1 Nisan 2021 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (61)- islam denge dinidir


İslam, baştan sona bir kelimeyle anlatılmak istense o "denge" dir. islam denge dinidir. dünya ile ahiret arasında, aile ile iş, kadın ile erkek, evlat ile koca arasında denge kuracaksın. İslam, hayatın boyunca orta yolu bulmanı, dengede olmanı istiyor. 

Vaize Fatma Bayram

31 Mart 2021 Çarşamba

KÜÇÜK NOTLARIM (60): ne kadar verildiyse o kadar istenecek


Allah-u Teala sadece Rahman olsaydı adil olmazdı çünkü o zaman iyiyle kötü arasında bir fark olmazdı. Allahın adaletine aykırıdır sadece Rahman olması. 

Her insana Allah'ın isimleri farklı kombinasyonlarla tecelli eder. Örneğin, bir insan ahlaken, ruhen, zeka olarak, karakter kuvveti olarak daha kuvvetli bir şekilde hayata başladı, buna artı 10 da başladı hayata diyelim. Üzerine de aile, görgü, eğitim ekledi vs. geldi artı 20 ye . Biz dışardan bakınca harika bir insan diyoruz. 

Bir insan da eksi 30 da başladı hayata diyelim. Biz insanların şu andaki durumlarını görüyoruz. Nereden geldiklerini görmüyoruz. 

Allah bizim nerden geldiğimize bakıyor. Allah bizden verilenler kadar isteyecek.

Vaize Fatma Bayram

23 Mart 2021 Salı

İlim


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm

“…Allah, içinizden îman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir…”
(Mücâdele, 11)

Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:

“Bir kimse İslâm’ı ihyâ edip yaşatmak için ilim tahsil ederken ölürse, onunla peygamberler arasında sadece bir derece vardır.”
(Dârimî, Mukaddime, 32)

Fahr-i Kâinât Efendimiz, ilmin fazîletini diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle beyan buyurmuşlardır:

“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir:

-Allâh’ın kendisine ihsân ettiği malı Hak yolunda harcayıp tüketen kimse;

-Allâh’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ’tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268)

https://www.2g1d.com/

22 Mart 2021 Pazartesi

O Seni Görüyor!


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm

"...Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hattâ) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz..."
(Yûnus, 61)

Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:

“…İhsan, Allâh’a, O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni mutlakâ görüyor…” (Müslim, Îman, 1, 5; Buhârî, Îman, 37)

https://www.2g1d.com/

21 Mart 2021 Pazar

Yemek Âdâbı


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm

“…İnkâr edenler, dünyâda sadece zevk u safâ ederler ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacağı yer cehennemdir!” (Muhammed, 12)

Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:

“Hiçbir insan, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Hâlbuki kişiye, kendisini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet bir kimsenin mutlaka çok yemesi gerekiyorsa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırsın!” (Tirmizî, Zühd, 47)

Az yemek, çok şükür ve taatte bulunmak temel prensiplerden biridir.

Yemekte dört şeyin farz olduğu söylenmiştir:

1. Sadece helalinden yemek,
2.Yenen şeyin Allah’tan olduğunu bilmek,
3. Ona razı olmak,
4. Bu yemeğin verdiği kuvvetle Allah’a âsî olmamak.

Şu dört şey de sünnettir:

1. Başlarken besmele çekmek,
2. Sonunda Allah’a hamd etmek,
3. Yemekten önce ve sonra ellerini yıkamak,
4. Sol ayağını büküp sağını dikerek oturmak.

Şu dört şey de âdâbdandır:

1. Önünden yemek,
2. Lokmaları küçük küçük almak.
3. Ağza konan lokmayı güzelce çiğnemek.
4. Başkasının lokmasına bakmamak.

Şu iki şey şifadır:

1. Dökülen ekmek ve yemek kırıntılarını yemek,
2. Yemek kabını sıyırmak.

Şu iki şey mekruhtur:

1.Yemeği koklamak,

2. Yemeğe üflemek. Yemeğin soğumasını beklemeden sıcak sıcak yememelidir. Çünkü lezzet yemeğin sıcağında, bereket ise soğuğundadır.(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 7. Cilt, 76. Sayfa, Erkam Yay.)

https://www.2g1d.com/

41- El-Hasîb ism-i şerifi:


El-Hasib, kâfi gelen; hesaba çekendir. 

Allah-u Teala'nın hesap tutması insanların hesap tutmasına benzemez. Aradaki farkı şöyle açıklamaya çalışalım: Bazı şeyler rakamlarla ifade olunur. İnsanların neticeyi öğrenmek için bu rakamlarla bir takım hesaplar yapması gerekir ve bu hesaplar yapılmadan neticeyi bilemezler. Allah-u Teala ise, neticesi hesapla bilinecek ne kadar miktar varsa, hepsinin neticelerini hiçbir işleme muhtaç olmadan, doğrudan ve apaçık bilir. Çünkü O'nun ilmi, hiçbir kayıt ve şarta, tetkike veya herhangi bir işleme bağlı değildir. 

 Hasîb olan Allah kullarının hiçbir yaptığını boşa çıkarmaz; bütün amellerini kaydeder. Hatta buna en güzel delil olarak Nisa suresi 86. ayeti gösterebiliriz. Ayette Allah Teala’nın kimin daha güzel selam alıp verdiğini dahi hesaba kaydettiği bildirilir. Rabbimiz iyiliği mükâfatsız, kötülüğü cezasız bırakmaz. Alınmış sayısız nimetlerin elbette bir gün hesabı sorulacaktır. Onun için kıyametin bir adı da "hesap günü"dür. 

Allah’a Teala ilk insandan son insana kadar hepsinin hayatı boyunca ne kadar nefes aldıklarını ve her nefeste iyi-kötü neler yaptıklarını, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda hesabını görür ve karşılığını verir.

İnsanın ömrü kendi mülkü değildir. Allah tarafından hesabı görülmek üzere verilmiş bir sermayedir. İnsan, ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Ömür her nefes aldıkça bitip tükenmekte, hesap yaklaşmaktadır. onu durdurmak elde değildir. Şu halde ömrümüzü ne ile harcıyoruz dikkat etmeliyiz. Çünkü hesap günü, herkes bu sermayeyi sahibine ödedikten sonra ya mükafat görecek ya da cezalandırılacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’tan bahisle Hasîb ismi üç yerde gelir. Sonu Allah’ın isimleri ile biten ayetlerde bu isimlerle ayette işlenen konular arasında müthiş bir ilişki vardır. Esma-i hüsnanın her birinin anlam derinliğini birazcık olsun anlayabilmek için bu ilişkiye dikkat edilmelidir. Mesela Nisa, 6. ve 86. ayetlerde Allah’ın bütün davranışların hesabını soracağı vurgulanırken , Ahzab, 39. ayette bu ismin kâfi gelme anlamı öne çıkar ve başta peygamberler olmak üzere ilahî emirleri insanlara tebliğ edenlerin Allah’tan başka kimseden korkmadıkları, zira Cenab-ı Hakk’ın herkese kâfi geldiği belirtilmektedir.

Yine Talak suresinin 2. ve 3. ayetlerinde de eşler arasında anlaşmazlık ortaya çıktığında tarafların, özellikle erkek tarafının adil ve insani duygularla davranması emredilir ve Allah’ın kendisine tevekkül eden kimseye yeteceği belirtilir.


 Allah’ın her konuda kendisine yeteceğine inanan  kul ihtiyaçlarını yalnız O’na sunar ve yalnız O’na güvenir. 

O halde Allah'tan başka şeylere müracaat etmemeliyiz, zillet gösterip minnet etmemeli, onlara yalvarıp boyun eğmemeli, arkalarına düşüp zahmet çekmemeli, onlardan korkup titrememeliyiz. Çünkü Allah birdir. Her şeyin anahtarı O'nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir. Her şey Onun emriyle halledilir. Onu bulursan, hadsiz minnetlerden ve korkulardan kurtuldun demektir.

Dost olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da, her şeyi bilen olarak da, şahit olarak da Allah yeter, vekil olarak da, günahlarını bilici ve görücü olarak da Allah yeter…

Öyleyse, sebeplerden kurtulmalı; sebeplere müracaatı, bir fiili dua kabul etmeliyiz. Her neticeyi Allah’tan beklemeli. “Hasbunallahi ve ni’mel vekil” diyerek her işimizde Allah’ı kendimize kâfi kabul etmeliyiz. O bize yeter. Yeter ki biz de O'na kulluğumuzu gösterelim. 

Rabbimizin güzel isimlerinin çoğu bir açıdan bakıldığında lütuf ve ikram ifade ederken diğer açıdan uyarı ve tehdit içerirler. Hasîb ismi de böyledir. Durduğunuz yere, attığınız adıma göre Hasîb ismi lehinize de aleyhinize de işler. Mesela Nisa suresi 6. ayette velilerin, yetimlerin mallarına nasıl yaklaşması gerektiği anlatıldıktan sonra "Hesap görücü olarak Allah yeter!" buyurulması herhangi bir haksızlığa bulaşan herkes için bir tehditken mazlumun yüreğine su serpen bir ifadedir.

Bakara, 202; Maide, 4. ayetlerde geçen ifadesiyle Allah Teala “seriu’l-hisab” (hesabı çabuk gören) ve En’am, 62. ayetlerde geçen ifadesiyle “esrau’l-hasibin” (hesap görenlerin en hızlısı)dir. Bütün mahlukatı akla hayale gelmeyecek kadar çabuk muhasebe eder. Hiçbir söz ve davranış, kalplerdeki niyetler, hatta imalar dahi dikkatinden kaçmaz. Hatta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ey Seriu’l-hisab olan Allah’ım! Şu bize karşı birleşmiş olan düşmanları bozguna uğrat!” şeklindeki duası (Buhari, Cihad, 96.) Hasîb isminin sadece ahirette değil, dünyada da tecelli edebileceğini göstermektedir. Bu da Hasîb olan Allah’ı hesaba katmadan bir tek adım dahi atılmaması gerektiğini gösterir.

O halde, insan, gaflet içinde ise uyanmalı, kendi haline kalarak başını avuçlarının arasına alıp bir düşünmeli. Hayatından ne sarf etmiş ve karşılığında ne kazanmıştır muhasebesini yapmalı. 

Hesaba çekilmeden, kendi kendini hesaba çeken çok şey kazanır. Kulun ölüme kadar ve ölümden sonra korktuğu şeylerden kurtulması, umduğu şeylere erişmesi Kuran'da tekrar tekrar beyan edildiğine göre, yalnız iman ve salih amel sahiplerine vaat edilmiştir. O halde uyanık bir Müslüman salih amellerini arttırmalıdır.

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu/ 

https://feyyaz.tv/el-mumin.html

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram

40- El-Mukît ism-i şerifi:


El-Mukit, rızıkları yaratan ve bedenlere ulaştıran demektir. El-Mukit ismi, er-Rezzak ismi şerifine benzer. Ancak arada şöyle bir fark vardır: er-Rezzak ismi, sadece maddi rızıkları içine alırken; el-Mukit ismi maddi rızıklarla birlikte; iman, muhabbet ve marifet gibi manevi rızıkları da içine almaktadır. Bu durumda, el-Mukit ismi, er-Rezzak isminden daha kapsamlı olur.


O halde rızkı kendisine verilen her mahlukda el-Mukit ismi tecelli ediyor. Bu ism-i şerifin tecellisiyle onlar rızıklarına kavuşuyor.

Yine insana verilen iman, muhabbetullah, marifetullah gibi bütün manevi rızıklar el-Mukit isminin bir tecellisidir. Hidayet, şevk ve gayret, hep bu ismin tecellisiyledir. Belki de bu manevi tecelli, maddi tecelliden çok daha kıymetlidir. İnsan bütün maddi nimetlere sahip olsa ama Rabbini tanımasa, ona iman etmese ve onu sevmese; dünyanın hiçbir kıymeti olmazdı.  Demek bizler, el-Mukit isminin manevi tecellisine, maddi tecellisinden daha fazla muhtacız...

Mahluk, yaşamak için gıdaya muhtaçtır. Allah Teala, her mahluk için ne kadar yaşama müddeti tayin etmişse, ona göre de gıda maddesi tayin ve tahsis etmiştir.    Her bir mahluk kendisi için tayin edilen azığını alır. Ve hiçbir mahluk kendisi için tayin edilen gıdayı bitirmeden ölmez ve hiçbiri başkalarına ait gıdadan bir zerre alamaz.

Ayrıca, Allah-u Teala, kulunu görüp gözetmesini bir an bile kesmez; mesela insan henüz bebekken çalışamaz ve istemesini bilmezken onun gıdasını onu hiçbir sebep ile yükümlü tutmadan verir fakat ne zaman ki çalışır, ister ve arar bir çağa gelir; onun gıdasını da bir takım sebepler ve vasıtalar içinde sevk eder. Bunda büyük hikmetleri vardır. Yoksa vasıtaya, sebebe ihtiyacı yoktur. Allah insanlar için geçim sebepleri yaratmış ve geçimini temin etmek için herkesi bir sebebe yapışmakla yükümlü tutmuştur. Ancak bu sebeplerin meşru olması şarttır. Gayr-i meşru sebeplerle rızık aranmasını haram kılmıştır ve sonra herkese kendi kıymetini ve verilen emirler karşısındaki sadakat derecesini bildirmek için serbest bırakmıştır; kul, isterse rızkını meşru yollardan arar, dilerse gayr-i meşru yollara sapar, fakat şunu bilmek gerekir ki ne meşru yollara kanaat edenin gıdası noksan kalmıştır, ne de gayr-i meşru yollara düşenin gıdası çoğalmıştır. Herkes Allah tarafından tayin edilen rızkını alır. Fazla veya eksik olmaz. Örneğin, birisi fazla hırsla başkalarına ait olan parayı eline geçirebilir, fakat Allah öyle hadiseler yaratır ki, hırs ile eline geçirdiği bu parayı, ayağı ile sahibine götürmeye mecbur olur. Neticede boşuna yorulmuş olur.

O halde sebepler rızık yaratmaz, rızık vermez, rızkı Allah yaratır ve Allah verir. Sebepler birer yoldan başka bir şey değildir. Eğer sebepler insana rızık vermiş olsaydı, en kuvvetli kazanç sebebi akıl olduğu için, akıllıların çok zengin, ahmakların çok fakir olması gerekirdi. Hâlbuki nice ahmakların rızıklanmış, tüm ihtiyaçları verilmiş, nice akıllıların ise mahrum olduğunu görürüz.

Bu bakış açısına ulaşan kişi artık ihtiyaçları konusunda panik yapmaktan kurtulur.

Eğer bir toplumda insanlar çalıştıkları hâlde en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorlarsa orada insanların kurduğu zalim düzen Allah’ın yarattığı sistemi bozmuş demektir. Zaten açlık, azıkların yetersizliğinden değil, insanların açgözlülüğünden doğar.

O halde, mahlukatın rızıklarını Allah’ın yaratıp ulaştırdığına inanmış olan bir kul, rızık hususunda O'nun vaadine güvenir. Rızkını elde etmek için meşru sebeplerin dışına çıkmaz. Vakar ve haysiyetini ayaklar altına almaz. Kalbini de yalan, hile, ihtiras ve yalakalık ile kirletmez.

Sadece yeme içme derdinde olup eşyanın tabiatına sırtını çeviren, olan bitenin arkasındaki hikmete eğilmeyip, ruhunun azığını aramayan insan adeta ruhunu aç, susuz bırakmıştır. Zira ilim ve hikmet insanın ruhunu zenginleştirir; bunlardan mahrumiyet onu azıksız bırakıp gücünü köreltir. O halde ruhların gıdası da nesne ve olayların içyüzüne vâkıf olup onları akletmektir. 

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram  


Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu

39- El-Hafîz ism-i şerifi:


Hafız “korumak ve muhafaza etmek” anlamındaki hıfz kökünden türemiş, korumada mübalağa ve süreklilik ifade eden bir sıfattır. 

El-Hafîz ism-i şerifi de “kâinatta zerre kadar bir şey bile gözetiminden uzak olmayan ve tabiatı dengede tutup koruyan” anlamına gelir. (Bakara, 2/255; Enbiya, 21/32; Kaf, 50/4.) Kâinatın işleyişinde her şeyin yerli yerinde olması, bir düzen içinde sistemi devam ettirmesi yani hayatın devamı ve kalıcılığı, Rabbimizin Hafız isminin tecellisi iledir. Bir an bu ismin tecellisi kesilse, alem yokluğa düşer; yıldızlar birbirine çarpar; hayat, ölüme; nizam, karışıklığa dönüşür.

O halde, zerrelerden galaksilere kadar her bir varlık, bu ismin tecellisiyle muhafaza olur ve ancak bu ismin tecellisiyle varlığını devam ettirir. 

Mesela; Atmosfer, Güneş’ten gelen zararlı ışınları süzer. Meteorların dünyamıza düşmesine büyük oranda mani olur. Dünyamızın aşırı ısınmasını ve soğumasını engeller. Dünya ile birlikte dönerek sürtünmeden doğacak yanmanın önüne geçer.  İşte bütün bunlar, El-Hafîz isminin bir tecellisidir. Atmosfer, bu ismin tecellisiyle hayatın muhafazasına çalışır…

Demek, hayatın muhafazasına çalışan her bir varlık, bu ismin tecellisine aynadır. O halde diyebiliriz ki: Hayatın devamı için çalışan su, toprak, hava, ateş ve diğer bütün yaratılanlar, El-Hafîz isminin tecellisine mazhardırlar ve vazifelerini bu ismin tecellisiyle görürler.

Yine El-Hafîz isminin bir başka tecellisi; çekirdeklerde, tohumlarda ve yumurtalarda varlıkların hayat programlarının saklanmasıdır. 

El-Hafîz isminin bir başka tecellisi de hayatlarının muhafazası için mahlukata cihazların verilmesidir. Mesela, bir çiçeğe dikenin takılması bu ismin tecellisiyledir. Çiçek bu sayede hayatını muhafaza eder.  Yine tüm meyve ve sebzelerin üzerindeki kabukları da onların muhafazasını sağlar ve Allah'ın Hafiz ismine birer ayna olurlar.

Yine bir keçiye boynuz verilmesi; kaplumbağanın kabuğu; kirpiye dikenlerin verilmesi hepsi El-Hafîz isminin tecellisiyledir. Çünkü bu azalar, bu canlıları dış tehlikelerden korur ve hayatlarının muhafazasını sağlarlar. O halde diyebiliriz ki: Varlıkların hayatının devamını sağlamak için onlara takılan bütün cihazlar El-Hafîz isminin bir tecellisidir.

Yine insanın hafızası bu isme aynadır. Bu ismin tecellisiyle, öğrenilen bütün bilgiler muhafaza edilir. 

Aynı şekilde göz kapağı ve kirpiklerle gözü muhafaza, vücudu bir deri ile, beyni  kafatası ile muhafaza, vücudun savunma sistemi ile kendini mikroplara ve dış etkenlere karşı koruması hep Rabbimizin Hafiz isminin birer tecellisidir.

El-Hafîz isminin bir başka tecellisi de her insanda hatta hayvanda olan kendini koruma isteğidir. Canlıların hayatını sürdürmek için muhtaç olduğu bütün içgüdü ve refleksler daha dünyaya gelirken hazır olarak verilir. Bu Rabbimizin bir ikramıdır.  Bizler kendimizi trenin önüne atmıyorsak, yüksek bir binanın çatısından atlamıyorsak, bir tehlike gördüğümüzde sakınıyorsak, El-Hafîz isminin tecellisiyle bunları yapıyoruz. Bu isim tecellisini bir an üzerimizden çekse, hayatımızı hiçe sayar ve ölümümüze sebep olacak bir tehlikeye kendimizi atarız. 

El-Hafîz isminin bir başka tecellisi de afetlerden muhafaza olmaktır. Mesela, bir yangın çıksa, bütün mahalle yanarken bir ev yanmasa, o ev El-Hafîz isminin tecellisine mazhar olmuştur… Ya da bir sel felaketi olsa, onlarca insan ölürken bazıları kurtulsa, o kişiler El-Hafîz ismine mazhar olmuştur… Yine feci bir araba kazasında yara almadan kurtulan kişi, bu ismin tecellisiyle kurtulmuştur.

Bu isme hem fiziki varlığımızı korumak için muhtacız, hem kalbimizi şüphe ve vesveselerden , aklımızı sapma ve yanılmalardan korumak için muhtacız, ayrıca gidişatımızı bozulmalardan korumak için de muhtacız. Hayatımızın, ailemizin, vatan ve devletimizin, mal ve mülkümüzün her türlü tehditten muhafaza edilmesi (Yusuf, 12/64.), Allah kelamının tahrif ve değiştirilmesinden muhafaza edilmesi de (Hicr, 15/9.) hep bu isimledir.

 Din ve dünyadan neyin korunmasına muhtaçsak orada Hafız isminin tecellisine de muhtacız. Allah’ın korumadığını kimse koruyamaz; O’nun koruduğuna da kimse ilişemez. (Yunus, 10/107.)

İnsan bütün mahlukat içinde kendisini bekleyen tehlikeleri önceden düşünebilen tek varlık olduğundan güvenlik ihtiyacını da en şiddetle hisseden varlıktır. Asıl koruyanın Allah olduğunu bilmek; O korumadığı zaman hiçbir korumanın fayda vermeyeceğini bilmek bizi O’nun kapısından başka yerlerde korunma aramamızı engeller. Allah’ın himayesine girmek şahsiyet ve haysiyetimizi korumanın tek yoludur. Bize verdiği vicdan ve vahiyle bizi her türlü sapmadan koruyan da (Tarık, 86/4.) Allah’tır. Rabbimizin ilk insandan itibaren bizi hiç vahiysiz bırakmamış olmasının hikmeti de budur. İyi ve kötüyü ayırt edebileceğimiz bir kutsal bilgiyle donatmıştır Rabbimiz bizi. Böylece bu mücadelede bizi yalnız bırakmaz. Fakat bir kul yine de bu yardımı reddeder ve tek başına yol almak isterse ona da yapılacak bir şey yoktur. 

Ayrıca insanlığın her konudaki birikiminin korunarak aktarılması da bu sıfatın tecellisi iledir.

Bu ismin Kur’an-ı Kerim’de geçtiği üç ayetin (Hud, 11/57; Yusuf, 12/64; Sebe, 34/21.) iniş zamanının da Mekke döneminin en şiddetli yıllarına rastlaması bize bu isme en çok ne zaman sarılmamız gerektiğini öğretir: Yani, kendimizi en güçsüz ve düşmanlarımızı da en muktedir hissettiğimiz zaman...

Esma-i hüsnadan pek çok isimde olduğu gibi Hafız ismi de bir yönüyle ferahlık verip sevindirirken, diğer yönüyle sakındırıp düşündüren bir isimdir. (Şûra, 42/6.) Çünkü hıfz, beladan, yok oluştan, dağılıp gitmekten korumayı ifade ettiği gibi hiçbir şeyi gözden kaçırmadan; küçük büyük, gizli açık her şeye vakıf olup kaydını tutmayı da kapsar. yani Rabbimiz amellerimizi de kaydetmekle de ve El-Hafîz ismini tecelli ettirir.
 Bu bakımdan ahirette yeniden dirilme ve yaptıklarından hesaba çekilme ile Hafız isminin yakından alâkası vardır. Hafız isminin bu anlamının bilincinde olanlar niyetlerine varıncaya kadar her davranışlarının kaydedilip muhafaza edildiğini bilirler. Ve bu farkındalık ile kendilerini disipline ederler.

İbn Arabi’ye göre de kişi hem kendini murakabe altında tutmak hem de kendine emanet edilenleri koruyup kollamak için bu ismin tecellisine muhtaçtır. Bu ismin tecelli ettiği kişiler öncelikle Allah’ın ihsan ettiği muhafaza vasıtalarını iyi kullanırlar. Hayatlarını, akıl ve beden sağlıklarını, dinlerini, aile fertlerini, mal ve mülklerini her türlü tehdide karşı iyi muhafaza ederler. Sadece kendilerinin değil, ilahi takdir gereği ellerinin altına verilmiş olanların hak ve hukukunu, izzet ve şereflerini de itinayla korurlar. İnsanoğlunun kendi varlıklarını koruma içgüdüsünün kendinden alt seviyedekilere zarar vermeye yol açabileceğini bilir; herkesin hakkını kendisininki gibi kutsal bilirler.

Bu ismin tecellileri ile ahlaklanan insan aynı zamanda yaptığı iyilik ve kötülüklerin bir zerresinin bile kaybolmayıp günün birinde önüne çıkacağına kesin olarak inanır. Bu nedenle de iyilikleri çoğaltıp, kötülüklerden sakınmaya çalışır. (Hac, 22/41.)

Allah-u Teala kulunu El-Hafîz isminin tecellisiyle muhafaza etmektedir; kul da Hafiz isminin kendindeki tecelillerini görüp hamd etmelidir; kalbini Allah’ın razı olmadığı şeylerden; azalarını günahlardan ve ahlakını, kötü ahlaktan muhafaza etmelidir. Bunu yaparsa, El-Hafîz ismiyle ahlaklanmış ve bu ismi şerifin tecellisine bilerek ayna olmuş olur.

Ya Rab, El-Hafîz isminin hürmetine bizleri insî ve cinnî şeytanların şerrinden muhafaza eyle! Bizleri nefsi emmarenin şerrinden muhafaza eyle! Dünyevi ve uhrevi musibetlerden muhafaza eyle! Kabir azabından, ahir zaman fitnelerinden ve bütün günahların şerlerinden muhafaza eyle. Amin…

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram 

 https://feyyaz.tv/el-mumin.html

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu

38- El-Kebîr ism-i şerifi:


Allahü Teala Kebîr‘dir. Kibriyâ sahibidir. El-Kebir, “Çok büyük” manasına gelmektedir. Bu ism-i şerif, hem Allah-u Teâlâ’nın zatının büyüklüğüne hem de isim ve sıfatlarının büyüklüğüne işaret etmektedir. 

Öncelikle, Allah-u Teâlâ’nın zatının büyüklüğünden bahsedelim ve daha sonra da isim ve sıfatlarının büyüklüğüne geçelim:

Cenab-ı Hak zatı itibariyle çok büyüktür. Ancak insanın bu büyüklüğü kavrayabilmesi ve aklının bunu idrak etmesi mümkün değildir. “Cenab-ı Hak çok büyüktür.” denildiğinde, bununla maddi bir büyüklük kastedilmez. Zira Cenab-ı Hak maddeden münezzehtir. 

 Evet, Cenab-ı Hakk’ın zatı çok büyüktür, bütün büyüklerden nihayetsiz derecede büyüktür. Bütün büyükler ve büyüklük ifadeleri onun büyüklüğü yanında o kadar küçüktür ki. Bizler buna iman eder, bu büyüklüğü anlamaktaki acizliğimiz sebebiyle işin aslını Allah’a havale ederiz. Bir örnekle açıklamak istersek;

Biliriz ki, her eser, bir ayna gibi kendi ustasının ilmini, yetkinliğini, maharetini gösterir. Ama hiçbir eser mahiyet ve hakikat itibariyle ustasına benzemez. Meselâ, bir saat kendi ustasının becerisini gösterir ve yetkinliğine ayna olur. Ama hiçbir yönüyle ustasına benzemez. Bizler saate bakıp bunu yapan ustanın yetkinliğini, ilmini, kudretini ve iradesini o eser üzerinde görebiliriz ama onu yapan ustanın zatını, erkek mi kadın mı; büyük mü küçük mü; güzel mi çirkin mi; zayıf mı şişman mı olduğunu bilemeyiz. Bileceğimiz tek şey ortada bir eser olduğudur ve eseri yapan, hayat, ilim, irade, kudret sahibi bir sanatkarın olduğudur.

Cenab-ı Hak da bu kâinatı yoktan yaratmıştır. Bizler, yoktan yaratılan bu kâinata ve içindeki varlıklara bakarak bir yaratıcının olması gerektiğini kabul ederiz. Ancak yaratıcımızı, sadece O'nun Kendisini tanıttığı kadarıyla biliriz. Yaratıcımız bize, gönderdiği peygamberler ve kitaplar ile kendi isminin Allah olduğunu beyan buyurmuştur, isim ve sıfatlarını bizlere öğretmiş ve onlarla tefekkür etmemizi emretmiştir. Fakat zatı hakkında düşünmemizi yasaklamıştır.

Zaten insanın aklı, O’nun zatının mahiyetini kavramaktan acizdir. Evet Allah-u Teala'nın, ne zâtında, ne sıfatlarında, ne de fiillerinde benzeri yoktur. Akla, hayâle ne gelirse Allah onun başkasıdır. Varlıkların hiçbirisine, hiçbir surette benzemez. Allah-u Teâlâ gerek zâtıyla, gerek sıfatlarıyla akla, hayâle, zihne, fikre ve tasavvura gelen ve gelmesi mümkün olan herşeye benzemekten münezzehtir. Mukaddes mahiyeti hiçbir mahiyete benzemez.

O halde, el-Kebir isminin manasını incelerken, “Allah zatı itibariyle çok büyüktür.” dediğimizde, burada bize düşen şey, Allah’ın büyüklüğünün maddi bir büyüklük olmadığını bilmektir. Biz, bu büyüklüğün mahiyetinin nasıl olduğunu Cenab-ı Hakk’ın ilmine havale ederiz. 

Şimdi Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının büyüklüğüne geçelim:

Allah’ın isim ve sıfatlarındaki büyüklük, bu isim ve sıfatlardaki sonsuzluğu ifade eder ve O’nun sınırsız kemaline işaret eder. Cenab-ı Hakk’ın zâtı mahlûkatıyla mukayese edilemeyeceği gibi, sıfatları da mahlûkatın sıfatlarıyla kıyas edilemez.

Çünkü, Allahu Teâlâ’nın bütün sıfatları ezelidir, mutlaktır, sonsuzdur. Mahlukatın sıfatları ise kendileri gibi mahlûktur, sonradan yaratılmıştır ve sınırlıdır. Bu sıfatlar ne kadar büyük hayal edilirlerse edilsinler Cenâb-ı Hakkın mukaddes sıfatları ile karşılaştırılamazlar. 

Evet, Allah’ın kudreti, ezelîdir, sonsuzdur, nihayetsizdir. Hiçbir şey o kudreti âciz bırakamaz. Onun kudretine göre küçük-büyük, az-çok, birdir. Bir zerreyi kolayca yaratıp tanzim ettiği gibi, bütün zerreleri de aynı anda, aynı kolaylıkla yaratıp onlara tasarruf eder. Bir çiçeği yarattığı gibi, aynı kolaylıkla Cennet’i de yaratır. Bir çiçeği yaratmakla Cennet’i yaratmak arasında kudretine hiçbir fark yoktur. Yine bir sineği yaratmakla, öldükten sonra bütün insanları diriltmek, O’nun kudretine göre birdir. Dünyamızı güneşin etrafında nihayetsiz kolaylıkla döndürdüğü gibi, bütün sema sistemlerini de aynı kolaylıkla itaat ettirir. Hiçbir şey O’na ağır ve zor gelmez. Kudretinde bir sınır ve son yoktur. İşte Allah-u Teâlâ, kudretindeki bu sonsuzluk yönüyle Kebir’dir, yani çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ’nın kudret sıfatı gibi; ilmi de sonsuz ve sınırsızdır. Gizli-açık, olmuş-olacak herşeyi bilir. 

Cenâb-ı Hakk’ın ilmi sonradan kemal bulmuş değildir. Ezelde ne idiyse, şimdi de odur. Ezelden ebede, yaratılmış ve yaratılacak bütün eşyanın plânları, programları, mahiyetleri, hakikatları, suret ve sîretleri O’nun ilminde mevcuddur. Bütün varlıklar, geçmiş, gelecek, öncesi, sonrası, zahir, bâtın, gizli, açık her şey, her an O’nun huzurunda ve murakabesindedir.

Dünyaya gelen her insana, Âdem aleyhisselam’dan kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanlardan farklı bir sima takılması, karakterlerinin, hattâ parmak izlerinin birbirinden farklı olması bu hakikatin en açık bir delilidir. İlminde bir sınır ve nihayet yoktur. İşte Allah-u Teâlâ, ilmindeki bu nihayetsizlik yönüyle Kebir’dir, yani çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ’nın kudret ve ilim sıfatı gibi; görmesi, işitmesi, iradesi ve diğer bütün isim ve sıfatları sonsuzdur ve sınırsızdır. İşte El-Kebir ismi, isim ve sıfatlardaki bu sonsuzluğa işaret eder ve Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz kemaline delalet eder. 

Meseleyi  özetleyecek olursak: Cenab-ı Hak Kebir’dir, yani çok büyüktür. Zatı yönüyle çok büyüktür, ancak bizler bu büyüklüğün mahiyetini anlamaktan aciziz.

Yine Cenab-ı Hak, isim ve sıfatları yönüyle çok büyüktür. Yani isim ve sıfatları nihayetsizdir ve sonsuzdur. Bu büyüklük, O’nun kemaline işaret eder.

İnsanın bu ismi şerife karşı vazifesi ise şudur: Allah’ı zatında, isim ve sıfatlarında mutlak büyük olarak bilmek ve bu büyüklüğü hakkıyla idrak edemeyeceğini anlamaktır. Ayrıca şu alemde kendine büyüklük verilen mahlukata bakarak Allah’ın Kebir isminin tecellisini o varlıklarda görmek ve Rabbini Kebir ismiyle tespih etmektir. 

https://feyyaz.tv/el-mumin.html

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu 


37- El-Aliyy ism-i şerifi:


El-Aliyy; yüksek, yüce, şerefli manalarına gelmektedir. Bütün bu manalarla, Allah-u Teâlâ Aliyy’dir yâni mutlak yücedir. O’nun ulviyetinin üzerinde bir derece düşünülemez; maddi-manevî, cismanî ve ruhanî bütün derecelerin üzerindedir. Allahu Teâlâ’nın ulviyyeti ve yüceliği izafetsizdir yani başka bir şeye nisbet ve kıyas edilemez. Allahü Teâlâ’nın Zât-ı mahlûkatın zâtına benzemediği gibi, ulviyeti de mahlûkatın ulviyetine benzemez. O’ndan daha üstün, daha yüce bir varlık düşünülmesi imkânsızdır.


Şunu da belirtelim ki: Cenab-ı Hakk’a yükseklik ve yücelik sıfatlarının atfı, mekânî bir atıf değildir. Yani “Allah-u Teâlâ Aliyy’dir.” denildiğinde, bununla mekân yüksekliği kastedilmez. Çünkü Allah-u Teâlâ mekândan münezzehtir.

“Mekândan münezzeh olmak” ne demek, kısaca onu da açıklayalım: İnsan her an bir mekânda bulunmak zorunda olduğundan, mekândan münezzehliği kavrayamayabilir. Öncelikle bunu anlamaya çalışalım:

Hepimizin bildiği gibi, Cenab-ı Hak ezelidir. Yani hiçbir şey yokken, sadece O vardı. Zamanın ve maddenin olmadığı ezelde, tek varlık sahibi Allah-u Teâlâ idi. Daha sonra eşyayı ve maddeyi yarattı. Demek, Allah-u Teâlâ ezeli, madde ise sonradan yaratılmıştır yani mekân da sonradan yaratılmış olduğu için Allah-u Teala mekandan münezzehtir. 

Tekrar edersek; ezelde, madde yokken Allah vardı ve Allah ezelde hiçbir mekânda değildi, zaten mekanı da sonradan O yaratmıştır.

El-Aliyy isminin manasını anlamaya çalışırken böyle bir açıklama yaptık ki, “Allah yücedir ve yüksektir” denildiğinde, bununla mekân yüksekliği anlaşılmasın. Zira Allah, mekândan münezzehtir ve mekânları yoktan yaratandır.

O halde El-Aliyy isminin manası, Allah’ın zat, sıfat, isim ve fiillerindeki yüceliktir.

Allah-u Teala, kudrette, ilimde, irâdede ve diğer bütün kemâl sıfatlarda nihayetsiz ulvîdir ve yücedir. Ulûhiyetinin şânına yaraşmayan her türlü noksanlıktan ve kusurdan münezzehtir.

Mesela:
Allah-u Teâlâ kullarına zulmetmekten yücedir.
Eş ve evlat edinmekten yücedir.
Kullara ait sıfatlar olan; uyumak, yemek, içmek gibi sıfatlardan yücedir.
Acizlikten, kusurdan ve noksanlıktan yücedir.
Zatı, her türlü çirkinlikten yücedir.
Kendisine şirk koşanların bütün batıl fikirlerinden yücedir.
Akılların idrakinden; zatının kavranmasından yücedir.

İşte bütün bu manalar ile Cenab-ı Hak yücedir, yüksektir, yani El-Aliyy’dir. İnsanın aklı, bu ismin hakikatini tam olarak kavramaktan acizdir.

İnsanın bu ismi şerife karşı vazifesi ise şudur. Allah’ı, zatında isim ve sıfatlarında mutlak yüce olarak bilmek ve dar anlayışıyla Allahın zatının yüceliğini, isim ve sıfatlarındaki yüceliği hakkıyla idrak edemeyeceğini anlamak;

Ayrıca şu alemde kendine büyüklük verilen yüksek dağlara, engin denizlere, güneşe, yıldızlara ve gezegenlere bakarak Allah’ın Aliyy isminin tecellisini o varlıklarda görmektir. 

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu