Sen “en iyi kim” bilmezsin
Kalem 7: “Doğrusu, yolundan sapan kimseyi en iyi bilen rabbindir; hidayete tutunmak isteyenleri de en iyi bilen O’dur.”
Sen “en iyi kim” bilmezsin. Senin nazarında iyi gözükür; bazen akrabalık bağı dolayısıyla iyi gözükür. Bazen seninle yaptığı ticaret münasebetiyle, bazen samimi olan iyi komşuluk ilişkisi dolayısıyla ya da sana iş verdiği için yahut bir şekilde iyilik ettiği için senin nazarında iyi gözükebilir.
Bunlar senin o sığ nazarında o kişinin “iyi olduğu, hidayeti hak ettiği anlamına gelmez.” Cenâb-ı Hâkk’ın en iyi bildiğini, kişiyi bütün yönleriyle tanıdığını akıldan kaçırırsak, o zaman kişi bizim nazarımızda özellikle de bize dokunan yönleriyle iyi sandığımız özellikleriyle hidayetten yoksun olarak görmek, kafamızda kocaman soru işaretlerine dönüşür. Bu kez “ya bu adam bu kadar iyiyken Allah onu yakacak mı?” diye soru sormaya kalkarız.
Geniş yeryüzü coğrafyasını gezenler ve yeni insanlar tanıyanlar, farklı dinlere mensup insanları görenler, bunlardan yüze gülen, ikramda bulunan, iyi ilişkiler kuranlar dönüp geldiklerinde “ya iyi kimseler tanıdık, bize çay ikram ettiler, hediyeler verdiler, öyle şirin içten hayat dolu capcanlı kimseler bunlar. Ve bunların da kendilerine göre dinleri var. Demek ki din denen şey çok önemli değil esas olan insanlık. Onlar da bir şekilde bir din öğrenmişler. Allah herhalde onlara da bir şekilde iyi sonuçlar çıkarır.” şeklinde yanlış değerlendirmelerde bulunurlar.
Çünkü biz bir yerde güler yüzle karşılaştık diye, çay ikram edip bizimle iyi ilişkiler kurdu diye, iyi ticaret yaptı diye iyi olduğuna hükmedersek bu yanlış olur. Kur’an-ı Kerîm’de Rabbimiz bizi uyarıyor; “Rabbin yoldan sapanı senden daha iyi bilmektedir.”
Biz şuna hükmetmeliyiz ki hidayete elverir, hidayete uygun kimselere yani Cenâb-ı Hâkk’ın hidayete erdireceği kişilerin vasıflarına bürünmüş olan kimselere, yeryüzü coğrafyasının her neresinde olurlarsa olsunlar Cenâb-ı Hâkk elbette ki hidayetini ulaştırır, elbetteki onları zayi etmez.
Allah’ın kullarına verdiği nimetler çeşit çeşittir. Bu nimetlere nankörlük, nimetlerin büyüklüğüyle alakalıdır. Büyük nimetlere nankörlük edenler büyük nankörlük etmiş olur, küçük nimetlere nankörlük edenler de küçük nankörlük etmiş olur. Dolayısıyla kişilerin iyilikleri ve kötülükleri de elindeki nimetleri ne denli kötüye kullandıklarıyla alakalı bir husustur.
Büyük nimetleri kötüye kullananlar çok kötü kimseler olur. Cenâb-ı Hâkk’ın Kur’an-ı Kerîm’de anlattığına göre O’nun insanlara lutfettiği en büyük nimet gören, işiten, akleden yanıdır. Bu insanı en’amdan üste çıkarır. Dolayısıyla en kötü insan, bu en büyük nimeti ayaklar altına almış, kullanmayan kimselerdir. Allah katında en kötü kimse çay içilmeyen değil, ikramda bulunmayan değil, ticaretinde dürüst olmayan değil, hatta adam öldüren değil, hatta zina eden de değil. Allah katında en kötü kimse, göz kulak ve akletme yeteneklerini kullanmayan kimsedir.
Yani kişi komşuluk haklarına çok riayet etse bile akletmiyorsa bu insan hala en kötüdür. Çünkü kullara yönelik hukuk çok aşağıda kalır. Bize nimetleri Allah azze ve celle sunuyor, komşularımız değil.
Allah’ın hukukuna karşı saygısızlık elbetteki kulların hukukuna karşı saygısızlıktan çok daha büyüktür.
Allah’ın haklarını ayaklar altına alan kimse, kullarla iyi ilişkide olsa da hiç bir neticesi ve akıbeti olmayacaktır.
Kişi akledip, gözlem yapıp, işitip, dinleyip, değerlendirmeli ve İlahi Kudret’in büyüklüğünü, sanatını takdir etmeli. Hayranlıkla O’na tapınıp secde etme yükümlülüğünde olmalı.
Dolayısıyla kişideki en büyük nimet neyse oradan başlayarak kişinin iyiliğini kötülüğünü tartalım. Bize çay verdi diye, çok iyi komşuluk ilişkisi var diye kişi iyi olmaz.
Kişi aklediyor mu? Tabi başta kendimize soralım iyi bir kimse miyim? Ben, bendeki en büyük nimeti değerlendiriyor muyum?
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q
https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1