28 Şubat 2020 Cuma

İstihare ve kader


İstihare rüya değil, duadır. Rüyada görülen önemli değildir. Kaderimizi bilmeyiz ve biz iyi olsun diye dua ederiz; bu dua da kaderin bir parçası -olacağın ezelde konmuş ve bizim irademize bırakılmış şartı- olabilir.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00405.htm

22 Şubat 2020 Cumartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (41) :Doğru ve hak olduğuna tanık olmak- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


-Allah’ın emirlerine olan çağrısına cevap vermemek ciddiye almamak yeterince kötüdür ve kişiyi felakete götüren bir süreçtir.

-Bazı ritüelleri(ibadetleri) sorgulamadan yapan hakikatinden kopuk taklit üzere yapan kişi, tahkike yaklaşmamış böyle kişi 
demek ki bir başka toplumda olsaydı oradaki ritüelleri yapıyor olabilirdi . 

-Eğer bazı amellerimiz olduğu halde Rabbimiz bize ağır musibetler veriyorsa ve ardı arkası kesilmiyorsa o zaman daha güçlü bir şekilde bizi kendine çağırıyor demektir. İlim boyutunu ihmal etmişizdir. Önce bilmek sonra amel etmek. Ben bilmeyeyim amel edeyim olmaz. Doğru ve hak olduğuna tanık olmamız lazım. "eşhedu" demeden ibadetlerini yapsa olmaz; çünkü bunu hak bir din üzere yaptığının bilincinde değil bu kişi.

-İlim öğrendiği halde Rabbimiz hala sert şekilde sınıyorsa o zaman amel etmede problem var demektir.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- ENBİYA Suresi 1.,2.,3 ayetlerin Tefsirinden kısa notlar

21 Şubat 2020 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (40) : Mezhepler


-Mezhep imamları sünneti sahabe ve tabiin yoluyla alıp doğru ve sistematik şekilde aktaranlardır.

-Onlar bunu sistematik şekilde aktarmasalardı bu dini yaşayamazdık ve anlayamazdık.

-Bazen aralarında ihtilaf olmuştur ama aslında bu sahabenin ihtilafıdır. 


Örneğin İmam Hanife rahmetullahi aleyh Abdullah Bin Mesud radıyallahu anh'ın görüşünü, İmam Şafi rahmetullahi aleyh Abdullah ibni Ömer radıyallahu anh'ın görüşünü almıştır.

 İkisi de doğru, ikisi de sünneti aktarır; işte buradan mezhepler doğmuştur. 

-Bu dört mezhep olmasaydı ümmet binlerce parçaya ayrılmış olacaktı. Mezhep ümmeti tutuyor bu sahih dindir ve sahih sünnettir.

20 Şubat 2020 Perşembe

SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISI-8-


SUFFA


 *SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISINI İYİCE ÖĞREN Kİ, O GÜN VERİLEN MÜCADELEYİ DOĞRU ANLAYASIN, BUGÜN YAPILMASI GEREKENİ DOĞRU KAVRAYASIN.

* TEVHİDİ HAYATINA HAKİM KILMA KONUSUNDA OLDUKÇA HASSAS OL Kİ, AFFEDİLMEZ SUÇ OLAN ŞİRKE, ASLA KAPI AÇMAYASIN. 

*TEVHİDİ SELİM BİR ŞEKİLDE MUHAFAZA ETME MESELESİNDE TİTİZ OL Kİ, UFACIK BİR SAPMA İLE TAHMİN EDEMEYECEĞİN NOKTALARA SAVRULMAYASIN. 

*PUTLARLA BAŞLAYAN KAVGANIN SADECE O GÜNE HAS OLDUĞUNU ZANNETME Kİ, BUGÜN ADI VE MUHTEVASI DEĞİŞEN PUTLARA ALDANMAYASIN.

* RABBİNİN SANA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKIN OLDUĞUNU UNUTMA Kİ, YANLIŞ VESİLE ANLAYIŞINA, RABBİNİ ŞAHISLAŞTIRMAYA VE KAVRAYAMAMA SAPKINLIĞINA DÜŞMEYESİN.


Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf

19 Şubat 2020 Çarşamba

SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISI-7-


...Uzak bir Allah inancı insanda şu üç temel problemi oluşturuyor: Yanlış vesile anlayışı, şahıslaştırma ve kavrayamama... Biraz açalım:

 YANLIŞ VESİLE ANLAYIŞI 
İnsanın yaratanını uzak ve ulaşılamaz olarak görmesi aracıları ihtiyaç olarak ortaya çıkardı. Allah katında kendisine şefaatçi olacak, Allah ile –hâşâ- arasını bulacak vesilelere kapılar açıldı. Bazen yardım görme ve şefaat umudu ile, bazen korku ve dünyevi menfaatler adına böyle bir sapma başlamış oldu. Uzaklarda olan Allah’ın bu putları kendilerine tanınmış bir imkan olarak görmeye başladılar ve bunları birer tapınma araçları olarak ittihaz ettiler. Onlara göre çok çok yücelerde olan ve ulaşma imkanı oldukça zor olan Allah, bazılarına uluhiyetinden pay vermiştir. Yani ikinci dereceden ilahlaştırmıştır. Bu ikinci dereceden aracı tanrılara kulluk etmedikçe ne Allah’a tam anlamı ile kulluk edilebilir, ne de Allah onların ibadetlerini kabul ederdi. İşte sapmanın temeli uzak bir Allah tasavvuru olunca, başka vesile, aracı ve şefaatçilere böyle ihtiyaç duyuldu. 

  ŞAHISLAŞTIRMA
 Uzak Allah tasavvuru, insanı büyük bir sapma olan Allah’ın (cc) müşahhaslaştırılmaya başlanması gibi tehlikeli bir noktaya da vardırdı. Bu sapmayı bazı bilginler, mukaddesin müşahhasa dönüşü 36 şeklinde de ifade etmişlerdir. Yani bazı eşya ve suretlerde, Allah’ın ruhunun varlığının olduğu zehabına kapıların açılmasıdır. Müşrik zihniyet, işin başında aslında taştan, topraktan, hatta acıkınca yedikleri helvadan yaptıkları cansız suretlerde bir üstünlüğün olmadığını çok iyi biliyorlardı. Dinler tarihi uzmanlarının ortaya koydukları temel ilke niteliğinde olan bir tespit vardır. Bu tespite göre; “Kainatta hiçbir varlığa sırf kendisi olduğu için tapılmaz.” 37 Şimdi ineği, buzağıyı kutsal sayanlar, aslında bir ineğe tapmıyor, inekte kendilerine göre mana bulan ruha tapıyorlar. İşte puta tapanlarda böyleydi. Önce o putu elleri ile yapar, sonra ona belli bir görev, misyon biçer ve Allah’ın bu putlarda muşahhaslaştığına/kişileştiğine inanır ve o putlarla olan münasebetlerinden sanki Allah ile iletişim kuruyormuş gibi olur ve onların sayesinde Allah’a daha yakın olacaklarına inanırlardı. 

  KAVRAYAMAMA 
Uzak Allah inancına sahip olanlar, kainattaki düzeni, nizamı, intizamı, işlerin çokluğuna rağmen her şeyin oldukça muntazam ve büyük bir ahenk ile yürümesi, kendilerini hayrete düşürüyor ve bu işi bir tek ilah yapamaz gibi, büyük bir sapmanın eşiğine onları getiriyordu. Bu düşünceye Kur’an bizzat değinmektedir. Müşrikler, Allah Resulü’ne (sas) şöyle karşı geliyorlardı: “Muhammed tanrıları bir tek tanrı mı yapmış! Doğrusu bu şaşılacak bir şey” diyorlardı. 38 Rabbimiz ise onların bu kuruntusuna şöyle cevap veriyordu: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” 39 

İşte son vahyin ilk muhatapları uzak bir Allah tasavvurundan kaynaklanan böyle sapmaların kurbanları olmuşlardı. Bunun neticesinde de putlar hayatlarını kaplamış ve kendi uydurdukları kuruntularla bir din oluşturmaya başlamışlardı. İslam’ın dirilten sesi Mekke sokaklarında çağlamaya başladığı zaman, Rabbimiz bu muhatapların şahsında kıyamete kadar gelecek tüm muhatapların ortak hastalığı olan uzak Allah tasavvurunu gidermek için, kendisinin kullarına çok yakın olduğunu farklı ifadelerle beyan edecek, el-Karib şeklinde bir isminin bulunduğunu söyleyecek olduğunu 40 ve: “Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını çok iyi bilmekteyiz ve biz insana şah damarından daha yakınız.”41 diye buyuracaktı...

Devamı bir sonraki yazıda.

36 Yıldırım, Suat; Kur’an’da Ulûhiyet, s. 4
37 Yıldırım, Suat; Kur’an’da Ulûhiyet, s. 5
38 Sâd Sûresi, 38/5 
39 Enbiya Sûresi, 21/ 22 
40 Bakara Sûresi, 2/ 186; Hûd Sûresi, 11/ 61; Sebe Sûresi, 34/51 
41 Kaf Sûresi, 50/16

Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf

18 Şubat 2020 Salı

SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISI-6-


...Görüldüğü gibi Cahiliye Arapları kız çocuklarına değer atfetmezken, onları yararsız ve yük olarak görürlerken, bundan dolayı da diri diri gömdükleri vaki iken; taptıkları, kutsal gördükleri putlarına dişi isimler koyar, melekleri dişi suretinde görür ve bunları Allah’ın kızları diye nitelendirirlerdi. Biraz önce Necm Sûresi’ndeki ayette de geçtiği üzere; “Bu insafsızca bir taksim” değil miydi? Hem kız çocuklarını bir utanç vesilesi kabul edecekler, onlara yaşam hakkı vermeyecekler, hem de tanrı diye taptıklarının dişi olduğuna inanacaklar ve tanrılarını tanrıça olarak edineceklerdi. Bu büyük bir çelişki idi ve ne yazık ki Cahiliye Arabı pek de bu çelişkiyi izaha yanaşmadığı gibi, anlama noktasında da bir çaba ortaya koymazlardı. En azından Kur’an’ın birkaç yerde sorduğu bu soruları müşrikler cevapsız bırakacaklardı.30 


Peki, neden böyle bir mantık vardı müşriklerde? Aslında bunun cevabı çevre kültürlerde yatmaktaydı. Çünkü tanrıları dişi görme geleneği, kadim bir gelenekti. Gerek eski Mısır’da, gerek eski Mezopotamya’da, gerekse Babil’de tüm tanrılar dişi idi. Bunun sebebi ise, dişinin genellikle doğum, üreme, verimlilik, şehvet, güzellik, aşk vs. gibi şeyleri bünyesinde barındırmasıdır. Tüm bu dinlerde tanrılar müşahhaslaştırıldığı, yani kişileştirildiği için özellikle bir tanrının yaratabilmesini, birini var edebilmesini doğum yapabilme özelliğinde olmasına bağlamışlardı.31 Şimdi daha iyi anlıyoruz, Kur’an’ın “lem yelid velem yûled” ifadesini... 32 Yani ne O (cc) biri tarafından doğrulmuştur, ne de O (cc) doğurmuştur. Böyle bir ifade daha işin başında muhataplarına bu yanlış düşünceyi ve çarpık zihniyeti düzetme amacını taşıyordu.

 İşte Cahiliye Arabı aslında Hz. İbrahim’den beri özünde olmayan putçuluğu coğrafyasına ithal edince eski dinlerde var olan bu geleneği hiçbir sorguya tabi tutmadan aldı ve tanrılarını, tanrıçalaştırdı. Allah’tan bağımsız, işin içinde Allah’ın olmadığı akıl işte insanı böyle çıkmaza götürüyor; insanı gülünç duruma düşürüyor. Bu sapmaya farklı bir örnek daha verebiliriz. Kaynaklarımız, bize İsâf ve Nâile adında iki put ile alakalı bilgi verirler. Hz. Aişe’nin rivayetine göre; İsâf b. Bağy ile Nâile bint Dik, Cürhümiler kabilesinde iki gençtiler.

 Birbirlerini seven bu iki genç, bir gün şeytana uyarak Kâbe’nin yakınlarında zina ettiler. Allah da Beyti’nin mukaddesatını koruma adına bu iki genci taşa dönüştürdü. Daha sonra taştan heykeller Safa ile Merve tepelerine yakın bir yere konarak, kutsanmaya başlandı. Derken tapılan, vesileleri istenen iki puta dönüştü.33 İşte müşrik aklın vardığı nokta böyle sahibini gülünç duruma düşürüyordu.

 Bu putların, İslam bölgede hakim olduktan sonra ne olduğuna gelince, Hz. İbrahim’in soyundan gelen Efendimiz’in (sas) atası gibi, elindeki asa ile tüm bu sahte tanrıları yerle bir ettiğini görmekteyiz. Hicretin 8. yılında Mekke’nin fethi olunca Efendimiz, “Hak geldi, batıl zail oldu. Muhakkak ki batıl yok olmaya mahkûmdur”34 ayetini okuyarak, Kâbe ve Mekke içerisindeki tüm putları yerle bir etti. Allah Resulu istiyordu ki, bölgede tamamen tevhid hakim olsun ve şirk namına hiçbir şey kalmasın. Bunun içinde vakit kaybetmeden Huneyn savaşının hemen akabinde ashâbının arasından altı ismi seçti ve o gün için bölgede bulunan altı büyük putu kırmaları için onları görevlendirdi.

 Halid b. Velid’i Uzzâ putunu, Said b. Zeyd’i Menât putunu, Amr b. As’ı Süvâ putunu, Tüfeyl b. Amr’ı Zülkeffeyn putunu, Halid b. Said’i Urane bölgesindeki putu, Hişam b. As’ı Yelemlem bölgesindeki putu yok etmeleri için görevlendirdi. 35 Bu sahâbîler yanlarına bir grup asker alarak görev bölgelerine gittiler ve kendilerine verilen bu vazifeyi yerine getirerek, şirkin sembolleri olan bu sahte ilahları yerle bir ederek, Arap yarımadasını şirkten tevhide taşıdılar ve yıllardır tevhide hasret olan Hz. İbrahim’in topraklarını yeniden tevhide kavuşturdular. 

Burada önemli bir soruya cevap arayarak dersimizi toparlayalım. Nasıl olur da genelde tüm insanlık, özelde ise onlarca peygambere ve ilahi mesaja muhatap olan bölge insanı akla ve mantığa tamamen ters böyle bir putçuluğa kapı açar? Allah’ın ikramlar üzere yarattığı insan, nasıl cansız, kendisine bile fayda ve zararı olmayan taştan ve topraktan kendi elleri ile yaptıkları tabir caiz ise oyuncaklara taparlar? Bu önemli soruya doğru cevaplar bulmamız bize, şirkin tabiatını biraz daha tanımamızı sağlayacak ve aslında o zaman bizler Kur’an’da ister adı açıkça beyan edilen, ister beyan edilmeyen putlarla olan kavgasını daha iyi anlamış olacağız. İnsanlığın neden böyle bir yanlışa kapı araladığını
anlamamız için Kur’an’ın bu sapma ile mücadele ederken kullandığı üslup ve muhtevaya iyice dikkat etmemiz gerekmektedir. Kur’an’ın genel üslubu bu meseleyi anlamamızı sağlayacaktır. Bu nazarla ilgili ayetlere baktığımızda, sapmanın temelinde yatan etkenin uzak bir Allah tasavvuru olduğu anlaşılmaktadır. Yaratıcısı olan Allah’ı (cc) uzak görmek, O’na (cc) ulaşmanın mümkün olmadığını zannetmek, O’nun (cc) hayata müdahalesini imkansız görmek, böyle bir sapmaya insanı vardırıyor. İnsan böyle bir yanlış temelden hareket edince de, sapmalar ortaya çıkıyor. 

Uzak bir Allah inancı insanda şu üç temel problemi oluşturuyor: Yanlış vesile anlayışı, şahıslaştırma ve kavrayamama... Biraz açalım:... 

Devamı bir sonraki yazıda.

29 Cevâd, Ali, el-Mufassal, c. 6, s. 247
30 Nahl Sûresi, 16/57; İsra Sûresi, 17/40; Enbiya Sûresi, 21/26; Saffat Sûresi, 37/150-157; Zümer Sûresi, 39/4; Zuhruf Sûresi, 43/19, 20
31 Yıldırım, Suat; Kur’an’da Uluhiyet, s. 350,351
32 İhlâs Sûresi, 112/3
33 İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 123
34 İsra Sûresi, 17/81
35 İbnü’l-Kelbi, Kitâbu’l-Asnâm, s. 14, 16; Taberi, Tarih, c. 3, s. 307, 308

Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf

17 Şubat 2020 Pazartesi

SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISI-5-


....Kur’an’ın isimlerini açıkça belirterek üzerlerinde durduğu üç putu biraz daha yakından tanımaya çalışalım: 


LÂT: Kureyş’in tazim edip, kutsallık atfettikleri tanrıçalardan biriydi ama Taif’te olduğu için Taifliler, buna daha fazla önem atfederlerdi. Taif’te bulunan bu puta Benî Sakif kabilesi bakardı. Dört köşe bir kaya parçasından ibaretti. Bu putun bölge Araplarının hayatlarında ne kadar önemli bir yer edindiğini Ebrehe’nin ordusu Mekke’ye doğru geldiğinde Taiflilelerin yaptıkları davranışta görüyoruz. Tüm Taif halkı Lât’ın önünde toplanmış ve ondan yardım talebinde bulunmuşlardı.19 Lât isminin ne anlama geldiği konusunda alimlerimiz oldukça farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerden bir tanesi Lât’ın Allah lafzı celalinden ya da ilah isminden türetilmiş ve sonra dişilik verilmiş bir isim olduğu yönündedir.20 

UZZÂ: Kureyş kabilesinin en büyük tanrıçasıydı. Taif ile Nahle vadisi arasında Hüraz denen bir mıntıkada tapınakvari bir yapı içerisinde idi. Aslı üç küme dikenli dallardan oluşan ağaçtı. Kureyş bu puta büyük bir tazim ile yaklaşır ve bu putta gücün, izzetin, şerefin ve cesaretin kaynağı olduğunu vehmederlerdi. 21 Zaten Uzzâ ismi, aslında Esmâü’l-Hüsna içerisinde geçen elAziz isminin müennesleştirilmiş/dişil hali idi. Dolayısı ile Kureyş, Kur’an’ın elAziz ismine yüklediği manayı Uzza tanrıçasına yüklemişti.22 

MENÂT: Menat tanrıçası Mekke ile Medine arasında bulunan meşhur savaşçı Süreka b. Malik’in kabilesinin yaşadığı Kudeyd (Müşelşel) mevkiindeydi. Bölge ahalisi ve hususen Medineliler Menat’a çok saygı duyar, onun etrafında tavaf yapar ve ona kurbanlar adarlardı. Özellikle Hac mevsimlerinde onu ziyaret ederler, başlarını onun yanında traş ederek haclarını tamamlarlardı.23 Menat isminin de yine Allah’ın yüce isimlerinden biri olan Mennan isminin müennesleştirilmiş/dişil hali olduğunu görmekteyiz.24 Kur’an’da menne şeklinde mazi fiil olarak Allah’a izafe edilerek kullanılan,25 ama çeşitli hadislerde Efendimiz (sas) tarafından isim olarak Esmâü’l-Hüsna’dan sayılan Mennan ismi26 Allah’ın kullarına karşılıksız olarak bol bol nimet vermesi anlamını içermektedir. 27 Bu anlama uygun olarak bölge halkı Menat tanrıçasının bolluk tanrıçası olduklarına inanırlardı. Her ne kadar bazı kaynaklar Menat’a kader tanrıçası deseler de, 28 yaygın olan kanaate göre bir kader  tanrıçası yerine isminin anlamına uygun olarak bir bolluk tanrıçası şeklinde anlaşılmaktaydı.29

Devamı bir sonraki yazıda.

16 İbn Habib, el-Muhabber, s. 332 
17 İbnü’l-Kelbi, Kitâbu’l-Asnâm, s. 21 
18 Necm Sûresi, 53/19-23 
19 Ezrâkî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 126; Fakihî, Ahbâru Mekke, c. 5, s. 164 20 İbn Kesîr, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, c. 3, s. 517
21 Ezrâkî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 126
22 İbn Kesîr, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, c. 3, s. 517
23 Ezrâkî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 125
24 İbn Kesîr, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, c. 3, s. 517
25 “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta (mennallâhu) bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” Âli İmran Sûresi, 3/164
26 Tirmizî, Duâ, 108
27 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, c. 13, s. 197
28 Yakût, Mu’cemü’l-Büldân, c. 5, s. 205

Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf

16 Şubat 2020 Pazar

SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISI-4-


...Hubel’in Mekke’ye gelişi, bölge insanın dini yapısının bir çok açıdan değişime uğramasına sebep olmuştur. Mekkeliler tüm işlerini Hubel’in önünde ve güya onun vereceği karar doğrultusunda yapmaya başlamışlardı. Yani Hubel, isminin anlamına uygun olarak halkın hayatına müdahil olan bir Rab ve ilah olmuştu. Mekkeliler ezlam denen fal oklarını Hubel’in önünde ve onun adına çekerlerdi. Bu oklar yedi tane idi ve her birinin üstünde bir şey yazıyordu: Evet, hayır, diyet, sizden, başkasından, mulsak yani saf değil, nesebi belli değil, Rabbim emir etti ya da nehy etti. Görüldüğü gibi yedi ok yedi farklı sonuç veriyordu. Böyle olunca Araplar tüm işlerini bu fal okların sonuçlarına göre yapıyorlardı. Mesela; Yolculuğa çıkmak, ticaret yapmak, herhangi bir işe başlamak, evlenmek, nesebi şüpheli bir çocuğun babasını tespit etmek, öldürülen kimsenin diyetini belirlemek ve daha nice işleri yani hayatlarının tüm işlerini Hubel’in önündeki bu fal merasimi ile belirliyorlardı. Tabi bu işe bakan görevli bunu bedelsiz olarak sırf hayır adına yapmıyor, o devrin imkanları çerçevesinde oldukça yüklü miktarda bir para, putlar adına kesilen kurbanlar ve ona takdim edilen hediyelerle bu işi yapıyordu.14 Nübüvvetin mesajı Mekke’de yankılanmaya başladığı zaman bu işi Cumuhoğulları’ndan Ümeyye b. Halef yürütüyordu.15 Özellikle bu ailenin nübüvvetin ilk yıllarında İslam’a karşı düşmanca tavır takınmalarının altında elde ettikleri büyük rantların kesilme endişesi yatıyordu. “La ilahe ilah” demenin, “Yok olsun Hubel!” demek olduğunu gayet iyi bildiklerinden bu ilahi mesaj ile artık Hubel’in sırtından geçinemeyeceklerinden dolayı büyük bir endişe içindeydiler. Böyle olunca da elbette Ümeyye karşı çıkıyordu. Bedir Gazvesi’nde Ümeyye öldürülünce, bu işi oğlu Safvan b. Ümeyye üstlenecek, Müslüman olacağı güne kadar da yürütecekti.16


Bu büyük sapmadan sonrada artık putçuluğun önü bir türlü alınamadı ve derken, Hz. İbrahim’in tevhid üzere inşa ettiği Kâbe başta olmak üzere, tüm Mekke ve civarı putlarla dolup taşmaya başladı. Öyle ki Kâbe’de bir çok put olduğu gibi, her yerde, her evde, her şahsın kendi özel putları da olmaya başladı.17 İşte Kur’an nazil olmaya başladığı zaman böyle bir alt zemini olan bir muhatap kitlesine hitap etmeye başladı. Kur’an, endad, esnam, evsan, temâsil, şüreka, ilah, alihe, şüheda, şufa, erbab, evliya, emsal, tağut, cibt, ensab, veled, sahibe ve daha nice isimlerle adlandırılan bu sahte tanrılar ile savaştı, yüzlerce ayette bu tanrıların boş birer iddia olduklarını söyledi. Burada geçen ifadeler ve Müşriklerin genel dini yapılarının muhtevası bize gösteriyor ki, bunlar mutlak bir inkar içerisinde değillerdi. Bilakis Allah yanında başka ortaklar, şerikler, kendi deyimleri ile vesileler edinmişlerdi. Bu genel ifadelerin yanında, Kur’an bölge insanın çok kutsal saydıkları büyük putların isimlerini vererek de onlarla savaştı. Necm Sûresi’nde; “Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı? Ve üçüncüleri olan ötekini, yani Menât’ı. Demek erkek size, dişi Allah’a öyle mi? Bu nasıl insafsızca bir taksim? Hayır, bu putlara taktığınız isimler ve onlara isnat ettiğiniz şeyler sizin kuruntularınızdır. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.”18 Kur’an’ın isimlerini açıkça belirterek üzerlerinde durduğu üç putu biraz daha yakından tanımaya çalışalım:....

Devamı bir sonraki yazıda.

14 İbnü’l-Kelbi, Kitâbu’l-Asnâm, s. 21
15 İbn Habib, el-Munammak, s. 331, 332
16 İbn Habib, el-Muhabber, s. 332 
17 İbnü’l-Kelbi, Kitâbu’l-Asnâm, s. 21 
18 Necm Sûresi, 53/19-23
Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf

Her kişi kazandığının rehinesidir doğduğu ortamın mahkumu değildir

15 Şubat 2020 Cumartesi

SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISI-3-


....“Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın. Hele Ved’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Yeûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin.” 6


Burada açıkça isimleri sayılan beş put, Nuh kavminin suretler, timsaller önünde tazim ettikleri, onlarda bazı olağanüstü güçlerin toplandıklarına inandıkları kutsal varlıklardı. Bu beş isme dair tefsirlerimizin bize verdikleri bilgiler şöyledir: Bu isimler, ya Hz. Adem’in oğulları veyahut Hz. Nuh’tan önce yaşamış salih ve abid insanlardı. Halk bu salih insanlardan o kadar etkilenmişlerdi ki, onların ölümü, kendilerini çokça üzmüş ve sırf hatıraları, o güzel ahlak ve hayatları unutulmaması için her biri adına bir heykel yapmışlardı. İlk nesillerde sadece hatıralarını yaşatma gibi, masumane bir düşüncede olan insanlar, nesiller araya girdikçe sapmaya başlamış ve derken bu beş abid insanın hatıraları unutulmuş, heykeller birer tapınma aracına dönüşmüştü.7 İbnü’lKelbi’nin bize bildirdiğine göre yüzyıllar boyunca bu putların adı yaşamış hatta Mekke’de Efendimiz döneminde bile müşrikler bu putlara tazim etmeye devam etmişlerdir.8

Ayetin isimlerini açıkça beyan ettiği putlar hakkındaki diğer bir yorum ise şöyledir: İnsanlık kainatta var olan tüm idareyi tek bir tanrının otoritesinde toplanacağına bir türlü inanamadıkları için çok tanrıcılık inancı insanlar arasında yayıldı. Bunun içinde her işin bir faili olarak bir tanrı olduğu düşüncesi gelişti, hatta tanrının karısı, çocukları, akrabaları vs. oluştu ve bu tanrı ailesi aynen insan nesli gibi çoğalıp durdu. İnsanlarda gördükleri nice şeyleri bu tanrılara izafe etmeye başladılar. Derken bu izafet daha iyi anlaşılsın diye şekilli suretlere dönüştü. Nuh Sûresi’nde bahsi geçen beş putun isimleri; aslında güç, kuvvet, azamet, güzellik ve idare gibi beş önemli sembolü temsil etmekteydi. Ved: Erkek savaşçı, Suvâ: Güzel kadın, Yeğûs: Aslan, Yeûk: At, Nesr: Kartal…9

İşte görüldüğü gibi insanlık, ilk çağlardan itibaren bu tür eğilimleri ile putperestliğe yol açan sapmalara kapı açmıştı.

 Bu sapma ne yazık ki Hz. Nuh’tan sonra da devam etmiş, gelen tüm peygamberler de bu sapmayı düzeltmek için uğraşmışlardı. Ama gördüğümüz bir gerçek var ki, insanlığın bu çok tanrıcılık fikrinden ayrılmaları çok da kolay olmamıştır. Hz. İbrahim’in Harran’da verdiği mücadeleyi hatırlarsak, o günlerde Babil merkez olmak üzere Mezopotamya’nın genelinde putçuluğun nasıl yaygınlaştığını daha iyi anlarız. Hz. İbrahim o mücadelesinin sonunda ateşten kurtulup, Mısır’a geldiğinde, Mısır’da değişen bir şeyin olmadığını gördü. Firavun medeniyetinin dini yapısı da Babil gibi çok tanrıcılığa dayanıyordu. Hz. İbrahim, Mekke’ye ailesini getirip bıraktıktan bir müddet sonra, Hz. İsmail ile birlikte Kâbe’nin temellerini yükseltip, o çorak araziyi şenlendirip, insanların teveccühleri o bölgeye doğru yönelince bir müddet tevhidin o bölgede hakim olduğunu görüyoruz. Hz. İsmail’in Cürhümilerden bir hanım ile evlenmesi daha sonra Cürhümilerin o bölgenin idaresini ellerinde tutmalarını geçen derslerimizde görmüştük. 10Ama ne olduysa belli bir süreç sonrasında Hz.İbrahim’in dininden yüz çevirmeler yaşandı ve insanlar yavaş yavaş tevhidden, şirke doğru bir sapmaya başladı. Bu dönemdeki sapmanın altında da, yine çok masumane bir düşünce yatıyordu. İbn İshak’ın bize aktardığına göre, Mekkeliler bazen ticari veya başka sebeplerle Harem’in dışına çıkacakları zaman, yanlarında Harem’in toprağından bazı taşları götürürlerdi. Sırf Kâbe ve çevresine olan saygılarının bir işareti olsun diye o devirlerde hemen hemen herkes bu işi yapıyordu. Yıllar sonra bu uygulamalar, o toplumun genel bir adeti haline dönüştü. Tabi sapma bir başladı mı ne yazık ki başladığı noktada durmuyor, merkezden muhite doğru genişleyerek devam ediyordu. Bir müddet sonra Harem’den dışarıya çıkan insanlar, yanlarında götürdükleri taşların etraflarında Kâbe’nin etrafında döner gibi dönmeye yani tavafa başladılar. Bu sefer, onları gören bölge halkı o taşlar da bazı kutsallıklar olduğunu zannederek, Harem ehlinden olan insanlara döndükleri zaman, o taşları kendilerine bırakmalarını istediler. Bu istek tabii ki kabul gördü, derken bir anda Hicaz, kutsallık atfedilen bu tarz şekilsiz taşlarla dolmaya başladı. Böyle bir alt zeminle yavaş yavaş sapmaya başlayan Mekke ve Hicaz ahalisi ile birlikte o günlerde oldukça yakın ticari ve sosyal ilişkilerde bulundukları Şam, Mısır, Yemen ve İran gibi çevre bölgeler de yıllardır kendilerinde mevcut olan çok tanrcılığın da etkisiyle bu putçuluğu(paganizmi) kabullenmekte çok da zorlanmadılar. Derken Cürhümilerden sonra Kâbe’nin idaresini ele geçiren Huzâ’alıların reisi Amr b. Lühey, Şam topraklarına yaptığı bir ziyaret sırasında, bölge ahalisinin suretli putlara taptığını gördü. Bu putlar hakkında bilgiler alan Amr b. Lühey, oradan insan suretinde kırmızı akikten yapılmış bir put satın aldı ve bunu Mekke’ye getirdi. İşte bu put Mekke’ye giren ilk suretli puttu ve put, yüzyıllar boyu Mekke ahalisinin saygıda kusur etmedikleri Hubel isimli putları idi. O günlerde tarihler Milattan önce 3.yüzyılı gösteriyordu. Yani Hz. İbrahim’in ateşe atılmasına sebep olan putçuluk, şimdi Hz. İbrahim’in inşa ettiği Kâbe’nin hemen yanı başına kadar gelmişti.11 Hubel isminin ne anlama geldiği konusunda birkaç farklı yorum yapılmıştır. Bunlardan en isabetli gördüğümüz şudur: Hubel muhtemelen İbranice’deki Ha-bal’ın muharref şeklidir. Ha-Bal; ise aslında iki kelimeden oluşur: Ha İbranicenin harf-i tarifidir, yani Arapça’daki el takısı gibi... Bal ise, Rab anlamındadır – ki Kur’an’da bu ifade birkaç ayette Rab anlamında geçmektedir.12 Dolayısı ile Habel yani Hubel, aslında er-Rab demektir. 13

Devamı bir sonraki yazıda.

6 Nuh Sûresi, 71/23 
7 Kurtubî, el-Câmiu li, Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 18, s. 56, 57 
8 İbnü’l-Kelbi, Kitâbu’l-Asnâm, s. 18 
9 Kurtubî, el-Câmiu li, Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 18, s. 58, 59; Çelikkol, Yaşar; İslam Öncesi Mekke, s. 159, 160 
10 Bkz. 16. Ders
11 İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 155-165; Taberi, Tarih, c. 1, s. 140-150 12 Saffat Sûresi, 37/124-126 13 Günaltay, M. Şemseddin; Kable’l-İslam Araplar ve Tedeyyünleri, Darü’l-Fünûn İlahiyat Fakültesi, Mecmuası, Sayı. 3, s. 151


Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf

14 Şubat 2020 Cuma

SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISI-2-


...Bu dini yapıları, Efendimiz’in (sas) muhatap çevresini anlamamız açısından birer birer ele almakta fayda vardır. Öyleyse birinci dini yapı olan ve Kur’an’ın en fazla üzerinde durduğu Müşrikler ile başlayalım. 


Müşrikler, Allah’a bazı ortaklar, eşler ve O’na yakışmayan vasıflar isnat edenlerdir. Zaten Müşrik kavramından da anlaşıldığı gibi, Allah’ı inkâr edenler değil, Allah yanında bazı varlık ve cisimleri O’na eş koşanlardır. Müşrikler dediğimiz zaman hemen aklımıza Mekke’de puta tapan, taştan topraktan yapılmış cansız varlıklara kutsallık atfeden, bu yönü ile de Kur’an’ın dili ile necis ilan edilen bir zümre gelmektedir.3

 Burada şöyle bir soruyu sormaktan da kendimizi alamıyoruz? Hz. İbrahim’in ve oğlu Hz. İsmail’in şehri olan Mekke’de, nasıl olmuşta putperestlik bu düzeyde yaygınlaşmıştır? Bir tevhid abidesi olan Hz. İbrahim, putlara karşı Harran’da bir mücadele başlatmış, bunun yüzünden çok ağır imtihanlarla karşı karşıya kalmış, hicret etmiş ve oğlu İsmail’i bu bilinç ile yetiştirmiş, Mekke’de tevhid üzere yeryüzünün ilk mabedini ihya etmişti. Nasıl olmuşta Hz. İbrahim’in yıktığı putçuluk, onun beldesinde, onun ihya ettiği Kâbe’de yer bulmuş ve insanların hemen hemen hepsinin hayatlarına bu sapma girmişti? Nasıl oldu da genelde insanlık, özelde de Hz. İbrahim’in kenti olan Mekke ve çevresi böyle büyük bir sapma ile karşı karşıya kalmıştır? Bu önemli bir sorudur! Öyleyse bu noktada putçuluğun tarihini hatırlamamızda fayda vardır.

 İnsanlığın putlara tapması, Allah’ın yanısıra cansız varlıklara da tazim etmesi, insanlığın yaşı kadar eskidir. Bazı tarihi rivayetler bu işi Kabil’e kadar götürürler. Rivayete göre; Hz. Adem’in ilk çocukları Kabil ile kız kardeşi Lubud ikiz olarak doğar. İkinci ikizleri ise Habil ile kız kardeşi Iklima’dır. O zamanlarda Allah’ın emri ile kardeşler arasında ikizler birbiriyle evlenemezdi. Sadece çapraz evlilikler helal kılınmıştı. Yani Kabil Iklima ile Habil de Lubud’la evlenecekti. Ancak Kabil, Habil’in kız kardeşiyle değil kendi ikizi ile evlenmek istiyordu. Kabil bu isteğini Habil’e söyler, ama Habil bunu kabul etmez ve Allah’ın emrine karşı gelemeyeceğini söyler. Kabil ise: “Bu Allah’ın emri değil babamız Adem’in emridir” diyerek ısrarını sürdürür. Bu durumdan bir müddet sonra haberdar olan Hz. Adem, Allah’tan kendisine gelen emir üzerine oğullarına şöyle der: “Her ikiniz de Allah’a adakta bulununuz. Allah kimin isteğini kabul ederse onun adağını ateşle yakacaktır! Böylelikle kimin doğru olduğu anlaşılacaktır.”

 Habil davar sahibidir. Davarının en iyi, besili hayvanını seçerek Allah’a adar. Kabil ise çiftçidir; Habil’in aksine ekininin en kötüsünü Allah’a adar. Gökten inen ateş Habil’in kurbanının yakar, Kabil’in kurban olarak takdim ettiğini ise aynen bırakır. Kabil kurbanının Allah tarafından reddedilmesine çok kızar ve bir gün tuzak kurarak kardeşi Habil’i öldürür. Böylece insanoğlunun ilk cinayeti Kabil’in ihtirasının yüzünden gerçekleşmiş olur. 4 Hz. Adem oğlunun ölümüne çok üzülür ve Kabil’i yanından kovar. Kabil de kendisi ile birlikte doğan kız kardeşini de yanına alarak Yemen’e gider. Orada kendisinden çoğalan bir nesil oluşur. Bu nesil Şeytan’ın telkinleriyle de Kabil’in kurbanının kabul olunmamasının sebebini kendi sadakatsizliklerinde arayacakları yerde, kerametin ateşte olduğu vehmine inandırılırlar. Şeytan, onları Habil’in kurbanın kabul olmasını, onun ateşe yalvarması sonucunda olduğuna inandırır. Böylece onlar o günden sonra ateşe tapma, ateş içerisinde manevi bir gücün ortaya çıktığına inanmaya başlarlar.5 İnsanlığın bu ilk neslinde oluşan sapma daha sonraları daha da derinleşerek gelişir ve yavaş yavaş inandıkları Tanrıların suretlerini kendi elleri ile yapmaya başlarlar.

 Bu tarihi bilgilere yer vermeyen Kur’an-ı Kerim, Allah dışında başka varlıklara yönelmeyi insanlığın ikinci atası olan Hz. Nuh zamanına kadar götürür. Nuh Sûresi’nde; hüznün ve mücadelenin önemli bir ismi olan Hz. Nuh’un, kavmi ile olan diyalogları anlatılırken, 23. ayette kavminin Hz. Nuh’a şöyle söylediğini belirtir: “Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın. Hele Ved’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Yeûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin.” 6

Devamı bir sonraki yazıda.

3 “Ey iman edenler! Kesinlikle müşrikler necistir (pisliktir)! Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.” Tevbe Sûresi, 9/28
4 Kur’an-ı Kerim bu hadiseyi şöyle anlatır: “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), ‘Andolsun seni öldüreceğim!’ dedi. Diğeri de: ‘Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder!’ dedi (ve ekledi:) ‘Muhakkak ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.’ Maide Sûresi, 5/27, 28
5 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 36, 37; Taberi, Tarih, c. 1, s. 69-72; Yakubî, Tarih, c. 1, s. 7
6 Nuh Sûresi, 71/23
Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf