Bismillahirrahmanirrahim
Bu sebebler Kitap ve sünnetin incelenmesi ile tesbit edilmiş sebeblerdir.
1- Tevbe etmek: Yüce ALLAH: "Tevbe eden müstesnâ" (Meryem, 19/60) ile (el-Furkan, 25/70); "Tevbe edenler müstesnâ..." diye buyurmaktadırlar. (el-Bakara, 2/160)
Nasûh tevbe katıksız ve halis tevbe demektir. Tevbe bir takım günahlara has değildir. (Bütün günahlardan tevbe mümkündür.) Tevbe dolayısıyla günahtan sorumlu olunmayacağı ümmet arasında görüş ayrılığı bulunmayan hususlardandır. Tevbe dışında bütün günahların bağışlanmasına sebep teşkil eden hiçbir şey yoktur.
Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "De ki: ‘Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin, çünkü ALLAH bütün günahları mağfiret eder.’ Muhakkak o çok mağfiret edendir, rahmet edendir." (ez-Zümer, 39/53) Bu, tevbe edenler hakkındadır, bundan dolayı Yüce ALLAH: "Ümit kesmeyin" diye buyurduktan sonra: "Rabbinize dönün..." (ez-Zümer, 39/54) diye buyurmaktadır.
2- İstiğfâr: Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Onlar istiğfâr edip dururken de ALLAH onları azaplandıracak değildir." (el-Enfal, 8/33) Ancak kimi yerde istiğfar tek başına söz konusu edilirken bazen tevbe ile birlikte söz konusu edilmektedir. Tek başına söz konusu edildiği takdirde tevbe de onun kapsamı içerisindedir. Nitekim tek başına tevbe zikredildiği yerde, istiğfârı da kapsar ve tevbe istiğfârı da ihtivâ eder, istiğfâr da tevbeyi kapsar. Onların herbiri mutlak olarak kullanıldığı takdirde, diğerini de kapsamına alır. İki lafızdan biri diğeriyle birlikte kullanıldığı takdirde ise istiğfâr, geçmiş günahların kötülüklerinden korunmayı talep etmek demek olur, tevbe de günahtan dönüp gelecekte âmellerinin korktuğu kötülüklerinden korunmayı istemeyi ifade eder.
Bunun bir benzeri de "fakir" ve "miskin" kavramlarıdır. Bu iki lafızdan biri tek başına kullanılırsa, ötekini kapsar. Bir arada zikredilecek olurlarsa, herbirisinin kendine göre bir anlamı olur. Yüce ALLAH: "On fakiri (miskini) doyurmak..." (el-Maide, 5/89); "O zaman altmış yoksul (miskin) doyurmalıdır." (el-Mücadele, 58/4); "Şâyet onları gizler ve fakirlere (miskinlere) verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır." diye buyurmaktadır. (el-Bakara, 2/271)
Bu âyet-i kerîme’lerde her iki isimden birisinin tek başına kullanılması halinde, az bir şeye sahip olanı da, hiçbir varlığı olmayanı da kapsadığında görüş ayrılığı yoktur. Ancak Yüce ALLAH’ın: "Sadakalar (zekâtlar) ancak fakirlere ve miskinlere...dir." (et-Tevbe, 9/60) buyruğunda birlikte zikredildiklerinden; o zaman bu lafzın birisi ile -her ne kadar hangisiyle hangisi kastedildiği noktasında görüş ayrılığı varsa da- az malı bulunan, diğeri ile hiçbir malı bulunmayan kimse kastedilmektedir.
İsm ve udvân (günah); bir (iyilik) ve takvâ, fasıklık ve isyan kavramları da böyledir. Aradaki anlam benzerliği açısından küfür ve nifak da bu kabilden görülebilir. Küfür daha genel bir mana taşır, küfür tek başına zikredilecek olursa nifak’ı da kapsar. Hep birlikte zikredildikleri takdirde herbirisinin ayrı bir anlamı olur.
3- Hasenât (iyilikler): Çünkü bir hasenât on misli ile mükâfatlandırılır. Seyyie (günah) ise misliyle ceza görür. Birer birer kazandığı kötülükleri, onar onar kazandığı iyiliklerini bastıran kimsenin vay haline! Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Çünkü iyilikler kötülükleri giderir." (Hûd, 11/114) Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- de: "Kötülüğün arkasından iyiliği yetiştir ki onu silsin"(Tirmizî 1987; Müsned, V, 153, 158.)diye buyurmaktadır.
4- Dünyevî musibetler: Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- şöyle buyurmaktadır: "Mü’mine isabet eden herhangi bir hastalık, yorgunluk, gam, keder, üzüntü hatta bir tarafına batan bir dikeni dahi, mutlaka ALLAH günahlarının keffareti kılar."(Buhârî 5641, 5642; Müslim 2573.)Musibetlerin bizzat kendileri, günahların keffaretine sebebtir. Onlara sabr etmekle kul sevap kazanır. Musibetlere tahammülsüzlük gösterip öfkelenmekle kul günah kazanır. Sabretmek ve tahammülsüzlük göstermek ise, musibetten ayrı değerlendirilir.
Musibet kulun fiili değildir, ALLAH’ın fiilidir ve kulun günahına karşılık ALLAH’ın bir cezasıdır, onunla günahları keffaret olur. Kişi ancak yaptığı işler dolayısıyla mükâfat görür ya da günah kazanır. Sabır ve tahammülsüzlük ise kulun fiillerindendir. Bununla birlikte bazen kulun ameli olmaksızın sevap ve mükafat hasıl olabilir. Bunun başkasının hediyesi yahut ta sebebsiz olarak Yüce ALLAH’ın bir lütfu olarak elde edilmesi mümkündür. Nitekim Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Ve O, kendi nezdinden pek büyük bir ecir verir." (en-Nisâ, 4/40)
Hastalığın bizzat kendisi geçmişin bir cezası ve keffâretidir. Çoğu zaman ecir (mükâfat)den, günahların bağışlanması anlaşılmakla birlikte, onun manası bu değildir. Bu onun bir sonucudur.
5- Kabir azabı.
6- Mü’minlerin hayatta iken de, ölümden sonra da kişiye dua etmeleri ve mağfiret istemeleri.
7- Ölümden sonra kişiye yapılan bağışlar. Bir sadakanın sevabı, okunan bir Kur’ân’ın yahut yapılan bir haccın ve buna benzer bir amelin sevabı gibi. Yüce ALLAH’ın izniyle buna dair açıklamalar da ileride gelecektir.
8- Kıyamet gününün sıkıntılı halleri ve dehşetli durumları.
9- Buharî ile Müslim’de sabit olan şu hadiste belirtildiği gibi: "Mü’minler Sırat’tan geçtikten sonra cennet ile cehennem arasındaki bir köprü üzerinde durdurulurlar. Birinin diğerindeki hakkı kısas yoluyla alınır. Nihayet tertemiz edilip, arındırıldıktan sonra cennete girmeleri için onlara izin verilir."(Buhârî 2440, 6535; Müsned, III, 13, 57, 63, 74.)
10- şefaatçilerin şefaati.
11- Şefaatsiz olarak da merhametliler merhametlisinin affetmesi. Nitekim Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Bunun dışında kalanları da dilediğine bağışlar." (en-Nisâ, 4/48 ve 116)
Eğer kişi Yüce ALLAH’ın -günahlarının büyüklüğü dolayısıyla- mağfiret etmeyi dilemediği kimselerden ise; artık tertemiz olan imanı, günahlarının pisliklerinden arınması için ateşe maruz kalmaktan başka yolu kalmaz. Ancak şu da var ki cehennem ateşinde kalbinde zerre ağırlığından çok çok daha küçük bir miktar imanı bulunan hiçbir kimse, hatta -daha önce Enes -Radıyallahu anh- yoluyla gelen hadiste belirtildiği üzere- la ilahe illallah diyen hiçbir kimse ebedi kalmayacaktır.
Durum böyle olduğuna göre Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-in cennetlik olduklarına dair şahitlik ettiği kimseler dışında ümmet arasında muayyen herhangi bir kimse için kat’î olarak cennetliktir, demeye imkan kalmaz. Ancak bizler iyilikte bulunanlar namına ümit besleriz ve (günahları dolayısıyla) da onlar için korkarız.
el-Akidetü't Tahaviyye(İbn Ebi'l-İzz el-Hanefi)
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
11- Şefaatsiz olarak da merhametliler merhametlisinin affetmesi. Nitekim Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Bunun dışında kalanları da dilediğine bağışlar." (en-Nisâ, 4/48 ve 116)
Eğer kişi Yüce ALLAH’ın -günahlarının büyüklüğü dolayısıyla- mağfiret etmeyi dilemediği kimselerden ise; artık tertemiz olan imanı, günahlarının pisliklerinden arınması için ateşe maruz kalmaktan başka yolu kalmaz. Ancak şu da var ki cehennem ateşinde kalbinde zerre ağırlığından çok çok daha küçük bir miktar imanı bulunan hiçbir kimse, hatta -daha önce Enes -Radıyallahu anh- yoluyla gelen hadiste belirtildiği üzere- la ilahe illallah diyen hiçbir kimse ebedi kalmayacaktır.
Durum böyle olduğuna göre Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-in cennetlik olduklarına dair şahitlik ettiği kimseler dışında ümmet arasında muayyen herhangi bir kimse için kat’î olarak cennetliktir, demeye imkan kalmaz. Ancak bizler iyilikte bulunanlar namına ümit besleriz ve (günahları dolayısıyla) da onlar için korkarız.
el-Akidetü't Tahaviyye(İbn Ebi'l-İzz el-Hanefi)
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder