18 Eylül 2013 Çarşamba

140.KENDİME NASİHAT!..

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim; 11 yıl önce, ilgi duyduğum her konuda bir çok kitap okurken bir anda bütün kitapları bir kenara bırakıp sadece İslamiyetle ilgili kitaplar okumaya başladım ve artık bu öğrendiklerimi her bulunduğum ortamda talep olsun olmasın ,ağır gelsin gelmesin nasihat etmeye başladım.Sonrasında acaba Rabbim razı mı, kişilerin seviyesine uygun ,onların anlayabileceği şekilde ifade edebildim mi ,yoksa iyi birşey yapacağım diye herşeyi mahvediyor muyum diye kendimi yiyip bitiriyorum.İşte bu yazı diğer yazılarda olduğu gibi önce kendime ve benim gibi öğrendiklerini paylaşmak isteyenleredir...


Nasihat, sözlükte “Bir şeyi yabancı maddelerden ayırma, samimi olma, samimi olan ve içinde kötülük bulunmayan bütün iyi söz ve işleri öğüt verme, akıl ve yol gösterme” demektir.

Nasihat, İslâm’ın yaşantıya yansıtılması, ahlâkî prensiplerin yaşanması amacıyla bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi ve hatırlatmada bulunması amacıyla yapılan öğütlerdir. Bu öğütler yapılırken asla kötü niyet güdülmeyip dünyevi çıkarlar düşünülmemelidir. Nasihat eden kişi güvenilir olur.

Müminler sürekli olarak birbirlerine nasihat vermek suretiyle yardımcı olurlar. Yüce Rabbimiz (Celle Celâlühü);“Nasihat et, çünkü nasihat müminlere fayda verir”(
Zâriyat suresi; 55) buyurarak vaaz ve nasihatın müminlere fayda vereceğini açıkça ifade etmiştir.

Temim Ed-Dari’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Allah Resulü (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular: “Din nasihattir.”Sahabiler: Biz kime (yahut kim için) nasihattir? diye sorduk. O da: “Allah için, Kitabı için, Resulü için, Müslümanların (meşru) idarecileri ve bütün Müslümanlar için”buyurdular.(
Müslim: 23)

Âlimlerimiz bu hadis-i şerifin yorumunda nasihatin şu manalara geldiğini söylemişlerdir:


Allah için nasihat:Allah’a samimi ve içten iman etmek, kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de Resulü (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem) vasıtasıyla haber verdiklerine inkar etmeden, acaba demeden inanmak, ibadeti yalnızca O’na ihlâs ile yapıp başkasına hiçbir şekilde ibadet etmemek, emrettiği hu­suslarda itaat edip, yasaklayıp yaklaşılmasını istemediği şeylerden uzak durmak, sevdiğini sevmek, buğzettiğine buğzetmek, mümin kullarını dost ve veli edinmek, O’nun düşmanlarından uzaklaşmak ile ger­çekleşir.


Kitabı için nasihat:Kur’an-ı Kerim’i lâyık olduğu şekilde okumak, ihtiva ettiği hükümleri öğrenmek ve başkalarına öğretmek, ona hürmette kusur etmemek, tavsiye ettiği şekilde bir Müslüman olmak ve onun ahlâkını yaşamaktır.


Resulü için nasihat:Hazreti Muhammed Mustafa (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem)’in Peygamberliğini tasdik etmek, emir ve yasakla­rına itaat etmek, ona dost olanları dost bilmek, O’na düş­manlık edenlere düşmanlık beslemek, O’na gereken saygı ve tazimi göster­mek, O’nun Âl-i Beyt’ini sevmek, O’nu da sünnetini de gereği gibi tazim etmektir. Sünnetini vefatından sonra gereken araştırmaları yapmak suretiy­le canlandırmak, sünneti hakkında yeterli bilgiye sahip olmak, onu gereği gibi korumak, yaymak, sünnetine davet etmek, Resûlullah (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem)’in üstün ahlâkı ile ahlaklanmakla olur.


Müslümanların (meşru)idarecileri için nasihat:Allah’ın hükümlerini uygulayan ve İslâm’ı hâkim kılmak için gayret sarfeden idarecilere itaat etmek, onlara karşı gelmemek ve onlara doğruyu göstermek, bilmedikleri konularda onları uyarmak, onlara karşı görev ve yükümlülüklerini samimiyetle yerine getirmektir.


Bütün Müslümanlar için nasihat: Müslümanlara düşman olanlarla mücadele etmek, onlara iyi ve doğruyu göstermek, Müslümanlara dua etmek, hepsi hakkında iyilik düşünmek, salih kimseleri sevip kötü yolda olanlara nasihat etmektir.

Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde “İyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek” olarak ifade edilen bu vazife (nasihat), öncelikle iman esaslarını, daha sonra da emir ve yasakları anlatmayı gerekli kılar.

Bu önemli vazife, peygamberlerin mükellef kılındığı bir görev olması hasebiyle yüce bir görevdir. Efendimiz’den rivayet edilen hadis-i şerifte de: “Allah’ı kullarına sevdirin ki, Allah’ta sizi sevsin”(
Kenzu’l Ummal: 44253)buyrulmaktadır.

Nasihat hususunda inanan ve inanmayan tüm insanlar muhatabımız olmakla beraber, önceliği aile ve yakın akraba fertlerimiz almalıdır. Hazreti Allah (Celle Celâlühü) Kur’an-ı Mübin’de: “(Önce)en yakın akrabanı uyar”(
Şuara Suresi: 214)buyurarak nasihat hususunda önceliğin yakın akrabalara ait olduğunu ifade etmiştir.

Muhataplarımız kabul etsin veya etmesin, nasihat etmemiz mutlaka gereklidir. Çünkü;
Allâhü Teâlâ’dan (Celle Celâlühü) ümit kesmek haramdır.
Usulüne uygun olarak yapılan davetin kabul edilme ihtimali vardır.
Kabul edilmese bile vazifemizi yapmış olup Rabbimize sunacağımız mazeretimizi hazırlamış, azaba duçar olacakların arasından sıyrılmış, görevini yerine getirmeyenlerin uğrayacağı azaptan da korunmuş oluruz. Zira Allah (Celle Celâlühü) A’raf Suresi’nde nasihat edip de nasihati dinlenmeyenlerden şöyle bahsediyor:

“İçlerinden bir topluluk: ‘Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dedi. (Öğüt verenler)dediler ki: ‘Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).’ Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.”(
A’raf Suresi: 164,165)

Bu mukaddes vazifeyi ifa eden kimse önce muhatabı tanımalı, içinde bulunduğumuz şartları göz önünde bulundurarak hareket etmelidir. Ürkütücü, zorlayıcı, kaba bir uyarı tavrını değil, sevdirici ve kolaylaştırıcı, ince bir telkin usulünü tercih etmeliyiz.

Hz. Ebu Hureyre (Radiyellâhü Anh) anlatıyor:

Bir bedevi, Peygamber Mescidi’nde ayağa kalktı ve bir kenara bevletti. Sahabiler adamcağızın başına üşüştüler. Durumu müşahede eden Allah Resulü (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem), hemen müdahale etti ve şöyle buyurdu:

“Onu bırakın! İdrarın üzerine bir kova su dökün. Hiç şüphesiz sizler kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz. Zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz.”(
Buhari: 220)

Nasihat eden kimse bildiği hususları anlatmalıdır. Zira Allâhü Teâlâ (Celle Celâlühü);

“(Görmediğin şeye ‘Gördüm’, duymadığın şeye ‘Duydum’, bilmediğin bir şey hakkında da ‘Biliyorum’ diyerek,) kendisi hakkında sana ait hiçbir bilgi olmayan şeylerin ardınca gitme! (Herhangi bir konuda zanlarla, sezgilerle ve tahminlerle hüküm verme!) Kulak da, göz de, gönül de; işte sana! Bunların hepsi de, şüphesiz ki o (insan) on(lar)dan sorumlu olmuştur”(
İsra Suresi: 36)buyurarak bilmedikleri halde konuşan kişileri uyarmaktadır.

Nasihat eden kimse anlattıklarıyla amel etmeye gayret etmelidir. Saff Suresinde:

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”(
Saff Suresi: 2) buyrulmaktadır.

Nasihat ve vaaz etmekte en önemli olan husus Allâhü Teâlâ’nın (Celle Celâlühü) rızasını kazanmak olmalıdır. Çünkü tüm peygamberler, bu görevleri karşısında hiçbir talepte bulunmamışlardır.

Kişi ıslaha önce kendi nefsinden başlamalıdır. Büyükler;

“İlme riayet edenlerden olunuz. Onu yalnız rivayet edenlerden olmayınız” buyurarak bu sözleri ile “Malumatınızı daima genişletiniz, ilminizden halkı yararlandırınız, ibadeti sadece iki dudak arasında bırakmayıp fiile dökünüz” buyurmak istemişlerdir.

NASİHATTEN ETKİLENMEK

Nasihatten etkilenmenin ilk şartı benlikten sıyrılmaktır. Kişi kibir ve benlikten uzak durup edilen vaaz ve nasihate kulak vermelidir. Zira Hazreti Ali (Radiyellâhü Anh) Efendimiz buyurur ki:

“Kişinin helaki kendisini beğenmesidir.”

Bir gün Ebu Cehil, Efendimiz’e (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem) gelerek;

“Kölemle gelirsem bana ayrı yer gösterecek misin?” dedi. Efendimiz (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem):

“Benim öyle bir yerim yok”buyurunca, Ebu Cehil:

“Öyleyse bizim için de yanmak var, dönmek yok” dedi.

Demek ki kâinatta mahvolup gidenler, Ebu Cehil, Nemrut, Firavun gibi benlik hastalığına tutulanlardır. Rabbim Ebu Cehil gibi kibirli olmaktan muhafaza eylesin.

Allâhü Teâlâ’yı (Celle Celâlühü) hakkıyla bilen insanda benlik olmaz. Çünkü bu kimseler kendilerinde bulunan bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini bilir ve kendisinin muhtaç olduğunu hisseder. Cehaletten peygamberler bile Allahü Teâlâ’ya (Celle Celâlühü) sığınmışlardır. Nitekim Nuh Tufanı’nda Allahü Teâlâ (Celle Celâlühü) Hz. Nuh’un (Aleyhisselam) ehl-i beytine necat vaat buyurmuşken oğlu Kenan sulara gark olmuştu. Bu sebeple Hz. Nuh (Aleyhisselam) Rabbine münacaat ettiği sırada tarafı ilahiden;

“Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim”(
Hud Suresi; 46) buyrulmuştur.

İnsanların iyi veya kötü olmalarına en büyük etkenlerden biri de seçtikleri arkadaşlarıdır. Kim neyi görür veya neyi dinlerse, kısacası en çok meşgul olduğu şey ne ise, tabiatı da ona göre şekil alır.

Kur’an-ı Kerim ile öğüt, hadis-i şerif ile nasihat, dostları ile sohbet insanı değiştirir.

Meşhur bir vaiz kasabanın birinde sohbet etmeye başlar. Halk onun vaazlarına büyük ilgi gösterir. Eşkıyanın biri de kılık değiştirerek camiye gelir. Vaazı dinler. Bakar ki millet vaazda coşuyor, ağlıyor, eşkıyada hiçbir duygu yok. Vaazdan sonra hocaya yaklaşır ve şöyle der:

“Hocam ben senin anlattıklarından hiçbir şey anlamadım, kafama girmedi.”

Hoca eşkıyanın durumunu anlar ve sorar:

“Sen hiç ayı vurdun mu?”

“Tabii” der.

“Ayı yağlı olup kurşun bedenine kolay girmez, bir kurşunla da devrilmezmiş, doğru mu?”

“Evet! İyi nişan alıp üst üste kurşun atmak lazım” demiş

Hoca aradığı cevabı bulunca şu nasihati yapar:

“Sorunun cevabını kendin verdin. Zahmet edip birkaç kere daha derslerimize devam et” demiş.

Eşkıya epey zaman vaazlara devam ettikten sonra hocaya yaklaşır ve şöyle der:

“Hocam! Hani o yağlı ayı vardı ya, üst üste yediği kurşunlarla devrildi.”

İşte nasihatin önemi…

Gönülleri yumuşatan, kalplere incelik ve merhamet veren Kur’an-ı Kerim, nice insanların düzelmelerine vesile olmuştur.

Nasihat eden kimse sadece nasihat ettiği kimseye faydalı olmaz. Aslında en büyük fayda kendisinedir. Nitekim Hakk’a çağıran kişi görünüşte onu kurtuluşa çağırıyorsa da, yaptığı vazife sebebi ile hakikatte kendisini kurtarmış olur.

Düzelmenin, nasihatleşmenin önündeki en büyük engel şeytandır. Zira Allâhü Teâlâ (Celle Celâlühü);

“Ey insanlar! Yer(yüzün)de bulunan (rızık)lardan helal, (bütün şüphelerden) tertemiz ve lezzetli olan(lar)ı yiyin. Şeytanın izlerine uymayın. Çünkü gerçekten o (şeytan) sizin için (zahiren dost görünen)apaçık bir düşmandır.”(
Bakara Suresi: 168)

Ayet-i kerimesi ile şeytana tabi olunmaması gerektiğini beyan etmiştir.

Şeytan dünyada insanın peşini bırakmadığı gibi son anlarında dahi sürekli imanını çalmaya uğraşır. Ne kadar imanlı olursak olalım, lütuf Allâhü Teâlâ’dandır (Celle Celâlühü) ve daima O’na sığınmalıyız.


A.Şener

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: