, adil olan onların arzularına uyarsa ve örtüşürse onu alırlar bu sebepten bazı zamanlar doğru davranış sergilerler.
Müminler ise bir iş hevalarıyla ters düştüğünde doğrunun peşinde olmakla sınanırlar.
Kişi iman ettiği takdirde Allah cc hidayet verir. İman edebilmesi için(hakikati bulabilmesi için) akletmesi gerekir.
İlim olmadan akletme olamaz; konu hakkında fikrimiz yokken aklettik sanıyoruz halbuki ilimsiz akledilemez.
Amel imanı koruyan bir fanus gibidir -akidem kuvvetli amelde gevşeklik yapsam olur- demeyin. Amelsizlik akideyi tehlikeye sokabilir.
Kendisine hakikat geldiği halde yalanlamalarının sebebi hevalarını rahatça yaşamak, kötü amellerde özgürleşebilmek, hayatı istediği şekilde değerlendirebilmek içindir.
İmandan küfre düşme süreci şudur ki nasıl yaşarsanız öyle inanmaya başlarsınız.
Kul ya imanını ya küfrünü arttırır.
Öğrenmeye devam eden imanını arttırır.
Şayet öğrenmesi durur ameli de yavaşlarsa geri düşmeye başlar ve süre de uzarsa münafiklığa doğru kaymaya başlar.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
15 Ağustos 2019 Perşembe
KÜÇÜK NOTLARIM (24) : iltica - Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Bir harama düşeceğini anlayan kul Allah-u Teala'ya iltica edip "Rabbim bunu kalbimden sök al ben kurtulamıyorum "derse Allah cc onu ondan alır. Allah-u Teala ondan bir süre beklemesini, direnmesini bekler; başarırsa alır.
Allah cc o kişi bu sınırı geçince sen Bana saygıyı seçtin tamam der ve onu ondan alır.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden küçük notlar
4 Ağustos 2019 Pazar
3 Ağustos 2019 Cumartesi
HAC İBADETİ VE MEKÂNLARI
ALTIN OLUK
Kâbe damına konulan ve Arapça’da mîzâbü’r-rahme, Farsça’da mîzâb-ı rahmet denilen oluk.
CEBELİRAHME جبل الرحمة
Arafat vadisinde bulunan, eteğinde Hz. Peygamber’in vakfe yaptığı küçük dağ.
Cİ‘RÂNE الجعرانة
Huneyn Gazvesi’nde elde edilen ganimetlerin dağıtıldığı yer.
CUHFE الجحفة
Hac veya umre maksadıyla Mısır ve Suriye tarafından Mekke’ye gelenlerin ihrama girdikleri mîkāt yeri.
FİDYE الفدية
Esaretten kurtulmak için veya yerine getirilmeyen yahut kusurlu olarak eda edilen bazı ibadetlerin telâfisi amacıyla ödenen bedel.
HAC SÛRESİ سورة الحجّ
Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi ikinci sûresi.
HAREM الحرم
Mekke ve Medine şehirleriyle çevrelerindeki belirli bölgeler için kullanılan terim.
HAREMEYN الحرمين
Mekke ve Medine şehirlerini birlikte ifade eden tabir.
HEDY الهدي
Hac ve umre yapan kimselerin Harem sınırları içinde kestikleri kurban.
HERVELE الهرولة
Hac ve umrede Safâ ile Merve arasında sa‘y yaparken belli bir mesafenin süratli ve canlı bir yürüyüşle geçilmesini ifade eden terim.
HİCAZ الحجاز
Arabistan yarımadasında Kızıldeniz’in doğu sahili boyunca uzanan ve Haremeyn ile mîkāt yerlerini içine alan coğrafî bölge.
HİCR الحجر
Kâbe ile hatîm denilen yarım daire şeklindeki duvar arasında kalan ve altın oluğun altına rastlayan yer.
HİRA جبل حراء
Hz. Muhammed’e ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağ.
IZTIB‘ الاضطباع
İhramlı iken sağ omuzun açık bırakılması anlamında bir fıkıh terimi.
İFRAD حجّ الإفراد
Umre yapmaksızın sadece hac ibadetini ifa etme, umresiz hac anlamında fıkıh terimi.
İHRAM الإحرام
Hac veya umre yapan kimseye normal durumlarda helâl olan bazı davranışların haram kılınması anlamında fıkıh terimi.
İSTİLÂM الاستلام
Tavafta Hacerülesved’in hizasına gelindiğinde elle dokunma, öpme ya da elleri havaya kaldırıp tekbir getirerek onu uzaktan selâmlama anlamında bir fıkıh terimi.
KIRÂN القران
Aynı ihramla hem umrenin hem haccın ifa edildiği hac türü.
MEKKE مكّة
Kâbe’nin bulunduğu ve hac ile umre ibadetinin ifa edildiği kutsal şehir.
MENÂSİK المناسك
Hac ve umre sırasında yerine getirilen belirli davranışlar anlamında fıkıh terimi.
MESCİD-i HAYF مسجد الخيف
Mina’da Hz. Peygamber’in Vedâ haccında çadır kurduğu ve cemaatle namaz kıldığı yerde yapılan mescid.
MEŞ‘AR-i HARÂM المشعر الحرام
Hac menâsikinin ifa edildiği yerlerden biri.
MÎKĀT الميقات
İhrama girilecek zaman ve yer anlamında fıkıh terimi.
MÜLTEZEM الملتزم
Hacerülesved ile Kâbe kapısı arasında, dua etmenin makbul olduğu yer.
NİYÂBET النيابة
Başkası adına ve/veya hesabına iş görmek, başkasının yerine bazı dinî vecîbeleri yerine getirmek anlamında fıkıh terimi.
REMEL الرمل
Ardından sa‘y yapılan tavafların ilk üç şavtında yapılması sünnet olan hızlıca ve çalımlı yürüyüş.
SA‘Y السعي
Hac ve umre ibadetlerinde Safâ ile Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmeyi ifade eden fıkıh terimi.
SEVR MAĞARASI غار ثور
Hz. Peygamber’in hicret esnasında üç gece gizlendiği, Kur’ân-ı Kerîm’de zikri geçen mağara.
ŞAVT الشوط
Hacerülesved’den başlayıp yine aynı yere gelinceye kadar Kâbe’nin etrafını bir defa dolaşma ve Safâ tepesiyle Merve tepesi arasında gidiş gelişten her biri anlamında fıkıh terimi.
TELBİYE التلبية
İhrama girenlerin lebbeyk şeklinde başlayan zikir cümlelerini söylemesi.
TEMETTU‘ التمتّع
Bir hac mevsiminde umre ve hac ibadetlerini her biri için ayrı ayrı ihrama girerek yerine getirme.
UMRE العمرة
İhramlı olarak Kâbe’yi tavaf edip Safâ ile Merve arasında sa‘y yapmak suretiyle eda edilen ibadet.
ZÜLHULEYFE ذو الحليفة
Hac veya umre maksadıyla Medine’den Mekke’ye gidenlerin ihrama girdikleri mîkāt yeri.
27 Temmuz 2019 Cumartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (23) : Belalar- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
10 siddetinde bir bela yaşayacaksak, nimetteyken hergün şükredersek belanın şiddeti hafifler.
Allah cc adildir. Sonuçta sen tek bir şiddetli imtihan olur 10 puan alırsın; beriki 10 ayrı imtihandan 10 puan alır. Burada Allaha karşı zannını bozmamaktır istenen.
İçkiye istegi zaten olmayan birisi için o emri yerine getirmesi kolaydır. İçmeyi seven biri ise bırakmak için çaba sarfederken sınanır. Bu imtihanın şiddeti onun zorlanmasıyla paraleldir . Biri için küçük olan bu imtihan diğeri için büyük bir imtihan olabilir.
Herkesin zorlanması kendine verilen mal, para ... ile paraleldir . Sonuçta herkese verilen zorluk aynıdır.
İçkiye istegi zaten olmayan birisi için o emri yerine getirmesi kolaydır. İçmeyi seven biri ise bırakmak için çaba sarfederken sınanır. Bu imtihanın şiddeti onun zorlanmasıyla paraleldir . Biri için küçük olan bu imtihan diğeri için büyük bir imtihan olabilir.
Herkesin zorlanması kendine verilen mal, para ... ile paraleldir . Sonuçta herkese verilen zorluk aynıdır.
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden küçük notlar
26 Temmuz 2019 Cuma
KÜÇÜK NOTLARIM (22) : Zafiyetler- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Hangi konuda zafiyetimiz varsa bu zafiyetler üzerinden kişinin kararlılığı yoklanıyor! Kişi Cenabı Hakkın emrettiği hususta boyun eğmemeyi kararlı bir tepkiye dönüştürürse o sıkıntılı taraftan çürüme başlar. Biz hiçbir konuda Cenabı Hakka bunu benden isteme yapamam diyemeyiz
Sınanırken Allahu Teala’ya saygılı olmaya devam ediyor muyuz bu yoklanır. İnsandaki değişik duygular yoklanıyor! Koşulların değiştirilmesiyle kişi Allah Azze ve Celleye saygılı olmaya devam edecek mi?
Cenabı Hakka saygılı oluruz ama iş menfaatimizle çatıştığında ikilemde kalıyormuyuz? Yoksa Allahu Teala’ya saygılı olmaya devam ediyor muyuz?
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden küçük notlar
25 Temmuz 2019 Perşembe
KÜÇÜK NOTLARIM (21) : şeytanlaşmak- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Kendisini görmediğimiz şeytan adeta bir kanal üzerinden bizim düşünce dünyamıza değişik dosyalar indiriyor ve o indirdiği dosyalardaki acayip görüntü ve düşüncelerle bir virüs gibi Allah için olan niyetlerimizi bozmaya çalışıyor…
Kul şeytanlaşmadığı, kararlı bir şekilde inkar etmediği sürece ne kadar günahı olursa olsun Cenabı Hakk'dan af diliyorsa kesinlikle Allah Azze ve Celleyi bağışlar ve esirger bulur!
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
24 Temmuz 2019 Çarşamba
KÜÇÜK NOTLARIM (20) : Musibetler - Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Yaşadığımız her musibet Rabbimiz tarafından bizim bir yanlıştan dönmemiz için verilmiştir.
Her musibet Rabbimizin mümin kullarına "dur etme, yapma" demek için verdikleridir.
Bize verilen irade ile biz hakkı ya da batılı tercih ederiz. Allah-u Teala bizi bu konuda serbest bıraktığı için müdahale etmez. Kendi irademiz ile hakka dönmemizi ister.
Ama kişi inatla ve kesin bir kararlılıkla durmaz yanlışlarına devam ederse Rabbimiz de onu kendi haline bırakıp yardımı keser.
Ama kişi inatla ve kesin bir kararlılıkla durmaz yanlışlarına devam ederse Rabbimiz de onu kendi haline bırakıp yardımı keser.
TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar
23 Temmuz 2019 Salı
Namazda gülmek abdesti bozar mı?
Hanefi mezhebine göre, namazda sesli gülmenin hem namazı hem de abdesti bozmasının delili nedir?
Hanefiler(1) namazda sesli gülme ile kahkahayı birbirinden ayırmışlardır.
Hanefilere göre "gülmek" sadece kendisinin duyabileceği kadar olan harekettir. Gülmede yanındakiler sesi işitmez. Bu şekilde gülmenin hükmü sadece namazı bozmuş olmaktır. Bu türlü gülmek abdesti bozmaz.
Fakat "kahkaha" hem namaz kılanın kendisinin hem de yanındakilerin işiteceği kadar olandır. Bu hem namazı hem de abdesti bozar.
Fakat "kahkaha" hem namaz kılanın kendisinin hem de yanındakilerin işiteceği kadar olandır. Bu hem namazı hem de abdesti bozar.
"Tebessüm" ise, sessiz olarak ortaya çıkan hareket olup, bundan ötürü namaz bozulmaz.
Hanefilerin yukarıdaki görüşlerinin dayandığı delil mana olarak şu hadisi şeriftir:
"Sizden her kim kahkaha ile sesli olarak gülerse, hem namazı hem de abdesti birlikte iade etsin."(2)
Şafii mezhebine göre ise, namazdayken kahkaha ile gülündüğünde iki veya daha fazla harf yahut anlaşılır bir harf açığa çıkarsa namaz bozulur. Bu durumda namazın bozulması kahkahadan değil, kahkaha ile birlikte telaffuz edilen harften dolayıdır. Gülmesi baskın gelen kişi çok gülmediği takdirde namazı bozulmaz.
Dipnotlar:
1. El-Hidaye 1, 6; El-Bedayi 1, 232
2. Bu konuda rivayet edilmiş müsned ve mürsel hadisler vardır. Müsned olan hadisler Ebu Musa el Eşari, Ebu Hureyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Malik, Cabir b. Abdullah, İmran b. Husayn ve Ebu'l-Muleyh tarafından rivayet edilmiştir. Ebu Musa hadisini Taberani rivayet etmiştir: "Bir ara Resulullah (a.s.m) insanlara namaz kıldırırken bir adam mescide girerek mescid içindeki bir çukura düşmüştü. Bu adamın gözleri kör idi. Namazdaki cemaatin çoğu buna güldüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.m) gülen cemaatin namazları ile birlikte abdestlerini yenilemelerini emretmiştir." (Nasbu'r-Raye 1, 47-54)
(bk. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, II/151)
Hanefilerin yukarıdaki görüşlerinin dayandığı delil mana olarak şu hadisi şeriftir:
"Sizden her kim kahkaha ile sesli olarak gülerse, hem namazı hem de abdesti birlikte iade etsin."(2)
Şafii mezhebine göre ise, namazdayken kahkaha ile gülündüğünde iki veya daha fazla harf yahut anlaşılır bir harf açığa çıkarsa namaz bozulur. Bu durumda namazın bozulması kahkahadan değil, kahkaha ile birlikte telaffuz edilen harften dolayıdır. Gülmesi baskın gelen kişi çok gülmediği takdirde namazı bozulmaz.
Dipnotlar:
1. El-Hidaye 1, 6; El-Bedayi 1, 232
2. Bu konuda rivayet edilmiş müsned ve mürsel hadisler vardır. Müsned olan hadisler Ebu Musa el Eşari, Ebu Hureyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Malik, Cabir b. Abdullah, İmran b. Husayn ve Ebu'l-Muleyh tarafından rivayet edilmiştir. Ebu Musa hadisini Taberani rivayet etmiştir: "Bir ara Resulullah (a.s.m) insanlara namaz kıldırırken bir adam mescide girerek mescid içindeki bir çukura düşmüştü. Bu adamın gözleri kör idi. Namazdaki cemaatin çoğu buna güldüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.m) gülen cemaatin namazları ile birlikte abdestlerini yenilemelerini emretmiştir." (Nasbu'r-Raye 1, 47-54)
(bk. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, II/151)
22 Temmuz 2019 Pazartesi
Arazilerin çeşidi, mirasta paylaşımı, zekatı (öşürü)
Soru:
Mirasta, arazi paylaşımının kadın-erkek eşit olarak yapılacağını ve arazilerin sahibi devlet olduğu için bunlardan elde edilen üründen zekat verilmeyeceğini söyleyenler ve yazanlar var. Bu konularda bizi aydınlatmanızı rica ediyoruz.
Cevap:
Vaktiyle halkın mülkü olmayan, yalnızca tasarrufuna (kullanımına) malik oldukları bir arazi çeşidi vardı, buna mîrî arazi denirdi. Bu arazinin, tasarruf hakkı sahibinin ölümü halinde kimlere nasıl intikal edeceği padişahların çıkardığı kanunlar ile düzenlenirdi. Bazan bu arazilerin erkek ve kız evlada eşit olarak intikali de kanunlaştırılmıştı. Bugün böyle bir arazi yoktur. Bütün mülk toprakları tam mülkiyet niteliklidir; yani taşınır mallar nasıl mülk ise onlar da öyle mülktür ve tam mülkün varisler arasında paylaşımı feraiz kurallarına ve oranlarına göre yapılır.
Bugün bütün topraklar gerçek mânada, tam mülkiyet hakkıyla mülk olduğu için bu topraklardan elde edilen zirâi ürünlerden zekat (öşür) de verilecektir.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00063.htm
21 Temmuz 2019 Pazar
Ev ve arabanın zekatı ile ilgili birkaç soru.
Soru ve Cevaplar:
...Zekatla ilgili net bir cevaba ulaşamadığımız bir mevzuda bizi aydınlatırsanız memnun oluruz. Ben kirada oturuyorum. Başka da bir evim yok. Ama ödemekte olduğum iki ayrı kooperatif hissesi var. Birincisi memleketimde olup ev sahibi olabilmek amacıyla kendim ödüyorum. İkincisi ise arkadaşımla birlikte ortak girdik ve yarı yarıya ödüyoruz. Bununla ilgili niyetimiz öncelikle bitene kadar ödemek. Sonrasında eğer taraflardan birinin o günün şartlarında almaya gücü yeterse birimizin tamamını satın alarak ev sahibi olması -ki bu gün için bu imkansız- ya da kiraya verip kirasını ortak almak. Üçüncü ihtimal ise başkasına satıp parasını paylaşarak başka bir yerde değerlendirmek. Yani bu gün için ne yapacağımıza henüz biz de karar vermiş değiliz. Bizim bununla ilgili bulduğumuz tek husus: "Ticari olmayan ev, dükkan, gibi mallara zekat düşmez. Ancak bunların kira ve gelirlerine, nisab fazlası olması halinde zekat düşer." Çevremizden ise koop. olarak devam ettiği müddetçe zekatın düşeceği yönünde fetvalar da duyduk. Bu yüzden ihtilafta kaldık.
Soru 1. Benim durumumda olan bir kişi bu koop.ların zekatını nasıl verecek?
Cevap. İster kooperatif yoluyla ister başka şekilde ev yaptıran veya yaptırmak isteyen bir kimse eğer bu evi oturmak için yaptırıyorsa, hem bu evin yapılmış kısmının değeri üzerinden hem de bunun için ayırdığı paradan zekat vermez, ev aslî (temel, olmazsa olmaz) ihtiyaçlardan sayılır. Oturmak içim değil de satıp parasını başka şeylere sarfetmek için ev yaptırıyorsa bunun maliyet değerinden ve buna ayırdığı paradan kırkta bir olarak zekat vermesi gerekir.
Soru 2. Kendi evinde oturduğu halde, kişinin kiracısı olmayan ve satılık olmayan ikinci bir evi varsa o evin zekatı var mıdır? Neye göre verilir.
Cevap. Böyle bir ev kira için ayrılmış ise zekata tabi değildir; kiraya verildiğinde safi geliri (yıllık olarak nisabı buluyorsa) bunun yüzde onu zekat olarak verilir.
Soru 3. Kendisi kirada oturduğu halde başka bir evi ve bundan gelen kirası varsa ve aldığı kira ile kendi kirasını ödüyorsa zekatı olur mu? (Diğer mallarından ödeyeceği zekata o kirayı dahil eder mi?)
Cevap. Evi olduğu halde burada oturmayıp kirada oturan, evini de kiraya veren bir kimsenin bu evden vereceği zekat, yukarıdaki maddede geçen kira gelirinden verilen zekattır; yani nisaba erişen safi gelirin yüzde onunu zekat olarak verir. Zekatı kırkta bir olan malların zekatı ile -gelir getiren ve zekatı, safi gelirinin onda biri olan ev, otobüs, makine, otel vb.nin zekatı ayrı ayrı hesaplanır.
Soru 4. Araba binek hükmünde ve zekat düşmez diye biliyoruz. Ancak her an satılabilecek konumda olduğundan ticari mal gibi düşünülmeli midir?
Cevap. Bir çok mal hemen satılabilir durumdadır; hemen satılabilir olmak malı zekatlık yapmaz; yani edinme ve kullanma niyeti esas alınır; aslî ihtiyaç sayılan mallar zekata tabi değildir; araba da böyledir.
Soru 5. Araba hususunda lüks olması zekatı nasıl etkiler. (5 milyarlık araba da var 35 milyarlık araba da var) Hepsi tek binek hükmünde midir?
Cevap. Eski zamanlarda da insanların binekleri kıymet bakımından farklı idi; çok değerli atları ve develeri olanlar ile adi bineği olanlar aynı sayılır, kıymetli binek sahipleri bundan dolayı zekat ödemezlerdi.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00062.htm
20 Temmuz 2019 Cumartesi
İSRA SÛRESİ 22.- 30. ayetlerin tefsiri
Müslüman Toplumun Esasları: İmanın Esası Tevhid, İslam Toplumunun Temeli Aile Bağıdır
22- Allah ile beraber başka bir ilâh edinme! Yerilmiş ve terkedilmiş olarak kalırsın.
23- Rabbin hükmetti ki: Kendisinden başkasına ibadet etmeyesiniz. Ana ve babaya iyi davranasınız. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken yaşlanacak olursa onlara: "Öf dahi deme! Onları azarlama ve her ikisine de tatlı söz söyle.
24- Merhametinden dolayı onlara alçakgönüllülük kanatlarını indir ve de ki: "Rabbim o ikisi beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et."
25- Rabbiniz nefislerinizde olanı en iyi bilendir. Eğer salihlerden olursanız 'muhakkak ki o, kendisine dönenlere mağfiret edicidir.
26- Yakın akrabaya hakkını ver, miskine ve yolcuya da. Ama saçıp savurma.
27- Çünkü saçıp savuranlar şeytanlarla kardeş olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
28- Rabbinden beklediğin bir rahmet için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan o zaman onlara yumuşak bir söz söyle.
29- Ve elini boynuna bağlı kılma. Onu büsbütün de açıp durma; yoksa kınanmış ve pişman olarak kalakalırsın.
30- Muhakkak ki Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, Basîr'dir.
Açıklaması
Yüce Allah tevhidin gerçeğini açıklamak üzere Rasulüne sas hitapta bulunmaktadır. İmanın gerçeği tevhiddir, Allah'ın ortaklarını reddetmektedir. Bu hitabın muhatapları ümmetin mükellef olanlarıdır. Çünkü o dönemde Hz. Peygamberin sas anne ve babası yoktu.
Ey mükellef olan insan, ulûhiyyet ve ibadetinde Yüce Allah'a ortak koşma!
Yalnızca O'nu ilâh ve Rab tanı. O'ndan başka ilâh yoktur, O'nun dışında ilâh yoktur, O'nun dışında Rab yoktur, hakkıyla ibadete lâyık kimse yalnız O'dur. Sen Allah ile birlikte bir başka ilâhı kabul edecek olursan, Ona ortak koştuğundan dolayı kınanmış olursun. Yardımsız kalırsın, Rabbin sana yardımcı olmaz; hatta sen kime ibadet ettiysen seni de onunla başbaşa bırakır. Onun ise ne bir fayda ne de bir zarar verecek gücü vardır. Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizî, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediğini nakletmektedirler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Her kime bir ihtiyaç arız olur da o da bunu insanlara (karşılamaları için) götürecek olursa, onun bu ihtiyacı karşılanmaz. Her kim bu ihtiyacını Allah'a arz ederse er veya geç Allah'ın ona bir rızık göndermesi uzak değildir." Kısacası müslüman toplumun birinci esası Allah'ı tevhid etmek ve ona şirk koşmamaktadır.
Akide ve imanın en büyük esası olan tevhidin açıklanmasından sonra Yüce Allah imanın şeâirini (alâmetlerini) ve gereklerini söz konusu etmektedir. Bu hususlar da şunlardır:
1- Yalnızca Yüce Allah'a ibadet etmek: "Rabbin hükmetti ki: Kendisinden başkasına ibadet etmeyesiniz." Yani Yüce Allah kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Bu ise iki hususu kapsamaktadır: Yüce Allah'a ibadet ile meşgul olup Allah'tan başkasına ibadetten sakınmak. Çünkü ibadet tazimin en ileri derecesidir. Bu ise Aziz ve Celil olan Allah'tan başkasının hakkı değildir.
2- Anne, babaya iyilik: "Ana ve babaya iyi davranasınız." Yüce Allah pek çok ayet-i kerimede kendisine ibadet etmek emriyle birlikte anne babaya iyi davranma emrini bir arada zikretmiştir. Çünkü insanın var olmasının gerçek sebebi olan Yüce Allah'tan sonra, var olmasının zahirî sebebi onlardır. Şefkat, merhamet, onların iyiliklerinin tercih edilmesi, yumuşaklıktan oluşan bir ortam içerisinde çocukların terbiye edilmesini onlar sağlamışlardır. Buyruğun anlamı şudur: Ve Yüce Allah anne babaya iyilik yapılmasını emretmiştir. Yahut da anne babaya iyilik yapmanızı, onlara güzel davranmanızı emretmiştir. Nitekim Yüce Allah bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Bana, anne ve babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş yalnız banadır." (Lokman, 31/14). Bu ise onların çocuklarına olan şefkatleri ve iyilikleri dolayısıyladır. Çocuğun terbiye ve korunması için azami gayret harcamalarından ötürüdür. O bakımdan onlara karşı güzel davranmak, iyi hareketlerde bulunmak bir vefakârlıktır, bir insanlıktır. Bu da onlara karşı güzel davranmakla, varlıklı ise maddi açıdan yardım ile olur. Bundan dolayı Yüce Allah onlara yapılacak birtakım iyilik şekillerini beyan ederek şöyle buyurmaktadır:
"Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken yaşlanacak olurlarsa..." Yani ana ve baba yahut onlardan birisi senin yanında yaşlanacak ve ömürlerinin son dönemlerinde senin yanında tıpkı hayatının başlangıcında olduğu gibi zayıf ve aciz düşecek olurlarsa aşağıdaki şu beş görevi yerine getirmelisin:
a) "Onlara öf dahi deme." Yani en asgari seviyede sıkıntı belirten kötü bir söz söyleme. Hatta öf dahi dememelisin. Bu kötü sözün en aşağı derecesindeki sıkılmanın ifadesidir. Bu her durumda, özellikle de zayıf oldukları, yaşlandıkları ve kazanç sağlamaktan acze düştükleri vakit böyle olmalıdır. Çünkü o dönemde artık iyiliğe olan ihtiyaçları daha fazladır, daha gereklidir ve daha önceliklidir. Bundan dolayı Yüce Allah yaşlılık durumunu özellikle zikretmiştir.
Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün." Kimin ey Allah'ın Rasûlü? diye sorulunca şöyle dedi: "Anne babasından birisinin yahut da ikisinin yaşlılığına yetişip de cennete giremeyen kimsenin."
b) "Onları azarlama". Yani senden onlara karşı çirkin bir iş sadır olmasın. Of demenin yasaklanması ile azarlanmanın arasındaki fark şudur: Birincisi az veya çok usancı açığa vurmayı yasaklamaktadır. İkincisi ise cevap vermek yahut yalanlamak gibi yollarla sözle dahi onlara muhalefeti açığa vurmayı yasaklamaktadır. Oflamak, puflamak gizli ve hafif kötü söz, azarlamak ise kaba ve sert bir şekilde paylamak demektir.
c) "Ve her ikisine de tatlı sözler söyle." Yani ikisine de hoş, güzel, yumuşak; onları sayıp tazim etmekle ve onlara karşı tam bir edep ile söz söyle. Dikkat edilecek olursa Yüce Allah öncelikle onları rahatsız edecek şeyleri yasakladı, arkasından onlara güzel söz söylemeyi, onlarla hoş konuşmayı emretti. Çünkü tehalli olumsuzluklardan arınma güzelliklerle bezenmekten önce gelir. Ömer b. el-Hattâb (r.a.) bu yüce buyruğu açıklarken şöyle demektedir: "Bu, kişinin babacığım ve anneciğim demesi şeklinde olur." Yani onları isimleriyle çağırmasın. Onlara sesini yükseltmesin. Onlara dik dik bakmasın. Said b. el-Müseyyeb'e tatlı söz söylemenin ne demek olduğu sorulmuş, o da: "Bu, suçlu bir kölenin oldukça sert efendisinin karşısında konuşması gibi olmalıdır." diye cevap vermiştir.
d) "Merhametinden dolayı onlara alçakgönüllülük kanatlarını indir." Yani davranışlarınla onlara karşı alçakgönüllülüğünü sergile. Bundan kasıt ise alabildiğine alçakgönüllü ve yumuşak davranmaktır. Çünkü kanatların indirilmesi mütevazi davranmaktan kinayedir. Kuşun yavrusunu kanadı altına alması haline benzetilmektedir. Alçakgönüllülüğün anne babasına karşı merhamet ve şefkattan dolayı olması gerekir. Yoksa yalnızca emre uymak ve tenkit edilmekten korkmaktan dolayı olmamalıdır.
e) "Ve de ki: Rabbim o ikisi beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et." Yani yaşlandıkları vakit olsun, vefatları esnasında olsun Yüce Allah'tan onlara rahmet dile. el-Kaffal (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) dedi ki: Yüce Allah, anne babaya iyiliği öğretirken söylenecek sözleri öğretmekle kalmayıp buna yapılacak davranışları öğretmeyi de ilâve etmektedir ki, bu da rahmetle dua etmektir. Kişi: "Rabbim...onlara merhamet et." demekle emrolunmuştur. Merhamet lafzı ise din ve dünyadaki bütün hayırları kapsayıcı bir lafızdır. Yüce Allah'ın: "Beni küçükken yetiştirdikleri gibi" buyruğu ise, "Beni terbiye ederken bana iyilik yaptıkları gibi sen de onlara iyilik yap." anlamındadır. Terbiye, geliştirip büyütme demektir. Özellikle onu söz konusu etmesi kulun anne babasının şefkatini ve onu terbiye ederkenki çaba ve gayretlerini hatırlaması içindir. Bu onun anne babasına olan şefkat ve düşkünlüğünü daha da arttıracaktır.
Anne babaya iyilik hakkında pek çok hadis-i şerif vârid olmuştur. Bunlardan birisini Tirmizî ve Hâkim, Ebu Hureyre ile Enes (r.a.)'ten rivayet etmektedirler. Buna göre Rasulullah (s.a.) minbere çıktı, sonra üç defa "Âmin, âmin, âmin" dedi. "Ey Allah'ın Rasulü, ne diye âmin dedin?" diye sorulunca şöyle dedi: "Bana Cebrail geldi ve Ey Muhammmed, dedi. "Yanında adın anıldığı halde sana salatü selâm getirmeyenin burnu yere sürtünsün: Âmin de," dedi ben de âmin dedim. Sonra: "Ramazan ayına erişip de Ramazan ayı çıkıp gittiği halde kendisine mağfiret olunmayanın burnu yere sürtünsün. Âmin de," dedi; ben de âmin dedim. Sonra; "Anne babasına yahut onlardan birisine yetişip de bu durumun kendisini cennete sokmadığı kişinin de burnu yere sürtünsün. Âmin de," dedi ben de âmin dedim."
İyilik onlar hayatta iken olduğu gibi onların ölümünden sonra da olabilir. Buna delil ise Ahmed, Ebu Davud ve İbni Mâce'nin Malik b. Rabîa es-Sâidî'den yaptıkları şu rivayettedir: Malik dedi ki: Ben Rasulullah (s.a.)'ın yanında oturuyor iken ona Ensar'dan bir adam gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, onların vefat etmelerinden sonra anne babamın benim üzerimde kendilerine karşı yapmam gereken bir iyilik var mı? Hz. Peygamber sas şöyle dedi: "Evet! Dört şeyi yerine getirmelisin: Onlara rahmet ve istiğfarla dua edeceksin, söz vermişlerse yerine getireceksin, arkadaşlarına ikramda bulunacaksın ve onlar tarafından akrabalık bağı ile bağlandığın akrabalarını gözeteceksin. İşte vefat etmelerinden sonra onlara karşı yapmakla görevli olduğun iyilikler bunlardır."
Şayet anne ve baba kâfir iseler çocuğun, hayatta oldukları sürece hidayet bulmaları, için onlara dua etmesi, imana kavuşmalarından sonra da onlara rahmet olunması için duada bulunması gerekir. Kur'ân-ı Kerim ölümlerinden sonra müşriklere mağfiret dilemeyi yasaklamıştır, isterse bunlar akraba olsunlar. Bu yasak şu ayet-i kerimede yer almaktadır: "Peygamberlerin ve iman edenlerin yakın akraba olsalar dahi müşriklere mağfiret dilemeleri olacak şey değildir." (Tevbe, 9/113). Buna göre müslüman kimse -müslüman olmayan anne ve babasına ölümlerinden sonra rahmet dilemek müstesna- güzel bir şekilde davranır.
Bu ayet-i kerime gereğince amel etmek için yalnızca bir defa onlara rahmet talep etmek yeterlidir. Çünkü emrin zahiri vücup ifade eder ve yine emrin zahiri tekrarı gerektirmez. Süfyan'a: "Anne babasına insan ne kadar dua etmelidir, günde bir defa mı ayda bir defa mı, senede bir defa mı?" diye sorulunca, şu cevabı verdi: (Namazdaki) Teşehhüdün sonlarında onlara dua etmenin yeterli olacağını ümid ederiz.
Anne babaya kötü davranmanın büyük günahlardan olduğunu dinimizin ortaya koymuş olması yeter. Tirmizî, Abdullah b. Ömer'den şöyle bir hadisi şerif rivayet etmektedir: "Rabbin razı olması babanın razı olmasına bağlıdır. Rabbin gazap etmesi babanın gazap etmesine bağlıdır."
Daha sonra Yüce Allah anne babaya iyilik yapmak hususunda işi gevşek tutmaktan sakındırarak: "Rabbiniz nefislerinizde olanı en iyi bilendir..." diye buyurmaktadır. Yani asıl değerlendirme kalpte olana, sizin nefislerinizde gizlediğiniz itaatte ihlâsa veya ihlâssızlığa göredir. Yüce Allah sizin nefislerinizde olana muttalidir. Hatta O, bu durumlarınızı sizden daha iyi bilir. Çünkü siz yanılır, unutur ve her şeyi kuşatamayabilirsiniz. Kasdi olmayarak bir kimse herhangi bir yanlışlık, bir hata işleyecek olursa, niyeti iyi olduğu sürece Allah bundan dolayı onu cezalandırmaz. Çünkü şanı yüce Allah tevbe edip tekrar hayra yönelenlere, kasdi olmayarak yaptıkları kusurlara pişman olanlara mağfiret edicidir, bağışlayıcıdır. Günahtan tevbe eden kimse ise masiyetten itaate dönen kimsedir. Allah'ın hoşlanmadığı şeyi terk edip Allah'ın sevdiği, razı olduğu şeye dönendir. Ayet-i kerimeden kasıt ise ihlâsı terk etmekten sakındırmaktır.
3- Akrabaya, yoksullara ve yolculara iyilik: "Yakın akrabaya hakkını ver, miskine ve yolcuya da." Yüce Allah anne babaya iyiliği söz konusu ettikten sonra, akrabaya iyilik yapmayı ve akrabalık bağlarını gözetmeyi zikretmektedir. Buyruğun anlamı şudur: Ey mükellef olan insan! Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış garip yolcuya hakkını ver. Bu ise akrabalık bağını gözetmek, sevgi göstermek, ziyaretleşmek, güzel geçinmek, muhtaç olduğu takdirde yoksula yardımcı olmak, yolcuya da gideceği yere ulaşıncaya kadar azığını ve bineğinin masraflarını karşılamak için yardımda bulunmaktır. Hitap Rasulullah (s.a.)'a olmakla birlikte maksat umumidir. Ebu Davud'un Bekr b. el-Hâris'ten rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber sas şöyle buyurmuştur: "Annen ve baban, sonra sana daha yakın olan ve daha yakın olan." Yahut da: "Sonra da yakınlık sırasına göre akrabaların" Buharî ile Müslim de Enes'ten Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Her kim rızkının genişletilmesini, ömrünün uzun olmasını arzu ederse akrabalık bağlarını düzeltsin."
Bu emir Ebu Hanife'nin görüşüne göre kızkardeş, kardeş, anne-baba gibi nahrem olan akrabalara nispetle vücub (zorunluluk) ifade eder, Şafiî'nin görüşüne göre ise mendupluk ifade eder, -diğer akrabalar müstesna- nafakalarını karşılamak vaciptir. Hanefilere göre ise uzak dahi olsa, bütün akraba lehine nafaka vaciptir.
Yoksullara ve yolculara yardımcı olmak ise mendup sadakalar arasında yer alır.
4- Savurganlığın yasaklanması: "Ama saçıp savurma!" Yüce Allah infakı ve karşılıksız olarak harcamayı emrettikten sonra israfı yasaklamakta ve harca politikasını beyan etmektedir. Yani sen malı ancak mutedil bir şekilde olmayan yollarda ve hak sahipleri için harca. İsrafa da düşme. Savur-(tebzir) sözlükte malı israf yollarında harcayıp tüketmektir. Orta yollu mutedil yollu olmak ise İslâm'ın sosyal ve dini politikasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'Ve onlar ki infak ettiklerinde (harcadıklarında) israf da etmezler, cimrilik de etmezler, bu ikisi arasında orta yolu tutarlar." (Furkân, 25/67).
Daha sonra Yüce Allah israfı şeytanların fiillerine izafe etmek suretiyle savurganlığın çirkinliğine dikkat çekerek: "Çünkü saçıp savuranlar şeytanlarla kardeş olmuşlardır." diye buyurmaktadır. Yani mallarını Yüce Allah'a isyan yolunda harcayan savurganlar bu çirkin fiilleriyle şeytanlara benzerler. Bunlar dünyada da ahirette de şeytanlarla birliktedirler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim Rahmanın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o onun (ayrılmaz) arkadaşıdır." Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O zulmedenleri ve onlara eş olanları... (yani şeytanlardan onlarla birlikte olanları.) toplayınız..." (Saffat, 37/22).
İbni Mes'ud der ki: Savurganlık gerekli olmayan yerde harcamaktır. Mücahid der ki: Bir insan malının tümünü hak yolda harcayacak olsa savurganlık yapmış olmaz. Hak olmayan bir yerde bir avuç dahi harcayacak olsa bu da savurganlık olur. Ali (ra) nin şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Kendine, aile halkına israfsız ve savurganlığa sapmadan infak ettiğin ile verdiğin sadaka senin lehinedir. Riyakârlık ve desinler diye yaptığın infak ise şeytanın payınadır." Selef-i salihinden birisi hayır bir yolda alabildiğine harcamalarda bulundu. Kendisine: "İsrafta hayır yoktur." denilince o: "Hayır, hayırda israf yoktur." diye cevap verir.
"Şeytan ise Rabbine karşı pek nanköndür." Yani şeytan Rabbinin nimetini çokça inkâr eder. Çünkü o Yüce Allah'a gereğince amel etmemiştir. Aksine Allah'a isyana, O'na muhalefete yönelmiştir. O bakımdan masiyetlerde ve yeryüzünde fesat çıkartmak yolunda insanları saptırmak uğrunda çalışmıştır.
el-Kerhî der ki: Yüce Allah'ın kendisine bir mevki, şeref veya mal ihsan ettiği kimse de bu durumdadır. Eğer bu kişi bunu Allah'ın razı olmayacağı bir alanda kullanacak olursa bu da Allah'ın nimetine bir nankörlüktür. Çünkü bu kişi sıfat ve fiiliyle şeytana uygun davranmış olur.
Şeytanın Rabbine karşı nankör olma niteliği, savurganın da aynı şekilde Rabbine nankör olacağını göstermektedir. Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Bu ayet-i kerime Arapların âdetlerine uygun olarak indirilmiştir. Çünkü onlar talan ve baskınlar yoluyla mal topluyorlar, sonra da böbürlenmek ve övünmek arzusuyla bu malları insanları İslâmdan alıkoymak, müslümanları zayıflatmak, düşmanlarını güçlendirmek için harcıyorlardı. İşte bu ayet-i kerime onların yaptıkları işlerin çirkinliklerine dikkat çekmek için nazil olmuştur.
5- Vereceğine dair güzel vaadde bulunmak yahut güzel söz söylemek: "Rabbinden beklediğin bir rahmeti elde etmek için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan o zaman onlara yumuşak bir söz söyle." Yani eğer akrabadan, yoksuldan, yolcudan malının azlığı ve fakirlik sebebiyle -onları açıkça redd etmekten utanarak- yüz çevirecek olursan onlara güzel, yumuşak söz söyle ve Allah'ın rızkı gelecek olursa onları gözeteceğini belirterek onlara iyi vaadlerde bulun ve geçerli bir mazeret açıkla.
6- Yapılacak infakta orta yolu tutmak. "Ve elini boynuna bağlı kılma..." Allah infakı emrettikten sonra burada da infakın adabını ve geçim için arta yol tutmayı, cimriliği yererek israfı da yasaklayarak emretmektedir. Yani kendine ve akrabalık bağlarını gözetmek hususunda ailene ve hayırlı işlerde cimri olma. Aynı şekilde aşırıya kaçacak şekilde alabildiğine bol bol infak ederek takatinden fazlasını verme. Gelirinden fazla -elinde bir şey kalmayacak şekilde- harcamada bulunma.
Kısacası: İnfakın esasları yaşayışta iktisat (orta yollu olmak), infakta da vasatı aşmamaktır. Cimrilik de etmemeli, israfa da kaçmamaktır. Cimrilik, aşırı eli sıkılık, savurganlık ise aşırı harcamadır. Her ikisi de yerilmiştir. işlerin en hayırlıları ise orta yollu olanlarıdır.
Ahmed, İbni Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah sas) buyurdu ki: "İktisat eden fakir düşmez." Beyhakî de İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Nafakada iktisat geçimin yarısıdır." ed-Deylemî de Müsnedü'l-Firdevs'inde Enes'ten merfu olarak şunu rivayet etmektedir: "Tedbir (idareli harcama) geçimin yarısıdır. Sevgi göstermek aklın yarısıdır. Üzüntü yaşlılığın yarısıdır. Aile efradının azığı ise iki zenginlikten birisidir."[9]
Buharî ile Müslim'de Ebu Hureyre (r.a.)'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kulların sabahladığı her günde mutlaka iki melek semadan iner. Onlardan birisi: "Allah'ım, infak edene infak ettiğinin yerini tutacak olanı ver." Diğeri ise: "Allah'ım cimrilik edenin malını da telef et" diye dua eder. Müslim'in Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayetine göre Hz. Peygamber sas şöyle buyurmuştur: "Sadakadan dolayı bir mal eksilmez. Allah için alçakgönüllülük edeni de Allah yükseltir." Ebu Davud da Abdullah b. Ömer'den merfu olarak şunu rivayet etmektedir: "Cimrilikten sakınınız, çünkü cimrilik sizden öncekileri helak etti. Bu cimrilik duygusu kendilerine cimri olmalarını emretti, onlar da cimrilik ettiler. Akrabalık bağını kesmelerini emretti kestiler, kötülük yapmalarını emretti onlar da kötülük işlediler."
Daha sonra Yüce Allah rızkın kendi iradesine bağlı olduğunu belirtti ki, insanlar kimi vakitler rızıklarının daralmasının Allah nezdindeki hallerinin kötülüğünden kaynaklanmadığını idrak etsinler. Şöyle buyurmaktadır: 'Muhakkak ki Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve daraltır." Yani ey Rasul, rızık veren, kısan, yayan, yarattıklarında dilediği gibi tasarruf eden, dilediğini zengin kılan dilediğini fakir kılan -bu husustaki hikmeti gereğince- senin Rabbindir. İşte bundan dolayı Yüce Allah: "Muhakkak ki O kullarından haberdardır, Basîr'dir." diye buyurmaktadır. Yani o Yüce Allah her bir insanın maslahatının ancak o kadarında olduğunu bilir. O kimin zenginliği hakettiğini, kimin fakirliği hakettiğini çok iyi bilen, haberdar olan, her şeyi görendir. Kulların rızıklarındaki farklılık Allah'ın (haşa) cimriliğinden dolayı değildir. Aksine bu maslahatlara riayet içindir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Benim kullarımdan kimisi vardır ki, ona ancak fakirlik elverişlidir. Eğer ben onu zengin edecek olursam onun aleyhine dinini bozmuş olurum. Yine kullarımdan öyleleri vardır ki onlara ancak zenginlik uygun gelir. Şayet ben o kimseyi fakir düşürecek olursam onun aleyhine olmak üzere dinini ifsad ederim." Zenginlik bazı kimseler hakkında imtihan olabilir. Fakirlik ise bir ceza olabilir.
Ayet-i kerimeden maksat şudur: Yüce Allah Rasulüne kendisinin Rab olduğunu öğretmektedir. Rab ise kullarını terbiye eden, onu ıslah edip ihtiyaçlarını karşılayan ve ıslahına elverişli bir miktarda ihtiyaçlarını karşılayarak kimisine rızkı genişleten, kimisine de daraltandır. [10]
[9] Bu hadisi el-Kudai, Ali (r.a.)'den rivayet etmiş olup hasen bir hadistir.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/54.
19 Temmuz 2019 Cuma
İSRA SÛRESİ 9.- 11. ayetlerin tefsiri
Kur'an-ı Kerimin Hedefleri
9- Muhakkak bu Kuran en doğru olana iletir ve salih ameller işleyen müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.
10- Ahirete inanmayanlara gelince; onlar için elem verici bir azap hazırladık.
11- İnsan hayır istiyormuşçasına şer ister, insan çok acelecidir.
Açıklaması
Ey İsrailoğulları, ne diye Kur'ân-ı Kerim'e iman etmiyorsunuz? Halbuki Kur'ân da Tevrat gibi ilâhi bir kitap olup Allah tarafından Rasulü Muhammed (s.a.)'e indirilmiştir. Bu Kitab'ın üç niteliği vardır:
1- Bu Kur'ân-ı Kerim en doğru olan yola iletir. Dosdoğru din demek olan en mükemmel yolu gösterir. Yüce Allah'ın tek ve Samed, mülkün mutlak sahibi Aziz ve mutlak egemen olduğu, öldürüp dirilten, aziz ve zelil kılan olduğunu ihtiva eden tevhid temeli üzerinde yükselen "müsamahakâr hanif dine" davet eder. Yine onun davet ettiği yol, faziletli amellerdir ve bu yol, dünya ve âhiret hayrını ihtiva eder. Yüce Allah'ın: "En doğru olan" buyruğunun anlamı eğriliği olmayan, en doğru, en adil ve mutedil olan yol demektir.
2- Bu kitap salih amel işleyen müminlere kıyamet gününde amellerinin karşılığı olmak üzere büyük bir ecir olduğu müjdesini verir.
3- Allah'ın varlığını, birliğini tasdik etmeyen, öldükten sonra dirilmeyi, mükâfat ve cezayı kabul etmeyip inanmayan, hayır işler işlemeyen kimseleri ise yaptıklarının bir cezası olmak üzere, onlara cehennem azabının bulunduğunu bildirip uyarır ve korkutur.
Yani Yüce Allah müminlere iki tür müjde vermektedir: Birisi kendilerine verilecek olan sevap, diğeri ise düşmanlarına verilecek olan cezadır. Ayet-i kerimede azap hakkında "müjde" tabirinin kullanılması onlara tehakküm (bir çeşit alay) kabilindedir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Onlara acıklı bir azabı müjdele" (Ali İmran, 3/21). Ya da bir şeyin zıddını kullanmak kabilinden de olabilir. Yüce Allah'ın: "Bir kötülüğün karşılığı onun gibi bir kötülüktür." (Şûra, 42/40) buyruğunda olduğu gibi.
Yüce Allah, İsrailoğulları'na ve diğerlerine hidayeti gösteren Kur'ân-ı Ker-im'in niteliklerini beyan ettikten sonra hidayet bulan insanın durumunu beyan etmektedir ki, her ikisi arasındaki ilişki, daha bir güçlensin ve semavî kitaplarla hidayet bulanların bir olduklarını göstersin. İşte bunu açıklamak üzere Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İnsan hayır istiyormuşçasına şer ister." Yani insanın niteliği aceleciliktir. O kimi zaman kızdığı vakitlerde kendisi yahut çocukları veya malı aleyhine kötülük isteyerek beddua eder. Ya da ölümü, helak olmayı, yok olmayı diler, lanetler yağdırır. Tıpkı Rabbinden esenlik, afiyet ve bol rızık istiyormuş gibi dua eder. Eğer onun bu bedduası kabul olunacak olursa helak olur. Fakat Yüce Allah lütuf ve rahmeti dolayısıyla onun bu duasını kabul buyurmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şayet Allah insanlara hayrı çabucak istedikleri gibi, kötülüğü de alelacele verecek olsaydı, elbette ecellerine hükmedilirdi." (Yûnus, 10/11).
Ebu Davud da Hz. Câbir'den peygamberimizin şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Kendiniz aleyhine, mallarınız aleyhine beddua etmeyin ki Allah'ın duaları kabul ettiği ana tesadüf edersiniz de o anda o bedduanız kabul olunur."
İnsanı bu şekilde beddua etmeye iten onun tezcanlılığı ve aceleciliğidir.
Bundan dolayı Yüce Allah: "Ve insan çok acelecidir." diye buyurmaktadır. Yani akıbeti hakkında hiç düşünmeksizin istediğini elde etmekte acele davranır. [6]
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/26-27.
18 Temmuz 2019 Perşembe
İpek Kaftan İle Namaz Kılmak
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
8. BÖLÜM NAMAZ
16. İpek Kaftan İle Namaz Kılmak
375- Ukbe b. Amir'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü'ne Sallallahü Aleyhi ve Sellem ipekten dokunmuş bir kaftan hediye edildi. O da, onu giyerek namaz kıldı. Namazını bitirdikten sonra hoşuna gitmemiş gibi ani bir hareketle kaftanı çıkardı ve Bunu kullanmak müttakilere yaraşmaz' buyurdu. [Hadisin geçtiği diğer yer:5801]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
8. BÖLÜM NAMAZ
16. İpek Kaftan İle Namaz Kılmak
375- Ukbe b. Amir'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü'ne Sallallahü Aleyhi ve Sellem ipekten dokunmuş bir kaftan hediye edildi. O da, onu giyerek namaz kıldı. Namazını bitirdikten sonra hoşuna gitmemiş gibi ani bir hareketle kaftanı çıkardı ve Bunu kullanmak müttakilere yaraşmaz' buyurdu. [Hadisin geçtiği diğer yer:5801]
AÇIKLAMA
"İpek kaftan" arkadan yırtmaçlı bir tür kaftandır. Bu hadisten ilk etapta akla gelen manaya göre, Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu elbise İle namaz kılması, İpeğin erkeklere haram kılınmasından öncedir. İmam Müslim'in Câbir'den naklettiği hadis de bunu desteklemektedir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ipek bir kaftanla namaz kıldı. Sonra onu çıkarıp 'Cebrail bunu giymemi yasakladı' buyurdu." Ayrıca "Bunu kullanmak müttakîlere yaraşmaz" sözü de bunu destekler niteliktedir. Çünkü müttakilerle diğerleri arasında bir şeyin haram olup olmaması hususunda bir fark yoktur. Bu hadisteki muttaki lafzı ile Müslüman, yani küfürden korunan kasdedilmiş olabilir. İpeğin erkeklere yasaklanması, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem kaftanı çıkarmasına neden olmuştur. Bu olay, ipeğin haram kılınışının başlangıcını teşkil eder.
Buraya kadar anlattıklarımız kabul edildiği takdirde, Allah Resulünün Sallallahü Aleyhi ve Sellem namazını iade etmediğini göstererek ipek elbise ile namaz kılmanın caiz olduğunu söyleyenlerin tutunacakları bir delil kalmaz. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem İpeğin haram kılınmasından önce bu şekilde namaz kıldığı için, namazını tekrar kılmamıştır.
Çoğunluğa göre erkeklerin ipek elbise ile kıldığı namaz geçerlidir. Ancak bu şekilde namaz kılmak haramdır. İmam Malik'e göre, ipek elbise ile namaz kılan, henüz vakit çıkmamışsa namazını iade eder. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
Buraya kadar anlattıklarımız kabul edildiği takdirde, Allah Resulünün Sallallahü Aleyhi ve Sellem namazını iade etmediğini göstererek ipek elbise ile namaz kılmanın caiz olduğunu söyleyenlerin tutunacakları bir delil kalmaz. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem İpeğin haram kılınmasından önce bu şekilde namaz kıldığı için, namazını tekrar kılmamıştır.
Çoğunluğa göre erkeklerin ipek elbise ile kıldığı namaz geçerlidir. Ancak bu şekilde namaz kılmak haramdır. İmam Malik'e göre, ipek elbise ile namaz kılan, henüz vakit çıkmamışsa namazını iade eder. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
17 Temmuz 2019 Çarşamba
Çapraz Çizgili Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
8. BÖLÜM NAMAZ
15. Çapraz Çizgili [Kumaşın üzerindeki Çapraz Çizgililer dikkat çektiği ve Hıristiyanların haçına benzediği için böyle bir elbiseyle namaz kılmak istememiştir.(A.Ağırakça)] Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?
Çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kimsenin bu namazına engel olunmaz.
374- Enes'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Âişe'nin yünden yapılmış rengarenk ince bir perdesi vardı. Onunla evin bir tarafını örterdi. Bir gün Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem 'Şu perdeni gözümüzün önünden kaldır! Zira üzerindeki şekiller, namaz kılarken gözüme takılıyor' dedi.[Hadisin geçtiği diğer yer:5959]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
8. BÖLÜM NAMAZ
15. Çapraz Çizgili [Kumaşın üzerindeki Çapraz Çizgililer dikkat çektiği ve Hıristiyanların haçına benzediği için böyle bir elbiseyle namaz kılmak istememiştir.(A.Ağırakça)] Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?
Çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kimsenin bu namazına engel olunmaz.
374- Enes'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Âişe'nin yünden yapılmış rengarenk ince bir perdesi vardı. Onunla evin bir tarafını örterdi. Bir gün Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem 'Şu perdeni gözümüzün önünden kaldır! Zira üzerindeki şekiller, namaz kılarken gözüme takılıyor' dedi.[Hadisin geçtiği diğer yer:5959]
(Namazı bozulur mu?); İmam Buhârî burada, ihtilaflı konulardaki tutumunu sürdürdü. Zira bu konu da ihtilaflı konulardan biridir. Buradaki ihtilaf, nehyin, fesada delalet edip etmeyeceği hususundadır. Çoğunluğa göre nehiy, kendi içinde bir manaya delalet ediyorsa fesadı gerektirir. Aksi takdirde fesadı gerektirmez.
(Haç şeklinde görünen çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kimsenin, bu namazına engel olunmaz) Hadisten ilk etapta akla gelen anlam, bütün yönleriyle konu başlığını karşılamamaktadır. Ancak biraz düşündükten sonra, konu başlığı ile ilgisinin ortaya çıktığı görülmektedir. Şöyle ki, örtü her ne kadar resimli olsa da, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem onu ne giymiştir ne de onunla namaz kılmayı açıkça yasaklamıştır. Ayrıca üzerinde boydan ve çapraz çizgiler de yoktur. Bu durumda ortaya çıkan problem şu şekilde aşılır: Böyle bir örtünün elbise olarak kullanılmasının yasaklanması evleviyetledir. Haç şeklinde çapraz çizgili elbiseler ve resimli elbiseler arasında ortak noktalar vardır. Çünkü Hıristiyan ve müşrikler tarafından her ikisine de, yani haç'a da mücessem resimlere de ibadet edilmektedir. Bu da Allah'tan başkasına ibadet demektir. Örtünün kaldırılmasının emredilmesi, kullanılmasını gerektirir. Kanaatime göre musannif, "haç şeklinde" lafzı ile bu hadisin diğer rivayetlerinde nakledilen bilgilere işaret etmiştir. Nitekim "Libâs Bölümü"nde Hz. Âişe'den naklettiği hadis şu şekildedir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem üzerinde haça benzer şekillerin bulunduğu eşya ve kumaşların evinde kalmasına asla müsaade etmezdi."
Bu hadis, resimli elbiselerle kılınan namazın bozulmayacağına delalet eder. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem perdeyi parçalamamış namazını da yeniden kılmamıştır.
(Haç şeklinde görünen çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kimsenin, bu namazına engel olunmaz) Hadisten ilk etapta akla gelen anlam, bütün yönleriyle konu başlığını karşılamamaktadır. Ancak biraz düşündükten sonra, konu başlığı ile ilgisinin ortaya çıktığı görülmektedir. Şöyle ki, örtü her ne kadar resimli olsa da, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem onu ne giymiştir ne de onunla namaz kılmayı açıkça yasaklamıştır. Ayrıca üzerinde boydan ve çapraz çizgiler de yoktur. Bu durumda ortaya çıkan problem şu şekilde aşılır: Böyle bir örtünün elbise olarak kullanılmasının yasaklanması evleviyetledir. Haç şeklinde çapraz çizgili elbiseler ve resimli elbiseler arasında ortak noktalar vardır. Çünkü Hıristiyan ve müşrikler tarafından her ikisine de, yani haç'a da mücessem resimlere de ibadet edilmektedir. Bu da Allah'tan başkasına ibadet demektir. Örtünün kaldırılmasının emredilmesi, kullanılmasını gerektirir. Kanaatime göre musannif, "haç şeklinde" lafzı ile bu hadisin diğer rivayetlerinde nakledilen bilgilere işaret etmiştir. Nitekim "Libâs Bölümü"nde Hz. Âişe'den naklettiği hadis şu şekildedir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem üzerinde haça benzer şekillerin bulunduğu eşya ve kumaşların evinde kalmasına asla müsaade etmezdi."
Bu hadis, resimli elbiselerle kılınan namazın bozulmayacağına delalet eder. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem perdeyi parçalamamış namazını da yeniden kılmamıştır.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
16 Temmuz 2019 Salı
NAHL SÛRESİ 125.- 128. ayetlerin tefsiri
Dine Davet Etmenin Esasları, Misliyle Ceza Verme Esası, Musibetlere Karşı Sabretme
125- Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin yolundan sapanları da çok iyi bilir, doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir.
126- Ceza verdiğiniz zaman size "verilen cezanın aynıyla karşılık verin. Yemin olsun ki eğer sabrederseniz bu sabredenler için daha hayırlıdır.
127- (Ey peygamber!) Sabret. Senin sabretmen ancak Allah'ın lutfuyladır. Onlardan dolayı üzülme. Kurdukları tuzaklar sebebiyle darlığa düşme.
128- Şüphesiz ki Allah kendisinden korkanlarla ve iyilikte bulunan kimselerle beraberdir.
Açıklaması
Allah'ın dinine ve birliğine davet etmek yahut bunun bildirilmesi, bilinmesi zaruri olan bir husustur. Bunun için bu peygamberin asıl görevi olmuş, Allah Rasulüne (s.a.) insanları Allah'a hikmetle davet etmeyi emretmiş: "Rabbinin yoluna hikmetle... davet et." buyurmuştur.
Ey Rasul! İnsanları Rabbinin şeriatına -İslâm'a hikmetle- yani muhkem sözler ve güzel öğütle -yani ibretler ve onların gönüllerinde tesir bırakacak uyarılarla davet et. Allah Teala'nın azabından sakınmaları için onları bunlarla hatırlat.
"Onlarla en güzel şekilde mücadele et." Yani onlara karşı başkalarından daha güzel bir metodla karşı dur. Bunlardan münazara ve mücadeleye ihtiyaç duyan kimse yumuşaklık, nezaket ve güzel hitapla güzel bir şekilde davransın. Kötü söz söyleyen kimseleri affet. Onlara hitap ederken yumuşak davran. Kötülüğü iyilikle karşıla. Mücadelede sesi yükseltmeksizin ve hasmına küfretmeksizin ya da eziyet etmeksizin hakka vasıl olma maksadı taşı. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Zulmeden kimseler müstesna Ehl-i Kitapla en güzel şekilde mücadele edin." (Ankebut, 29/46).
Bu Peygamberimiz (s.a.)'e yumuşaklık ve nazik hitapla davet etmesi emri idi. Nitekim Hz. Musa ile Hz. Harun Firavuna gönderildikleri zaman da şu ayette olduğu gibi yumuşak davranmakla emrolunmuşlardı: "İkiniz Firavuna yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler yahut Allah'tan korkar." (Ta-Ha, 20/44) Her davetçiye düşen davetinde bu ilâhî emre uymaktır.
"Hiç şüphesiz Rabbin yolundan sapan kimseleri en iyi bilendir." Yani Allah onlardan bedbaht ve mes'ud olanları, hak yolundan sapanları ve hak yolu bulanları gayet iyi bilmektedir. Allah kıyamet gününde sapıklıkları ve hidayetlerine göre onlara yaptıklarının karşılığını verecektir. Amellerinin karşılığını vermek ne sana -Ya Muhammed- ne de başkalarına ait değil, O'nadır. Onlara hidayet vermek sana ait değildir. Sana düşen sadece tebliğ etmek, hesap görmek ise bize aittir.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki sen sevdiğini doğru yola iletemezsin. Fakat Allah dilediğini doğru yola iletir." (Kasas, 28/56) "Onlara hidayet vermek sana ait değildir. Fakat Allah dilediğine hidayet verir." (Bakara, 2/272) Ayet hem vaad hem de vaîd ihtiva etmektedir:
Peygamberimiz (s.a.)'in davetteki yumuşaklık örneklerinden biri Ebu Ümame'nin rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: Bir delikanlı Peygamberimiz (s.a.) e gelerek
-Ey Allah'ın Peygamberi! Bana zina etmek hususunda izin verir misin? dedi. İnsanlar ona bağırdı. Peygamberimiz (s.a.):
-O halde bunu yaklaştırın, buyurdu. Genç yaklaştı ve Peygamberimiz (s.a.)'in önüne oturdu. Gence:
-Bunun annene yapılmasını ister misin? dedi. Genç:
-Hayır, Allah bizi sana feda eylesin, dedi. Peygamberimiz:
-İnsanlar da annesine böyle yapılmasını istemezler buyurdu. Sonra gence:
-Bunun kızkardeşine yapılmasını ister misin? dedi. Genç:
-Hayır, Allah beni sana feda eylesin, dedi. Peygamberimiz:
-İnsanlar da kızkardeşlerine böyle yapılmasını istemezler, buyurdu.
Bundan sonra Peygamberimiz (s.a.) elini gencin göğsüne koydu ve "Allah'ım! Onun kalbini, temizle günahını affet. İffetini koru" diye dua etti. Artık zina o genç için en kötü şey olmuştu.
Allah Teala davet ve hitapta güzellikle davranmayı emrettikten sonra ceza verirken adalet ve insaflı davranmayı, hakkı alırken misilleme yapmayı emretti. Zira davet başkalarını kızdırmaya, onların öldürmeye, vurmaya veya küfretmeye teşebbüs etmelerine sebep olabilir. Bunun için Cenab-ı Hak "Ceza verirken size verilen cezanın aynıyla karşılık verin" buyurdu.
Yani ey müminler bir günahkârı cezalandırmak istediğiniz zaman ona günahının misliyle ve hiçbir ilave yapmadan haddi de aşmadan ceza verin. Bizden bir adam bir şey alırsa siz onun aldığı kadar alın. Çünkü fazlası zulümdür. Zulmü ise Allah sevmez ve zulümden razı olmaz.
"Ceza verildiği zaman" ifadesinde Allah "müşakele" yoluyla bunu ikab (ceza) olarak adlandırdı. Zira ikabın (cezanın) aslı bir fiile karşılık vermektir. Fiil işin başında ikab (ceza) değildir.
Cenab-ı Hak daha sonra cezayı kaldırmaya ve aynıyla karşılık vermekten daha yüce bir tavır içinde olmaya davet etti ve şöyle buyurdu: "Eğer sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır."
Yani aynıyla karşılık vermez, sabrederseniz kötülükten vazgeçerseniz ve size ulaşan zulme karşı sabredip Allah'tan ecir ve sevap beklerseniz Allah onun cezasını üstlenir. Sabretmek sabreden kimse için intikamdan daha hayırlıdır. Zira Allah'ın intikamı daha şiddetlidir.
Cenab-ı Hak sabrın neticesini belirttikten sonra genel bir sıfat olarak sabrı zikrederek şöyle buyurdu: "Sabret. Senin sabrın Allah'ın yardımıyladır." Yani davet yolunda sana isabet eden eziyetlere sabret. Senin sabrın sadece Allah'ın yardımı ve güzelce muvaffak kılması ve dilemesiyledir. Yani Allah Teala sabır meşakkatli olduğundan sabra yardımcı olacak şeyi zikretti. Sabır talep etmek ve sebatkârlık için Allah'a iltica etmeye teşvik etti.
"Sabret" ifadesi sabır emrini te'kid etmekte, ve buna ancak Allah'ın dilemesi ve yardımıyla ulaşabileceğini bildirmektedir. Bu aynı zamanda kavminden gördüğü eziyete karşılık Peygamberimiz (s.a.)'e bir teselli ve onu sebata davet etmektir.
"Onlardan dolayı üzülme" Yani müşriklerin ve sana muhalefet eden herkesin yüzçevirmelerinden dolayı endişelenme. Zira bunu Allah takdir etmiştir. Yahut Uhud şehidlerine üzülme. Üzüntü ve tasayı terketme, sabra yardımcı olan hususlardandır.
"Onların kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı darlığa düşme." Onların hilelerinden ve senin için kurdukları planlardan dolayı gam ve gönül darlığı içinde ve sana karşı düşmanlığı hususunda aşırı gitmeleri ve senin hakkında kötülük düşünmelerinden dolayı gam ve gönül darlığı içinde olma. Zira Allah sana yeter. O sana yardımcı ve destektir.
Yine Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Artık bundan sonra göğsünde bir sıkıntı olmasın." (A'raf, 7/2) "Şimdi sen (müşriklerin): 'Ona (gökten) bir hazine indirilseydi yahut beraberinde bir de melek gelseydi ya! demelerinden dolayı sana vahy edilenlerden bir kısmını bu yüzden daralarak hemen terk mi edeceksin? Allah ise her şeye hakkıyla vekildir." (Hud, 11/12).
"Hiç şüphesiz ki Allah Takva sahipleriyle beraberdir." Allah haramları terkeden masiyetlerden kaçınan müttekilerle onlara yardım, zafer ve destek vermek suretiyle beraberdir. Yina Allah farzlara riayet etmek, taata sarılmak ve hakları sahiplerine eda etmek suretiyle güzel amel işleyenlerle beraberdir. Sabr: takva ve ihsan sıfatlarındandır. "Takva sahibi olanlar" yani haramları terkedenler "iyi amel işleyenler" ibadet ve taat işleyenler demektir.
Bu özel bir beraberliktir. Bununla yardım, te'yid ve hidayet murad edilir. Bu aynen şu ayetler gibidir:
"Hani Rabbin meleklere: Şüphesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi siz iman edenlere (mücahidlere) sebat ilham edin diye vahyediyordu." (Enfal, 8/12).
Yine Cenab-ı Hakkın Hz. Musa ile Hz. Harun'a emri şu şekildedir: "Korkmayın. Ben sizinle beraberim duyuyor ve görüyorum." (Taha, 20/46).
Peygamberimiz (s.a.)'in mağarada iken Hz. Ebubekir'e "Üzülme, hiç şüphesiz Allah bizimle beraberdir" (Tevbe, 9/40) demiştir.
Ayrıca duymak, görmek ve bilmek suretiyle genel bir beraberliktir. Bunun misali şu ayetlerdir: "Siz nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür." (Hadid, 57/3) "Onlar nerede olurlarsa olsunlar O onlarla beraberdir." (Mücadele, 58/7). [36]
[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/468-471.
15 Temmuz 2019 Pazartesi
NAHL SÛRESİ 106.- 111. ayetlerin tefsiri
Dinden Dönenler Ve İşkenceye Uğradıktan Sonra Hicret Edenler
106- Kalbi imanla huzur bulduğu halde, (inkâra) zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr eder, gönlünü küfre açarsa Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Onlara büyük bir azap ta vardır.
107- Bunun sebebi onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Allah'ın kâfirlerin topluluğuna hidayeti nasip etmemesidir.
108- İşte Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.
109- Hiç şüphesiz bunlar ahirette de hüsrana uğrayacaklardı.
110- Sonra mihnete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra cihad eden ve (işkencelere) sabreden kimseleri Rabbin affeder. Bunlardan sonra muhakkak ki Rabbin çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
111- O gün herkes gelip kendini savunmaya çalışacak ve herkese yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecek kimseye zulmedilmeyecektir.
Açıklaması
Kim iman ettikten ve basiretle inandıktan sonra Allah'ın varlığını ve birliğini inkâr eder ve gönlünü küfre açar ve onunla huzur bulursa Allah'ın gazabı ve laneti onun üzerinedir. Ahirette ise imanı bilip de ondan yüz çevirdiği için ona şiddetli bir azap vardır. Çünkü o dünya hayatını ahirete tercih etmiş, dinden dönmeye teşebbüs etmiştir. Allah da onun kalbine hidayet vermemiş onu hak din üzerinde sebatkâr kılmamış, kalbini mühürlemiştir. O artık istenen çizgiden gafil olan, kendilerine fayda sağlayacak şeyi düşünmeyen kimselerdendir. Onun kulağı ve gözü mühürlenmiştir. Bunlardan yararlanamaz. Buna hiçbir faydası olamaz.
Cenab-ı Hak daha sonra ikrah (aşırı zorlanma) sebebiyle sadece diliyle küfür sözünü söyleyen ve lafzıyla müşriklere olur diyen kimseyi istisna ederek şöyle buyurdu:
"Kalbi imanla huzur bulduğu halde inkâra zorlanan kimse hariç." Yani dövme ve eziyet sebebiyle küfre zorlanan ama kalbi bu zahiren söylediği şeyi reddeden zorlanma sebebiyle meydana gelen sıkıntıdan sonra Allah'a ve Rasulüne imanla kalbi huzur duyan kimse müstesnadır. Nitekim Ammar b. Yasir'e Mekke müşrikleri eziyet edince bu şekilde hareket etmiştir.
İtmi'nan (Huzur): Sıkıntıdan sonraki sükûnet demektir. Buradaki manası ise iman üzerine sebat edip manen huzurlu olmak demektir.
"Kim gönlünü küfre açarsa..." cümlesinin manası küfrü kabul etmeye meyilli olursa demektir.
Cenab-ı Hak dinden dönen kimseye karşı gazabının sebebini zikrederek şöyle buyurdu: "Bunun sebebi onların dünya hayatını aşırı sevmeleri..." Yani bu ceza, Allah'ın gazabı ve büyük azap onların dünyayı ahirete tercih etmeleri "ve Allah'ın kâfirler topluluğuna hidayeti nasip etmemesidir." Yani Allah'ın birliğini ve Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamberliğini inkâr etmekte aşırı giden küfür üzerinde ısrar eden kimseleri muvaffak kılmaz.
"İşte Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır." Bu dinden dönenler ya da iman ettikten sonra küfredenler Allah'ın kalplerine, kulaklarına ve gözlerine mühür vurduğu dolayısıyla iman etmeyen, Allah'ın kelâmını duymayan, delilleri ve burhanları basiret gözüyle görmeyen kimselerdir. Onlar gaflet hususunda mükemmel olan kendilerinden daha gafil hiç kimse bulunmayan kimselerdir. Çünkü neticeleri düşünmekten gaflet etmek gafletin son noktası ve zirvesidir.
"Hiç şüphesiz..." gerçekten ya da mutlaka ahirette helak olacak olanlar, kıyamet günü nefislerini ve ailelerini hüsrana uğratanlar bunlardır.
Dininden dönen ve hüsrana uğrayan bu kimselere Allah altı hükümle hükmetmiştir:
1- Bunlar Allah'ın gazabını haketmişlerdir.
2- Acıklı azabı haketmişlerdir.
3- Dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir.
4- Allah Teala onları doğru yolu bulmaktan mahrum etmiştir.
5- Allah Teala onların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir.
6- Allah Teala onları kendileri için murad edilen kıyamet günündeki şiddetli azaptan gafil kılmıştır.
Allah Teala daha sonra Mekke'deki mazlum kimselerin hükmünü belirtti: Ey Muhammed! Sonra senin Rabbin müşriklerin kendilerini dinlerinden çevirmeye teşebbüs etmelerinden sonra Mekke'deki yurtlarını bırakıp hicret edenler ve daha sonra savaşlarda müşriklerle cihad eden ve cihadda sebat eden kimselere ve yardımı, zaferi, te'yidi, mağfireti ve günahlarını bağışlaması ve rahmetiyle onlara destek olur. Bundan dolayı tevbe etmelerinden ve samimî olarak müslüman olmalarından sonra onları cezalandırmaz.
Bunlar müminlerin bir diğer sınıfı olup Mekke'de ezilen ve kavmi içinde küçümsenen kimselerdi. Bunlar zahiren müşriklerin küfrü telaffuz etmeleri şeklindeki tekliflerini, fitnelerini kabul ettiler. Sonra ilkelerini, ailelerini ve mallarını terkederek Allah rızasını, mağfiretini talep ederek Medine'ye hicret etmek suretiyle kurtulma imkânı doğdu. Müminler zincirine katıldılar. Müminlerle birlikte kâfirlere karşı cihad ettiler, eziyetlere karşı sabrettiler. Allah Teala da bundan sonra -yani bu tavırlarından müşriklerin fitnesini kabul etmelerinden sonra- onlara çok bağışlayıcı olduğunu, ahiret gününde onlara merhametle davranacağını bildirdi.
"O gün her nefis gelecek..." (Yevme) kelimesi (Rahîm) kelimesiyle ya da (Üzkür) gizli fiiliyle mansubdur. Yani herkesin gelip kendini savunmaya çalışacağı, başkasının durumunun kendisini ilgilendirmediği herkesin: "Nefsî, nefsî!" dediği günde O çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Bu aynen şu ayet gibidir: "O gün herkes için kendini meşgul edecek bir durum vardır." (Abese, 80/37).
Buradaki "mücadele"nin manası: Nefsi adına özür beyan etmedir. Bu ayet aynen: "Zaten bizi saptırdılar." (Araf, 7/38) ve "Biz müşrik olmadık." (En'am, 6/23) ayetleri gibidir.
"...herkese yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecektir." Her nefse yaptığı hayır ve şerrin karşılığı tam olarak verilecek, iyi amel işleyen iyi amelinin kötülük işleyen kötülüğünün karşılığını bulacaktır.
"Onlara zulmedilmeyecektir." Yani hayrın sevabı eksiltilmeyecek, şerrin kötülüğün cezasına ilâve yapılmayacak, zerre kadar yani çok az bir şekilde bile zulme uğramıyacaklardır. [29]
[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/443-444.
http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/
12 Temmuz 2019 Cuma
11 Temmuz 2019 Perşembe
NAHL SÛRESİ 97. ayetin tefsiri
Erkek Ve Kadınları Salih Amel İşlemeye Teşvik Hususunda En Geniş Manalı Ayet
97- Erkek olsun kadın olsun, mümin olarak salih amel işleyeni güzel bir hayat içinde yaşatacağız ve onları yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracağız.
Açıklaması
Bu Allah Teala tarafından salih amel işleyen kimseler için bir vaaddir. Erkek veya kadın kim salih amel işlerse yani Allah'ın kitabına ve Rasulü'nün (s.a.) sünnetine uygun ameller işler, farzları yerine getirirse kalbi de Allah'a ve Rasulüne imanla dolu olursa dünyada ona güzel bir hayata, ahiret yurdunda ise yaptıklarının en güzeliyle mükâfata nail olacaktır.
"Güzel hayat" ifadesi çeşitli refah şekillerini ihtiva etmektedir. İbni Abbas ve bir gurup müfessir bunu helâl ve temiz rızık, yahut mutluluk, yahut taat işleme ve taate gönlü açma, ya da kanaat olarak açıklamışlardır.
Doğru olan -İbni Kesir'in dediği gibi- "Güzel hayat" ifadesinin bunların tamamını ihtiva etmesidir.
Nitekim İmam Ahmed'in Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "İslâm'a gönül veren, yeteri kadar rızka sahip olan ve Allah'ın verdiği ile kendisine kanaat ihsan ettiği kişi kurtuluşa ermiştir." Müslim bunu Abdullah b. Yezid el-Mukri'nin rivaye-tiyle nakletmektedir.
Tirmizî ve Nesâî Fedale b. Ubeyd (r.a.)'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "İslâm'la hidayete kavuşan ve geçimi de yeteri kadar olup bununla kanaat eden kurtuluşa ermiştir."
İmam Ahmed ve Müslim Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet ediyorlar: Peygamberimiz (s.a.) buyuruyor ki: "Allah mümine hayırlı amelinde zulmetmez. Karşılığını bu dünyada hasene olarak, ahirette de sevap olarak verir. Kâfire gelince ona bütün güzel amellerinin karşılığı dünyada verilir. Ahirete varınca da kendisine karşılığı verilecek hiçbir hayırlı ameli, hasenesi kalmaz."
İbni Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle diyordu: "Allahım! Bana rızık verdiğin şeye beni kanaatkar kıl. Bunu bana mübarek kıl. Her kaybettiğim şeyin yerine bana hayırlısını ver." [26]
[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/429-430.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)