Hiçbir şey yoktu yalnız ezel ve ebed olan Allah vardı, ve sonsuz güzelliğin ve kemalin sahibi olan Allah-u Teala, cemalini ve kemalini görmek ve göstermek istedi ve bu alemi yarattı.
Her bir mahluku nakış nakış süsledi, cemalinin ve kemalinin her türlü tecellisini bu alemde gösterdi ve seyretmek vazifesini ve şerefini insana yükledi .
İşte insanın yaratılışının gayesi, hikmeti ve bu aleme gönderiliş vazifesi bu. Yani, Cenab-ı Hakk-ı tanımak, Cenab-ı Hakkı bilmek ve mahlukatta Cenab-ı Hakkı görmek.
Her mahluk bir kitap ve insanın vazifesi o kitaptaki isim ve sıfatları okumak.
Her eser bir ayna, insanın vazifesi o aynada Cenab-ı Hakkı görmek ve Cenab-ı Hakkı bilmek.
O halde biz kulların bu aleme gönderiliş sebebimiz olan bu vazifeyi yerine getirmesi gerek. Allah-u Teala'yı tanıyıp bilmek de O'nun bize bildirdiği isimlerle olabilir ancak. Allah-u Teala'nın bize bildirilen isimleri yanında sonsuz ismi vardır. Biz sadece bize bildirilen kadarını biliyoruz. Bildiklerimiz içinde de en büyüğü Allah ism-i şerifidir. Bu en büyük ism-i şerifi ile Rabbimiz celle celaluhu'yu tanımaya çalışalım.
Allah ismi Allah'ın 99 isminin en büyüğüdür. Bütün isimlerin, sıfatların birleştiği bir ism-i cami'dir.
Bu kâinatın sahibi, bu âlemin sultanı ve bu mülkün maliki olan zatın adı Allah’tır. Ve O, kitabında kendinden bahsederken “Enallah” yani “Ben Allah’ım” der.
Bu ismi diğer isimlerden ayıran bazı özellikleri vardır:
– Kur’an’da ilk inen ayet besmeledir. Ve Allah ismi besmelede geçen üç isimden ilkidir. Demek Allah ismi Kur’an’da nazil olan ilk isimdir.
– Allah ismi Esma-ül Hüsna içinde asıldır yani bir şeyin örneği ya da kopyası değil kendisidir. Diğer isimler ise bu isme izafe edilir. Mesela “Şâfi, Allah’ın bir ismidir.” denilir ama “Allah, Şâfi’nin bir ismidir.” denilmez. Ya da “Rahman, Allah’ın bir ismidir.” denilir ancak “Allah, Rahman’ın bir ismidir.” denilmez.
Ayrıca, merhametli kişiye rahim denebilir, bilgin olan kişiye âlîm, sabırlı olana sabûr, çok şükredene şekûr denebilir, fakat Allah ismi O'ndan başkası için mecaz olarak dahi kullanılamaz.
-Allah ismi ism-i alemdir yani özel isimdir. Mecaz yoluyla da olsa başkası için söylenemez. Bu isim Allah’a has ve ancak ona işaret eden bir isimdir. İlahlık davasına kalkışan Firavun dahi “Ene rabbükümül a’la” “Ben sizin yüce Rabbinizim!” demiş fakat “Enellah” “Ben Allah’ım!” diyememiştir. Allah’ın Rab ismini kullanırken Allah ismini kullanmaya cüret edememiştir.
Yine Mekke müşrikleri Kâbe’nin etrafını 360 putla doldurmuşlar, her birine farklı isimler vermişler ama hiç birine Allah diyememişlerdir. Demek bu isim ancak Allah’a mahsus bir isimdir.
– İmana girmek kelime-i şehadet ile mümkündür. İmanın temeli olan kelime-i şehadet ise ancak Allah ismi ile kabul olur. Mesela bir gayrimüslim, Müslüman olmak için “Eşhedü enla ilahe illallah…” yerine “Eşhedü enla ilahe ille-r Rahman” veya “Eşhedü enla ilahe ille-l Melik” dese İslam’a girmiş olmaz. Çünkü Allah ismi, tek ve ortaksız olarak Cenab-ı Hakk’ın zatını ifade eden has bir isimdir. Has isimlerde ortaklık manasını düşünmek mümkün değildir. Bunun için bu isimde hakiki bir tevhid vardır. Diğer isimlerde ise bu hakiki tevhid olmadığından ve onlar ile Allah’ın birliği ikrar edilmediğinden iman kabul edilmez.
– Allah ismini teşkil eden harfler birer birer kaldırılsa mana yine de bozulmaz. Bu özellik diğer isimlerde yoktur. Mesela Melik ismindeki “mim” harfi kaldırılsa “lik” olur ki hiçbir mana ifade etmez. Ya da Samed ismindeki “sad” kaldırılsa “med” olur ki bu da hiçbir mana ifade etmez.
Hâlbuki Allah isminin lafzında bir toplayıcılık vardır. Mesela:
• Baştaki elif kaldırılırsa “lillah” olur, bu da Allah demektir.
• “Lillah”daki birinci lam kaldırılsa “lehu” olur, bu da ona işaret eder.
• Bu “lam” da kaldırılsa “hu” olur ki yine Allah’ı ifade eder.
• Hatta “hu”daki gizli “vav” kaldırılıp “he” kalsa yine Allah’a delalet eder. Çünkü “hu” isminin de aslı “he”dir. ”Vav” asıl değil, ilavedir. Bu sırdan dolayı her canlı teneffüs ederken “he, he, he”demek suretiyle Allah’ı zikretmektedir.
– Bu ismi diğer isimlerden ayıran özelliklerden bahsediyorduk:Allah isminin manasında toplayıcılık vardır, diğer isimlerde bu yoktur. Diğer isimler yalnız bir manaya işaret ederler. Mesela “Hadi” ismi sadece “hidayet veren” manasında, “Nafi” ismi ise sadece “menfaat veren” manasında, “Halik” ismi” ise sadece “yaratıcı” manasındadır. Fakat Allah ismi bunlardaki ve diğer isimlerdeki manaların hepsini toplu bir şekilde ifade eder.
Nasıl ki Güneş dediğimizde yedi renk, ısı ve ışık gibi sıfatlara sahip olan bir ışık kaynağı aklımıza gelir ve bu sıfatları kendinde bulunduramayan Güneş olamaz.
Aynen bunun gibi, “Allah” ismi denildiğinde de bütün kemal sıfatları ve isimleri kendinde bulunduran Zat-ı Akdes akla gelir. Bu isim ve sıfatları kendinde bulunduramayana Allah denilemez.
O hâlde “Allah” diyen bir kimse Cenab-ı Hakk’ı bütün isim ve sıfatlarıyla zikretmiş olur.
Bu ism-i şeriften, Cenab-ı Hakk'ın bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf bulunduğunu öğreniyoruz.O halde bu ism-i şerifin hükmüne göre kul için yapılması gereken şey, tam ve kamil bir insan olmaya çalışmaktır. Yani mümkün olduğu kadar noksanlarını azaltmaya, faziletlerini çoğaltmaya gayret etmektir.
Düşünme çağına gelen her insanın tam ve kamil bir insan olmaya çalışırken yapacağı en önemli vazifesinden ilki, Allah bilgisi edinmek, O'nu öğrenmektir. İster bir çiftçi, ister bir tüccar, ister bir ev hanımı olsun, bir şahsın mesleğinden gerek kendisinin, gerek başkalarının faydalanması için bu bilgi ile donanmış olması şarttır. Allah'ı bilmeyen ve O'ndan korkmayan ne ferde ne topluma bir hayrı vardır. Şayet bu bahtiyarlığı hayatını ilk yıllarında kazanamamışsa, ömrü tamamlanmadan bu yüce bilgiyi elde etmeye çalışmalıdır. Nitekim, İnsanın ömrü doğduğu günden değil,Allah'ı bildiği günden itibaren başlar.Allah'ı bilmeyen gönüller, gezen ve konuşan ölüdürler. İnsanlar yakınlarının ölümünden kederlenir, günlerce acı çeker, halbuki kendi kalbinin ölü olduğundan haberi bile yoktur. Ne büyük bir gaflettir bu.
Tam ve kamil bir insan olmaya çalışırken ikinci vazifemiz, Allah bilgisini kat'î delillere dayamaktır. Kul, Allah bilgisinde bir taklitçi gibi, şundan bundan duyduğu yarım yamalak sözlerle yetinmemelidir.Bu duygu hayatımızın her safhasında adil davranmamızın, samimiyetin ve ibadette ihlasın temel taşıdır.Bu ne kadar kuvvetli olursa insan o kadar kıymetli olur. Bunun için herkes anlayışı ölçüsünde, yerleri, gökleri, mevsimleri, geceleri, gündüzleri,yerden çıkan mahsülleri, çeşit çeşit hayvanları ve nihayet kendi şahsını, içinde, dışında yapılmış, kurulmuş, durup dinlenmeden işleyen bunca makinaları düşünmeli; düşünmeli ki basit bir kulübenin bile kendi kendine olamayacağına ve her eseri yapanın bir sahibi bulunacağına göre, bütün bunları yapan, görüp-gözeten, kurup- işleten, mutlak kudret sahibi bir zatın varlığına ve O'nun kemal sıfatlarına yürekten inanmalı ve bu inancı ile dünyada tek başına kalsa bile sarsılmamalı.
Bu meseleyi Eser-müessir kanunu ile açıklamaya çalışalım:"Eser", iz; "Müessir" de izin sahibidir.
Eser, gözle görülür; müessir, akıl ile sezilir. Örneğin, uzaktan yükselmiş bir duman görünce orada ateş olduğunu anlamak, ateşin varlığına hükmetmek aklın işidir. Duman gözle görülmüş, onun delaletiyle ateşin varlığına aklen hükmedilmiştir. İşte buna: "eserden müessire istidlal" denir.
Eseri görünce hemen müessire intikal etmek , insanların yaradılışlarında bulunan bir özelliktir. Bir insan aydın olsun, cahil olsun eseri görüpte müessiri inkar edemez. İnkar edeni de şiddetle reddeder. O halde bir tabloyu görüp de onun ressamını bilmek kadar doğal bir şey olamaz. İşte bu bilgi ile yaradılmıştan Yaradan'a; işleri nizam ve tertibine koyanlardan, herşeye bir nizam veren Nazzam'a; adaletlilerden büyük adile; kainatta zıt kuvvetlerin dengesinden tek bir Hakim'e; merhametlilerden Rahman ve Rahim'e; yani herşeyde suretten manaya, eşyadan esmaya, esmadan müsemmaya geçerek fikirlerde Allah bilgisi delillerini çoğaltmak, genişletip derinleştirmek gerektir.
3. vazifemiz ibadetlere özen göstermek; yani ibadetlerde adabına, erkanını gözeterek,vaktinde ifa ederek ve bu hususlarda kesinlikle gevşeklik göstermeden yapmaktır. Çünkü ibadetler insanları kamilleştiren ve yükselten en kuvvetli amillerdir.
4. sü, iyi veya kötü huylarını sıkı bir kontrole tabi tutmak. Kibir, hased, cimrilik, zorbalık, gıybet gibi kötü huylardan kalbde hangileri varsa kötü bir hastalığın tedavisine çalışır gibi bunlara teşhis koyarak kendini onlardan kurtarmak, ayrıca bütün güzel huylarla nefsini kıymetlendirmek lazımdır. İnsanın kendini ıslaha çalışması kolay değildir. Bir kötü huyu kalpten söküp atmak aylar alabilir. Allah'ın sevdiği kullar arasına katılmak elbette kolay değil. Kuvvetli irade, geniş tahammül lazım.
Kim bu zorluklarla savaşır, yılmaz ise neticede muhakkak ki başarılı olur. İyi bir insan olmak uğrunda zorluklara katlananları, muradlarına erdireceğine dair Allah'ın vaadi vardır. Kullar için bundan daha ileri bir mertebe yoktur. Nimet külfete göredir kuralınca, sabredilecek zorluklar ne kadar çoksa mükafatın büyüklüğü de o kadar olacaktır.
İ.Gazali, kulun bu isimden nasibini şöyle aktarır: Kul,Allah-u Teala'ya bütün kalbi ile bağlanmalıdır. Hem de öyle bağlanmalıdır ki gözü O'ndan başkasını görmemeli,O'ndan başkasına iltifat etmemeli,O'ndan başkasından bir istekte bulunmamalı yani kimseye boyun eğmemeli,O'ndan başkasından korkmamalıdır. O, bu isimden, Allah'ın gerçek varlık olduğunu,O'ndan başka ne varsa, bütün herşeyin fani, boş ve yok olmaya mahkum olduğunu anlamıştır.
Ali Osman Tatlısu Esmaü'l Hüsna Şerhi/ İmam Gazali Esmaul Husna