3 Temmuz 2021 Cumartesi

mirâ


Nefsimizin ve kör taklidin kabulleri bizi karşımızdakini suçlama ve üzerine basarak üste çıkma refleksine itebilir, bu insanın şeytani yönüdür ve hepimizde böyle bir damar vardır, bundan Allah’a sığınırız. Ama bunun kontrolü de mümkündür ki, biz bununla da imtihan ediliyoruz. Hakikatin ortaya çıkması için değil de böyle nefsi bir tepkiyle tartışmaya Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem ‘mirâ’ tabir eder ve tartışma mirâya dönüştüğünde kendisi haklı da olsa bundan vazgeçebileni cennetle müjdeler.

Faruk Beşer

2 Temmuz 2021 Cuma

İnsan öldükten sonra ruhu nereye gidiyor?


Ölüm yokluk değildir; daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.

Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek de inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor; fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah ruha münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor.

Bu sebeple Peygamberimiz (asm),

“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizi, Kıyame 26)

buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.

İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza (ra) pek çok insana yardım bile etmiş ve hala yardım ettiği insanlar vardır.

Ruhlar aleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup görüşürler. Aynen bunun gibi, bu dünyadaki insanlar da ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafından da buradan gidenleri karşılayanlar var. İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar.

Yeni doğan çocuğu burada karşıladığımız gibi, buradan öbür tarafa giden bizleri de inşallah dostlarımız karşılayacaktır. Bunun şartı Allah’a iman, O’na ve Peygamber'ine uymak ve iman ile ölmektir.

Resulullah (asm), kabir ziyaret ederken ahireti hatırlamayı, meyyite dua ederek, ona ihsanda bulunmayı, ona acımayı, istiğfar etmeyi emretmiştir. Bir kabri ziyaret eden kimse, hem kendisine, hem de meyyite iyilik etmiş olmaktadır. Müslim’in, Ebu Hüreyre’den bildirdiği hadiste,

"Kabirleri ziyaret ediniz! Kabir ziyareti, ölümü hatırlatır." (İbni Mâce, Cenâiz 47)

buyuruldu. Abdullah ibni Abbas diyor ki, Resulullah Medine’de, kabristan yanından geçiyordu. Kabirlere bakarak,

"Esselamü aleyküm ya ehlel-kubur! Yagfirullahü lena ve leküm, entüm selefüna ve nahnü bil-eser."

buyurdu. Bu nedenle kabir ehline selam vermek sünnettir.

İman ehli insanların ruhları serbest olduğundan verilen selamları alırlar. Ayrıca her ruhun kabriyle de irtibatı vardır. Fakat bu durum onların topraktaki cesedlerinde olduğu anlamına gelmez. O alem tamamen farklı bir alemdir. Nitekim güneş çok yükseklerde olduğu halde ışığıyla, ısısıyla, renkleriyle sizin yanınızdaki aynayla irtibatı vardır. Ama güneş aynanın içinde değildir. Aynaya zarar verilse bile güneşe bir şey olmaz.

Kutlu ve iyi ruhlar ölünce göklere mi çıkıyor?

“Muhakkak! Şüphesiz iyilerin kitabı “İlliyyûn” dadır. İliyyûn’un ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, yazılmış bir kitaptır.” (Mutaffifîn, 83/18-21)

Abdullah b. Abbas, Kâb. B. Ahbar, Üsame b. Zeyd ve Mücahid’e göre, “İlliyun”yedinci göktür ve cennetlik olanların ruhları da oradadır. (bk. Taberî, İbn Kesir, Râzî, ilgili ayetlerin tefsiri).

Demek ki, herkesin kitabı ruhunun bulunduğu yerdedir. Oradaki mukarreb meleklere teslim edilmiştir.
Yine Kâb ve İbn Abbas’ta gelen diğer bir rivayete göre, müminlerin ruhu Arş'ın yanındadır. Başka bir rivayette cennettedir.(age.).

Konuyla ilgili Dahhak’ın görüşü şöyledir: Mümin kimsenin ruhu alındığında, onu alıp dünya semasına götürürler, Her gökte bulunan Mukarrebin melekler, onu oradan alıp sırayla ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci semaya çıkarırlar, oradan da Sidretu’l-Muntahaya götürürler ve “Ya Rabb! Bu senin filanca kulundur.” derler. Allah o kulunun kim ve nasıl biri olduğunu en iyi bilen olarak, onu azaptan emin kıldığına dair mühürlü bir tezkereyi onlara gönderir. "Muhakkak! Şüphesiz iyilerin kitabı “İlliyyûn” dadır. İliyyûn’un ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, yazılmış bir kitaptır.” ayetleri bu gerçeğe işaret etmektedir.(age.)

Bazı alimlere göre, “yazılmış bir kitap”tan maksat kişinin amel defteridir. Hafaza melekleri onları semada mukarreb meleklere teslim ederler. Mümin olan kitabın sahibi güzel amellerini gördüğünde çok sevinecektir.(Razî, a.g.y).

Bir hadis rivayetine göre Efendimiz(a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Melekler Allah’ın kullarından bir kulun amellerini yukarıya çıkarırken, onu çok fazla bulup överler. Nihayet Allah’ın dilediği yere vardıklarında, Allah onlara şu mesajı gönderir;

‘Siz kulumun amellerini muhafaza ettiniz, ben de onun içini kontrol ettim, bu kulumun amelleri halis değildir (içinde Allah’ın rızası dışında başka maksatlar vardır), bu sebeple onları alıp aşağıların aşağısına (Siccin) götürün.'

"Diğer taraftan bir kulun amellerini yukarıya çıkarırken onu azımsar ve küçümserler. Allah yine onlara şu mesajı gönderir:

‘Siz kulumun amellerini muhafaza ettiniz, ben de onun içini kontrol ettim, bu kulumun amelleri halisdir, onları en yüksek yere götürün.'  (Zamahşeri, el-Keşşaf; Suyutî, ed-Durru’l-Mensur, ilgili ayetlerin tefsiri).

Sahih bir rivayete göre,

“Şehitlerin ruhları Arş'a asılı kandillerdeki yeşil kuşların içinde olur ve istediği şekilde cennet bahçelerinde dolaşırlar.”(Müslim, İmare, 33).


https://sorularlaislamiyet.com/insan-oldukden-sonra-ruhu-nereye-gidiyor-mezarlikdan-gecerken-selam-vermek-ruhlarin-orada-olduguna 

1 Temmuz 2021 Perşembe

Borcunu ödemek için kredi çekmek caiz mi?

Soru Detayı

Bir kadının borcu varsa kadın hayattaysa ölmemişse, tesettürsüz iş bulamıyorsa borcunu çocuklarına bırakması caiz midir? Can tehlikesi varsa kredi çekip borcu ödemeli midir? Yoksa borca 2 katı faiz biniyor.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bir İslam toplumunda Müslüman olsun olmasın bütün vatandaşların temel ihtiyaçlarını sağlamak Müslümanların borcudur; bunu, onları temsilen kısmen devlet yapar, kısmen de Müslümanlar yaparlar, yapmalıdırlar.

Faizli kredi çekmek, ortada bir zaruret yoksa elbette caiz değildir, haramdır. Hayati tehlike ve temek ihtiyaçlardan yoksun kalmak gibi zaruretler olursa, bunları başka yoldan gidermek mümkün değil ise, bu zaruri ihtiyaçları karşılayacak kadar faizli kredi çekilebilir. Bir insanı buna mecbur eden toplum da sorumlu olur.

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/borcunu-odemek-icin-kredi-cekmek-caiz-mi

30 Haziran 2021 Çarşamba

Ebedi cehennemlik günahlar var mı?


- Ehl-i sünnet alimlerinin değişik ayet ve hadislere dayanarak vardıkları kanaate göre, şirk de dahil her türlü inkar, ebedi cehennemliktir. Bu gerçek kısaca, “imansız olarak kabre girenler ebedi olarak cehennemde kalırlar” şeklinde ifade edilir. İmansızlığı doğurmayan hiçbir günah, ebedi olarak cehennem cezasını gerektirmez.

- İlgili ayetlerin meali -tertip sırasına göre- şöyledir:

a) “Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Bu, onların 'Alışveriş de faiz gibidir.' demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi mübah, faizi ise haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir. Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/275)

Konuya şu ayeti de dahil edebiliriz:

b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)

c) “Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” (Müminun, 23/103)

d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur. Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.” (Furkan, 25/68-69)

Bu ayetleri, maddelerinin sırasına göre açıklayacağız:

a) Faizle ilgili olarak ebedi cehennemde kalanlar, kâfir kimselerdir. Çünkü bunlar ayette belirtildiği üzere, “Alışveriş de faiz gibidir.” demişlerdir. Yani Faizin haramlığını inkâr etmişler. Bilindiği gibi, helali haram, haramı helal saymak küfürdür. Demek bunların cehennemde ebedi kalmalarının sebebi, faiz yemeleri değil, faizi helal saymalarıdır. (bk. Razî, Beydavî, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri)

Bazı alimlere göre, ayetin sonunda yer alan “onlar orada ebedî kalacaklardır” mealindeki ifadesi, hakiki ve mecazi olmak üzere iki manada açıklanabilir. 

Hakiki manada olduğu zaman; söz konusu edilen faizciler “Alış veriş de faiz gibidir” deyip kâfir olduklarından, gerçekten cehennemde ebedi kalırlar.

Mecazi manada olduğu zaman; ayette yer alan “cehennemde ebedi kalmak” ifadesi, uzun bir süre kalmak anlamında olur. Ayette “Her kime Rabbinden bir talimat gelir…” ile başlayan cümle bu manaya imkân vermektedir. (bk. İbn Aşur, ilgili yer)

b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir.” mealindeki ayetin hükmü konusundan alimlerin farklı yorumları olmakla beraber, imanla kabre girmiş kimselerin ebedi olarak cehennemde kalmayacakları konusunda ittifak halindedirler. Onun için yorumlar da bu düşüncenin etrafında şekillenmiştir. (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri)

Bununla beraber, bizce şu yorumlar önem arzetmektedir:

1) Bu ayette Allah’ın, “Bir mümini kasden öldüren kimsenin” cezası / yaptığı bu suçun karşılığı ebedi cehennem olduğunu belirtmesi, suçun dehşetini ve hakettiği cezayı ortaya koymaktadır. Ancak bu cezanın tahakkuk etmesi ise, Allah’ın iradesine bağlıdır. Bu suçu işleyen kâfirleri ebedi cehenneme koyabildiği gibi, müminleri de affedebilir veya uzun bir süreliğine cehennemde tuttuktan sonra onu oradan çıkarabilir. Razî’nin benimsemediği bu görüş Kaffal’a aittir. (krş. Razî, ilgili yer)

2) Bu ayetin hükmü hakiki manasında olmakla beraber, Allah’ın affı devreye girdiği zaman, bu hüküm değişebilir. Nitekim alimlerin büyük çoğunluğuna göre, katil sağlam tövbe ettiği takdirde affa mazhar olabilir. Küfrün tövbesi kabul gördüğü halde, katlin tövbesinin kabul edilmemesi düşünülemez.

“Şu muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder.” (Nisa, 4/48)

mealindeki ayetin beyanı bunu desteklemektedir. (bk. Razî, ilgili yer)

3) Bazı alimlere göre, bu ayetin konusu olanlar -bazı rivayetlerde geçtiği gibi- Mekis b. Dababe adında biri /veya katli helal kabul ederek dinden çıkan kâfirler olabilir. Dolayısıyla bu hüküm hakiki manasında olarak kafirler için söz konusudur, demektir. Yahut da buradaki “ebedilik” kavramı mecaz olup uzun süre anlamındadır. (bk. Beydavî, Nesefi, ilgili yer)

c)  Müminun suresinin 102-103. ayetlerinde, günah-sevaptan ziyade, iman-küfür muvazenesi yapılmıştır. Bu sebeple,“O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar” mealindeki ayette imanı ve salih amelleri ağır basanların durumu belirtilmiştir.

“Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” mealindeki ayette ise, küfür ve kötü ameller yapanlar söz konusudur. (krş. Razî, Beydavî, Ebu’s-Suud, ilgili ayetlerin tefsiri)

d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur.” mealindeki ayette yer alan “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.” cümlesi, konuya imanı da katmaktadır. Buna göre, ayette yer alan “Kim de bunları yaparsa,..” mealindeki ifadede “kim ki Allah’tan başkasına ibadet ederse” hususu da dahildir. Bu ise, açık bir küfürdür.

Bu ayette zikredilenler kâfir / müşrik kimselerdir. Oradaki kötülükleri de genellikle kâfirler işler. Onun için küfür / şirk vasfıyla birlikte onlar da zikredilmiştir. (bk. Ebu’s-Suud, İbn Aşur,  ilgili ayetin tefsiri)

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/ebedi-cehennemlik-gunahlar-var-mi

29 Haziran 2021 Salı

Yahudilerin inanç esasları nelerdir? Peygamberimizi neye dayanarak kabul etmiyorlar?

Yahudilerin günümüze ulaşan inanç sistemi şudur;

1. Allah var olan her şeyi yaratmıştır.

2. Allah birdir.

3. Allah'ın bedeni yoktur, tasvir edilemez.

4. Allah'ın başlangıcı ve sonu yoktur

5. Yalnız Allah'a dua etmeliyiz.

6. Peygamberlerin bütün sözleri doğrudur.

7. Musa, bütün peygamberlerin en büyüğüdür.

8. Elimizdeki Tora, Allah tarafından Musa'ya verilen ve günümüze kadar değiştirilmeden gelen kitabın aynıdır.

9. Dinimiz ilâhî bir dindir.

10. Allah, insanların bütün hareket ve düşüncelerini bilir.

11. Allah, emirlerine uyanları mükâfatlandırır, uymayanları cezalandırır.

12. Allah Mesih'i gönderecektir.

13. Ruhum ölümsüzdür. Allah dilediğinde ölüleri diriltecektir. (bk. Maymonides, 1135-1204)

Yahudi mezheplerini üç ana grupta incelemek mümkündür:

1. Makkabiler devrinde (M.Ö. II. yüzyıl) mevcut olan Hristiyanlık öncesi mezhepler,

2. İslâm'dan sonraki Yahudi Mezhepleri,

3. Günümüz Yahudi mezhepleri.

Hristiyanlık öncesi dönemde başlıca üç mezhep vardır:

1. Ferisiler,
2. Sadukiler,
3. Esseniler.

İslâm'dan sonraki Yahudi mezhepleri de üçtür:

1. İshakiyye,
2. Yudganiyye,
3. Karaim.

Halen yaşamakta olan Yahudi mezhepleri şunlardır:

1. Muhafazakâr Yahudiler,
2. Ortadoks Yahudiler,
3. Reformist Yahudiler,
4. Yeniden Yapılanmacılar.

Yahudilerin Hz. Muhammed’e iman etmemelerinin başlıca sebebi hasettir; Yahudi asıllı olmadığı için ona iman etmemişler. Bu konudaki bazı ayetlerin mealleri şöyledir:

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu (Muhammed’i) tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler.” (Bakara, 2/146)

“Onlara(Yahudilere), Allah tarafından, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden bir kitap gönderildiği zaman, daha önce kâfirlere karşı zafer kazanmak için 'Ahir zaman Peygamberi hakkı için' diye dua ettikleri halde, evet o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler. Bu sebeple, Allah’ın lâneti de kâfirlerin boynuna olsun!” (Bakara, 2/89)

Bazı Yahudiler, Allah ile âdeta istihza ederler:

'Allah fakirdir biz ise zenginiz.' diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama biz onların dedikleri bu sözü ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. Ve 'Tadın bakalım o yakıcı azabı!' diyeceğiz.” (Âl-i İmran, 3/181)

mealindeki ayette onların bu zihniyetine işaret edilmiştir.

Allah’ın çocukları ve sevgili halkı olduklarını iddia ederler:

“Hem Yahudiler, hem de Hristiyanlar 'Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz.' dediler. De ki: 'Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırıyor?' Hayır, bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin hakimiyeti Allah’ındır. Dönüş de O’na olacaktır.” (Maide, 5/18)

mealindeki ayette bu saçmalıklarına işaret edilmiştir.

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/yahudilerin-inanc-esaslari-nelerdir-peygamberimizi-neye-dayanarak-kabul-etmiyorlar

28 Haziran 2021 Pazartesi

Gâfil İnsanların Vasıfları


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr, 19)

https://www.2g1d.com/

27 Haziran 2021 Pazar

Hz. Peygamber’in Cennet Arkadaşı


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ, 69)

Rasûlullah (sav) buyuruyor:

“Her peygamberin cennette bir arkadaşı vardır. Benim cennetteki arkadaşım ise Osman b. Affân’dır.” (Tirmizî, Menâkıb, 18/3698; İbn Mâce, Mukaddime, 11/109)

https://www.2g1d.com/

22 Haziran 2021 Salı

Teennî


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Ey iman edenler! Tedbirinizi alın…” (Nisâ, 71)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Teennî Allah Teâlâ’dan, acele ise şeytandandır.”
(Tirmizî, Birr 66/2012)

Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği güzel hasletlerden biri de «teennî»dir. Yani ihtiyatlı, düşünceli, acele etmeden ve temkinli bir şekilde davranabilmek…

Fahr-i Kâinât Efendimiz buyurur:

“Teennî Allah Teâlâ’dan, acele ise şeytandandır.” (Tirmizî, Birr 66/2012)

Bu bakımdan İslâm, tedbir ve teennîye çok ehemmiyet vermiştir. Zira ilk bakışta mühim görülmeyen şeyler, neticede hiç de küçümsenmeyecek hâdiselere sebep olabilir. Mevlânâ Hazretleri der ki:

“Taneyi gören kuşcağız tuzak var mı diye önden, arkadan, sağdan, soldan yüz defa kontrol eder. Kuşun canı daima aksi şeyleri düşündüğünden, ondaki can korkusu yem aşkından ziyadedir.”

Bu;

Bir iş yaparken acele etmemek, yapılacak işin önünü-sonunu düşünmek demektir. İhtiyatlı davranma da diyebileceğimiz teennî, hata etme ihtimalini asgarîye indiren, insanı pişmanlığa düşmekten koruyan bir haslettir. Yani teennî, testi kırılmadan önce alınması gereken tedbirdir.

Bir sahâbî, Rasûlullah (sav)’e gelerek:

“–Yâ Rasûlâllah! Bana öğüt ver, ancak kısa ve öz olsun!” dedi.

Efendimiz (sav) de şöyle buyurdu:

“–Namazını (hayata) veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elindekilere tamah etme!” (İbn-i Mâce, Zühd 15; Ahmed, V, 412)

Bununla birlikte, hayırlı olduğu kesin olan işlerde acele etmek zarurîdir. Lâkin bu acele, hayırlı bir işe karar verip başlama hususunda gereklidir, yoksa o işi yaparken aceleye getirip gerekli titizliği göstermemek doğru değildir.

Bu hususta Hazret-i Peygamber (sav):

“Teennî, âhiretle ilgili ameller haricinde her hususta hayırlıdır.” buyurmuştur. (EbûDâvûd, Edeb, 11/4810)

Kadı Iyâz da şöyle der:

“Âhiret amellerinde ağır hareket etmek doğru değildir. Allâh’a yakınlığı artırmak, dereceyi yükseltmek için âhiretle ilgili işlerde azimli ve gayretli olmak îcab eder.”

Nitekim yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“…Hayırda yarışın!..” (Bakara, 148)

Bir de borçları ödemek, cenazeyi defnetmek ve yetişkin evlâtları evlendirmek gibi hususlarda acele davranılması tavsiye edilmiştir. Çünkü gerekli hususlardaki aceleler de gerçekte âhirete yönelik bir teennîden yani düşünceli ve yerinde davranıştan başka bir şey değildir. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Şubat-2009)

https://www.2g1d.com/

21 Haziran 2021 Pazartesi

Sabır ve Rızâ Hâli


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.”
(Zümer, 10)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Sabır üçtür: Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve günah işlememekte sabır…” (Süyûtî, II, 42; Deylemî, II, 416)

Metânet ve muvâzene, insanı; fikirde, îmanda, amel-i sâlihlerde ve bütün güzel davranışlarda daha kuvvetli hâle getirir. Sabır hususunda da âbideleştirir. Bu ise, beşerin en büyük ihtiyacıdır. Çünkü dünya hayatının gerçeği, ancak sabır temelleri üzerinde bir fazilet hayatı yaşamayı gerektirir.

Sabır nedir?

Değişen hayat şartları altında, hayatın fırtına ve med-cezirleri içinde muvâzeneyi kaybetmemektir. En değerlisi de hâdisenin ilk ânında gösterilen sabırdır.

Nitekim;

Allah Rasûlü’nün mükemmel yaşayışında en çok göze çarpan husus, baştan sona en güzel sabır örnekleridir. Efendimiz (sav), çocukluğundan vefatına kadar, hep büyük acılarla karşılaşmış, her türlü sıkıntı ve ıstırabı tatmıştır. Dünyaya gelmeden babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesini, peygamberliğinin onuncu senesinde amcası EbûTâlib’i, bundan üç gün sonra da dâvâsındaki en büyük desteği sevgili hanımı Hazret-i Hatice’yi, Uhud’da Şehidlerin Efendisi Hazret-i Hamza’yı, yedi evlâdından altısı ile birçok torununu, kimisi küçük yaşta kimisi de yetişkinlik çağında olmak üzere bir bir Hakk’a uğurladı. Mûte’de şehid olan üç kumandanını, o çok sevdiği üç sahâbîsinin hâlini ashâbına haber verirken gözyaşları içinde ebediyete yolcu etti. Yine çok sevdiği ashâbından nicelerini kendi elleri ile kabre koydu. İşkencelere, hakaretlere, iftiralara, açlığa ve yokluğa mâruz kaldı. Savaşlarda yaralandı, ateşli hastalıklara müptelâ oldu. Ancak bunların hiçbirisi O’nun metânetini ve muvâzenesini bozmadı. O her hâlükârda sabır ve rızâ hâline örnek oldu.

Rabbimiz, en ekmel ve yegâne hak din olan İslâm’da berrak, tertemiz bir ömür içerisinde canlı bir Kur’ân olarak Allâh’ın rızâsına muvafık bir hayatı sergileyen Fahr-i Kâinat Efendimiz’i, yediden yetmişe, fakirden zengine, sıradan bir kişiden kudretli hükümdara… Herkese en müstesnâ bir misal olarak takdim etti. Öyle ki, Efendimiz’in sünnetine uymayan bir ölçü bile ölçüsüzlükten başka bir şey değildir. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Şubat-2009)

https://www.2g1d.com/

20 Haziran 2021 Pazar

Hüsn-i Niyet


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“De ki, gönlünüzdeki duyguları saklasanız da, açıklasanız da Allah hepsini bilir.” (Âl-i İmrân, 29)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır…” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr, 45, İtk 6,)

Zamanımızdaki insanların her hangi bir hadise vukuunda niyetlerinin muhtelif olduğunu müşahede etmekteyiz. Mesela bir yangın vukuunda, civarda bulunan herkes heyecanla koşarlar.

Kimisi koşar, niyetinde samimidir, ihlâslıdır. Allah rızası için kurtarılacak bir kimse veya eşya varsa, kurtarmak için, kendini ateşe atmağı göze alır.

Kimisi koşar merhametlidir, üzülür, faydalı olmak ister, beceriksizdir, elinden bir şey gelmez.

Kimisi olanları seyretmek için koşar, seyir etmekten adeta zevk alır, üzülmez., hissizdir.

Kimisi, koşar, olanların sebebini dahi bilmez, herkes koşuştuğu için o da koşar.

Kimisi koşar, kötü niyet sahibidir. Bu hengamede acaba bir şey çalabilir miyim, diye.

Trafik kazalarında, zelzele ve emsali felâketlerde vazıyet aynıdır. Zahiren yani dış görünüşe göre, koşuşmalar heyecanlar aynıdır. Fakat niyetler ayrıdır.

Hüsnü niyetle yardıma koşan, istediği yardımı yapamasa bile gene temiz niyetinin mükâfatını görür. (Sadık Dânâ, Altınoluk Sohbetler c. 1 Syf. 89, Erkam Yay.)

https://www.2g1d.com/

19 Haziran 2021 Cumartesi

Müstesnâ Nezâket


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“…Kadınlarla iyi geçinin, onlara güzel muâmele edin!..” (Nisâ, 19)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Kadınları dövmeyiniz!.. Kadınlarını döven kimseler, sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

Bilhassa günümüzde kadınlara yönelik gerçekleştirilen hak ihlâlleri ve şiddetin sebebi, asla İslâmʼın hükümleri değildir. Bilâkis Peygamber Efendimiz’in nezih hayatı, -değil kadına- bütün mahlûkâta karşı yapılan haksızlık ve terörlerle mücâdele içinde geçmiştir. Günümüzde ise zayıflara uygulanan şiddet, İslâm ahlâkını rûhen hazmetmemiş zorbaların vicdan yoksulluğudur. Allâh’ın yüksek hususiyetlerle donatıp eşlerine emânet ettiği kadının şahs-ı mânevîsine karşı gösterilen bu zulümler; gönüllerdeki Allah korkusunun, îman muhabbetinin ve ahlâkî meziyetlerin zaafa uğramasının açık bir göstergesidir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz’in kadınlara dâir tutumunda, şiddet ve baskı ihtivâ eden ne bir söz vardır, ne de buna işaret eden bir uygulama mevcuttur. Bilâkis Hazret-i Peygamber (sav)’in kadınla alâkalı bütün söz ve uygulamalarında tam bir nezâket, zarâfet, incelik, müsâmaha, fedâkârlık, vefâ ve kadirşinaslık tavrı hâkimdir. Nitekim şu hâdise, bunun bâriz bir misâlidir:

Vaktiyle Hz. Ömer (ra) bir gün, Allah Rasûlü (sav)’in yanına girebilmek için izin ister. O esnâda Hazret-i Peygamber’in yanında, kendisine çeşitli sorular soran Kureyşli kadınlar vardır ve sesleri nezâket sınırının biraz ötesine geçerek Allah Rasûlü’nün sesini bastırmaktadır.

Oradaki hanımlar, Hz. Ömer’in içeri girmek için izin istediğini duyunca hemen toparlanırlar. Hz. Ömer (ra) Peygamber Efendimizʼin izniyle içeri girdiğinde, Oʼnun gülümsediğini görür ve hayretle sebebini sorar. Efendimiz de:

“–Yanımdaki bu kadınların, senin sesini duyunca hemen toparlanmalarına hayret ettim.” karşılığını verir. Hz. Ömer ise:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen edep ve hürmet gösterilmeye daha lâyıksın!” der ve kadınlara dönerek:

“–Ey kendilerine yazık edenler! Benden çekiniyorsunuz da Allah Rasûlüʼnden neden çekinmiyorsunuz?!” diyerek onları azarlar. Bunun üzerine o kadınlar:

“–Sen çok sert ve katısın (bundan dolayı senden korkarız).” derler.

Allah Rasûlü (sav) aralarına girerek:

“Ey Ömer, tamam! Allâh’a yemin olsun ki, (bu kadar sertlik ve azametin) karşısında şeytan seninle karşılaşsa, mutlaka yolunu değiştirir, başka bir yola sapar!” buyurur. (Buhârî, Edeb, 68)

Bu misâl bile, -bırakınız kadına karşı şiddeti-, Hazret-i Peygamber’in herkese karşı sergilediği yumuşak ve hoşgörülü tavrın, kadınlar karşısında ne kadar müstesnâ bir nezâket ve inceliğe dönüştüğünün apaçık bir göstergesidir. (Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, Ocak-2012)

https://www.2g1d.com/

18 Haziran 2021 Cuma

Doğru Bir Firâset


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Ey îmân eden­ler! Eğer Al­lah’tan it­ti­kâ eder­se­niz, O, si­ze bir fur­kan (iyi ile kö­tü­yü ayırt ede­cek bir ilim, firâ­set ve an­la­yış) ve­rir, gü­nah­la­rı­nı­zı ör­ter ve si­zi ba­ğış­lar. Çün­kü Allah, bü­yük lu­tuf sâhibi­dir.” (En­fâl, 29)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Mü­mi­nin fi­râ­se­tin­den sa­kı­nı­nız; zi­ra o, Al­lâh’ın nû­ru ile ba­kar.” (Tir­mi­zî, Tef­sîr, 15)

17 Haziran 2021 Perşembe

Hangi Kul?


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim

“Eğer sen, sözü açıktan söylersen, bilesin ki o, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.” (Tâhâ, 7)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Siz sağıra veya gâibe duâ etmiyorsunuz. Sizi işiten, size yakın ve beraberinizde olan (bir zâta) duâ ediyorsunuz.” (Buhârî, Cihad, 131, Meğazi, 38; Tirmizî, Vitr, 36; Müsned, IV, 394, 402, 418)


19 Mayıs 2021 Çarşamba

Helal ve Haram Hassasiyeti


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin…” (Bakara, 168)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Şüphesiz helâl bellidir. Haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında (helâl veya haram olduğu açıkça belli olmayan) birtakım şüpheli şeyler vardır ki, pek çok kimse onları bilemez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse, dînini ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden sakınmayan bir kimse ise, zamanla harama düşer. Tıpkı sürüsünü başkasına âit bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, sürünün bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allâh’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.” (Buhârî, Îmân, 39)

Hiç şüphesiz, haram ve şüpheli şeylerle beslenen bir kimsede ibadet aşkı ve kulluk heyecanı olmaz. Haram ve şüpheli gıdâlardan kalbe ancak kasvet, sıklet ve gaflet sirâyet eder. Temâyüller, nefsânî arzulara göre şekillenmeye başlar. Böylece gönül hantallaşıp duygusuzlaşır, yalnız kendi menfaatini düşünür. Merhamet ve şefkat fukarâsı hâline gelir. Böylesi kalp ve bedenler, baştanbaşa bir kötülük barınağı ve ahlâksızlık yuvasına döner. Neticede İslâm ahlâkı ve yüce fazîletler âdeta unutulur.

1 Nisan 2021 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (61)- islam denge dinidir


İslam, baştan sona bir kelimeyle anlatılmak istense o "denge" dir. islam denge dinidir. dünya ile ahiret arasında, aile ile iş, kadın ile erkek, evlat ile koca arasında denge kuracaksın. İslam, hayatın boyunca orta yolu bulmanı, dengede olmanı istiyor. 

Vaize Fatma Bayram

31 Mart 2021 Çarşamba

KÜÇÜK NOTLARIM (60): ne kadar verildiyse o kadar istenecek


Allah-u Teala sadece Rahman olsaydı adil olmazdı çünkü o zaman iyiyle kötü arasında bir fark olmazdı. Allahın adaletine aykırıdır sadece Rahman olması. 

Her insana Allah'ın isimleri farklı kombinasyonlarla tecelli eder. Örneğin, bir insan ahlaken, ruhen, zeka olarak, karakter kuvveti olarak daha kuvvetli bir şekilde hayata başladı, buna artı 10 da başladı hayata diyelim. Üzerine de aile, görgü, eğitim ekledi vs. geldi artı 20 ye . Biz dışardan bakınca harika bir insan diyoruz. 

Bir insan da eksi 30 da başladı hayata diyelim. Biz insanların şu andaki durumlarını görüyoruz. Nereden geldiklerini görmüyoruz. 

Allah bizim nerden geldiğimize bakıyor. Allah bizden verilenler kadar isteyecek.

Vaize Fatma Bayram

23 Mart 2021 Salı

İlim


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm

“…Allah, içinizden îman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir…”
(Mücâdele, 11)

Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:

“Bir kimse İslâm’ı ihyâ edip yaşatmak için ilim tahsil ederken ölürse, onunla peygamberler arasında sadece bir derece vardır.”
(Dârimî, Mukaddime, 32)

Fahr-i Kâinât Efendimiz, ilmin fazîletini diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle beyan buyurmuşlardır:

“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir:

-Allâh’ın kendisine ihsân ettiği malı Hak yolunda harcayıp tüketen kimse;

-Allâh’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ’tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268)

https://www.2g1d.com/

22 Mart 2021 Pazartesi

O Seni Görüyor!


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm

"...Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hattâ) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz..."
(Yûnus, 61)

Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:

“…İhsan, Allâh’a, O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni mutlakâ görüyor…” (Müslim, Îman, 1, 5; Buhârî, Îman, 37)

https://www.2g1d.com/

21 Mart 2021 Pazar

Yemek Âdâbı


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm

“…İnkâr edenler, dünyâda sadece zevk u safâ ederler ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacağı yer cehennemdir!” (Muhammed, 12)

Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:

“Hiçbir insan, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Hâlbuki kişiye, kendisini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet bir kimsenin mutlaka çok yemesi gerekiyorsa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırsın!” (Tirmizî, Zühd, 47)

Az yemek, çok şükür ve taatte bulunmak temel prensiplerden biridir.

Yemekte dört şeyin farz olduğu söylenmiştir:

1. Sadece helalinden yemek,
2.Yenen şeyin Allah’tan olduğunu bilmek,
3. Ona razı olmak,
4. Bu yemeğin verdiği kuvvetle Allah’a âsî olmamak.

Şu dört şey de sünnettir:

1. Başlarken besmele çekmek,
2. Sonunda Allah’a hamd etmek,
3. Yemekten önce ve sonra ellerini yıkamak,
4. Sol ayağını büküp sağını dikerek oturmak.

Şu dört şey de âdâbdandır:

1. Önünden yemek,
2. Lokmaları küçük küçük almak.
3. Ağza konan lokmayı güzelce çiğnemek.
4. Başkasının lokmasına bakmamak.

Şu iki şey şifadır:

1. Dökülen ekmek ve yemek kırıntılarını yemek,
2. Yemek kabını sıyırmak.

Şu iki şey mekruhtur:

1.Yemeği koklamak,

2. Yemeğe üflemek. Yemeğin soğumasını beklemeden sıcak sıcak yememelidir. Çünkü lezzet yemeğin sıcağında, bereket ise soğuğundadır.(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 7. Cilt, 76. Sayfa, Erkam Yay.)

https://www.2g1d.com/

41- El-Hasîb ism-i şerifi:


El-Hasib, kâfi gelen; hesaba çekendir. 

Allah-u Teala'nın hesap tutması insanların hesap tutmasına benzemez. Aradaki farkı şöyle açıklamaya çalışalım: Bazı şeyler rakamlarla ifade olunur. İnsanların neticeyi öğrenmek için bu rakamlarla bir takım hesaplar yapması gerekir ve bu hesaplar yapılmadan neticeyi bilemezler. Allah-u Teala ise, neticesi hesapla bilinecek ne kadar miktar varsa, hepsinin neticelerini hiçbir işleme muhtaç olmadan, doğrudan ve apaçık bilir. Çünkü O'nun ilmi, hiçbir kayıt ve şarta, tetkike veya herhangi bir işleme bağlı değildir. 

 Hasîb olan Allah kullarının hiçbir yaptığını boşa çıkarmaz; bütün amellerini kaydeder. Hatta buna en güzel delil olarak Nisa suresi 86. ayeti gösterebiliriz. Ayette Allah Teala’nın kimin daha güzel selam alıp verdiğini dahi hesaba kaydettiği bildirilir. Rabbimiz iyiliği mükâfatsız, kötülüğü cezasız bırakmaz. Alınmış sayısız nimetlerin elbette bir gün hesabı sorulacaktır. Onun için kıyametin bir adı da "hesap günü"dür. 

Allah’a Teala ilk insandan son insana kadar hepsinin hayatı boyunca ne kadar nefes aldıklarını ve her nefeste iyi-kötü neler yaptıklarını, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda hesabını görür ve karşılığını verir.

İnsanın ömrü kendi mülkü değildir. Allah tarafından hesabı görülmek üzere verilmiş bir sermayedir. İnsan, ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Ömür her nefes aldıkça bitip tükenmekte, hesap yaklaşmaktadır. onu durdurmak elde değildir. Şu halde ömrümüzü ne ile harcıyoruz dikkat etmeliyiz. Çünkü hesap günü, herkes bu sermayeyi sahibine ödedikten sonra ya mükafat görecek ya da cezalandırılacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’tan bahisle Hasîb ismi üç yerde gelir. Sonu Allah’ın isimleri ile biten ayetlerde bu isimlerle ayette işlenen konular arasında müthiş bir ilişki vardır. Esma-i hüsnanın her birinin anlam derinliğini birazcık olsun anlayabilmek için bu ilişkiye dikkat edilmelidir. Mesela Nisa, 6. ve 86. ayetlerde Allah’ın bütün davranışların hesabını soracağı vurgulanırken , Ahzab, 39. ayette bu ismin kâfi gelme anlamı öne çıkar ve başta peygamberler olmak üzere ilahî emirleri insanlara tebliğ edenlerin Allah’tan başka kimseden korkmadıkları, zira Cenab-ı Hakk’ın herkese kâfi geldiği belirtilmektedir.

Yine Talak suresinin 2. ve 3. ayetlerinde de eşler arasında anlaşmazlık ortaya çıktığında tarafların, özellikle erkek tarafının adil ve insani duygularla davranması emredilir ve Allah’ın kendisine tevekkül eden kimseye yeteceği belirtilir.


 Allah’ın her konuda kendisine yeteceğine inanan  kul ihtiyaçlarını yalnız O’na sunar ve yalnız O’na güvenir. 

O halde Allah'tan başka şeylere müracaat etmemeliyiz, zillet gösterip minnet etmemeli, onlara yalvarıp boyun eğmemeli, arkalarına düşüp zahmet çekmemeli, onlardan korkup titrememeliyiz. Çünkü Allah birdir. Her şeyin anahtarı O'nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir. Her şey Onun emriyle halledilir. Onu bulursan, hadsiz minnetlerden ve korkulardan kurtuldun demektir.

Dost olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da, her şeyi bilen olarak da, şahit olarak da Allah yeter, vekil olarak da, günahlarını bilici ve görücü olarak da Allah yeter…

Öyleyse, sebeplerden kurtulmalı; sebeplere müracaatı, bir fiili dua kabul etmeliyiz. Her neticeyi Allah’tan beklemeli. “Hasbunallahi ve ni’mel vekil” diyerek her işimizde Allah’ı kendimize kâfi kabul etmeliyiz. O bize yeter. Yeter ki biz de O'na kulluğumuzu gösterelim. 

Rabbimizin güzel isimlerinin çoğu bir açıdan bakıldığında lütuf ve ikram ifade ederken diğer açıdan uyarı ve tehdit içerirler. Hasîb ismi de böyledir. Durduğunuz yere, attığınız adıma göre Hasîb ismi lehinize de aleyhinize de işler. Mesela Nisa suresi 6. ayette velilerin, yetimlerin mallarına nasıl yaklaşması gerektiği anlatıldıktan sonra "Hesap görücü olarak Allah yeter!" buyurulması herhangi bir haksızlığa bulaşan herkes için bir tehditken mazlumun yüreğine su serpen bir ifadedir.

Bakara, 202; Maide, 4. ayetlerde geçen ifadesiyle Allah Teala “seriu’l-hisab” (hesabı çabuk gören) ve En’am, 62. ayetlerde geçen ifadesiyle “esrau’l-hasibin” (hesap görenlerin en hızlısı)dir. Bütün mahlukatı akla hayale gelmeyecek kadar çabuk muhasebe eder. Hiçbir söz ve davranış, kalplerdeki niyetler, hatta imalar dahi dikkatinden kaçmaz. Hatta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ey Seriu’l-hisab olan Allah’ım! Şu bize karşı birleşmiş olan düşmanları bozguna uğrat!” şeklindeki duası (Buhari, Cihad, 96.) Hasîb isminin sadece ahirette değil, dünyada da tecelli edebileceğini göstermektedir. Bu da Hasîb olan Allah’ı hesaba katmadan bir tek adım dahi atılmaması gerektiğini gösterir.

O halde, insan, gaflet içinde ise uyanmalı, kendi haline kalarak başını avuçlarının arasına alıp bir düşünmeli. Hayatından ne sarf etmiş ve karşılığında ne kazanmıştır muhasebesini yapmalı. 

Hesaba çekilmeden, kendi kendini hesaba çeken çok şey kazanır. Kulun ölüme kadar ve ölümden sonra korktuğu şeylerden kurtulması, umduğu şeylere erişmesi Kuran'da tekrar tekrar beyan edildiğine göre, yalnız iman ve salih amel sahiplerine vaat edilmiştir. O halde uyanık bir Müslüman salih amellerini arttırmalıdır.

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu/ 

https://feyyaz.tv/el-mumin.html

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram

40- El-Mukît ism-i şerifi:


El-Mukit, rızıkları yaratan ve bedenlere ulaştıran demektir. El-Mukit ismi, er-Rezzak ismi şerifine benzer. Ancak arada şöyle bir fark vardır: er-Rezzak ismi, sadece maddi rızıkları içine alırken; el-Mukit ismi maddi rızıklarla birlikte; iman, muhabbet ve marifet gibi manevi rızıkları da içine almaktadır. Bu durumda, el-Mukit ismi, er-Rezzak isminden daha kapsamlı olur.


O halde rızkı kendisine verilen her mahlukda el-Mukit ismi tecelli ediyor. Bu ism-i şerifin tecellisiyle onlar rızıklarına kavuşuyor.

Yine insana verilen iman, muhabbetullah, marifetullah gibi bütün manevi rızıklar el-Mukit isminin bir tecellisidir. Hidayet, şevk ve gayret, hep bu ismin tecellisiyledir. Belki de bu manevi tecelli, maddi tecelliden çok daha kıymetlidir. İnsan bütün maddi nimetlere sahip olsa ama Rabbini tanımasa, ona iman etmese ve onu sevmese; dünyanın hiçbir kıymeti olmazdı.  Demek bizler, el-Mukit isminin manevi tecellisine, maddi tecellisinden daha fazla muhtacız...

Mahluk, yaşamak için gıdaya muhtaçtır. Allah Teala, her mahluk için ne kadar yaşama müddeti tayin etmişse, ona göre de gıda maddesi tayin ve tahsis etmiştir.    Her bir mahluk kendisi için tayin edilen azığını alır. Ve hiçbir mahluk kendisi için tayin edilen gıdayı bitirmeden ölmez ve hiçbiri başkalarına ait gıdadan bir zerre alamaz.

Ayrıca, Allah-u Teala, kulunu görüp gözetmesini bir an bile kesmez; mesela insan henüz bebekken çalışamaz ve istemesini bilmezken onun gıdasını onu hiçbir sebep ile yükümlü tutmadan verir fakat ne zaman ki çalışır, ister ve arar bir çağa gelir; onun gıdasını da bir takım sebepler ve vasıtalar içinde sevk eder. Bunda büyük hikmetleri vardır. Yoksa vasıtaya, sebebe ihtiyacı yoktur. Allah insanlar için geçim sebepleri yaratmış ve geçimini temin etmek için herkesi bir sebebe yapışmakla yükümlü tutmuştur. Ancak bu sebeplerin meşru olması şarttır. Gayr-i meşru sebeplerle rızık aranmasını haram kılmıştır ve sonra herkese kendi kıymetini ve verilen emirler karşısındaki sadakat derecesini bildirmek için serbest bırakmıştır; kul, isterse rızkını meşru yollardan arar, dilerse gayr-i meşru yollara sapar, fakat şunu bilmek gerekir ki ne meşru yollara kanaat edenin gıdası noksan kalmıştır, ne de gayr-i meşru yollara düşenin gıdası çoğalmıştır. Herkes Allah tarafından tayin edilen rızkını alır. Fazla veya eksik olmaz. Örneğin, birisi fazla hırsla başkalarına ait olan parayı eline geçirebilir, fakat Allah öyle hadiseler yaratır ki, hırs ile eline geçirdiği bu parayı, ayağı ile sahibine götürmeye mecbur olur. Neticede boşuna yorulmuş olur.

O halde sebepler rızık yaratmaz, rızık vermez, rızkı Allah yaratır ve Allah verir. Sebepler birer yoldan başka bir şey değildir. Eğer sebepler insana rızık vermiş olsaydı, en kuvvetli kazanç sebebi akıl olduğu için, akıllıların çok zengin, ahmakların çok fakir olması gerekirdi. Hâlbuki nice ahmakların rızıklanmış, tüm ihtiyaçları verilmiş, nice akıllıların ise mahrum olduğunu görürüz.

Bu bakış açısına ulaşan kişi artık ihtiyaçları konusunda panik yapmaktan kurtulur.

Eğer bir toplumda insanlar çalıştıkları hâlde en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorlarsa orada insanların kurduğu zalim düzen Allah’ın yarattığı sistemi bozmuş demektir. Zaten açlık, azıkların yetersizliğinden değil, insanların açgözlülüğünden doğar.

O halde, mahlukatın rızıklarını Allah’ın yaratıp ulaştırdığına inanmış olan bir kul, rızık hususunda O'nun vaadine güvenir. Rızkını elde etmek için meşru sebeplerin dışına çıkmaz. Vakar ve haysiyetini ayaklar altına almaz. Kalbini de yalan, hile, ihtiras ve yalakalık ile kirletmez.

Sadece yeme içme derdinde olup eşyanın tabiatına sırtını çeviren, olan bitenin arkasındaki hikmete eğilmeyip, ruhunun azığını aramayan insan adeta ruhunu aç, susuz bırakmıştır. Zira ilim ve hikmet insanın ruhunu zenginleştirir; bunlardan mahrumiyet onu azıksız bırakıp gücünü köreltir. O halde ruhların gıdası da nesne ve olayların içyüzüne vâkıf olup onları akletmektir. 

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram  


Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu

39- El-Hafîz ism-i şerifi:


Hafız “korumak ve muhafaza etmek” anlamındaki hıfz kökünden türemiş, korumada mübalağa ve süreklilik ifade eden bir sıfattır. 

El-Hafîz ism-i şerifi de “kâinatta zerre kadar bir şey bile gözetiminden uzak olmayan ve tabiatı dengede tutup koruyan” anlamına gelir. (Bakara, 2/255; Enbiya, 21/32; Kaf, 50/4.) Kâinatın işleyişinde her şeyin yerli yerinde olması, bir düzen içinde sistemi devam ettirmesi yani hayatın devamı ve kalıcılığı, Rabbimizin Hafız isminin tecellisi iledir. Bir an bu ismin tecellisi kesilse, alem yokluğa düşer; yıldızlar birbirine çarpar; hayat, ölüme; nizam, karışıklığa dönüşür.

O halde, zerrelerden galaksilere kadar her bir varlık, bu ismin tecellisiyle muhafaza olur ve ancak bu ismin tecellisiyle varlığını devam ettirir. 

Mesela; Atmosfer, Güneş’ten gelen zararlı ışınları süzer. Meteorların dünyamıza düşmesine büyük oranda mani olur. Dünyamızın aşırı ısınmasını ve soğumasını engeller. Dünya ile birlikte dönerek sürtünmeden doğacak yanmanın önüne geçer.  İşte bütün bunlar, El-Hafîz isminin bir tecellisidir. Atmosfer, bu ismin tecellisiyle hayatın muhafazasına çalışır…

Demek, hayatın muhafazasına çalışan her bir varlık, bu ismin tecellisine aynadır. O halde diyebiliriz ki: Hayatın devamı için çalışan su, toprak, hava, ateş ve diğer bütün yaratılanlar, El-Hafîz isminin tecellisine mazhardırlar ve vazifelerini bu ismin tecellisiyle görürler.

Yine El-Hafîz isminin bir başka tecellisi; çekirdeklerde, tohumlarda ve yumurtalarda varlıkların hayat programlarının saklanmasıdır. 

El-Hafîz isminin bir başka tecellisi de hayatlarının muhafazası için mahlukata cihazların verilmesidir. Mesela, bir çiçeğe dikenin takılması bu ismin tecellisiyledir. Çiçek bu sayede hayatını muhafaza eder.  Yine tüm meyve ve sebzelerin üzerindeki kabukları da onların muhafazasını sağlar ve Allah'ın Hafiz ismine birer ayna olurlar.

Yine bir keçiye boynuz verilmesi; kaplumbağanın kabuğu; kirpiye dikenlerin verilmesi hepsi El-Hafîz isminin tecellisiyledir. Çünkü bu azalar, bu canlıları dış tehlikelerden korur ve hayatlarının muhafazasını sağlarlar. O halde diyebiliriz ki: Varlıkların hayatının devamını sağlamak için onlara takılan bütün cihazlar El-Hafîz isminin bir tecellisidir.

Yine insanın hafızası bu isme aynadır. Bu ismin tecellisiyle, öğrenilen bütün bilgiler muhafaza edilir. 

Aynı şekilde göz kapağı ve kirpiklerle gözü muhafaza, vücudu bir deri ile, beyni  kafatası ile muhafaza, vücudun savunma sistemi ile kendini mikroplara ve dış etkenlere karşı koruması hep Rabbimizin Hafiz isminin birer tecellisidir.

El-Hafîz isminin bir başka tecellisi de her insanda hatta hayvanda olan kendini koruma isteğidir. Canlıların hayatını sürdürmek için muhtaç olduğu bütün içgüdü ve refleksler daha dünyaya gelirken hazır olarak verilir. Bu Rabbimizin bir ikramıdır.  Bizler kendimizi trenin önüne atmıyorsak, yüksek bir binanın çatısından atlamıyorsak, bir tehlike gördüğümüzde sakınıyorsak, El-Hafîz isminin tecellisiyle bunları yapıyoruz. Bu isim tecellisini bir an üzerimizden çekse, hayatımızı hiçe sayar ve ölümümüze sebep olacak bir tehlikeye kendimizi atarız. 

El-Hafîz isminin bir başka tecellisi de afetlerden muhafaza olmaktır. Mesela, bir yangın çıksa, bütün mahalle yanarken bir ev yanmasa, o ev El-Hafîz isminin tecellisine mazhar olmuştur… Ya da bir sel felaketi olsa, onlarca insan ölürken bazıları kurtulsa, o kişiler El-Hafîz ismine mazhar olmuştur… Yine feci bir araba kazasında yara almadan kurtulan kişi, bu ismin tecellisiyle kurtulmuştur.

Bu isme hem fiziki varlığımızı korumak için muhtacız, hem kalbimizi şüphe ve vesveselerden , aklımızı sapma ve yanılmalardan korumak için muhtacız, ayrıca gidişatımızı bozulmalardan korumak için de muhtacız. Hayatımızın, ailemizin, vatan ve devletimizin, mal ve mülkümüzün her türlü tehditten muhafaza edilmesi (Yusuf, 12/64.), Allah kelamının tahrif ve değiştirilmesinden muhafaza edilmesi de (Hicr, 15/9.) hep bu isimledir.

 Din ve dünyadan neyin korunmasına muhtaçsak orada Hafız isminin tecellisine de muhtacız. Allah’ın korumadığını kimse koruyamaz; O’nun koruduğuna da kimse ilişemez. (Yunus, 10/107.)

İnsan bütün mahlukat içinde kendisini bekleyen tehlikeleri önceden düşünebilen tek varlık olduğundan güvenlik ihtiyacını da en şiddetle hisseden varlıktır. Asıl koruyanın Allah olduğunu bilmek; O korumadığı zaman hiçbir korumanın fayda vermeyeceğini bilmek bizi O’nun kapısından başka yerlerde korunma aramamızı engeller. Allah’ın himayesine girmek şahsiyet ve haysiyetimizi korumanın tek yoludur. Bize verdiği vicdan ve vahiyle bizi her türlü sapmadan koruyan da (Tarık, 86/4.) Allah’tır. Rabbimizin ilk insandan itibaren bizi hiç vahiysiz bırakmamış olmasının hikmeti de budur. İyi ve kötüyü ayırt edebileceğimiz bir kutsal bilgiyle donatmıştır Rabbimiz bizi. Böylece bu mücadelede bizi yalnız bırakmaz. Fakat bir kul yine de bu yardımı reddeder ve tek başına yol almak isterse ona da yapılacak bir şey yoktur. 

Ayrıca insanlığın her konudaki birikiminin korunarak aktarılması da bu sıfatın tecellisi iledir.

Bu ismin Kur’an-ı Kerim’de geçtiği üç ayetin (Hud, 11/57; Yusuf, 12/64; Sebe, 34/21.) iniş zamanının da Mekke döneminin en şiddetli yıllarına rastlaması bize bu isme en çok ne zaman sarılmamız gerektiğini öğretir: Yani, kendimizi en güçsüz ve düşmanlarımızı da en muktedir hissettiğimiz zaman...

Esma-i hüsnadan pek çok isimde olduğu gibi Hafız ismi de bir yönüyle ferahlık verip sevindirirken, diğer yönüyle sakındırıp düşündüren bir isimdir. (Şûra, 42/6.) Çünkü hıfz, beladan, yok oluştan, dağılıp gitmekten korumayı ifade ettiği gibi hiçbir şeyi gözden kaçırmadan; küçük büyük, gizli açık her şeye vakıf olup kaydını tutmayı da kapsar. yani Rabbimiz amellerimizi de kaydetmekle de ve El-Hafîz ismini tecelli ettirir.
 Bu bakımdan ahirette yeniden dirilme ve yaptıklarından hesaba çekilme ile Hafız isminin yakından alâkası vardır. Hafız isminin bu anlamının bilincinde olanlar niyetlerine varıncaya kadar her davranışlarının kaydedilip muhafaza edildiğini bilirler. Ve bu farkındalık ile kendilerini disipline ederler.

İbn Arabi’ye göre de kişi hem kendini murakabe altında tutmak hem de kendine emanet edilenleri koruyup kollamak için bu ismin tecellisine muhtaçtır. Bu ismin tecelli ettiği kişiler öncelikle Allah’ın ihsan ettiği muhafaza vasıtalarını iyi kullanırlar. Hayatlarını, akıl ve beden sağlıklarını, dinlerini, aile fertlerini, mal ve mülklerini her türlü tehdide karşı iyi muhafaza ederler. Sadece kendilerinin değil, ilahi takdir gereği ellerinin altına verilmiş olanların hak ve hukukunu, izzet ve şereflerini de itinayla korurlar. İnsanoğlunun kendi varlıklarını koruma içgüdüsünün kendinden alt seviyedekilere zarar vermeye yol açabileceğini bilir; herkesin hakkını kendisininki gibi kutsal bilirler.

Bu ismin tecellileri ile ahlaklanan insan aynı zamanda yaptığı iyilik ve kötülüklerin bir zerresinin bile kaybolmayıp günün birinde önüne çıkacağına kesin olarak inanır. Bu nedenle de iyilikleri çoğaltıp, kötülüklerden sakınmaya çalışır. (Hac, 22/41.)

Allah-u Teala kulunu El-Hafîz isminin tecellisiyle muhafaza etmektedir; kul da Hafiz isminin kendindeki tecelillerini görüp hamd etmelidir; kalbini Allah’ın razı olmadığı şeylerden; azalarını günahlardan ve ahlakını, kötü ahlaktan muhafaza etmelidir. Bunu yaparsa, El-Hafîz ismiyle ahlaklanmış ve bu ismi şerifin tecellisine bilerek ayna olmuş olur.

Ya Rab, El-Hafîz isminin hürmetine bizleri insî ve cinnî şeytanların şerrinden muhafaza eyle! Bizleri nefsi emmarenin şerrinden muhafaza eyle! Dünyevi ve uhrevi musibetlerden muhafaza eyle! Kabir azabından, ahir zaman fitnelerinden ve bütün günahların şerlerinden muhafaza eyle. Amin…

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram 

 https://feyyaz.tv/el-mumin.html

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu

38- El-Kebîr ism-i şerifi:


Allahü Teala Kebîr‘dir. Kibriyâ sahibidir. El-Kebir, “Çok büyük” manasına gelmektedir. Bu ism-i şerif, hem Allah-u Teâlâ’nın zatının büyüklüğüne hem de isim ve sıfatlarının büyüklüğüne işaret etmektedir. 

Öncelikle, Allah-u Teâlâ’nın zatının büyüklüğünden bahsedelim ve daha sonra da isim ve sıfatlarının büyüklüğüne geçelim:

Cenab-ı Hak zatı itibariyle çok büyüktür. Ancak insanın bu büyüklüğü kavrayabilmesi ve aklının bunu idrak etmesi mümkün değildir. “Cenab-ı Hak çok büyüktür.” denildiğinde, bununla maddi bir büyüklük kastedilmez. Zira Cenab-ı Hak maddeden münezzehtir. 

 Evet, Cenab-ı Hakk’ın zatı çok büyüktür, bütün büyüklerden nihayetsiz derecede büyüktür. Bütün büyükler ve büyüklük ifadeleri onun büyüklüğü yanında o kadar küçüktür ki. Bizler buna iman eder, bu büyüklüğü anlamaktaki acizliğimiz sebebiyle işin aslını Allah’a havale ederiz. Bir örnekle açıklamak istersek;

Biliriz ki, her eser, bir ayna gibi kendi ustasının ilmini, yetkinliğini, maharetini gösterir. Ama hiçbir eser mahiyet ve hakikat itibariyle ustasına benzemez. Meselâ, bir saat kendi ustasının becerisini gösterir ve yetkinliğine ayna olur. Ama hiçbir yönüyle ustasına benzemez. Bizler saate bakıp bunu yapan ustanın yetkinliğini, ilmini, kudretini ve iradesini o eser üzerinde görebiliriz ama onu yapan ustanın zatını, erkek mi kadın mı; büyük mü küçük mü; güzel mi çirkin mi; zayıf mı şişman mı olduğunu bilemeyiz. Bileceğimiz tek şey ortada bir eser olduğudur ve eseri yapan, hayat, ilim, irade, kudret sahibi bir sanatkarın olduğudur.

Cenab-ı Hak da bu kâinatı yoktan yaratmıştır. Bizler, yoktan yaratılan bu kâinata ve içindeki varlıklara bakarak bir yaratıcının olması gerektiğini kabul ederiz. Ancak yaratıcımızı, sadece O'nun Kendisini tanıttığı kadarıyla biliriz. Yaratıcımız bize, gönderdiği peygamberler ve kitaplar ile kendi isminin Allah olduğunu beyan buyurmuştur, isim ve sıfatlarını bizlere öğretmiş ve onlarla tefekkür etmemizi emretmiştir. Fakat zatı hakkında düşünmemizi yasaklamıştır.

Zaten insanın aklı, O’nun zatının mahiyetini kavramaktan acizdir. Evet Allah-u Teala'nın, ne zâtında, ne sıfatlarında, ne de fiillerinde benzeri yoktur. Akla, hayâle ne gelirse Allah onun başkasıdır. Varlıkların hiçbirisine, hiçbir surette benzemez. Allah-u Teâlâ gerek zâtıyla, gerek sıfatlarıyla akla, hayâle, zihne, fikre ve tasavvura gelen ve gelmesi mümkün olan herşeye benzemekten münezzehtir. Mukaddes mahiyeti hiçbir mahiyete benzemez.

O halde, el-Kebir isminin manasını incelerken, “Allah zatı itibariyle çok büyüktür.” dediğimizde, burada bize düşen şey, Allah’ın büyüklüğünün maddi bir büyüklük olmadığını bilmektir. Biz, bu büyüklüğün mahiyetinin nasıl olduğunu Cenab-ı Hakk’ın ilmine havale ederiz. 

Şimdi Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının büyüklüğüne geçelim:

Allah’ın isim ve sıfatlarındaki büyüklük, bu isim ve sıfatlardaki sonsuzluğu ifade eder ve O’nun sınırsız kemaline işaret eder. Cenab-ı Hakk’ın zâtı mahlûkatıyla mukayese edilemeyeceği gibi, sıfatları da mahlûkatın sıfatlarıyla kıyas edilemez.

Çünkü, Allahu Teâlâ’nın bütün sıfatları ezelidir, mutlaktır, sonsuzdur. Mahlukatın sıfatları ise kendileri gibi mahlûktur, sonradan yaratılmıştır ve sınırlıdır. Bu sıfatlar ne kadar büyük hayal edilirlerse edilsinler Cenâb-ı Hakkın mukaddes sıfatları ile karşılaştırılamazlar. 

Evet, Allah’ın kudreti, ezelîdir, sonsuzdur, nihayetsizdir. Hiçbir şey o kudreti âciz bırakamaz. Onun kudretine göre küçük-büyük, az-çok, birdir. Bir zerreyi kolayca yaratıp tanzim ettiği gibi, bütün zerreleri de aynı anda, aynı kolaylıkla yaratıp onlara tasarruf eder. Bir çiçeği yarattığı gibi, aynı kolaylıkla Cennet’i de yaratır. Bir çiçeği yaratmakla Cennet’i yaratmak arasında kudretine hiçbir fark yoktur. Yine bir sineği yaratmakla, öldükten sonra bütün insanları diriltmek, O’nun kudretine göre birdir. Dünyamızı güneşin etrafında nihayetsiz kolaylıkla döndürdüğü gibi, bütün sema sistemlerini de aynı kolaylıkla itaat ettirir. Hiçbir şey O’na ağır ve zor gelmez. Kudretinde bir sınır ve son yoktur. İşte Allah-u Teâlâ, kudretindeki bu sonsuzluk yönüyle Kebir’dir, yani çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ’nın kudret sıfatı gibi; ilmi de sonsuz ve sınırsızdır. Gizli-açık, olmuş-olacak herşeyi bilir. 

Cenâb-ı Hakk’ın ilmi sonradan kemal bulmuş değildir. Ezelde ne idiyse, şimdi de odur. Ezelden ebede, yaratılmış ve yaratılacak bütün eşyanın plânları, programları, mahiyetleri, hakikatları, suret ve sîretleri O’nun ilminde mevcuddur. Bütün varlıklar, geçmiş, gelecek, öncesi, sonrası, zahir, bâtın, gizli, açık her şey, her an O’nun huzurunda ve murakabesindedir.

Dünyaya gelen her insana, Âdem aleyhisselam’dan kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanlardan farklı bir sima takılması, karakterlerinin, hattâ parmak izlerinin birbirinden farklı olması bu hakikatin en açık bir delilidir. İlminde bir sınır ve nihayet yoktur. İşte Allah-u Teâlâ, ilmindeki bu nihayetsizlik yönüyle Kebir’dir, yani çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ’nın kudret ve ilim sıfatı gibi; görmesi, işitmesi, iradesi ve diğer bütün isim ve sıfatları sonsuzdur ve sınırsızdır. İşte El-Kebir ismi, isim ve sıfatlardaki bu sonsuzluğa işaret eder ve Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz kemaline delalet eder. 

Meseleyi  özetleyecek olursak: Cenab-ı Hak Kebir’dir, yani çok büyüktür. Zatı yönüyle çok büyüktür, ancak bizler bu büyüklüğün mahiyetini anlamaktan aciziz.

Yine Cenab-ı Hak, isim ve sıfatları yönüyle çok büyüktür. Yani isim ve sıfatları nihayetsizdir ve sonsuzdur. Bu büyüklük, O’nun kemaline işaret eder.

İnsanın bu ismi şerife karşı vazifesi ise şudur: Allah’ı zatında, isim ve sıfatlarında mutlak büyük olarak bilmek ve bu büyüklüğü hakkıyla idrak edemeyeceğini anlamaktır. Ayrıca şu alemde kendine büyüklük verilen mahlukata bakarak Allah’ın Kebir isminin tecellisini o varlıklarda görmek ve Rabbini Kebir ismiyle tespih etmektir. 

https://feyyaz.tv/el-mumin.html

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu