30 Kasım 2024 Cumartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -9-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda üçüncü örnek şöyledir:

"Son Saat'in bilgisi yalnız O'na havale edilir. Hem O'nun bilgisi olmadan ne meyve çekirdekleri kabuklarını çatlatabilecek, ne de herhangi bir dişi gebe kalabilecektir; dahası, doğuramaz bile. Ve o gün onlara "Hani, nerede ortaklarım(!)?" diye seslenen biri çıkar; onlar "Sana itiraf ederiz ki, bizden hiç kimse (buna) asla tanık olmamıştır" diye cevap verirler."el-Fussilet 41/47

"Kabuklarını çatlatarak meyve çekirdeklerinden meyvenin ortaya çıkması, bir kadının yavrusunu taşıması (gebe kalması) ve doğurması Allah'ın varlığının, birliğinin, kudretinin, ilminin ve tedbirinin (yöneticiliğinin, düzenleyici oluşunun) delillerindendir. Allah'ın, meyve çekirdeklerini kabuklarının içinde yaratması; aynı şekilde çocuğu da anne rahminde perdeler içerisinde inşâ edip beslemesi, soğukluk, sıcaklık gibi ona eziyet verebilecek şeylerden çocuğu koruması, ona gelebilecek rahatsızlıkları engellemesi, lütfu ve rahmetinin göstergesi olarak ona olan şefkâti (lütufta bulunması), perdeler ve örtüler içinde onu en güzel bir biçimde şekillendirmesi Allah'ın ulûhiyyeti ve vahdaniyyetine göstergedir (Allah'ın ulûhiyyeti ve vahdaniyyeti bilinsin diyedir). Allah'ın zâtî ilmi ve kudreti sonradan elde edilmiş (mükteseb, müstefad) değildir, ezelîdir."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

29 Kasım 2024 Cuma

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -8-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda ikinci örnek şöyledir:

"Allah, yedi kat gökleri ve yerden de bir o kadarını yaratandır. O'nun (yaratıcı) iradesi, bu ikisi arasında her an yenilenerek sürekli tecelli eder ki, Allah'ın her şeye muktedir olduğunu ve her şeyi akıl sır ermez bir ilimle kuşattığını kavrayasanız." (et-Talak 65/12.)

" şeklindeki beyanında Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur, yani gökler ve yerin yaratılışı ve bu ikisi arasında işleyen düzen (tedbîr) hakkında düşündüğünüzde, kendi zatının bir gereği olarak tüm varlıkları kuşatacak büyüklükte bir kudrete sahip ve dilediği şeyi yapmaktan hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı bir gücün varlığını bilebilirsiniz. Aynı şekilde âlemde gözlemlenebilen bu düzen kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı âlim bir zâtın varlığına işaret etmektedir."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

28 Kasım 2024 Perşembe

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER- 7-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

İmâm Mâtürîdî'nin Te’vîlâtü’lKur’an adlı eserinden "evrendeki hassas ayarlar, uyum, gâye ve düzenden hareketle Allah'ın varlığını bilmeye ilişkin" örnek olarak verebileceğimiz birkaç âyetin te'vîli ise şöyledir;

Birinci örnek:

"(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler).

İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile mâlik değildir." el-Fâtır 35/13.

İmam Mâtürîdî âlemdeki gâye ve düzenden hareketle bu âyet bağlamının te'vîli konusunda şunları söylemektedir:

"Gece ve gündüzün, ayın ve güneşin düzenli hareketinde ve işleyişinde, var oluşun başlangıcından sonuna dek, kendilerinde herhangi bir fazlalık, noksanlık, öncelik, sonralık olmaksızın bir kanun, yasa ve ölçüyle devam
edişinde Allah'ın varlığının ve birliğinin delilleri vardır. 

İşte zikredilen bu şeylerin hepsi âlemi inşâ eden (yaratan), bir yasa üzerine her şeyi düzenleyen ve bir ölçüye göre her şeyin varlığını devam ettiren "müdebbir
bir yaratıcıya" işaret (delâlet) eder. Şayet söz konusu şeyler kendiliğinden gerçekleşseydi, bir yasaya göre işlemez, düzensizlik ve kaos meydana gelirdi. Ayrıca âlemde birden fazla varlığın (yaratıcı/yönetici varlık) pek çok fiili (tasarrufu) gerçekleşmiş olsaydı varlıklarda ileri gitme, geri kalma, değişme, engellenme gibi durumlar meydana gelir, bir düzen olmazdı. Bu
sultanların farklı fiilleri sonucunda birinin olmasını istediğini diğerinin yasaklaması, engellemesi; birinin yasaklamayı, iptal etmeyi dilediğini ise diğerinin olmasını istemesinde olduğu gibi, başına buyruk bir durumun (kaos) ortaya çıkması gibidir. Birden fazla varlığın yaratıcı ve yönetici olmasının birbirlerine karşı muhalefeti ortaya çıkaracağı malumdur.

Zikrettiğimiz varlıklarda gözlemlenebilen bu uyum (ittisâk) ve düzen (tedbîr) üzere işleyiş, birden fazla değil de tek olan bir varlığın fiili ve düzenidir ki, işte bunlar Allah'ın varlığına ve birliğine işarettir.

" Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye katar"
ifadesinde iki incelik söz konusudur: İki incelikten ilki; birinin bütün izlerinin silinmesiyle diğerinin gelişi yahut birinin izlerinde meydana gelen artışın diğerindeki azalışı ortaya çıkarması, birinin saatlerine diğerinin saatlerinin dahil edilmesidir. Burada "hayrın yaratıcısı şerrin yaratıcısı değildir." diyen Seneviyyenin (Seneviyye: Düalistler, ikiciler. Yani iki kadîm tanrıya inanarak iyiliğin yaratıcısının "Nûr" veya "Yezdan", kötülüğün yaratıcısının "Zulmet" ya da ikili "Ehrimen" olduğunu savunan ve kâinattaki her şeyi bu perspektiften değerlendiren gruplar. Evrene hükmeden iki tanrının (iyilik ve kötülük tanrısının) bulunduğunu savunan fırkalar.) sözünü red söz konusudur. Onlar, hayrın yaratıcısının nur,
şerrin yaratıcısının zulmet olduğunu iddia ederler. Şayet söyledikleri doğru olsaydı nur gidip zulmet geldiğinde gâlip olan zulmet olurdu ve onun elinde nur mağlûp olurdu. Ve böylece de nur geldiğinde ve zulmet gittiğinde, zulmet nurun elinde mağlûp ve makhûr (yenilgiye ve hezimete uğramış) olurdu, nur onun üzerinde gâlip olurdu. Bir diğerinin elinde
mağlûp ve makhûr olunca ebedî olarak onun elinden kendisini kurtarmaya güç yetiremeyiş meydana gelir, zaten onlardan birinin diğerine gâlip olması
düşmanlığın gereği olan bir şeydir. Bazısının, diğer bazısını helâk olmaya, kendisinden kurtulamamaya zorlaması söz konusudur. Halbuki gece ve gündüz arasında böyle bir ilişki gerçekleşmemektedir, daha önce de söz ettiğimiz gibi bir ölçüye göre birinin eserinin silinmesinden sonraki zamanda diğerinin gelmesi olgusu, birden fazla varlığın düzenlemesine
değil, bilâkis tek bir varlığın yaratmasına (fiiline) ve yönetmesine (tedbîrine) işaret etmektedir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

27 Kasım 2024 Çarşamba

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -6-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

2) Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Gâye ve Nîzam"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan Birkaç Örnek İfade

İmâm Mâtürîdî, evrendeki hikmete uygun işleyen düzenli bir sistemin varlığından hareket ederek aklî izahlar getirmekte; zıt unsurlar arasındaki uyumdan söz etmektedir, dahası kusurlu olan âlemin "Mutlak Kemâl Sahibi" olanı yani üstün ilim, irâde ve kudret sahibi bir "Yüce Varlık"ı aramaya sevk edişinden bahsetmektedir. Mâtürîdî, evrende gözlemlediğimiz kusur ve noksanlıkların işleyen sistemdeki uyum, düzen ve gâyeye zarar vermediğini bilâkis hizmet ettiğini belirtmekle birlikte insanın eylemlerinin yol açtığı kötülüklerin ortaya çıkış sebebinin imtihan gereği insana verilmiş olan "özgür irâde"nin yanlış kullanılması olduğunu hatırlatarak insanî sorumluluğa vurgu yapmaktadır. Öyle ki çeşitli özellik ve potansiyellerle donatılmış varlıkların yaşayabilmesi için en uygun ve en elverişli bir düzenlemeyle işleyen dünyamızda, özgür irâdeye sahip olan insan varlığı, kaçınılmaz bir şekilde şerrin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. Mâtürîdî'ye göre evrende gözlemlenen kusur ve noksanlıklar ya da kötülük olarak değerlendirilen durumlar; iyiyi kötüden ayırma bilinciyle irâdeyi güçlendirerek kulları olgunlaştırma, eksikliklerin tetiklediği itici güç vasıtasıyla kemâli arama çabasına yönlendirme, kulları eğitme, iyinin değerini ortaya çıkarma, kullar arasında gizli kalan duygu ve düşünceleri açığa çıkarma, yaratan/yaşatan bunun yanında ihtiyaç sahibi olmayan Yüce Bir Varlık'a boyun eğip O’ndan yardım dileme, kulların arasında yardımlaşma, dayanışmaya, fedakârlığa zemin hazırlama ve en önemlisi de kulluk bilincinin oluşmasında özgür irâdenin işleyeceği seçenekler alanı sunma, îmanın özgür irâde ve hür seçime dayalı olmasını sağlama... gibi işlevleri yerine getirmektedir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

26 Kasım 2024 Salı

Tavla oynamak haram mıdır? "Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur." sözü hadis midir?

Soru 

Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur." [Müslim, Şi'r 10, (2260); Ebu Dâvud, Edeb 64, (4939)]. Bu hadis Hz. Peygambere (asm) mi aittir?

Cevap

Evet, bu sözün hadis olduğu zaten verilen kaynaklardan da anlaşılmaktadır.

Zararlı oyunlar, bunlar dinen yasaklanmış olan kumar, tetayyur (uğursuzluk çıkarma), şans oyunları gibi oyunlardır. Bunlarla yasaklanmış bir konu bulaşmaktadır veya bulaşması ihtimali vardır. Aslında helal olan bütün oyunlar bu şekle döküldüğü takdirde zararlı ve yasak gruba girer.

Yasaklanmış olan veya bu hüviyete girmiş olan oyunlardan çocukların korunması gerekmektedir.

"Allah'ın her yasakladığı şey, büyük günahtır, hatta çocuğun kumar oynaması bile."(Kütüb-ü Sitte, Cilt: VIII, Çocukların Oyunu)

diyen Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm çocuğun bu işteki mesuliyetini onun anne, baba gibi sorumlusuna yüklemektedir.

Bu gruptan, bir de o devirde bilinip de yasaklanmış oyunlar vardır. Bunlardan biri tavladır. Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm:

"Kim tavla ile oynarsa Allah ve Resûlüne isyân etmiştir." (Ebû Davûd, Edeb, 56; Ibn Mâce, Edeb, 43; Muvattâ, Rüya, 6).

der. Nitekim sizin de aktardığınız ve Müslim'de bir diğer rivayette tavla oynamanın haram olduğu "Tavla oynayan, elini domuzun etine ve kanına batırmış gibidir." sözleriyle ifade edilmiştir. Nâfi'nin rivayetine göre "İbnu Ömer aile efradından tavla oynayanı yakalarsa oynayanı döver, oyun aletini de kırardı."

İskambil kağıt, okey, tavla oyunları oynamanın hükmü nedir? Eğer zarsız oynanırsa hükmü nedir?

Ortada karşılıklı bir para koyma -az veya çok- söz konusu ise, bu tür oyunlar haramdır. Böyle bir iddia yoksa mesele haramlıktan çıkar.

Ancak bu, hiçbir sakıncası olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bu tür oyunların alışkanlık hâline gelmesi, zaman israfına düşülmesi her zaman mevzu bahistir. Bu sebeple en doğru hareket, böylesi oyunlara hiç bulaşmamaktır.

Tavla zarla oynandığı için caiz değildir.

https://sorularlaislamiyet.com/iskambil-kagit-okey-tavla-oyunlari-oynamanin-hukmu-nedir-eger-zarsiz-oynanirsa-hukmu-nedir

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -5-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan dördüncü örnek olarak ise şu âyet-i kerîmeyi zikredebiliriz:

“Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” el-Mü'minûn 23/14.

"... Bir şeyin yoktan yaratılmasını inkâr eden ve duyular dünyasında (şâhidde) var olmayan bir şeyden (yoktan) bir şeyin meydana geldiğini görmemesi sebebiyle âlemin kıdemini (ezelî olduğunu) savunan kişiye şöyle denebilir: Eseri kalmayıncaya dek aslın yok olmasıyla birlikte bir şeyin başka bir şeyden inşasını görmedin mi? Şahitte böyle ise, bir şeyin önceki hâlinin (evvelinin) yok oluşuyla bir şeyden başka bir şeyin gaibte meydana gelmesi niçin mümkün olmasın? Nutfenin (hayat tohumunun, spermanın) yok oluşuyla nutfe alakaya (döllenmiş hücreye) dönüşür, alakanın yok oluşuyla alaka mudgaya (cenine) dönüşür ve bu şekilde değişim dönüşüm devam eder, gider. Her şey aslını yitirdikten sonra başka bir şeye dönüşür.

Böylece duyular âleminde hiçbir şeyin yokluktan meydana gelmemesi gaipte de yokluktan gelmeyeceğine delil olmaz. Nasıl ki Allah'ın kudreti duyular âleminde (şâhidde) aslı yok olduktan sonra başka bir şeyin meydana gelmesine imkân veriyorsa aynı şekilde Allah'ın kudreti diğer bütün durumlara da (âlemin yoktan yaratılmış olmasına da) imkân verir...."

Mâtürîdî'nin anne rahmindeki insanın oluşum aşamalara dikkat çeken âyetlerde bahsedilen değişim, dönüşümden ve yeni bir oluşumdan hareketle âlemdeki varlıkların sonradanlığından ve varlıklardaki ölçü ve hassas ayarlardan söz eder. Öyle ki Mâtürîdî, değişim, dönüşüm, sonradanlık, ölçü ve hassas ayarların âlemin yaratılmışlığına yani Allah'ın varlığını bilmeye işaret oluşuna dikkat çeker. Ayrıca Mâtürîdî, Te'vîlât'ın birçok yerinde varlıkların ve varlıklarda gözlemlenen hallerin Allah'ın varlığına delil olduğunu ifade etmiştir. Hudûs bağlamında Te'vilâtü'l-Kur'ân'da geçen aşağıdaki ifadeleri de örnek verebiliriz:

"...Ve yapılmış olan her şey yapıcısına tanıktır (şahittir) ve işarettir (delildir)...."

"...Tüm mahlûkât (yaratılmışların varlığı) Allah'ın vahdâniyyetine ve ulûhiyyetine bir işarettir (delildir)..."

"...Yaratılmışı (mahlûkâtı) manalarıyla bilen kişiye (yaratılmışlar üzerinde akıl yürüten kişiye) bu durum, Allah'ın varlığını bilmek için delil olur...."

"...Muhakkak ki Allah, mahlûkâtı (yaratmayı, yaratma fiilini,) Yaratıcı'yı bilmek için (Yaratıcı'nın varlığı bilinsin diye) bir sebep yaptı...."

"...Yaratıcıyı inkâr eden kişiye öncelikle âlemin sonradanlığı ve bir muhdise olan ihtiyacından bahsedilir. Âlemin hudûsu (sonradanlığı) sabit olunca (anlaşılınca), Yaratıcının varlığı ve birliği hakkında konuşulur.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

25 Kasım 2024 Pazartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -4-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan İmâm Mâtürîdî'nin üçüncü örneği ise şöyledir:

“Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, herşey üzerinde kudret sahibidir.”  el-Kehf 18/45.

"... Bu meselde hikmet ve delâletten vecihler (yönler) vardır. Bu vecihlerden biri düşünen ve akıl yürütenler (ibret alanlar) için bir öğüt ve ibret almadır (i'tibârdır), âlemin sonradanlığını ve bir muhdisi (Yaratıcı'sı) oluğunu, âlemin sonunun geleceğini ve yeniden dirilişin gerçekleşeceğini inkârlarında inatlaşanlara ve büyüklenenlere karşı bir delil (hüccet) vardır. Âlemin hudûsuna gelince âlemdeki tek tek şeylerin sonradanlığını Allah'ın onlara göstermesi (görmeleri) sebebiyle bu sonradanlık bütün için de geçerli olur, aynı şekilde izi (eseri) kalmayıncaya eşyâdaki yok oluşu (sonun gelişini) görmeleri de şeylerin mislinin (benzerinin) sonradanlığını gösterir ki, eşyanın (mevcudatın) bir kısmında görünen (zâhir olan) ilke, aynı şekilde bütün için de geçerli olur. Âlemin hudûsu (sonradanlığı) ve fenâsı (sonunun geleceği, yok olacağı) zâhir olunca (anlaşılınca), onu ortaya çıkarmaya kasdeden (yaratmayı amaçlayan) birisinin olması gerekmektedir. Bu meselde (anlatımda) Allah’ın onlara yağmurların, ağaçların, bitkilerin ve bunların dışındaki şeylerin yenilenmesini ve sonradan var olmalarını, yok olduktan sonra onların daha önce var oldukları şekilde tekrar eski hallerine döndüklerini göstermesinde ba’s (yeniden dirilme)’in delaleti vardır.

 Bu, kendileri dışındaki şeylerin yeniden yaratılmasından daha evladır (kolaydır, basittir). Çünkü onlar kendileri dışındaki şeylerin yaratılmasının maksududur (sebebidir). Amaçsız bir şekilde şeylerin yokluk için var edilmesi ya da tekrarlanmasının hikmetsiz olduğu noktasında insanlar fikir birliği içindedir (bir ittifak vardır). Eğer yaratılmada ve tekrar var edilmede bir hikmet yok ise şeylerin var oluşunun amacı, özellikle yokluk ve yok ettirme olacaktır." 

Dünya hayatı örneğinden bahseden âyeti te'vîl eden Mâtürîdi, aklını kullanan insanların evrenin sonradanlığını ve bir Yaratıcı'ya olan ihtiyacı bilebileceğini söylemekle birlikte gerçeklere gözünü kapatan inkârcılara karşı da evrende müşâhade edilebilen her varlıkta delillerin bulunduğundan bahsetmektedir. Tek tek parçalardan hareketle bütün hakkında hüküm verilebileceğinden söz eden Mâtürîdi, tek tek varlıklarda görülen sonradanlığın âlemin tümü için geçerli olduğunu ifade eder. O, başı ve sonu olan bir âlemin ise dışarıdan bir müdahaleyi gerektirdiğine vurgulamakla birlikte bitki ve ağaç gibi evrendeki yenilenen varlıklardan yani biyolojik yasalardan hareketle yeniden dirilmenin aklen mümkün olduğuna (âhiret hayatının imkânına) dikkat çekmiştir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

24 Kasım 2024 Pazar

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -3-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan ikinci örnek Rahman suresinin 3 ve 4. âyetleridir:

“İnsanı yarattı. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.”

İmâm Mâtürîdî bu âyetlerin te'vîli konusunda şunları söylemektedir:

"... Tat, renk ve lezzet türünden müşahede ettikleri şeylerden istidlâl ederek cinsini, rengini, lezzetini bilmedikleri şeyleri tanımalarını her insana (Allah)
öğretti, şeklinde olması da (âyetteki ifadenin te'vilinde) muhtemeldir.

Şahidle istidlal ederek Allah’ı bilmeyi öğretmesi şeklinde anlaşılması da muhtemeldir. Onlar, insanı (kendilerini) ihtiyaçlara ve sonradan yaratılan şeylere muhtaç, onlarla kuşatılmış ve âciz olarak gördüklerinde insanı inşâ eden Kâdir, Âlim, Yaratıcı olan Allah'ın varlığını bilirler (anlarlar)...."

Rahman suresindeki söz konusu âyetleri de göz önünde bulundurarak Allah'ın insana bahşettiği tatma, görme gibi duyusal özelliklerini kullanan, elde ettiği verilerden hareket eden insanın düşünerek, bilmediği şeyleri keşfedebilme özelliğine dikkat çeken Mâtürîdî, kendilerinde ve çevrelerinde gördükleri ihtiyaç içinde bulunma ve acziyet türünden hallerin akıl yürüten/aklını kullanan insanlar için "herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen Allah'ın varlığını bilmeye ilişkin işaretler" olduğundan söz etmiştir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

23 Kasım 2024 Cumartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -2-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Mâtürîdî, Kitâbü't-Tevhîd adlı eserinin yanı sıra Kur'ân-ı Kerîm'deki âyetleri açıklamaya çalıştığı Te'vilâtü'l- Kur'an'da da Allah'ın varlığına ilişkin makûl gerekçelerin varlığından söz etmiştir.

1- Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan Birkaç Örnek İfade


“Sonradan meydana gelmek, yokken sonradan var olmak" anlamına gelen hudûs terimi, Yüce Allah dışındaki her şeyin yaratılmış olması anlamına gelmektedir.

Sonradan meydana gelmiş, sonradanlık özelliği gösteren tüm varlıklara hâdis, her türlü kemâlle muttasıf ve her türlü eksiklikten münezzeh olan Yüce Allah için ise kadîm/ezelî varlık şeklinde bir kullanım söz konusudur.

Her sonradan meydana gelen varlığın bir var ediciye ihtiyaç duyduğu ise aklî bir zorunlulukla bilinebilmektedir. İşte evrendeki varlıkların sonradanlığından, değişim, dönüşüm, acziyyet ve ihtiyaç içinde bulunma gibi özelliklerinden hareket ederek aklî çıkarımlarda bulunan Mâtürîdî, Allah’ın varlığına ilişkin temel delil olarak hudûs delilini kullanmıştır. 

Öyle ki başta bizzat kendi varlığımız olmak üzere çevremizdeki gözlenebilen ve üzerinde akıl yürütülebilen varlıkların ortaya çıkışı ve özellikleri, metafizik bir âlemin varlığına delâlet etmektedir ve nihayetinde tüm âlem bizim Allah’ın varlığına dair bilgiye ulaşmamıza aracılık eden işaretler olarak işlev görmektedir.

“Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)”
(Yûnus 10/101) buyurarak evren hakkında düşünmemizi, araştırma yapmamızı isteyen hatta emreden Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de; işletilmeyen aklın değersiz olduğunu (Yûnus 10/100), âfâk ve enfüsteki âyetler (el-Fussilet 41/53) üzerinde önyargısız bir şekilde düşünen her akıl sahibinin, evren içinde olup biten olguların gerisindeki yaratıcı, yaşatıcı, düzenleyici gücün varlığını bilebileceğini, (Yûnus 10/31; el-Ankebût 29/61; Lokman 31/25; ez-Zuhrûf, 43/9, 87.) âyetleri/delilleri (işaretleri) dikkate almayıp yüz çevirenlerin (Yûsuf 12/105.) ise nankör ve insafsız bir tutum (Lokman 31/32; Rûm 30/33; ez-Zümer 39/8; el-En’am 6/40-41) sergilediğini belirtmektedir.

Hudûs delilinin önermeleri olan "âlem hâdistir (yaratılmıştır), her hâdisin bir muhdisi vardır, o halde âlemin de bir muhdisi vardır, o muhdis Allah'tır." 
 şeklindeki ifadeler, hudûs delilinin ana ilkelerini kapsayacak tarzda örnekler verilerek sunulmaktadır. 

Öyle ki insandan, hayvandan, güneşten, aydan, gece ve gündüzden getirilen birçok örnekle, nefsimiz ve çevremizde cereyan eden olguları düşünmeye sevk eden Kur'an-ı Kerim; sonradanlık, acziyet ve fâniliğe dikkat çeker, dahası her fiilin/sonucun bir faili/sebebi oluşundan bahsederek her hâdisin bir muhdise ihtiyaç
duyduğunu, âlemin de bir muhdisinin (Allah) olduğunu belirtmektedir.

Başka bir deyişle hayatı ve evreni doğru anlamaya, anlamlandırmaya yönelik işaretler sunan Kur'ân-ı Kerim'de; hiçbir şey kendiliğinden olamaz, muhakkak ki her fiilin bir faili/sebebi vardır, bu âlemin faili/muhdisi ise Allah'tır.

Yaratılmışlık, âcziyet ve fâni oluş özelliği gösteren âlem ile herşeyin kendisine muhtaç olduğu (İhlas 112/2.) üstün ilim, irâde, kudret sahibi olan Yüce Allah arasında sürekli bir irtibat vardır, tarzındaki ilkelere vurgu yapılmaktadır.

Kur'ân-ı Kerim'in dikkatleri âlemdeki olgulara çevirerek insandan akıl yürütmesini istemesi, hem hudûs delilinin
ana ilkelerine dikkat çekmeye hem de Allah ve âlem ile doğru ilişki kurmamıza vesile olabilecek örneklerle bizlere rehberlik etmeye yöneliktir.

Kur'ân-ı Kerim'de yer alan hudûs deliline ilişkin âyetlerden hareket ederek birtakım izahlar getiren, varlığı temelde ikiye ayırarak Allah ile âlem farklılığına dikkat çeken İmam Mâtürîdî, insanın da içinde yer aldığı âlem ile Allah arasındaki sürekli ilişkiye vurgu yaparak konuya ilişkin açıklamalar yapmaktadır, onun bu minval çerçevesinde yaptığı birkaç te'vîl örneği:

Birinci örnek:

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre
hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır. (el-Bakara 2/164.)

İmam Mâtürîdî metnini ve mealini verdiğimiz bu âyetin te'vîli sadedinde şunları kaydetmektedir:

"... Âlemdeki şeylerin halden hale değişimi ve bozulup yok olması (zevâli) hakkkında zikrettiğimiz şeyler sebebiyle gece ve gündüzün birbiri peşinden gelmesinde âlemin sonradanlığının (hudûsunun) işareti vardır. Öyle ki âlemdeki şeylerin değişimi ve bozulup yok olması (zevâli) onların sonradan meydana geldiğine (yaratılmışlığa) delâlettir (işarettir). Aynı şekilde bu
şeylerin, başlangıçları (ilk halleri) hakkındaki bilgisizliği, benzerini meydana getirme kudretinden âciz kalmaları kendilerini var eden bir Yaratıcı'nın varlığına (muhdise) delil olmaktadır.

İkinci bir husus ise (âyette geçen gece ve gündüzden) her biri, diğerinin gelişiyle yenilgiye uğrayıp kaybolmasıdır. Şayet âlemdeki bu düzen bir başkası sebebiyle (dışarıdan bir müdahaleyle) meydana gelmemiş olsaydı, gece ile gündüzün her biri gâlip olduktan sonra diğerinin gelmesiyle ortadan kaybolmazdı (mağlup olmazdı). Böylece bu durum her ikisi (gece ve gündüz) için de bir muhdisin (yaratıcının) var olduğunu ve bu muhdisin tek olduğunu göstermektedir...."

Görüldüğü üzere İmâm Mâtürîdî evrendeki her varlıkta gözlemlenebilen değişim, dönüşüm, zevâle uğrama gibi özelliklerin "sonradanlığı/hudûsu" ispatladığını ifade etmektedir. Ayrıca o, varlıkların kendi başlangıcını
bilememesi, taşıdığı her türlü acziyet vb. gibi her türlü sonradanlık özelliklerinin yanı sıra evrende işleyen düzenin de "tek olan bir Yaratıcı'yı" gerektirdiğini belirterek bir bakıma hem hûdûs delilinde hem de gâye ve nizâm delilinde kullanılan öncüllerden bahsetmiştir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

22 Kasım 2024 Cuma

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER-1-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Ehl-i Sünnet kelâmının kuruluşunda en büyük paya sahip olan Ebü'l-Mansûr Muhammed b Muhammed Mâtürîdî (333/944) insanın bilen (rasyonel) bir varlık oluşundan hareketle Yaratıcı'nın varlığına inanmasının haklı ve mâkul sebeplere dayandığını savunmuştur.

Mâtürîdî, maddenin ve dolayısıyla "âlemin ezelî" olduğunu savunan materyalist yaklaşımları reddetmiş, evrendeki hudûs, gâye/nizâm ve fıtrat özelliklerine dikkat çekerek Allah'ın varlığına ilişkin işaretlerden bahsetmiştir.

Mâtürîdî, akıl sahibi, temyiz çağına ulaşmış her insanın kendi yapısı ve etrafında cereyan eden doğa olayları hakkında -önyargısız bir şekilde- düşündüğünde yani akıl yürüterek Allah'ın varlığına dair işaretleri fark edebileceğini dolayısıyla Allah'ın varlığını aklen bilebileceğini ifade etmiştir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

20 Kasım 2024 Çarşamba

Çarşamba günü öğle-ikindi arası dualara icabet edilmesi


 Çarşamba günü öğle-ikindi arası dualara icabet edildiği ile ilgili bu hadisi şerifi hatırlatmak istedim:


Cabir bin Abdullah radıyallahu anh şöyle demiştir:

“Resulullah (as) Hendek Harbi’nin yapıldığı yerdeki Fetih Mescidinde üç defa dua ettiler. Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri. Çarşamba günü iki namaz arasında duasına icabet edildi. Hissettikleri sevinç yüzlerinden anlaşılıyordu.

Ben de ne zaman mühim ve zor bir işle karşılaşsam, Efendimizin dua ettikleri o vakti gözlerim. O vakitte dua eder ve duama icabet edildiğini görürüm.” (Ahmed, Müsned, III, 332; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 704; Beyhakî, Şuab, III, 397.)

18 Kasım 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 238

 Sen “en iyi kim” bilmezsin

Kalem 7: “Doğrusu, yolundan sapan kimseyi en iyi bilen rabbindir; hidayete tutunmak isteyenleri de en iyi bilen O’dur.”

Sen “en iyi kim” bilmezsin. Senin nazarında iyi gözükür; bazen akrabalık bağı dolayısıyla iyi gözükür. Bazen seninle yaptığı ticaret münasebetiyle, bazen samimi olan iyi komşuluk ilişkisi dolayısıyla ya da sana iş verdiği için yahut bir şekilde iyilik ettiği için senin nazarında iyi gözükebilir. 

Bunlar senin o sığ nazarında o kişinin “iyi olduğu, hidayeti hak ettiği anlamına gelmez.” Cenâb-ı Hâkk’ın en iyi bildiğini, kişiyi bütün yönleriyle tanıdığını akıldan kaçırırsak, o zaman kişi bizim nazarımızda özellikle de bize dokunan yönleriyle iyi sandığımız özellikleriyle hidayetten yoksun olarak görmek, kafamızda kocaman soru işaretlerine dönüşür. Bu kez “ya bu adam bu kadar iyiyken Allah onu yakacak mı?” diye soru sormaya kalkarız. 

Geniş yeryüzü coğrafyasını gezenler ve yeni insanlar tanıyanlar, farklı dinlere mensup insanları görenler, bunlardan yüze gülen, ikramda bulunan, iyi ilişkiler kuranlar dönüp geldiklerinde “ya iyi kimseler tanıdık, bize çay ikram ettiler, hediyeler verdiler, öyle şirin içten hayat dolu capcanlı kimseler bunlar. Ve bunların da kendilerine göre dinleri var. Demek ki din denen şey çok önemli değil esas olan insanlık. Onlar da bir şekilde bir din öğrenmişler. Allah herhalde onlara da bir şekilde iyi sonuçlar çıkarır.” şeklinde yanlış değerlendirmelerde bulunurlar. 

Çünkü biz bir yerde güler yüzle karşılaştık diye, çay ikram edip bizimle iyi ilişkiler kurdu diye, iyi ticaret yaptı diye iyi olduğuna hükmedersek bu yanlış olur. Kur’an-ı Kerîm’de Rabbimiz bizi uyarıyor; “Rabbin yoldan sapanı senden daha iyi bilmektedir.” 

Biz şuna hükmetmeliyiz ki hidayete elverir, hidayete uygun kimselere yani Cenâb-ı Hâkk’ın hidayete erdireceği kişilerin vasıflarına bürünmüş olan kimselere, yeryüzü coğrafyasının her neresinde olurlarsa olsunlar Cenâb-ı Hâkk elbette ki hidayetini ulaştırır, elbetteki onları zayi etmez. 

Allah’ın kullarına verdiği nimetler çeşit çeşittir. Bu nimetlere nankörlük, nimetlerin büyüklüğüyle alakalıdır. Büyük nimetlere nankörlük edenler büyük nankörlük etmiş olur, küçük nimetlere nankörlük edenler de küçük nankörlük etmiş olur. Dolayısıyla kişilerin iyilikleri ve kötülükleri de elindeki nimetleri ne denli kötüye kullandıklarıyla alakalı bir husustur. 

Büyük nimetleri kötüye kullananlar çok kötü kimseler olur. Cenâb-ı Hâkk’ın Kur’an-ı Kerîm’de anlattığına göre O’nun insanlara lutfettiği en büyük nimet gören, işiten, akleden yanıdır. Bu insanı en’amdan üste çıkarır. Dolayısıyla en kötü insan, bu en büyük nimeti ayaklar altına almış, kullanmayan kimselerdir. Allah katında en kötü kimse çay içilmeyen değil, ikramda bulunmayan değil, ticaretinde dürüst olmayan değil, hatta adam öldüren değil, hatta zina eden de değil. Allah katında en kötü kimse, göz kulak ve akletme yeteneklerini kullanmayan kimsedir. 

Yani kişi komşuluk haklarına çok riayet etse bile akletmiyorsa bu insan hala en kötüdür. Çünkü kullara yönelik hukuk çok aşağıda kalır. Bize nimetleri Allah azze ve celle sunuyor, komşularımız değil. 

Allah’ın hukukuna karşı saygısızlık elbetteki kulların hukukuna karşı saygısızlıktan çok daha büyüktür. 

Allah’ın haklarını ayaklar altına alan kimse, kullarla iyi ilişkide olsa da hiç bir neticesi ve akıbeti olmayacaktır. 

Kişi akledip, gözlem yapıp, işitip, dinleyip, değerlendirmeli ve İlahi Kudret’in büyüklüğünü, sanatını takdir etmeli. Hayranlıkla O’na tapınıp secde etme yükümlülüğünde olmalı. 

Dolayısıyla kişideki en büyük nimet neyse oradan başlayarak kişinin iyiliğini kötülüğünü tartalım. Bize çay verdi diye, çok iyi komşuluk ilişkisi var diye kişi iyi olmaz. 

Kişi aklediyor mu? Tabi başta kendimize soralım iyi bir kimse miyim? Ben, bendeki en büyük nimeti değerlendiriyor muyum? 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1  

17 Kasım 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 237

 Boyun eğiş şirke kapı açar

Kalem 8: “Artık sen yalancılara itaat etme.”


Kalem 9: “İstedikleri şudur: Sen tâviz veresin ki, onlar da tâviz versinler.”

Vahye karşı binbir teori oluşturan kimselerin yalancı olduğunu Allah Teala ilan ediyor. Onlara (kafilere, münafıklara) boyun eğme. Boyun eğiş şirke kapı açar. Eziyetleri seni yıldırmasın, sen Allah’a güven, O’nun hükmüne sabret. (Resûlullah’ın şahsında bütün müminlere hitap ediliyor.) 

Hakk’tan yana tarafgirliğinden ödün verme. 

İnkarcılar, Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in değerlerinden tâviz vermesini, uzlaşmacı davranmasını ve İslâm’ın kendilerine ters gelen, çıkarlarıyla çatışan yönlerinin bırakılmasını istiyor; buna karşılık kendilerinin de tâviz vereceklerini ve ona engel olmayacaklarını söylüyorlardı. Pazarlık ediyorlar, sen biraz gevşet biz de biraz gevşetelim diyorlardı. Hepsinde olmasa bile bari bazı konularda (kısas, el kesimi vs) ısrar etme, diyorlardı. (Günümüz modern dünyasının bazı konularda benzer ödünleri istemekte ısrar etmesi aynı sürecin devamıdır.) 

Ama Allah’ın elçisine diz çöktüremediler. 

Müminler “Allah ve Resulü bir konuda ne dediyse ne istediyse, bizim için artık başka türlüsü yoktur.” diyenlerdir.

Aişe radıyallahu anh diyor ki; Resulullah kendisiyle ilgili konularda çok toleranslıydı. Kendi şahsi hukukundan vazgeçer, karşı taraf lehine olay çözümlensin, husumet olmasın, sıkıntı doğmasın diye gayet yumuşak ve olgun davranırdı. (Bu kendisiyle olan şahsi hukukunda uzlaşan biri olduğunu gösteriyor.) 

Ancak Cenâb-ı Hâkk’ın hükümlerine dair bir konuda ise O ödünsüzdü, keskindi. 

Allah azze ve celleden sebatı ve bizi sabit kılmasını dilemeliyiz. 

Çocuğumuz, eşimiz vs istiyor diye tesettürden vazgeçmemiz, faize bulaşmamız, onlar istiyor diye alkollü eğlenceler tertip etmemiz, verilen ödünlere örnektir. Rabbi ikinci plana attıkları tutumları varsa anne babamıza dahi itaat etmeyeceğimizi okuyoruz ayetlerde. 

Hem Yahudililer hem Hıristiyanlar olarak İslamiyetin karşısında iki farklı grup olarak kıyamete kadar kalacağını Kur’an-ı Kerîm bize haber vermektedir. Bunların içinde de Yahudilerin daha şiddetli bir düşmanlık sergileyeceğini ve Mü’minleri ödün vermeye, itaat etmeye zorlayacağını Cenâb-ı Hâkk haber vermektedir. 

Yahudilerin en çok itaat etmeye zorladığı ve kendilerine en yakın buldukları ve arada kalmış bir topluluk olarak Müslüman ülkeler içerisinde ödün vere vere iyice yozlaştırdıklarını düşündükleri ülke ne yazıkki ülkemiz olarak görülmektedir. 

Dolayısıyla da Kur’an-ı Kerîm’den bu manada en çok öğüde kulak vermeye muhtaç topluluk da yine bizleriz. 

Kimler ayetler okunduğunda galiba benden bahsediyor diyorsa ibret almalı. Yahudilerle olan münasebetini gözden geçirmeli. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1  

16 Kasım 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 236

  Kişi gözüne en çok neyi gösteriyorsa tercihini de bu yönde başlatmış demektir

Kur’an talim eden, zikirle iç içe olan kimselerle beraber ol. Fakir ya da çelimsiz olsalar da, kariyerleri bulunmasa da, toplumda ağırlıkları olmasa da değil mi ki sabah akşam onlar Rableriyle iç içe, gönülden yakaran kimseler. İyi bir arkadaş olarak Cenâb-ı Hâkk onlarla iç içe olmayı Hz Resul’e öğütledi. 

Dünya hayatının ziynetini amaçlayarak gözünü onlardan ayırma. Yani gözünü bu fakir, zavallı ancak ibadet ederek Allah’a yakın duran kimselerden ayırarak zenginlere çevirirsen bu senin tercihin olarak başlar, için bu görüntülerle dolar, adım adım artık hevesin dünyaya yönelir. Orhun Abideleri’nde “Göz görmezse gönül arzulamaz.” yazıyormuş. Kişi gözüne en çok neyi gösteriyorsa tercihini de bu yönde başlatmış demektir. Kendisine gösterdiği şeyler, bir bakıma kendisine propagandasını yaptığı şeylerden ibarettir. Kişinin tercihi gözüyle başlamaktadır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

15 Kasım 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 235

 Yaradan hatırına maldan vazgeçme duygusu

Mal, sermaye gücü ve insan gücü, Cenâb-ı Hâkk’a karşı kişiyi azdırabilir. Kişi bu güçten cesaret alarak istikbara yönelebilir. Kendi küstahlığını çıkardığı ortamı olabilir. Bu güç kişiyi Firavunlaştırabilir, ona cesaret verebilir. Mal kişinin bir bakıma belası! Yani bununla sınandığı şey. 

Cenâb-ı Hâkk, biz mallarımızı harcadıkça yerini dolduracağını haber vermiyor mu? Dolayısıyla sanki de harcayalım diye veriyor. Sanki de o duyguyu coşkun bir şekilde içimizde sular seller gibi hissederek, Yaradan hatırına maldan vazgeçme duygusunu düşüncesini bizatihi bize yaşatmak istiyor adeta. 

Biz ise manayı tersten tutup “demek ki o zaman maldan uzak durmalıyım, çünkü malı kazanınca insan güçlenir ve azarmış” diye düşünüyoruz. Allah azze ve celle mala ve güce kavuşunca azmamayı, gücü Allah yolunda infak etmemizi emrediyor. 

Ben çok mal kazandım, hemen bunu infak edeyim de bunun tesirinden kurtulayım diyen kimse yol alıyor, Cenâb-ı Hâkk’ın bahsettiği hidayet üzere yürüyor demektir. 

İnfak etmeyip biriktirirse ne olur? Bununla kendi sonsuz geleceğini şu basit küre üzerinde kurmayı sanmaya yönelirse ne olur? ….

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

14 Kasım 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 234

 Cenâb-ı Hâkk bize buyuruyor, "infak ettiklerinizin yerini daha dünyadayken dolduracağım"

"Bize veren Rabbimiz çocuklarımıza da verir" diyemeyecek kadar cesaretimiz kırılıyor, infaktan uzak duruyoruz. 

Halbuki Cenâb-ı Hâkk bize buyuruyor, infak ettiklerinizin yerini daha dünyadayken dolduracağım. 

“Her ne infak ederseniz, Allah yerini doldurur.” Sebe’-39 

Elbette ahirette de muazzam karşılıklar vereceğim. Ama dünyada da yerini boş bırakmayacağım, demektedir. Şayet şükrederseniz kesinlikle ben size artırırım, demektedir. 

İnfak şükrün somut bir karşılığıdır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

13 Kasım 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 233

 Para elimize infak edip, cehenneme karşı tedbir alalım diye geçmiştir

Biz o sıkıntılı ve dehşetli günde Rabbimizden korkuyoruz. Dolayısıyla bugün yapabileceklerimizi yaparak tedbir alıyoruz. 

İnfak, kişiyi ateşe karşı koruyacak bir kalkandır. Gençliğinde 3 lirasının 1 lirasını infak edememiş adamın, yaşlılığında infak etmesi son derece zordur. 

En sağlıklı, en yerinde, en güzel infak, sıhhatli ve arzuluyken yaptığın infaktır. 

Malını şehvetlerle, lezzetlerle tüketebilecek bir bedene sahipken, henüz dünyaya yönelik uzun arzulara sahip bir yaştayken infak ettiysen en hoş olanı bu. Yoksa yaşlılık zamanlarına kalmışsa değeri bir o kadar düşmüştür. 

Bir şey kazandığınızda aklınıza hemen bununla nasıl yatırım yapabiliriz soruları mı geliyor? Ya da bu para benim elime niye geçti diye mi soruyorsunuz? Eğer bu parayı elinize geçirenin Allah Teala olduğuna iman ediyorsak, para elimize infak edip, sonsuz yaşamımıza yatırım yapmak için, cehenneme karşı tedbir alalım diye geçmiştir. Allah bize bir fırsat sunmuş demektir. 

Biz bu fırsatı, kendimize iyilik olarak kullanmayıp da hayali sebepler için bekletirsek (çocuklar maskara olmasın vs gibi) kendimizi aldatmaktan öte bir şey yapmıyoruz demektir. 

KENDİNİZ İÇİN İNFAK EDİN. 

İNFAK EDİN, BU KENDİNİZ İÇİN BİR İYİLİKTİR.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

12 Kasım 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 232

  Hepimiz biliyoruz neleri toplayadurduklarımızı

“Allah’ın fazlından, rahmetinden dolayı sevinsinler. Bu onların toplayadurduklarından daha hayırlıdır.” Yûnus-58 

Fazlı ve rahmeti derken Kitab’ından, gönderdiği elçisinden ve O’nun yaşamıyla insanlığa sunduğu güzel örneklikten söz ediyor. Bu ikisi mutluluk kaynağınız olsun, sevinecekseniz bundan ötürü sevinin diyor ayeti kerime. 

Bizler, yeryüzünde biriktirmeye yönelik hevesi, arzuyu ve biriktirdikçe duyduğumuz o kıvancı tekrardan tekrardan sorgulamalıyız. 

Allah’ın ayetlerini öğrendikçe benzer bir sevinci duymuyor isek, öğrenmek için vesileleri bu denli benimsemiyor isek, bizim değerlerimiz ve yargılarımızla ilgili büyük bir sorunumuz var demektir. 

Hepimiz biliyoruz neleri toplayadurduklarımızı…

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

11 Kasım 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 231

 "Benim malım yok ki" diyenler

"Benim malım yok ki" diyenler. Bilin ki malı olanların infakı ile malı olmayanların infakı arasında sadece oran farkı var. 3 lirasının çeyreğini harcamakla, 3000 lirasının çeyreğini harcamanın aynı şeye denk geleceğini Allah biliyor. 

Bu mesele nisbi meseledir, oransal meseledir. Bir hurmanın bir parçasıyla bile olsa infak edin. 

Herkes genişliğince infak etsin. 

Bu bolluğu getirecek. 

Bu İslam dünyasında Mü’minlere saadeti getirecek. 

Biriktirmek, bir yere hapsetmek Cenâb-ı Hâkk’ın bize gazabını celbediyor, afetleri sıkıntıları üzerimize çekiyor.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1  

10 Kasım 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 230

Biz soruyu başka anlıyoruz

Sanki her ölene, çocuklarına birer daire bıraktın mı, diye sorulacakmış gibi bir hedefimiz var dünyada. 

Halbuki ölenlere, hayatta nasıl bir davranış sergiledin, Yaradan’a karşı nasıl bir gayret gösterdin, neleri infak ettin, nelerden Allah için vazgeçtin? Soruları varken biz soruyu başka anlıyoruz. 

Ben yaşlıların kendi aralarında sohbetlerine tanık oluyorum dünyadaki yapacaklarını tamamlamışlar ve biri diyor; her birine birer daire verdim. Diğeri de diyor; aferin ya nasıl yapmışsın, biz o kadarını yapamadık ama biz de şunu şunu yaptık. Yaşamdaki başarılarını buradan ölçüyorlar. Ve bunu yapmışlarsa müsterihler. Sanki bundan ötesinden sorulmayacaklar. Onlar açısından bu bir muvaffakiyet. 

Halbuki bir o kadar anlamsız, bir o kadar değersiz!!! Elinde biriktirmiş olanlara, sonraki nesile ulaştıracağım diye hayatını harcamış olanlara, Cenâb-ı Hâkk soruyor; birdenbire yakarsam ne olacak? İnfak da etmedin bizim için. Çocuklara da belki kalmayabilir. Bu aptallığın dik âlâsı olur. Çocuklar için biriktirdik, Allah'tan da esirgedik, ateş geldi hepsini kavurdu küle çevirdi. “Yararlı bir iş yapın” diyen Cenâb-ı Hâkk biriktirdiklerimizi adrese teslim edemeyeceğimizi, elimizden çekip alabileceğini anlamamızı istiyor. 

Çocuklar mal ile garantiye alınmaz. Çocuklar iman ile garantiye alınır. Salih kul olması sağlanmakla bir yarar sağlanabilir. 

Bir babanın evladından yana, arabası olsun mesleği olsun kaygısından önce, namaz kılan biri olsun kaygısı yoksa bu kendi imtihanından verdiği bir açık. Çocukla ilgisi yok, babanın kendi mesuliyeti. Hesaba çekilecek. Evlatlarını namaz kılar bir halde yetiştirdin mi? Bu husustaki çaban tam mı? Soru böyle olacak. 

Babanın mesuliyeti çocuklarına miras olarak bunu bırakmak. Allah’ın Resulü bundan daha iyi bir miras yok diyor. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

9 Kasım 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 229

 Sert bir musibetle kendine gelmek

Bazen ayetleri okuduğumda şöyle dua edesim geliyor: Ya Rabbi, verdiklerin dolayısıyla günün birinde körlüğe kapılırsam, şuur kaybına uğrarsam, beni mahrumiyetle uyarıp kendime getirir misin, bunu yapar mısın ya Rabbi! 

Bu duayı yapacak bir cesarette olmam gerektiğini, olmamız gerektiğini düşünüyorum. 

Ama daha iyisi var, o şuursuz hale düşmeden, o denli diplere düşmeden, musibeti getirecek duruma düşmeden Cenâb-ı Hâkk’ı tez zamanda yad eden müttakîlerden olmak. İvedilikle O’nu hatırlayıp, tekrar basiretine kavuşan böylece hafif atlatan kimselerden olmak. 

Sert bir musibetle kendine gelmek, belli travmalara yol açar. Bunları göze almak da insanı zorluyor, duasını yapmak da insanı zorluyor. Ama diplerde boğulmaktansa ve ahireti elden kaçırmak söz konusuysa dünyada mahrumiyete ve musibete maruz kalıp kendine gelip uyanmak elbette ki yeğlenir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

8 Kasım 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 228

Kişi Allah’ı unutma sürecinde ilerliyorsa

Nimetler eğer şükür ile karşılanıyorsa Cenâb-ı Hâkk onları ziyade edeceğini vadetmiş. 

Küfür ile karşılanıyor ise kişi Allah’ı unutma sürecinde ilerliyorsa, bu kez musibetler gelebilir. Bu evlat üzerinden olabilir, eş, komşu üzerinden olabilir. 

Musibet geldiğinde ne olur? Musibet geldiğinde de iki seçenekli bir durumla karşı karşıyayız: Ya sabredilir, ya isyan edilir. 

Birinci seçenekte kul bunu sabırla karşılar. Allah azze ve celleden geldiğini bilerek sabreder. Eksikleri ve kusurları dolayısıyla bu musibetle karşı karşıya kaldığını bilerek sabreder. Allah azze ve celleden bu musibeti kaldırmasını, kendisine bundan en güzel ibreti  almasını sağlamasını, bundan sonrasında kendisine istikamet lütfetmesini, geri aldığından daha güzelini kendisine vermesini ister. Buradaki anahtar kelime SABIR. Musibet isabet ettiğinde sabra yönelmek çok önemli bir muvaffakiyettir. Musibet geldiğinde şeytan tam da şah-mat yapacağı konuma kavuşur ve “şimdi isyan et” der. “Allahım bana bunu da mı yapacaktın?” dedirtir. “Allah’a karşı çık” der. Böylece iblis kulu kendine benzetir, altın vuruşu yapar. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

7 Kasım 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 227

 Fakirlere “Allah versin” demek

Ne demek fakirlere “Allah versin” demek. Allah bize infak edin diyor. 

Diyorlar ki “Efendim, Allah isteseydi onları da zengin yapar mıydı?” 

Yapardı. 

“E demek ki şu halde onlar zengin olmadıklarına göre, Allah onları zengin yapmak istememiş öyle değil mi?” 

Evet istememiş. 

“Ee Allah’ın bir bildiği var demek ki, Allahın zengin yapmadığını biz mi gidip yedirip doyuracağız? Bırak Allah’ın yaptığı gibi kalsınlar.” diyen sözde mantıklı, hakmış gibi ama bâtılı savundukları cedel kokan, tamamıyla tartışmaya yönelik, içlerinde herhangi bir samimiyetin, ilmin, hidayetin ve herhangi bir nurun olmadığı insanlar. Heves heva odaklı bu insanlar için iyilik de bir, kötülük de bir, yeter ki malları yerinde kalsın. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

6 Kasım 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 226

 Allah Teala’ya hesaba kalkışanlar

Çıkan bir olumsuzluğu aykırılık görüp Allah Teala’ya “Ya niye böyle oldu, niye bizi böyle günlere düşürdün?” diye soranlar, iyi günlerde “Niye bize böyle lütfediyorsun, yoksa bizi çok mu seviyorsun?” diye gözyaşları içerisinde ibadet edeceklerken, kötü günlerde Allah Teala ile irtibat kurup, sadece O’nu aşağılamak için, kızmak için O’na seslenenler, Yaradanın kendilerine ne denli müşfik, rahim davrandığını görüp Yaradan’a kullukla döneceklerine, olumsuz günlerde Allah Teala’ya hesaba kalkışanlar. Şükretmeyi göz ardı eden ama sitemkârlığı, hesap sormayı kendi hakkı sayan insan varlığından söz ediyoruz. 

İşin aslı şu ki bizi var etmiş, dizayn etmiş, şekil suret vermiş, hiç yoktan inşa edip, bizi bir ruh ile şuurlu varlık haline getirmiş ve sonra yedirip, içirip, doyurup bugünlere kadar nimetleriyle yaşatmış olan, kendisine her şeyiyle borçlu olduğumuz bir Rab ile karşı karşıyayız. 

Bir lahza sonrası için O’nun bize hiç bir mecburiyeti yok. Her şeyi lutfen verdi. Bu noktayı görmedikçe, biz ne O’nun bize olan sevgisinin, rahmetinin büyüklüğünü, enginliğini keşfedebilir, ne de gerçeği gerçek boyutlarıyla görebiliriz. Sanal boyutlarda, bâtıl düşünceler içerisinde bir hayat oluşturur ve sonrasında da büyük bir şoka gebe kalırız.

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 226

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

5 Kasım 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 225

Kendilerini Allah Teala ile iyi ilişki içerisinde sanmaları 

Onlar Allah Teala’ya tepeden tırnağa şükür hisleriyle dolarak, minnetle kulluğa yönelerek, Allah azze ve cellenin lütfu karşısında ne yaparım da O’nu memnun ederim diyerek kendisine bu hususta en yakın vesileyi arayan, namazını en güzel şekilde kıldıysa daha fazlasına, orucunu en güzel şekilde tuttuysa gece ibadetine, yüce Rabbinin memnuniyetine koşturan taraf kul olması gerekirken; bunu tersinden algılayıp kendi memnuniyetine koşturması gerekeni Allah Teala sanan yığınla kalabalık kitleler var. 

Şeytan, böyle kalabalık kitleleri ibadetsiz bir din içerisinde, Kitap’tan ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in örnek yaşamından uzak duran bir kesimin, kendilerini Allah Teala ile iyi ilişki içerisinde ve barışık sanması olsa olsa bir İSTİDRÂÇ olabilir. 

Bu Allah azze ve cellenin onların başına geçirdiği bir hidayet karartması olabilir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

4 Kasım 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 224

Akletmeyi bırakınca

Akletmekten uzaklaşmış, Yaradan’ın nimetlerinin az da olsa, çok da olsa karşılıksız verilmiş olağanüstü bir lütuf olduğunu düşüneceğine, daha fazlasına sahipken bana Allah az verdi diyerek isyana yönelen, Allah Teala ile barışık olmayan tipler üretiyor şeytan. 

Hepimize aynı doneleri uygulayarak aynı mecraya sürüklemek istiyor. Hepimizi Cenâb-ı Hâkk ile arası bozuk, isyan etmeye meyyal ve hep Allah Teala’yı sorgulayan tiplere dönüştürüyor. 

Akletmeyi bırakıp, hep duygularımıza odaklanınca kulluk sorumluluğumuzu da unutabiliyoruz. 

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 224

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

3 Kasım 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 223

Dünyada secde etmeyenler

Kalem 42-43: “O büyük korku ve dehşet günü gelip de secdeye çağrıldıklarında bunu yapamazlar. 

O sırada gözlerine korku çökmüş, perişan olmuşlardır. Halbuki onlar, yapabilecek durumda iken de secdeye çağrılmışlardı.”

Kulluğa yönelmemiş kimselerde namaz ibadeti görülmez. Allah Teala’yı hizmetkârı olarak görenlerde namaz ibadeti görülmez. 

Allah azze ve celleye karşı şükretmek için yol arayan, içinde heyecan duyan, Allah Teala’ya sevgi ve saygı duyanlar namaza ehemmiyet verirken, diğerlerinin yaşamında namaz bir kilometre taşı değildir, hayat namaz üzerine kurulu değildir. 

Kur’an-ı Kerîm’de bir çok ayette cehennemlikleri “Biz namaz kılanlardan değildik” derken görürsünüz. O dehşetli günde, Allah bu secdeye gidemeyecek olan gürûhu, dünyada secde etmeyenler olarak söylüyor. 

Dünyadayken gönüllü olarak secdeye gitme imkanını teptiniz, şimdi de size secde etme imkanı olmayacak. Secdeye çağrıldığınızda secde edemeyeceksiniz, diyor ayette. 

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 223

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

2 Kasım 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 222

Balığın adamı gibi olma!

Kalem 48: “Sen Rabbinin hükmüne sabret; balığın adamı (Yûnus) gibi olma. Hani o, öfkeli bir halde bağırıp çağırmıştı.”


Zalimlerin yapıp ettiklerinden Cenâb-ı Hâkk’ı gafil sanma. Süreci o yönetiyor. Onlara süre veren bizatihi senin Rabbin. 

Bu süre içerisinde kendi sorumluluklarımızla yaşamak zorundayız. Yûnus da resullerdendi. Sahibinden izinsiz çekip gitmişti. Yüklü gemiye bindi. Yolculuk esnasında deniz tehlikeli bir hal alınca, içlerinden kimleri denize atacaklarını kura ile tespit ettiler. Kurada çıkan Yûnus denize atıldı ve onu büyük balık yuttu. Ayet-i kerîmede “Balığın adamı gibi olma” diyor. Yani onun gibi olma diyerek sabretmeyen birini kötü bir örnek olarak takdim ediyor. 

Resuller gerçekten dayanılmaz acılar çekmişler. Görev alanını terk edip kaçacak kadar sıkıntıya maruz kalmışlar ki içlerinden biri dayanamayıp öfkeyle kaçmış. 

Bu isyanı, Allah’a karşı aykırı davranışı elbette ki ona büyük sıkıntılar doğurmuş. Balık Yûnus’u yuttuğunda Yûnus kendini kınar haldeydi. Ve Allah Teala’yı tesbihe başladı. Karanlıkların içinde O’na seslendi. Tesbihini sürekli seslendirdi durdu. Cenâb-ı Hâkk’ın zâtını övdü, O’na sığındı, yakardı. 

Eğer böyle dolu dolu içten, arzulu mağfiret isteği ve tesbihi olmasaydı diyor Cenâb-ı Hâkk, ziyana uğrayacaktı. Kur’an-ı Kerîm’de sıkıntı, üzüntü, gam, keder adına ne kelime varsa hepsi Yûnus aleyhisselam ile ilgili geçiyor. 

Ve Yûnus peygamberin balığın içinde o zifiri karanlıktaki tesbihi, içli yalvarışı, nidası ve secdesi ile Cenâb-ı Hâkk onu bu gamdan kurtarıyor. Duasını sürekli tesbih ededurmasından ötürü Cenâb-ı Hâkk onu bağışladı, ona icabette bulundu. 

Ne mutlu o insana ki işlediği günahtan ötürü içine sıkıntı düşer. Sıkıntı büyür büyür öfkeye dönüşür, kendisini kınar. O kişiye ne mutlu. 

Böylece Allah’a dönüp "zulmü kendime ben ettim, aslında affedilemez bir durumdayım ama biliyorum ki benim günahım senin mağfiretin yanında küçük kalır. İşte kapına beni getiren bu. Sana yakarmaya beni sevkeden bu."

Allah Teala bize de günahlarımız karşısında gam yaşatsın. Allah azze ve celle Kur’an-ı Kerîm’de Yûnus aleyhisselâmı bize boşuna anlatmıyor. O’nu gamdan kurtarmasını büyük bir nimet olarak bize boşuna sunmuyor. İsterseniz sizleri de kurtarırım, diye de dönüp bize boşuna seslenmiyor. 

Demekki bu gama düşmek, bu süreci yaşamak biz günah işleyenler için Allah azze ve celle katında bir terakki meselesi. Günahlarımız bizi Allah’ın huzuruna yönelmek için kamçılasın. 

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 222

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

1 Kasım 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 221

 Her bir bilgi değerlidir

Resullulah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem söyle buyuruyor; "Sizler Kur’an-ı Kerîm’den bir gerçeği (ayetleri) öğrendiğinizde azı dişlerinizle onu ısırın." 


Yani azı dişlerinizle ona tutunun, onu sımsıkı kavrayın. Dolayısıyla böyle yaparak ona verdiğimiz değeri gösteririz. 

Böyle yapmazsak Allah azze ve celle Kur’an-ı Kerîm’in gerçeğini, bilgisini bize tekrardan yaşatmaz. Çünkü her bir bilgi değerlidir ve bu değer ancak kişinin ilgisiyle kişiye lütfedilir. Kişi ne kadar ilgisini koyarsa ardına, o kadar da derinliğini Allah azze ve celle ona yaşatır. Zikirden sapan kimseler büyük bir hüsrana ve nedamete doğru yol alıyorlar. 

Bilgiye kadir kıymet vermemek de zulümdür. 

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 221

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1