21 Mart 2018 Çarşamba

Nikâh Sağlam Bir Teminat, Ağır Bir Söz

Dersten Cümleler

Nikâh meselesini konuştuğumuz zaman, evlilerimiz için bir ihya, bekarlarımız için bir inşa hareketini konuşmuş oluruz.

Denklik üç alanda olmalı; dinde, dindarlıkta ve durumlarda…

Cabir b. Abdullah: “Efendimiz (sas) evlenme niyeti ile bakabilirsin dedi, ben artık durur muyum, bir cariye ile evlenmek istiyordum. Gizlice onu gözetledim ve evlenmemi teşvik eden bazı özelliklerini gördüm. Sonra da onunla evlendim.” (Ebû Davud, Nikâh, 18; Tirmizi, Nikâh, 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/334, 360)

Mugire b. Şu’be (ra) bir kadınla evlenmek istiyordu. Hz. Peygamber’e geldi ve düşüncesini açtı. Efendimiz (sas): “O kadını gördün mü?” dedi. Muğire: “Hayır, Ya Resulullah görmedim” dedi.

Efendimiz: “Git ve onu gör, çünkü görmek; birbirinize ısınmanız için daha iyidir” buyurdu. (Müslim, Nikâh, 74,75; Tirmizi, Nikâh, 5; İbn Mace, Nikâh, 99)

“Kıyamet gününde bütün bağlar, her sebep ve nesep bağları kopacak, sadece benimle sebep ve nesep bağları kuranların bağları kalacak.”

“Ey Ömer! Tamam Ümmü Gülsüm’ü (birileri ile) sana göndereyim, (önce gör) eğer razı olursan eşin olsun.” (Ebû Davud, Nikâh, 18)

Hz. Ömer, insanlar Ehli Beyt’in ne demek olduğunu anlasınlar diye Ümmü Gülsüm’e tam 40.000 dirhem mehir verir.

Kız tarafının ilk sorduğu soru nedir: “Oğlumuz ne iş yapıyor?”

Ebû Saîd el-Hudrî rivâyet ediyor, Efendimiz (sas) buyuruyor ki: “Fakirlik korkusundan evlendirmeyi terk eden kişi bizden değildir.” (Süyûtî, Câmi’u’l-Ehâdîs, 20/141)

Ebû Hureyre’den (ra) rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (sas) şöyle buyurmuştur: “Dindarlığını ve ahlâkını beğendiğiniz biri gelip sizden kız isterse (o kişinin maddî durumuna bakmaksızın) onu kızınızla evlendirin. Eğer bunu yapmazsanız (sadece mala rağbet ederseniz) yeryüzünde büyük bir fitne ve enine boyuna yaygın bir fesat meydana gelecektir.” (Tirmizî, Nikâh,
3,
Abdürrezzâk, el-Musannef, 10325; İbn Kesîr, et-Tefsîr, 7/131)
Tirmizî’de geçen rivayette şöyle bir ayrıntı vardır. Üç kere “Dinini ve ahlakını beğendiğiniz biri size gelirse kızınızı onunla mutlaka nikahlayın.”
Söze dikkat buyurun sadece din demedi, ahlaka vurgu yaptı, (dinehu ve hulugehu) bunun ne demek olduğunu birazdan söyleyeceğim.
Tabiî neslinden bir örnek…Ebû Vedâ’a ve Said b. Müseyyeb…

“Bu ikinci adam, (fakir adam) o birinci adam (zengin adam) gibi bir dünya dolusu adamdan daha hayırlıdır.” (Buhari, Nikâh, 16)
Efendimiz (sas) hadiste özellikle “dindar ve ahlaklı” vurgusu yaptı. Neden bunu yaptı dersiniz?

“Acaba hakkımda hayırlı olan bu mudur? acaba isabetli bir karar aldım mı?”

Atılması gereken iki önemli adım:

1- Kullarla istişare
2- Rabbi ile istihare

Asrı Saadet’ten bir örnek Fatıma bint Kays…
Kûfe emirlerinden Dahhak İbn Kays’ın ablası… O, Mekkeli olup Fihroğulları kabîlesine mensuptur. Hicretten önce İslâm’la şereflenmiştir.
O ilk evliliğini Ebû Amr Hafs İbn Muğîre ile yapmıştı.

İddet müddeti bitince kendisiyle evlenme teklifleri gelmeye başladı. Muâviye İbn Ebû Süfyan ve Ebû Cehm Âmir İbn Huzeyfe onunla evlenmek istediler.

“Muâviye malı az olan biridir, yada malını senden esirgeyecek biridir. Ebû Cehm ise, sopası elinden düşmez. İyisi mi sen Üsame ile evlen!” buyurdu. (Müslim,Talak,36; Tirmizi, Nikâh,38)
Nişanlılık meselesi bizim hem örfümüzün, hemde şeriatimizin bir meselesidir.
Nişanlılığın Arapça’daki karşılığı Hıtbe’dir. Bir erkeğin kadına evlenme niyetini açıklamasına hıtbe, açıklayan erkeğe hatib, açıklanan kadına ise mahtube denir.

Türkçe’de nişanın anlamı, alamet ve işarettir.

Nişan demek, asla nikâh demek değildir.
Nişan ile nikâh arası uzun olmamalı; nikâh ile düğün arası uzun olmamalıdır.
Aişe annemiz ile uzun bir nişanlılık dönemi vardır, yaklaşık 4 yıl…
Müslümanın değerler sıralaması diye bir gündemi olmalıdır.
Değerler sıralaması diye bir gündemi olmalı Müslümanın…
Kur’an asıl, Sünnet usuldür.

Nikâh bir hocanın huzurunda yapılan dini bir merasime, bir törene indirgenmiştir.
Nikâh akdinin rükünleri, icap ve kabul; şartları ise şahitlerdir.

1- İmam nikâhı, dini nikâh, hoca nikâhı, müezzin nikâhı, resmi nikâh yada başka bir isim ile anılan bir nikâh yoktur. Nikâh bir tanedir, o da şer’î nikâhtır.
Allah’ın kitabında nikâh nedir? Misaken Ğalizen مِّيثَاقًا غَلِيظًا : “Sağlam Bir Teminat, Ağır Bir Söz” (Nisa Sûresi, 21)
2- Şer’î nikâh işin hakikati ve aslı, belediye nikâhı ise işin resmi boyutu ve sicilidir. Dolayısı ile şer’î nikâh zaruri, resmi nikâh elzemdir.
3- Şer’î nikâh, karşılıklı hakları teminat altına alan önemli bir sözleşmedir. Bundan dolayı taraflar şartlarını, taleplerini çok açık bir şekilde ortaya koymalıdır.
4- Mehir kadının hakkı ve teminatıdır. Erkek üzerine vacip olan bir yükümlülüktür. Mehrin şakaya gelecek, alaya alınacak, basite indirgenecek bir durumu asla olmamalıdır.
5- Nikâhta aslolan en mühim husus ilandır, insanlara duyurmaktır. Gizli-saklı, yalan-dolan, alavere- dalavere nikâh olmaz; bütün bunlardan uzak durulmalıdır.

Dört mezhebe görede Mut’a nikahı haramdır, haramdır, haramdır.

“Ey İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır… “



Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

20 Mart 2018 Salı

***NAFİLE NAMAZLAR-2-Hayrettin Karaman

Belli bir vakitte, belli şekil ve sayıda ibadet koyma, böyle bir ibadet farzdır, vaciptir, sünnettir deme hakkı yalnızca Allah Teâlâ'ya mahsustur. Peygamberimiz (s.a.) dahi ancak O'ndan bilgi alarak böyle bir ibadeti tebliğ edebilir. Sahih kaynaklarda yeri olmayan bir takım rivayetlere dayanarak, hatta bunlara bile dayanmadan “şu günde, şu vakitte şu kadar namaz, oruç, dua, zikir” sünnettir demek dine katkıdır, bid'attır ve diyenlerin ağır sorumlulukları vardır. Mesela “şu gecede yüz rek'at namaz kılınmalıdır ve şunlar okunmalıdır” diyen ve bunu bir sünnetmiş gibi takdim eden kimseler büyük vebal altındadırlar.

Namazın, orucun, duanın, zikrin şekilleri bellidir, bunların farz, vacib, sünnet, mekruh, haram olanları da açıklanmıştır.
Farz ve vacib ibadetlere birinci derecede ve sırada yer vermek gerekir. Bağlayıcılığı bakımından aşağı derecede olan bir ibadet (mesela yüzlerce rek'at nafile namaz), kasten kaçırılmış bir rek'at farzın yerini tutmaz...

...Mümin öncelikle beş vakit namazın farzlarını kılacak, imkanı varsa müekked sünnetleri kılacak, daha fazla imkanı varsa müekked olmayan sünnetleri kılacak, vakti müsait ve gönlünde arzu varsa (zorlanmadan) adı konmamış, miktarı ve vakti belirlenmemiş namazları (mutlak nafile namazları) kılacak.

Farz ve vacib dışında kalan namazlar mutlak nafile ve belirlenmiş nafile diye ikiye ayrılıyor.
Allah ve Resulü tarafından miktarı, vakti, diğer detayları belirlenmiş nafile namazlar da ikiye ayrılıyor: Müekked olan ve müekked olmayan.

Peygamberimiz'in çok az terk ederek devam ettiği naife namazlar müekked sünnetlerdir. Bunlar da şu on iki rek'at namazdır: Sabah'ın farzından önce iki, öğlenin farzından önce dört, sonra iki, akşamın farzından sonra iki, yatsının farzından sonra iki rek'at.

Bu sünnet namazların en değerli olan, Peygamberimizin (s.a.) yolculukta dahi terk etmediği nafile namaz, sabahın farzından önce kılınan iki rek'at namazdır. Bu namazı vaktinde kılamayanların kaza etmeleri de meşrudur.
Hadislerde teşvik edilmiş olup müekked derecesinde olmayan (gayr-i müekked) nafile namazlar: Öğlenin son sünnetini dörde tamamlamak, ikindi ve yatsının farzından önce de dört rek'at namaz. Sahih rivayetlere dayalı olarak akşamdan önce iki rek'atı da bunlara ekleyenler vardır.

Vitir namazı Hanefîlere göre vacib, diğer mezheplerin çoğuna göre müekked sünnettir.


Teravîh namaz: Ramazan gecelerinde yatsıdan sonra kılınan bu namaz müekked sünnettir. Hanefîlere göre yirmi rek'attır. Rivayetlere dayanarak daha az, daha çok tespitler ve uygulamalar da vardır.

Gece namazı (teheccüd, kıyâmu'l-leyl) bütün yıl boyunca müekked sünnettir. Peygamberimiz (s.a.) gece yarısından sonra uyanır, Allah'ı zikrederek yüzünü sıvazlayıp uykusunu açar, semâya bakarak tefekkür eder, Al-i İmran sûresinin son on âyetini okur ve namaz kılardı. Bu namazın rek'at sayısı hakkında ikiden sekize kadar rivayetler vardır. Gecenin son üçte birinde istiğfar ve duânın önemi hakkında da sahih rivayetler vardır.

Kuşluk namazı: Vakti, güneşin doğmasından yirmi dakika kadar sonra başlar ve tepe noktasına gelmesine yirmi dakika kalana kadar devam eder. İki, dört, altı, sekiz rek'ata kadar kılınabilir.

Tahiyyetü'l-mescid: Müekked sünnettir. Mescide giren Müslüman, eğer oturmadan sünnet veya farz namaz kılacaksa tahiyye gerekmez. Namaz kılmadan beklemek veya başka maksatla oturacaksa iki rek'at “mescidi selamlama” namazı kılar.

İstihare namazı: Kulun irade ve ihtiyarına bırakılmış bir konuda karara varamayan mümin, iki rek'at istihâre namazı kılar, sonra Allah'tan hayırlısını diler, malum istihare duasını okur. Uykuya yatmak ve bazı işaretler görmek şart değildir. Bu ibadeti yaptıktan sonra meşru olmak şartıyla işe devam eder.

Abdest namazı: Abdest aldıktan sonra Allah rızası için iki rek'at namaz kılmanın fazileti hakkında sahih rivayetler vardır.

Buraya kadar sayılan müekked ve gayr-i müekked namazlar dışında vakti ve rek'atı sınırlanmamış olarak istendiği kadar nafile namaz kılmak da -mekruh vakitler dışında- meşrudur. Yeter ki, birileri bunlara vakit ve sayı tayin etmesinler!
Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/nafile-namazlar-2010343

Hanefi fıkhına göre "Hayız" ve "istihâza" (özet)

Hayız, nifas, istihâza denilen üç çeşit hal vardır ki, bunlar kadınlara mahsus olup erkeklerde olmaz. Kadınların temizliğe bağlı bir takım ibadetleri yapabilmeleri ve karı-koca ilişkilerinde harama düşmemeleri için kendileriyle ilgili İslâm’ın bu özel hükümlerini öğrenmeleri gerekir. Bu duruma göre, belli yaştaki bir kadının cinsel organından üç türlü kan gelebilir:

A) Hayız kanı: Sağlıklı kadından belli yaşlar arasında gelir.

B) Özür kanı: Kadının cinsel organından değil de çatlak bir damardan gelip, cinsel organ yolu ile akan kokusuz bir kandır.


C) Lohusalık kanı: Doğumdan sonra belirli bir süre gelen kandır. Aşağıda bu üç hali açıklayacağız.

A) Aybaşı Hâli: 
Kadınların aybaşı hallerine çok dikkat etmeleri gerekir. Çünkü temizliği gerektiren bazı ibadetlerin geçerli olması, boşanmada iddet ve nafaka gibi konuların tespiti bu bilgilere dayanır.


 Aybaşı Hâli Nasıl Belli Olur?

Hayız akıntısı kırmızı, siyah, sarı, bulanık yeşil ve kiremit renklerinde olabilir. Pamukta bu renklerden biri görülse, muayyen hâlin başlamış olduğuna hükmedilir. Muayyen hâl kesildiğinde ise, gelen akıntı beyaz renktedir ve rahimin tabiî akıntısıdır.

Rahimden gelen akıntının ay hâli sayılabilmesi için kadının hâmile olmaması da şarttır. Hâmilelik süresi içinde gelen kan, muayyen halden sayılmaz.

 Âdet gören kadın artık ergin kabul edilerek, namaz, oruç, hac gibi bütün şer’î emir ve yasaklara muhatap olur. Erkek çocuğun ihtilâm olması da aynı sonuçları doğurur. Âdet veya ihtilâm gecikirse, İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre 15 yaşın bitmesiyle her iki cins erginlik çağına girmiş sayılır.

*En uzun ve en kısa âdet süresi:


Hanefîlere göre, hayız en az 3 gün, en çok da 10 gün sürer. 3 günden (72 saat) az görülen akıntı ile, 10 günden (240 saat) fazla gelen akıntı muayyen halden sayılmaz. Bir hastalıktan geldiği kabûl edilir. Bu kanamalar özür kabul edilir

Ortası beş gün, en uzun süresi ise on gün on gecedir. On günü geçen kanamalar özür kabul edilir. En kısa ve en uzun süre arasında görülecek kanlar ise “hayız kanı” sayılır.

Kanın hayız süresince aralıksız olarak gelmesi şart değildir, ara sıra kesilebilir. Meselâ; bir kadın dört gün kan görse de sonra iki gün kan kesilip, bundan sonra iki gün daha devam etse, bu sekiz günün tamamı âdet gününü teşkil etmiş olur.

İki âdet arasındaki temizlik hâline “tuhr” denir. Bunun süresi on beş günden az olamaz. Fakat bundan fazla olabilir. Aylarca, yıllarca da devam edebilir.

Bazı kadınların âdet günleri düzenlidir. Meselâ; her ay beş veya altı yahut dokuz gün âdet görürler. Bir âdet hali, bir defa ile belirli hale gelebilir. Meselâ; henüz adet görmeye başlayan bir kız, ilk defa olarak sekiz gün kan, bundan sonra yirmi iki gün temizlik görse, bu şekilde âdeti belirli hale gelmiş olur. Böyle bir kadın, rahatsızlığı sebebiyle ayrıca özür kanı görmeye başlasa, âdeti ve temizlik günleri her ay bu şekilde hesap edilir.

Bazı kadınlarda da hayız günleri düzensiz olabilir. Bunlar, meselâ; bir ay, beş; diğer ay da altı gün âdet görebilirler. Bu durumda, ihtiyatlı olanla amel etmek gerekir. Meselâ; böyle bir kadın, altıncı gün olunca yıkanır, namazlarını kılar ve Ramazan-ı şerife rastlamışsa orucunu tutar. Çünkü bu altıncı gündeki kanın özür kanı olması akla gelir. Fakat bu altıncı gün çıkmadıkça cinsel ilişkide bulunmaz. Boşanmışsa iddeti bitmiş sayılmaz. Çünkü bu altıncı gündeki kanın hayız kanı olması da muhtemeldir.

Bir aybaşı süresinin değişmiş sayılması için, en az iki defa başka bir sürede cereyan etmesi yeterlidir. Meselâ; bir kadın düzenli olarak her ay beş gün süreyle aybaşı hali görürken, bu süre daha sonra altı güne çıksa, artık bu yeni süreye tabi olur.

Düzenli süreyi aşan, fakat on günü geçmeyen kanlar aybaşı kanı sayılır. Meselâ; her ay yedi gün kan gören kadın, daha sonra on gün kan görse, toplam on gün hayız hali sayılır. Bu takdirde âdeti yedi günden on güne çıkmış bulunur. 

Ancak, düzenli olarak görülen kandan sonra, on günden fazla süreyle kan görülmeye başlansa, düzenli süreye itibar edilir, fazlası özür kanı sayılır. Meselâ; daha önce ayhali düzenli olarak yedi gün süren bir kadın, daha sonra her ay on bir veya on iki gün kan görmeye başlasa, bunun düzenli olan yedi günü hayız, geri kalan, dört veya beş günü ise özür kanı kabul edilir.

Düzenli süreden önce görülmeye başlayan ve toplam on günü aşmayan kan da hayız kanı sayılır. On günü aşarsa düzenli süre kısmı hayız, önceki fazlalık özür kanıdır. Meselâ; her aybaşından itibaren beş gün âdet gören kadın, daha sonra düzenli süreden önce iki veya üç gün daha kan görmeye başlasa, bunların toplamı olan yedi veya sekiz gün hayız sayılır. Eğer toplam on günü aşarsa, düzenli süre olan yedi gün hayız, fazlalık günler ise özür kanı kabul edilir.

*Aybaşı günleri içinde kanın kesilmesi:

Hayız hâli devam ederken kimi zaman kan kesilir, sonra yine görülmeye başlayabilir. Kanın kesildiği süre içinde kadın temiz mi, yoksa hayızlı mı sayılacaktır?

Hanefî ve Şâfiîlere göre, hayız süresi içinde kanın görülmediği sürelerde de kadın, hayızlı kabul edilir. Meselâ; bir kadın 3 gün kan görse(3 günden az olursa hayız sayılmaz), 4. günde bir pamuk koyduğu halde kirlenmeyecek şekilde kan kesilmiş olsa ve 7. veya 8. gün yeniden kan görse, kadın bütün bu süre içinde hayızlı sayılır. Bu duruma göre, iki kan arası görülen temizlik, ay-başını bölen bir süre kabul edilmemiştir. Aksine, başında ve sonunda kanın görülmesi şartıyla, on günü aşmayan bu süre içinde kadın hayızlı sayılır.

* Sürekli olarak özür kanı gören kadının hayız süresi:

İlk defa hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmaksızın kanı kesilmeyip devam edecek olursa, her aydan on günü “hayız”, yirmi günü de “temizlik” günleri sayılır.

Not:İmam-ı A'zam'a göre, âdet tam üç gün devam edip hayız hâli olduğu kesinleşmeden namazı ve orucu terketmek câiz olmaz.

Düzenli âdet görmekte olan bir kadından, hastalık sebebiyle sürekli olarak kan gelmeye başlasa, düzenli âdet süresine karşılık olan günlerde hayızlı, bunun dışında temiz sayılır. Yine her ay on gün hayız; yirmi gün veya altı aydan daha az bir süre temizlik hali düzenli olan bir kadından daha sonra sürekli olarak kan gelecek olsa, her ayın ilk on günü hayız, diğer yirmi günü veya altı aydan az olan süre de temizlik sayılır. 

 B) Özür Kanı (İstihâza):


Rahmin iç taraflarında bulunan bir damardan hastalık veya bozukluk sebebiyle aybaşı veya lohusalık süresi dışındaki zamanlarda kanın akmasına “istihâza” denir. Bir kadından üç günden az, on günden fazla gelen bir kan, lohusadan kırk günün üstünde gelen kan, Hanefî ve Hanbelîlere göre gebe olan kadından gelen kan hep istihâza (özür) kanıdır.

İstihaza kanı, dinmeyen burun kanaması veya yaradan akan kan gibidir. Bununla yalnız abdest bozulur. Devam ederse sahibi “özürlü” sayılır. Bu yüzden kendisi hakkında özürlülere ait hükümler uygulanır. Yani aybaşı veya lohusalık sebebiyle yasaklanan oruç ve namaz gibi ibadetlere, tavafa, Kur’an okumaya, mushafa el sürmeye, mescide girmeye, itikâfa ve cinsî münasebette bulunmaya engel teşkil etmez. Bunlarda bir kerahat de bulunmaz. Çünkü İslâm dini özürlülere bu kolaylıkları göstermiştir.

Kaynaklar:
Feyzül Furkan Kur’an-ı Kerim Meali
Doç. Dr. Hamdi DÖNDÜREN/İslam İlmihali/Erkam Yayınevi



Detaylı bilgi için:

VE:

19 Mart 2018 Pazartesi

HAYATIN 2 KUTBU

Dipsiz Korku ve Sonsuz Ümit

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Onlar dua ederler ve Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar, O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar.”

-İsra Suresi, 57.ayet-

Reca ümit; havf da korku kelimesinin karşılığıdır. Reca; bir şeyde son derece istekli ve ümitli olmaktır. Bunun karşısında olan havf ise bir şeyden son derece çekinmektir.

Ümit ve korku hâli, mümin için vazgeçilmez iki güzel denge ahlâkıdır. Bu sayede hak yolunda yol alınır, amel yapılır, ameller korunur. Hak Teâlâ mü’minlerin bu iki ahlâkından bahsederken şöyle buyurmuştur:

“Onlar, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler.”


–Secde Suresi, 16.ayet-

“Onlar ahiretten çekinir ve Rabbinin rahmetini umarlar.”

–Zümer Suresi, 9.ayet-

Her Daim Ümitli Olmak

Ümitli olmak, durum ve şartlar ne olursa olsun, olaylar nasıl ve ne yönde gelişirse gelişsin Allah'a teslim olmak, hiçbir üzüntüye ve kaygıya kapılmadan olayları sevinçle karşılamak, olayların müminler için en hayırlı sonuca bağlanacağından en ufak şüphe duymamaktır.

Ümit, bir inanç meselesidir, inanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nisbetindedir. Dolayısıyla ümitli olmak müminlerin en önemli ve en belirgin bir sıfatı olarak belirtilmiştir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden rivayet edilen bir hadiste şu anlatılmıştır:

“Ahirette bir adam cehennemden çıkar, Allah Teâlâ’nın huzuruna getirilir.

Allah Teala adama: “Yerin nasıldı? diye sorar.

Adam: “Çok kötü bir yerdi.” der.

Allah: “Onu tekrar eski yerine götürün.” buyurur.

Adam yürür ve ikide bir arkasına bakar.

Bunun üzerine Allah: “Neden arkana bakıyorsun?” diye sorar.

Adam: “Beni çıkardığın o kötü yere geri göndermeyeceğini ümit ettiğim için arkama bakıyorum.” der.

O zaman Allah Teâlâ: ”Onu cennete götürün.”
buyurur.

-Ahmed, Müsned, III, 230-


"İnsan, imanı ölçüsünde, Allah'a olan güveni, yakınlığı, teslimiyeti ve samimiyeti derecesinde Allah'tan umut eder."


Mü’min, her şeyin Allah'ın dilemesi ile olduğunu bildiği için hiçbir konuda üzüntüye, karamsarlığa ve ümitsizliğe düşmez, en kötü görünen bir olayın bile imtihan ortamının bir parçası olduğundan ve eninde sonunda müminler için hayra dönüşeceğinden kuşku duymaz.


"Ümitli olan kul ameline devam eder, sâlih amel ve nafilelerle Allah'a çokça yaklaşmaya çalışır."


Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Allah’tan bir şey isteyeceğiniz zaman büyük şeylere gözünüzü dikin, O’ndan Firdevs cennetini isteyin. Çünkü Allah için hiç bir şey büyük değildir.”
-Buhari, Cihad, 4; Müslim, Zikir, 8-

Havf ve reca imandandır. Her ikisi de mü’minin sıfatlarıdır. Bunun içindir ki, hangisi kalpten çekilse, küfür tehlikesi belirir. Havf etmeyen insan, isyan yolunu tutar, bu yolun sonunun ise küfre çıkma tehlikesi vardır. Recanın azalması da ümitsizliğe yol açar. Bu da sonu küfre çıkabilecek bir başka yoldur...

"Allah'tan korkan fakat O'nun rahmetine güvenmeyen kimse iman etmiş olamaz."

İnsan, hem kendi kusurlarının çokluğunu hem de Allah'ın celâl ve azametini bilir ve korkusu da bu bilgiden doğar. Bu sebeple kullar içinde Rabbi’nden en fazla korkup sakınan, kendini ve Rabbi’ni en fazla bilendir.

Cenab-ı Hak da buna işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar.”

–Fâtır Suresi, 28.ayet-


Bu sebeple Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:“Allah’a yemin ederim ki Allah’tan en çok korkanınız, O’ndan en fazla sakınanınız benim.”
–Buharî, İ’tisâm 5- buyuruyor.

Görülüyor ki ilahî bilgi arttıkça kalbe düşen korku da çoğalıyor. Fakat ümitle dengelenen Allah korkusu insanı bunalımlara değil, isyandan uzak durmaya, geçmişi telafi için taat ve ibadete, geleceğe hazırlanmaya sevk ve teşvik eder. Bunun için büyükler demişlerdir ki: “Herkes korktuğundan kaçar. Yalnız Allah’tan korkan O’na yaklaşır.”

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ölüm hâlinde bulunan bir gencin yanına gitti. Gence:

– Kendini nasıl buluyorsun, diye sordu. Genç:

– Allah Teâlâ’nın rahmetini umuyorum. Günahlarımdan da korkuyorum, dedi. Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

– Bir kulun kalbinde bu ikisi bir araya gelirse Allah Teâlâ o kula umduğunu verir, korktuğundan emin kılar, buyurdu.


-Tirmizi, Cenâiz, 11 (983); İbn Mâce, Zühd, 31 (4261)-

Ali radıyallahu anh oğullarından birine şöyle nasihat etmiştir:

“Oğlum! Bütün hayır ve taatler senin olsa, bunların seni kurtaramayacağı korkusuyla Allah Tealâ’dan kork! Dünyadaki bütün günahlar senin olsa bile, Allah Tealâ’nın onları af ve mağfiret edeceği ümidiyle de Allah Tealâ’dan ümitli ol!”

Ebû Hüreyre radıyallahu anhtan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Eğer mü’min, Allah’ın azabının nitelik ve niceliğini bilseydi, cennet ümidine kapılmazdı. Kâfir de Allah’ın rahmetinin nitelik ve niceliğini tam olarak kavrayabilseydi, O’nun cennetinden asla ümidini kesmezdi”.

-Müslim, Tevbe 23-

Mü’min cennet ümidi taşıyorsa bu, onun Allah’ın azabının mahiyetini bilmediğinden; kâfir, rahmet ve cennet beklemiyorsa, o da Allah’ın rahmetinin mahiyetini idrak edemediğindendir. Gerçekten çok ilginç olan bu durum, Ömer radıyallahu anhtan nakledilen bir sözde şöyle dile getirilmiş bulunmaktadır: “Kıyamet günü sadece bir kişi cennete girecek diye ilân edilse o kişinin ben olacağımı umarım. Yine bir tek kişinin cehenneme gireceği bildirilse, bu kez de o kişinin ben olduğum endişesini yaşarım.”

Abdullah İbni Mesûd radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Cennet size ayakkabılarınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.” -
Buhârî, Rikak, 29-

Birbirine zıt iki ayrı gerçeğe aynı anda ve aynı mesafede bulunmak yani korku ile ümit arasında yaşamak, her ikisinin birden kaygı ve ümidini taşımak gerekir. Sadece birine ağırlık vermek, aynı mesafedeki öteki gerçeği unutmak akıllılık değildir.

Mü’min, cennet ümidi ve cehennem korkusuyla birlikte yaşar. Bu da ona daima dengeli bir hayat sürme imkânı sağlar.

UMUDUMUZA SEBEP ÇOK

Cehenneme girmenin sebebi çok olduğu gibi, mağfiretin ve umudun sebebi de çoktur.

- Tövbe kapısı son dakikaya kadar açıktır.

Tövbeye herkes davetlidir. Hiçbir günah tövbeden ağır değildir. Samimi bir tövbe ettiği hâlde Allah’ın, tövbesini kabul etmediği tek bir insan yoktur.

-  Samimi bir iman tek başına kalsa bile umuttur.

Son nefese kadar imanın sabit kalması bu açıdan çok önemlidir. Zaten tevbe de bir anlamda onun varlığıyla mümkün olmaktadır.

-Dua sebeplerin tacıdır.

O Allah ki kendisinden istenilmesinden razı olur. O Allah ki kulu istedikçe istediğinden fazlasını verir. O’na dua büyük bir sebeptir.

- Ramazan ve kadir gecesi bir umuttur.

- Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellemin Sünneti’ne uygun olarak, ihlasla yapılan bütün salih ameller mağfirete ve rahmete sebeptir.

-Yük ve endişe günahlardan kaynaklanırsa, umudumuz o kapıda da büyüktür:

Tevbe günahları siliyor, Allah korkusundan akıtılan iki damla gözyaşı bile cehennem söndürür, Allah korkusuyla yaşamak cennet kazandırır. (-Rahman suresi, 46.ayet-)

GÜNAHLARI NE SİLİYOR?

Ø Yapılan bir iyilik önceki kötülükleri siliyor,

Ø Mü’minlerin birbirine duaları siliyor,

Ø Cenaze namazları siliyor,

Ø Öldükten sonra bile, mü’minin ardından yapılan iyilikler onu temizlemeye devam ediyor,

Ø Başa gelen dertler, sıkıntılar, hastalıklar eritiyor; ama dertlerden rahmet doğuyor.

Ø Ümmetinin büyük günah işleyenlerine şefaat sözü veren Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem var.

Ø Rahmeti gazabını geçen Allah var.


"Günahlarının çokluğundan korkup ümitsizliğe düşme.

Allah Teâlâ’nın rahmeti senin günahlarından daha büyüktür."

PEKİ YA ALLAH KORKUSU!


O öyle bir korkudur ki ‘korku’nun ta kendisidir.

O öyle bir korkudur ki o korkuyla yaşayanlar kazanmaktadırlar.

O korkuyu taşımak güvende olmaktır.

O korku, en muazzam ibadetleri beraberinde getirir.

O korku iman olur, cennet olur, kurtuluş olur.

O korkudan yoksun olanlar ise;

hiç güveni olamayan bir sona koşmaktadırlar.

Allah korkusu cahilin işi değildir. Asıl bilen korkar. Allah’ı daha çok bilen, daha çok korkar O’ndan.

Gözyaşlarına boğulup, sabahlara kadar hıçkıra hıçkıra dua edenler!

Cehennemi sadece kendisi için yaratılmış zannedip titreyenler!

Gözle görülür bir günahları olmadığı hâlde kıvranıp duranlar!

Onlar daha çok bildikleri için korkuyu en ince damarlarında hissettiler.

"Bir de korkuyla umut birleşirse denge tutturulmuş demektir.

Korkup kendine gelmek, umutlanıp yürümek en güzel plândır."



Ne mutlu Allah’tan korkanlara.

Ne mutlu o korkuyu yaşanılır hâle getiren ve korku ile umut arasında Rabbi’ne kulluk ederek hayat sürenlere.

Onların korkuları da kazanç, umutları da kazanç!

Allah’tan korkup harama el uzatmadığı için cennet nimetleri ile müjdelenenlere, Korkularının bedeli olarak, Arş’ın gölgesinde gölgelenenlere ne mutlu!

Biz beyhude korkmuyoruz.

Korkumuzun sonu cennettir...

Kimden korkuyorsan, ondan kaçarsın.

Allah'tan korkan ise gider O'na sığınır.

Nurettin Yıldız Hocaefendi'nin “Mü’min Kimliğimiz” kitabından “Korku ile Umut arasında Yerimiz” konusu kaynak olarak kullanılmıştır.

18 Mart 2018 Pazar

***BİDAT BİDATTİR

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Nureddin Yıldız Hoca'nın "Bidat Bidattir" adlı videosundan önemli notlar:

Hahamlar, papazlar dinde güzel gördükleri şeyleri ilave ettiler. Tevrat ve İncil insan eliyle ilave gördü. İnsan aklı Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe karıştı. İbadetlere insan eli, insan aklı değmiş oldu ve bu iyi niyetle yapılmıştır. Temiz niyetlerle, daha güzel ibadet yapmak için ,Allah'a daha yakın olmak için. Din daha iyi yaşansın, insanlar dinlerini, Hz. Musa'yı
(Aleyhisselam),Hz. İsa'yı (Aleyhisselam)unutmasın diye yaptıkları şeyler kaldırılası bir din oluşmasına sebep oldu.Her haham, her papaz kendine göre birşeyi güzel gördü ve güzel gördüğünü yamalamaya kalktı. Her yapılan ilave aslından bir parçanın kopmasına sebep oldu. İmam Malik, "dine ilave yapmak bidat uydurmak, dinde Resulun (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , ashab-ı kiramın yapmadığı birşeyi yapmak Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in ölmeden önce bazı şeyleri eksik bırakıp gittiğini iddia etmektir" demiştir. Hahamlar da Musa (Aleyhisselam) bizi eksik bırakıp gitti demediler; "halk bunu kaldıramıyor şöyle yapalım" dediler. İsrailoğulları daha dindar olsun diye böyle bir bataklık içine girdiler.

Dine sonradan ibadet olarak ilave yapmak bidattir. Her bidat sapıklıktır. 


Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz sözlerin en doğrusu, Allah'ın kitabıdır. Yolların en güzeli, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in yoludur. İşlerin en şerlisi, (dînde aslı olmayıp) sonradan çıkarılan yeniliklerdir (dîndeki bid'atlardır). (Dînde) sonradan çıkarılan her yenilik, bid'attir. Her bid'at, dalâlettir (sapıklıktır). Her dalâlet (in sahibi) de, ateştedir."(Nesâî; hadis no:1560. Elbânî, "Sahîh-i Sünen-i Nesâî; hadis no:1578. )

Peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sağlığında böyle kişilere "benden değilsiniz" diye kovmuştur. Kendisi 8 rekat teheccüd namazı kılıyordu; bir sahabi "sabaha kadar kılıyorum"dedi ona "benden değilsin" dedi.

"Pazartesi,Perşembe bedeniniz, işiniz uygunsa oruç tutun" dedi.Bir sahabi ben hergün tutarım deyince ona da aynı şeyi söyledi.

Bunlar dinin yaşayış şekline ilavedir. Din sadece Resulun (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yaşadığı gibi yaşanır. Bir de "benim ashabıma bakabilirsin onun dışında bakılacak kimse yoktur" demiştir.

Çünkü din, asra göre değişen, şartlara göre ilave edilen, sık sık değiştirilip kanunla yeni hale getirilen bir kanunname değildir. 

Din Allah'tan (Celle celaluhu)indiği gibi korunduğu zaman dindir.

Eğer ibadet mantığı ile herkes hoşuna giden birşeyi dine ilave edecek olsa bu dinin ucu bucağı alınmaz.Dine ilave yapmak dini inkar etmekten daha küçük bir suç değildir. İbadetini Allah'tan cenneti bulmak için yaptığı şeye "bidat" diyoruz.

 İslam tamamlanmıştır. Bu sebeple iyi niyetle olsa bile dine yeni bir şeyler eklemek Allah ve Resûlü’nden daha iyi bildiğini iddia etmektir. Müslüman bundan hayatı boyunca kaçınmalıdır.

Kıyamete kadar değişmeyecek olan İslam dinine yeni bir şey eklemek tamamlanmış olan dini parçalara ayırıp İslam’ı bu parçalardan biri olarak görmektir. Müslüman ise parçacı değil Allah’ın istediği gibi İslam’a bütün olarak bakabilendir.

Bid’atler halka mâl olup toplumda yaygın hale geldiği için farkında olmadan Allah’a yakınlaşmak(!) amacıyla yapılabilmektedir ancak böyle bir şey geçerli değildir. Allah’a yaklaşmak ancak O’nun istediği yoldan O’nun istediği şekilde yürümek ile gerçekleşir. Bu sebeple bid’atlerden korunmalıdır. Bu korunma da ancak Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılarak mümkündür. İşte bu da günümüzde cihadın bir çeşididir.

Her bid’at’in cazip ve mantıklı bir yönü vardır. Ancak İslam mantık dini değil teslimiyet dinidir.


İslam; Allah Resûlü’nün, ashabı kiramın ve selefi salihinin peşinden gidebilmektir.

Söz konusu din olunca tavizsiz yaşanılması gerekir. Zira Hıristiyanlar ve Yahudiler daha dindar olmak(!) amacıyla dine ekledikleri, onları daha çok dinden uzaklaştırmıştır. Her bid’at kişiyi dalalete sürüklediği için hiçbir bid’at küçük görülmeden tavizsiz bir şekilde İslam’ın çizgisinde yürünmelidir.

Allah’ın gönderdiği bütün dinler tabii olup fıtrata aykırı değildir. İnsan aklını kullanarak dine yeni bir şeyler katmaya çalışınca din tabilikten ve aslından uzaklaşır. Bu sebeple dinden uzaklaştıracak bu tür her türlü tehlikeden uzak durulmalıdır.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

ÇOCUKLARA NAMAZI SEVDİRMEK İÇİN REHBER


"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun."- Tahrim Suresi, 6. ayet-

İmanı kuvvetli, salih bir evlat olarak yetiştirmek isteyen anne-babaların karşılaştığı en zor mesele, çocuğa namazı öğretmek ve sevdirmektir.

Dinimiz bize çocuklarımızı küçük yaşlardan itibaren ibadetlere ve özellikle de namaz ibadetine alıştırmamız gerektiğini emir ve tavsiye eder.

Allah-u Teala şöyle buyurur: "(Ey Muhammed) Ailene namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanındır."-  Taha Suresi132. ayet -

Ayette de görüldüğü gibi, namazı çocuğa kavratıp uygulatmak, ebeveynin yükümlülüğüdür.

Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem de, anne babaların bu yükümlülüğüne işaret ederek şöyle buyuruyor: "Çocuk yedi yaşına gelince namazı emredin. On yaşına gelince (gerekirse) namaz hususunda dövün" - Ebu Davud Salat 26- Tirmizi Mevakit 182-  buyurarak namazın, çocuğa öğretilecek diğer şeylerden farkını vurgulamıştır. “Emir” fiili, dönüşü olmayan, ihmal edilemeyen, mutlaka ifası gerekli olan bir anlam taşıdığından karşılığında vebal ve azap vardır. İhmalinin ve terkinin hiçbir ruhsatı, müsamahası yoktur.

Bu nedenle çocukların eğitimlerinin de merkezinde namazın bulunması gerekir. Çocuğun bunu çabuk öğrenip kavraması için her yola başvurulmalı, fiili olarak gösterilmeli, takviye edici kitap, film ve benzeri araçlar temin edilmelidir. Bu yönde devamlı bir hassasiyet, takip ve teşvik olmalıdır.

Allah’ın Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem de çocuklarla münasebetlerinin merkezine namazı koymuştur. Namazı onlara sevdirmek ve öğretmek için çeşitli yöntemler uygulamıştır. Bazen evde çocuklara abdest aldırıp onlara namaz kıldırmış, çoğu zaman da camiye götürerek cemaatle namaz kıldırmıştır.


Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in mescidinde devamlı olarak çocukların bulunması dikkati çeken bir husustur. Onun torunları Ümame, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, ayrıca İbni Abbas, Hz. Enes Radıyallahu Anhum gibi o zamanın çocuk sahabileri, mescidin müdavimleri idiler. Onları genelde Allah’ın Resulü  Sallallahü Aleyhi ve Sellem beraberinde getirirdi. Bunu gören sahabiler de çocuklarını getirmeye başladılar. Böylece cami cemaatinin önemli bir kısmı çocuklardan oluşmuştur.

Ebu Malik El Ensari Radıyallahu Anh bu konuda der ki;

“Size Resulullah’ın namazından söz edeyim mi? Arkasında erkekler, onların arkasında da çocuklar olduğu halde namaz kılardı”-Ebu Davud Salat 94-

İbni Abbas Radıyallahu Anh der ki:

“Ramazan veya kurban bayramı günü Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile birlikte bayram namazına gittim. Allah’ın Resulü namaz kıldırdı. Sonra hutbe okudu. Daha sonra kadınların bulunduğu tarafa gelerek onlara vaaz etti ve namaza devam etmelerini söyledi.” (Buhari İydeyn 16– Müslim İydeyn 1)

Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in çocuklarla münasebetlerinde işlediği konuların, söylediği şeylerde en fazla namazı, abdesti işlediğini hemen farkediyoruz. Devamlı onları namaza teşvik etmiş, bizzat kıldırmış, vakit namazlarında olduğu gibi cenaze, bayram, cuma namazları gibi toplumsal ibadetlerde de hep onlara yer vermiştir.

Ebeveynler DİKKAT!

Çocuklarımıza namazı sevdirmek için;

Bir Nolu iş:

Önce kendinizi sorgulayın!
Namazın dindeki yerini Allah Teala’nın emrettiği gibi biliyor ve hakkını veriyor muyuz?
Namaz bir ölçü birimi olduğunda ne kadar Müslümansınız?
Namaz, uygulama ve gelecek nesli eğitmede sizin “önemli” ve “öncelikli” konularınızdan hangisinde yer almaktadır?

İki Nolu İş:

Meryem suresi 58 ve 59. Ayetler üzerinde tefekkür edin!
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Adem soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan İbrahim ile İsrail’in soyundan hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendirler. Kendilerine Rahmanın ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Sonra arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır. 


Çalışma Planımız:

1. Namaz eğitimi ani bir kararla başlamaz. Çocuğun konuşmaya ve dinlemeye başladığı, gördüğünü değerlendirdiği aylardan itibaren namaz için hazırlıklar yapılmalıdır. Ama namaza fiilen başlama yaşı, 7 yaşından ay almaya başladığı zamandır.

2. Çocuk için namaz eğitimine ayrılacak zaman 7 ile 10 yaş arasıdır. En az 4 yıl sürecek bir eğitim, namazı günlük hayatın bir parçası haline getirebilir. 7 yaşından önce ise örnekleme, teşvik etme gibi uygulamalar yapılabilir.

3. Namaz eğitimini başlatacağımız mevsimde, çocuğa göz tokluğu sağlayacak bir ortam sağlanmalıdır. Aile vb. ortamda namaz için kopyalanacak bir ortam sağlanmalıdır. Aile vb. ortamda namaz için hareketlenilen saatler ve bu konuda titizlik gösterilmesi gibi… Mesela her namaz vakti geldiğinde iş ve meşgale ne olursa olsun hemen namaz durumuna gelmesi ve bunun göz tokluğu sağlayacak kadar yoğun yapılması şarttır. Dikkat edin! Sizde olmayan bir şeyi veren durumuna düşmeyin.

4. İlk telkinler büyük ve görünüm güzelliği veren mesela, Sultan Ahmet Camii gibi camilerde başlatılmalıdır. İlk namaz telkini , mahalle camisinin rutubetli bodrum mescidini hatırlatmamalıdır. O yıllarında çocuk için görünümün tesiri itibara alınmalıdır.

5. Namaz telkini arasında yoğun olmamak kaydıyla Allah ve O’na kulluk etrafında çocuğun yaşı ile ilgili bilgiler oturtulmalıdır.

6. Bu zorlu ama büyük göreve başlarken Allah’a sığının, O’nun yardımını dileyin. Bunun tek başınıza bitirebileceğiniz bir iş olmadığını iyi bilin.

7. Allah’tan, namazı ihya eden bir nesle sahip olan veli olmayı nasip etmesini dileyin. Allah Teala peygamberlerine bile namazın bir sonraki nesle aktarılmasını zor bir iş olarak tanıtmıştır.

8. Bir yığın kınayıcıya, acele edip çocuğu boğduğunuzu söyleyecek olan dost ve olan dost görünümlülere önceden hazırlıklı olun. Belki de tek başınıza kalabilirsiniz. Ama Allah sizinledir.

9. Namaz eğitimi esnasında hata ve ihmallerin değerlendirilmesinde de tedrici olunması gerekmektedir. İlk günlerdeki kaçamak ve ihmallerin ayıplama konusu yapılmaması gerekmektedir. Görmüyor ve anlamıyor gibi yapabilmek de bir maharettir.

10. Namaz eğitimi esnasında, yorulup zorlanacağınız çetin bir yola girdiğinizi unutmayınız. Siz belki ilk defa namaz eğitimi veriyorsunuz ama şeytan için o çocuk, ilk değildir. Yükünüzü kaldırmada size hız ve moral katkısında bulunabilecek ailelerle beraber girin yola.

11. İlişki içinde bulunulan diğer ailelerle müşterek projeler yürütülmelidir. Çocuğun namazı sadece kendi ailesinin bir baskısı olarak görmemesi bilakis hayatın renklerinden bir renk olarak algılaması ancak böyle sağlanabilir.

12. Cami eksenli geziler birkaç aile ile yapılabilir. İlk namaz eğitimine başladığınız dönemlerde, yakın komşularınızdan böyle bir derdi olanla birleşerek namazlardan birisini çocuklara beraberce kıldıracağınız bir birliktelik, birkaç aylığına da olsa size yardımcı olabilir.

13. Namaz bir gündem olarak başlamadan, namazın altyapısı olan şartlar müstakil olarak oturtulmalıdır. Mesela taharet konusu işlenmelidir.

14. Gerekiyorsa abdest için 6 aya yayılmış sabırlı ve basiretli bir eğitim yapılmalıdır. Bu altyapı eğitimi çok önem taşımaktadır. Hatta böylelikle aile için zor yokuşlarından birisi aşılmış olacaktır.

15. Namaza ait ve namazı çağrıştıran mefhumlar, mümkün olan her fırsatta dile getirilmeli ve sohbet konusu yapılmalıdır: Tekbir, tespih, ezan sözleri, secde, rükû…

16. “Hoca” yerine “Hocaefendi” deyiniz. “Namaz” değil, “Namazımız” deyiniz.

17. Namazın ciddi bir iz olarak kalabilmesi için cami unsurunun da zihinlere yerleştirilmesi gerekmektedir:

a. Cami ile istikrarlı bir bağı bulunan anne-baba izlenimi önemlidir. Çocuğunuzun camiyi sizin ikinci adresiniz gibi anlaması size çok yardım edecektir.

b. Cami bir kültür olarak, hayatın bir parçası olarak değişik zamanlarda tanıtılmalıdır. Bu tanıtım, yalın bir tanıtımdan uzak olmalıdır. Mesela cami görevlilerinin eve çağırılması, onların evine gidilmesi, onlarla üçüncü yerlerde buluşulması ve buluşmalarda çocukların, meclisin gündemi olmasına dikkat edilmesi, yaş ve seviyeye uygun hediyeleşmelerin sağlanması gibi hususlara dikkat edilmelidir.

c. Gerekiyorsa ve mümkünse cami ve cami görevlisi seçimi yapılmalıdır. Şirin ve sempatik görünümlü bir cami imamı, çocuğu camiye daha kolay çeker.

Gerektiğinde imamla bu konuda görüşme yapılmalı, ricada bulunulmalıdır. Çocuk, sigara gibi ayıplı bir illeti bulunan cami görevlilerinden uzak tutulmalıdır. Görevliye de Allah’tan korkulması gerektiği hatırlatılmalıdır.

d. Cami binası da önemlidir. İnşaat enkazı arasında girilen bir cami çekici olmayabilir. Çocuğun “camiler çok tatlı oluyor” şeklinde bir izlenimi, gerekiyorsa diğer semtlerin camilerine ziyaret yapılarak sağlanmalıdır.

e. “Camiler girilip çıkılan yerlerden çok kaynaşılan yerlerdir.” Prensibi hissettirilmelidir. Kimi zaman namazdan biraz önce camiye gidip, oradakilerle ilgilenme, orada zikir yapma, kimi zamanda namazdan sonra biraz oyalanıp, diğer Müslümanlarla ve onların getirdikleri çocuklarla hasbihal etme gibi yollar denenmelidir.

f. Çocuk, ilk zamanlarda her zaman değil azdan başlayarak gitgide çoğalan bir seviyede camiye götürülmelidir. Camideki yanlışlarından dolayı asla azarlanmamalıdır. Azarlama yerine yaptığı hatanın önü tıkanmalıdır.

Mesela çocuk, camide diğer çocuklarla gürültü yapmışsa bir dahaki namazda baba, arka safta namaz kılıp çocuğu da yanına almalı ve gizli bir konuşma sağlamalıdır. Baba, safın en sağ ve sonunda namaz kılarak çocuğunu da yanına alması halinde hem cemaat adabını korumuş hem de çocuk için değerli bir iş yapmış olur.

g. Çocuğun camiye gidip gelmesi, ev içinde gündem olmalıdır. Anne, camide ne yaptıklarını veya kimleri gördüklerini sormalı; gözünde hoş olmayan izler kaldı ise onların telafisine gidilmelidir.

h. Cami ezanının duyulabileceği bir ev sahibi olmak esastır. Gerekiyorsa mesken değişikliğine gidilmelidir. Ezanı günde dört defa duymak bile ciddi bir eksikliktir. Namaz için hicret etmeye bile değer!

i. Çocukta namaz eğitiminin başladığı yıllarda çocuğa Kabe-Beytullah- Cami ilişkisi izah edilmelidir. “Camiler Allah’ın evleridir.” Sloganı etrafında camilerin büyük kazanç yerleri olduğu, zorluklara karşı sığınma ve güzellikleri arama yeri olduğu defalarca bıkmadan anlatılmalıdır. Gerektiğinde cenazelerin camilerden kaldırılışı onlar için bir eğitim malzemesi olarak kullanılmalıdır.

j. Bahçesi olan camilerde, baba-oğul, anne-kız birlikteliği ile ev dışı gezilerin bir bölümü değerlendirilebilir.

18. Ailenin, namazın bir davetiyesi olarak ezana ciddi bir hürmeti istikrarlı bir şekilde sergilemesi gerekir. Ezana saygılı olmalı, onu duyunca susmalı, evde onu terennüm etmeli ve daha önemlisi kimi randevuları ezana göre ayarlamalıyız. “Ezandan sonra gideriz, ezan okunsun sonra konuşuruz” gibi… Ezanla oturmak, ezanla kalkmak namaza bağlılığın simgesidir.

19. Cuma ve bayram namazları, kalabalık cenaze namazları (yaşı açısından uygun ise) çocuğa namazın tanıtılıp sevdirilmesi açısından muhakkak değerlendirilmesi gereken fırsatlardır. Önceden hazırlık yapılarak çocuğun Cuma namazına götürülmesi ve camide onun için sıkıcı olmayan bir yerde namaz kılınmasının sağlanması gerekmektedir.

20. Evde namazın hayatın ayrılmaz parçası olarak sevdirme çalışması yapılmalıdır. Bunun için şunlar yapılabilir:

a. Evde kılınan namazların bir odada yalnız başına değil çocukların da bulunduğu bir odada kılınması tercih edilmelidir. Bunu yaparken de mümkün olduğu kadar onların namazdan ötürü azarlanabileceklerini hissettirmeden “biraz sessiz olun” gibi ikazlarda bulunulmalıdır.

b. Çocuklara muğlak ifadeler kullanılmamalıdır. Namazı emreden cümleler; çocuğun yaşı, tepkisi ve itaati ile orantılı tutulmaya çalışılmalıdır. Mesela şu altı cümle, söylenecekleri yer ve zaman bakımından farklıdır: Namazını kıldın mı canım?

•Lütfen namazını geciktirmeden kılar mısın?

• Çıkma vaktimiz gelmeden namazını kılıver canım.

• Bak, namazını unutacaksın, hemen kılıver!

• Haydi tatlım. Namaz çok gecikti. Namaz böyle gecikmeleri kabul etmez.

• Namazı ihmal etmenin ne kadar tehlikeli olduğunu, ne büyük ecirler kaybettiğini biliyor musun? Haydi canım, davran!

21. Çocukların da iştirak edeceği mini cemaatlerle namaz kılınmalıdır. Baba bir nedenle camiye gidememişse evde cemaat yapmak fırsat olarak değerlendirilebilir. Çocuklar böyle bir cemaatle namaza iştirak etmemiş olamasa bile onlar için etkili bir iş yapılmış olur.

22. Namaza alıştırmada sevgi ve şefkat esastır. Katı tutumlar ikiyüzlülüğe itebilir. Ancak sevginin ölçüsü kaçırılıp otorite kaybedilmemelidir.

23. Piknik ve benzeri ev dışında yapılan ve çocuklar açısından özlenen gezilerde, muhakkak cemaatle namaz bölümü oluşturmak gerekir. Aynı şekilde eve gelen misafirlerle ve misafirliğe gidilen yerlerde bir cemaat namazı eda edilmelidir. Gerekiyorsa bunun için o vakitte cami cemaati de terk edilebilir.

24. Namaz eğitimi esnasında çocuğu kendi emsalleriyle kıyasladığınızı ona söylememelisiniz. “Filanca çocuğu görüyor musun?” dememelisiniz. Gerçekte de hiçbir çocuk diğerinin aynısı değildir. Ne yaş benzerliği ne de kardeşlik gibi değerler, kapasitelerin aynı olduğu anlamına gelmez. Her çocuk ayrı bir kimlik kartı taşıdığı gibi farklı bir kavrama yeteneği ve kapasite de taşımaktadır.

25. Ebeveyn olarak aynı noktadan hareket etmeye çalışın. Sizin aranızdaki fikir farklılıkları eğitiminizin –en azından- gecikmesine neden olur. Çok zorlanırsanız asgari müştereklerde hareket etmeye gayret ediniz.

26. Bu uzun süreli eğitim çalışmasında kimi zaman kısa zaman dilimleri için çocuğu serbest bırakarak verdiğiniz eğitimin ne denli iz bıraktığını gözlemleyiniz.

27. Namaz eğitimi sırasında cezalandırmayı hiç düşünmeseniz en iyisini yapmış olursunuz. Çocuğun cezayı hak ettiğine anne ve baba olarak asla siz karar vermeyin. Çocukla iç içe olmanızdan dolayı zamanı gelmeden veya hak etmeden ceza yönetimine başvurabilirsiniz. Size danışmanlık yapan bir üçüncü şahıs gelinen noktayı tespit etsin.

28. Yine de ceza gerekli hale gelirse on yaşından önce çocuğu dövmenizin caiz olmayacağını biliniz. Dövmenin dışındaki cezalarda ise şunları unutmayınız:

a. Kin ve sinirinizi yatıştırmak için sakın ceza vermeyiniz.

b. Çocuğu, sizden ve ailesinden soğutacak başkalarına yakın olmasına sebep olacak türde bir cezaya asla başvurmayınız.

c. Anne- baba olarak birbirinize savcı/ hakim rolünde olmayın. Birbirinizi teselli edip açıklarınızı kapatmaya çalışın.

d. Verdiğiniz ceza, çocuğa artık ailede değerini kaybettiğini zannettirecek cezalar olmasın.

e. Muhakkak ceza verilecekse bunun kararını gergin olmadığınız bir zamanda veriniz. Abdest alın, çıkıp farklı bir ortamda gezinin,büyüğünüze danışın, sonra karar verin. Şeytanı umutlandıracak bir iş asla yapmayın.

f. Verilecek cezada adım adım ilerleyin. Pilinizi bir günde tüketmeyin. Mesela ilk merhalede pek üzüldüğünüzü hissettirin, bir zaman sonra bunu dile getirin. Daha sonra dudak bükmeyi, ardından ikaz etmeyi, bir zaman sonra da lütuflarda geçici kısaltmalar uygulamayı deneyin. Bunlar arasında da belli bir zaman dilimi muhakkak geçmiş olsun.

g. Her şeye rağmen ardı ardına ceza gelmesin muhakkak cezalarda sayı artacaksa iki ceza arasında, cezasız güzel günler veya durumuna göre haftalar geçsin.

29. Namaz eğitimi, hayat boyu sürecek bir ibadet eğitimi olduğu için bir defa hatta birkaç defa aynı şeylerin tekrarından asla kaçınılmamalıdır. Namaz, her defası ilk defaymış gibi anlatılmalıdır. Şeytan yıllardır bıkmadı, usanmadı; biz neden usanalım ki?

30. Çocuğun namaz eğitiminde çevresinden fazlaca etkileneceğini unutmamak gerekir. Bunun için de çocuğun beraber olmak istediği arkadaşlarının kimliklerine dikkat edilmelidir. Onu rahatsız etmeden, ayırma ve yeni bir çevre oluşturma gerekebilir.

Amacımız namazı kıldırmak yerine sevdirmek olsun. Çocuklarımızın namazlarını düzenli olarak kılabilmeleri için uzun bir zamana ihtiyacımız olduğunu unutmamalı, sabırla ve dua ile sonuç alıncaya kadar çalışmalı ve Rabb’imizden işimizi kolay kılması için yardım istemeliyiz:

"Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelenleri namazı devamlı kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duamı kabul buyur!"- İbrahim Suresi, 40. ayet-

Nureddin Yıldız Hocaefendi’nin “Namaz Muhasebesi” adlı kitabı kaynak olarak kullanılmıştır.

17 Mart 2018 Cumartesi

Nebevî Medrese’den İdeal Eş Olmanın Örnekleri

Dersten Cümleler

“İslam cemaatine sarılmanızı tavsiye ederim. Zira yüce Allah bu ümmeti asla yanlışta birleştirmeyecektir.” (Ebû Mes’ud el-Ensarî el-Bedrî)
Ebû Mes’ûd el-Ensarî el-Bedrî, bize Efendimiz’in (sas) kutlu lisanından tam 102 tane hadis rivayet ediyor.

“Ebû Mes’ûd! Bilesin ki, senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla, Allah’ın gücü sana yeter.” (Müslim, Eyman, 34,35)

Nebevi Medrese neresi? Geniş manada Medine’nin tamamı, özel manada Hz. Peygamber’in

Mescidi, Mektebi ve Menzili…

O odalar, Hz. Peygamber’in muallim olduğu odalardır. Efendimiz (sas) o odalardan çıkınca, muallimeler annelerimizdir.

Kur’an-ı Kerim’e Göre Resulullah’ın (sas) Aile Hayatı özel olarak çalışılmalıdır.

Hucurat Sûresi, Ahzab Sûresi, Nur Sûresi, Tahrim Sûresi ve Talak Sûresi, doğrudan Hz.

Peygamber’in evini ve aile hayatını anlatılmaktadır.

Adı geçen sûrelerde şu beş temel mesajı görüyorsunuz:
– Hz. Peygamber’in eşleri ile olan hukuku
– Eşlerin Hz. Peygamber ile olan hukuku
– Müslümanların, Annelerimiz ile olan/olması gereken hukuku
– Müslümanların özel olarak hanelerle olması gereken hukuku
– Boşanma hukuku

Hz. Cebrail’in haber getirdiği bir ev…

Hz. Hafsa annemiz, Miladi 604 veya 605’te, yani nübüvvetten beş yıl önce doğmuştu. O doğduğunda babası Hz. Ömer 20, 21 yaşlarında idi; babası Hz. Ömer Müslüman olduğunda ise o 10, 11 yaşlarına
varmıştı.

Huneys b. Huzafe es-Sehmî ile evlenmesi…

“Ey Kureyş cemaati! Ben yarın Yesrib’e hicret ediyorum. Anasını çocuksuz, hanımını dul bırakmak isteyen arkama düşsün.”

Bu iman evinin Ensar kardeşi, Harise oğullarından Ebû Abs b. Cebr olur.

Hz. Hafsa annemiz eşini Bedir’e yolcu edecektir.

Hafsa validemiz 21, 22 yaşlarında gencecik bir halde iken, çocuksuz bir şekilde dul kalmıştır.

“Ömer yavaş ol! Allah Osman’ı senin kızından daha hayırlı biri ile senin kızını ise Osman’dan daha hayırlı biri ile evlendirecektir.”

“Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter!”

“Kızım! Sen öyle bir eve gelin olarak gidiyorsun ki, o ev Resulullah’ın (sas) evidir. Sakın onu üzme, ona itaat et; Ebû Bekir’in kızı ile iyi geçin ve Resulullah’ı huzursuz edecek hiçbir işe bulaşma!

Unutma Resulullah onun babasını senin babandan, onu da senden daha fazla seviyor.”

Peygamberimiz 63 yıllık hayatının 25 yılını bekâr, 2 yılını dul, 36 yılını ise evli olarak geçirdi.

Hz. Peygamber’in (sas) sireti/hayatı mucizedir.

Efendimiz’in (sas) siretinin mucize oluşunun en önemli iki sahası:
1- Efendimiz’in (sas) insan yetiştirme sahası
2- Efendimiz’in (sas) aile hayatındaki örneklikler

Hz. Hafsa (sas) validemizin Efendimiz (sas) ile geçirdiği 8 yıllık evlilik sürecinin hatırları çoktur, ama özellikle ikisi Kur’an’a ayetler olarak giren şu üç hadise öne çıkmaktadır.
Bu üç hadise; Talak, Tahrim ve İlâ hadisesidir.

“Cebrail bana geldi ve dedi ki: ‘Hafsa, çok oruç tutan ve namaz kılan bir hanımdır ve cennette de senin eşindir.” (Nesâî, Talak, 76)

Bal hadisesi…

“Ya Resulullah! Siz meğafir mi yediniz, sizden meğafir kokusu geliyor!”

“Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” (Tahrim Sûresi, 66/1)

“Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz yerinde olur. Çünkü kalpleriniz kaymıştı. Ve eğer peygambere karşı birbirlerinize destek olursanız, bilesiniz ki; onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından meleklerde ona yardımcıdırlar.” (Tahrim Sûresi, 66/ 4)


İlâ Hadisesi…
İlâ bir çeşit yemindir. Kocanın hanımından belli bir müddet uzak kalacağına dair yaptığı yemine denir. Efendimiz’de (sas) hanımlarından bir ay uzak kalma yemini etmiştir.

“Ey Hattab’ın oğlu! İstemez misin dünya onların, âhiret bizim olsun!”

“Vallahi böyle bir evde ancak bir peygamber oturur!”

Efendimiz (sas) tam bir ay, ama 29 gün süren bir ay bu inziva halini devam ettirdi.

“Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer dünya hayatını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma bedelinizi verip sizi güzellikle serbest bırakayım. Eğer Allah’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz ki sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab Sûresi, 33/28, 29)

“Ben, bu hususta mı anneme babama danışacağım! Ben elbette ki, Allah’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunu tercih ediyorum!”

“Ya Resulullah! Bütün hanımların benimle aynı şeyi söyleyecekler!”

“Allah Resulü bir sofrada üç kap yemeği hiç bir arada görmedi!”

Eşlerin dikkat etmesi gereken en temel 12 husus:

El-Alemin değil, Alemlerin Rabbinin mesajlarına kulak verin.
Adaveti değil, muhabbeti azık olarak edinin.
Muhayyileyi değil, makul olanı isteyin.
Menfaati değil, merhameti esas alın.
Şüpheyi değil, emniyeti tesis edin.
Düzensizliği değil, itaati hakim kılın.
Kibri değil, istişareyi hayata yayın.
Nankörlüğü değil, vefayı kalplerinize yerleştirin.
Kin ve inadı değil, kardeşlik ve müsamahayı kuşanın.
Tahkiri ve tenkidi değil, tazimi ve takdiri her daim canlı tutun.
Savurganlığı ve cimriliği değil, iktisadı ve cömertliği donanın.
Sertliği ve aceleciliği değil, rıfkı ve sabrı bilenin.

“Kadın beş vakit namazını kıldığı, ramazan orucunu tuttuğu, namusunu koruduğu ve eşine gereği gibi itaat ettiği zaman kendisine, ‘cennetin kapılarından dilediğinden gir’ denilir.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 3, s. 199)


Muhammed Emin Yıldırım 

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim: