Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
Ashâb-ı Kiram, nezih bir nesildir. Onların etrafında meydana getirilen şek ve şüpheler, İslâm dini etrafında meydana getirilmek istenen şek ve şüphelere eşdeğerdir. Yani Ashâb-ı Kirâm'ın etrafında meydana getirilen şüpheler, İslâm'ın etrafında meydana getirilmek istenen şüphelerden sayılırlar.
Ashâb-ı Kiram düşmanlığı, İslam düşmanlığıdır. Ashâb-ı Kirâm'a şüpheyle bakan ve yaklaşan, Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e şüphe ile bakmış ve yaklaşmış olur. Sahabelere yapılan saldırı, İslam'a yapılan saldırıdır. Bu nedenle diyoruz ki; her kim nesil olarak ashâb-ı kirâm'ı kötüleyip aleyhtarlığını yaparsa, bizzat İslam'ın aleyhtarlığını yapmış olur.
Ömer Nasuhi Bilmen Rahmetüllahi aleyh der ki: "Ashâb-ı Kiram, arasında ihtilaf zuhur ettiği zaman, ashâb üç fırkaya ayrılmıştı. Bir fırka, hakkın İmam Ali (r.a.) tarafında olduğuna delil ile, ictihad ile bilmiş, ona yardımı iltizam eylemişti. Diğer bir fırka da hakkın diğer tarafta olduğuna yine delil ile, ictihad ile kail bulunmuş, bu tarafa meyletmişti. Üçüncü fırka ise tevakkuf etmiş/durmuş bir tarafı diğerine delil ile tercih etmemişti.”
Bu üç fırkadan her biri kendi içtihadına göre amel etmiş, kendi zimmetine düşen vacibi edaya çalışmıştı. Cumhuru ehl-i sünnete göre; hak, Ali (radıyallahu anh)'ın tarafında idi. Muhalifleri ise hatâ yoluna salik bulunmuşlardı. Fakat bu hatâ, bir hatâyi içtihadı olduğu cihetle melâmetten, ta'andan uzaktır, tahkirden münezzeh, teşri'den beridir. Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Kardeşlerimiz bize bağy ettiler, onlar ne kâfirdirler, ne de fasıktırlar. Çünkü onların te'villeri vardır ki kendilerini küfr-ü fısktan meneder.” [1]
Sahabelerin hepsi adildir. Onların adaletine ALLAH'ın Rasûlü, İslâm'ın imamları şahidlik etmişlerdir. Kesinlikle bütün sahabe masum değildirler. Günahları vardır. Yani Rasûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hiçbir sahabesine "ismet" sıfatı vacip değildir. Ehl-i sünnet ve'l Cemaat'in katında, Peygamberlerin dışında hiçbir kimseye "ismet" sıfatı vacip değildir. Ancak sahabenin günahı sabit olan adaletlerini yıkmada herhangi bir etkisi olmaz. Zira bundan korunmuşlardır. İnsan olmanın bir gereği olarak onlardan bir hata sadır olsa, bu hata onların bazılarının birtakım kebairi/büyük günahları işlemiş olduğu sabit olmuştur. Onlar derhal o büyük günahtan vazgeçmeye ve o hatadan tevbe etmeye koşuşurlardı. Onu telafi etmek için kendilerine had vurulmasına derhal razı olurlardı. Nefislerini hesaba çeker, ona uymazlardı. Onlar salih amelleri çokça işliyorlardı. [2]
Sahih bir yolla sahabelerden sabit olanlar, eğer onların adil oluşlarında bir şüphe meydana getirirse, bilinsin ki, bu ancak bir te'vil veya bir ictihad ile onlardan sadır olmuştur. Onlar içtihadlarında yanılsalar dahi sevab sahibidirler. Çünkü vahyin fikir işçiliği, mükâfaatsız değildir!
Müfessirin ulemadan İmam Kurtubî Rahmetüllahi aleyh şöyle diyor: "Sahabelerden hiç kimseyi yüzdeyüz bir yanılgıya nisbet etmek caiz değildir. Çünkü onların hepsi yaptıklarında içtihad ediyorlardı. Yaptıklarıyla ALLAH'ın rızasını arıyorlardı. Onların hepsi bizim için önderdirler. ALLAHû Teâla, onların aralarında başgösteren münakaşalara burnumuzu sokmamakla bizi mükellef kılmıştır. Onları ancak en güzel bir şekilde anmak, sahâbî olmalarından dolayı hürmetlerini gözetmekle bizi mükellef kılmıştır. ALLAHû Teâla onları affettiğini ve onlardan razı olduğunu bize haber vermiştir.”
Hasan-ı Basrî Rahmetüllahi aleyh'e, sahabelerin arasındaki çarpışmaların hükmü sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Sahabe arasında ortaya çıkan o çarpışma; Hz. Muhammed(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabının hazır bulunduğu, bizim de hazır bulunmadığımız, kendilerinin bildiği, bizimse bilmediğimiz bir çarpışmadır. Onların ittifak ettikleri hususlarda biz onlara tabi oluruz, aralarındaki anlaşmazlıklarda da haddimizi bilir, orda dururuz."
El- Muhasibî Rahmetüllahi aleyh de dedi ki: "İşte biz de el-Hasen'in dediği gibi diyoruz ve şunu biliyoruz ki, onlar içine girdikleri işi bizden daha iyi biliyorlardı. Üzerinde ittifak ettikleri hususlarda biz onlara tabi oluruz. ihtilaf ettikleri yerde ise dururuz ve kendiliğimizden bid'at bir görüş ortaya koymayız. Onların ictihad ederek ALLAHû Teâla'nın rızasını gözetmeye çalıştıklarını da biliyoruz. Çünkü onlar dinleri hususunda itham altında tutulan kimseler değildir.”[3]
Bilinmesi gereken hakikatlerden birisi de şudur: Ashâb-ı Kiram iftira etmez, fakat Ashâb-ı Kirâm'a iftira edenler bulunur, onlara söylememiş oldukları, yapmamış bulundukları şeyleri isnad edenler görülebilir.[4]
Tarih boyunca Ashâb-ı Kirâm'a iftira edenler hep olagelmiştir. Ancak iftiracıların iftiraları Ashâb-ı Kirâm'ın yüceliğine halel getiremez.Çünkü onların makamı çok yücedir. Selef-i Salihin, "Sahâbîlik mertebesine hiçbir mertebe denk gelmez" inancını taşıyordu. [5]
Ebû Zerr el-Gıfari (radıyallahu anh)dan nakledilen rivayette ise;
"Siz, bilenleri çok, konuşanları az bir dönemde yaşıyorsunuz. Bu ortamda kim bildiklerinin onda birini terkederse, sapar (veya helak olur). Bilenleri az, konuşanları çok bir zaman gelecektir. O ortamda bildiğinin onda birini yaşayan kurtulur” [6] buyurulmaktadır.
Bu iki rivayetin birbirini desteklediği açıktır. Rivayetlerde sosyal gerçek ve şartlara göre dini yaşama oranlarının değişebileceği, nimet-külfet dengesinin ve zaruret kavramının zamana göre takdir edileceği müştereken ortaya konulmaktadır. Tümü elde edilemeyenin tümden terkedilmemesi gerektiğine, sorumluluğun şartlara bağlı olarak değerlendirileceğine dikkat çekildiği de anlaşılmaktadır. Zira bilinen bir gerçektir ki İslâm'da güç yetirilemeyecek bir sorumluluk söz konusu değildir. Nitekim geçmişte bilginler bu rivayetlerin karamsarlığa ve umutsuzluğa düşmemek gerektiğini vurguladığını, gerek bireysel gerekse toplumsal anlamda ağırlaşan şartlarda ayakta kalabilme teşviki içerdiğini söylemişlerdir. Meselâ Münâvî'nin kaydettiğine göre İmam Gazali hadisi şöyle yorumlamıştır: "Hadisin ikinci kısmındaki öyle bir devir gelecek ki o gün yaşayanlardan emrolunduğunun onda birini yerine getiren kurtulur müjdesi olmasaydı, olumsuz amellerimize bakarak bizlerin ye's ve ümitsizliğe kapılmamız kaçınılmaz olurdu. Oysa şimdi biz, Rabbimizden bize, zatına yakışır şekilde muamele etmesini, fazl ve keremiyle kötü amellerimizi örtüp gizlemesini dileriz." [7]
Sahabe dönemi gibi emniyetin ve izzet-i İslâm'ın tam olduğu bir dönemde emir ve nehiylerin terk ve ihmali, tamamen kişisel kusurlardan ileri gelir ki bu, helake götürücü bir durumdur. Ancak İslâm'ın ve müslümanların zayıf düştüğü, zulmün ve fışkın yaygınlaştığı, İslâm'a hizmet ve yardım edenlerin azaldığı devir ve ortamlarda müslümanlar güç yetiremedikleri için bazı emirleri işleyemediklerinden dolayı mazur sayılırlar. Dolayısıyla da yükümlülüklerini ne ölçüde yerine getirebilirlerse, -şartların olumsuzluğu sebebiyle- o ölçüden daha fazla mükafat görürler. Bazen tek bir amel veya eylem, bütünüyle İslâm'ı temsil etmeye yetebilir. O amel ve eylemi yerine getiren de dini bütünüyle yaşamış gibi hem topluma mesaj vermiş hem de ALLAH katında değer kazanmış olur. Nitekim Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir başka hadis-i şeriflerinde:
"Ümmetimin bozguna uğradığı dönemde terkedilmiş bir sünnetimi yaşayan ve yaşatan (yüz) şehit sevabı kazanır” [8] buyurmak suretiyle bu gerçeği açıkça" ortaya koymuşlardır.
[1] Ashâb-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları/Ö.Nasuhi Bilmen, Sh:186-187, İst/1975
[2] Ashâb-ı Kiram Etrafındaki Şüpheler/M. Salih Ekinci, Sh:18, İst/1986
[3] El- Camiu Li Ahkâmi'l Kur'an (İmam Kurtubi) C: 16, Sh: 321-322, Mısır/ 1967
[4] Ashâb-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadlan/Ö.Nasuhi Bilmen, Sh: 60, İst/1975
[5] El- İsabe Fi Ma'rifeti's Sahâbe/İbn-i Haceru'l Askalanî, C:l, Sh: 8-9, Beyrut/ty
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 155; Hâkim, Müstedrek, I, 529
[7] Münâvî, Feyzu'l-kadîr, 11, 556
[8] Münzirî, et-Terğîb ve't-terhîb, 1,41; Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, I, 172
http://www.ilimdunyasi.com/fikhus-sahabe/ashabi-kiramin-etrafindaki-supheler/?imode
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder