21 Şubat 2014 Cuma

270.İSLAMDA DEVLETE İSYANIN HÜKMÜ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Son haftalarda çok konuşulan bir konuya değinmek istedim: İslam'da devlete isyan ve Osmanlı da Kardeş Katli

Osmanlı Devletinde kardeş katli, bazı tarihçiler tarafından vahşet ve saltanat uğruna insan katliamı olarak anlatılmaktadır. Kardeş katli meselesinin Kanunnâmedeki dayanağı olan madde nedir?
Kanunnâmenin ihtilâfa yol açan ve farklı fikirlerin doğmasına sebep olan asıl maddesi, kardeş katli meselesi ile alâkalı şu maddedir:


‘‘Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.’’

Acaba bu maddenin mânâ ve mefhumunun İslâm hukukundaki izahı nasıldır? Şayet bu madde sahih ve İslâm Hukukuna uygun ise, Osmanlı tatbikatındaki örnekler, bu kanuna ne derece uygundur? Şer'î hükümlere ters düşen, Osmanlı tatbikatı mıdır yoksa bu kanun maddesi midir? Bütün bu ve benzeri suallerin doğru cevabı nedir?

Kardeş katli meselesinin şer'î dayanağı var mıdır?

Bu sorunun cevabı, ilgili maddenin de izahı demektir. Önce İslâm hukukundaki suç ve cezaları görelim: Bilindiği gibi İslâm Hukukunda, üç çeşit suç ve ceza vardır:

a) Had suç ve cezalarıdır. Hırsızlık (hadd-i şirb), yol kesmek (kat'-ı tarik), zina (hadd-i zina), dinden dönmek (irtidâd) ve devlete isyan (bağy) suçlarından ibaret olan bu suçların, unsurları teşekkül ettiği takdirde, tatbik edilecek cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tesbit edilmiştir. Bunlarda mühim olan, unsurların teşekkülüdür. Unsurlardan birisi eksik olursa had cezası tatbik edilmez; ancak ulü'l-emr tarafından tesbit edilecek ta'zîr cezaları uygulanır. Meselâ, dört şahidle zina yaptığı isbat edilemeyen suçluya, zina haddi tatbik edilmeyecektir. Ancak üç şahitle zina yaptığı isbat edilen suçlu, bütün bütün cezasız da bırakılmayacaktır. İşte unsurları teşekkül etmeyen bu suçlara tatbik edilecek cezalara "ta'zîr cezaları" denir ve ulü'l-emr tarafından tesbit edilir.

b) Şahsa karşı işlenen cinayet suçlarıdır ki, cezaları kısas veya diyettir. Bunların da çoğu cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tesbit edilmiştir.

c) Tazir suç ve cezalarıdır ki, biraz önce zikredilen had veya cinayet gruplarına girmeyen (esrar içmek gibi) yahut girdiği halde o cezaların tatbiki için gerekli unsurlara sahip olmayan (üç şahitle ispat edilen zina suçu gibi) suç ve cezalardır. İşte bu bölümde ulü'l-emrin tesbit ettiği veya kadı tarafından takdir edilen cezalar tatbik edilecektir.

Bu kısa açıklamadan sonra, kardeş katli ve bunu emreden kanun maddesinin tahlilini yapabiliriz: Her hukuk sisteminde, Osmanlı hukukunda nizâm-ı âlem, yani âlemin nizâmı, günümüzdeki ifadesiyle kamu düzeni ve kamu yararı için vaz'edilen idam cezaları vardır. Biraz sonra açıklayacağımız veçhile, Türk Ceza Kanunun 125 ile 163 maddeleri arasındaki bütün hükümleri, devlete yani âlemin nizâmına karşı işlenen suçları tanzim etmekte ve daha birinci maddesinde devletin toprağı ve bağımsızlığını dağıtmaya ve bölmeye ma'tuf bütün hareketleri, idam cezası ile cezalandırmaktadır. Dünyadaki bütün ceza hukuku sistemlerinde de devlete isyan suçları, benzeri hükümlerle önlenmeye çalışılmıştır.

Şimdi bu tür hükümlerin, İslâm hukukunda nasıl yer aldığını ve bu hükümlerin Fâtih'in Kanunnâmesindeki hükümle nasıl bağdaştırılabildiğini açıklamaya çalışalım.

A) Bağy (Devlete İsyan) Suçunun Tatbiki Sonucu Kardeşlerin Katledilme Meselesi:
Kardeş katli meselesinin birinci şer'î dayanağı, her hukuk nizâmında bulunan "devlete isyan" suçudur. Biraz önce açıkladığımız gibi, devlete isyan suçu, İslâm hukukunda, had suç ve cezaları arasında yer alan "bağy" adı altında düzenlenmiş ve unsurları tahakkuk ettiği takdirde idam cezası ile cezalandırılmıştır.

Bağy suçunun unsurları, devlete (imama, sultana) karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak (muğalebe) ve açık bir isyan kasdı içinde bulunmaktır.

Bağy suçunun cezaları, unsurlarının tahakkukuna göre değişir: Sultândan farklı düşündüğü halde bir isyan grubu teşkil etmeyen ve bir yerde toplanarak baş kaldırmayanlara dokunulmamalıdır. Propaganda yaparlarsa ikaz edilirler, ileri giderlerse ta'zîr cezaları ile cezalandırılırlar. Devlete isyan ettikleri an, savaşla yola getirilirler ve cezaları idamdır. Yalnız bunlar Müslüman oldukları için, çoluk-çocukları esir edilmez ve malları ganimet sayılmaz. Bunlara verilen ölüm cezası bir had cezasıdır ve hikmeti de devleti yani nizâm-ı âlemi korumaktır.

İşte Osmanlı hukukçuları, padişahın meşru emirlerine yapılan her çeşit itaatsizliği, umumi rahatı ve nizâm-ı âlemi ihlal edecek olan her türlü isyanı ve memlekette anarşi çıkarma hareketlerini (fesâd bis-sa'y), bağy suçu kabul etmiş ve buna sebep olanları da bâği olarak vasıflandırmışlardır. Bu isyan suçunun cezasının da idam cezası olduğunu, fetvalarında açıklamışlardır. İsyan eden Padişahın kardeşi de olsa, şer'î hüküm değişmeyecektir. Meselâ, Yavuz Sultân Selim'in, birisi Şiîlerle ve bir diğeri de eşkıya ile ittifak ederek Devlete isyan eden ve bağy suçunda aranan şartlara uygun bir şekilde bu suçu işleyen kardeşlerine karşı olan tutumu, tamamen şer'îdir. Fâtih'in kanun maddesindeki kardeş katlinin birinci grubunu, bu tip hâdiseler teşkil etmektedir.

Ancak nazariyat bu olmakla beraber ve söz konusu madde bu şekilde tefsir edilebilmekle birlikte, tatbikat, her zaman nazariyatı takip etmemiş, kanuna rağmen, şartlar teşekkül etmeden idamlar verilmiştir. Beşikteki bir bebeğin öldürülmesini, elbette ki müdafaa etmek yahut buna uyuyor demek de mümkün değildir. Ancak Fâtih, kanunnâmesinde böyle bir durumu da emretmemektedir.
Osmanlı tarihindeki kardeş katlleri ve idamların yarıya yakınının, bir had cezası olan bağy suçuna sokulduğunu verilen fetvalardan anlıyoruz. Ancak şunu da hatırlatmak istiyoruz ki, bazen bağy denilen had suçunun şartları teşekkül etmediği halde, araya giren jurnalcilerin ve yalancı şahitlerin beyanıyla, şeyhülislâmlardan bağy suçu imiş gibi fetva alındığı da görülmüştür.

Netice olarak bağy suçunu işleyen padişahın kardeşi de olsa, eğer unsurları tahakkuk etmişse, gereken cezayı vermek, elbette ki şer'îdir. Ancak İslâm hukukunun hükümlerine aykırı olarak, şunun-bunun tahrikiyle unsurları tam teşekkül etmeden insanları dünyevî saltanat uğruna idam etmek, elbette ki şer'î değildir.

B) Siyâseten Katl=Ta'zîr Bil-Katl:
Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de, kamu düzenini (maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulûl-emr tarafından ta'zîr yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılmaz mı? Hanefi ve Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem gerektirdiği takdirde, ta'zîr yoluyla idam cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir kî, buna siyâseten katl denmektedir. Meselâ, livâta suçu, Hanefi hukukçulara göre, had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, hiç suç değildir anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulûl-emr tarafından tesbit edilir. Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu düzeni icabı ta'zir yoluyla idam edilebileceğini İstâm hukukçuları kabul etmişlerdir. Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile isyana hazırlandığı her halinden belli olan bir insanın, âmme maslahatı ve âlemin nizâmı düşünülerek, ta'zîr yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul etmektedir. İşte Fâtih Sultân Mehmed'in "ekseri ulema tecviz etmişlerdir" diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de, fesadın tahakkuku hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizâm-ı âlem şartına uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun ve fıkıhçıların vaz'ettlği siyâseten kati prensibinin hatası değil, belki şer'i bir hükmün suiistimalidir ve işlenen bir günahdır. Osmanlı Hukukunda nizâm-ı âlem, fesada sa'y edenleri men' ve maslahat-i âmme tabirleriyle ifade edilen durum, bugün devtetin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md. 125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da, Osmanlı Kanunnâmelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor? Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suiistimal edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da, fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları maalesef olmuştur. Bu suiistimal, elbette ki kötüdür ve yapanlar da manen mes'uldürler. Fâtih'in kanunnâmesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki ifadelere uygundur.

Konuyu tarih ilmi ve devlet siyâseti açısından değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verip bitirelim: Osmanlı Devleti'ni tehdid eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzade veya diğer hanedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber'in sas senasına mazhar olan Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i'lây-ı kelimetullâh hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar, böyle bir duruma fırsat vermemek için, Şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla, kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer'î esasın tatbikinde, araya giren jurnalcilerin te'siriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük temsilcisi kabul etmişlerdir. 

Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer'î hükümlerin tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder. Vatana ihanet suçunun her hukuk nizâmında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.
 "Siyâseten katl"i, mahkeme kararı olmadan ve yargılama yapılmadan sırf saltanat ve dünyevi menfaat uğruna Padişahın adam öldürmesi olarak anlayanlar, bu manayı nerden çıkardıklarını isbat etmek zorundadırlar. Zira nizâm-ı âlem için siyâseten katlin, uygulamada suiistimal yapılsa bile, vatanın ve devletin birliğini tehlikeye sokacak ve emniyet ve asayişi altüst edecek kimselerin fesada sa'y etmelerinden dolayı verilecek bir idam cezası olduğu; hem fıkıh kitaplarında ve hem de fetvâlarda uygulanması için "şer'an sabit" olması yani İslâm muhakeme usulü kaidelerine göre yargılanıp suçun sabit görülmesi şartının tahakkuku aranmaktadır. Ayrıca "emr-i eliyy'ülemr ile katl”den kasıt, sadece mahkeme kararının yeterli görülmemesi ve bu tip cezaların infazında veliyy'ülemrin yani Sultânın tasdikinin de şart koşulmasıdır. Bu da önemli bir husustur. Kanunnâmelerde yer alan şu ifade, yargılama konusunda Avrupa'nın 20. asırda ulaştığı seviyeyi göstermektedir:

" Suçlu yargılanmadan veya kendisine isnâd edilen suçlar hukuken sabit olmadan, yetkililer para cezası alarak salıveremezler; ceza uygulayamazlar".

Fıkıh kitaplarında yapılan bu açık izahlara ve şer'î hükümlere rağmen, bir kısım muhterem insanların "1400 yıllık tarihimizde yazılan fıkıh kitaplarının hiç birinde böyle fetva verilmemiştir" diyebilmeleri, neyin verdiği cesarettir; doğrusu biz de tesbit edemedik. Eğer bundan, Padişahın keyfî adam asması kasdediliyorsa, böyle bir şeyden ne kanunnamelerde ve ne de fıkıh kitaplarında bahsedilmemiştir. Yapılan suiistimaller dahi, "ehven-i şer ihtiyar olunur" kaidesine uyularak yapılmıştır. Hem kasdedilen bu menfi mânâyı ve hem de suiistimalleri tasvip etmek mümkün değildir. Şunu unutmayalım ki, Osmanlı devleti, onun kadıları ve Şeyhülislâmları, en az bizim kadar İslâm'a ve onun hukuk nizâmının kaynakları olan fıkıh kitaplarına hürmet duyan insanlardır. Değerli araştırmacı Abdülkadir Özcan'ın yerinde tesbitleri gibi, Şeyhülislâm veya diğer kadıların fetvası, kadıların kararı ve Padişahın tasdikiyle icra edilen siyâseten katl cezalarının fetvasını veren, kararını yazan yahut en azından "nizâm-ı âlem içün öldürüldü" diyen Hoca Sa'deddin Efendiler, Bostan-Zâde Yahya Efendiler, bu sözlerini Şeyhülislâmlık veyahut kazaskerlik gibi fetva ve kaza makamının en yüksek makamlarında bulunmuş kimseler olarak söylemektedirler.

Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ – Doç. Dr. Said ÖZTÜRK (Bilinmeyen Osmanlı),s:80-89

Kaynaklar:
1- Konuyla ilgili bazı fetvalar; Nuruosmaniye kütp. nr. 3209, vrk. 358/a vd.; Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 1888; Damad, Mecma'ül-Enhür, 1/707- 709; BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 50-51; İbn-l Âbidin; Reddu'l-Muhtâr Ale'd-Dürri'l-Muhtâr I-VI, Mısır 1967, c. IV, sh. 62-65; Şeyh Mehmed Arif, Terc. Siyasetname, sh. 6, 25-35 ;
2- Berki, A. Himmet, İstanbul'un 500. Yıldönümü Münasebetiyle Büyük Türk Hükümdarı istanbul Fâtihi Sultân Mehmed ve Adalet Hayatı, İstanbul 1953, sn. 142-148; Alderson, A.D., The Structure of the Ottoman Dynasty, Connecöcut 1982, 2. Baskı, sh. 30-31; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, sn.328, Md. 37, 1/114-117, 287, 331 vd.; c. II, sh. 10 vd.; Konrad, Dilger, Untersuchungen zur Geschichte deş Osmanischen Hofıeremünlells im 15. und 16. Jahrhundert, München 1967, sh. 5 vd., 34 vd.; Özcan, Abdülkadir, "Fâtih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Alem için Kardeş Katli Meselesi", İÜEFTD, sayı 33 (1980-81), sh. 12-13; Taneri; Aydın, Osmanlı Devletinin Kuruluş Aneminde Hükümranlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayati-Teşkilati, Ankara 1978, sh, 184 vd.
* İbn-i Kemal, Tevârih-i Ali Osman, I. Defter, sh. 129; Aktan, Ali, "Osmanlı Hanedanı İçinde Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli", Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 10 {Ekim 1987), sh. 8; Akman, Mehmed, Osmanlı Devleti'n de kardeş Katli. BU son eser, bu zamana kadar yapılan en kapsamlı çalışmadır
3- “Pala, Namık Kemalin Tarihî Biyografileri, sn. 105-106; Solakzâde, sh. 187; Hoca Sa'deddin, Tâc'üt-Tevârîh, c.I s. 407; İnalcık, Halil, Fâtih Devri Üzerinde Tedkikler ve Vesikalar l, Ankara 1954, sh. 110; Âsıkpaşazâde, Tarih, 140; İbn-i Kemal, VII. Defter, sh. 8-9; Akman, Kardeş Katli, sh. 64-69; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c.II, sh. 5 vd.; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Mümin Çevik nesri, I-X, İstanbul 1998, c. II, sh. 258; Gazavât-ı Sultân Murad Han b. Mehemmed Hân, Haz. inalcık, Halil-Oğuz, Mevlûd, Ankara 1978, sh. 37-38; Aktan, 14-15; Kantemir, c.I Sh. 147.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

EN DOĞRUYU BULMAK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İslamiyeti araştırmaya başladığımda önüme farklı bir çok itikad çıkmıştı ve ben buna çok şaşırmıştım. Her görüşü okumaya çalıştım hangisinin doğru olduğunu nasıl anlayacaktım bilmiyordum; ama okumaya devam ettikçe bazı görüşlerin arkasının gelmediğini ve kendi içlerinde çeliştiklerini farkettim. Okudukça sadece bir tanesinin kendi içinde çelişmediğini ve hepsinin  delillere dayandığını  gördüm. Artık kalbim mutmain olmuştu ve çok rahatlamıştım.Ben Peygamberimizden ve sahabelerden nakil yoluyla gelen" ehli sünnet itikad"ını uzun okumalardan sonra bulmuştum. Bütün sorularım cevabını bulmuş herşey yerli yerine oturmuştu . 12 sene doğru- yanlış  birçok kitap okumuştum ama bu süreç benim mukayese yaparak doğruya ulaşmamı sağlamıştı.


Aşağıdaki yazı da doğruya ulaşmak isteyenlere bir rehber niteliğinde;


Bizim sıkıntımız bilmemek değil bilmek istememek. Araştırma yapmadan doğduğumuz toplum içinde neyi bulduysak, kulağımıza ve nefsimize neyi hoş görmüşsek onu devam ettirmek. Belki de doğruları bulmaktan korkuyoruz. Eğer doğru bilgi edinirsek onu yapmak zorunda olacağız ama ya çevre, içinde bulunduğumuz toplum? Bize ne derler, hakkımızda ne düşünürler? Birde dışlarlarsa? 


Doğruyu kabullenmek istemeyişimiz Allah-u Teala tarafından Maide suresinin 104. ayetinde bize bildiriliyor.

(Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Peygamber’ e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?)

Müjdele o kulları ki, onlar sözü dinlerler de en iyisine, en güzeline tabi olurlar. Onlardır Allah’ın hidayet verdikleri, onlardır o temiz akıllılar.” (Zümer, 17, 18)

Söz karşısında en iyi olana tabi olma sorumluluğumuz bize neleri hatırlatmalı? En iyiye tabi olmak için hangi safhalardan geçmeliyiz?

Ayet-i kerime bizi “dinleme” ye dikkat çekiyor.

Dinlemek anlamanın, anlamak da bütün zihin ve kalp faaliyetlerinin ön şartıdır.

Dinlemek temelde bir had bilmektir. “Bilmiyorsam, zaten bir bileni dinlemeliyim. Eğer biliyorsam, benden daha iyi bilen olabilir. Ola ki bu söz benden daha iyi bilen birinin sözüdür. Öyleyse onu dinlemeliyim” deme erdemidir. Bir yerde herkes konuşuyor, kimse kimseyi dinlemiyorsa orada bir “had bilmeme” probleminden söze başlayabiliriz.

Demek ki ilk aşama had bilmek…

Peki En iyiyi, en doğruyu nasıl tespit edeceğiz?

Bunu tespit etmek için iki şeye ihtiyacımız olacak: Muhakeme ve karar.

Muhakemeye ihtiyacımız olacak. Çünkü en iyi, en güzel tabiri, etimolojisi gereği tafdîl gerektirir. Tafdîl, bir şeyi/fikri diğer bir şeyden/fikirden daha kıymetli, daha doğru ve hatta ayetteki örneğiyle daha iyi-güzel görmektir. Bunun için iki ya da daha çok fikri karşılaştırmak icap ediyor. Bunun adı muhakeme…

İyi bir muhakeme için duyduğunuz sözün içerdiği fikir her ne ise onu da, zıddını da bilmek lazım.

Baştan başlayalım, eğer hiçbir şey bilmiyorsanız size yargı imkânı sunacak en ufak bir malzemeye sahip değilsiniz demektir.

Eğer sadece duyduğunuz sözün içerdiği fikri biliyorsanız yine muhakeme yapamazsınız. Çünkü muhakeme “hüküm vermekten” farklıdır. İki kişinin ortak fiilidir muhakeme. Bir siz hüküm veriyorsunuz, bir karşınızdaki. Ortada iki hüküm, iki taraf var. Bunun için tek kendi fikrinizi hesaba katarak gerçekleştirdiğiniz akıl yürütmeye değil, hem kendi adınıza hem de karşı görüş adına düşünüp her iki fikri de tartarak yürüttüğünüz akıl yürütmeye muhakeme denir. Kısacası “düz yargı” ya değil, “karşılaştırmalı yargı” ya ihtiyacımız var. Zıt fikri bilmeden de karşılaştırma yapamazsınız.

Hatta bazen “doğru-yanlış” şeklinde çift kutuplu karşıtlık yerine “doğru-daha doğru-yanlış” olmak üzere bir karşıtlık ilişkisi de söz konusu olabilir. Bu durumda göreviniz sadece doğruyu değil, ayette de geçtiği gibi “en doğru”yu, “daha doğru”yu tespit etmektir.

Bir alt katmana daha iniyoruz: “En doğru”ya neye göre karar vereceğiz? Kararlarımızın zihin planında birikmiş yargılar ve bu yargıların mayaladığı prensipler vardır. Şuna ya da buna dair doğru-yanlış, iyi-güzel gibi en temel yargılarımızı hep bu stoklarla gerçekleştiririz.

Yeni olan, gerek dış duyularla, gerek iç duyularla oluşturduğumuz “anlık idrakler”imizdir aslında… “Elde ettiğimiz” değil, özellikle “oluşturduğumuz” demek doğru olur…

Öyle anlık idrakler vardır ki, bazen gerekli psiko-sosyal alt yapısı oluştuğunda birkaçı zihin dünyanızda büyük patlama etkisi yapabilir, bildiğiniz ne varsa hepsini sarsıp sizi küçük ve hatta büyük öncüllerinizi yeniden kurmaya itebilirler…

Dua ve ubudiyet burada en kritik rolünü oynuyor… Allah’ım, değişen yargılarım arasında imanıma, samimiyetime halel bulaştırmama fırsat verme! kalbimin batıla doğru eğrilmesine fırsat verme! Elimden tut, beni bana bırakma! Ne hakka sırt döneyim, ne hak bellediğim vehimler uğruna senin nurundan mahrum kalayım!

Demek oluyor ki, anlık idraklere kapıları kapatmamak, zihin stoklarımızı sürekli elden geçirmek lazım… Kalbimizin iman, tevazu ve tevekkül kaynaklarını secdelerle besleyerek…

Ve  işin karar safhası …

Karar vermek basit bir şey değildir. Bunun için hem zihni bir katiyete hem de kalbi bir itminana kavuşmak gerekir. Fikrimizin mantık-usul-bilgi boyutlarını sorgulayıp bileşenleri eleme-ayıklamadan geçirdikten sonra zihin katiyetine; dua, secde ve gerekirse istişare- istihare eşliğinde Allah’a iltica ederek kalb itminanına kavuşuruz.

Son adım, tabi olmak/ittiba için her türlü bedeli göze alarak en iyi, en doğru ve en güzel olana yüreğini açıp harekete geçmektir…

Ama her şey önce dinlemekle başlıyor…

Eğer amacınız en iyiyi, en doğruyu bulmaksa bir mukayese yapmalısınız … Mukayese yapmak adına dinleyin, anlayın ve sonra düşünün…

Ne reddederken ne de kabullenirken acele etmeyin. Aşamaları sabırla ve duayla hazmede hazmede geçmeye bakın…


T.H.Alp

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

20 Şubat 2014 Perşembe

EVLATLARIMIZ İÇİN GÜZEL BİR DUA


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Allahım ! Bizlere hayırlı evlatlar ihsan eyle , onların başkalarına karşı faydalı olmalarını nasib et, Sana itaat etmeye muvaffak kıl, iyilikleriyle bizi rızıklandır;

Ey Hz Musa ve Hz Ademin muallimi olan ve Hz Süleyman'a anlama kabiliyeti ihsan eyleyen Allahım ! Onlara anlayış kabiliyeti ver.

Ey Hz Lokman'a hikmet ve güzel konuşma yeteneği bahşeden Allahım! onlara da hikmet ve güzel konuşma yeteneği bahşeyle;

Allahım! Çocuklarımıza bilmediklerini öğret, unuttuklarını hatırlat, onlara göğün ve yerin bereketlerini aç , Sen duyan ve duaları kabul edensin;

Allahım! Onlara ezberleme kuvveti, çabuk anlama kabiliyeti ve zihin açıklığı ver;

Allahım! Onları sapanlardan ve saptıranlardan değil; doğru yolu gösteren ve doğru yola uyanlardan eyle;

Allahım! Onlara imanı sevdir ve onu gönüllerine yerleştir , fıskı ve isyanı onlara çirkin göster , onları doğru yolda olanlardan eyle.

Rabbimiz bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl;

Allahım! Onları dünyada ve ahirette en bol nasibi olan talihli kullarından eyle;

Allahım! Onları önlerinden ve ve sağlarından amellerinin nurları akıp giden, korku ve üzüntü çekmeyen veli ve has kullarından eyle;

Allahım! Onların günahlarını bağışla, kalplerini temizle, namuslarını koru; Onların ahlaklarını güzelleştir , kalplerini nur ve hikmetle doldur, onları her türlü hayırlı nimete ehil kıl, onların kalplerine hidayet ver ve insanların hidayetine vesile kıl;

Allahım! Onları dinin bekçileri eyle, Seni daima zikredenlerden ve kendilerini hayırla anılanlardan eyle. Onlara lütfunla muamele eyle Ya Kerimallah;

Allahım! Kalplerini camilere ve Sana itaate bağla . Onları Sana yönelen ve Seni sevenlerin öncülerinden eyle;

Allahım! Onları kitabını ezberleyenlerden, Senin rızan için camilere çağrılanlardan; Senin yolunda cihat yapanlardan ve Rasulünün tebliğcilerinden eyle;

Allahım! Onlara ariflere bahşettiğin keşif kabiliyetini ver;

Onları hikmet ve faydalı ilimle rızıklandır, ahlaklarını sabır ve hoşgörü ile ziynetlendir, onlara takva ile ikramda bulun, onlara afiyetler ihsan eyle , onları koru, onları bağışla; onlara hayırlı arkadaşlar nasip et;

Allahım! Onları kanaat ile rıza ile rızıklandır;
Kalplerini senden başkasına bağlanmaktan temizle. Onları sevdiklerinden eyle;Onları Seni sevmekle, Peygamberin Hz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi sevmekle, Seni seven herkesi sevmekle, Senin sevgine yaklaştıracak her çeşit ameli sevmekle rızıklandır;

Allahım! Evlatlarımızı Sana karşı tevazu gösterip yücelttiklerinden Senin heybetine boyun eğip Seni kazananlardan, Sana yaklaşıp kendine yaklaştırdıklarından ve Senden isteyip desteklerini kabul ettiklerinden eyle;

Allahım! Onlarla seçilmiş peygamberini mutlu eyle , onlar vasıtasıyla ilahi nuru yücelt; Ya Kerim onları sevdiğin şeyleri yapmaya yönelt;

Allahım! Onlara geniş rahmetinden helal rızık kapılarını aç, haram şeylerden uzaklaşıp helal rızkınla yetinsinler, Senden başkasından uzaklaşıp Senin Fazlınla yetinsinler, Senden başkasını dost edinmelerine fırsat verme;

Allahım! Onları her türlü fuhşiyattan, musibetlerden, depremlerden açık ve gizli fitnelerden uzak tut; Onları kötü arkadaşlardan beri eyle; Onları zinadan uzak tut; Onları her türlü uyuşturucudan, içkiden kumardan muhafaza eyle;

Allahım! Onları hastalıklardan, devasız dertlerden ve afetlerden koru;

Allahım! Gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında açık ve gizli ortamlarda kötü kimselerin kötülüğünden onları koru, yapmalarına razı olduğun şeyleri yapmalarını nasip et;

Ey Gaffar olan Allahım! Onları affet; Onları doğru yola ilettikten sonra kalplerini eğriltme, onlara tarafından rahmet bağışla, onları rahmet kanatlarının altına al; Onları iki cihanda koruduğun, kayırdığın kullarından eyle; Onlara iki cihan saadeti nasip eyle; uzun ömürlü, bizlere karşı hayırlı ve yararlı olmalarıyla iyilikte bulun; Sıhhat ve afiyet içinde Sana ve Senin rızana uygun ameller yaparak ömürlerine bereket ihsan eyle;

Allahım! Zayıf olanlarına güç ve kuvvet ver; Akıllarına, ruhlarına, bedenlerine, kalplerine ve tüm organlarına sıhhat ve afiyet ver;

Allahım! Onların nefislerine takvayı ve arınmayı bahşet , İmanlarını ebeden ve daim eyle . Sen nefsi arındıranların en hayırlısısın; Onlara aklı selimle davranmayı ilham eyle;

Allahım! Onları iyilerden, takva sahibi, basiretli, söz dinleyen, nasihat eden, Seni ve dostlarını seven, düşmanlarına buğzeden kimselerden eyle; Onları ana baba sözü dinleyenlerden eyle; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in kamil ahlakıyla ahlaklandır ve Onun sünnetine uyanlardan eyle;Katından maddi manevi yardımcılar ve koruyucular ihsan eyle;

Allahım! evlatlarımızı bir an bile nefisleriyle, heva ve hevesleriyle başbaşa bırakma; onları terbiye etmede, güzel davranışlar kazandırmada ve onları iyi bir insan olarak yetiştirmede bizlere yardım et;

Allahım! evlatlarımızı ve bizleri helal rızkı olanlardan, zilletten Sana sığınanlardan, adlinle zulme maruz kalmayanlardan , rahmetinle belalardan uzak olanlardan , takva sahibi kılmanla günahlardan, sürçmelerden ve hatalardan korunanlardan eyle;

Allahım ! Bizleri , çocuklarımızı ve neslimizi kabir fitnesinden kabir azabı fitnesinden her türlü bid'attan ve Mesih deccalın fitnesinden koru; dünyada ve ahirette tüm hayırları ihsan eyle;

Allahım! onlara Rahmet nazarınla bak, onlara yardım et, onları koru, onları destekle ; şeytanlardan , insan, cin, zalim, haset kimselerden ve tüm yarattıklarının şerrinden korumanla , himayenle, yakınlığınla, sığındırmanla, ordularınla, barınağınla muhafaza eyle Allahım! Şanı yüce Zatın için hayırlı kullar, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için hayırlı ümmetler olmalarını ihsan eyle; cennette Cemalinle sonsuza kadar müşerref eyle;

Bütün hamd ve senalar Alemlerin Rabbı olan Allaha mahsustur. Bütün salat ve selamlar nebilerin ve Resullerin en şereflisi olan Efendimiz Muhammed'e ve bütün Al ve Ashabının üzerine olsun. Amin sonsuz kere amin.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Şubat 2014 Çarşamba

267.SADAKA VE FAYDALARI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Allah rızası için yapılan her iyilik, sadakadır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kendine ve çoluk çocuğuna harcadıkların birer sadakadır.) [Beyheki]
(Her iyilik, sadakadır.) [Tirmizi]
(Güzel söz, sadakadır.) [İ. Ahmed]
(Güler yüzle selam vermek, sadakadır.) [Beyheki]
(Din kardeşine güler yüz göstermek, sadakadır.) [Tirmizi]
(Bir ağaçtan yenilen veya çalınan şeyler, o ağacı diken için sadaka olur.) [Müslim]
(Birine iyi şeyler öğretmek, kötülük yapmasını önlemek, sorana yol göstermek, sokaktaki zararlı şeyleri temizlemek, birer sadakadır.) [Tirmizi]

(Herkesin eklem yeri kadar sadaka vermesi gerekir.Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek, birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe önlemeye çalışmak, birer sadakadır. İki rekât kuşluk namazı kılmaksa, bütün bunları karşılar.) [Müslim]

(Emr-i maruf, nehy-i münker yapmak sadakadır.) [Müslim]
(Müdara etmek sadakadır.) [Deylemi]
(Hastanın nefes alıp vermesi sadakadır.) [Hatib]
(Camiye giderken atılan her adım da bir sadakadır.) [İ. Ahmed]
(Ölümü hatırlamak sadakadır.) [Deylemi]
(Borçlu fakire, ödemesi için mühlet verenin, her günü, bir sadaka olur.) [Taberani]
(Yolunu kaybetmişe yol göstermek bir sadakadır.) [C. Sagir]
(Zevcine hizmet sadakadır.) [Deylemi]
(Nikâhlısıyla beraber olmak sadakadır.) [Müslim]
(Haramdan sakınanla, istişare etmek sadakadır.) [Deylemi]
(Kötülük yapmaktan sakınmak bir sadakadır.) [İbni Ebiddünya]
(Ödünç vermek bir sadakadır.) [Taberani]
(Selam vermek sadakadır.) [Buhari]

Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, sadaka denir. Şeytan verdirmek istemese de sadaka vermelidir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Şeytan, fakirleşirsiniz diye korkutup, size cimriliği, çirkin şeyleri emreder, sadaka verdirmek istemez. Allah ise kendi lütfundan size mağfiret ve bol nimet vadediyor. Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.) [Bakara 268]

Sadakanın faydaları hakkında, hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin. Sadaka, her hastalığı ve belayı defeder.) [Beyheki]
(İlmi olan ilminden, malı olan malından sadaka versin.) [İbni Sünni]
(İyilik ömrü artırır, sadaka günahları giderir ve kötü ölümden korur.) [Taberani]
(Sadaka kibri yok eder.) [Tirmizi]
(Sadaka verenin rızkı artar ve duası kabul olur!) [İbni Mace]
(Sadaka vermeye engel olana, lanet olsun.) [Isfahanı]
(Sadaka, kabir azabından korur. Kıyamette de himaye altına alır.) [Beyheki]
(Sıkıntılarınızı sadakayla önleyin.) [Deylemi]
(Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları yok eder.) [Tirmizi]
(Vallahi, sadaka vermekle mal eksilmez. O halde sadaka verin!) [İ. Ahmed]
(Sadaka malı artırır. Öyleyse sadaka verin.) [İbni Ebiddünya]
(Sadaka 70 çeşit belayı önler. Bunların en hafifi cüzzam ve barastır.) [Hatib]
(Sadaka şeytanın belini kırar.) [Deylemi]
(Gizli verilen sadaka, Allah'ın gazabını söndürür.) [Beyheki]
(Sırf Allah rızası için sadaka verene, kıyamette Allahü teâlâ, "Ey kulum, sen benim rızamı gözettin, ben de seni hakir etmem ve vücudunu Cehenneme haram kılarım. Haydi, Cennete istediğin kapıdan gir" buyurur.) [Deylemi]
(Az da olsa sadaka verin. Parayı saklayıp vermeyene, Allah da ihsanını keser.) [Müslim]
(Rızkının bol olmasını isteyen sadaka versin.) [Deylemi]
(Sadaka vererek rızkınızı bollaştırın.) [Beyheki]
(Sadaka malı çoğaltır.) [İbni Adiy]
(Sadaka vermede acele edin; çünkü bela, sadakayı geçemez.) [Taberani, Beyheki]
(Sadaka verin. Çünkü sadaka Cehennemden kurtuluşunuza sebep olur.) [Taberani]
(Bir hurma tanesi de olsa, sadaka olarak verin; çünkü o, az da olsa açlığı dindirir ve suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.) [İbni Mübarek]
(Güne başlarken sadaka vermek, felaketleri önler.) [Deylemi]
(Sadaka, nafile oruç tutmaktan daha faziletlidir.) [Beyheki]
(Sevabı Müslüman ana babasına niyet edilerek verilen sadakanın sevabı, onlara da gider, kendi sevabından da bir şey eksilmez.) [Taberani]
(Sadaka olarak verilen bir parça ekmek, Allah katında Uhud dağı kadar büyür.) [Taberani]

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

17 Şubat 2014 Pazartesi

266.CENNET İLE MÜJDELENENLER-6 ZÜBEYR BİN EL-AVVAM (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Kureyş kabilesindendir. Baba tarafından nesebi, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Kusay’da birleşir. Annesi Abdulmuttalip’in kızı Safiyye’dir ki, o Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in halasıdır. Eşi ise, Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’in kızı ve Aişe (Radiyallahu Anha)’nın kız kardeşi olan Zatu’n-Natikayn (İki kuşaklı) lakaplı Esma (Radiyallahu Anha)’dır.(Buhari 3660)

Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh) 15 yaşında İslam’ı seçerek ilk 7 Müslümandan birisi oldu. Önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret edenlerdendir. Cennet ile müjdelenen on kişiden ve Ömer (Radiyallahu Anh) tarafından kendisinden sonra halife seçilmesi için bıraktığı altı kişilik şura heyetinden birisidir.(Buhari 3460, Müslim 567/78)

Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh), Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hicretini duyunca Habeş diyarından Medine’ye hicret etti ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile bütün savaşlara katıldı. Uhud’da müşrikler Müslümanlara galip gelip Mekke’ye yöneldiklerinde, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onların tekrar Medine üzerine dönmelerinden endişe etmişti. Bu sebeple:


“Düşmanın ardı sıra kim gidip onları takip eder?” buyurdu. Bunun üzerine önemli yaralar almalarına, yorgun ve mağlup olmalarına rağmen sahabeden 70 kişi bu davete icabet etti ve geriye döndü. Hamrau’l-Esed mevkine ulaştıklarında Allah bu mücahitler sebebiyle müşriklerin kalplerine korku attı da Mekke’ye doğru gittiler. Bu hadise üzerine:

“Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah ve Rasulü’nün davetine icabet edenler, onlardan iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir mükafat vardır.” Al-i İmran: 172. ayeti nazil oldu ki, bu 70 kişinin içinde Zübeyr bin Avvam(Radiyallahu Anh)’da vardı.(Buhari 3817, Müslim 2418/51)

Beni Kureyza Yahudileri Hendek savaşında müşriklerin ayartmasıyla Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozmuşlardı. Bu haberi alan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Bize Beni Kureyza’dan kim haber getirir?” diye sormuş, Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh):

−Ben! diyerek göreve talip olmuştur. Sorusunu üç sefer tekrarlayan Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e her seferinde Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh) icabet etmiştir.

Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Her Nebi’nin bir havarisi (yardımcısı) vardır. Benim havarim de Zübeyr bin el-Avvam’dır” buyurmuştur.(Buhari 3480, Müslim 2415/48)

İki yahut üç sefer Beni Kureyza’ya gidip onlardan bilgi getiren Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh)’a Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) baba ve anasını bir arada zikretmiş:

“Babam ve anam sana feda olsun!” buyurarak onu taltif etmiştir.(Buhari 3481, Müslim 2416/49)

Yermuk Vakası gününde sahabiler Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh)’a hitaben:

“Ya Zübeyr! Rumlara şiddetli bir saldırı yapsan da biz de seninle beraber saldırsak!” dediler.

Zübeyr (Radiyallahu Anh) Rumların üzerine amansız hamleler yaptı. Bir rivayete göre Rum ordusunu baştan sona iki kez yarmıştı. Rumlar bu hamleler sırasında Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh)’ın omuz köküne iki darbe vurdular. Bu iki geniş yaranın arasında Bedir harbinde yediği bir darbenin çukurluğu da vardı ki, oğlu Urve:

“Ben çocukken bu üç darbenin yerlerine parmaklarımı sokar oynardım” demiştir.(Buhari 3482, 3726)

Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh) muharebelerde aldığı yaralar hakkında:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte katıldığım savaşlarda yara almamış hiçbir uzvum yoktur” demiştir. Hatta bu yaralanma erkeklik uzvuna kadar varmıştır.(Tirmizi 3991)

Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh)’ı sahabiler de sevip takdir ederler ve faziletini ikrar ederlerdi. Hicri 31 senesinde Osman (Radiyallahu Anh)’a salgın halinde olan ruaf hastalığı (bir çeşit burun kanaması) isabet etti ve onu haccetmekten menetti.

Bunun üzerine ölüm endişesi ile vasiyet etmeye başlayınca Osman (Radiyallahu Anh)’ı ziyarete gelen Kureyşliler yerine bir halife tayin etmesini istediler. Osman (Radiyallahu Anh) halife olarak Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh)’ın istendiğini öğrenince de memnun olmuş ve şöyle demişti:

“Dikkat edin! Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki şüphesiz Zübeyr bin el-Avvam, benim faziletli olduğunu bildiğim kimselerin en hayırlısıdır. Ve yine şüphesiz ki o, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e onların en sevgili olanıdır. Allah’a yemin ederim ki sizler de, Zübeyr bin el-Avvam’ı en hayırlınız olduğunu bilmektesiniz.”(Buhari 3480, 3481)

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den 38 hadis rivayet etmiştir.(Cevamiu’s-Sire 261)

Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)ile arkadaşlık etmişti. Zaten onun kızı Esma (Radiyallahu Anha) ile evli olması sebebiyle damadıydı. Abdullah bin Zübeyr bu evlilikten dünyaya gelmiş ve hicretten sonra Müslümanların doğan ilk çocuğu olmuştur.(Buhari 5546, Müslim 2144/22)

Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh) cihad için Müslümanlarla Şam’a gitmiş, Osman (Radiyallahu Anh) asiler tarafından kuşatılınca onu asilere karşı savunmuş, Ali (Radiyallahu Anh) döneminde de Aişe (Radiyallahu Anha)’nın safında olmak üzere Cemel Vakasına katılmıştı. Ancak Ali (Radiyallahu Anh) ona bazı şeyleri hatırlatınca içtihadında hata yaptığını anlamış ve hatasında ısrarcı olmayarak savaştan çekilmişti.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şehitlikle sıfatladığı bu başarılı tacir, servetinin çokluğuna rağmen bunları İslam için harcaması sebebiyle vefat ettiğinde borçluydu. Hayatı Talha bin Ubeydullah (Radiyallahu Anh)’a çok benzediği gibi cesaret ve cömertlik gibi birçok ahlakı da, hatta ebedi hayata intikali de benziyordu.

O da, Talha gibi hicri 36. yılda Cemel günü hata ettiğini anlayarak savaştan çekildiği esnada Amr bin Cürmüz isimli nasipsiz tarafından dönüş yolu üzerinde Sibaa (Canavarlar) Vadisinde haince şehit edilmiş ve o vadiye defnedilmiştir.
(İbni Sa’d Tabakatü’l-Kübra 3/111, 112)

Zübeyr bin el-Avvam (Radiyallahu Anh)’ın kafası katiliyle beraber getirildiğinde Ali (Radiyallahu Anh) sözcüsüne:

“İbni Safiyye Zübeyr’in katilini ateşle müjdele! Ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in:

“Her Nebi’nin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr bin el-Avvam’dır’ buyurduğunu işittim” dedi.(Hakim 3/367)

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

15 Şubat 2014 Cumartesi

265.TEVAZU GÖSTERMEK ve KENDİNE GÜVENMEK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Tevazu göstermekle kendine güvenmek duygularını nasıl dengede tutabiliriz?

Güven duygusu ile tevazu arasında bir çelişki yoktur. Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir insanın güven duygusu da, tevazu duygusu da Allah’a göre şekillenir. Çünkü, insanın mütevazı olmasını sağlayan kulluk şuuru olduğu gibi, güvenini sağlayan da kulluk yaptığı Allah’a karşı beslediği husnüzandır, güzel duygulardır.

Buna göre inanan insanın kulluk şuurundan gelen tevazu, bir beceriksizlik, bir zafiyetin simgesi olmadığı gibi; Allah’tan ümit ettiği yardım ve inayetten ötürü kendisinde hissettiği güven duygusu da bir şımarıklık, bir gurur nişanesi değildir.

Kur’an-ı Kerim'de sıkça hatırlatılan “Allaha tevekkül” mesajı, müminin kendine olan güveninin kaynağı Allah olduğunu bize anlatır.

“(Resulüm! Yapacağın) işler hususunda onlarla istişâre et. Kararını verdiğin zaman da artık (çekingen davranma), Allah’a güven ve ona tevekkül et! Şüphesiz ki Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”(Ali İmran, 3/159) 


Maddî-manevî bir devlet reisi olan Hz. Peygamber (a.s.m)’in -vahyin olmadığı konularda- diğer insanlarla meşveret yapması çok güzel bir tevazuun belgesi olduğu gibi, işe karar verdikten sonra çekingen davranmayıp Allah’a olan bağlılığını pekiştiren bir tevekkül içerisinde gereken hedefe kilitlenmesi de bir güvenin nişanesidir.

Güvenin sınırı iki şekilde çizilmelidir:

Birincisi maddî sınır: Maddî bir alemde yaşayan insanoğlu, Allah’ın -Hakîm isminin bir tecellisi olan- sebepler dairesindeki carî olan kanunlarına riayet etmekle kazanılan bir güven duygusu isabetli bir duygu olur. Bu sebeplere riayet etmeden bir güven duygusuna kapılmak, realiteden değil hayalî bir kuruntudan kaynaklanır.

İkincisi manevî sınır: Kişinin kendine olan güveni Allah’a olan güveninden kaynaklandığı sürece, bu güven duygusu övgüye layık bir duygu olur. Allah’a olan irtibatın zayıflaması nispetinde bu güven nefsi okşayan bir gurura, temeli olmayan bir kuruntuya yol açar.

Tevazuun sınırını da iki şekilde değerlendirmek mümkündür:

Birincisi: Allah’la irtibatlı olarak gelişen tevazu. Bu kulluk şuurundan kaynaklanan ve Allah’ın büyüklüğünü kavramaktan ileri gelen, kendinde -bağımsız olarak- herhangi bir meziyet düşünmeyen kimselerin ortaya koyacağı tevazudur ki övgüye layık olan budur.

İkincisi: Allah’la irtibatlı olmayan, sebeplere karşı aşırı bağlılıktan kaynaklanan, her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında olan Allah’ı düşünmemekten beslenen, gafletin ürünü olan bir tevazudur. Bunun sahibi, maksadına ulaşmak için haysiyet ve onurunu ayaklar altına almaktan, en adi bir sebep karşısında zillet göstermekten asla çekinmez.

Ayrıca, yerine göre tevazu zillet, güven de gurur sayılır. Masası başında bir yetkilinin gösterdiği vakar ve o vakardan kaynaklanan güven duygusu övgüye değer iken, aynı tavrı evinde sergilediğinde şımarık bir pozisyona girer. Keza, bir yetkilinin çoluk çocuğu arasında gösterdiği tevazu takdire şayan bir erdemlik olduğu halde, aynı tavrını makamında göstermesi, tevazudan çok bir zillet ifadesi olur.

Ne kendimizi yok sayabiliriz, ne de kendimizi olduğumuzdan fazla büyütebiliriz! Ne Allah’ın verdiği gücü inkâr edebiliriz—çünkü bu nankörlük sayılır,—ne de Allah’ın verdiği gücü kendimizden bilebiliriz! Ne mütevazi oluyorum diye, bir miskin rolünü takınmaya ve Allah’ın bize hiçbir şey vermediğini iddiâ etmeye hakkımız vardır; ne de tahdis-i nimet ediyorum diye, varlıklı olmakla büyüklük taslamaya, güçlü olmakla kibirlenmeye, Allah’ın verdiği hediyeleri sahiplenmeye yetkimiz vardır!

Bazen tevazû nankörlükle, bazen de Allah’ın verdiği nimetleri ikrâr ve itiraf etmek kibirlenmekle karıştırılır ve ikiside zarar verir. Ne Allah’ın ikramlarını “tevazu” adına yok saymaya, ne de bunları “tahdis-i nimet” adına sahiplenmeye ve bunlarla kibirlenmeye hakkımız yoktur. Allah’ın verdiği meziyet ve kemâlâtı ikrâr ederiz, bunu söyleriz, bunu yaşarız, bunu kendi çapımızda güven konusu yaparız. Aksi takdirde bunları yok saymak küfran-ı nimet ve nankörlük olur. Bunları sahiplenmek, bunları bir Allah vergisi olmaktan çıkarmak ise, şüphesiz büyüklenmek ve şımarmak olur. Yani Allah’ın verdiği şeyleri yok saymamız doğru olmadığı gibi, kibir malzemesi yapmamız da doğru değildir! Birincisi nankörlük, diğeri şımarıklıktır.

Allah’ın bizi diğer varlıklardan farklı olarak ayrıcalıklı duygular ve cihazlarla donattığını, bize yüksek hasletler ve meziyetler verdiğini elbette itiraf ederiz, ikrâr ederiz, etmeliyiz ve bu imtiyazı yaşarız. Allah’ın kulu olmakla şeref duyarız. Ve tüm bu meziyetlerin bir Allah vergisi olduğunu bir an bile unutmayız. Bu meziyetlerle hayırlı işler yaparız. Meziyetlerimizi Allah’ın râzı olmadığı şeylerde kullanmayız; hayırda kullanırız. Meziyetlerimizi inkâr etmemize de gerek yoktur.

Kur’ân buyurur ki: “Bir işe karar verip azmettiğin zaman Allah’a dayanıp güven, Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah Kendisine tevekkül edenleri sever.”( 
 Âl-i İmrân Sûresi: 159) Kendimize güveniriz. Çünkü Allah’a güveniriz! Çünkü bizi yaratanın Allah olduğunu biliriz! Allah’ın bizi tek ve müstesna yarattığını bilir, kabul eder ve bu farklı yanımızla insanlığa hizmet ederiz, Allah’a kulluk yaparız. Bu fahr ve gurur olmaz, kibirlenmek ve şımarmak olmaz; şükür olur. Fakat Allah’ın verdiği imkânları, ikrâmları ve meziyetleri kendimize değil; Allah’a mal ederiz.

Sahip olduğumuz güçleri ve nimetleri yok sayarak, şımararak ve sahiplenerek değil; tevazu içinde ve tahdis-i nimet anlayışıyla Allah’a güvenerek büyük işlere yönelir ve Allah’ın izniyle başarırız “Abartı” doğru ve hak bir davranış değildir. İfrat da, tefrit de doğru değildir! Peygamber Efendimiz (asm); “İşlerin hayırlısı orta olanıdır!” buyurmuştur.

O halde yapılmayı bekleyen ve yapmadığımızda ortada kalacak bir hizmet olduğunda, hemen davranmalı ve Allah ne imkân verdiyse yapmaya gayret etmeliyiz. Şüphesiz bu esnada Allah’a tevekkül etmeliyiz. Yoksa, “Estağfurullah! Ben neyim ki? Ben bir hiçim! Ben kimim ki?” deyip kenara çekilmek doğru bir davranış değildir.

Her zaman prensibimiz; “Gayret ve çalışmak bizden, bize tevfik vermek ve bizi başarılı kılmak ise Allah’tandır” olmalıdır.


Sorularla İslamiyet

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

13 Şubat 2014 Perşembe

263.CENNET İLE MÜJDELENENLER-5 TALHA BİN UBEYDULLAH (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Nesebi Ubeydullah bin Osman bin Amr’dır. Kureyş’in Teymi kabilesindendir. Nesebi altıncı atasında Mürre bin Ka’b’da Nebi(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birleşir. Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’ın davetiyle Müslüman olanların dördüncüsü olarak İslamiyetin ilk günlerinden itibaren o mübarek kafiledeki yerini almıştır.

Kavminin ileri gelenlerinden olması, kendisinden Kureyş’in işkencelerini bertaraf etmedi. ‘Kureyş Aslanı’ lakaplı Nevfel bin Huveylid, Talha ve Ebu Bekir (Radiyallahu Anhuma)’yı önce ayrı ayrı, daha sonra da birbirlerine bağladı. Bundan dolayı bu iki yüce sahabiye ‘bitişikler’ adı verilmiştir.

Müslüman oldu diye oğluna eziyet eden annesi Saba binti el-Hadrami, daha sonra İslamiyeti kabul ederek hicret şerefine mazhar olmuştur. Talha bin Ubeydullah (Radiyallahu Anh)’da hicret etmiş ve şair Ka’b bin Malik (Radiyallahu Anh) ile kardeş yapılmıştır.(Cevamiu’s-Sire 112)

Talha bin Ubeydullah (Radiyallahu Anh) zengin bir tacirdi. Gerek kendi akrabalarına ve gerekse ihtiyaç sahibi Müslümanlara çokça yardımda bulunur, elinde bir şey kalmayıncaya kadar tüm servetini dağıttığı olurdu. Bu özelliklerinden dolayı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona ‘Talhatu’l-Hayr’, ‘Talhatu’l-Feyyaz’ ve ‘Talhatu’l-Cüd (cömertlik)’ lakaplarını takmıştı.
(Taberani Mucemu’l-Kebir 1/111, 112, Heysemi 9/148)

Talha bin Ubeydullah (Radiyallahu Anh) Aşere-i Mübeşşere’dendir. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha kendileri yaşarken Ebu Bekir, Ömer bin el-Hattab, Osman bin Affan, Ali bin Ebi Talib, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvam, Sa’d bin Ebi Vakkas, Abdurrahman bin Avf, Ebu Ubeyde bin el-Cerrah ve Said bin Zeyd (Radiyallahu Anhum)’ların cennetlik olduğunu bildirmiştir.(Tirmizi 3992, İbni Mace 133)

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr ve Sa’d ile beraber Hira Dağı üzerinde bulunuyorken dağ sallandı. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):“Ey Hira sakin ol! Senin üzerinde bir Nebi, bir sıddik ve birde şehitten başkası yok” buyurmuştur.(Müslim 2417/50)

Talha bin Ubeydullah (Radiyallahu Anh) İslam’ın ilk gazvesi Bedir’e, Said bin Zeyd ile beraber Şam istikametinde görevli olduğundan katılamamış, ancak bundan sonraki tüm savaşlarda bulunmuştur. Özellikle Uhud savaşındaki yararlılığı ve fedakarlığı onun cesaret ve fedakarlığının bir vesikasıdır.

Bu savaşta bozguna uğrayan İslam ordusunun hilafına Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanından ayrılmamış, onu bizzat kendi vücudunu siper yaparak korumuş ve üzerine çullanan müşriklerden kurtarmıştır. Bu muhafızlığı esnasında Talha’nın eli sakatlanarak çolak kalmıştır.(Buhari 3483, Nesei 3135)

Bir rivayete göre vücudunda 70 civarında ok, mızrak ve kılıç darbesi vardı. Uhud savaşından söz edildiğinde Ebu Bekir(Radiyallahu Anh):“O, tamamıyla Talha’nın günüydü” derdi.(İbni Kesir Büyük İslam Tarihi 7/400)

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu savaşta:“Talha (cenneti) vacip kıldı” buyurmuştur.(Tirmizi 3983, Ahmed 1/165)

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun için:
“Herkim yeryüzünde yürüyen bir şehide bakmaktan haz duyarsa Talha’ya baksın!” buyurmuş ve Ahzab suresi 23. ayetteki ahdini yerine getirenlerin kim olduğu sorusuna:
“Talha bin Ubeydullah onlardandır” buyurarak onu taltif etmiştir.(Tirmizi 3984, 3987, İbni Mace 125, 126)

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den 38 hadis rivayet etmiştir.(Cevamiu’s-Sire 261)

Talha bin Ubeydullah (Radiyallahu Anh), Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’ın emrinde malı ve canı ile önce dinden dönenlerle, sonra İranlılar ve Rumlarla savaştı. Ömer (Radiyallahu Anh) ile de İslam ordusunda cihad etti. Ömer (Radiyallahu Anh), vefatı anında yeni halifeyi seçmek için cennet ile müjdelenen 6 kişiden oluşan bir şura oluşturmuştu ki, bu şuranın içinde Talha (Radiyallahu Anh)’da bulunuyordu.(Buhari 3460, Müslim 567/78)

Halife seçilen Osman (Radiyallahu Anh)’ın hilafeti çalkantılarla geçmiş ve şehadetiyle neticelenmişti. Ali (Radiyallahu Anh)’ın hilafetinde ise fitnecilerin oyunları tutmuş ve Müslümanlar bölünmüştü. Cemel Vakası patlak verdi ve Talha (Radiyallahu Anh), Aişe (Radiyallahu Anha)’nın safında bulunarak Ali (Radiyallahu Anh)’a karşı çıktı ise de Ali (Radiyallahu Anh)’ın yaptığı bir ihtar ile içtihaden yaptığı hatasını anlayarak geri çekildi ve savaştan ayrıldı.

Bu haldeyken hicretin 36. yılında Mervan bin Hakem tarafından atılan bir okla vurularak Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in haber verdiği şehadet mertebesine ulaştı.(Taberani Mucemu’l-Kebir 1/113, Heysemi 9/150)

Savaşı kazanan Ali (Radiyallahu Anh) Talha (Radiyallahu Anh)’ın yanına geldi. Ölmüş olduğu halde onu oturttu. Bir yandan ağlayarak:“Keşke ben bundan yirmi yıl önce ölmüş olsaydım” diye söyleniyor, bir yandan da Talha (Radiyallahu Anh)’ın sakalındaki ve yüzündeki tozları siliyordu.(Taberani Mucemu’l-Kebir 1/113, 114, Heysemi 9/150)

Talha (Radiyallahu Anh)’ın cenaze namazını da bizzat Ali (Radiyallahu Anh) kendisi kıldırmıştı.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

12 Şubat 2014 Çarşamba

262. ŞUBAT 13,14,15 GÜNLERİ ORUÇ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim



Eyyam-ı Biyz adı verilen ve kameri ayların 13, 14, ve 15. günleri yarın başlıyor.Bu sünneti yerine getirmek isteyenler 
Yarın(13 Şubat Perşembe), 14 Şubat Cuma ve 15 Şubat Cumartesi günlerini oruçlu geçirmeliler.

Her hicri ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç utmak sünnettir. Nitekim Hz. Hafsa (ra) diyor ki:

«Dört şeyi Resûlüllah (asm) Efendimiz hemen hemen hiç terketmedi diyebilirim: Âşûrâ orucu, Zilhicce'nin ilk on gününün oru­cu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir de sabah farzından ön­ce iki rek'at namaz...» (Ahmed bin Hanbel, Nesâi)

Hadiste geçen günler, Hicri Takvime göre Kameri ayların 13, 14 ve 15. günleridir. Sabah kılınan sünnet ise, sabah namazının sünnetidir.


Allah kabul etsin.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

10 Şubat 2014 Pazartesi

260.CENNET İLE MÜJDELENENLER-4 Hz ALİ (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Babası, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in amcası olan Ebu Talib, annesi ise Fatıma binti Esed bin Hişam bin Abdi Menaf’tır. Annesi Müslüman olup sahabi kadınların büyükleri arasına girmiştir. Ali (Radiyallahu Anh) bilindiği gibi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in amcasının oğludur. Ebu’l-Hasan künyesiyle anılan Ali (Radiyallahu Anh), Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından Ebu Turab künyesiyle de künyelenmiştir.(Buhari 6153, Heysemi 9/101)

Ali (Radiyallahu Anh) rivayetlere göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in risaletinin ikinci günü 8 veya 12 yaşında olduğu halde Müslüman oldu. Kendisi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in damadı, dördüncü halifesi ve kendisiyle beraber ilk namaz kılan kişidir.(Tirmizi 3979)

Rasulü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hicret ettiği gece, hayati tehlikeyi göze alarak büyük bir cesaretle onun yatağında yatmış ve kendisine teslim edilen emanetleri sahiplerine iade ederek bir gün sonra Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in talimatı gereği hicret etmiştir. Tebuk Seferi hariç Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gibi benzeri savaşlara katılarak üstün bir kahramanlıkla savaşmıştır.

Kendisi, savaş meydanlarında karşısına çıkanların hepsini yenmesi ve onunla karşı karşıya gelenlerin yaşamamasıyla ün yapmıştır. Hemen hemen her savaşta yara alan Ali (Radiyallahu Anh) bir rivayete göre Uhud savaşında 16 yara almıştır.

Öte yandan ilmi bir dehaya sahipti. Hatipliği ve edebiyatı müstesna bir derecede idi. Hikmetli sözleri, hutbe ve şiirleri meşhurdur. Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu genç yaşta Yemen’e kadı olarak göndermiştir. Ali (Radiyallahu Anh):

−“Ya Rasulallah! Beni gönderiyorsun ama ben tecrübesizim, onların arasında nasıl hüküm vereceğimi bilmiyorum” deyince Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek elini göğsüne vurmuş ve:

−“Allah’ım! Bunun kalbine hidayetini ver ve dilini sabit kıl” diye dua etmişti. Ali (Radiyallahu Anh) bu duadan sonra iki kişi arasında hüküm vermek hususunda hiç tereddüt etmemiştir.(İbni Mace 2310)

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisini çok severdi.

Ali Radiyallahu Anh’ın Faziletine Dair Hadisler:

1) Ebu Bekir ve Ömer (Radiyallahu Anhuma) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kızı Fatıma (Radiyallahu Anha) ile evlenmek istediler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara:

“O daha küçüktür” dedi. Fatıma (Radiyallahu Anha)’yı Ali (Radiyallahu Anh) isteyince onun teklifini kabul etti.(Nesei 3207)

2) Hayber’de kuşatma uzun sürmüştü. Bir akşam Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Sancağı yarın öyle birine vereceğim ki, o Allah’ı ve Rasulü’nü sever, Allah ve Rasulü de onu sever. Ve Allah fethi ona nasip edecek”buyurdu. O geceyi herkes, o kişinin kim olduğunu merak eder ve kendisini umar halde geçirdi.

Sabah olunca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ali (Radiyallahu Anh)’ı çağırttı, o gözlerinden rahatsızdı. Gözlerine rukye yaparak tükürdü ve şifa için dua etti, müteakiben gözleri iyileşti. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sancağı ona teslim etti ve bazı nasihatlarda bulundu. Müteakiben Allah (Azze ve Celle) fethi ve zaferi ona nasip etti.(Buhari 3467, Müslim 2405/33)

3) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetine, Kur’an’a ve Ehli Beyti’ne ehemmiyet göstermelerine emretmişti. Mübahele ayeti nazil olunca Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (Radiyallahu Anhum) çağırdı da:

“Ey Allah’ım! İşte bunlar benim Ehli Beyti’mdir” buyurdu.
(Müslim 2404/32)

4) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mescitten Ali (Radiyallahu Anh)’ın kapısı hariç tüm kapıların kapatılmasını emretti.(Tirmizi 3977, Ahmed 1/75, Keşfu’l-Estar 2/195)

5) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir başka hadisinde şöyle buyurdu:

“Ali’yi ancak mü’min sever ve ona ancak münafık buğzeder!”(Tirmizi 3981, İbni Mace 114)

6) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kim Ali’ye söverse bana sövmüş olur!”(Ahmed 6/323, Hakim 3/121)

7) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Ali (Radiyallahu Anh) hakkında şöyle dua etti:

“Ey Allah’ım! Onu (Ali’yi) seveni sev, ona düşman olana da düşman ol!”(Ahmed 4/370, İbni Hibban 2205, Bezzar 2544, İbni Ebi Asım 1367)

8) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabıyla beraber Tebuk Seferi’ne giderken yerine vekil olarak Ali (Radiyallahu Anh)’ı Medine’de bıraktı. Bunun üzerine bazıları bu olay hakkında ileri geri konuşunca bunlar Ali (Radiyallahu Anh)’ın ağrına gitti ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e yetişerek:

−“Ey Allah’ın Rasulü! Beni Medine’de çocuk ve kadınlarla bıraktın. Nihayet onlar hakkımda konuşmaya başladılar” diye şikayetlenince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona şöyle dedi:

−“Ey Ali! Benim katımda, Harun’un Musa’nın katındaki derecesindesin. Ne var ki benden sonra Nebi ve Rasul yoktur.”(Buhari 3472, Müslim 2404/30)

Şia mezhebine bağlı Rafizi ve İmamiye gibi bazı kollar hilafetin Ali (Radiyallahu Anh)’ın hakkı olduğuna ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in de bunu tavsiye ettiğine dair bu ve bunun gibi hadisleri delil getirmişlerdir. Hatta Rafiziler, Ali’yi ilk halife seçmedikleri için bütün sahabeyi tekfir etmişler, bir kısmı da hakkını aramadı diye Ali’nin kafir olduğuna hükmetmişlerdir. Bildiğimiz kadarıyla Şiilerin bir kolu olan Aleviler kendi içerisinde 20’nin üzerinde fırkaya ayrılmışlardır.

Bunlardan kimisi Ali (Radiyallahu Anh)’ın haşa Allah olduğuna, kimisi Nebi olduğuna ve Cebrail (Aleyhisselam)’ın nübüvvet görevini yanlış kişiye verdiğine, diğer bir kısmı ilk halife olduğuna dolayısıyla sahabenin hata ettiğine inandığı gibi, kimisi de Ehli Sünnet inancına yakın bir inancı paylaşmakta ve sadece ismen kendisini Alevi diye bilmekte ve tanıtmaktadır.

Sahabiler de Ali (Radiyallahu Anh)’ı severler ve hakkını korurlardı.

1) Muaviye, Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh)’a:

“Ebu Turab’a sövmekten seni alıkoyan nedir?” dediğinde Sa’d (Radiyallahu Anh):

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Ali’ye söylediği şu üç sözü hatırladığım müddetçe Ali’ye asla sövmem. Allah’a yemin ederim ki, o sözlerden bir tanesinin benim için olması bana kırmızı develerden ve Arapların en kıymetli mallarından daha sevgili olurdu.

−Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ali’yi Harun (Aleyhisselam)’a benzetmesi,

−Ehli Beytim diye tanıtması ve

−Hayber’de sancağı ona teslim etmesi” demişti.(Müslim 2404/32, Tirmizi 3970)

2) Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma)’ya bir adam Ali (Radiyallahu Anh) hakkında sorduğunda Ali’nin güzel amellerini zikretmiş ve:

“Ali budur, evi de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in evlerinin ortasındadır”demiştir.(Buhari 3474)

3) Yine Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şöyle rivayet etmiştir:

“Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin seyyidleridir. Babaları ise ikisinden daha hayırlıdır.”(İbni Mace 118)

Ali (Radiyallahu Anh)’ın hüküm ve fetvaları yayılmış ve meşhur olmuştur. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den 536 hadis rivayet etmiştir.(Cevamiu’s-Sire 258)

Kendisinden hadis rivayet edenler de başta oğulları Hasan ve Hüseyin olmak üzere İbni Mes’ud, Ebu Musa, İbni Ömer, İbni Abbas, Ebu Rafi, Ebu Said, Süheyb, Zeyd bin Erkam, Cerir bin Abdullah, Ebu Umame, Bera bin Azib, Ebu Cuhayfe, Ebu’t-Tufeyl ve başkalarıdır.

Küçük yaştan itibaren İslamiyete sarılarak bütün gücü ile dine yaptığı büyük hizmet ve fedakarlığı ile bilinen bu değerli zatın halifeliği 4 sene 9 ay 10 gün sürmüştür.
(Cevamiu’s-Sire 337)

Bilindiği gibi bu dönem çok olaylı geçmiştir. Kendisine ısrarla yapılan halifelik teklifini kabul etmemiş, bu sebeple ümmet sekiz gün başsız kalmıştı. Bundan dolayı halk arasında huzursuzluk ve tedirginlik baş göstermiş, neticede kendisine yapılan baskılara dayanamayarak teklifi kabul etmiştir.

Bu dönemde Osman (Radiyallahu Anh)’ın katillerini muhafaza etmekle suçlanmış, Müslümanların karşı karşıya geldiği Cemel ve Sıffin vak’alarına muhatap olmuştur ki, Cemel Vak’ası’nda Talha bin Ubeydullah ile Zübeyr bin Avvam (Radiyallahu Anhuma) haince şehit edilmişlerdi.

Sıffin Vak’ası’nda hakem seçimine mecbur bırakılmış, yaptığı vaade bağlı kaldığı için Hariciler diye adlandırılan grup kendisinden ayrılmış ve o da, dinden okun yaydan çıktığı gibi çıkan bu grupla Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in önceden bildirdiği gibi Nehravan’da savaşmıştır.

Hariciler buna rağmen boş durmamış, ümmeti Ali (Radiyallahu Anh)’a karşı kışkırtmaya devam etmiş ve neticede kendisini ‘Fitnenin başı’ diye nitelendirip onu, Muaviye’yi ve Amr bin As’ı öldürenin cennete gireceğini dile getirerek onların katlini teşvik etmiş ve planlamışlardı.

Neticede bu suikasttan Muaviye ve Amr bin As kurtulmuş, ancak İbni Mülcem isimli Harici tarafından hicretin 40. yılı Ramazan ayının 27. günü sabah namazında hançerlenen Emir’ul-Mü’minin Ali (Radiyallahu Anh), 2 gün sonra 63 yaşındayken Kufe’de şehit olmuştur.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

9 Şubat 2014 Pazar

259.CENNETLE MÜJDELENENLER-3 Hz OSMAN (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Babası Affan, dedesi Ebu’l-As’dır. Annesi Erva binti Ku­rey­zî olup Müslüman olanlardandır. Lakabı ise Ebu Amr’dır. Hicretten 47 yıl önce milâdî 577 yılında dünyaya gelmiştir. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in teşvikiyle Müslüman olmuştur. İman eden erkeklerin dördüncüsüdür (Zeyd, Ali, Ebu Bekir ve Osman). Beşinci atası Abdi Menaf’ta Rasûlü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile nesepleri birleşir. Kendisi Rasûlullah’ın üçüncü halifesi, damadı ve Ebubekir ile Ömer’den ra sonra ümmetin en üstün simasıdır.

Rasûlü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in kızı Rukayye (Radıyallahu Anha) ile evlenmiş, ailesi ile önce Habeşistan’a, sonra da oradan Medine’ye hicret etmiştir. Bedir savaşı esnasında hanımı Rukayye (Radıyallahu Anha) hasta olduğu için Rasûlullah tarafından bu savaşa katılanların sevabı ve ganimet payı ile vaat olunarak Medine’de bırakılmış,
[Buhârî 3456] ordu savaştayken Rukayye (Radıyallahu Anha) vefat etmiş ve savaş dönüşünde Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), diğer kızı Ümmü 

Gülsüm (Radıyallahu Anha) ü Osman (Radıyallahu Anh) a nikahlamıştı. Bu yüzden kendisine Zu’nNûreyn (İki nûr sahibi) lakabı verilmiştir. Osman (Radıyallahu Anh) bu savaş hariç diğer savaşlara katılmıştır. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından birçok kere cennetliklerden olduğu üzere müjdelenmiştir.

İlmi, ameli, cihadı, malının çokluğuyla beraber İslâm uğrunda büyük maddî fedakarlığı ve benzeri birçok meziyetleri ile üstün bir şahsiyete ve mevkiye sahip idi. Yaptığı en önemli işlerden birisi Kur’an’ı çoğaltarak İslâm ülkelerinin sayılı şehirlerine birer adet göndermesidir.

Osman (Radıyallahu Anh) hayâsıyla nam yapmıştı: Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün Aişe (Radıyal­lahu Anha) validemizin hücresinde iki baldırını açmış uzanır olduğu hâlde yanına önce Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), biraz sonra da Ömer (Radıyallahu Anh) gelmiş, onların ge­lişi sebebiyle hâlinde bir değişiklik yapmamıştı. Ancak Osman (Radıyallahu Anh) yanına girmek için izin istediğinde hemen doğrulup baldırını örtmüş ve onu karşılamıştı. Buna hayret eden Aişe (Radıyallahu Anha) misafirler çıktıktan sonra bunun sebebini sorunca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?” diye cevap vermiştir.
[Müslim 2401/26 Ahmed 1/74]

Osman (Radıyallahu Anh) servetinden İslâm uğruna cömertçe harcayan bahtiyar zenginlerdendir:

1. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve sahâbîleri Medine’ye hicret ettiklerinde burada Kuba civarındaki Rûme kuyusundan başka tatlı (içilecek) su bulunmuyordu ve insanlar o kuyunun suyundan ücretle su alabiliyorlardı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kim Rûme kuyusunu satın alıp kazdırır ve vakfederse cennette o kuyudan daha hayırlısı onundur.” buyurmuş, bunun üzerine Osman (Radıyallahu Anh) bu kuyuyu satın alarak vakfetmiştir.
[Buhârî 2626 Tirmizî 39453949]

2. Tebuk Seferi, kıtlığın şiddetli olduğu bir seneye ve yazın en sıcak olduğu bir zamana tesadüf ettiğinden bu sefere ‘Sıkıntı Seferi’, bu sefer için hazırlanan orduya da ‘Sıkıntı Ordusu’ denilmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Sıkıntı Ordusu’nu kim donatır, teçhiz ederse onun için cen­net vardır.” buyurmuş, müteakiben Osman (Radıyallahu Anh) bu orduyu ticaret kervanı olan develerinden 950 deve ve 50 at ile teçhiz etmiş, ayrıca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin yanına girerek 1000 dinar para vermiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o paraları eliyle altüst eder olduğu hâlde: “Bugünden sonra Osman ne yaparsa yapsın, kendisine zarar vermez.”buyurmuştur.
[Buhârî 2626 Tirmizî 3947 3949]

3. Mescid-i Nebevî, insanlara dar gelmeye başlayınca Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kim, falan ailesinin arsasını cennetten daha hayırlısı karşılığında satın almak ve mescide katmak ister?” buyurmuş, müteakiben Osman (Radıyallahu Anh) o arsayı almış ve mescide dahil etmiştir.
[Tirmizî 3949 Nesâî 3590]

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün bir bostanın içinde, bir kuyunun başında Ebu Bekir ve Ömer (Radıyallahu Anhuma) ile beraber otururken yanlarına girmek için müsaade isteyen Osman (Radıyallahu Anh) için: “Ona giriş için izin ver ve kendisine isabet edecek bela ve musibet karşılığında onu cennetle müjdele!” 
[Buhârî 3451 Müslim 2403/28] buyurarak ve bir defasında da bir fitneden bahsedip: “Osman, o fitnede mazlum olarak öldürülecektir.”[ Tirmizî 3953] buyurarak bir mucize olmak üzere Osman (Radıyallahu Anh) ın bir musibet netice­sinde şehit edileceğini ve cennetliklerden olduğunu bildirmiş­tir.

Osman (Radıyallahu Anh) sahâbîler arasında da sevilir ve saygı duyulurdu: İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) şöyle demektedir: “Bizler Rasûlullah’ın hayatı zamanında sahâbeden hiçbirini fazilette Ebubekir ve Ömer hariç Osman (Radıyallahu Anh) a denk tutmazdık. O üçünden sonra diğer sahâbîleri getirir ve onların arasında fazilet farkı aramazdık.”
[Buhârî 3454 Tirmizî 3952]

Osman (Radıyallahu Anh), sahâbîler arasında sözü dinlenir biri olduğu gibi Mekke müşrikleri arasında da hürmet edilen birisiydi. Hudeybiye Gazvesi’nde Mekke müşrikleri ile görüşmesi için Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından şeref ve nüfuz sahibi olarak Osman (Radıyallahu Anh) gönderilmişti. Onun dönüşü biraz gecikince de Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) 1400 veya 1500 sahâbîsinden[
Buhârî 3892] asla geri dönmemek şartıyla savaşmak üzere söz almış ve sahâbîler de bey’at etmiştir. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) en son olarak sağ elini işaret ederek: “Bu Osman’ın elidir.”demiş, onunla sol eli üzerine vurup: “İşte bu Osman için bey’attır.” buyurarak onun da bu Rıdvan Bey’at’ı sebebiyle sevap elde etmesini ve Fetih sûresi 18. ayette beyan edilen Allah’ ın rızasını kazanmasını sağlamıştır.[Buhârî 3456]

Osman (Radıyallahu Anh), Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan 146 hadis rivayet etmiştir.
[Cevâmîu’s-Sîre 259]

Kendisinden de çocukları Ömer, Ebban ve Said ile amcaoğlu Mervan bin Hakem, İbni Mes’ud, İbni Ömer, İbni Abbas, İmran bin Husayn, Ebu Hureyre, Ahnef, Said bin Müseyyeb ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Ömer (Radıyallahu Anh) in vefatı neticesinde hicrî 23 yılında halife seçilen Osman (Radıyallahu Anh) ın hilafeti toplam 11 yıl 11 ay 20 gün sürdü.
[Cevâmîu’s-Sîre 336] Onun döneminde Kıbrıs, Afrika kıtası, Afganistan, Horasan, Azerbeycan ve Türkistan İslâm topraklarına katıldı. Hilafetinin ilk 5 yılı ahlâkının yumuşaklığı sebebiyle sorunsuz olarak devam etti.

Osman (Radıyallahu Anh) ın rahatsız olanları ikna etme çalışmaları netice vermeye başladığı anda çalınan mührü ile kendisinden habersiz olarak ağzından yazılan bir mektup sebebiyle iş çığırından çıktı. Halifelikten çekilmesi tekliflerini, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın: “Ey Osman! Eğer Allah sana bir gün bu işi (halifeliği) verir de, münafıklar Allah’ın sana giydirdiği bu gömleği soymaya kalkışırlarsa sakın sen o gömleği soyma!”
[Tirmizî 3951 İbni Mace 112] talimatı sebebiyle kabul etmeyerek reddetmiştir. Evini muhasara altına alan Mısırlıları engelleme girişimleri boşa çıkmış ve bir kısım bâğî (azgın) tarafından evinde Kur’an okurken hicrî 35 yılı 18 Zil­hicce Cuma günü 80 küsûr yaşında iken şehit edilmiş ve Cennetü’l-Bâki’ye defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.Amin.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

6 Şubat 2014 Perşembe

258.CENNETLE MÜJDELENENLER-2 Hz ÖMER (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Fil olayından 13 yıl sonra miladî 584 yılında Mekke’de doğdu. Babası Hattab, annesi Ebu Cehil’in kız kardeşi Hanseme binti Hişam’dır. Kureyş kabilesinin ileri gelenlerindendir. Baba tarafından nesebi Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Ka’b bin Lüey’de birleşir.

Ömer (Radıyallahu Anh) de, Ebu Bekir gibi Rasûlü Ek­rem’ in kayın babası ve ikinci halifesidir. Cesareti, kahraman­lığı, adaleti ve dirayetiyle dünyaya nam salmıştır. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından hak ile batılı birbirinden ayırt eden manasına gelen ‘Fâruk’ lakabı ile lakaplandırıldı. Ömer (Radıyallahu Anh) in hak dini seçme­siyle Müslümanların sayısı 40’ı buldu ve o gün Müslümanlar dışarı çıkarak İslâmiyetlerini ilan ettiler. İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh): “Ömer Müslüman olduğundan beri hep izzetli olmuşuzdur.” 
(Buhârî 3615) demiştir.

Müslümanlığını ilk açığa vuran kişi de, ‘Emîr’ ul-Mü’minîn’ diye vasıflanan ilk halife de Ömer (Radıyallahu Anh) dir.Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) o Müslüman olmadan önce: “Allah’ım! Ebu Cehil ve Ömer bin el-Hattab’dan sana en sevgili olanı ile İslâm’ı aziz kıl!” 
(Tirmizî 3926, Heysemî 9/61) diye dua etmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha hayatta iken birçok kereler onun cennetliklerden olduğu müjdesini vermiştir. (Buhârî 3439,3449) Kendisi Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a Ebu Bekir’den sonra insanların en sevgilisi idi.(İbni Mace 102) “Allah, hakkı Ömer (Radıyallahu Anh) in dilinde ve kalbinde kılmıştır.” (İbni Mace 108, Tirmizî 3927) buyurarak onun Allah katındaki değerine işaret etmiştir. Her ne zaman bir hâdise olmuş ve halk onun hakkında ihtilaf etmişse Allahu Teâlâ o hâdisede Ömer’in beyan ettiği görüşe uygun ayet indirmiştir.(Tirmizî 3927) Bunlardan bazılarını zikredelim:

1. Ömer (Radıyallahu Anh): “Ya Rasûlallah! Makam-ı İbra­him’i namazgah edinsek.”demiş, Allah (Azze ve Celle): (…Makam-ı İbrahim’den bir namazgah edinin.)
( Bakara 125)
ayetini indirmiştir.

2. Ömer’ul-Fâruk (Radıyallahu Anh): ‘‘Ya Rasûlallah! Emretsen de eşlerin perde gerisinde bulunsalar. Çünkü onlarla iyi kişiler de konuşabilir, kötüler de.’’ demiş, akabinde (…(Nebi’nin) eşlerinden bir şey istediğinizde perde gerisinden isteyin. Bu hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır…)
( Ahzab 53.) ayeti nazil olmuştur.

3. Bedir savaşında Müslümanlar 70 kafiri esir almışlardı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlar hakkında yapılacak işleme dair sahâbesiyle istişare yaptı. Ömer (Radıyal­la­hu Anh) öldürülmeleri, diğer sahâbîler fidye karşılığı serbest bırakılmaları görüşünü ileri sürdüler. Neticede serbest bırakıldılar. Bunun üzerine: (Yeryüzünde ağır basıncaya kadar hiçbir Nebi’ye esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti istiyor… Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.)
( Enfâl 67-68) ayetleri nazil oldu.

4. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın zevcelerinin ikisinden kaynaklanan bir kıskançlık sebebiyle bazı tatsızlıklar olmuş ve bu olaylar sebebiyle Tahrîm sûresinin ilk ayetleri inmişti. Ömer (Radıyallahu Anh) onlara bu mesele için kızıp: “Eğer Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sizi boşarsa yerinize Rabbinin sizden daha hayırlılarını vermesi ümit edilir.” demiş, akabinde: (Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona sizden daha iyi, kendini Allah’a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bâkire eşler verebilir.)
( Tahrîm 5
)ayetleri nazil oldu.

5. Münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy bin Selûl vefat ettiğinde, değerli bir sahâbî olan oğlu Abdullah (Radıyallahu Anh) babasının kefeni olmak üzere Rasûlullah’ın gömleğini istedi ve babasına cenaze namazı kılmasını talep etti. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gömleğini verdi, n­a­maz için davrandığında ise Ömer (Radıyallahu Anh) buna razı olmayarak: “Allah seni münafıklara namaz kılmaktan nehyet­tiği halde ona namaz mı kılacaksın?” dedi. Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem): “Allah beni bu hususta muhayyer bıraktı.
(Tevbe 80) Ben istiğfarımı 70 seferin üzerine çıkaracağım.” dedi ve namaz kıldı. Aziz ve Celil olan Allah da: (Onlardan ölen hiçbir kimseye namaz kılma ve onun kabri başında da durma! Onlar Allah ve Rasûlü’nü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler.)(Tevbe 84) ayetini indirdi. Bunun gibi ayetleri İbni Hacer 15, Suyutî 21’e çıkarmaktadır.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ömer (Radıyallahu Anh)i çeşitli cihetlerden övmüş ve faziletini bildirmiştir:

1. Bir defasında “Ben uyurken süt içtim. O kadar içtim ki, şimdi bile onun kanıklığının tırnaklarımdan sızdığını duyuyorum. İçtikten sonra artığımı Ömer’e verdim.” demiş, sahâbîlerin: “Bunu neye yordun ya Rasûlallah?” sorusuna: “İlme yordum.” buyurarak 
(Buhârî 3440, Müslim 2391/16), Ömer (Radıyallahu Anh) in ilmî seviyesine işaret etmiştir.

2. Gene Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir defasında: “İsrailoğullarının içinde öyle kimseler vardı ki, Nebiler derecesinde olmadıkları halde kendilerine ilham olunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa şüphesiz ki o Ömer’dir.” 
(Buhârî 3445, Müslim 2398/23)
 buyurmuştur.

3. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) başka bir rüyasını şöyle anlatmıştır: “Bana rüyamda birtakım insanlar arz olundu. Üzerlerinde gömlekler vardı. Gömlekler kiminin memesine, kiminin ise bundan daha az yerine ulaşıyordu. Ömer’in üzerinde ise (eteklerini) yerde sürüdüğü bir gömlek vardı.” Sahâbîlerin: “Bunu nasıl tevil ettin?” sorusuna cevaben: “Din ile tevil ettim.” 
(Buhârî 3447, Müslim 2390/15) buyurmuştur.

4. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Eğer benden sonra Nebi olsaydı, o muhakkak Ömer olurdu.”
(Tirmizî 3931) buyurarak onun faziletini, ilmini ve dirayetini izhar etmiştir.

5. Gene ona hitaben: “Ey Ömer! Nefsim elinde olana (Allah’a) yemin ederim ki, sen bir yolda giderken şeytan seninle asla karşılaşmaz, o muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelip gider.”
( Buhârî 3442, Müslim 2396/22, Tirmizî 3935,3936)
 buyurarak insan ve cin şeytanlarının ondan kaçtığını bildirmiştir.

Ömer (Radıyallahu Anh), mal varlığının yarısını Allah için tasadduktan çekinmeyecek kadar cömert bir insandı. 
( Ebu Dâvud 1678, Tirmizî 3919)
 Oğlu Abdullah (Radıyallahu Anhuma) onun için şöyle demektedir: “Rasûlullah hariç, Ömer derecesinde güzel huylu hiçbir kimseyi katiyyen görmedim. Rasûlullah’ın vefatından Ömer’in hayatının son bulmasına kadar Ömer (Radıyallahu Anh) insanların en ciddisi ve en cömerdiydi.’’( Buhârî 3444)

Ömer (Radıyallahu Anh) e Hayber ganimetlerinden çok de­ğerli bir arazi düşmüştü. O, bu araziyi Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istişare etti ve orayı; mülkiyetinin satılamayacağını, hediye edilemeyeceğini ve miras olarak payla­şılamayacağını belirterek ürününün fakirlere, yakın akrabalara, kölelere, Allah yolunda cihat edenlere, yolda kalmışlara ve yolculara tahsis edilmesi üzere vakfetti.(Buhârî 2579, Müslim 1632/15)

Ömer (Radıyallahu Anh), “Kıyamet günü bütün nesepler ve sebepler kopmuş olacaktır. Sadece benim nesebim ve sebebim kesilmez.”(Heysemî 4/27) hadisi sebebiyle Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile nesepçe bağ kurmak için Ali bin Ebi Talib (Radıyallahu Anh) in kızı Ümmü Külsüm ile nikahlanmıştır.

Sahâbîler Ömer (Radıyallahu Anh) den çok çekinirler, bir o kadar da severler ve saygı gösterirlerdi: Ali (Radıyallahu Anh): “Rasûlullah ve Ebu Bekir’den sonra insanların en hayırlısı Ömer’dir.” (İbni Mace 106) demektedir.Gene Ali (Radıyallahu Anh), Ömer vefat ettiğinde onun için gıyaben: “Yaptığın işlerin benzeriyle Allah’a kavuşmak istediğim senden daha sevgili birini arkanda bırakmadın. Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’ın muhakkak seni iki dostunla beraber bulunduracağını kuvvetle zannediyorum…” (Buhârî 3443, Müslim 2389/14) demiştir.

Kendisinden 537 hadis rivayet edilen (Cevâmîu’s-Sîre s.258) Ömer (Radıyallahu Anh) in hilafeti 10 yıl 6 ay 15 gün sürdü. Onun zamanında Şam, Ürdün, Irak, Batı Trablus, Ermenistan, Kudüs ve Mısır İslâm topraklarına dahil edildi ve insanların lehine İslâm hükümleri benzeri vâki olmayacak şekilde kararlaştı. Bunlara paralel olarak ganimet ve servet de çoğaldı.

Ömer (Radıyallahu Anh) hicrî 23. yılın Zilhicce ayının 26. günü sabah namazında iken Mugîre bin Şu’be (Radıyallahu Anh) nin İranlı Mecûsî kölesi tarafından hançerlendi.

Bu köle safları yara yara kaçarken on üç kişiyi daha hançerledi ve bunlardan yedisi öldü. Kafir köle yakalanınca intihar ederek kendini öldürdü.

Ömer (Radıyallahu Anh) namazı Abdurrahman bin Avf’a kıldırttı, namazın bitiminde evine taşındı. Yaraları tedaviye başlanınca önce nebiz, sonra süt içirildi, her ikisi de yaralı olan karnından dışarı çıktı. Bu esnada oğlu Abdullah’a borçlarını hesaplattırdı. Borçlarının ödenmesini vasiyet etti. Aişe (Radıyallahu Anha) validemize haber gönderterek iki arkadaşının yanına gömülmek için izin istedi. Aişe validemiz ise: “Ben burayı kendim için düşünüyordum ama bugün Ömer’i kendi nefsime tercih ediyorum.”diyerek izin verdi. Kendisinden son­raki halifeyi tayin etmesi istenince bundan imtina etti ve halife tayini için 6 kişilik bir heyet tayin etti. Onlar Ali, Osman, Zü­beyr, Talha, Sa’d bin Ebi Vakkas ve Abdurrahman bin Avf (Radıyallahu Anhum) idi. Gıyabında yeni halifeye nasihat etti ve kuvvetli rivayete göre 63 yaşında vefat etti.(Buhârî 3460)

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

5 Şubat 2014 Çarşamba

257.CENNETLE MÜJDELENENLER-1(Hz EBUBEKİR ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


 Kutsal topraklardan yeni dönmüş biri olarak ruh halim gereği kalbim ancak Peygamber Efendimiz sas ve sahabelerle ilgili  bir yazı yayınlarsam mutmain olacaktı. Ben de bu sebepten  ölmeden Cennetle müjdelenen 10 sahabeden bahsetmek istedim. 

Kur'ân insanlara yarışırcasına cennete koşmalarını emretmektedir. "Rabbiniz tarafından bir mağfirete genişliği göklerle yer kadar olan ve müttakiler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun." (Al-i İmran 3/133) 

Kimin cennetlik olduğu ahirette belli olacaktır. Fakat Allah cc sahabeye daha bu dünyada iken cenneti vaad etmiştir.
"Sizden fetihten önce infak eden ve savaşan kimse ile fetihten sonra infak edip savaşan elbette bir olmaz. İşte onlar bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler. Bununla beraber Allah herbirine cennet vaadeder. Allah yaptığınız herşeyden haberdardır." (Hadid 57/10) 

Bu âyettte açıkça görüldüğü gibi Allah cc sahabenin hepsine cenneti vaad etmektedir. Pek çok güzel haslete sahip sahabe-i kiram genel olarak cennetle müjdelendiği gibi dünya hayatında iken fert fert kendilerine cennet vaad edilenler de vardır. el-Aşeretü'l-mübeşşere (müjdelenlen on) terkibi ile bu müjdeyi Rasûlullah'tan dünyada iken alan sahabiler anlaşılır. Aşere-i mübeşşere tabirinin yanı sıra aynı manaya gelen el-mübeşşirun bi'l-cenne terkibi de kullanılmıştır.
Bunlar: Ebû Bekir (634), Ömer (643), Osman (655), Ali (660), Talha (656) ,Zübeyr (656), Avf oğlu Abdurrahman (652) ,Sa'd (674), Zeyd oğlu Said (671) ,Ebû Ubeyde (639) (ra) hazretleridir. Bu sahabilerin isimleri hadiste zikredilmiş ve bu şekilde sabit olmuştur.

Aşere-i mübeşşerenin bazı ortak özellikleri vardır:

  • Hepsi İslam'ın ilk yıllarında Müslüman olmuşlardır.
  • Peygamber'e ve İslam davasına büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
  • Hicret etmişlerdir.
  • Bedir gazvesine katılmışlardır.
  • Hudeybiye de Rasûlullah'a beyat etmişlerdir.
  • Hadis kaynaklarında faziletleri ile alakalı pek çok rivayet vardır.
  • Müsned türündeki hadis kaynakları bu sahabilerin rivayetleri ile başlar.

Ölmeden Cennetle müjdelenen sahabelerin ilki Hz.Ebubekir ile başlayalım inşallah.


Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan 2 yıl sonra 573 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Adı Abdullah, babası Ebu Kuhafe lakaplı Osman’dır. Annesi ise, Ümmü’l Hayr lakaplı Selma’dır. Baba ve anne tarafından, Arap kabileleri arasındaki kutsallığı, asâlet ve yüceliğiyle şanı büyük olan ‘Ku­reyş’ kabilesinden olup nesebi Mürre bin Ka’b’da Rasûlü Ekrem’in nesebiyle birleşir.

Rasûlullah’ın nesebi: İsmail (Aleyhi’sselam) in soyundan olan Adnan’ın oğlu, Ma’ad’ın oğlu, Nizar’ın oğlu, Mudar’ın oğlu, İlyas’ın oğlu, Mudrike’nin oğlu, Huzeyme’nin oğlu, Kinane’nin oğlu, Nadir’in oğlu, Malik’in oğlu, Fihr’in oğlu, Galip’in oğlu, Lüy’in oğlu, Ka’b’ın oğlu, Mürre’nin oğlu, Kilab’ın oğlu, Kusay’ın oğlu, Abdi Menaf’ın oğlu, Hişam’ın oğlu, Abdulmuttalip’in oğlu, Abdullah’ın oğlu, Muhammed.

Ebu Bekir’in babası Mekke’nin şereflilerindendir. Kendisi ilk Müslüman erkek iken babası Mekke’nin fethi günü Müslüman olmuştur. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in babası, annesi ve aile fertleri sahâbîlik şerefine erişmişlerdir. Bu yüce şeref başka kimseye nasip olmamıştır.

Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) Müslüman olmadan önce yaşadığı 38 yıl boyunca içki içmemiş, putlara tapmamış, hurafelerden nefret etmiş, dürüstlüğü, fazileti ve insanlığı ile tanınmış bir şahsiyetti. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın kayınbabası ve ilk halifesidir. Seferde ve mukimken Rasûlü Ekrem’in en sadık ve fedai arkadaşı, en samimi müşaviriydi. Arkadaşlığı Kur’an ile tescil edilmiştir. Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği hastalığında son na­mazını onun arkasında kılmıştır.

Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) seferde ve hazarda münferit meseleler hariç Rasûlullah’ın yanından hiç ayrılmazdı. En tehlikeli yerde onun yanıbaşındaydı ve yardımcısıydı. Elindeki servetinin tamamını İslâm uğruna harcamaktan çekinmez, bu durumda iken “Ailene ne bıraktın?” sorusuna: “Allah ve Rasûlü’nü bıraktım.” diye cevap verirdi. Daha hayatta iken birçok defa cennetle müjdelenmiştir. Sırf Müslüman oldukla­rı için işkence gören 6 yahut 7 köleyi satın alarak hürriyetlerine kavuşturmuştur ki, Bilal (Radıyallahu Anh) onlardan biridir. Hakkında birçok Kur’an ayeti inmiştir. Rasûlullah’ın ona: “Sen Allah’ın cehennemden âzâtlısısın.” buyurmasından sonra âzâtlı manasına ‘Atîk’ adını aldı.

Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün beraberinde Ebu Bekir, Ömer ve Osman (Radıyallahu Anhum) olduğu halde Uhud’a çıkmıştı. Bu esnada dağ onları salladı. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ey Uhud, sabit ol! Bil ki senin üstünde bir Rasûl, bir sıddîk (çok dürüst) ve iki de şehit bulunuyor.” buyurdu.


Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke’de iken İslâm’ ın ilk dönemlerinde Hicri İsmail’de namaz kılıyor olduğu halde Ukbe bin Ebi Muayt onu ridası ile boğarken Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) kurtardı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun hakkında: “Beni Ebu Bekir’in malının faydalandırdığı kadar hiç kimsenin malı faydalandırmamıştır. Bir dost edinmiş olsaydım mutlaka Ebu Bekir’i edinirdim. Lakin (kendini kastederek) sahibiniz Halilullah’tır.” buyurmuştur.

Ammar bin Yasir (Radıyallahu Anhuma) onun hakkında: “Rasûlullah’a vardığımda (ilk Müslümanlardan olarak) beş köle (Bilal, Zeyd bin Harise, Amir bin Fuhayre, Ubeyd bin Zeyd, Ebu Fukeyhe), iki kadın (Hatice, Ümmü Eymen) ve bir de Ebu Bekir’den başka kimse yoktu.” demiştir.Rasûlulah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir konuda kendisine başvuran kadına, yanından ayrılırken kendisine tekrar müracaat etmesini söylemiş, kadın: “Seni bulamazsam ne yapayım?” deyince ‘‘Ebu Bekir’e müracat et.’’ buyurmuş ve yine: “Benden sonra şu iki zâta uyunuz: Ebu Bekir ve Ömer’e.”gibi hadislerde; ölümüyle neticelenen hastalığında Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) i imam tayin etmesinde;“Mescitte Ebu Bekir’in kapısından başka bütün kapıları kapatın.” ve “Allah ve mü’minler Ebu Bekir’den başkasına razı olmazlar.” buyurmasında kendisinden sonraki halifeye işaret etmiş; kendisine en sevgili olanın sorulmasına “Aişe’dir.” diye cevap vermiş, “Erkeklerden kimdir?” denildiğinde “Babasıdır.” buyurmuş; “Allah beni Rasûl olarak gönderdiğinde hepiniz beni yalanladınız, Ebu Bekir ise beni tasdik etti, malı ve canı ile bana yâr ve yardımcı oldu.” diyerek onu taltif etmiş; “Ebu Bekir ve Ömer, Nebi ve Rasûllerden başka önceki ve sonrakilerden cennet ehlinin orta yaşlılarının efendileridir.” buyurarak onun Allah indindeki değerini bildirmiş; ayrıca onun cennete cihat edenler, sadaka verenler ve oruç tutanlar kapılarından çağrılacağını haber vermiştir.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın İsrâ ve Mi’raç hâdiselerini anlatmasını garipseyen Mekke müşrikleri, bu anlatılanları Ebu Bekir’e anlatınca: “Muhammed söylediyse doğru söylemiştir.” diyerek onu kayıtsız şartsız tasdik etmiştir. Yine Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) çobanla konuşan kurt ile sırtına binen sahibine:‘Ben bunun için yaratılmadım.’diyen öküzün kıssalarını anlatınca sahâbîler hayret etmişler, bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendileri yanında olmadığı halde: “Ben, Ebu Bekir ve Ömer bu hayvanların böyle söylediğine inanıyoruz.” diyerek her hâl­de Ebu Bekir’in kendisini doğrula­dığını beyan etmiştir.

Ebu Bekir es-Sıddîk (Radıyallahu Anh) ın sahâbîler nezdinde de değeri makbuldü: İbni Ömer (Radıyallahu Anhu­ma): “Biz Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında insanlar arasında ‘Falan falandan, filan filandan hayırlı.’ diye konuşurduk. Neticede Ebu Bekir’i, sonra Ömer’i, sonra Osman’ı hayırlı bulurduk.” demiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat edince Ensar, Sa’d bin Ubade’yi halife yapmayı konuşurken beraberinde Ömer ve Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anhuma) olduğu halde Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) yanlarına gelmiş, onlara hilafe­tin Kureyş’ten olması gerektiğini izah etmiş ve yanındaki iki kişiden birine biat edilmesini istemişti. Bunun üzerine Ömer (Radıyallahu Anh): “Hayır, biz sana bey’at ediyoruz. Çünkü sen seyyidimiz, en hayırlımız ve Rasûlullah’a en sevgili olanımız­sın.” demiştir.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın vefat haberi geldiğinde insanlar inanamamış, şuurlarını kaybetmiş ve ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Hatta Ömer (Radıyallahu Anh) Allah’a yemin ederek “Muhammed ölmedi.” diye bağırıyor, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın öldüğünü söyleyen­leri öldüreceğini haykırıyor olduğu bir hâlde, metanet sahibi Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) insanlara bir hutbe irad ederek: “Her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o ölmüştür ve her kim Allah’a ibadet ediyorsa bilsin ki Allah ölmez. Allah, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakkında: (Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler) ve (Muhammed ancak bir rasûldür. Ondan evvel daha nice rasûller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse ökçelerinizin üzerinde (geriye) mi döneceksiniz? Kim böyle yaparsa elbette Allah’a hiçbir şeyle zarar veremez…) buyurdu.” deyince Ömer ve halk teskin olmuş, onun vefatına inanmış ve sessizce ağlama­ya başlamışlardır.

Zekatın dindeki yeri, onun hilafeti döneminde zekatı verme­yenlerle savaşması ve onları öldürüp esir yapmasıyla daha iyi anlaşılmıştır. Kendisinden 142 hadis rivayet edilen Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in hilafeti 2 yıl 3 ay 8 gün sürdü. Bu süre zarfında irtidat eden kabilelere ve yalancı Nebilere karşı mücadele ederek hepsini alt etmiş ve İslâm’a eski saygınlığını kazandırmıştır. Irak’ı cizyeye bağladı, İran’ı İslâm topraklarına kattı. Rumlara karşı görevlendirdiği orduya şu mesajı göndermişti: “Siz Allah’ın savaşçılarısınız, O size yardım edecek, kafirleri yenilgiye uğratacaktır. Hiçbir ordu azlığından dolayı yenilmez, ancak günahları sebebiyle yenilir. Günahlardan sakının, namazlarınıza dikkat edin.” Bu savaşta Rumlar 120.000, Müslümanlar ise 24.000 kişi idiler. Gerçekten de Müslümanlar 3.000 şehit ile bu orduyu dize getirmişti.

Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), Ömer’in savaşlarda şehit olan hafızlardan endişelenerek yaptığı tavsiye ile Zeyd bin Sabit (Radıyallahu Anh) i görevlendirerek Kur’an sahifelerini ilk defa toplatıp bir araya getirdi.

Sıtmaya yakalanarak yatağa düştü. Bu hastalığı 15 gün sürdü. Cemaate Ömer (Radıyallahu Anh) i imam tayin etmişti. Osman (Radıyallahu Anh) a bir vasiyet yazdırdı. Bu vasiyette kendinden sonra halife olarak Ömer’i atamıştı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın yanına gömülmeyi vasiyet ederek hicrî 13. yılda Cemaziyelahir ayının 8. günü vefat etti.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın. Amin.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR