Bismillahirrahmanirrahim
Ebû Hanife’ye göre bir Müslüman, helâl saymadığı sürece büyük günahlardan birisini işlemesi ile kâfir olmaz. Bu durumdaki bir kimseden müminlik sıfatı kalkmadığı için ona gerçek anlamda mümin denir. Herhangi bir müminin kâfir olmadığı halde günahkâr olması caizdir. Allah’a ortak koşmamak ve inkar etmemek şartıyla büyük ve küçük günah işlediği halde tövbe etmeden mümin olarak ölen kimsenin durumu ile iman eden fakat namaz kılmayan, oruç tutmayan ya da amellerin hiçbirisini yapmayan kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem’de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz.( Ebû Hanîfe, el-Fıkhü’l-Ekber, s. 74, Muaz b. Cebel’de bu görüşü benimsemektedir, bkz. Ebû Hanîfe, el-Fıkhü’l-Ebsat, s.53-54.)
Günah işleyenlerin cennetlik veya cehennemlik olduklarını söylemeden, onlarla ilgili hükmü geciktirmek ircadır.
İnsanlar üç sınıfa ayrılır: Birincisi Peygamberler ve peygamberlerin cennetlik olduğunu bildirdikleri kimselerdir ki bunlar cennetliktir. İkincisi, müşriklerdir ki onların cehennemlik olduklarına şahadet edilir. Üçüncü ise; Allah’ın birliğine inananlardır ki bunlarla ilgili susup, onların cennetlik ve cehennemlik olduklarına şahadet etmeyiz. Onlar için Allah’ın affedeceğini ummakla birlikte, azaba çekileceklerinden de korkarız.(Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 31)
İrca’nın aslı meleklerden gelmiştir. Allah, meleklere eşyayı göstererek “Bana bunların isimlerini söyleyin,”(Bakara 2/31)buyurdu. Bütün melekler hatadan ve bilmeden söz söyleyerek delâlete düşmekten çekinip duraklayarak “Seni tenzih ederiz, senin öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur,”( Bakara 2/32) dediler. Böylece melekler bilmediği şeyi soran, sorduğu konuda aldırmayıp konuşan, isabet etmezse hatalı, isabet ederse bilgisizce söylediği için övülmeyen kimse gibi bidat işlemediler. Bunun için Allah, “Bilmediğin şeyin ardına düşme, doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumludur,”(İsra 17/36) buyurur. Yani, doğru olarak bilmediğin bir şeyi söyleme, demektir. Bu ayetle Allah, peygamberine bile kesin bilgi olmadan zan ile konuşmaya, incitmeye, iftira atmaya izin vermemişken, nasıl oluyor da insanlar, kesin bilgileri olmadan zanla birbirlerini ayıplıyor.( Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 30-31)
Tevakkufun yani duraklamanın manası ise, haram, helâl veya bizden önceki ümmetler hakkında bilmediğin konularda, sorulanlar için “En güzelini Allah bilir” demektir. Eğer üç kişi, bilmediğimiz, tecrübe ve deneyimlerimizle de bilemeyeceğimiz bir sözü bize söylerlerse, bunun doğru bilgisini Allah’a havale edip tevakkuf ederiz. Bu tıpkı önceden iyi olan bir topluluğun aralarından ayrıldıktan sonra iki gruba ayrılıp birbirlerini öldürmesi, ortada bir cinayet olmasına rağmen başkada şahit olmadığından her iki gurubunda kendini haklı görmesi, senin de iki tarafın isabetli olmadığını bilmen gibidir. Bu durumda ya iki taraf da hatalı veya biri hatalı diğeri isabetlidir.(Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 30-31)
Ebû Hanife’ye göre günah işleyen kimsenin kafir olmadığını gösteren ayetler şunlardır: “Yûnus hakkında söylediğimizi de an. O, öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde: “Senden başka tanrı yoktur, Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim” diye seslenmişti.”( Enbiya 21/87)Buna göre Hz. Yusuf kafir ve münafık değil zalim bir mümindir. Aynı şekilde Hz. Yusuf’un kardeşleri, “Ey Babamız! Suçlarımızın bağışlanmasını dile, bizler hiç şüphesiz suçluyuz” dediler.”(Yusuf 12/97)Halbuki onlar kafir değil günahkardır. Hz. Peygamber hakkında, “Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar”( Fetih 48/2)buyrulmuş günahını yerine inkarını denmemiştir. Hz. Musa (as.) da kıptîyi öldürmesi dolayısıyla kâfir olmadı.
Mümin tevhitten ayrılmadığı sürece, bütün günahları da işlemiş olsa, yine Allah düşmanı olmaz. Çünkü düşman, düşmanına buğz ve nefret besler, ona noksanlık izafe eder. Oysaki mümin, büyük günah işlemiş de olsa Allah’ı her şeyden daha çok sever. Aynı şekilde mümin, ateşte yakılması ya da Allah’a iftirada bulunması durumuyla karşı karşıya kalsa ateşte yakılmayı tercih eder. Nasıl ki babasını seven çocuk bazen de ona isyan eder. Aynı şekilde mümin her ne kadar isyan etse de, Allah ona her şeyden daha sevgilidir. Şehvet gibi birçok şiddetli arzular üstün geldiği için, mümin bazen Allah’a isyan eder. Bir sultanın işini yapan vazifeli kimse, işini bırakırsa karşılığında çeşitli sıkıntılar yaşar. Serbest kalınca gücü yeterse işine tekrar döner. Aynı şekilde kadın, doğum esnasında çok büyük sıkıntılarla karşılaştığı halde, aradan zaman geçip iyi olunca çocuk istemesi buna benzer. Mümin, Allah’a isyan ettiğinde, ameli her ne kadar taat ve rıza bakımından şeytana uyuyorsa da işlediği bu isyan ile şeytana uyan, onun rızasını isteyen ve ona yönelen kimse olmaz.
Ebû Hanifeye göre Ehl-i kıbleden olan günahkâr biri için şirkin dışında işlediği günahlardan dolayı Allah’ın onu mutlaka cezalandıracağına dair şahitlik edilmez. Günahların bir kısmının affedileceği bilinse de bunların hangisi olduğu bilinmez. Zîra Kuran-ı Kerim’de “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz”(Nisa 4/31) buyrulmaktadır. Büyük günahların tamamı ya da bağışlanacak kusurların hepsi bilinmez ama “Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar”(Nisa 4/48) ayetinin gereği Allah’ın şirkten başka bütün günahları affetmesi mümkündür. Bununla birlikte Yüce Allah’ın kimi affetmek isteyip kimi affetmek istemediği bilinmez.(Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 22)
Allah’a şirk koşmanın dışında kul günahlardan hangisini işlerse işlesin, onun affı için dua etmek daha iyidir. Fakat ona beddua etmekle günahkâr olunmaz. Bu, birisine karşı bir kötülük işleyen kimseye, beddua etmek yerine bağışlamanın daha iyi olması gibidir. Eğer bir kimse kendisi ile Allah arasında şirk koşmaksızın bir günah işlerse, ona merhamet edip şahadet hürmetine işlediği günahın affı için dua edilirse, bu daha iyidir. Eğer onun helak olması için “Yâ Rabbi, bu adamı günahından dolayı cezalandır,” şeklinde beddua edilirse, günaha girilmiş olur. Günahkâr kimse için Allah’tan af dilemek, iki sebepten dolayı daha faziletlidir. Birincisi, o kimse günahkâr da olsa mümindir. Öte yandan Allah’ın mutlaka ceza vereceğini bildirdiği kimse için af dilenmesi de haramdır. Zira Allah cehenneme göndereceği kimseler için af dilenmesini yasaklamıştır. Allah’ın, azap edeceğini bildirdiği kimse için af istenmesi ve “Yâ Rabbi, sadece beni öldürme” demek gibi Allah’ın vaadinden dönmesinin istenmesi yasaklanmıştır. Zîra Allah, Kur’an-ı Kerîm’de “Her insan ölümü tadacaktır,”(Al-i İmran 3/185)buyurmaktadır.
Şahadet kelimesine inananlar hakkında bağışlanmaları için dua etmek daha faziletlidir. Çünkü Allah’a itaat konusunda, şahadet kelimesini söylemekten daha faziletli bir şey yoktur. Allah’ın emrettiği tüm farzlar, bu şahadeti kabul ve tasdik açısından bir yumurtanın yedi kat gök ve yerler arasında bulunan şeylerle, karşılaştırılması gibidir. Nasıl ki şirk en büyük günah ise, şahadette en büyük sevaptır. Allah, şirkin ne kadar büyük bir günah olduğunu, hiç bir kötü amel için ifade etmediği bir şekilde belirtmiştir. “Şüphesiz şirk, büyük bir zulümdür.”( Lokman 31/13) Allah bundan başka adam öldürme(Bkz. Meryem 19/91; Hac 22/31.) vb hiçbir kötü amel için, böyle bir ifadede bulunmamıştır.(Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 24)
Mümin işlediği günahı, azaba çekileceğini bilerek değil Allah’ın bağışlayacağını ümit ettiği ya da hastalık ve ölümden önce tövbe edeceğini düşündüğü için işler. Kişi kendisinden korktuğu halde yiyecek, içecek, harp, deniz yolculuğu vs. gibi şeyleri yapar. Eğer batmadan kurtulmak
ümidi olmasaydı insan hiçbir zaman deniz yolculuğu yapmazdı.Ya da zafer ümidi olmasaydı, hiçbir zaman savaşmazdı.
Eğer Allah (cc) bir katili bağışlarsa, harama bir defa bakan kimsenin de affedilmeye daha çok layık olduğu bilinebilir. Bir bakıştan dolayı Allah azap ederse, öldürme fiilinden dolayı azaba çekmesi de daha uygundur. Zîra Allah, “Allah katında en değerli olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır,”( Hucurat 49/13)buyurmaktadır. Şu halde bakma fiilini yapan, eğer adam öldürme fiilini işlememişse, katil olan kimseden daha fazla takvalıdır. Her ikisinin bağışlanması aynı seviyede değildir, büyük günah işleyen kimseye oranla, küçük günah işleyenin bağışlanması daha çok ümit edilir. Bu durum denizde ve küçük nehirde yolculuk yapan iki kişiye benzer. Her ikisinin de boğulmasından endişe edildiği gibi ikisinin de kurtulması umulur. Bununla birlikte denizdeki kimseye oranla, küçük nehirdeki kişinin kurtulacağı daha çok ümit edilir. Aynı şekilde, büyük günah işleyenin durumundan da, küçük günah işleyene oranla daha çok korkulur, küçük günah işleyenin, büyük günah işleyene oranla affedilmesi daha çok ümit edilir. Her ikisinin affı ümit edildiği gibi her ikisinin de amellerine göre akıbetlerinden korkulur.
Allah, kulunu işlediği bir günahtan dolayı cezalandırır ya da onu bağışlar. Allah, kulunu işlemediği günah sebebiyle cezalandırmaz, kulun işlediği farzları da günahlarını da yazar. Mesela, bir kişi malının zekâtından, daha fazla vermesi gerekirken, az miktarda verdi. Bu durumda Allah o kimseyi verdiği miktardan dolayı değil, vermediğinden dolayı cezalandırır. Zekâttan verdiği miktarı ise o kişinin lehinde değerlendirir. Aynı şekilde bir kimse namaz kılar, oruç tutar, hacca gider ama adamda öldürürse, bu konuda iyilikleri hesaplanır, kötülükleri ise aleyhine yazılır. Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir.”( Bakara 2/286)“Birbirinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun, iş yapanın işini boşa çıkarmam.”( Ali İmran 3/195) “İşlediklerinizden başkasıyla karşılık görmezsiniz.”(Yasin 36/54); “Ancak işlediklerinizin karşılığını görmektesiniz”( Tahrim 66/7)“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür.”(Zilzal 99/7) “Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.”(Zilzal 99/8) “Küçük ve büyük, hepsi satır satırdır.”(Kamer 54/53) Bu duruma göre, iyilik ve kötülükler az da olsa Allah tarafından yazılmaktadır. Nitekim Yüce Allah “Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.”(Enbiya 21/47)buyurmaktadır. Bunların aksini söyleyen kimse Allah’ı zulümle vasıflandırmış olur. Hâlbuki Allah zulmetmeyeceği konusunda kullarına Kuran’da teminat vermiştir: “Yaptığınızdan başka bir şeyle cezalanmayacaksınız.”(Saffat 37/39) “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür.”( Zilzal 99/7) Ayetleri bu konuyu belirtmektedir. Nitekim Allah, iyiliklere karşılık verdiği için, kendisinin şekûr olduğunu ifade etmiştir. O, merhametlilerin en merhametlisidir. (Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 34)
İman büyük bir azaptan koruduğu için mümine fayda verir. İnkardan daha büyük günah olmadığı için en çetin ceza kâfirin azabıdır. Allah’ı inkâr etmeyen Mümin ise sadece emrettiği şeylerin bazılarında isyana girer. Allah ise bu kişiye yapmadığı şeyler için değil sadece işlediği şeyler kadar ceza verir. Bu durum, adam öldürmüş ama hırsızlık yapmamış birinin, hırsızlıktan değil sadece cinayet suçundan cezalandırılmasına benzer. Zira Yüce Allah, “İşlediklerinizden başkasıyla karşılık görmezsiniz,”(Yasin 36/54.)buyurmaktadır. Hastalığı küçük olan hastanın durumu daha az zararlıdır. Dünyada sıkıntı çekerek en şiddetli azaptan kurtulan kimsenin durumu, iki türlü azap çeken kimseden daha kolaydır. Mümin de böyledir, eğer işlediği bir günah için azap çekerse, bu iki günah için çekeceği azaptan daha hafif olur.(128 Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 39.)
Ebû Hanife’ye göre “Mümin zina edince, başından gömleğinin çıkarılması gibi, imanı da çıkarılır, sonra tevbe edince iman kendisine iade edilir”(Tirmizi, “İman” 15; Ebu Davud, “Sunne” 15)rivayeti Kur’ân’a muhaliftir. Çünkü Allah; Kur’ân-ı Kerîm’de “Zina eden kadın ve erkeğin..”( Nur 24/1) âyetinde her ikisinden de iman vasfını kaldırmamıştır. Aynı şekilde, “Sizden zina eden iki kimseye...”(Nisa 4/16) âyetinde Allah “sizden” kaydı ile Müslümanları kastetmektedir. O halde Kuran-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis rivayet eden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir.(Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 33) Aynı şekilde “Allah, içki içen kimsenin kırk gün ve kırk gece kıldığı namazı kabul etmez,”(Tirmizi, “Eşribe”, 1) rivayetinin açıklaması da bilinmemektedir. Başka bir ifadeyle haksız yere birisini öldüren, hırsızlık ve facirlik yapan, günah işleyen, zina eden, içki içip sarhoş olan kişi günahkâr mümindir, kâfir değildir. Bu durumda olanlar işlediklerinden dolayı cehennemde azaba uğrarlar, fakat imanları sebebiyle cehennemden çıkarılırlar.( Ebû Hanîfe, el-Fıkhü’l-Ebsat, s.53)
Ebû Hanife’ye göre Allah’a ortak koşmamak, inkâr etmemek ve helal saymamak şartıyla günah işleyen bir mümin kâfir sayılmaz. Günah işlediği halde tövbe etmeden ölen müminin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Allah dilerse bağışlar ya da cezalandırır. Hakkında kesin bilgi sahibi olunmayan konularda sorulanlar için en doğrusunu Allah bilir demek daha uygundur. Bu anlamda irca Allah’ın öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur diyen meleklerin yaptığı bir iştir. Hangi günahların bağışlanacağı bilinmez.
Sonuç
İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin akaidle ilgili beş eserinde iman ve imanla ilişkili temel kavramların incelendiği bu araştırmada elde edilen bilgileri şöyle değerlendirmek mümkündür: Ebû Hanife eserlerinde imanı Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere inanma şeklinde tanımlarken aynı zamanda hiç kimsenin kendi fiillerini yaratamayacağına inanmayı da vurgulamıştır. O’na göre imanın asıl mahalli kalptir, dil ile ikrar kişinin insanlar tarafından mümin olarak kabul edilmesi yönüyle önemlidir. İman, sadece tasdik ve amel yönünden artıp eksilebilir, imanda istisna da olmaz. İman ilk dönemlerde nasıl tanımlandıysa günümüzde de aynı şekilde tanımlanır. Kuran’ın bazı ayetlerinde mümin kavramı zalim, günahkar ve asi sıfatları ile birlikte kullanıldığına göre iman ile amel farklı şeylerdir. Günah işleyen ya da farzlardan birini terk eden mümin helal saymadığı sürece kâfir sayılmaz. Günah işlediği halde tövbe etmeden ölen mümini Allah dilerse bağışlar dilerse cezalandırır. Ebû Hanife iman konusunda belirlediği bu önemli prensipler ile günümüze kadar gelen ehl-i sünnet anlayışının temelini oluşturmuştur.
Ebû Hanife’ye göre insanlar iman ve küfrü Allah’ın zorlaması ile değil kendi iradeleriyle tercih ederler. İmanda Allah’ın yardım etmesi inkârda ise yardımını kesmesi söz konusu olabilir. İman ve inkar konusunda insanların söylediklerine, kıyafet ve ibadetlerine göre hüküm verilmelidir. Bu kişilerin gerçekte Allah katında farklı bir durumda olmaları herhangi bir cezayı gerektirmez. Nimetleri inkar etmek, Allah’ın izni olmadan birisinin fayda veya zarar vereceğine inanmak kişiyi inkâra götürür. Kuran’da açık ayetle anlatılan konulardan şüphe eden, namaz ve oruç gibi ibadetlerin farz olduğunu inkar eden kişi de kafir olur. Allah şirkten başka bütün günahları bağışlayabilir ancak O’nun kimi bağışlayıp kimi affetmeyeceği bilinmez. Allah’ın mutlaka cezalandıracağını bildirdiği kimse için af dilenmesi haramdır. Hz. Peygamber’den Kuran’a aykırı hadis rivayet eden bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i tekzip etmek anlamına gelmez. Ebû Hanife küfür ve günah kavramları hakkındaki bu görüşleriyle önemli ölçüler belirlemiş günümüze kadar pek çok ehl-i sünnet âlimine de bu konuda rehberlik etmiştir.
Netice itibariyle iman ve imanla ilişkili amel, günah ve küfür gibi temel kavramlar hakkında yaptığı bu açıklamalar neticesinde İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin ehl-i sünnet akaidinin oluşmasında çok önemli bir yeri olduğu söylenebilir. Ebû Hanife’nin iman ve imanla ilgili temel kavramlara yönelik belirlediği ölçüler isabetli olması yanında kendi içinde tutarlıdır. Pek çok kelam bilginine rehberlik eden Ebû Hanife ehl-i sünnet inancının sistemli hale gelmesinde büyük katkıları olan önemli bir kelam âlimidir.
Ebû Hanîfe, el-Fıkhü'l-Ekber
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder