9 Mart 2014 Pazar

283.BEYAZID-I BESTAMİ hz ve BAŞ RAHİP

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Beyazıd-ı Bestami hazretleri 40. hacını eda ediyordu. Bir bayram akşamı Arafat’ta beklerken. Nefsi “Ey Beyazıd şu mahşeri kalabalığa bak. Kim senin gibi 40 kez hacca gelmiş?” Gönlünden bu geçince ayağa kalktı ve yüksek bir sesle:

“-Ey ahali ben kırk kez hac farizasını yerine getirdim! Bu kırk haccımın sevabını iki ekmeğe satıyorum, alan var mı?” diye seslendi.

Biri ayağa kalkıp:

“-Ben alıyorum” dedi.

-“Ver iki ekmek” dedi.

Adam iki ekmek verince ekmekleri bir köpeğin önüne yemesi için attı. Sonra nefsine dönerek “Artık övüneceğin bir şey kaldı mı?” diye onu kınadı. Sonra Hac vazifesi bitince kafileden ayrılarak. Rum ellerine doğru gitti. Bir yerde mola vermek için durduğunda bir Hıristiyan rahip ondaki değişikliği fark edip onu evine davet etti. Evinde rahat ibadet etmesi için ona uygun ortam oluşturdu. Rahip ondaki değişik halleri müşahade edince onu ağırlamakla iyi ettiğini düşünerek memnun oldu. Bir süre sonra Beyazıd hazretleri rahibin konukseverliğine teşekkür ederek oradan ayrılmak istedi. Ama rahip bunu kabul etmeyip biraz daha kalmasını ısrarla rica etti ve:

-“Yalvarırım birkaç gün daha burada kalın. Çünkü birkaç gün sonra bizim bir bayramımız var. Bu bayramda bütün rahipler ve din büyüklerimiz gelir, halkla birlikte bu bayramı kutlarız. Hem büyük rahibimiz de gelip ayine katılır. Sanırım Büyük rahibimizle görüşüp konuşmanda fayda var.”

Beyazıd hazretleri bu işte bir hikmet var diyerek bu teklifi kabul etti ve birkaç gün daha kalmaya karar verdi. Bayram günü gelince herkes kiliseye bayram ayinine katılmaya gitti. Rahipler ve büyük rahip de geldiler. Beyazıd hazretleri de yerel bir elbise giyerek ev sahibi rahip ile birlikte kiliseye gidip oturdu. Biraz sonra baş rahip ayin için kürsüye çıktı. Ama hiçbir şey konuşmadı. Biraz böyle bekleyince rahipler:

-“Niçin susuyorsunuz?” diye sordu. O da:

-“Nasıl konuşayım ki aramızda bir MUHAMMED’i var!” dedi. Halk birden galeyana geldi. Bayramı sabote ettiğini düşünerek:

-“Göster onu bize parçalayalım! Diye haykırmaya başladılar. Baş rahip:

-“Böyle taşkınlık yaparsanız onu size göstermem. Ama ona dokunmayacağınıza söz verirseniz onu size gösteririm.” Deyince halk ona dokunmayacağına söz verdi. Bunun üzerine Baş Rahip:

“Ey MUHAMMED’i ALLAH için ayağa kalk” dedi. Bunu diyince Beyazıd hazretleri ayağa kalktı.

Baş Rahip ona:

-“Adın ne?

-“Beyazıd”

-Tahsilin varmı?

-“Rabbimin öğrettiği kadar”

“O zaman sana kırk sorum olacak bakalım bile bilecekmisin”.

Beyazıd Hazretleri:

-“Buyrun sorun” dedi.

Baş Rahip:

-“O halde bana ikincisi olmayan biri ,üçüncüsü olmayan ikiyi ,dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu ,on birincisi olmayan onu , on ikincisi olmayan on biri , on üçü olmayan on ikiyi söyle.” Dedi.

Beyazıd hazretleri:

-“ikincisi olmayan bir eşi ortağı , dengi-benzeri olmayan ALLAH'ü Teala dir.

Üçüncüsü olmayan iki GECE İLE GÜNDÜZDÜR.

Dördüncüsü olmayan üç TALAK,TIR.

Beşincisi olmayan dört TEVRAT, ZEBUR, İNCİL VE KURANI KERİM’dir.

altıncısı olmayan beş BEŞ VAKİT NAMAZDIR.

Yedincisi olmayan altı GÖKLERİN VE YERİN YARATILDIĞI GÜN SAYISIDIR.

Sekizincisi olmayan yedi, YEDİ KAT GÖKTÜR.

Dokuzuncusu olmayan sekiz KIYAMET GÜNÜ ARŞI TAŞIYACAK MELEKLERİN SAYISIDIR. Onuncusu olmayan dokuz, HAMİLELİK MÜDDETİDİR.

On birincisi olmayan on , MUSA a.s ŞUAYB PEYGAMBERE ÇOBANLIK ETTİĞİ YILLARDIR. Onikincisi olmayan on bir YUSUF PEYGAMBERİN KARDEŞLERİDİR.

On üçüncüsü olmayan on iki SENENİN YILLARIDIR.”

Baş Rahip:

-“Doğru dedin Peki söyle bakayım Havadan ne yaratıldı, havada ne muhafaza olundu ve hava ile kim helak edildi?”

Beyazıd Hazretleri:

-“İsa a.s Hava’dan yaratıldı, havada muhafaza edildi.

Ad kavmi Hava ile helak edildi..”

Baş rahip:

-“Peki ne ağaçtan yaratıldı, Ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helak oldu?”

Beyazıd Hazretleri:

-“Musa a.s’ın asası Ağaçtan yaratıldı.

Nuh a.s ağaç içinde gemide korundu.

Zekeriya a.s ise ağaç içinde testere ile biçildi.”

Baş Rahip:

-“Pes doğrusu, peki ateşten kim yaratıldı ,ateşten kim korundu ve kim ateş ile helak oldu?”

Beyazıd Hazretleri:

”-İblis ateşten yaratıldı.

İbrahim a.s ateşten korundu.

Ebu Cehil ateş ile helak oldu.”

-“Ya taştan kim yaratıldı , taş içinde kim korundu ve taş ile kim helak oldu?”

-“Salih a.s’ın devesi taştan yaratıldı .

Ashabı Kehf taşta korundu.

Ebrehe ve ordusu taş ile helak edildi.”

Baş Rahip:

-“Hepsi doğru” dedi. Ve sormaya devam etti:

-“Bir ağaç düşünki on iki dalı her dalında otuz yaprağı ve her yaprağında beş çiçek bulunsun. bu çiçeklerden ikisi güneşe, üçü karanlığa baksın?”

-“Bu ağaç bir yılı temsil eder.

On iki dalı on iki aya,

Otuz yaprağı otuz güne

Beş yaprak beş vakit namaza

Güneşe bakan iki yaprak öğle ve ikindi, geceye bakan üç yapraksa akşam, yatsı ve sabah namazını temsil eder.”

Baş Rahip her cevapta:

_”Doğru diyorsun” diye itiraf etmekten kendini alamadı ve devam etti:

-“Söylermisin bana:” Alimleriniz ‘Cennette dört nehir vardır: Biri baldan , Biri sütten , Biri sudan, Biri de şerbettendir’ diyorlar. Aynı kaynaktan beslenen dört nehir nasıl farklı farklı akabilir ki?”

-Beyazid hazretleri cevap verdi:

"İnsanın kafasından dört küçük nehir akar. Kulak yağı acı, Göz yaşı tuzlu, Burun salgısı iğrenç, Ağız suyu leziz değimlidir?” Buna ne dersin?

Baş rahip:

-“Birde şu var sizin alimleriniz ‘Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez’ diyorlar.”

Hazret:

-“Ana rahmindeki cenin de öyle değimlidir?”

-“Peki hacca giden tavaf eden ama canı ruhu olmayan bir şey ne olabilir?”

Beyazıd Hazretleri:

-“Nuh a.s’ın gemisidir. Tufanda Kabe’yi tavaf etmiştir.” dedikten sonra Baş Rahibe döndü ve -“Sanırım bu kadar soruya cevap verdikten sonra bana da soru sorma hakkı doğdu” dedi. Ve:

-“Ben müsaade ederseniz size sadece bir soru soracağım ve cevabını bildiğinizden de adım gibi eminim.”

-“Buyurun sizi dinliyorum.”

-“Cennet Kapılarının üzerinde ne yazar?”

Baş Rahip konuşmadı. Etrafındakiler rahatsız oldu ve Ey Büyüğümüz Cevabını ver ve bizi mahcup etme!” diye yalvarmaya başladılar. Bunun üzerine Baş Rahip:

-Doğrusunu sorarsanız bu sorunun cevabını biliyorum. Ama…”

-“Ama ne?”

-“Siz bu cevabı kaldıramazsınız.”

-Söz veriyoruz katlanacağız, Bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırız.”

Bunun üzerine Baş Rahip:

-“O halde beni iyi dinleyin.”

-Cennetin anahtarı ve cennet kapılarının üzerinde yazılan şey aynı şeydir. O da "LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUR RASULULLAH" dır. Cennet kapılarının üzerinde bu ibare yazılıdır.”

Bunu deyince oradaki herkes kelime i şahadet getirerek Müslüman oldu. Sonra baş Rahip Beyazıd hazretlerine dönerek:

-“Ben çoktan Müslüman olmuştum ama beni öldürürler diye bunu herkesten saklıyordum. Allah’a dua ederek kamil bir dostunu göndererek bana yardımcı olmasını, etrafımdakilerin de islamla müşerref olmasını nasip etmesini istemiştim. Allah seni gönderdi” dedi.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim 
Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

282.RABBİMİZİN 18.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!
Beni kime şikâyet ediyorsun? Halbuki benim dengim ve benzerim yok ki şikâyet edesin!

Beni ne zamana kadar unutacaksın? Oysa benim sizden istediğim bu değildir.

Beni ne zamana kadar inkâr edeceksin? Halbuki ben kullarıma zulmedici değilim.

Ne zamana kadar nimetimi inkâr edeceksin? Ne zamana kadar kitabımı hafife alacaksın? Oysa ben sana güç yetiremeyeceğin şeyleri yüklemedim.

Ey âdemoğlu! Ne zamana kadar isyanınla bana cefa edeceksin? Benden gayri rabbiniz yok iken, ne zamana kadar beni inkâr edeceksin?

Hastalandığınızda benden başka hangi tabip size şifa verebilir ki? Fakat siz benden şikâyetçi olmakta ve kaderime kızmaktasınız. Gökten üzerinize yağmuru bolca ben indirdiğim halde siz, 'İşte biz şu yıldız sayesinde yağmura kavuştuk' (1) diyorsunuz. Böylece beni inkâr etmiş, yıldıza iman etmiş oldunuz.

(1)
Zeyd b. Hâlid el-Cühenî şu hadisi nakleder: Resûlullah (s.a.v) bize Hudeybiye'de henüz ortalık karanlıkken yağan yağmurun ıslaklığı üzerinde sabah namazını kıldırdı. Namazın ardından insanlara yönelerek, "Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?" dedi. Oradakiler, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: "Allah şöyle buyuruyor: Kullarımdan kâfir ve mümin olarak sabahlayan vardır. 'Allah'ın fazlı ve rahmetiyle yağmura kavuştuk' diyenler bana iman edip yıldızları inkâr ettiler. 'Falan yıldızın doğuşu ile yağmura kavuştuk' diyenler ise beni inkâr edip yıldızlara iman ettiler." Bk. Buhârî, istiskâ', 28; Müslim, İmân, 125; Ebû Dâvûd; Tıbb, 22, Nesâî, İstiskâ',16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/117.

Ben size rahmetimi belli bir ölçüde, hesaplı, belirli ve taksim edilmiş halde indiriyorum. Sizden birine üç günlük gıdası geldiği halde, o, 'Ben kötü bir haldeyim, hayırdan mahrumum!' deyip nimetimi inkâr ediyor.

Her kim malının zekatını vermezse, kitabımı hafife almış olur.

Her kim namaz vaktinin girdiğini bildiği halde, onu yerine getirmek için harekete geçmezse, o benden gafildir." 


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

8 Mart 2014 Cumartesi

281.BU VİDEOYU ÖLMEDEN İZLEYİN !!

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"






"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

6 Mart 2014 Perşembe

279.PEYGAMBERİMİZ sav'in MÜBAREK SAÇLARININ YIKANMASI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim






"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR



5 Mart 2014 Çarşamba

278.KUR'ANIN ALLAH KELAMI OLDUĞUNUN DELİLLERİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Kur’ân, ümmî bir insanın elinde ortaya çıkışı, ihtiva ettiği hakikatlerin birbiriyle çelişmeyişi, geçmiş ve geleceğe dair haberler verişi ve asırlar öncesinden kevnî bilgilere temas edişi gibi mucizevî yönleriyle, hem Allah kelâmı olduğuna apaçık bir delildir, hem de Peygamber Efendimizin (aleyhissalatu vesselâm) peygamberliğini ispat eden bir delildir.

Her peygamber, kendi zamanında revaçta olan meselelerle alâkalı mucize göstermiştir. Meselâ, Hz. Musa (a.s.) zamanında, Mısır’da ‘sihir’ revaçta olduğundan O, bütün sihirleri yutup iptal eden ve bütün sihirbazları dize getiren‘asa’ mucizesiyle gelmiştir; Hz. İsa (a.s.) zamanında ise ‘tıp’ revaçta olduğundan o, onulmaz hastalıkları iyi etme ve ölüleri diriltme mucizesiyle gelmiştir; Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) zamanında ise, şiir, güzel söz söyleme sanatı (belağat) el üstünde tutulduğundan ve belki ondan sonraki zamanların dahi en tesirli ve güçlü silahı ‘söz söyleme sanatı’ olacağından, O da, en büyük mucize olarak bütün şairleri, hatipleri, edipleri susturan Kur’ân mucizesiyle gelmiştir.

Kur'ân-ı Kerim'in, Efendimiz (asm) veya başka biri tarafından tertib edildiği iddiası birkaç gözü dönmüş cahiliye insanıyla, günümüzün, Kur'ân düşmanı müsteşrikleri tarafından sık sık ortaya atılan bir mevzudur ve bununla bilgisiz kimselerin zihinlerinin bulandırılması hedeflenmektedir. Kur'ân, kim tarafından olursa olsun, insafla ele alındığı zaman bir beşere mal edilemeyecek kadar ilâhî olduğu anlaşılacaktır. Şimdi bu konuları ele alalım inşallah:


BELÂGATİ VE TAKLİT EDİLEMEMESİ
 Kur'ân-ı Kerim, bir belâğat harikasıdır ve bu sahada eşi benzeri yoktur.
Bu itibarla da onu bir beşere maletmek mümkün değildir. Efendimiz (sav) peygamberlikle ortaya çıktığı zaman, kitleleri arkasından sürükleyen bir sürü şâir, edib ve söz üstâdı vardı. Yeryer kafa kafaya verip düşünüyor; Kur'ân'ı bir kalıba yerleştirmek, bir şeye benzetmek ve ne olursa olsun mutlaka hakkından gelmek istiyorlardı. Hatta, zaman zaman Hristiyan ve Yahudi âlimleriyle de görüşüyor, onların düşüncelerini alıyorlardı. Ne pahasına olursa olsun Kur'ân'ı durdurmak ve kurutmak için akıllarına gelen her şeyi yapma kararındaydılar. Bütün bu engellere ve engellemelere, akla hayâle gelmedik karşı koymalara aldırmadan yoluna devam eden Hz. Muhammed (sav),  inkârlara karşı sadece ve sadece Kur'ân'la cevap veriyor ve mücadelesini de zaferle noktalıyordu. Hem de bunca hasıma rağmen.

Evet, o gün, Hristiyan ve Yahudi ulemasıyla beraber, belâğatın dev temsilcileri, tek cephe olup etrafı velveleye verdikleri bir dönemde, Kur'ân o üstün ifade gücü, o büyüleyici beyanı, o başdöndürücü üslûbu, o insanın içini ürperten ledünniliği ve ruhâniliğiyle muhatablarının gönlüne girdi; arşı çınlatacak bir ses, bir soluk oldu yükseldi... hasımlarını muârazaya çağırdı, tehdit etti, meydan okudu "Siz de Kur'ân'a benzer bir kitap, hiç olmazsa onun bir suresine denk bir şey, daha da olmazsa aynı ağırlıkta bir âyet ortaya koyun; yoksa savulun gidin!.." dediği ve o günden bugüne de

"Eğer kulumuz Muhammed'e (sav) indirdiğimizden şüphe içindeyseniz, haydi onun gibi bir sûre getiriniz ve eğer doğru iseniz; Allah'tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırınız." (Bakara, 2/23)

"De ki: and olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân’ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka çıkıp yardım etseler de."(İsra, 17/88)

"Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyle ise siz de onun benzeri on uydurulmuş (dahi olsa) sure getiriniz. (Hatta) eğer doğru iseniz, Allah'dan başka çağırabildiklerinizi de çağırınız." (Hud, 11/13)

ayetleriyle aynı şeyleri tekrar edip durduğu halde, bir-iki hezeyanın dışında, Kur'ân'ın bu meydan okuyuşuna cevab verilmemesi, onun kaynağının beşerî olmadığını gösterir. Zira, tarih şahitdir ki, Kur'ân'ın muârızları O'na ve O'nun mübelliğine her türlü kötülük yapmayı denedikleri halde, Kur'ân'a nazire yapmayı akıllarından bile geçirmediler. Böyle bir şeye güçleri yetseydi, nazire ile Kur'ân'ın sesini kesecek, tehlikelerle dolu muharebe yoluna girmeyeceklerdi.

Evet, o koca belâğat üstadları, şeref, haysiyet hatta ırz, namus gibi en değerli şeylerini tehlikeye atıp muharebe yolunu seçmeleri, Kur'ân'a nazire yapılamamasının en açık delîlidir. Eğer nazire yapmak mümkün olsaydı, münazara yolunu muharebe yoluna tercîh edecek ve geleceklerini katiyyen tehlikeye atmayacaklardı.

 Hristiyan ve Yahudiler tarafından bu muhteva ve bu ifade zenginliğinde bir kitap asırlar geçtiği halde hâlâ yapılamadı ve yapılamayacak da. 

GAYBDEN HABER VERMESİ
Herhangi bir insan, böyle bir kitap yazmaya çalışsa, hem geçmişten hem gelecekten doğru olarak bahsedemez. Belki, hurâfeler suretinde bazı şeylerden bahseder. Bizler için hem geçmiş, hem gelecek, hem de bilmediğimiz şeyler gaybdır.

Kur’ân’ın gelecekten verdiği haberlerin doğru çıkması, geçmiş ümmetlerin hallerini görürcesine haber vermesi gösteriyor ki, insan sözü değildir.

Mesela, Hazret-i Musa’ya (as) uyanların denizin yarılması ile kurtulması ve Firavun ile askerlerinin suda boğulmasını anlattığı yerde Firavun’un cesedini koruyacağını ve sonra insanlara ibret olması için ortaya çıkaracağını ifade eden “(Ey Firavun!) Bugün artık senin (boğulan) cesedine necat (kurtuluş) vereceğiz (sâhile atacağız) ki arkandan gelenlere bir ibret olasın!” (Yunus, 92) sözü sonra gerçek olmuştur. Kızıldeniz’de 20. yüzyılda secde hâlinde bir ceset bulunmuştur. Şu anda İngiltere’de "british museum" da bulunmaktadır. Kur’ân’ın gelecekten verdiği haberler de doğru çıkmış ve çıkmaya devam ediyor.

Mesela, Mekke’nin ve Hayber’in fethini, Rumlarla İranlıların yapacağı savaşta Rumların gâlip geleceğini, Bedir savaşından önce müşriklerin mağlup olacaklarını, Peygamberimiz (asm) ile sahâbelerin korkmadan Mekke’yi ziyâret edip umre yapacaklarını önceden bildirmiş ve daha sonra bunlar aynen çıkmıştır. İslâm’ın kuvvetlenerek bütün dinlere üstün geleceğini, daha Mekke fetholmadan önce haber vermiş ve bir asır geçmeden İslâmiyet, batıda Fransa içlerinden, doğuda Hindistan’a kadar yayılarak bu haber gerçekleşmiştir. Daha bunun gibi pek çok gelecek haberleri Kur’ân’ın haber verdiği gibi çıkması onun hak olduğuna önemli bir delildir.

KUR’ÂN’DAKİ İLİMLERİN İNSANÜSTÜ OLMASI

Kur’ân kâinattan ve içindekilerden ve yaratılışın başlangıcından öyle bahseder ki bütün âlemleri yaratmayan ve şu kâinat binasının ustası olup her an her şeyi göremeyen birisi o şekilde bahsedemez.
Hem Cenâb-ı Hak, kendi kitabında kendi zâtını, sıfatlarını ve isimlerini ve icrâatlarını öyle bir tarzda anlatıyor ki, ancak, Allahu Teâlâ Hazretleri kendini öyle mükemmel surette anlatıp ders verebilir. Bir insanın gayb perdesi arkasındaki âlemlerin Rabbini  bu şekilde tanıyıp keşfetmesi mümkün değildir.

Hem Kur’ân imanın altı esasını ve bunlardan çıkan pek çok imanî meseleleri öyle anlatmıştır ki, tarih boyunca pek çok felsefe cereyanları bazen o meselelerin en küçükleri içinde boğulup çıkamamışlardır.
Hem Kur'ân’da öyle bir şeriat var ki, bir insanın, üstelik ümmi olduğu halde, miras, eşya, ceza, aile, idare hukuku gibi hukukun bütün çeşitlerini asırlarca insanlığı saâdet, adâlet ve hakkaniyetle yönetecek bir şeriatı tek başına yapması mümkün değildir. Hâlbuki diğer beşerî hukuk sistemlerinin her birisi asırlar boyu süren çalışmaların neticesidir ve hiçbir insanın tek başına yaptığı bir çalışmanın mahsulü değildir. Kur'ân’ın nâzil olduğu yirmi üç sene gibi çok kısa bir süre içerisinde bütün hukuk çeşitlerini adâletle ortaya koyması onun bir insan sözü değil, Allah sözü olduğunu açıkça ispat eder.

Hem Kur'ân cennet ve cehennemden öyle bahseder ki, insan okuyunca gerçekten çok etkileniyor. Cennetle alâkalı âyetleri okurken sanki yaşıyor gibi lezzet alıyor ve oraya olan şevki artıyor. Cehennemle ilgili âyetleri okurken de ciddi şekilde korkuyor ve endişeleniyor. Bir insanın hiç görmediği âhiret âlemlerini bu şekilde bilmesi ve anlatması mümkün değildir.

Hem ancak fenlerin gelişmesi ile ortaya çıkan; denizlerde tatlı ve tuzlu suyun birleşmemesi, ana rahminde ceninin üç karanlık içinde yaratılması, göklerin devamlı genişletilmesi ve dünya semasının koruyucu bir tavan olması gibi Kur’ân’ın bin beş yüz sene evvelden bahsettiği öyle fennî konular var ki, o dönemdeki bir insanın kendi başına onları bilmesi imkânsızdır. Demek Kur’ân Yüce Yaratıcının kelamıdır.

İşte Kur’ân, bunlar gibi daha pek çok öyle yüksek ilim ve hakîkatlerden ve o kadar çok çeşit meselelerden bahsediyor ki, bir insanın onları kendiliğinden bilmesi ve bu şekilde ifade etmesi imkânsızdır. Hem bu kadar farklı meseleler bulunmasına rağmen içinde hiçbir çelişki bulunmaması gösteriyor ki Kur’ân insan kelamı değil, Allah kelamıdır.

YAZISINDAKİ MUCİZELER
Kur’ân’ın lafızları, mânâları mucize olduğu gibi yazısında dahi mucizeleri vardır. Bunlardan birisi bütün sayfalarının âyetle başlayıp âyetle bitmesidir. Hâlbuki âyetlerin uzunlukları farklı farklıdır. Tek kelimelik, birkaç kelimelik âyetler olduğu gibi, yarım sayfalık hatta bir sayfalık âyetlere kadar pek çok uzunlukları vardır. Buna rağmen hiçbir sayfanın sonunda bir âyet bölünerek diğer sayfaya geçmez. Muhakkak sayfa ile beraber âyet de sona erer. Kur’ân’ın "âyet-berkenar" denilen bu özelliği onun bir mucizesidir.Çünkü sayfa ölçüsü Kur’ân’dan alındığı zaman bu hârikalık ortaya çıkmıştır. Kur’ân’ın en kısa sûresi olan İhlâs Sûresi’nin bir satırlık uzunluğu satır genişliği için, en uzun âyet olan ve bir sayfa tutan Müdayene Âyetinin(sh. 47) boyu sayfa boyu için ölçü alındığında bütün sayfalar âyetle başlayıp âyetle bitmektedir. Günümüzde Mushaflar bu ölçü ile yazılmaktadır.

Yazısındaki diğer bir hârikası ise Tevâfuk mucizesidir. Tevâfuk, birbirine denk gelme veya uygun olma mânâsındadır. Mesela, başta Allah ve Rab isimleri olmak üzere aynı kökten gelen kelimelerinin alt alta, karşı karşıya veya sayfalar arasında sırt sırta gelerek güzel ve mânidar şekilde diziler oluştururlar. Tüm Kur’ân’da bulunan 2806 âdet Allah lafzı ve 846 âdet Rab lafzı ile aynı kökten gelen kelimeler bütün sayfalarda çok kesretli bir şekilde tevâfuk ediyorlar. Bu da bu işin tesâdüf olmadığını gösteren ve Kur’ân’ın hak olduğuna başka bir delildir.

1. Bir kere Kur'ân'ın üslubuyla hadislerin üslubu birbirlerinden o kadar farklıdır ki; Araplar, Efendimizin (asm) Kur' ân dışı beyanlarını, kendi konuşma tarzlarına uygun buluyorlardı ama, Kur'ân karşısında hayret ve hayranlıktan kendilerini alamıyorlardı.

2. Hadisleri okurken, arkasında düşünen, konuşan, Allah ‘ın büyüklüğünden iki büklüm olan bir insan imajı sezilir. Oysa ki, Kur'ân'ın sesinde yüksek bir celâdet, heybetli bir edâ ve cebbar bir şive hissedilir. Bir insan beyanında, birbirinden öyle çok farklı iki üslubu birden tasavvur etmek ne makuldür ne de mümkün.

3. Mektep-medrese görmemiş okuma yazma bilmeyen Bir İnsanın - - eksiksiz, kusursuz; ferdî, ailevî, içtimâî, iktisâdî ve hukukî bir sistem getirip vaz' etmesi, her şeyden evvel düşünce ve akla terstir. Hele bu sistem, asırlar boyu, dost-düşman bir sürü millet tarafından tatbik edilecek kadar harika ve bugüne kadar tazeliğini korumuşsa.

4. Kur'ân'da varlık, hayat ve bunlarla alâkalı ibadet, hukuk ve iktisad gibi konularda birbiriyle öyle dengeli ve yerli yerince ele alınmıştır ki; bunları görmemezlikten gelerek onu insan sözü farzetmek inanılması güç bir şeydir.. Zira, yukarıdaki meselelerin bir teki bile, süreklilik ve zaman üstü olması sebebiyle en büyük dâhilerin dahi altından kalkamayacağı ağır meselelerdir.O ise okuma yazma bilmemektedir.

5. Kur'ân, geçmişe-geleceğe dair verdiği haberler itibariyle de hârikadır ve katiyyen insan sözü olamaz. Bugün, yeni yeni keşiflerle ortaya çıkarılan, geçmiş kavimlerin yaşayış tarzları, iyi veya kötü akıbetleri kelimesi kelimesine asırlârca evvel Kur'ân-ı Kerim'in haber verdiği gibi çıkmıştır. İşte, Hz. Sâlih (as), Hz. Lut (as) ve Hz. Musa (as) gibi peygamberler, işte onların kavimleri ve işte herbiri başlı başına birer ibret meşheri olan meskenleri!..

Kur'ân'ın, geçmişe dair verdiği haberlerin katiyyet ve doğruluğu kadar, geleceğe ait ihbarâtı da o ölçüde önemli ve başlı başına bir mucizedir. Mesela, senelerce evvel Mekke'nin fethedileceğini ve Kâbe'ye emniyet içinde girileceğini,İslâm'ın bütün bâtıl sistemlere galebe çalacağını da ilân etti. Kezâ, o gün Romalılar karşısında savaş galibi görünen Sâsânilerin yenileceğini ve aynı zamanda, Bedir gâlibiyetiyle Müslümanların da sevineceğini,duyurmuşdu; vakti gelince Kur'ân'ın haber verdiği gibi çıktı.

Şimdi dönüp şunları soralım:

mektebin, medresenin, kitabın bilinmediği o cahil dönemde okuma yazma bilmeyen biri canlılarda sütün meydana geliş keyfiyetini kimden öğrendi?

- Rüzgârların aşılayıcı olduğunu, nebatât ve bulutları telkih ettiğini, yağmur ve dolunun meydana gelme noktalarını nasıl bilebildi?

- Yerkürenin elips olduğunu O'na kim öğretti?

- Mekân genişlemesini hangi rasathanede ve hangi dev teleskoplarla tesbit edebildi?

- Atmosferin yapı taşlarını ve yukarılara doğru çıktıkça oksijenin azlığını hangi laboratuvarda öğrendi?

- Hangi röntgen şualarıyla cenînin anne karnında geçirdiği safhaları aynı aynıya tesbit etti?

- Sonra da bütün bu bilgilerin en ince ayrıntısını bilip, bir ilim adamı edasıyla, tereddüdsüz, fütursuz ve kendinden gayet emin bir tarzda muhatablarına anlattı?..


Sorularla İslamiyet

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

4 Mart 2014 Salı

277.CENNET İLE MÜJDELENENLER – 9 EBU UBEYDE BİN EL-CERRAH (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Asıl adı Amir bin Abdullah bin Cerrah’tır. Kureyş kabilesinin Fihr oğullarındandır. Nesebi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in nesebi ile Fihr’de birleşir. Annesi Ümeyye bintü’l-Haris’tir.Tabakat 3/297, İbnu’l-Esir Üsdü’l-Gabe 3/84

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) Ebu Bekir’in davetiyle aynı gün Müslüman olan beş kişiden birisi olarak ilk Müslümanlardandır. Diğer dört kişi Osman bin Maz’un, Ubeyde bin Haris, Abdurrahman bin Avf ve Ebu Seleme bin Abdi Esed’dir.Tabakat 3/298

Önce Habeşistan’a, oradan da Medine’ye hicret edenlerdendir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine’de onunla Sa’d bin Muaz (Radiyallahu Anh)’ı kardeş ilan etmiştir.Cevamiu’s-Sire 112, el-İsabe 4/111

Cennetle müjdelenenlerden olan Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) kahramanlığı ve komutanlığı ile tanındığı kadar Emin’ül-Ümme Ümmetin Emini lakabıyla da meşhur olmuştur.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun için:

“Her ümmetin güvendiği emin bir kimsesi vardır. Ey ümmet! Bizim eminimiz de hassaten Ebu Ubeydetü’bnü’l-Cerrah’tır”buyurmuştur.Buhari 3524, Müslim 2419/53

Esasında ashabın hepsi emanet ve adillikte yüksek mertebededir. Ancak bir vasıf her insanda aynı derecede bulunmaz. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de, eminlik vasfının ashabı içinde en fazla Ebu Ubeyde’de temayüz ettiğini böyle ifade etmiştir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Ümmetimin, ümmetime karşı en merhametlisi Ebu Bekir, Allah’ın emri hususunda en şiddetlisi Ömer, haya bakımından en doğrusu Osman bin Affan, haram ve helali en iyi bileni Muaz bin Cebel, feraizi (miras paylarını) en iyi bilen Zeyd bin Sabit ve en iyi kıraat alimi Ubeyy bin Ka’b’dır. Her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini de Ebu Ubeyde’dir” buyurmuştur.Tirmizi 4041

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) Bedir’den itibaren bütün gazalara katılmış büyük bir mücahittir. Taberani’nin Abdullah bin Şevzeb’den rivayet ettiğine göre, Bedir Gazası’nda müşriklerin safında çarpışan babasını öldürmüştür. İslam tarihinde buna benzer olaylar çoktur. Mesela Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) oğlu ile, Mus’ab bin Umeyr (Radiyallahu Anh) kardeşiyle, Ömer (Radiyallahu Anh) dayısıyla çarpışmıştır. Allah-u Teâlâ, Ebu Ubeyde’nin babasını öldürmesi üzerine:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Rasulü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.
Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş ve onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Onlar Allah’ın tarafıdırlar ve iyi bilin ki kurtuluşa erecekler de Allah’ın tarafı olanların ta kendileridir.”
Mücadele 22. ayetini indirmiştir.İbni Kesir Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsiri 14/7793

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) Uhud Savaşında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çıkarırken iki ön dişi kırılmıştır.
Tabakat 3/298

Cabir (Radiyallahu Anh)’ın rivayet ettiğine göre, Ebu Ubeyde’nin kumandanlığında keşfe gönderilen üç yüz kişilik sahabe birliğinin iki dağarcık hurması bulunmakta, bütün gün her bir kişi tek bir hurma ile idare etmekteydi.

Bu hurmalar bitince Habat denilen dikenli ağacın yapraklarını ve yemişlerini yediler. Bu sebeple bu gazaya ‘Habat Gazvesi’ denir. Müteakiben Allah (Azze ve Celle) sahile Anber denilen bir balık attı da bu balığın eti ile on beş gün karınlarını doyurdular.

Bu balığın kaburga kemiklerinin altından deveye binmiş uzun boylu bir süvari kemiğe dokunmadan geçmiştir.Buhari 4055

Bu örnek olay, sahabenin hangi zor şartlar ve yokluk altında cihada çıktığının bir örneğidir. İbni Hacer, Musa bin Ukbe’den şöyle rivayet etmektedir:

Amr bin As, Zatü’s-Selasil bölgesinde takviye güç isteyince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), içlerinde Ebu Bekir ve Ömer’in de bulunduğu bir birliği Ebu Ubeyde’nin komutasında Amr’a yardıma göndermiştir.

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) hicretin 9. yılında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından ‘Emin’ül-Ümme’ diye övülerek Necran Hristiyanlarından cizye almaya ve Yemenlilere İslam’ı ve sünneti öğretmeye memur edildi.Müslim 2419/54, Buhari 3524

Mekke Fethi’nde, Taif Muhasarası’nda, Veda Haccı’nda hep Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanında bulunmuştur. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra meydana gelen Benu Saide sakifesi olayında Ensar:

−Bizden bir emir, Muhacirlerden bir emir olsun dediğinde, Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’ın, yanında bulunan Ömer ile Ebu Ubeyde’nin ellerinden tutarak:
−Bu ikisinden birine bey’at edin dediği iki kişiden birisidir. Bilindiği gibi bu teklifi Ömer (Radiyallahu Anh) kabul etmeyerek Ebu Bekir’e bey’at etmiş ve Müslümanlar da onu takip etmişlerdi.
Buhari 3429

Ebu Ubeydetu’bnu’l-Cerrah (Radiyallahu Anh), Ebu Bekir ve Ömer (Radiyallahu Anhuma)’nın hilafetleri döneminde cihad hareketlerinde bulunmuş, Şam bölgesi fetihlerinde, Bizan, Taberiye, Ba’l-Bekke, Humus, Hama, Seyre, Lazkiye, Halep, Antakya ve Delul bölgelerinin fetihlerine çoğunlukla kumandan olarak, bazen de Halid bin Velid (Radiyallahu Anh)’ın komutası altında katılmış ve aldığı yerlerde halka karşı uyguladığı adalet ve gösterdiği şefkat bölge sakini olan Hristiyan Bizanslıları hayran bırakmıştır.

Ebu Bekir (Radiyallahu Anh), Şam bölgesi için dört ayrı birlik hazırlayıp göndermiş ve onlardan birinin başına Ebu Ubeyde(Radiyallahu Anh)’ı tayin etmiştir. Daha sonra Ömer (Radiyallahu Anh)’ın onu Şam bölgesindeki bu dört ordunun başına emir tayin etmesiyle ‘Emir’ul-Umera’ Emirler Emiri olarak adlandırılan ilk kişi olmuştur.

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) Şam emiri iken hicri 17. yılın sonunda Suriye, Mısır ve Irak’ı ‘Amvas Taunu’ diye tarihe geçen veba salgını istila etmiş, birçok sahabi bu salgında vefat etmişti. Ömer (Radiyallahu Anh) Ebu Ubeyde’ye Şam’dan ayrılması için ısrar etmiş, ancak o Mü’minlerin Emiri’ne yazdığı cevapta:

−Ben Müslümanların ordularından bir ordunun içindeyim ve onların başına gelen musibetten kendi nefsime rağbet edecek değilim demiş, Şam’ da kalmaya ısrar etmişti. Nitekim malum taun ona da bulaşmıştı.Hakim 3/263

Bu ümmetin emini olan Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) zühd ve takva sahibi, cesur bir savaşçı, adaletle hükmeden bir emir ve itaatkâr bir sahabidir. Diğer birçok sahabi gibi o da fetihler sonunda ele geçirilen mal ve mülke rağbet etmeyerek sade bir hayat sürdü.

Ömer (Radiyallahu Anh), Şam’da Emirler Emiri’yken onun odasına girmiş, odada bir keçe, bir su kırbası ve birkaç kırıntı yiyecekten başka bir şey olmadığını görünce ağlamış ve:

−Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi demiştir.

Aşere-i Mübeşşere’den olan Ebu Ubeydetu’bnul-Cerrah (Radiyallahu Anh) sadece 14 hadis rivayet etmiş, bunlardan birisini Müslim Sahihi’ne almıştır. Sürekli Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile bulunduğu ve ondan sonra da hayat sürdüğü halde bu kadar az hadis rivayet etmesi, hadis rivayetinin büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde oluşundan kaynaklanmaktadır.

Kendisi gibi mukillin az rivayet eden ashabın birçok büyüğü, daha ziyade sünneti yaşayarak canlı bir numune olmaya önem vermişler, sünneti anlatma sorumluluğunu ise daha ehil arkadaşlarına bırakmışlardır.

Vebaya yakalanan Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) vefatına yakın, maiyyetine şöyle vasiyet etmiştir:

−Size bir vasiyetim var, kabul ederseniz hayra erersiniz:
1) Namazınızı kılın,
2) Orucunuzu tutun,
3) Zekatınızı verin,
4) Haccı ifa edin,
5) Birbirinizi gözetin,
6) Emirlerinize itaat edin ve onları aldatmayın.
7) Dünya sizi aldatmasın. Bir insan bin sene de yaşasa akıbeti şudur ki; Allah (Azze ve Celle) insanların alnına ölümü yazmıştır. İnsanların en akıllısı Allah (Azze ve Celle)’ye en çok itaat eden, ahiret için en çok çalışandır.”

Taberi, Riyazu’n-Nadira fi Menakibi’l-Aşra li’l-Muhib 2/423, 424

Emirler Emiri Ebu Ubeydetü’bnül-Cerrah (Radiyallahu Anh), bu Amvas taunu sebebiyle hicri 18. yılda 58 yaşında olduğu halde Şam bölgesinde vefat etmiş ve daha yaşarken müjdelendiği muttakilerin ebedi saadetgahına kavuşmuştur.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve
sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

3 Mart 2014 Pazartesi

276.ÖZGÜRLÜK ADI ALTINDA GERÇEK KÖLELİK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İslâm dışı inanç ve düşünce sistemleri , özellikle modern kültür, insanı “özgür varlık” olarak tarif eder. Modernitenin hayatın temeline yerleştirdiği en temel kavramlardan birisidir “özgürlük.”

“Hevasını ilâh edinen kimseyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağını ve kalbini mühürleyip, gözüne perde çekmiştir. Artık onu Allah’tan başka kim hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?” (Câsiye, 23)

Bu ayette anlatılan kişinin belirgin bir özelliği var: Heva ve heveslerini, yani nefsî ve şeytanî arzuları ilâh edinip, onlara kulluk kölelik etmek.

Ayette anlatılan kişi ise, içinden her geçeni, aklına her geleni yapacak kadar özgür. Ama kendine tutsak. Bu duruma o ve onun gibiler “özgürlük” diyor. Bu durum onu, gerçek ve tek İlâh’a boyun eğmekten alıkoymuş, nefsini ve şeytanı ilâh edinmeye sevk etmiştir. Özgürlük adı altında gerçek kölelik…

Anılan ayet son derece ilgi çekici bir noktayı dikkatimize sunmaktadır: Bu kimse bu durumu, “bir ilim” üzere yaşamaktadır. Müfessirler ayetteki “alâ ilmin” ifadesinin birkaç şekilde anlaşılabileceğine dikkat çeker:

1. Allah Tealâ’nın, ezelî ilmiyle, bu kişinin gerçek yüzünü ve geleceğini bilmesi, “hak ettiği için” kendisini saptırması.

2. Bu kişinin, kendisine hakikatin bilgisi ulaştığı halde, ona kulak asmadığı için saptırılması.

3. Bilgisini esas alarak sapması. (İbn Kesîr, 4/191; Elmalılı, 6/4321)

Bu anlamların hepsi birbirini teyit eder. Ancak üçüncüsü hayli ilgi çekicidir: Bilgide ulaştığı seviyenin başını döndürmesi sebebiyle sapmak… Elmalılı merhumun da altını çizdiği gibi, filozofların birçoğunun durumu böyledir.

Modern dönemde üretilen “bilimsel bilgi”nin her şeye hakim konuma taşınması, insanın bilgisi sebebiyle sapıtmasının temelinde yatan en önemli unsurdur. Modern insan bu sebeple aklının ermediği, gözünün görmediği her şeyi inkâr etmeyi “bilimsellik” zannetmektedir. Yaratıcı, melek, vahiy, ölüm sonrası hayat… gibi gayb ve gaybiyyatın inkârı da bundandır; Din’in emir, yasak ve yönlendirmelerine burun kıvırmasının sebebi de budur.

Şüphesiz insanın kendi ilmini, bilgisini bu derece merkeze koyan kimse, hevasını ilâh edinmiştir.

Batılı insan, Aydınlanma denen süreçle birlikte insan aklını ve bilgisini mutlaklaştırmaya başlamıştır. Bu da dinden (Hristiyanlık’tan) uzaklaşmak manasına gelir. Aklın kavrayamadığı, gözün göremediği ve elin tutamadığı her şeyin inkârı, sonunda ortaya modern insan tipini çıkardı: Dinin (Kilise Hristiyanlığının) baskıcı tutumundan kurtulan, hayatı sadece kendi istediği gibi dizayn etme özgürlüğünü elde eden, dünya hayatını her şeyin üstünde tutan “seküler insan”dır bu.

Modern seküler insan için her şey dünya hayatından ibarettir. Allah korkusu, ahiret inancı, sorgusu-suali olmayan bu hayat tarzında her şey kazanmaya ve harcamaya endekslidir. Yani insan ne kadar çok kazanıyor ve ne kadar fazla harcıyorsa o kadar makbul bir hayat yaşıyor bu anlayışa göre. Her şeye rağmen çok kazanmak, çok harcamak ve nasıl yaşayacağına sadece kendisi karar vermek… İşte “özgürlük” kavramına modern dünyada yüklenen anlam!

Bu oldukça tabii bir durum. Zira Batı’da Kilise’nin insan aklına, özgürlüğüne ve bilimsel faaliyetlere nasıl zincirler vurduğunu, ambargolar koyduğunu biliyoruz. Kilise karşısında verdiği “özgürlük mücadelesi”nin sonucunda onun baskısından kurtuldu Batılı insan. Daha doğrusu ona bir sınır çizdi ve bu sınırlar içine hapsetti.

Ancak bu, Batılı insanın gerçek anlamda “kurtulduğu” anlamına gelmiyor. Zira Kilise’nin egemenliğine son veren Batılı insan, onun yerine nefsin egemenliğini koydu. Adına da “özgürlük” dedi. Yani Batılı insan bir yanlıştan kurtulayım derken bir başka yanlışın içine düştü. Hevayı nefsine kulluk etmeyi, Kilise’nin kölesi olmaya tercih etti.

Bunu bir ölçüde normal karşılamak gerekiyor. Çünkü Batılı insan için ya Kilise’nin egemenliği söz konusudur ya da nefsin egemenliği. O, vahyin ve tek hakikatin, yani İslâm’ın kılavuzluğundan habersiz olduğu için ya birini (Kilise’yi), veya diğerini (nefsani hevayı) tercih etmek durumunda kalıyor.

Peki Hakikatin şahitleri olması gereken müslümanlara ne oluyor? Yeryüzünde hakkı ve hakikati temsil etmesi gereken onlar, “modernleşme” adı altında Batılı insanın yürüdüğü yolu yürümeyi ve onun düştüğü uçurumdan düşmeyi niçin “olmazsa olmaz” bir durum olarak görüyor?

Müslümanları bu duruma iten nedir? Kalbimizi hangi düşünceler bulandırıyor da kendimizi diğer din mensuplarıyla, dolayısıyla İslâm’ı diğer dinlerle eşitlemek anlamına gelen davranış ve fikirleri benimsiyoruz?

Özellikle son çeyrek asır içinde Müslümanlar arasında, bu eğilimin hızla yayılmakta olduğunu görüyoruz: Yasaksız bir din anlayışı!

Bu öyle tehlikeli bir virüs ki, adeta müslümanlığımızın içini boşaltıyor. Müslümanlıktan vazgeçmiyoruz ama seleflerimizin yaşadığı müslümanlığa da pek benzemiyor bizimki!

“Ekonomik hayatta var olmak için ekonominin kurallarına göre oynamak gerekir” gibi şeyler söylemeye yani liberalleşmeye başladık.. Bu çerçevede vahşi kapitalizmin “ekonominin gerçekleri” olarak dayattığı ne varsa benimsiyor, Din’den de bunlara fetvalar arıyoruz.

Yüce Kitabımız’da “hudûdullâh: Allah’ın sınırları” tabiri birkaç yerde geçmektedir. Oruç hükümlerinin (Bakara, 187), boşanmayla ilgili bazı hükümlerin (Bakara, 229-230; Mücâdile, 2-4; Talâk, 1), Miras taksimatının (Nisâ, 12-13) söz konusu edildiği ayetlerin sonunda, “İşte bunlar hududullahtır” (Allah’ın tayin ettiği sınırlardır) buyurulur.

Hududullahın Kur’an’da bu bağlamlarda zikredilmiş olması, onun sadece buralara özgü bir kavram olduğu anlamına gelmez. O, Allah Tealâ’nın ve Rasul-i Zîşan s.a.v. Efendimizin emir, yasak, teşvik, yönlendirme, sakındırma… içeren bütün hükümlerini içine alan bir kavramdır. Çünkü “hudûdullâha riayet”, müminlerin ayırt edici vasfı olarak yine bizzat Yüce Kitabımız tarafından dile getirilmiştir:

“Allah mü’minlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cenneti vermek üzere satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vaad etmiştir. Vaadini Allah’tan ziyade yerine getirebilecek kimdir? Artık yapmış olduğunuz o alışverişten dolayı size müjdeler olsun! İşte bu büyük bir kazançtır. Onlar, tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükûa varanlar, secdeye kapananlar, marufu emredip münkerden sakındıranlar ve hududullahı muhafaza edenlerdir. Müjdele o müminleri.” (Tevbe, 111, 112)

Efendimiz s.a.v. bu durumu 1400 yıl önce haber vermiş ve şöyle buyurmuştu: “Sizden öncekilerin yoluna karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğinden girse, siz de gireceksiniz.” (Buharî, Müslim)

Şüphesiz bu Nebevî beyan, sadece müslümanların tutulduğu hastalığı dikkatimize sunmakla kalmıyor, hastalığın kaynağını da işaret ediyor. Bizim hastalığımız, bizden önceki din mensuplarının, yani yahudi ve hıristiyanların tutulduğu hastalığın aynısı.

Onlara ait kavramları bilinç dünyamıza sokma ve hayatı onlar gibi algılama ısrarımız, dinimizle ilişkimizi de onların kendi dinleriyle ilişkisine benzetiyor. Bireysel özgürlüklerle çatışma teşkil etmeyen bir din arayışı içine giriyoruz. Yasaksız, haramsız, sıkmayan bir din istiyoruz.
“Allah’tan korkulmaz, Allah sevilir!” diyoruz mesela. Bize bunu dedirten, Allah Tealâ’nın hilmine, bağışlayıcılığına, affediciliğine vurgu yaparak, O’nun azabını ve gazabını ruh ve tefekkür dünyamızdan uzaklaştırma isteğinden başka bir şey değildir. Zira O’nun gazabını davet eden pek çok şey artık hayatımızın ayrılmaz birer parçası olmuştur. Onlardan vazgeçmektense, Kur’an ve Sünnet’in bize tanıttığından farklı bir Allah tasavvur etmeye yöneliyoruz. O’nu hep affeden, kullarının hiçbir günahını önemsemeyen, “celâl” sıfatları olmayan bir ilâh olarak anlamak ve kabul etmek işimize geliyor.

İslâm’ın her bakımdan kolaylık dini olduğunu söyleyip durmamız da bu yüzden. Bu sebeple Fukahanın dini zorlaştırdığını söyleyen araştırmacıları ve akademisyenleri çok seviyoruz. Oysa, “Kulları içinde Allah’tan, ancak alimler hakkıyla korkar.” (Fâtır, 28) ayeti bize bu tarz bir “sevgi ilâhı” tasavvurunun cehaletten kaynaklandığını haber veriyor.

Bir şey daha söylüyor bu ayet: O beğenmediğiniz fakihler Allah’ın dinini ne olduğundan kolay, ne de olduğundan zor göstermeye yeltenmeyecek ölçüde Allah’tan korkan kimselerdi. Onların dünya ile ilişkilerinin bizimkiyle kıyas kabul etmeyecek kadar müslümanca olduğu ise çok açıktır.

Bizden öncekilerin yoluna karış karış, arşın arşın uyarak, Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek, müslümanlığı dönüştürmek isteyenleri ikaz etmek hem bir görev, hem de sorumluluktur.

Sorumluluktur; zira bu din Allah’ındır ve O nasıl yaşanmasını istemişse öyle yaşanacaktır. Müslümanın en temel vasfı olan emr-i ma’ruf -nehy-i münker çerçevesinde, bu yolun sonunun çıkmaz olduğunu söylemek durumundayız.

Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:

“Hududullahı muhafaza eden kimseyle çiğneyen kimse şunlara benzer: Bir topluluk bir gemiye biner ve bir kısmı geminin üst katını, bir kısmı da alt katını kullanmak üzere anlaşırlar. Alt katı kullananlar suya ihtiyaç duyduklarında üst kattakilere giderek şu teklifi yaparlar: ‘Siz üst kattakileri rahatsız etmeden, sadece kendi bulunduğumuz bölgede küçük bir delik açarak su alsak nasıl olur?’ Eğer onlara izin verirlerse, hep birlikte helak olurlar. Mani olmaları halinde ise hep birlikte kurtulurlar.” (Buharî, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel)

Gerekçe ne olursa olsun, hangi kavramlar kullanılarak yapılırsa yapılsın, tahrif tahriftir. Hz. Musa a.s.’ın tebliğ ettiği dini Yahudiliğe, Hz. İsa a.s.’ın dinini Hristiyanlığa dönüştürenler de buna benzer bir anlayışla hareket etmişlerdi. O yüce peygamberlerin getirdiği hak dini zamanlarına uymuyor, rahatlarını bozuyor diye yahut zahmetli ve meşakkatli buldukları için tahrif etmiş, aslından uzaklaştırmışlardı.

Şimdi bir kısım müslümanların yaşadığı da buna benzer bir durum. Dünya hayatını mutlaklaştırmanın, hevayı- nefsi rehber edinmenin kaçınılmaz sonu bu.

Yüce Kitabımız bizi bakın nasıl uyarıyor: “Ey insanlar! Rabbinizden ittika edin(sakının) ve bir günden korkun ki, baba evladına hiçbir bir fayda veremez. Evlat da babasına herhangi bir fayda sağlayamaz. Şüphe yok ki, Allah’ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi sakın aldatmasın ve sakın o mağrur (şeytan) sizi Allah(ın bağışlayıcılığın)a güvendir(erek helaka sürükle)mesin.” (Lokman, 33)


E.Sifil


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

1 Mart 2014 Cumartesi

275.CENNET İLE MÜJDELENENLER-8 SAD BİN EBİ VAKKAS (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Ebu Vakkas lakaplı Malik bin Vehb’in oğludur. Nesebi Kilab bin Mürre’de Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birleşir. Sa’d’ın babası, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in annesi gibi Zühre oğullarındandır ve onunla amca çocuklarıdır. Dolayısıyla Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh), Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in:

“İşte bu benim dayımdır, kimin böyle bir dayısı varsa göstersin!” dediği gibi dayısı sayılır.Tirmizi 3998

İslamiyeti kabullenen yedinci kişi olup Müslüman olduğunda 17 yaşındaydı. Kendisi Aşere-i Mübeşşere’den ve Ömer(Radiyallahu Anh)’ın halife tayini için seçtiği altı kişilik şuradandır. Ömer (Radiyallahu Anh) bu şura heyetine:

“Eğer halifelik işi Sa’d’a verilirse isabet olur. Yok verilmezse halife olacak zat Sa’d’dan yardım istemekten geri durmasın” demiştir.Buhari 3464

Künyesi Ebu İshak olan Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) kendi ifadesiyle “Allah yolunda ok atmış olan mücahitlerin ilkidir” Bu şöyle olmuştur:

Hicretin ilk yılında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından bir müfreze, Ebu Süfyan idaresinde Şam’dan dönen bir ticaret kervanının üzerine gönderildi. Bu, Mekke müşrikleri ile Muhacir Müslümanların ilk karşılaşması idi. Bu ilk karşılaşmada da, ilk oku Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) atmış ve tarihe geçmiştir.Buhari 3510

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) hicret etti, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Bedir’den itibaren bütün savaşlara katıldı. Özellikle Uhud’da büyük yararlılıklar gösterip Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i attığı oklarla koruyan ve:

“At, ey Sa’d! Anam babam sana feda olsun” övgüsüne mazhar olmuştur.Buhari 3509, Müslim 2411/41

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) Irak’ın fatihi ve aynı zamanda Sa’sani Devleti’ni ortadan kaldıran meşhur Kadisiye savaşının muzaffer kumandanıdır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in muhafızlarındandır.Müslim 2410/39

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh), Ömer (Radiyallahu Anh) tarafından Kufe’ye emir olarak atanmış, acemleri buradan çıkararak Kufe’yi şehir haline getirmiştir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından hakkında:

“Allah’ım! Sana dua ettiği vakit, Sa’d’ın duasını kabul buyur” diye duada bulunulması sebebiyle duası kabul olunan birisiydi.Tirmizi 3997

Kufe ehlinin bazısı Sa’d’ı halife Ömer (Radiyallahu Anh)’a şikayet etmişlerdi. Ömer (Radiyallahu Anh) meseleyi tahkik için birkaç kişiyi Kufe’ye gönderip ahaliden Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh)’ın halini sordurdu. Halkın hepsi onun için övgülerde bulundu. Usame bin Katade isimli birisi ise:

“Sa’d bin Ebi Vakkas ordunun başına geçip harp etmez, ganimeti eşit dağıtmaz ve hükmettiğinde adaletli hükmetmez” dedi. Bunun üzerine Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh):

−“Ey Allah’ım! Bu kulun yalancı ise, ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve fitnelere uğrat” diye aleyhine dua etti. Sonraları bu adamın kendisi:

−“Kocamış, fitnelere uğramış birisiyim” derdi. Ravi Abdulmelik onun hakkında şöyle dedi:

−“Sonraları onu ben de gördüm, yaşlılıktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu halde yollarda rast geldiği cariyelere sataşır, onları çimdiklerdi.”Buhari 764

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) hakkında birçok ayet inmiştir:

1) Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) Müslüman olunca annesi, dininden dönmedikçe onunla konuşmayacağına, yemeyeceğine ve içmeyeceğine yemin etti. Bu halde üç gün geçince açlıktan bayıldı. Böyle olunca Umare isimli oğlu annesine su içirdi. Müteakiben annesi Sa’d bin Ebi Vakkas’a beddua etmeye başladı. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle):

“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar seni hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin…” Lokman 14 ve 15mealindeki ayetleri inzal etti.Müslim 2412/43

2) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) büyük bir ganimet malı ele geçirmişti. Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) onların içinde bir kılıç görmüş ve onu kendisine hediye etmesi için Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rica etmiş, buna kızan Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), kılıcı yerine götürmesini emretmişti. Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) kılıcı götürmüş, ancak kılıcın cazibesine dayanamamış ve tekrar geri getirerek aynı ricayı tekrarlamıştı. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha şiddetli bir tarzla kılıcı yerine götürmesini emretti. Müteakiben Allah (Azze ve Celle):

“Sana savaş ganimetlerini sorarlar. De ki, ganimetler Allah’a ve Rasulü’ne aittir…” Enfal 1 mealindeki ayeti inzal etti.Müslim 1748/33

3) Şarabın haram kılınmasından önce Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh)’ı Ensar ve Muhacirlerden bir cemaat içkili bir yemeğe davet etmişti. Yeme içme esnasında Ensar ve Muhacirler hakkında konuşuldu. Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) Muhacirlerin Ensar’dan hayırlı olduğunu söyleyince aralarından birisi onun burnunu yaraladı. Akabinde Sa’d bin Ebi Vakkas, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelip durumu anlatınca Allah (Azze ve Celle):

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha eresiniz.” Maide 90 mealindeki ayetini inzal etti.Müslim 2412/43

4) “Sabah akşam sırf O’nun cemalini dileyerek Rablerine dua edenleri kovma. Onların hesaplarından hiçbir şey sana ve senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Onları kovarsan zalimlerden olursun.” En’am 52mealindeki ayet, Sa’d bin Ebi Vakkas ve İbni Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’nın da aralarında bulunduğu altı kişi hakkında nazil olmuştur.Müslim 2413/45

Ayrıca İslam’da varisler dışında kalanlara vasiyet etme ve bunun ölçüsü Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) sebebiyle caiz ve malum kılınmıştır. Sa’d bin Ebi Vakkas hastalandı, bu hastalığında onun sadece bir kızı vardı. Ziyaretine gelen Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den malının tamamını vasiyet etmek için müsaade istedi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabul etmedi, yarısını sadaka yapmak istedi, onu da kabul etmedi. Malının üçte birini teklif edince kabul etti ve:

“Mirasçılarını zengin bırakman, onları insanlara avuç açar fakirler halinde bırakmandan hayırlıdır” buyurdu ve böylece malın üçte birine kadar vasiyet caiz oldu.Buhari 2584, Müslim 2412/43

Fitne dönemlerinde tarafsız kalarak inzivaya çekilen bu büyük sahabi 271 hadis rivayet etmiş, bunlardan 15’ini Buhari ve Müslim ittifaken, 5’ini Buhari ve 18’ini Müslim münferiden rivayet etmiştir. Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında oğulları ile Aişe, Kays bin Ebi Hazim, Said bin Müseyyeb, Alkame, Ebu Osman ve Mücahid gelir.

Ölüm döşeğinde:

−“Ey oğul, sana benden daha iyi öğüt vereni bulamazsın.

1) Namaz kılmak istediğinde güzelce abdest al ve o son namazınmış da, başka namaz kılamayacakmışsın gibi namaz kıl.
2) Tamahkârlıktan kaçın, çünkü o peşin fakirliktir.
3) Kanaatkâr olmaya bak, çünkü o zenginliktir.
4) İş ve sözlerinde dikkatli ol. Sonradan özür dilemek zorunda kalacağın her şeyden kaçın.
5) Hayırlı olduğuna inandığın işi yap.” Şeklinde nasihat etmiştir.Mu’cemu’l-Kebir 1/142

Bu yüce sahabi hicri 55 senesinde 80 yaşını aşmış olduğu halde Medine dışında Akik mevkiinde vefat etmiş ve cenazesi buradan omuzlarda taşınarak Medine’ye getirilmiştir. Mü’minlerin Anneleri’nden hayatta olanların da katılımıyla cenaze namazı kılınarak Aşerei Mübeşşere’nin ve Muhacirlerin sonuncusu olarak Cennetü’l-Baki’ye defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

27 Şubat 2014 Perşembe

274.CENNETE GİRDİREN 30 SEBEP

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Cennete girmenizi sağlayacak sebepleri öğrenmek ister misiniz? İşte 30 sebep:


(1) İman ve (2) Salih Ameller İşlemek
Kur’an’ı Kerim’de iman, Allah’ın izniyle cennete ulaştıran sebeplerin en mühimi olarak gelmiştir. Bununla beraber o daima salih amele bitişik olarak anılmış, amelsiz olarak anılmamıştır. Kur’an’da imanın salih amele bitişik olmadan cennete girmeye sebep olduğu zikredilen bir yer neredeyse yok gibidir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“İman edenler ve salih amel işleyenler; işte onlar cennetin sahipleridir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.”
Bakara 82

Bu manadaki ayet ve hadisler bayağı kabarıktır. Teker teker saymak değil de örnek olması açısından şu ayetlere bakılabilir:

Bakara 25, Lokman 8, Kehf 107, Hac 14, 23, 56, Fetih 5, Hadid 12, 21, Tegabun 9, Talak 11, Buruc 11, Beyyine 7, Mü’minun 11, Ankebut 57


(3) Takvalı Olmak
Takvanın tariflerinden en doğru olan: Allah’tan korkmak, Kur’an’la amel etmek, aza kanaat etmek, yolculuk günü için hazırlanmaktır.

Şu da takvanın tariflerindendir:

Allah’tan bir nur üzere, Allah’a itaat etmek, sevabını umup azabından korkarak O’na asi olmayı terk etmektir. Yani: Allah’ın Kitabında ve Nebinin sünnetinde geldiği gibi amel etmektir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz muttakiler cennette ve pınarlardadır.”
Zariyat 15

Cennet, muttakiler için hazırlanmıştır. Yine Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Rabbinizden bir mağfirete, genişliği semalar ve yer kadar olup muttakiler için hazırlanmış olan cennetlere koşun.”Âl-i İmran 132

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanları en çok cennete girdiren şey, Allah’a karşı takvalı olmak ve güzel ahlaktır. İnsanları en çok ateşe girdiren şey ise kişinin ağzı ve zekeridir (cinsel organı).”İbni Mace 4246, Albânî Sahiha 977


(4) Allah ve Rasulüne İtaat Etmek

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kim Allah ve Rasulüne itaat ederse, onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar, kim de yüz çevirirse, ona da elim bir azab ile azabeder.”Fetih 17

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ümmetimin hepsi cennete girecektir. Ancak imtina edenler müstesna!”
Dediler ki:
−Ya Rasulallah! İmtina edenler kimlerdir?
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Kim bana itaat ederse cennete girer. Kim de bana asi olursa o da imtina etmiş olur!’ buyurdu.”Buhari 7143


(5) Allah Yolunda Cihad Etmek

Cihad: Allah yolunda can ve malla savaşarak olur.

 Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allah müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığı cennet olarak satın almıştır. Onlar Allah’ın yolunda savaşırlar, ölürler veya öldürürler. Bu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah’ın üzerine hak bir va’ddir.”Tevbe 111

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Elim azaptan kurtaran bir ticaret üzere size delillik edeyim mi? Allah’a ve Rasulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. İşte bu, eğer bilirseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerinde güzel meskenlere sokar. İşte bu büyük kurtuluştur.”Saf 10, 12


(6) Tevbe
Tevbe, kendinden önceki günahları siler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Günahtan tevbe eden, günahı olmayan gibidir.”İbni Mace 4250

Allah-u Teâlâ ise:
“Ancak kim tevbe eder, iman eder ve salih amel işlerse, işte onlar cennete girerler ve hiçbir şekilde zulme uğramazlar.” buyurmaktadır.Meryem 60


(7) Allah’ın Dini Üzerinde Dosdoğru Olmak
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru olanlar var ya işte onlara korku yoktur, onlar üzülmeyecektir de. Yaptıklarına karşılık onlar cennetin ashabıdır ve onlar orada ebedi kalacaklardır.”Ahkaf 13

Süfyan bin Abdullah es-Segafi (Radiyallahu Anh) dedi ki:
−Ya Rasulallah! Bana İslam’da senden sonra hiç kimseye sormayacağım bir söz söyle dedim.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
−“Allah’a iman ettim de, sonra dosdoğru ol!”Müslim 38/62


(8) Allah İçin İlim Talep Etmek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“…Kim ilim talep etmek için bir yola suluk ederse, Allah ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir kavim Allah’ın evlerinden bir evde toplanır da Allah’ın Kitabı’nı okur ve aralarında onu öğrenirlerse onlara sekinet iner, rahmet onları kuşatır, melekler onların etrafını sarar. Ve Allah kendi yanındakilere onlardan bahseder.”Müslim 2699/38, Ebu Davud 3641


(9) Mescit İnşa Etmek
Osman bin Affan (Radiyallahu Anh) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle buyururken işittiğini bize haber verdi:
“Kim Allah’ın vechini (yüzünü) isteyerek mescit inşa ederse, Allah’da onun benzerini cennette o kimse için bina eder.”
Buhari 545


(10) Güzel Ahlak
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“…Ahlakını güzelleştiren kimseye cennetin en yükseğinde bir eve kefilim.”Ebu Davud 4800


Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanları en çok cennete girdiren şey Allah korkusu ve güzel ahlaktır.”İbni Mace 4246

Birçok şey güzel ahlakın içine girer. Aişe (Radiyallahu Anha)’ya Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ahlakı sorulduğu vakit o:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ahlakı Kur’an idi.” demekle güzel ahlakı özlü bir şekilde ifade etmiştir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizim tek örneğimizdir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki sen yüce bir ahlak üzeresin.”Kalem 3

Allah-u Teâlâ, bu ayetiyle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i övmüştür.

Güzel ahlak nedir ve onu nasıl kazanırız? Bunu öğrenmek için Allah’ın Kitabı’na, Rasulü’nün sünnetine, siretine ve ashabının siretine bakmamız gerekir.

(11) Çekişmeyi Terk Etmek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Haklı da olsa çekişmeyi terk eden kimse için ben cennetin ortasında bir eve kefilim…”Ebu Davud 4800


(12) Şaka da Olsa Yalanı Terk Etmek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“…Şaka da olsa yalanı terk eden kimse için, ben cennetin ortasında bir eve kefilim…”Ebu Davud 4800


(13) Her Hadesten Sonra Abdest Almaya ve Ezandan Sonra İki Rekât Namaz Kılmaya Devam Etmek
Abdullah bin Bureyde (Radiyallahu Anh) babasından şöyle rivayet etti:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün sabah olduğu vakit Bilal’ı çağırdı ve ona şöyle buyurdu:

−‘Ey Bilal! Beni cennete girmekte ne ile geçtin? Ben gece cennete girdim. Önümde senin ayak seslerini işittim.’
Bilal (Radiyallahu Anh) dedi ki:

−Ben ezan okuduğum vakit iki rekât namaz kılarım. Bana hades isabet ettiğinde de abdest alırım.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘İşte bununla beni geçtin’ buyurdu.”Ahmed 23102, Albânî Sahihu’t-Terğib ve’t-Terhib 194


(14) Namaz Kılmak İçin Mescide GitmekEbu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kim mescide akşam veya gündüz giderse, Allah, her gittiğinde cennette onun için meskenler yapar’ buyurdu.”
Buhari 694, Müslim 669/285

İmam Nevevi (Rahmetullahi Aleyh) bu hadisin şerhinde dedi ki:
−Hadiste geçen mesken lafzı, misafire geldiği zaman hazırlanan konaklama yeridir.


(15) Allah İçin Secdeyi Çoğaltmak
Rebia bin Kab el-Eslemi (Radiyallahu Anh) şöyle rivayet etti:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile geceliyor, ona abdest ve ihtiyaç suyunu getiriyordum.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana dedi ki:

−‘Benden dilekte bulun!’
Ben:
−Cennette sana arkadaş olmak istiyorum, dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Bundan başka bir şey var mı?’ buyurdu.
Ben:
−İstediğim budur dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Sen de secdeyi çoğaltarak nefsin üzere bana yardım et’ buyurdu.”Müslim 489/226


(16) Makbu’l-Hac
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kim hacceder, kötü söz söylemez ve günah işlemezse, annesinden doğduğu gibi günahsız olarak döner.”Buhari 1448, Tirmizi 808

Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Makbul haccın cennetten başka karşılığı yoktur.”Ahmed 14489


(17) Her Farz Namazın Arkasından Ayete’l-Kürsi’yi Okumak

Ebu Ümame el-Bahili (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kim, her farz namazın arkasından Ayete’l-Kürsi’yi okursa, kendisi ile cennete girmesi arasına ölümden başka bir şey engel olmaz’ buyurdu.”Nesei Amelu’l-Yevm 100, Albânî Sahiha 972

(18) Her Gündüz ve Gecede Allah İçin On İki Rekât
Nafile Namaz Kılmak

Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kim, bir gün ve gecede on iki rekât namaz kılarsa onun için cennette bir ev bina olunur. Dört öğleden önce, iki sonra, iki akşamdan sonra, iki yatsıdan sonra, iki de sabah namazından öncedir’ buyurdu.”Nesei 1801, 1802, Ebu Davud 1250


(19) Selamı Yaymak, Yemek Yedirmek, Akraba Ziyareti Yapmak ve Gece Namazı Kılmak
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Selamı yayın! Yemek yedirin! Sıla-i rahim yapın! İnsanlar uyurken gece namazı kılın! Selametle cennete girersiniz.”İbni Mace 3251, Ahmed 23845


(20) Sözde Doğruluk, Ahde Vefa, Emaneti Eda, Ferci Koruma, Gözü Sakınma ve Haramdan El Çekme
Ubade bin Samit (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Bana nefisleriniz adına altı şeyi garanti edin, ben de size cenneti garanti edeyim:

1) Konuştuğunuz vakit doğru söyleyin,
2) Va’dettiğiniz vakit vefa gösterin,
3) Emanet verildiği vakit ödeyin,
4) Ferclerinizi (cinsel organlarınızı zinadan) koruyun,
5) Gözlerinizi haramdan sakının,
6) Ellerinizi haramdan çekin’ buyurdu.”
Hakim 8066, Ahmed 22821


(21) Allah’ın Emrettiği Şekilde Namazı Kılmak, Ramazan Orucu Tutmak, Ferci Korumak ve Kocaya İtaat Etmek
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, fercini (cinsel organını) koruduğu ve kocasına itaat ettiği vakit ona:
‘Cennetin hangi kapısından dilersen oradan gir’ denir,’ buyurdu.”
Ahmed 1661, İbni Hibban 4163, Albâni Sahihu’l-Cami 660


(22) Üç Kız Çocuğun Veya Kız Kardeşin Bakım ve Terbiyesini Üstlenmek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi var da Allah’tan korkarak onların bakımını yerine getirirse, cennette benimle şöyledir.”buyurdu ve şehadet ve orta parmağını işaret etti.
Ahmed 12594, Albânî Sahiha 295

Başka bir hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Kim iki kıza bakarsa, o benimle beraber şöyle cennete girer.” buyurdu ve iki parmağıyla işaret etti.Müslim 2631/149, Tirmizi 1981


(23) Çocukların ve Yakınların Ölümüne Sabredip Bu Sabrın Karşılığını Allah’tan Beklemek

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Kim, sulbünden üç çocuğun ölümüne sabredip karşılığını Allah’tan beklerse, cennete girer” buyurdu.

Bir kadın:
−İki de olur mu? dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−“Evet” buyurdu.Müslim 2632/151, Nesei 1871, İbni Hibban 2943

Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
Müslüman eşlerden birinin buluğa ermeden üç çocuğu ölürse, Allah onları fazlı rahmetiyle cennete girdirir.”Ahmed 3534, Nesei 1874

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
şöyle dedi:

‘Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: ‘Mümin bir kulumun dünya ahalisinden yakını ölür de, sabredip karşılığını benden beklerse, benim yanımda onun cennetten başka bir karşılığı yoktur’ buyurdu.”Ahmed 9402, Albânî Sahihu’l-Cami 8193


(24) Yetimin Bakımını Üstlenmek
Sehl bin Sad (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Ben ve yetimin kefili cennette böyleyiz’ buyurdu ve şehadet ve orta parmağı ile işaret etti.”Buhari 6000


(25) Allah İçin Hasta Yahut Din Kardeşi Ziyaret Etmek
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

Kim, Allah için bir hastayı veya kardeşini ziyaret ederse, bir münadi şöyle nida eder: Sen temiz oldun, yürüdüğün yer de temiz oldu. Cennette sana bir yer hazırlandı’ buyurdu.”
Tirmizi 2076, Albânî el Mişkat 5015

Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Kim, hastayı ziyaret ederse, dönene kadar cennetin bahçesinde olur.”Müslim 2568/40


(26) İki Tesbihata Devam Etmek
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘İki haslet var ki, Müslüman bir kul onları muhafaza ederse mutlaka cennete girer. O ikisi kolaydır ancak yapanlar azdır. Her namazın arkasından on kere tesbih, on kere tahmid, on kere tekbir getirirsin. Bunlar dilde yüz elli eder. Mizanda ise bin beş yüz olur. Yatağına girdiğin vakit otuz dört kere tekbir, otuz üç kere tesbih, otuz üç kere tahmid getirirsin. Bunlar dilde yüz eder. Mizanda bin olur’ buyurdu.”

Ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i bunları eli ile sayarken gördüm.
Dediler ki:
−Ya Rasulallah! Nasıl hem onlar kolaydır hem de yapanları azdır?

Tesbih: Subhanallah

Tahmid: Elhamdulillah

Tekbir: Allah-u Ekber

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şeytan sizden birine yatağında gelir tesbihatı söylemeden uyutur. Namazda gelir ve tesbihatı söylemeden önce bir ihtiyacını hatırlatır.”Ebu Davud 5065, İbni Hibban 2018


(27) Alışverişte Müsamahakâr Davranmak
Osman bin Affan (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Müşteri de olsa satıcı da olsa, hüküm veren de olsa hükmedilen de olsa kolaylaştırıcı kimseyi Allah cennete girdirir’buyurdu.”Nesei 4669, Albânî Sahiha 1181


(28) Yoksul Kimseye Müsamaha Göstermek
Huzeyfe bin Yeman (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Bir adam öldü ve cennete girdi.
Ona:
−Sen ne amel ediyordun? denildi. Ya kendi hatırladı ya da hatırlatıldı.
Dedi ki:
−Ben insanlarla alışveriş yapıyordum. Yoksul kimseyi gözetirdim. Sikkede veya nakit parada müsamahakâr davranıyordum. O kimse bu sebeple bağışlandı’ buyurdu.”
Müslim 1560/28, Ahmed 23444

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Bir adam insanlara borç verirdi. Kölesine dedi ki: Yoksul biri geldiği vakit ona müsamahakâr davran. Umulur ki Allah da bize müsamahakâr davranır. O adam Allah ile karşılaştığı vakit Allah da ona müsamahakâr davrandı’ buyurdu.”Müslim 1562/31, Ahmed 7582


(29) Salih Ameller aynı günde bir müslümanda birarada bulunursa Allah’ın fazlıyla Cennete girer
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Sizden kim bugün oruçlu olarak sabahladı?’ dedi.
Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) ben dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Sizden kim bugün bir cenazeyi takip etti?’ dedi.
Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) ben dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Sizden kim bugün bir fakir doyurdu?’ dedi.
Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) ben dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Sizden kim bugün hastayı ziyaret etti?’ dedi.
Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) ben dedi.
Rasullulah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Bir kimsede bu hasletler bir araya gelirse o ancak cennete girer,’ buyurdu.”Müslim 1028/87


(30) Görme Nimetinin Kaybedilmesine Sabretmek

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) den rivayet edildiğine göre:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: Kimin görmesini giderirsem, o kimse de sabredip karşılığını benden beklerse, onun için cennetten başka bir sevaba razı olmam,’ buyurdu.”Tirmizi 2511, 2512

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Şubat 2014 Çarşamba

273.CENAB-I HAK ŞERLERİ HAYR EYLER

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İnsan ne kadar bilgili olursa olsun, onun bilgisi ancak duyu organlarıyla elde ettiklerine bağlıdır. Vereceği kararlar da dış görünüşlere göre olur. Olayların iyi veya kötü olduğu, bunlardan doğacak fayda ve zararları tecrübe ile bilir. Çoğu zaman tecrübeye de imkan bulamaz. Tecrübeye bakıldığında da iş işten geçmiş olur. Kısacası insan, hadiselerin ancak dış yüzünü bilir. Bazen de insanın nefsi, dinen daha uygun olanını sevmez, bazen de bunun tersini sever.

Allah-u Teala ise, herşeyi yaratan kendisi olduğundan herşeyin dışını da içini de bilir. Ve insanların faydasına olan şeyleri emreder, zararına olan şeyleri de yasaklar.

Bu sebeple bütün İslami hükümler insanların arzularına değil yükümlülükten hasıl olacak sonucun iyi veya kötü, hayırlı veya hayırsız, faydalı veya zararlı olmasına dayanmaktadır. 

İnsan varoluş gayesi itibarıyle faydalı olan bazı şeyleri arzulayabilmekte, hatta bunlara karşı direnebilmekte, zararlı olanları da bazen şiddetle, ısrarla isteyebilmekte, engellenmeye karşı direnebilmektedir. Hikmetten yeterince nasip almamış ve olgunlaşmamış nefis, bu durumda iken kendine ağır gelen yükümlülüklerle eğitilmeli, aklın, hikmetin ve ahlakın eksenine çekilmelidir.

Allah-u Teala'nın emrettiği bir şey görünüşte hoş olmasa da gerçekte hoştur.Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

.... fakat olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz birşeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.(Bakara 216)

O halde biz elimizden geldiği,gücümüzün yettiği kadar faydalı işler yapmaya, durumumuzu düzeltmeye, kötü sonuç doğuracak işlerden kaçmaya, tehlikelerden sakınmaya çalışmalıyız.

Fakat, başımıza bir olay geldiği, hoşumuza gitmeyen, bizi üzen bir olayla karşılaştığımız zaman da kendimizi üzüntü girdabına atmak yerine sabretmeli, işin sonunu beklemeliyiz.

Allah-u Teala'nın takdiri ne şekilde tecelli ederse etsin, mutlaka hakkımızda hayırlıdır.

Şayet Allah cc sana istediğin bir şeyi vermiyorsa, seni zengin etmiyor, fakir yaşatıyorsa, seni çocuksuz yapmışsa veya çok sevdiğin bir şeyi elinden almışsa üzülme, sabret; bu hoşuna gitmeyen işlerin içinde senin için kimbilir nice faydalar vardır! Ya bu vesile ile sana ileride çok faydalı şeyler verecek, yahut seni bu olaylarla deneyip ruhunu olgunlaştıracak, manevi dereceni yükseltecektir.

Olaylarda Allah-u Teala'nın hikmetleri vardır. İnsanın kötü gördüğü birçok şey, aslında iyidir. Ancak içyüzünü bilmediği için insan onu şer sanır. Bu bakımdan başa gelen olayları, O'nun hikmetine havale edip sabretmeli ve sonunda onun hayırlı olacağını düşünmelidir. Bu bakımdan içyüzünü bilmediğimiz bir olay, bir mesele ile karşılaştığımızda, duygusallıktan uzak kalıp onun içyüzünü öğreninceye kadar, bir hüküm vermemek en isabetli yoldur. Bu gibi hususlarda hissimizle değil, aklımız ve imanımızla çözüm aramalıyız.

Karşımıza çıkan bir kazanın hayırlı olacağını, iyi sonuç vereceğini düşünmemiz, ilahi takdire teslimiyetin ifadesidir. 

Çünkü Allah-u Teala hiç bir zaman haksızlık yapmaz. O'nun her yaptığında mutlak hayır vardır.

M.Talu

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

25 Şubat 2014 Salı

272.EHL-İ SÜNNETİN GÖRÜŞLERİ MUTLAK DOĞRU GÖRÜŞLER Mİ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

- Ehl-i sünnet ekolü, kendi arasında farklı görüşlere sahip insanların yer aldığı bir camiadır. Daha önce on iki mezhepten oluşuyordu. Bu kadar büyük gruplardan oluşan bir ekolün -camia olarak- yanlış yapma ihtimali çok azdır. Halbuki diğer gruplar azınlığı temsil etmektedir. Bunların yanlış yapma ihtimali çok daha fazladır.

- Bir hadiste "Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'sevâdu'l a'zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim." (İbn Mâce. Fiten. 8) buyurulmuştur.

Sevâdu'l-a'zam:
Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir. (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, II, 419). Alimler, ehlisünnet ve cemaatin doğru bir çizgide olduğuna delil olarak bu hadisi zikrederler.

- İslam literatüründe ehl-i sünnet ekolü, Fırka-i Naciye olarak da kabul edilmektedir. Bu da onların genel olarak doğru bir çizgide olduklarını -şayet varsa- hatalarının bağışlanabilen türden olduğunu gösterir.

- Hadiste bu fırka “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu çizgiyi takip edenler.” (Tirmizi, iman; 18) olarak tarif edilmiştir. Demek ki, ehl-i sünnetin çizgisi, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde şekillenen, sahabelerin de görüşlerini yansıtan bir konumdadır. Tarihî realiteler de böyle cereyan etmiştir.

- İtikadî noktada İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun intisap ettiği ehli sünnetin Eşarî ekolünün kurucusu, Ebu’l-Hasan el-Eşarî’nin Mutezile Mezhebi'ni bırakıp ehl-i sünnet camiasına girmesi ve hayatı boyunca Mutezile ile mücadele etmesi, ehl-i sünnetin haklılığını gösteren diğer bir delildir.

- Mutezilenin hiçbir görüşü doğru değil, demek büyük bir haksızlık olur. Çünkü, her batıl doktrinde de bir veya bir çok dane-i hakikat bulunur.

- Eğer söz gelimi mütezilenin bir görüşünün -kitap ve sünnete göre- daha doğru olduğuna kanaat getiren bir kimsenin onu benimsemesinde bir sakınca olmasa gerektir.

- Yalnız şu nokta önemlidir:
Ümmetin büyük çoğunluğunu teşkil eden, en büyük dahi alimleri içinde barındıran, Kur’an ve Sünnet çizgisini yol haritası olarak benimseyen ehli sünnetin çizgisini takip etmek, marjinal grupların arasına girip kendini riske sokmaktan çok daha mantıklı bir yoldur. Büyük cadde dururken, izbe yollara sapmanın bir manası yoktur.

Abdulkâdir el-Bağdâdi'ye göre, ehli sünnet sekiz zümreden meydana gelmektedir:

1- Ehl-i bid'atın hatalarına düşmeyen kelâm âlimleri,
2- Sevri, Evzâî, Dâvûd ez-Zahiri dahil büyük müctehid fakihler ve mensupları,
3- Muhaddisler,
4- Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf,Nahv, lugat ve edebiyat âlimleri,
5- Ehl-i sünnet görüşüne sadık kalan kıraat imamları ve müfessirler,
6- Müteşerrî Sufiyye, yani şeriate bağlı tasavvuf ehli,
7- Ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan müslüman mücahidler,
8- Ehl-i sünnet akîdesinin yayıldığı memleket ahalisi (el-Bağdâdı, el-Fark beynel-Fırak, s.313-318; Bekir Topaloğlu, a.g.e., s.109-110).

İslâm dünyasının büyük bir çoğunluğunu oluşturan Sünnîlik sadece bir isim, sıfat veya mezhep değil, bütünüyle bir yaşam tarzıdır ki, tamamen Kitap ve Sünnete uygun olarak İslâm'ın hayata tatbikidir.

İtikadda orta yol, ehl-i sünnetin yoludur. Ümmet-i Muhammed (s.a.s.)'in ana özelliği, itidaldir. Cenab-ı Hak, bunu şu şekilde belirtiyor: "İşte böylece biz, sizi orta (dengeli) bir ümmet yaptık" (el-Bakara: 2/143).

Câbir b. Abdullah'tan gelen sahih bir rivâyete göre, Hz. Peygamber, toprağa düz bir çizgi çizdi ve bu çizginin üstüne elini koyup, şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur." Daha sonra o çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizdi. "Bunlar da değişik tefrika yollarıdır. Herbirinin basında ona çağıran bir şeytan vardır" dedi. Bilahare şu âyeti okudu: "Bu benim dosdoğru yolumdur. Öyleyse ona uyun. Sizi o'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın" (en-En'âm, 6/153) (İbn Mâce, Mukaddime, 2; Dârimî, Mukaddime, 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/435). Hz. Peygamber (s.a.s.) burada dinde sağa sola sapmalara işaret etmiş, doğru yolun ortadaki ehl-i sünnet yolu olduğunu belirtmiştir.
İmam Tahâvî, ehl-i sünnet yolunu şöyle özetlemektedir: Bu din, ifratla tefritin ortası, teşbihle ta'tilin ortası, cebr ile kaderciliğin ortası, ümitsizlikle aşırı güvenin ortası, korku ile ümidin ortası bir yoldur. İşte dinimiz, zâhiren ve bâtınen budur. Tefrika görüşlerden, merdûd mezheplerden, müşebbihe, mûtezile, cehmiyye, cebriyye, kaderiyye v.s. gibi ehl-i sünnet ve'l cemaat'e muhalefet eden, dalâlete sapan mezheplerin görüşleri ehl-i sünnet âlimlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir.


 (Tahâvi, Şerhû akiteti't- Tahaviyye, 586-588).

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Şubat 2014 Pazartesi

271.CENNET İLE MÜJDELENENLER-7 ABDURRAHMAN BİN AVF (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Künyesi Ebu Muhammed’dir. Cahiliye zamanında ismi Abdu Amr idi. Annesinin adı ise Şifa’dır. Fil Vak’asından on sene sonra 581 yılında doğmuştur. Kendisi otuz yaşına geldiğinde Allah (Azze ve Celle), kulu Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e nübüvvet ve risalet görevini verdi.

Ebu Bekir (Radiyallahu Anh), içinde Abdu Amr’ın da olduğu beş kişiye İslam’ı takdim etti diğer dört kişi Osman bin Affan, Talha, Zübeyr, Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anhum)’dur. Bu takdime istisnasız hepsi icabet ederek Müslüman oldular. Böylece Abdu Amr Müslüman olan ilk sekiz kişiden birisi olarak şereflendi. Müslüman olunca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) adını değiştirerek Abdurrahman koymuştur.Hakim 3/306

Ashabı Kiram içinde Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Abdurrahman (Radiyallahu Anh), Ömer (Radiyallahu Anh)tarafından kendisinden sonraki halifeyi tayin etmeleri için oluşturulan altı güzide sahabiden birisidir.Buhari 3460, Müslim 567/78

İlk Müslümanların karşılaştıkları işkencelerle o da karşılaşmış, onlarla birlikte sabır ve sebat göstermiştir. İşkenceler dayanılmaz boyutlara ulaşınca da önce Habeşistan’a, oradan da Medine’ye hicret eden muhacirlerdendir. Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Bedir’den itibaren küfürle yapılan bütün savaşlara katılmış, önemli yararlılıklar göstermiş ve bunların nişanesi olarak da derin yaralar almıştı.

Hafız İbni Hacer’in bildirdiğine göre özellikle Uhud’da yirmi bir yara almıştır. Hatta ayağına aldığı bir yara sebebiyle topal hale geldiği anlatılmaktadır.

Bilindiği gibi hicretin yedinci ayında, mescit inşasının bitimi sırasında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Muhacirler ile Ensar Medine’nin yerleşik halkından kırk beşerden doksan kişi arasında Medine’deki evinde kardeşlik ahdi yaptı.Buhari 2121, Müslim 2529/204

Böylece tarihin kaydettiği benzersiz dayanışma ve yardımlaşma müessesesi kurulmuş oldu. Bu ahit esnasında Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’a, Sa’d bin er-Rebi (Radiyallahu Anh) kardeş yapıldı. Sa’d er-Rebi (Radiyallahu Anh)kardeşine hitaben:

−Ben mal cihetiyle Ensar’ın en zenginiyim, malımı ikiye böleyim. İki tane de hanımım var. Bak, hangisi hoşuna giderse onu boşayayım, iddeti bitince onunla evlenirsin dedi. Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’da Sa’d er-Rebi (Radiyallahu Anh)’a:

−Allah ehlini ve malını sana mübarek kılsın diye karşılık vererek ticaret yapılan çarşılarını sordu. Ona Beni Kaynuka çarşısını gösterdiler. Artık her gün o çarşıya gider gelir, keş ve yağ alıp satardı. Böylece mehir verebilecek kadar para biriktirip Ensar’dan bir kadınla evlendi.

Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) başarılı bir tacirdi. Malının çoğunu ticaret ile elde etmişti. Bu sayede sayılı zenginlerden olmasına rağmen malını Allah yolunda harcamaktan geri durmazdı. Bunun en bariz misali de şudur:

Aişe (Radiyallahu Anha) validemizden rivayet olunduğuna göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hanımlarına hitaben şöyle buyurdu:

“Sizin benden sonraki durumunuz beni cidden düşündürüyor. Size, ancak çokça vermeye gücü yeten tahammülü olanlar tahammül edeceklerdir.”

Sonra Aişe (Radiyallahu Anha) Abdurrahman bin Avf’ın oğlu Ebu Seleme’ye hitaben şöyle derdi:

−Allah senin babana Cennet Selsebili’nden içirsin! Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hanımlarına kırk bin dinara diğer bir rivayette dört yüz bine satılan bir mal, bahçe vasiyet etmişti.”Tirmizi 3995, 3996

Bir seferde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tuvalet ihtiyacı için arkada kaldı. Öndeki gurup ileride mola vermişti. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in gelmesi gecikince Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’ın imamlığında sahabiler namaza durdular. Henüz bir rek’at kılmışlardı ki Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanlarına geldi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in gelişini farkeden Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) öne geçmesi için gerilemeye başladı. Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de ona yerinde kalması için işaret etti ve arkasında namaza iştirak etti.Müslim 274/81

Ömer (Radiyallahu Anh)’da sabah namazı esnasında Ebu Lu’lu isimli Mecusi tarafından hançerlenince, Abdurrahman bin Avf(Radiyallahu Anh)’ı elinden tutup mihraba geçirdi ve o da cemaate namaz kıldırdı.Buhari 3461

Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’ın yönetim, siyaset ve iktisattaki düşünceleri oldukça isabetliydi. Bu alanlardaki birçok problemi gayet yerinde ve doğru fikirler ortaya koyarak çözüme kavuştururdu. Ömer (Radiyallahu Anh)’ın halife tayini için tespit ettiği şura heyeti, cenazenin defnini müteakip toplandı. Bu toplantıda Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)ihtilafı azaltacak ve seçimi kolaylaştıracak şu zekice teklifi yaptı:

−Üç kişi seçim reyini gönül hoşluğu ile diğer üç kişiye vererek seçimden çekilsin. Bu teklif üzerine Zübeyr Ali’ye, Talha Osman’a ve Sa’d bin Ebi Vakkas’da Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’a reylerini tahsis ederek seçimden çekildiler.

Bundan sonra, gene Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) Ali ve Osman (Radiyallahu Anhuma)’ya bu üç kişiden birinin halife adaylığından feragat ederek halkla istişare neticesinde halifenin tayini yetkisini o kimseye vermeyi teklif etti. Ali ve Osman(Radiyallahu Anhuma) bu teklife sukut edince:

−Öyleyse seçim işiyle uğraşmayı bana veriyor musunuz? Allah üzerime şahittir ki, ben sizin efdalinizi seçmede adaletsizlik yapmayacağım dedi. Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) üç gün, üç gece uyku uyumaksızın bütün Müslüman tabakalarıyla istişare yaparak genel arzuyu anladı.

Son yapılan hilafet toplantısında önce Ali (Radiyallahu Anh)’ı, sonra da Osman (Radiyallahu Anh)’ı layık oldukları şekilde övdü, onlara faziletlerini ikrar ederek seçilene, seçilmeyenin itaat edeceğine dair inancını belirtip her ikisinden de sağlam bir misak aldıktan sonra Osman (Radiyallahu Anh)’a:

–Ey Osman, elini kaldır! dedi ve ona bey’at etti. Müteakiben Ali (Radiyallahu Anh) ve ardından da Medine ahalisi bey’at etti. Böylece bu önemli ve kritik mesele sorunsuz olarak gönül hoşluğu ile halloldu.Buhari 3465

65 hadis rivayet eden Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) hicretin 31. yılında 75 yaşında olduğu halde Medine’de vefat ederek daha yaşarken müjdelendiği ebedi saadet yurduna kavuştu. Namazını Osman (Radiyallahu Anh) kıldırdı ve Cennetü’l-Baki’ye defnedildi.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR