4 Temmuz 2019 Perşembe

Hani din hepimizindi?


Aynı kelimeyle müntesibi olduk; ‘Lailahe illallah’la herkes mü’min oldu. Aynı cenneti umuyoruz. Aynı ibadetleri eda ediyoruz. Kıblemiz, amelimiz aynı. Beklentilerimiz, tesellimiz aynı. Sevinirken aynı şeylere seviniyor, kahrolurken aynı şeylerden kahroluyoruz. Din için çalışmaya gelince neden bir kısım insanların adı ‘din adamı’ oldu? Onlar din için çalışıyorsa diğerlerinin çalışmaları din dışı mı? Hani din hepimizindi?

Din bizim, dinin yükü de bizimdir. Afrika’da bir insanın misyonerlerin elindeki bisküvi kutusu karşılığında İslam’dan çıkıp Hıristiyan olması gerçekten bizi üzüyorsa bu dinin yükünün bizim de yükümüz olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yeni Müslüman olduğunu duyduğumuz bir Almanyalının haberi bizi sevindiriyorsa bu dinin yükü bizim de yükümüz demektir. Kâbe’si, Kudüs’ü bizim olduğuna göre dertleri de bizimdir.

Hocaları, müezzinleri yine çalışsın. Onlar sabit bir görevi icra etsinler ama din bizim dinimizdir; ona davet etmek, ondan sıkıntıları uzaklaştırmak hepimizin görevidir. Namaz kıldığımız caminin temizliği, bakımı, namaz kılan herkesin görevidir. Ezan herkesin ezanıdır. Müezzin ezan görevlisidir ama hepimiz ezan okuruz; hepimiz ‘Allah en büyüktür!’ demekten daha onurlu bir işi görmeyiz.

Çocuğumuza Kur’an’ı yine imam öğretsin. Ama çocuklarımızın hocası, mürebbisi, onları iyi bir mü’min olarak yetiştirmek hepimizin görevidir. Hepimiz, çobanız, güttüklerimizden mesulüz. Hepimiz, öğretmen, hepimiz imam, hepimiz müezzin, hepimiz mürebbiyiz.

Diploma, yetki belgesi gerekmez. İmanımız var ya! Bilmediğimize karışmaz, iyi bildiklerimizi yayar ve uygularsak yetkili kılınmış oluruz. Muhakkak bildiklerimiz de vardır ya. Abdest biliyoruz ya onu öğretiriz. Alkolün haram olduğunu biliyoruz ya onu öğretiriz. Zulmün haram olduğunu biliyoruz ya onu engelleriz. Mü’mine yardım etmenin iman gereği olduğunu biliyoruz ya onu yaparız. Şart mı bunlar için hoca olmak, devletten yetkili olmak. Dinini yayması için bir Müslüman, Müslüman olurken verdiği sözle yetkilendirilmiş değil midir? Cihad bu değil mi? Cihad, herkese farz değil mi?

Şu ashabı anlayabilsek!

Müslüman olduktan bir saat sonra Allah’a davete çıktılar. Sanki özel yoğunlaştırılmış bir kurs görmüş gibi yollara düşme cesareti buldular kendilerinde. Kimi bir hafta kaldı Suffa’da. Sonra bildiğini öğretmek üzere köyüne döndü.

Ebu Zer radıyallahu anh, bir elin parmak sayısı kadar bile olmadıkları bir zamanda iman etti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona köyüne dönmesini, gerektiğinde onu çağıracağını söyledi. Gitmedi. İmanını müşriklere haykırmadan dönmeyeceğini söyledi. Dediğini de yaptı. İmanından bir gün geçmeden ne biliyordu ne yayacaktı? Zaten din adına neler inmişti ki? Ama Ebu Zer radıyallahu anhın imanı ve heyecanı tamdı. İman etmeyi bir nimet görüyor, nimetin karşılığı da imanına hizmet etmesi gerektiğine inanıyordu.

Ashap, yetkilendirilmeyi, uzmanlaşmayı bekleseydi İslam kaç asırda yirmi üç yılda geldiği noktaya gelirdi acaba? Uzmanlık aramadılar ihlasla yetindiler. Çok bilmeyi değil, bildikleriyle amel etmeyi yeğlediler. Kendilerini yetersiz görmediler, dinleri için yapabilecekleri bir işin muhakkak bulunduğuna inandılar. Kadınları da öyle inandı erkekleri de. Hiçbir iş yapamayacak bir zenci kadın, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mescidini süpürmeyi düşündü. Dini için verebileceği bir şeyi olmadığını gören dul bir kadın, on yaşında biricik yavrusunu Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme hizmetçi olarak verdi.

Nasıl, Müslüman dini için bir şey yapamayacağını düşünebilir, yapılacak onca iş varken?

Bir kere değil, yaşadıkça hizmet gerekir

Mü’min olarak yaşadığımız sürece iman davamıza hizmet etmek şarttır. Ramazanlarda, bayramlarda, depremlerde, mahalleye cami yapılırken, Afrika için kampanya açıldığında hizmet etmek, bir şeyler yapmak mevsimliktir. Kendisi mevsimlik olmayan dinin hizmeti mevsimlik olmaz. Din ebedidir, hizmeti de ömür boyu sürmelidir.

Ne zaman ne mekânla kuşatılamayız. Nerede Allah’a iman eden bir mü’min olarak nefes alıyorsak, iman nimetinin şükrü gereği orada hizmet edecek bir şey bulabiliriz. Gece veya gündüz, zor veya kolay seçme hakkımız yoktur. Elbette Allah kuluna katlanamayacağı bir şey yüklemez. Elbette takatimizle sınırlıyız. Beş yıl, on yıl diyemeyiz. Dokuz yüz elli yıl çalıştığı halde bıkmayan, usanmayan var.

Acılar gözümüzden yaşlar akıtır ama bizi hizmetten alıkoymaz. Acımızdan kıvranır, davamızla yaşarız. Yaramızla ölür gideriz, davamıza hizmeti son nefesimizde gündemimiz yaparız. İşimizden emekli olabiliriz, tarlamızı çocuklarımıza bırakıp bir kenara çekilebiliriz, davamızdan, dinimize hizmetten bir nefes ayrılamayız. Becerebildiğimiz her ne ise onu yaparken ölmeyi temenni ederiz Allah’tan.

Görev kimin?

Hocalar, vakıflar, dernekler, cemaatler değil mü’minler sorumlu. Cennete girmenin bedeli imansa, o bedeli hazırladığını söyleyen herkes görevlidir. Hocalara savsaklayarak kurtulamayız. Hocalar o büyük görevin bir parçasından sorumludurlar. Din namaz kılmaktan ibaret değil, tebliğ sadece ezan değil, mesele sadece çocuklara Kur’an öğretmek değil!

İş çok, görev çok!

Bilgisizlik özür değil, çünkü sadece bildiklerimizden sorumluyuz. Bildiğimizi, uygun bir şekilde tatbik etsek yetecek. Herkesin biraz bildikleri toplandığında, öbür taraftaki ihtiyaca bakıldığında çok şey çıkar ortaya.

Neler yapabiliriz?

Ne işe yarayacağımız test ederek işe başlarız; çalışan, hizmet eden birinin istişaresine önem veririz.

Şuurumuzu ve heyecanımızı artıracağımız birlikteliklere katılabiliriz; öbürlerinin propagandası altında erimemenin çarelerini deneriz.

Dinimizi, bir köşesinden değil tamamından görmeyi hedef biliriz.

Malımızı kullanarak katkıda bulunabiliriz.

Bedenen destek olabiliriz.

Dua edebiliriz.

Bulunduğumuz konumumuzun, malımızın, sözümüzün öbürlerine destek olmamasına dikkat edebiliriz.

Çocuklarımızı iyi yetiştirebiliriz; bu yetiştirmeyi diploma sahibi olmaları şeklinde daraltmayız.

Kur’an’ımızın yayılması için bir hizmet türüne katkı yapabiliriz.

Düğünümüzü, pikniğimizi, toplantımızı, gezimizi hizmetle iç içe yapabiliriz.

Evlerimizi koruma altına alabiliriz.

Gerçek şu ki,

Yapacak çok işimiz var. İşimiz kadar hacmimiz de var. Aynı işleri yapmak zorunda değiliz. Kimimiz Ömer olur adalete hizmet ederiz, şecaatle dolarız. Kimimiz Ali olur, ilim dolarız. Kimimiz Hassan olur şiirimizi dinimize hizmet ettiririz. Kimimiz elimize süpürge alır, bir mescidi temizleriz. Kimimiz, bir hizmet edene hizmet eder, desteğe destek oluruz.

Uyumanın ve gafletin dışında her şey bize uygundur. Öyle olmasaydı Allah bize bu yükü yüklemezdi.


Hiç yorum yok: