16 Temmuz 2019 Salı

NAHL SÛRESİ 125.- 128. ayetlerin tefsiri


Dine Davet Etmenin Esasları, Misliyle Ceza Verme Esası, Musibetlere Karşı Sabretme


125- Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekil­de mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin yolundan sapanları da çok iyi bilir, doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir.

126- Ceza verdiğiniz zaman size "verilen cezanın aynıyla karşılık verin. Yemin olsun ki eğer sabrederseniz bu sab­redenler için daha hayırlıdır.

127- (Ey peygamber!) Sabret. Senin sab­retmen ancak Allah'ın lutfuyladır. On­lardan dolayı üzülme. Kurdukları tuzaklar sebebiyle darlığa düşme.

128- Şüphesiz ki Allah kendisinden kor­kanlarla ve iyilikte bulunan kimselerle beraberdir.

Açıklaması

Allah'ın dinine ve birliğine davet etmek yahut bunun bildirilmesi, bilin­mesi zaruri olan bir husustur. Bunun için bu peygamberin asıl görevi olmuş, Allah Rasulüne (s.a.) insanları Allah'a hikmetle davet etmeyi emretmiş: "Rabbinin yoluna hikmetle... davet et." buyurmuştur.

Ey Rasul! İnsanları Rabbinin şeriatına -İslâm'a hikmetle- yani muhkem sözler ve güzel öğütle -yani ibretler ve onların gönüllerinde tesir bırakacak uyarılarla davet et. Allah Teala'nın azabından sakınmaları için onları bunlarla hatırlat.

"Onlarla en güzel şekilde mücadele et." Yani onlara karşı başkalarından daha güzel bir metodla karşı dur. Bunlardan münazara ve mücadeleye ihtiyaç duyan kimse yumuşaklık, nezaket ve güzel hitapla güzel bir şekilde davransın. Kötü söz söyleyen kimseleri affet. Onlara hitap ederken yumuşak davran. Kötülüğü iyilikle karşıla. Mücadelede sesi yükseltmeksizin ve hasmına küfretmeksizin ya da eziyet etmeksizin hakka vasıl olma maksadı taşı. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Zulmeden kimseler müstesna Ehl-i Kitapla en güzel şekilde mücadele edin." (Ankebut, 29/46).

Bu Peygamberimiz (s.a.)'e yumuşaklık ve nazik hitapla davet etmesi emri idi. Nitekim Hz. Musa ile Hz. Harun Firavuna gönderildikleri zaman da şu ayette olduğu gibi yumuşak davranmakla emrolunmuşlardı: "İkiniz Firavuna yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler yahut Allah'tan korkar." (Ta-Ha, 20/44) Her davetçiye düşen davetinde bu ilâhî emre uymaktır.

"Hiç şüphesiz Rabbin yolundan sapan kimseleri en iyi bilendir." Yani Allah onlardan bedbaht ve mes'ud olanları, hak yolundan sapanları ve hak yolu bulanları gayet iyi bilmektedir. Allah kıyamet gününde sapıklıkları ve hidayet­lerine göre onlara yaptıklarının karşılığını verecektir. Amellerinin karşılığını vermek ne sana -Ya Muhammed- ne de başkalarına ait değil, O'nadır. Onlara hidayet vermek sana ait değildir. Sana düşen sadece tebliğ etmek, hesap gör­mek ise bize aittir.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki sen sevdiğini doğ­ru yola iletemezsin. Fakat Allah dilediğini doğru yola iletir." (Kasas, 28/56) "Onlara hidayet vermek sana ait değildir. Fakat Allah dilediğine hidayet verir." (Bakara, 2/272) Ayet hem vaad hem de vaîd ihtiva etmektedir:

Peygamberimiz (s.a.)'in davetteki yumuşaklık örneklerinden biri Ebu Ümame'nin rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: Bir delikanlı Peygamberimiz (s.a.) e gelerek

-Ey Allah'ın Peygamberi! Bana zina etmek hususunda izin verir misin? dedi. İnsanlar ona bağırdı. Peygamberimiz (s.a.):

-O halde bunu yaklaştırın, buyurdu. Genç yaklaştı ve Peygamberimiz (s.a.)'in önüne oturdu. Gence:

-Bunun annene yapılmasını ister misin? dedi. Genç:

-Hayır, Allah bizi sana feda eylesin, dedi. Peygamberimiz:

-İnsanlar da annesine böyle yapılmasını istemezler buyurdu. Sonra gence:

-Bunun kızkardeşine yapılmasını ister misin? dedi. Genç:

-Hayır, Allah beni sana feda eylesin, dedi. Peygamberimiz:

-İnsanlar da kızkardeşlerine böyle yapılmasını istemezler, buyurdu.

Bundan sonra Peygamberimiz (s.a.) elini gencin göğsüne koydu ve "Al­lah'ım! Onun kalbini, temizle günahını affet. İffetini koru" diye dua etti. Artık zina o genç için en kötü şey olmuştu.

Allah Teala davet ve hitapta güzellikle davranmayı emrettikten sonra ceza verirken adalet ve insaflı davranmayı, hakkı alırken misilleme yapmayı emret­ti. Zira davet başkalarını kızdırmaya, onların öldürmeye, vurmaya veya küfretmeye teşebbüs etmelerine sebep olabilir. Bunun için Cenab-ı Hak "Ceza verir­ken size verilen cezanın aynıyla karşılık verin" buyurdu.

Yani ey müminler bir günahkârı cezalandırmak istediğiniz zaman ona günahının misliyle ve hiçbir ilave yapmadan haddi de aşmadan ceza verin. Biz­den bir adam bir şey alırsa siz onun aldığı kadar alın. Çünkü fazlası zulümdür. Zulmü ise Allah sevmez ve zulümden razı olmaz.

"Ceza verildiği zaman" ifadesinde Allah "müşakele" yoluyla bunu ikab (ceza) olarak adlandırdı. Zira ikabın (cezanın) aslı bir fiile karşılık vermektir. Fiil işin başında ikab (ceza) değildir.

Cenab-ı Hak daha sonra cezayı kaldırmaya ve aynıyla karşılık vermekten daha yüce bir tavır içinde olmaya davet etti ve şöyle buyurdu: "Eğer sabreder­seniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır."

Yani aynıyla karşılık vermez, sabrederseniz kötülükten vazgeçerseniz ve size ulaşan zulme karşı sabredip Allah'tan ecir ve sevap beklerseniz Allah onun cezasını üstlenir. Sabretmek sabreden kimse için intikamdan daha hayır­lıdır. Zira Allah'ın intikamı daha şiddetlidir.

Cenab-ı Hak sabrın neticesini belirttikten sonra genel bir sıfat olarak sab­rı zikrederek şöyle buyurdu: "Sabret. Senin sabrın Allah'ın yardımıyladır." Yani davet yolunda sana isabet eden eziyetlere sabret. Senin sabrın sadece Al­lah'ın yardımı ve güzelce muvaffak kılması ve dilemesiyledir. Yani Allah Teala sabır meşakkatli olduğundan sabra yardımcı olacak şeyi zikretti. Sabır talep etmek ve sebatkârlık için Allah'a iltica etmeye teşvik etti.

"Sabret" ifadesi sabır emrini te'kid etmekte, ve buna ancak Allah'ın dilemesi ve yardımıyla ulaşabileceğini bildirmektedir. Bu aynı zamanda kav­minden gördüğü eziyete karşılık Peygamberimiz (s.a.)'e bir teselli ve onu seba­ta davet etmektir.

"Onlardan dolayı üzülme" Yani müşriklerin ve sana muhalefet eden her­kesin yüzçevirmelerinden dolayı endişelenme. Zira bunu Allah takdir etmiştir. Yahut Uhud şehidlerine üzülme. Üzüntü ve tasayı terketme, sabra yardımcı olan hususlardandır.

"Onların kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı darlığa düşme." Onların hilelerinden ve senin için kurdukları planlardan dolayı gam ve gönül darlığı içinde ve sana karşı düşmanlığı hususunda aşırı gitmeleri ve senin hakkında kötülük düşünmelerinden dolayı gam ve gönül darlığı içinde olma. Zira Allah sana yeter. O sana yardımcı ve destektir.

Yine Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Artık bundan sonra göğsünde bir sıkıntı olmasın." (A'raf, 7/2) "Şimdi sen (müşriklerin): 'Ona (gökten) bir hazine indirilseydi yahut beraberinde bir de melek gelseydi ya! demelerinden dolayı sana vahy edilenlerden bir kısmını bu yüzden daralarak hemen terk mi edecek­sin? Allah ise her şeye hakkıyla vekildir." (Hud, 11/12).

"Hiç şüphesiz ki Allah Takva sahipleriyle beraberdir." Allah haramları terkeden masiyetlerden kaçınan müttekilerle onlara yardım, zafer ve destek vermek suretiyle beraberdir. Yina Allah farzlara riayet etmek, taata sarılmak ve hakları sahiplerine eda etmek suretiyle güzel amel işleyenlerle beraberdir. Sabr: takva ve ihsan sıfatlarındandır. "Takva sahibi olanlar" yani haramları terkedenler "iyi amel işleyenler" ibadet ve taat işleyenler demektir.

Bu özel bir beraberliktir. Bununla yardım, te'yid ve hidayet murad edilir. Bu aynen şu ayetler gibidir:

"Hani Rabbin meleklere: Şüphesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi siz iman edenlere (mücahidlere) sebat ilham edin diye vahyediyordu." (Enfal, 8/12).

Yine Cenab-ı Hakkın Hz. Musa ile Hz. Harun'a emri şu şekildedir: "Kork­mayın. Ben sizinle beraberim duyuyor ve görüyorum." (Taha, 20/46).

Peygamberimiz (s.a.)'in mağarada iken Hz. Ebubekir'e "Üzülme, hiç şüp­hesiz Allah bizimle beraberdir" (Tevbe, 9/40) demiştir.

Ayrıca duymak, görmek ve bilmek suretiyle genel bir beraberliktir. Bunun misali şu ayetlerdir: "Siz nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah yap­tıklarınızı görür." (Hadid, 57/3) "Onlar nerede olurlarsa olsunlar O onlarla beraberdir." (Mücadele, 58/7). [36]


[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/468-471.

15 Temmuz 2019 Pazartesi

NAHL SÛRESİ 106.- 111. ayetlerin tefsiri


Dinden Dönenler Ve İşkenceye Uğradıktan Sonra Hicret Edenler

106- Kalbi imanla huzur bulduğu halde, (inkâra) zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr eder, gönlünü küfre açarsa Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Onlara büyük bir azap ta vardır.

107- Bunun sebebi onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Al­lah'ın kâfirlerin topluluğuna hidayeti nasip etmemesidir.

108- İşte Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bun­lardır. İşte bunlar gafillerin ta ken­dileridir.

109- Hiç şüphesiz bunlar ahirette de hüsrana uğrayacaklardı.

110- Sonra mihnete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra cihad eden ve (işken­celere) sabreden kimseleri Rabbin af­feder. Bunlardan sonra muhakkak ki Rabbin çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

111- O gün herkes gelip kendini savun­maya çalışacak ve herkese yaptık­larının karşılığı tam olarak verilecek kimseye zulmedilmeyecektir.


Açıklaması

Kim iman ettikten ve basiretle inandıktan sonra Allah'ın varlığını ve bir­liğini inkâr eder ve gönlünü küfre açar ve onunla huzur bulursa Allah'ın gazabı ve laneti onun üzerinedir. Ahirette ise imanı bilip de ondan yüz çevirdiği için ona şiddetli bir azap vardır. Çünkü o dünya hayatını ahirete tercih etmiş, din­den dönmeye teşebbüs etmiştir. Allah da onun kalbine hidayet vermemiş onu hak din üzerinde sebatkâr kılmamış, kalbini mühürlemiştir. O artık istenen çizgiden gafil olan, kendilerine fayda sağlayacak şeyi düşünmeyen kimseler­dendir. Onun kulağı ve gözü mühürlenmiştir. Bunlardan yararlanamaz. Buna hiçbir faydası olamaz.

Cenab-ı Hak daha sonra ikrah (aşırı zorlanma) sebebiyle sadece diliyle küfür sözünü söyleyen ve lafzıyla müşriklere olur diyen kimseyi istisna ederek şöyle buyurdu:

"Kalbi imanla huzur bulduğu halde inkâra zorlanan kimse hariç." Yani dövme ve eziyet sebebiyle küfre zorlanan ama kalbi bu zahiren söylediği şeyi reddeden zorlanma sebebiyle meydana gelen sıkıntıdan sonra Allah'a ve Rasulüne imanla kalbi huzur duyan kimse müstesnadır. Nitekim Ammar b. Yasir'e Mekke müşrikleri eziyet edince bu şekilde hareket etmiştir.

İtmi'nan (Huzur): Sıkıntıdan sonraki sükûnet demektir. Buradaki manası ise iman üzerine sebat edip manen huzurlu olmak demektir.

"Kim gönlünü küfre açarsa..." cümlesinin manası küfrü kabul etmeye meyilli olursa demektir.

Cenab-ı Hak dinden dönen kimseye karşı gazabının sebebini zikrederek şöyle buyurdu: "Bunun sebebi onların dünya hayatını aşırı sevmeleri..." Yani bu ceza, Allah'ın gazabı ve büyük azap onların dünyayı ahirete tercih etmeleri "ve Allah'ın kâfirler topluluğuna hidayeti nasip etmemesidir." Yani Allah'ın bir­liğini ve Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamberliğini inkâr etmekte aşırı giden küfür üzerinde ısrar eden kimseleri muvaffak kılmaz.

"İşte Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır." Bu dinden dönenler ya da iman ettikten sonra küfredenler Allah'ın kalplerine, kulaklarına ve gözlerine mühür vurduğu dolayısıyla iman etmeyen, Allah'ın kelâmını duymayan, delilleri ve burhanları basiret gözüyle görmeyen kimselerdir. Onlar gaflet hususunda mükemmel olan kendilerinden daha gafil hiç kimse bulunmayan kimselerdir. Çünkü neticeleri düşünmekten gaflet et­mek gafletin son noktası ve zirvesidir.

"Hiç şüphesiz..." gerçekten ya da mutlaka ahirette helak olacak olanlar, kıyamet günü nefislerini ve ailelerini hüsrana uğratanlar bunlardır.

Dininden dönen ve hüsrana uğrayan bu kimselere Allah altı hükümle hükmetmiştir:

1- Bunlar Allah'ın gazabını haketmişlerdir.

2- Acıklı azabı haketmişlerdir.

3- Dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir.

4- Allah Teala onları doğru yolu bulmaktan mahrum etmiştir.

5- Allah Teala onların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir.

6- Allah Teala onları kendileri için murad edilen kıyamet günündeki şid­detli azaptan gafil kılmıştır.

Allah Teala daha sonra Mekke'deki mazlum kimselerin hükmünü belirtti: Ey Muhammed! Sonra senin Rabbin müşriklerin kendilerini dinlerinden çevir­meye teşebbüs etmelerinden sonra Mekke'deki yurtlarını bırakıp hicret edenler ve daha sonra savaşlarda müşriklerle cihad eden ve cihadda sebat eden kim­selere ve yardımı, zaferi, te'yidi, mağfireti ve günahlarını bağışlaması ve rahmetiyle onlara destek olur. Bundan dolayı tevbe etmelerinden ve samimî olarak müslüman olmalarından sonra onları cezalandırmaz.

Bunlar müminlerin bir diğer sınıfı olup Mekke'de ezilen ve kavmi içinde küçümsenen kimselerdi. Bunlar zahiren müşriklerin küfrü telaffuz etmeleri şeklindeki tekliflerini, fitnelerini kabul ettiler. Sonra ilkelerini, ailelerini ve mallarını terkederek Allah rızasını, mağfiretini talep ederek Medine'ye hicret etmek suretiyle kurtulma imkânı doğdu. Müminler zincirine katıldılar. Müminlerle birlikte kâfirlere karşı cihad ettiler, eziyetlere karşı sabrettiler. Al­lah Teala da bundan sonra -yani bu tavırlarından müşriklerin fitnesini kabul etmelerinden sonra- onlara çok bağışlayıcı olduğunu, ahiret gününde onlara merhametle davranacağını bildirdi.

"O gün her nefis gelecek..." (Yevme) kelimesi (Rahîm) kelimesiyle ya da (Üzkür) gizli fiiliyle mansubdur. Yani herkesin gelip kendini savunmaya çalışacağı, başkasının durumunun kendisini ilgilendirmediği herkesin: "Nefsî, nefsî!" dediği günde O çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Bu aynen şu ayet gibidir: "O gün herkes için kendini meşgul edecek bir durum vardır." (Abese, 80/37).

Buradaki "mücadele"nin manası: Nefsi adına özür beyan etmedir. Bu ayet aynen: "Zaten bizi saptırdılar." (Araf, 7/38) ve "Biz müşrik olmadık." (En'am, 6/23) ayetleri gibidir.

"...herkese yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecektir." Her nefse yap­tığı hayır ve şerrin karşılığı tam olarak verilecek, iyi amel işleyen iyi amelinin kötülük işleyen kötülüğünün karşılığını bulacaktır.

"Onlara zulmedilmeyecektir." Yani hayrın sevabı eksiltilmeyecek, şerrin kötülüğün cezasına ilâve yapılmayacak, zerre kadar yani çok az bir şekilde bile zulme uğramıyacaklardır. [29]


[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/443-444.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

11 Temmuz 2019 Perşembe

NAHL SÛRESİ 97. ayetin tefsiri


Erkek Ve Kadınları Salih Amel İşlemeye Teşvik Hususunda En Geniş Manalı Ayet

97- Erkek olsun kadın olsun, mümin olarak salih amel işleyeni güzel bir hayat içinde yaşatacağız ve onları yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracağız.

Açıklaması

Bu Allah Teala tarafından salih amel işleyen kimseler için bir vaaddir. Erkek veya kadın kim salih amel işlerse yani Allah'ın kitabına ve Rasulü'nün (s.a.) sünnetine uygun ameller işler, farzları yerine getirirse kalbi de Allah'a ve Rasulüne imanla dolu olursa dünyada ona güzel bir hayata, ahiret yurdunda ise yaptıklarının en güzeliyle mükâfata nail olacaktır.

"Güzel hayat" ifadesi çeşitli refah şekillerini ihtiva etmektedir. İbni Abbas ve bir gurup müfessir bunu helâl ve temiz rızık, yahut mutluluk, yahut taat iş­leme ve taate gönlü açma, ya da kanaat olarak açıklamışlardır.

Doğru olan -İbni Kesir'in dediği gibi- "Güzel hayat" ifadesinin bunların ta­mamını ihtiva etmesidir.

Nitekim İmam Ahmed'in Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "İslâm'a gönül veren, yeteri kadar rızka sahip olan ve Allah'ın verdiği ile kendisine kanaat ihsan etti­ği kişi kurtuluşa ermiştir." Müslim bunu Abdullah b. Yezid el-Mukri'nin rivaye-tiyle nakletmektedir.

Tirmizî ve Nesâî Fedale b. Ubeyd (r.a.)'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "İslâm'la hidayete kavuşan ve geçimi de ye­teri kadar olup bununla kanaat eden kurtuluşa ermiştir."

İmam Ahmed ve Müslim Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet ediyorlar: Pey­gamberimiz (s.a.) buyuruyor ki: "Allah mümine hayırlı amelinde zulmetmez. Karşılığını bu dünyada hasene olarak, ahirette de sevap olarak verir. Kâfire ge­lince ona bütün güzel amellerinin karşılığı dünyada verilir. Ahirete varınca da kendisine karşılığı verilecek hiçbir hayırlı ameli, hasenesi kalmaz."

İbni Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle diyordu: "Allahım! Bana rızık verdiğin şeye beni kanaatkar kıl. Bunu bana mübarek kıl. Her kaybettiğim şeyin yerine bana hayırlısını ver." [26]


[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/429-430.

10 Temmuz 2019 Çarşamba

Allah’ı tanımak


Allah'ın birliğinin delilleri 

İlâh olan varlığın kudret ve kuvveti karşısında durabilecek bir rakibi bulunmaması gerekir. Aksi takdirde kudreti noksan, kendisi eksik bir varlık olur. Böyle bir varlık da ilâh olamaz. Şimdi her bakımdan birbirine eşit iki ilâhın bulunduğunu farzettiğimizde, aralarında ihtilâf ve arzularında çatışma olacağı kesindir. Böyle bir ihtilâf sonunda, meselâ ilâhların biri bir şeyin olmasını, diğeri de olmamasını istese, aklen şu üç ihtimalden biri olacağı muhakkaktır.

1. Ya iki ilâhın da dediği olacaktır.
2. Veya her ikisinin de dediği olmayacaktır.
3. Yahut ilâhlardan birinin istediği olurken, diğerininki olmayacaktır. İstekleri yerine gelmeyen ilâhların acziyete düşmeleri de söz konusudur. Âciz olan varlıklar ise, ilâh olamazlar, bir şey yaratamazlar.

Nizam Delîli


Kâinat yüzünde zerrelerden yıldızlara kadar varlıkların tek tek herbirinde görülen mükemmel bir nizam ve intizam, tevhide en büyük delildir. Çünkü kâinattaki ilâhî icraat ve îcada, bir tek Yaratıcıdan başkasının müdahalesi olsa, bu gayet hassas nizam bozulacak ve her tarafta intizamsızlık eseri görünecekti.

Bir binayı düşünelim. Temelini birisi atmış, duvarlarını bir başkası örmüş, su ve elektrik tesisatını, sıvasını, boyasını ayrı ustalar yapmışlar ve camlarını bir diğeri takmış.

İnsanın yaratılışı böyle değil… Nutfe denilen bir İlâhî şifreye insan binası, bütün tesisatlarıyla, bölümleriyle, her organın yeri ve sayısıyla kaydedilmiş; bir Rabbanî takdir ile. İşte bu noktaya bu kadar bilgiyi kaydeden Zât, bu bedeni her şeyiyle yaratıyor. Nutfeyi yaratan da Allah, o şifreyi açan ve ondan çıkardığı bedeni tanzim eden de. Bütün bu fiiller hep O’nun ve hep O’na mahsus .

Bu fiiller İlâhî sıfatlarla, yâni aynı ilimle, aynı kudretle, aynı iradeyle icra ediliyorlar. Bilen başka, dileyen başka değil. Gören başka, kudretiyle ören başka değil.

Çekirdekten ağaçları çıkarmak, yumurtalarda balıkları yaratmak, rahimlerden yavruları halketmek, semayı direksiz durdurmak, dünyayı nizamla gezdirmek, rüzgârı estirmek, yağmuru yağdırmak hep aynı kudrete dayanıyor. Bütün bu işlerin irade edilmeleri ve bilinmeleri de aynı irade ve ilim ile.

Bütün varlık âlemlerinde aralıksız faaliyet gösteren bu sonsuz ilmi, bu nihayetsiz kudreti, bu mutlak iradeyi ve diğer sıfatları bir tek zâtın sıfatları bilmek ve hepsini O’na isnad etmek.

Öyleyse yaratan da O’dur, hayat veren de. Sûret giydiren de O’dur, rızık veren de. Terbiye eden de O’dur, tanzim eden de. Döndüren de O’dur, durduran da...

Birini yaratan hepsini yaratandır. Sineği yaratan, balinanın da yaratıcısıdır.Birinin Hâlıkı, hepsinin de Hâlıkıdır. Hepsi Allah’ın eseri, hepsi O’nun san’atıdırlar.

Allah’ı tanımak

Elimi hareket ettirebilmen için bir çok kasın hareket etmesi ve o kasa hükmetmen gerekiyor ama bu nasıl bir süreç haberin yok.

Kaldırayım diyorsun kalkıyor bu işleme bir katkın yok. bu elin kalkması için gerekli binlerce şarttan benim haberim yok nasıl bir çalışma mekanizması var haberim bile yok.

 O zaman bu parmakları hareket ettiren ben değilim vücudumu ve bu sistemli hareketi hareket ettiren de ben değilim.

 Bu kadar aciz, zavallı, kendi vücudumda neler olduğundan dahi haberi olmayan ben. 

Bir yemek yiyorum bu nasıl ayrıştılıyor, neden yediklerim başka bir organıma değilde mideme gidiyor. Benim bir müdahelem yok farkında bile değilim. Sadece ağzıma koyuyorum.

 Nasıl çalışılıyor bu sistem yediğim peynir nasıl kemiklere gidiyor fayda veriyor bilmiyorum. 

Yedigin şey şuursuz bir varlık ama vücuduna girince nereye gideceğini biliyor. 

Evladına bir iş yaptıracaksın üç sefer söylüyorsun yine de istediğin gibi yapamıyor. 

Bu peyniri yedim ya bu kalsiyum göze giderse ne yaparım ben diye bir endişeniz var mı? 

Yediğiniz birşeyin parçalanması için asid gelmesi lazım mideye. Eyvah şimdi ya asid gelmezse diye endişe duyuyor musun? Ya da geldi mi asit bilgin yok. 

Zavallıyız zerre kadar olup bitenden haberimiz yok.

 Bir de bakın bazı insanlara bir enaniyet "şöyle yaparım ben" diye kasılıyor.

 Sen zavallısın! daha bir eklemini hareket ettirmekten acizsin. E peki bu enaniyet neden?

 Konuşturulduğumuzu, hareket ettirildiğimizi unutuyoruz. Unutunca bir güven geliyor ben yapıyorum diyoruz.

Bizde ene vardır. Evet ama Allah’ı tanımak için verilmiş. 

Ene bizi bir kaşif yapıyor. keşfediyoruz.  ne olursa? doğru kullanırsa. Doğru  kullanılmazsa çok büyük zararları var.

 Allah’ın Kainat’taki bütün faaliyetlerinin ismi Rububiyet. Rızık vermek, şifa vermek, terbiye etmek.

 Rububiyet faaliyetini seyrediyoruz. Bulutların ilerlemesi, yıldızların dönmesi, galaksilerin çevrilmesi, vücudumuzdaki atomların çevrilmesi, rızıkların ayrılması hiçbir mahlukatın unutulmaması.

 Bütün bu seyrettiğimiz faaliyetler neymiş? Rububiyet

 Bu işi, faaliyeti yapana ne deniyor RAB. yani biz "ya Rabbi" dediğimizde "şu Kainat’taki faaliyetin sahibi olan Allah’ım" diyoruz. nasıl sesleniyoruz farkında olarak, bilerek.

Ene; (benlik) bir şeyi kıyaslamak için verilmiştir.

 Hakikatte metre diye bir ölçü birimi yok. Biz koymuşuz eşyayı tanımlayabilmek için. Bu 1 metre demişiz, bu bir kg.

Ene de Allah’ı tanımamızı sağlıyor. kendi duygularımızdaki kıyaslarla Rabbimizi tanıyoruz. 

 Kaldırılırsa ne olur? ölçü birimi olmadığı için asla Allah'ı cc tanıyamayız.

 Heryer hep aydınlık olsa karanlığı bilebilir miydik?

 Allah celle celalühu diyor ki " Ben sonsuz kudret sahibiyim"

 Eğer biz sonsuz aciz olmasaydık bunu anlayabilir miydik?

 Allah bize ne yaptı. siz güneşe muhtaçsınız dedi. baktık hakikaten 1.300.000 kat daha büyük dünyadan. kaç bin km uzakta.

 Bizim onu oraya koymamız imkansız bir şey.

 O güneşle benim hayatım devam ediyor Allahta diyor ki bak. ne kadar aciziz.

 Öyle bir lamba koydu, ki öyle bir soba koydu ki insanın aklı durdu.

 Neden bu kadar büyük, azametli bir icraat? çünkü Allah bize kendini tanıttırmak istiyor. Yoksa biz onu tanıyacağız ama noksan tanıyabiliriz.

 Kudretini ve sonsuz rahmetini göstermek istiyor Rabbimiz

 Kainatın içinde küçük bir nokta Dünya. Ona milyar ışık yılı uzaklıkta yıldızlar var. Bir Yıldız düşüyor yok oluyor 1 milyon yıl evvel. ama biz şimdi oturduğumuz yerden gökyüzüne bakarken onun ışığını yeni görüyoruz ancak ulaşmış dünyaya.

 Güneş dünyadan 1.300.000 kat büyük. kainatta bir yıldız tespit edilmiş büyüklüğü 7 katrilyon güneş kadar. Yaşadığın o kocaman sandığın dünya bile küçücük.

 Niye böyle örnekler veriyoruz? Çünkü bu azameti, büyüklüğü başka türlü anlayamayız. Kıyasla anlayabiliriz ancak. 

 Allah Teala "ben ilim sahibiyim" diyor bize de zerre miktarını veriyor. hakikatte yok bizdeki ilim ölçü birimi.

 Ben diyorum ki bu evi ben tanzim ettim şu lambayı şuraya koltuğu şuraya koydum. 

 Dünyayı da biri tanzim etmiş, aydınlatmış, yaşam alanlarını hazırlanmış der ene.

Sen eneyi burada kullanmazsan yani Allah’ı tanımak için kullanmazsan senlik bir şey olmadığını idrak edemezsen "ben yaptım" demeye başlıyorsun.

 Bu benlik, bu ilim, bu azamet, Allah’ı tanımak için verilmiş.

Ene anahtardır. Allah’ı tanımak için kullanırız.

 İki yönü var. bu benliğin ayarını bozarsan sen kendini bir şey zannetmeye başlıyorsun. "ben akıl sahibi, ilim sahibi, irade sahibiyim" demeye başlıyorsun 

Halbuki Allah kendisinin işiten, gören, ilim sahibi olduğunu göstermek için bana görmeyi, işitmeyi, akletmeyi vermiş. başka türlü anlayamazsın.

 Allah "Ben görüyorum" diyor  eğer sana görme vasfı vermeseydi nasıl anlardın?

 Allah bize onları vermiş ya bir an unutuyoruz ve ben kendim yaptım diyoruz.

 Sen bir mimarsan bir yapı çiziyorsun işte oradan kainatın mimarına intikal et.

 Sen enaniyet anahtarı ile onu aç Allah’ı gör, yoksa kendini görürsün.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bizim baktığımız gibi bakmıyordu.

 O herhangi bir şeye baktığı zaman o anahtarı çok iyi kullandığı için hemen Allah’ın esma ve sıfatına intikal ediyordu.

 Bir böceğin rızıklandırıldığını gördüğü an hemen Allah’a intikal ediyordu

 Bir elmayı gördüğünde direkt Rezzakı görüyordu.

Kudretini ve sonsuz rahmetini göstermek istiyor Rabbimiz

Rabbimiz bize verdiği nimetleri göstermek için bize acizlik veriyor ve sonra bizden acizliğimizi kaldırıyor.

 Fakirlik veriyor birden ikram ediyor.

 Başımızı ağrıtıyor. farkına varıyorsun ki senin başın ağrımıyormuş, afiyet deymişsin meğer. sonra geçiriyor şükür ediyorsun.

 Aslında her bir acı ve o acıdan kurtulmamız, her bir sıkıntı ve o sıkıntıdan kurtulmamız bizi şükretmeye Allah’ın bir nevi teşvikidir.

 Niçin bunu yapıyor?  çünkü insan gaflet içerisinde. verilen nimetlerin farkında olamıyor, unutuyor, alışkanlık yapıyor ve Şükrünü eda edemiyor ve Allah’ın kudretini ve rahmetini anlayamıyor anlayamadığı için de şükürsüz bir hayat edepsizce bir yaşam içine giriyor Rabbine karşı .

Öyleyse bugünden itibaren başımıza gelen sıkıntılara ihtiyaçlarımıza ve fakirliğimize ne olarak bakacağız?

 Bize kendini tanıttırmak isteyen Allah’ın kudretini ve rahmetini anlamamız için vücudumuzda ve hayatımızda vermiş olduğu acizlik fakirlik ve noksanlıklar olarak bakacağız kabul edeceğiz.

 Ve her birinden dolayı ve her birisinin zerreleri sayısınca Allah’a "Allahım sana ağrımayan vücudumun her bir zerresi kadar şükürler olsun diyeceğiz" ve kâinata gönderilme gayemizi yerine getirmiş olacağız inşallah

 Senin pislik dediğin şeyleri başka canlılara rızık yapmış, temizletmiş.

 Köpek balığı denizde, kartal karada hayvanın leşini Rabbimiz ona rızık bize temizlik vesilesi yapmıştır.

 O leşi yok etmek için farklı sinekler konuyor her biri farklı bir yeri temizliyor Rabbimizin Kuddüs ismi tecelli ediyor. Farkında değiliz.

Bizim gözlerimiz sürekli toza, mikroplara maruz kalıyor gözümüzün sürekli kirlendiğinin farkında olamayacak kadar bir cehalete sahibiz.

 Temizleme faaliyeti bize dahi bırakılmamış. şu an birbirimize bakarken bile Rabbimiz bir temizleme faaliyeti yapıyor.

 Kuddüs isminin tecellisi gözünüzün önünde göremiyorsunuz. sonra gözünün önünde temizlik yapılan kişi ben görmediğim Allah’a inanmam diyor.

 Hava zemininin satına, yüzüne konan toz toprağı üfler, temizler,

 Bulut zemine su serper tozu toprağı yatıştırır.

 Önce yağmuru indirir arkasından rüzgârı gönderir. Çünkü yaşayan insanlar zarar görmesin ister.

 O rüzgârla nefes aldığın hava tertemiz hale getirilir ama insanlar nankördür görmez.

 Bulutlar vazifesini bitirir gider. gökyüzü pırıl pırıl olur.

 Şimdi bu Kainatı temizlemek için bütün hayvanlar, bitkiler, bulutlar, rüzgâr kafa kafaya geldi iş bölümü yapalım yoksa bu insanlar yaşayamaz bu kainatta mı dediler?

 Her biri eksiksiz, tam da olması gerektiği kadar mı yaptılar görevlerini?

Karınca kendisinin bile farkında değil, değil o dediğin işleri düşünecek de yapacak.

 Yoksa yüce bir kudretin varlığını gösteren deliller midir bunlar?

 İşte tüm bu faaliyetleri görerek ben bunlara şahit olarak senin kuddüs olduğuna iman ederim mi diyoruz? işte bu makbul imandır.

Allah kudret sahibidir. ben elinize iki kitap versem taşıyabilir misiniz peki 10, 20,30? peki bu masayı elinizde tutabilir misiniz? neden? güç lazım.

 Peki bu kitapların elinize temas ettirmeden tutabilir misiniz?  kâinata bakın.  galaksideki gezegenlerin, yıldızların, dünyanın büyüklüğünü düşündüğümüz zaman siz Allah’ın kudretinin sonsuz olduğunu idrak edersiniz.

 Çünkü böyle azıcık bir güçle bu gezegenler havada tutulamaz.

 Halıktır. Allah için yaratmakta çok kolaydır şu ders sırasında kim bilir kaç bebek doğdu bitki hayvan yarattı?

Tespit edilen 8.700.000 canlı türü var aslında bu canlı türlerinin 100 milyonu bulabileceğini tahmin ediyorlar. bu kadar çeşit yaratık var hepsinin rızkı ayrı. bir karıncanın rızkı ile yılanınki aynı mı?

 Sineğin kaplanın bunların silahları da ayrı. atmacanın ki ile kedinin aynı mı ?koyunun filin kendini koruması aynı mı?

 İskelet sistemleri ayrı, üzerlerine giydirdiği elbise farklı ve yırtılmayacak şekilde yaratılmış.

 Akrebe öyle bir elbise vereceksin ki yerdeki Taşlar ona zarar vermeyecek yılana öyle bir elbise vereceksin ki sürtünmekten açılmayacak.

 Dünyadaki meşgul oldukları işleri ayrı. Arı hiç yumurta yapmakla meşgul olmaz bir tek talimatı var onun o bal yapar tavuk hiç meşgul olmaz süt vermekle.

Her birinin görevi talimatı ayrı .bu kainat için hepsi çok önemli işler yapıyorlar.

Bu dünyadaki yaşayış süreleri de farklı kelebek 1 gün , kaplumbağa 150 -200 sene yaşıyor .ayrı ama hiçbir karışıklık yok .

Bu çeşit çeşit canlının rızkını giysilerini görevlerini talimatlarını hiçbirini unutmayarak veriliyor.

Bir bakıyoruz yeni doğan Akreplerin o zehirli okları konulmamış böyle bir şey duydunuz mu?

 Yeni doğan aslanların pençe ve dişleri yok Duydunuz mu?

 Yılanların dişleri ve zehirleri konulmamış

 Serçelerin rızıkları verilmemiş ?

Bunlar şaşırmayarak veriliyor yani elma ağacından karpuz çıkmıyor her ne vakit ihtiyaç varsa o vakit bunlar oluyor hiçbir vakitte şaşma yok .

Hiçbirini unutmamak şaşırmamak bu nasıl muazzam bir düzen? demekki bunu yapan kudretli bir varlık var.

Askerde askerlere hergün tek bir çeşit yemek veriliyor. bir tanesi çıkıpta ben bugün başka bir menü istiyorum diyemiyor.

 Bir ordu düşünün  her asker farklı yiyecek istiyor ben döner yiyecegim ben kuru fasulye pilav yiyecegim . kumandan da öyle bir kumandan ki askerleri ne istiyorsa hemen veriyor hiç unutmadan karıştırmadan.  biz dışardan ne kadar överiz değil mi? öyle bir kumandan var ki her bir askerini farklı yiyecek veriyor hiçte aksatmıyor deriz.

İşte Müslüman Kainat’taki bu muhteşem faaliyetleri görüyor ve şehadet ediyor "ben Allah’ın varlığına ve Allah’tan başka ilah olmadığına Hazreti Muhammed’in onun elçisi olduğuna şahitlik ederim delilim de işte şu kainattaki faaliyetlerdir ."

ateist ne der bir delilim yok bence tesadüfen olmuşlar aradaki fark bu.

(Allah’ı tanımak için ne yapmamız gerekiyor: Uğur Akkafa)

9 Temmuz 2019 Salı

Rabbinin yoluna hikmetle çağır- Prof. Dr. Halis AYDEMİR

İnsanları Cenabı Hakk’ın yoluna çağırırken nasıl bir yol izleyelim:

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır(Nahl 125)

 Allah kullarını esenlik yurduna (cennete) çağırır. Bizi de bu çağrıyla mükellef kılar. Hocalar çağırıyor diye mesuliyet bizden düşmez. Hikmetle çağırın der. karşı tarafı hikmetle çağırırken onu ikna edecek, onu kendi iç dünyasında vuracak, güçlü şekilde tesiri altına alacak, zapt edecek adeta ona başka çıkar yol bırakmayacak öyle söyle sözler söylemeli ki, bunun planlamasını yaparak, hazırlığını yaparak, rastgele değil. Allah’ın konusunu açtığımızda dikkatli ve özenli bir şekilde onu kazanmayı hedef edinerek, sonuç odaklı maksat onu kazanmak şeklinde olacak. Söyleyelim de nasıl söylersek söyleyelim, umurumuzda olmayarak değil, hikmet ile.

 Allahu Teala’nın başta insanları kendisine nasıl çağırdığına dikkat kesilirsek temel kodları orada görürüz.

 Allah Teala mekke döneminde kullarını çağırırken önce onlara kendisini tanıttı, yaratma gücünü hatırlattı, kulların her birini nasıl ayrı ayrı yarattığını onlara bildirdi.Varlık olarak içinde bulundukları hayatı, hayatın etrafındaki nimetleri tek tek saydı.

 Evvela kendi tekliğine, birliğine, gücüne, kudretine ve her an kendilerine sağlamakta olduğu nimetlerine değindi.

 Demekki biz de Cenabı Hakk’ın yoluna insanları çağırırken önce;
 -Allah’a şirk koşmamalarını,
 -yaratan yegane kudret olduğunu başka bir kudretin başka bir şey yarattığına dair hiçbir delil olmadığını,
varlık aleminin tek bir yaratıcısı olduğuna dair bu delile sarılmamız, tutunmamız gerektiğini,
 -başıboş davranamayacağımızı, Allah’ın bize sağladığı bu nimetlerin elbette bir hesabı olacağını anlatarak.

 Bu istikamette başladığımızda hikmet ile başlamış oluruz. Bu şekilde bir anlatım onu tanımasına, saygı duymasına sebebiyet verecek bir sürece çekecek.

 O'nu tanırsa, saygı duyarsa ve hayatın sahibi olduğunu fark ederse, sevgi ve saygı duyduğu vakit O'nun emirlerine karşı, hayatı O'nun istediği şekilde yaşamaya karşı ilgili olmaya başlayacaktır. Tam da bizim onu çekmeye çalıştığımız bir nokta.

 Ama bu Allah’ı tanıyıp, O'nun gücüne, kudretine, büyüklüğüne ve özellikle kendisi üzerindeki nimetine tanık olursa, Cenabı Hakk’ın kendisi hakkında ne denli iyi olduğunu fark ederse; bu kez sevmeye ve saymaya başlar. O zaman O'nun dur dediği yerde durmaya ilerle dediği yerde yürümeye, emir ve yasakları konusunda dikkatli olmaya başlar.

 Siz daha eylem noktasındaki hususları (ibadetleri) anlatmamışken bir bakarsınız kendisi adım atmış olabilir.

 Cenabı hakkı tanımak, O'nu farketmek, üzerindeki nimetleri görmek, sevgi ve saygıya sevk edecektir. Artık Peygamber sallallahu Aleyhi ve sellem'e tabi olacak iç dinamizme kavuşmuş demektir.

 Her yaşanılan Allah tarafından yaşatıldığı, sürecin Allah Teala tarafından kontrol altında olduğu bilgisi; istikamet üzere olduğu, her neye sahipse Allah’tan olduğunu bilmesi. 

Kaybettiklerinin Allah’ın bilerek ve özellikle yaşattığı bir süreç olduğunu bilmesi, kulda huzuru, tatmini, sürecin kontrol altında olduğu gerçeğini ve Allah ile birlikte yolu yürüdüğü bilincini ona sağlayacaktır. Böyle bir kul malını da, evladına da kaybetse ayakta duracak gücü kendinde bulur.

 Buraya gelişimiz gitmek üzere bir geliştir. Verilen ve alınanlar Allah’ın sınamak için verdiği ve aldığıdır.

 İllaki sınanacağımız ve bu önceden yazılmış olduğunu bildiğimiz olayları, sırası gelince önümüze çıkacağını bilerek tevekkül ederiz.

 Süreç bu şekilde ilerleyecek. Hayat dediğimiz şey bu. Kul bunu bilirse, kaybettiklerimize üzülmeyiz çünkü bunlar kaybedilmeye mahkum olduğumuz şeyler idi. Verdiklerine de sevinmeyiz; verdikleri de sınama aracı olarak önceden belirlediği şeylerdi. Kendiniz kazanıyormuş gibi bunu kendinize bağlayıp bundan övünç duymanız gerekmez. Bunlar Allah’ın verdiği ve aldığı şeylerdir.

 Yaşam veren, kadın mı erkek mi olacağını, hangi baba anneden doğacağına karar veren Allah, hangi aşamalarda imtihandan geçireceğini de belirlemiştir. 

Soru: "Hangi evrelerden geçeceğim Allah tarafından önceden belirlenmiş bir süreç ise şu halde benim çabalamama hiç gerek yok. Nasılsa yazılan başa gelecek yorulmaya gerek yok." denilirse:

 Cenabı hak: "Allah’ın fazlının peşinden koşun" diye emreder. Allah’ın sağladığı rızkı elde etmek için emrettiği üzere davranırız; yoksa yaptığımız için bu sonuçlara kavuşmayız. Bunun kanıtı: Bizimle aynı işi yapan binlerce insan aynı sonucu elde edememektedir.

 Eğer çok çalışmakla, çok çabalamakla başarı, zenginlik gelseydi bunu yapan herkes muvaffak olurdu. Herkes çabalar fakat ancak Allah’ın belirlediği kişiler o sonuçları elde eder ve dilediği kadar elde eder. Peki neden çabalarız o zaman? Biz Allah’ın emrini yerine getirmiş oluruz ve sevap umarız.

 Bu iki süreç birbirinden bağımsız işler. Kul akşama kadar gayret eder, bütün çabasını koyar; fakat hiçbir şey elde edemeyen kul Cenabı Hakk’ın emrini yerine getirdiği bilinciyle günü kapatır. 
Kazanımı: O'nun emrini yerine getirmiştir boşa geçirdiği bir gün değildir. Mümin kul böyledir.

 Diğeri için ise bir yıkımdır. (seküler bakış açısıyla bakan)

Rezzak olan Rabbim bir çocuk yaratacağı zaman onu rızkı ile yaratır. Allah’ı tanımayan kişi var olan geliri üzerinde hesap yapmaya başlar. Geliri yetmeyecek diye düşünür; bu sefer doğmasını önlemeye kalkar. Bu da hikmetli bir süreçtir. Onu yaşatacak olan Allah senin rızkını arttıracaktır. 

Rabbimiz ana rahminden çocuğa rızık verir. Rahmin duvarına yapışıp oradan gıda sağlar. Tıpkı senin de dünyadan sağladığın gibi. Biz de yeryüzünün duvarına, kabuğuna bağlanır aynı şekilde gıda sağlarız.

 Yeni gelen çocuğu bizim besteyeceğimiz düşüncesiyle öldürmeye kalkmayınız.

Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. İsrâ Suresi 31. Ayet


Halis Aydemir 

8 Temmuz 2019 Pazartesi

Allah'ın Zaferi

 
Allah'ın isimlerinden on dört tanesinin peş peşe sıralandığı Haşr ( Benî Nadir ) süresi Müslümanların Yahudilere karşı kazandığı zaferden söz eder. H. 4. yılda Benî Nadir Yahudileri Hz. Peygamber ( s.a.v.) ile yaptıkları anlaşmaya riâyet etmediler. Mekkeli müşriklerle İslamı imha etme konusunda anlaşıp Hz.Peygamber'i ( s.a.v.) öldürmeyi planladılar. Onların bu suikast girişimlerinin üzerine Allah'ın Rasulü ( s.a.v. ) savaş kararı aldı. Benî Nadirlilere Medine'yi terk etmeleri için on gün süre tanıdı. Bu arada münafıklar Yahudilere yardım vaadinde bulundular. Yahudiler, kendilerini koruyacağını zannettikleri kalelerine çekildiler. Yahudiler Müslümanların kuşatmasına ancak yirmi gün dayanabildiler. Münafıkların yardımları da gelmeyince Benî Nadirliler - İslamı kabul eden iki kişi hariç-Medine'yi terk edip Şam ve Hayber bölgesine göç etmek zorunda kaldılar. Hz. Muhammed ve Hayatı, A. H. Berki, O. Keskioğlu, D.Ġ.B.Yay. s. 289, Ank. 1991.  

Bu zafer, Haşr sûresinde anlatıldıktan sonra Esmâ-i Hüsnâ'dan on dört tanesi art arda sıralanarak başarının gerçek mahiyeti ortaya konur. Hz. Peygamber (s.a.v) ve ashabı Allah'ı Kuran'da anlatıldığı şekilde tanıyıp iman ettiler. Allah'ı bu isimlerle kabullendiler. Bu isimler onların hayatına yön verdi. İsimlerin kazandırdığı bilgi ve imanla yaşadılar. Hayatlarının hiçbir bölümünde Allah'tan başka hiçbir ilâh kabul etmediler. Rahmeti ancak Allah'tan beklediler. O'nun en büyük rahmeti olan Kuran'a sımsıkı sarıldılar. Mülkün ve otoritenin gerçek sahibinin Allah olduğunu öğrendiler. O'ndan başkasını söz sahibi kabul etmediler. Her işlerinde O'na müracaat ettiler. Kutsallığı da O'na verdiler. Allah'ın her türlü eksiklik ve olumsuzluktan uzak olduğuna inandılar. Allah'ı hem gerçek güç ve kuvvetin hem de izzet ve şerefin tek kaynağı bildiler. O asla mağlup edilemeyecek mutlak galiptir. Kulları aziz eden de O'dur, zelil kılan da O'dur. 

Allah dilediği şeyleri zorla yaptırma güç ve yetkisine sahiptir. Aynı zamanda kırık gönülleri tamir eden, zayıfı güçlendiren, fakiri zenginleştiren, zoru kolaylaştıran ve musibete uğrayanlara yardım eden de O'dur. Onlar Allah'ın azamet ve büyüklük sahibi olduğu halde kibirlenmediğini bilirler. Asla büyüklenmezlerdi. Bütün bu sayılan güzel vasıflara ancak yaratan, şekil ve suret veren Allah sahiptir. Onlar Allah'ı hem yaratan hem de en iyi bilen olarak tanıdılar. Böylece O'nu hem yoktan var eden hem de emretme ve kulların hayatlarına karışma yetkisine sahip olarak kabul ettiler. 

Allah da kendisini bu şekilde tanıyan ve tanıtan kullarına yardım eder. O, kendisine böyle iman eden her topluma yardım eder. O'nun yardımında zaman ve mekan sınırı asla yoktur. Her yerde ve her zaman yardımı hak eden toplumlara Allah yardım elini uzatır. Ama Allah, kendisini yukarıda belirtildiği şekilde tanıyıp kabullenmeyenlere asla yardım etmez. Bu yasa her zaman ve her toplum için geçerlidir. 

"Ey iman edenler! Eğer Allah'ın davasına yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır."  Muhammed 7

"Allah, iman edip salih ameller işleyenlere, tıpkı kendilerinden önce gelip geçen bazı toplumları egemen kıldığı gibi, onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına; onlar için razı olduğu dini (İslâm) kuvvetle kökleştireceğine ve korku ve endişelerinden güvene kavuşturacağına dair söz vermiştir. Çünkü bunlar bana kulluk eder, bana hiçbir şeyi ortak olarak tanımazlar." Nûr 55.

7 Temmuz 2019 Pazar

Allah Sevgisi


Allah bilgisi (marifet) muhabbeti doğurur. Allah'ı tanıyan O'nu daha çok sever. İnsan, Allah'ın gücünü, fiillerini, otoritesini, isim ve sıfatlarını tanıdıkça O'na olan sevgi ve saygısı artar. İnsan Allah'ı marifeti oranında sever. Fazla bilen fazla sever. Ma'bud en çok sevilendir. Allah vedûd'dür, hem çok sever hem de çok sevilir. 
" İnsanlardan kimileri, Allah'tan başka ortaklar edinirler ve Allah'ı sever gibi onları severler. Ġnananlar ise en çok Allah'ı severler."Bakara 165

 Mü'minin Rabbi hakkındaki bilgisi ve O'nun büyüklüğünü idraki onu bütün benliğiyle Allah'a bağlanmaya yöneltir. Artık Allah bilgisinden sonra hiçbir güç ne kadar büyük olursa olsun mü'minin yanında hiçbir yer işgal edemez, herhangi bir değer ifade etmez. Onun ruhu artık Allah'la beraberdir. Allah'tan başkası ile dostluğu ve muhabbeti yoktur. Allah'tan başkasına asla itaat etmez. Çünkü tevhidin anlamı her şeyde ihlas ile bir tek Allah'a teslimiyettir. Allah sevgisinin nihai anlamı da budur.M.H. Fadlullah, Min Vahyi'l-Kur'an, Akademi Yay. C.3, s. 142, ist. 1990.

"De ki: Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir."Ali İmran 31

Hiç şüphesiz Allah sevgisi, kuru laflarla yapılan bir iddia olmadığı gibi, sadece gönlün aşkla dolması da değildir. Bunların yanında mutlaka Allah'ın elçisine uymak, O'nun getirdiği hidayet üzere yürümek ve nizamını hayata uygulamak da gerekir. İman bir takım süsleme ve bezeme laflardan ibaret değildir. İman ne ağızlarda gevelenen laflar, ne coşan hisler ve ne de yapılan birtakım ruhsuz davranışlardır. Aksine iman Allah'a ve Rasülüne itaat ve Hz. Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem  bize tebliğ ettiği ilahi nizama göre davranmaktır. Bu ayet hakkında İmam İbn Kesir şöyle der: "Bu ayet, Hz. Muhammed'in gösterdiği yol üzerinde yürümediği halde, Allah'ı sevdiğini öne süren herkesin aleyhine hükmeder. Böyle bir kimse, bütün söz ve davranışlarında Hz. Muhammed'e sallallahu aleyhi ve sellem  verilen İslam dinine uymadıkça gerçekten yalancıdır."  S. Kutub, Fi Zilal, Hikmet Yay. c.2, s. 69, İst. 1991. 


6 Temmuz 2019 Cumartesi

MarifetuIlah


İnsanın Allah bilgisi (marifet) arttıkça imanı da artar. Tanımayan takdir edemez. Uzaktan gafletle bulanık ve önyargılı bakan kimse Allah'ı gereği gibi kavrayamaz, gereken alakayı gösteremez. Hz. Yusuf‟u kervandakiler tanımadıkları için onu düşük bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Satanlar da satın alanlar da onun değerini bilmiyorlardı. Yusuf 20.

 Kur'an insanlardaki gaflet, cehalet perdesini yırtar. Akıl ve ruhu harekete geçirir. Kulaklardaki ağırlıkları atar, gözlerin önündeki perdeleri kaldırır. Her insana kabiliyeti ve gayreti ölçüsünde Allah'ı tanıtır ve imanın artmasını sağlar. Bu gerçeği Allah kitabında şöyle ifade eder:
  "İnananlar ancak o kimselerdir ki, her ne zaman Allah gündeme gelse kalpleri korkuyla ürperir; kendilerine her ne zaman O'nun ayetleri okunsa imanları artıp güçlenir ve Rablerine güvenirler."Enfal 2

  Müminin kalbi Kur'an ayetlerinde imanını artırıp güçlendirecek, onu tam bir rahatlığa ve huzura kavuşturacak şeyler bulur. Kur'an, kendisini hakkıyla okuyan insanın kalbiyle aracısız olarak, iletişim kurar ve konuşmaya başlar. Bu karşılıklı konuşma imanı engelleyen küfür perdesini ortadan kaldırır. Böylece inanan insan Kur'an'ın tadına varır. Kur'an'ın devamlı tekrarlanan vurgularından dolayı imanımız itmi'nan derecesine ulaştıracak bir artma ve güç hisseder. Buradaki artış iman esaslarındaki artış değil imanın derecesinde ve yaptırım gücünde ortaya çıkar.

 İnsan, Kur'an'ın ayetlerini her tasdik edişinde ve onlara her boyun eğişinde imanının arttığını hisseder. şüphe yok ki arzu, düşünce, görüş, teori, alışkanlık, menfaat, zevk, rahat, his ve arkadaşlarına aykırı olsa bile, insan her ne zaman Allah'ın kitabına ve Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem in sünnetine boyun eğip teslim olursa imanı artar ve güçlenir. İmanın gücü ve derecesi Allah'ın emirlerine ve Rasulün sallallahu aleyhi ve sellem   talîmatlarına göre kendisini değiştirmekte ve onları kendine rehber edinmekte ortaya çıkar. Bunun aksine eğer bir mümin bütün bunları kabulde tereddüt ve gevşeklik gösterirse imanı azalmaya ve zayıflamaya başlar. 

Marifetten sonra Allah'a iman gerçekleşmezse sevgi ve itaat hâsıl olmaz. Yahudi ve Hıristiyanlar Kur'an'ı ve Hz. Muhammed'i sallallahu aleyhi ve sellem  çocuklarını tanır gibi tanırlardı. Fakat bu tanıma onları imana götürmedi. 

"Daha önce kendilerine vahiy verdiklerimiz O'nu kendi çocuklarını tanır gibi tanırlar. Ancak bilin ki, onların bazısı hakikati bile bile örtbas ederler. Bakara 146, En‟am 20 

5 Temmuz 2019 Cuma

Namazdaki sayılı ve belli şekillerdeki hareketlerin manası nedir?


Namazın sayı ve şekil tarafının hikmeti (sırrı, sebebi, derin manası) üzerine yorumlar yapılmıştır, ama bunlar beşeridir, kullar kendi hal ve intibalarına göre yapmışlardır, herkesi bağlamaz. Kısaca şunu söyleyebilirim: Namazdan maksat Allah ile daha canlı, daha yakın, daha etkili... ilişki kurmaktır. Bu maksatla yapılan başka bir hareket namazın yerini tutmaz (tutsaydı o da emir veya tavsiye edilirdi). Bu yaklaşma (kurb, tekarrub) ve beraber olma (huzur, vuslet) tecrübesinde zihin, şuur ve beden işbirliği yapmalıdır; bu üçlü işbirliği amacı daha kolay sağlar. Ellerimizi yukarıya kaldırarak "Allahu ekber: Allah uldur, ondan ulusu yoktur" dediğimiz zaman önümüzdeki dünya işlerini, mâsivâyı (Allah'tan başka ne varsa hepsini) arkaya atarız; çünkü hiçbir şey O'ndan büyük ve önemli değildir, sonra O'nun kelamı (Kur'an) ile konuşmaya başlarız, bu konuşma bizde, sevgilisinin mektubunu okuyan aşık misali bir hasret, bir iştiyak, bir kavuşma arzusu uyandırır, bu arzuyu tatmin için huzurda eğiliriz, bu hareket arzuyu biraz daha kamçılar, yerlere kapanmak isteriz, bu da tam olsun diye tekrar düzelir ve oradan secdeye gideriz, secde kulun Allah'a en yakın olduğu andır, orada mirac yaşanır, sonunda oturur tahiyyât okuruz; tıpkı mirac sonrası Efendimizin okuduğu gibi. Tahiyyat Allah'a içten niyazımızı, övgümüzü, duygularımızı sunmaktır, karşılıklı selamlaşmaktır, yaşanan tecrübe sonunda tanıklık ederek O'nun varlık ve birliğini güçlü bir şekilde dile getirmektir...


4 Temmuz 2019 Perşembe

Hani din hepimizindi?


Aynı kelimeyle müntesibi olduk; ‘Lailahe illallah’la herkes mü’min oldu. Aynı cenneti umuyoruz. Aynı ibadetleri eda ediyoruz. Kıblemiz, amelimiz aynı. Beklentilerimiz, tesellimiz aynı. Sevinirken aynı şeylere seviniyor, kahrolurken aynı şeylerden kahroluyoruz. Din için çalışmaya gelince neden bir kısım insanların adı ‘din adamı’ oldu? Onlar din için çalışıyorsa diğerlerinin çalışmaları din dışı mı? Hani din hepimizindi?

Din bizim, dinin yükü de bizimdir. Afrika’da bir insanın misyonerlerin elindeki bisküvi kutusu karşılığında İslam’dan çıkıp Hıristiyan olması gerçekten bizi üzüyorsa bu dinin yükünün bizim de yükümüz olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yeni Müslüman olduğunu duyduğumuz bir Almanyalının haberi bizi sevindiriyorsa bu dinin yükü bizim de yükümüz demektir. Kâbe’si, Kudüs’ü bizim olduğuna göre dertleri de bizimdir.

Hocaları, müezzinleri yine çalışsın. Onlar sabit bir görevi icra etsinler ama din bizim dinimizdir; ona davet etmek, ondan sıkıntıları uzaklaştırmak hepimizin görevidir. Namaz kıldığımız caminin temizliği, bakımı, namaz kılan herkesin görevidir. Ezan herkesin ezanıdır. Müezzin ezan görevlisidir ama hepimiz ezan okuruz; hepimiz ‘Allah en büyüktür!’ demekten daha onurlu bir işi görmeyiz.

Çocuğumuza Kur’an’ı yine imam öğretsin. Ama çocuklarımızın hocası, mürebbisi, onları iyi bir mü’min olarak yetiştirmek hepimizin görevidir. Hepimiz, çobanız, güttüklerimizden mesulüz. Hepimiz, öğretmen, hepimiz imam, hepimiz müezzin, hepimiz mürebbiyiz.

Diploma, yetki belgesi gerekmez. İmanımız var ya! Bilmediğimize karışmaz, iyi bildiklerimizi yayar ve uygularsak yetkili kılınmış oluruz. Muhakkak bildiklerimiz de vardır ya. Abdest biliyoruz ya onu öğretiriz. Alkolün haram olduğunu biliyoruz ya onu öğretiriz. Zulmün haram olduğunu biliyoruz ya onu engelleriz. Mü’mine yardım etmenin iman gereği olduğunu biliyoruz ya onu yaparız. Şart mı bunlar için hoca olmak, devletten yetkili olmak. Dinini yayması için bir Müslüman, Müslüman olurken verdiği sözle yetkilendirilmiş değil midir? Cihad bu değil mi? Cihad, herkese farz değil mi?

Şu ashabı anlayabilsek!

Müslüman olduktan bir saat sonra Allah’a davete çıktılar. Sanki özel yoğunlaştırılmış bir kurs görmüş gibi yollara düşme cesareti buldular kendilerinde. Kimi bir hafta kaldı Suffa’da. Sonra bildiğini öğretmek üzere köyüne döndü.

Ebu Zer radıyallahu anh, bir elin parmak sayısı kadar bile olmadıkları bir zamanda iman etti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona köyüne dönmesini, gerektiğinde onu çağıracağını söyledi. Gitmedi. İmanını müşriklere haykırmadan dönmeyeceğini söyledi. Dediğini de yaptı. İmanından bir gün geçmeden ne biliyordu ne yayacaktı? Zaten din adına neler inmişti ki? Ama Ebu Zer radıyallahu anhın imanı ve heyecanı tamdı. İman etmeyi bir nimet görüyor, nimetin karşılığı da imanına hizmet etmesi gerektiğine inanıyordu.

Ashap, yetkilendirilmeyi, uzmanlaşmayı bekleseydi İslam kaç asırda yirmi üç yılda geldiği noktaya gelirdi acaba? Uzmanlık aramadılar ihlasla yetindiler. Çok bilmeyi değil, bildikleriyle amel etmeyi yeğlediler. Kendilerini yetersiz görmediler, dinleri için yapabilecekleri bir işin muhakkak bulunduğuna inandılar. Kadınları da öyle inandı erkekleri de. Hiçbir iş yapamayacak bir zenci kadın, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mescidini süpürmeyi düşündü. Dini için verebileceği bir şeyi olmadığını gören dul bir kadın, on yaşında biricik yavrusunu Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme hizmetçi olarak verdi.

Nasıl, Müslüman dini için bir şey yapamayacağını düşünebilir, yapılacak onca iş varken?

Bir kere değil, yaşadıkça hizmet gerekir

Mü’min olarak yaşadığımız sürece iman davamıza hizmet etmek şarttır. Ramazanlarda, bayramlarda, depremlerde, mahalleye cami yapılırken, Afrika için kampanya açıldığında hizmet etmek, bir şeyler yapmak mevsimliktir. Kendisi mevsimlik olmayan dinin hizmeti mevsimlik olmaz. Din ebedidir, hizmeti de ömür boyu sürmelidir.

Ne zaman ne mekânla kuşatılamayız. Nerede Allah’a iman eden bir mü’min olarak nefes alıyorsak, iman nimetinin şükrü gereği orada hizmet edecek bir şey bulabiliriz. Gece veya gündüz, zor veya kolay seçme hakkımız yoktur. Elbette Allah kuluna katlanamayacağı bir şey yüklemez. Elbette takatimizle sınırlıyız. Beş yıl, on yıl diyemeyiz. Dokuz yüz elli yıl çalıştığı halde bıkmayan, usanmayan var.

Acılar gözümüzden yaşlar akıtır ama bizi hizmetten alıkoymaz. Acımızdan kıvranır, davamızla yaşarız. Yaramızla ölür gideriz, davamıza hizmeti son nefesimizde gündemimiz yaparız. İşimizden emekli olabiliriz, tarlamızı çocuklarımıza bırakıp bir kenara çekilebiliriz, davamızdan, dinimize hizmetten bir nefes ayrılamayız. Becerebildiğimiz her ne ise onu yaparken ölmeyi temenni ederiz Allah’tan.

Görev kimin?

Hocalar, vakıflar, dernekler, cemaatler değil mü’minler sorumlu. Cennete girmenin bedeli imansa, o bedeli hazırladığını söyleyen herkes görevlidir. Hocalara savsaklayarak kurtulamayız. Hocalar o büyük görevin bir parçasından sorumludurlar. Din namaz kılmaktan ibaret değil, tebliğ sadece ezan değil, mesele sadece çocuklara Kur’an öğretmek değil!

İş çok, görev çok!

Bilgisizlik özür değil, çünkü sadece bildiklerimizden sorumluyuz. Bildiğimizi, uygun bir şekilde tatbik etsek yetecek. Herkesin biraz bildikleri toplandığında, öbür taraftaki ihtiyaca bakıldığında çok şey çıkar ortaya.

Neler yapabiliriz?

Ne işe yarayacağımız test ederek işe başlarız; çalışan, hizmet eden birinin istişaresine önem veririz.

Şuurumuzu ve heyecanımızı artıracağımız birlikteliklere katılabiliriz; öbürlerinin propagandası altında erimemenin çarelerini deneriz.

Dinimizi, bir köşesinden değil tamamından görmeyi hedef biliriz.

Malımızı kullanarak katkıda bulunabiliriz.

Bedenen destek olabiliriz.

Dua edebiliriz.

Bulunduğumuz konumumuzun, malımızın, sözümüzün öbürlerine destek olmamasına dikkat edebiliriz.

Çocuklarımızı iyi yetiştirebiliriz; bu yetiştirmeyi diploma sahibi olmaları şeklinde daraltmayız.

Kur’an’ımızın yayılması için bir hizmet türüne katkı yapabiliriz.

Düğünümüzü, pikniğimizi, toplantımızı, gezimizi hizmetle iç içe yapabiliriz.

Evlerimizi koruma altına alabiliriz.

Gerçek şu ki,

Yapacak çok işimiz var. İşimiz kadar hacmimiz de var. Aynı işleri yapmak zorunda değiliz. Kimimiz Ömer olur adalete hizmet ederiz, şecaatle dolarız. Kimimiz Ali olur, ilim dolarız. Kimimiz Hassan olur şiirimizi dinimize hizmet ettiririz. Kimimiz elimize süpürge alır, bir mescidi temizleriz. Kimimiz, bir hizmet edene hizmet eder, desteğe destek oluruz.

Uyumanın ve gafletin dışında her şey bize uygundur. Öyle olmasaydı Allah bize bu yükü yüklemezdi.


3 Temmuz 2019 Çarşamba

Adetli bir kadın sa'y yapabilir mi?


Soru:

Adetli bir kadın Safa ile Merve tepeleri arasında kalan bölüme girebilir mi, sa'y yapabilir mi? Bu bölümler Mescid-i Haram'dan mı sayılır, yoksa direk olarak bu bölüme açılan kapılardan girip sa'y yapmakta bir mahzur yok mudur?

Cevap:

Temiz ve abdestli olmak sa'yin sünnetlerinden olduğu için, âdetli veya abdestsiz kadının da sa'yi sahih olur.


2 Temmuz 2019 Salı

Adet düzensizliği


Soru:
Size hayız ve taharet konusunda danışmak istiyoruz. Kuzenim 20 yaşında tedavi görmesine rağmen adetleri oldukça düzensiz. Son 2-3 aydır 10 günde bir adet olmaya başladı. Biz ilmihallerde temizlik süresinin en az 15 gün olduğunu biliyoruz. Daha kısa olduğunda bu özür konusuna girip normal adet günleri dikkate alınarak ibadetlere devam edilir diye biliyorduk. Temizlik ve hayız üzerinde çok uzun zamandır araştırma yaptığını söyleyen bir hocaya (ismini bilmiyorum) ne yapalım diye konuyu iletmişler. O da fıkıhta temizlik süresi (en az 15 gün) diye bir şey olmadığını, aradaki 10 günde temiz, diğer günlerde abdestsiz olduğunu, ilmihallerde de 15 konusunun geçmediğini söylemiş. Nurul İzah'a ve Mürşide - Asım Uysal'ın ilmihaline- baktık temizlik süresi en az 15 gün yazıyor. Nurul İzah'ta Hanbeli görüşü olarak 1 gün dahi temiz olsa namaza ve oruca devam edileceğini belirtmiş. Sorum şu bu durum ne kadar devam eder bilmiyoruz, ama şimdi 10 günde bir adet gören kızımız ibadetlere nasıl devam edecek. Özürlü mü sayılacak? 10 günde bir adet olmuş kabul edilip namazı bırakacak m? Tutarsızlıktan psikolojisi de bozulmaya başladı. Bizi aydınlatırsanız memnun olacağız.

Cevap:

İslam, insanların tabîî olarak veya örf âdet gereği bildikleri, uygulayageldikleri konuları, eğer değiştirmeyecekse ve gerek yoksa tanımlamaz, sınırlamaz, kayıt ve şartlara bağlımaz; insanların bilgi ve uygulamalarını esas alır.
Kadınların âdetlerinin ve iki âdet arasındaki temizlik süresinin ne kadar süreceği konusu da böyledir; esasen bu konuda sabit bir süre de bulunmadığı, çeşitli sebeplerle sürelerde değişikliklerin meydana geldiği bir gerçek olduğu için İslam'ın, tabîata aykırı olarak bir süre belirlemesi uygun olmaz, onun fıtrata uygun oluş vasfına aykırı düşerdi.
Fıkıhçıların süreler konusunda kaydettikleri rakkamlar, naslara değil (bu konuda bazı hadisler rivayet edilmiş ise de bunlar sağlam kaynaklarda yoktur ve hadis alimleri tarafından sahih bulunmamıştır), kendi bölge ve çevrelerinde yaptıkları araştırma ve soruşturmaya dayanmaktadır( İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, Beyrut, 1987, C., s. 38).
Bu konu ile ilgilenen tıp bilim dalına bakıldığında şu bilgileri buluyoruz:
Adet kanamasının birinci günü, kadın peryodunun birinci günüdür. Gelecek kanamadan bir önceki gün ise son gündür. Bu sınırlarla adet peryodu kadınların %65'inde 28±3 gündür. Tüm kadınlar dikkate alındığında periyot 18 gün kadar kısa, 40 gün kadar uzun olabilmektedir. Adet kanamasının süresi ise ortalama 5±2 gündür. Ancak herhangi bir hastalığa bağlı olmaksızın, daha kısa ve daha uzun kanama süreleri de görülmektedir. Kadın peryodu genellikle aynı sürelerde devam etmekle beraber 1-2 günlük oynamalar da normaldir. Ancak gün oynamalarının beş günü geçmesi seyrektir. Kanama müddeti de yine her kadın için belirli süre devam eder. Kadınlar ne zaman, ne miktar kanamaları olacağını tahmin edebilirler. Ergenlik dönemi başlangıcında, hem peryodun toplam süresi hem de kanama süresi düzensizdir. Keza menopoz öncesinde de adetler düzensizleşir (Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Cinsel Eğitim Merkezi).
Hayızın müddeti ve hükümleri konusunda fıkıh kitaplarından bir özet vermek gerekirse:
1.Hanefî mezhebinde yazılmış ilmihal kitaplarının önemli kaynaklarından biri olan el-Muhtâr ve şerhi el-İhtiyar'dan:
Hayız (âdet, regl) kadının ergenlik çağına girdiğini gösteren kanamadır. Hayızın en az süresi geceli gündüzlü üç gün, en fazlası da tam on gündür. En azından az ve en çoğundan çok sürelerdeki kanamalar ile hamile kadınların kanamaları hayız değildir, rahatsızlık (istihâza) kanamasıdır. İstihâza namaza, oruca, cinsel temasa engel değildir. Âdet gören kadının, süresi içinde kanamalarının bütün renkleri -akıntı beyaza dönüşünceye kadar- hayız sayılır. Süre içinde geçici kanama kesilmeleri de hayız süresine dahildir. Hayız kadından namaz yükümlülüğünü tamamen düşürür, oruç tutmasını haram kılar, ancak bunu sonra kaza eder. Âdet gören kadınla cinsel temas yapılamaz, İmam Muhammed'e göre cinsel organ dışında, diğer iki İmama göre göbeğin yukarısında kalan kısımlar yasak değildir. İki hayız arasındaki en az temizlik süresi onbeş gündür, temizlik süresinin en çoğuna dair bir sınırlama yoktur.
Diğer mezheplere göre:
Hayızn en az süresi Mâlik'e göre yoktur; bir defalık kanama bile hayızdır, en uzun süresi ise onbeş gündür. Şâfi'î'ye göre en az geceli gündüzlü bir gündür, en çoğu ise onbeş gündür.
İki hayız arasındaki en az temizlik süresi konusunda İmam Mâlik'ten farklı rivayetler vardır; bunlardan biri olan onbeş günde Şâfi'î ve Ebû Hanîfe ile birleşmektedirler. Sekiz, on, onyedi gün diyenler de vardır.
İlk defa âdet görmeye başlayan kadın, âdetin en uzun süresine kadar kendini hayızlı sayar ve buna göre hareket eder, en uzun süre geçince kanama durmazsa artık hayızlı değil, hastadır.
Daha önce âdet görmüş ve belli bir âdet düzeni bulunan kadının âdeti değişirse, Şâfi'î'ye göre âdetine göre hareket eder, Mâlik'e göre ise buna -en uzun süreyi aşmamak şartıyla- üç gün daha ekler.
Sahih bir hadise göre âdeti aşan kanamalar hastalık sayılır, bu durumda kadın yıkanır ve hayız yasakları kalkar (İbn Rüşd, s. 37-43).
Bu genel bilgilerden sonra soru sahibinin kuzeni olan genç kızımıza şunları söylemek mümkündür:
Din, âdetin ve aradaki temizliğin süresini belirlememiş, bunu her kadının kendi durumuna ve düzenine (âdetine) bağlamıştır. Kadın doktora muayene olarak veya kendi tecrübesine dayanarak gelen kanın hayız kanı olduğunu anlarsa süre ve âdet geçersiz olur; kan geldiği sürece hayız da devam etmiştir. Gelen kanın hayız kanı mı, başka kan mı olduğunu -kan muayene ettirerek veya başka bir yoldan- bilmenin mümkün olmadığı durumlarda önümüzde üç ihtimal vardır:
a) Henüz âdeti bulunmayan genç kadın, yukarıda açıklananlar içinden tercih edeceği bir ictihada göre hayızın ve aradaki temizliğin en az ve en fazla sürelerine uyar, fıkhın verdiği süreler tıbbın verdiği sürelerin dışına çıkarsa tıbbı esas alır, hayız ve temizlik sürelerini buna göre ayarlar. Mesela hanefî mezhebine göre hareket edecekse, aradaki temizlik onbeş günden az olamayacağı için, bu süre geçinceye kadar kendini hayızlı değil, hasta sayar. Tıpçıların verdiği bilgiye göre âdet peryodu 18 gün bile olabilmektedir; bu peryoddan üç gün süren kanama çıkarılırsa temizlik süresi onbeş olur ki, bu da Hanefî, Şâfi'î ve Mâlikîlerin verdikleri rakkama uygun düşmektedir.
b) Âdeti (âdet düzeni) bulunan kadın bu düzene uyar. Daha azını ve çoğunu âdet saymaz. Hadis bunu ifade ettiği için ben de bunu tercih ediyorum. Bu durumda değişme uzun süre devam eder, eski düzene dönmezse, âdet düzeni değişmiş sayılacağı için artık yeni düzene göre davranır.
c) Düzeni bozulan kadın, tercih ettiği mezhebe göre sürelere riayet eder.


1 Temmuz 2019 Pazartesi

Bir oyunda yenen veya yenilenin bir şeyler ısmarlaması kumar mıdır?


Soru:
Arkadaşlar arasında, yenenin kola, tatlı vs. ısmarlayacağı şekilde futbol vb. oyunlar oynuyorlar. Bu da kumara girer mi?

Cevap:
Evet, bu (oyunda yenen veya yenilenin bir şeyler ısmarlaması ve tarafların bunu yiyip içmesi) da kumara girer. Caiz olan oyunların kumara alet edilmemesi, kazananın, kazanma sonucunda oyuna girenden (girenlerden) bir menfaat elde etmemesi gerekir.


http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00036.htm